40.857
düzenleme
(Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor) |
(Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor) Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği |
||
141. satır: | 141. satır: | ||
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ sırrınca kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Hikmet ve rahmeti ise umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel, mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış. | Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ sırrınca kendi kendine gaybı bilmezdi; belki Cenab-ı Hak ona bildirirdi, o da bildirirdi. Cenab-ı Hak hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Hikmet ve rahmeti ise umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, mübhem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur. Vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki ölüm ve ecel, mübhem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış. | ||
İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine karşı ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedit şefkatini fazla incitmemek için vefat-ı Nebevî’den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin başlarına gelen müthiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek '''(Hâşiye<ref>'''(Hâşiye):''' Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a, Âişe-i Sıddıka'ya karşı ziyâde muhabbet ve şefkatini rencîde etmemek için, vak'a-i Cemel hâdisesinde o bulunacağı kat'î gösterilmediğine delil ise, Ezvâc-ı Tâhirâta fermân etmiş ki: “Keşke bilseydim hanginiz o vak'ada bulunacak?” Fakat sonra, hafif bir sûrette bildirilmiş ki, Hazret-i Ali'ye (R.A.) fermân etmiş “Senin ile Âişe beyninde bir hâdise olsa... | İşte hikmet-i Rabbaniye ve rahmet-i İlahiye böyle iktiza ettiği için Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ümmetine karşı ziyade hassas merhametini ziyade rencide etmemek ve âl ü ashabına karşı şedit şefkatini fazla incitmemek için vefat-ı Nebevî’den sonra, âl ü ashabının ve ümmetinin başlarına gelen müthiş hâdisatı, umumiyetle ve tafsilatıyla göstermemek '''(Hâşiye<ref>'''(Hâşiye):''' Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a, Âişe-i Sıddıka'ya karşı ziyâde muhabbet ve şefkatini rencîde etmemek için, vak'a-i Cemel hâdisesinde o bulunacağı kat'î gösterilmediğine delil ise, Ezvâc-ı Tâhirâta fermân etmiş ki: “Keşke bilseydim hanginiz o vak'ada bulunacak?” Fakat sonra, hafif bir sûrette bildirilmiş ki, Hazret-i Ali'ye (R.A.) fermân etmiş “Senin ile Âişe beyninde bir hâdise olsa... <br> ”فَارْفَقْ وَبَلِّغْهَا مَاْمَنَهَا</ref>)''' mukteza-yı hikmet ve rahmettir. Fakat yine bazı hikmetler için mühim hâdisatı –fakat dehşetli bir surette değil– ona talim etmiş. O da ihbar etmiş. | ||
<br> | |||
”فَارْفَقْ وَبَلِّغْهَا مَاْمَنَهَا</ref>)''' mukteza-yı hikmet ve rahmettir. Fakat yine bazı hikmetler için mühim hâdisatı –fakat dehşetli bir surette değil– ona talim etmiş. O da ihbar etmiş. | |||
Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adilde ve sıdkta çalışan ve وَمَن۟ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَل۟يَتَبَوَّأ۟ مَق۟عَدَهُ مِنَ النَّارِ hadîsindeki tehditten şiddetle korkan ve فَمَن۟ اَظ۟لَمُ مِمَّن۟ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ âyetindeki şiddetli tehditten şiddetle kaçan muhaddisîn-i kâmilîn, bize sahih bir surette o haberleri nakletmişler. | Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adilde ve sıdkta çalışan ve وَمَن۟ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَل۟يَتَبَوَّأ۟ مَق۟عَدَهُ مِنَ النَّارِ hadîsindeki tehditten şiddetle korkan ve فَمَن۟ اَظ۟لَمُ مِمَّن۟ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ âyetindeki şiddetli tehditten şiddetle kaçan muhaddisîn-i kâmilîn, bize sahih bir surette o haberleri nakletmişler. | ||
245. satır: | 242. satır: | ||
اِنَّ ال۟خِلَافَةَ بَع۟دٖى ثَلَاثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُل۟كًا عَضُوضًا | اِنَّ ال۟خِلَافَةَ بَع۟دٖى ثَلَاثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُل۟كًا عَضُوضًا | ||
وَاِنَّ هٰذَا ال۟اَم۟رَ بَدَأَ نُبُوَّةً وَرَح۟مَةً ثُمَّ يَكُونُ رَح۟مَةً وَخِلَافَةً | وَاِنَّ هٰذَا ال۟اَم۟رَ بَدَأَ نُبُوَّةً وَرَح۟مَةً ثُمَّ يَكُونُ رَح۟مَةً وَخِلَافَةً | ||
ثُمَّ يَكُونُ مُل۟كًا عَضُوضًا ثُمَّ يَكُونُ عُتُوًّا وَ جَبَرُوتًا deyip Hazret-i Hasan’ın altı ay hilafetiyle; Cihar-ı Yâr-ı Güzin’in (Hulefa-yı Raşidîn’in) zaman-ı hilafetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. | ثُمَّ يَكُونُ مُل۟كًا عَضُوضًا ثُمَّ يَكُونُ عُتُوًّا وَ جَبَرُوتًا deyip Hazret-i Hasan’ın altı ay hilafetiyle; Cihar-ı Yâr-ı Güzin’in (Hulefa-yı Raşidîn’in) zaman-ı hilafetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. | ||
311. satır: | 306. satır: | ||
سَتَف۟تَرِقُ اُمَّتٖى ثَلَاثًا وَسَب۟عٖينَ فِر۟قَةً اَلنَّاجِيَةُ وَاحِدَةٌ مِن۟هَا. | سَتَف۟تَرِقُ اُمَّتٖى ثَلَاثًا وَسَب۟عٖينَ فِر۟قَةً اَلنَّاجِيَةُ وَاحِدَةٌ مِن۟هَا. | ||
قٖيلَ : مَن۟هُم۟؟ قَالَ : مَا اَنَا عَلَي۟هِ وَ اَص۟حَابٖى | قٖيلَ : مَن۟هُم۟؟ قَالَ : مَا اَنَا عَلَي۟هِ وَ اَص۟حَابٖى | ||
deyip ümmeti yetmiş üç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor. | deyip ümmeti yetmiş üç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor. | ||
333. satır: | 326. satır: | ||
اِذَا مَشَوُا ال۟مُطَي۟طَاءَ وَخَدَمَت۟هُم۟ بَنَاتُ فَارِسَ وَالرُّومِ، | اِذَا مَشَوُا ال۟مُطَي۟طَاءَ وَخَدَمَت۟هُم۟ بَنَاتُ فَارِسَ وَالرُّومِ، | ||
رَدَّ اللّٰهُ بَأ۟سَهُم۟ بَي۟نَهُم۟ وَ سَلَّطَ شِرَارَهُم۟ عَلٰى خِيَارِهِم۟ | رَدَّ اللّٰهُ بَأ۟سَهُم۟ بَي۟نَهُم۟ وَ سَلَّطَ شِرَارَهُم۟ عَلٰى خِيَارِهِم۟ | ||
deyip “Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belanız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak; şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.” haber vermiş. Otuz sene sonra haber verdiği gibi çıkmış. | deyip “Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belanız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak; şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.” haber vermiş. Otuz sene sonra haber verdiği gibi çıkmış. | ||
361. satır: | 352. satır: | ||
كَي۟فَ بِكَ اِذَا اُل۟بِس۟تَ سُوَارَى۟ كِس۟رٰى diye “Kisra’nın iki bileziğini giyeceksin.” Hazret-i Ömer zamanında Kisra mahvedildi, ziynetleri ve şahane bilezikleri geldi; Hazret-i Ömer Süraka’ya giydirdi. Dedi: | كَي۟فَ بِكَ اِذَا اُل۟بِس۟تَ سُوَارَى۟ كِس۟رٰى diye “Kisra’nın iki bileziğini giyeceksin.” Hazret-i Ömer zamanında Kisra mahvedildi, ziynetleri ve şahane bilezikleri geldi; Hazret-i Ömer Süraka’ya giydirdi. Dedi: | ||
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ الَّذٖى سَلَبَهُمَا كِس۟رٰى وَاَل۟بَسَهُمَا سُرَاقَةَ | اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ الَّذٖى سَلَبَهُمَا كِس۟رٰى وَاَل۟بَسَهُمَا سُرَاقَةَ | ||
İhbar-ı Nebevîyi tasdik ettirdi. | İhbar-ı Nebevîyi tasdik ettirdi. | ||
569. satır: | 558. satır: | ||
Acaba Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine vakfeden | Acaba Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine vakfeden | ||
وَمَن۟ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَل۟يَتَبَوَّأ۟ مَق۟عَدَهُ مِنَ النَّارِ | وَمَن۟ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَل۟يَتَبَوَّأ۟ مَق۟عَدَهُ مِنَ النَّارِ | ||
hadîsini işiten ve nakleden; hiç mümkün müdür ki hıfzındaki ehadîs-i Nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp Ehl-i Suffa’nın tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ… | hadîsini işiten ve nakleden; hiç mümkün müdür ki hıfzındaki ehadîs-i Nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp Ehl-i Suffa’nın tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ… | ||
657. satır: | 644. satır: | ||
اِذ۟هَبٖى فَاِنَّا لَم۟ نَأ۟خُذ۟ مِن۟ مَائِكِ شَي۟ئًا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَقٰينَا | اِذ۟هَبٖى فَاِنَّا لَم۟ نَأ۟خُذ۟ مِن۟ مَائِكِ شَي۟ئًا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَقٰينَا | ||
Yani “Senin suyundan almadık, belki Cenab-ı Hak bize hazinesinden su içirdi.” | Yani “Senin suyundan almadık, belki Cenab-ı Hak bize hazinesinden su içirdi.” | ||
737. satır: | 723. satır: | ||
يَا جَابِرُ قُل۟ لِهٰذِهِ الشَّجَرَةِ يَقُولُ لَكِ رَسُولُ اللّٰهِ: | يَا جَابِرُ قُل۟ لِهٰذِهِ الشَّجَرَةِ يَقُولُ لَكِ رَسُولُ اللّٰهِ: | ||
اِل۟حَقٖى بِصَاحِبَتِكِ حَتّٰى اَج۟لِسَ خَل۟فَكُمَا | اِل۟حَقٖى بِصَاحِبَتِكِ حَتّٰى اَج۟لِسَ خَل۟فَكُمَا | ||
829. satır: | 814. satır: | ||
Sonra ferman etti: | Sonra ferman etti: | ||
اِخ۟تَارَ دَارَ ال۟بَقَاءِ عَلٰى دَارِ ال۟فَنَاءِ | اِخ۟تَارَ دَارَ ال۟بَقَاءِ عَلٰى دَارِ ال۟فَنَاءِ | ||
909. satır: | 893. satır: | ||
Nakl-i sahih ile Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’den haber veriyorlar ki demiş: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm minberde hutbe okurken وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَد۟رِهٖ وَال۟اَر۟ضُ جَمٖيعًا قَب۟ضَتُهُ يَو۟مَ ال۟قِيَامَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَط۟وِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ âyetini okudu. Ve dedi: | Nakl-i sahih ile Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’den haber veriyorlar ki demiş: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm minberde hutbe okurken وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَد۟رِهٖ وَال۟اَر۟ضُ جَمٖيعًا قَب۟ضَتُهُ يَو۟مَ ال۟قِيَامَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَط۟وِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ âyetini okudu. Ve dedi: | ||
اِنَّ ال۟جَبَّارَ يُعَظِّمُ نَف۟سَهُ وَيَقُولُ اَنَا ال۟جَبَّارُ اَنَا ال۟جَبَّارُ اَنَا ال۟كَبٖيرُ ال۟مُتَعَالُ dediği vakit, minber öyle sarsıldı ve öyle lerzeye geldi ve titredi, korktuk ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı düşürecek bir derecede sallandı. | اِنَّ ال۟جَبَّارَ يُعَظِّمُ نَف۟سَهُ وَيَقُولُ اَنَا ال۟جَبَّارُ اَنَا ال۟جَبَّارُ اَنَا ال۟كَبٖيرُ ال۟مُتَعَالُ dediği vakit, minber öyle sarsıldı ve öyle lerzeye geldi ve titredi, korktuk ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı düşürecek bir derecede sallandı. | ||
1.115. satır: | 1.098. satır: | ||
Yani “Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz!” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, mülâtafe suretinde ferman etti: | Yani “Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz!” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, mülâtafe suretinde ferman etti: | ||
اِلٰى اَي۟نَ يَا اَبَا لَي۟لَا ؟ | اِلٰى اَي۟نَ يَا اَبَا لَي۟لَا ؟ | ||
Dedi: | Dedi: | ||
اِلَى ال۟جَنَّةِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ | اِلَى ال۟جَنَّةِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ | ||
1.492. satır: | 1.472. satır: | ||
يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّا اَر۟سَل۟نَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذٖيرًا وَحِر۟زًا لِل۟اُمِّيّٖينَ اَن۟تَ عَب۟دٖى سَمَّي۟تُكَ ال۟مُتَوَكِّلَ لَي۟سَ بِفَظٍّ وَلَا غَلٖيظٍ وَلَا صَخَّابٍ فِى ال۟اَس۟وَاقِ وَلَا يَد۟فَعُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ بَل۟ يَع۟فُو وَيَغ۟فِرُ وَلَن۟ يَق۟بِضَهُ اللّٰهُ | يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّا اَر۟سَل۟نَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذٖيرًا وَحِر۟زًا لِل۟اُمِّيّٖينَ اَن۟تَ عَب۟دٖى سَمَّي۟تُكَ ال۟مُتَوَكِّلَ لَي۟سَ بِفَظٍّ وَلَا غَلٖيظٍ وَلَا صَخَّابٍ فِى ال۟اَس۟وَاقِ وَلَا يَد۟فَعُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ بَل۟ يَع۟فُو وَيَغ۟فِرُ وَلَن۟ يَق۟بِضَهُ اللّٰهُ | ||
حَتّٰى يُقٖيمَ بِهِ ال۟مِلَّةَ ال۟عَو۟جَاءَ بِاَن۟ يَقُولُوا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ | حَتّٰى يُقٖيمَ بِهِ ال۟مِلَّةَ ال۟عَو۟جَاءَ بِاَن۟ يَقُولُوا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ | ||
1.640. satır: | 1.619. satır: | ||
يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِس۟مَعِ ال۟عَجَبَ ال۟عُجَابَ | يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِس۟مَعِ ال۟عَجَبَ ال۟عُجَابَ | ||
بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِال۟كِتَابِ يَد۟عُو بِمَكَّةَ فَلَا يُجَابُ | بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِال۟كِتَابِ يَد۟عُو بِمَكَّةَ فَلَا يُجَابُ | ||
1.785. satır: | 1.763. satır: | ||
'''Elhasıl:''' Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz. | '''Elhasıl:''' Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz. | ||
Hattâ yalnız gözü bulunan '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir. | Hattâ yalnız gözü bulunan '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir. <br> * Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı.</ref>)'''kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki: | ||
<br> | |||
*Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı.</ref>)'''kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki: | |||
Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. | Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. | ||
1.803. satır: | 1.779. satır: | ||
İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti. | İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti. | ||
Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:'''(Hâşiye-1) Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur'ânın zînetli ve kafiyeli lafzı ve fesâhatli, san'atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatın mezâyâsı çok olmakla beraber; ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem'iyet hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Hâlbuki o çeşit mezâyâ-yı fesâhat ve san'at-ı lafziye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarâfeti işmâm ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en latîfi ve en ciddisi ve en ulvî nazımlı ve Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i olan İmâm-ı Şâfiî'nin meşhûr bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki; nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz-dokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki; Kur'ânın hàs, fıtrî, mümtâz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nev'i i'câzı var ki, hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhâfaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcât ve zikr, bu nev'i i'câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder. | Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:'''(Hâşiye-1) Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur'ânın zînetli ve kafiyeli lafzı ve fesâhatli, san'atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatın mezâyâsı çok olmakla beraber; ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem'iyet hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Hâlbuki o çeşit mezâyâ-yı fesâhat ve san'at-ı lafziye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarâfeti işmâm ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en latîfi ve en ciddisi ve en ulvî nazımlı ve Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i olan İmâm-ı Şâfiî'nin meşhûr bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki; nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz-dokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki; Kur'ânın hàs, fıtrî, mümtâz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nev'i i'câzı var ki, hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhâfaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcât ve zikr, bu nev'i i'câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder. <br> (Hâşiye-2) Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın manevî bir sırr-ı i'câzı şudur ki: Kur'ân, İsm-i A'zama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derece-i îmânını ifâde ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rubûbiyetin yüksek hakikatlerini beyân eden, gayet büyük ve geniş ve àlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifâde ediyor, ders veriyor. Hem Hàlık-ı Kâinâtın, Umum Mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitâbını ifâde ediyor.Elbette bu sûretteki ifâde-i Furkàn'a ve bu tarzdaki beyân-ı Kur'âna karşı﴿ قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ ﴾sırrıyla bütün ukùl-ü beşeriye ittihâd etse, bir tek akıl olsa dahi; karşısına çıkamaz; muâraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esâs nokta-i nazarında, kat'iyyen kàbil-i taklid değildir ve tanzîr edilmez! <br> (Hâşiye-3) Kur'ân-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihâyeti hitâm buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti, sahifeler için; Sûre-i İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhid-i kıyâsî ittihàz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîm'in bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülüyor. <br> (Hâşiye-4) Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nurun muvaffakıyeti noktasında gayet zînetli ve sevimli ve müşevvik kerâmetin, pek az ve cüz'î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emârelerine, acelelik belâsıyla iktifâ edilmiş. Hâlbuki, o büyük hakikat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmıyla beş-altı nev'ileri ile Risale-i Nurun bir silsile-i kerâmetini ve Kur'ânın göze görünen bir nev'i i'câzının lemeâtını ve rumûzât-ı gaybiyenin bir menba'-ı işârâtını teşkil ediyor. Sonradan, Kur'ânda "Lafzullâh" ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i'câzı gösteren yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı. Hem Rumûzât-ı Semâniye nâmındaki sekiz küçük risaleler, hurûfât-ı Kur'âniyenin tevâfukâtından çıkan münâsebet-i latîfe ve işârât-ı gaybiyelerinin beyânında te'lif edildi. Hem Risale-i Nuru tevâfuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur'âniye nâmındaki beş aded risaleler yazıldı. Demek Mu'cizât-ı Ahmediye’nin te'lifinde o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş; daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.</ref>)''' | ||
<br> | |||
(Hâşiye-2) Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın manevî bir sırr-ı i'câzı şudur ki: Kur'ân, İsm-i A'zama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derece-i îmânını ifâde ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rubûbiyetin yüksek hakikatlerini beyân eden, gayet büyük ve geniş ve àlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifâde ediyor, ders veriyor. Hem Hàlık-ı Kâinâtın, Umum Mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitâbını ifâde ediyor.Elbette bu sûretteki ifâde-i Furkàn'a ve bu tarzdaki beyân-ı Kur'âna karşı﴿ قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ ﴾sırrıyla bütün ukùl-ü beşeriye ittihâd etse, bir tek akıl olsa dahi; karşısına çıkamaz; muâraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esâs nokta-i nazarında, kat'iyyen kàbil-i taklid değildir ve tanzîr edilmez! | |||
<br> | |||
(Hâşiye-3) Kur'ân-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihâyeti hitâm buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti, sahifeler için; Sûre-i İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhid-i kıyâsî ittihàz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîm'in bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülüyor. | |||
<br> | |||
(Hâşiye-4) Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nurun muvaffakıyeti noktasında gayet zînetli ve sevimli ve müşevvik kerâmetin, pek az ve cüz'î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emârelerine, acelelik belâsıyla iktifâ edilmiş. Hâlbuki, o büyük hakikat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmıyla beş-altı nev'ileri ile Risale-i Nurun bir silsile-i kerâmetini ve Kur'ânın göze görünen bir nev'i i'câzının lemeâtını ve rumûzât-ı gaybiyenin bir menba'-ı işârâtını teşkil ediyor. Sonradan, Kur'ânda "Lafzullâh" ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i'câzı gösteren yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı. Hem Rumûzât-ı Semâniye nâmındaki sekiz küçük risaleler, hurûfât-ı Kur'âniyenin tevâfukâtından çıkan münâsebet-i latîfe ve işârât-ı gaybiyelerinin beyânında te'lif edildi. Hem Risale-i Nuru tevâfuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur'âniye nâmındaki beş aded risaleler yazıldı. Demek Mu'cizât-ı Ahmediye’nin te'lifinde o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş; daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.</ref>)''' | |||
=== İKİNCİ NÜKTE === | === İKİNCİ NÜKTE === | ||
1.893. satır: | 1.863. satır: | ||
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki: | İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki: | ||
Yani Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünkü arkası arşa dayanıyor, o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i’caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı | Yani Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünkü arkası arşa dayanıyor, o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i’caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı اَفَلَا يَع۟قِلُونَ ler ile ukûlü istintakla “Sadakte” dedirtiyor. Solunda; kalplere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek “Bârekellah” dediren Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir? | ||
اَفَلَا يَع۟قِلُونَ ler ile ukûlü istintakla “Sadakte” dedirtiyor. Solunda; kalplere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek “Bârekellah” dediren Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir? | |||
Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. | Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. | ||
1.920. satır: | 1.888. satır: | ||
اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ لَنَا فِى الدُّن۟يَا قَرٖينًا وَ فِى ال۟قَب۟رِ مُونِسًا وَ فِى ال۟قِيَامَةِ شَفٖيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِت۟رًا وَ حِجَابًا وَ فِى ال۟جَنَّةِ رَفٖيقًا وَ اِلَى ال۟خَي۟رَاتِ كُلِّهَا دَلٖيلًا وَ اِمَامًا | اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ لَنَا فِى الدُّن۟يَا قَرٖينًا وَ فِى ال۟قَب۟رِ مُونِسًا وَ فِى ال۟قِيَامَةِ شَفٖيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِت۟رًا وَ حِجَابًا وَ فِى ال۟جَنَّةِ رَفٖيقًا وَ اِلَى ال۟خَي۟رَاتِ كُلِّهَا دَلٖيلًا وَ اِمَامًا | ||
اَللّٰهُمَّ نَوِّر۟ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ وَ نَوِّر۟ بُر۟هَانَ ال۟قُر۟اٰنِ بِحَقِّ وَ بِحُر۟مَةِ مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنُ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ ال۟حَنَّانِ اٰمٖينَ | اَللّٰهُمَّ نَوِّر۟ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ وَ نَوِّر۟ بُر۟هَانَ ال۟قُر۟اٰنِ بِحَقِّ وَ بِحُر۟مَةِ مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنُ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ ال۟حَنَّانِ اٰمٖينَ | ||
2.022. satır: | 1.989. satır: | ||
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | ||
== BİR İKRAM-I İLAHÎ VE BİR ESER-İ İNAYET-İ RABBANİYE == | == BİR İKRAM-I İLAHÎ VE BİR ESER-İ İNAYET-İ RABBANİYE == | ||
2.038. satır: | 2.003. satır: | ||
Daimî hizmetkârı: '''Abdullah Çavuş''' | Daimî hizmetkârı: '''Abdullah Çavuş''' | ||
Hizmetkârı ve müsvedde kâtibi: '''Süleyman Sami''' | Hizmetkârı ve müsvedde kâtibi: '''Süleyman Sami''' | ||
Müsvedde kâtibi ve âhiret kardeşi: '''Hâfız Hâlid''' | Müsvedde kâtibi ve âhiret kardeşi: '''Hâfız Hâlid''' | ||
Müsvedde ve tebyiz kâtibi: '''Hâfız Tevfik''' | Müsvedde ve tebyiz kâtibi: '''Hâfız Tevfik''' | ||
== MU’CİZAT-I AHMEDİYE’NİN BİRİNCİ ZEYLİ == | == MU’CİZAT-I AHMEDİYE’NİN BİRİNCİ ZEYLİ == | ||
2.162. satır: | 2.122. satır: | ||
عَلٰى مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟فُر۟قَانُ ال۟حَكٖيمُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ مِنَ ال۟عَر۟شِ ال۟عَظٖيمِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّو۟رٰيةُ وَ ال۟اِن۟جٖيلُ وَ الزَّبُورُ ٠ | عَلٰى مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟فُر۟قَانُ ال۟حَكٖيمُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ مِنَ ال۟عَر۟شِ ال۟عَظٖيمِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّو۟رٰيةُ وَ ال۟اِن۟جٖيلُ وَ الزَّبُورُ ٠ | ||
وَ بَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ ال۟اِر۟هَاصَاتُ وَ هَوَاتِفُ ال۟جِنِّ وَ اَو۟لِيَاءُ ال۟اِن۟سِ وَ كَوَاهِنُ ال۟بَشَرِ ٠ وَ ان۟شَقَّ بِاِشَارَتِهِ ال۟قَمَرُ ٠ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ جَائَت۟ لِدَع۟وَتِهِ الشَّجَرُ وَ نَزَلَ سُر۟عَةً بِدُعَائِهِ ال۟مَطَرُ وَ اَظَلَّت۟هُ ال۟غَمَامَةُ مِنَ ال۟حَرِّ وَ شَبَعَ مِن۟ صَاعٍ مِن۟ طَعَامِهٖ مِأَتٌ مِنَ ال۟بَشَرِ | وَ بَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ ال۟اِر۟هَاصَاتُ وَ هَوَاتِفُ ال۟جِنِّ وَ اَو۟لِيَاءُ ال۟اِن۟سِ وَ كَوَاهِنُ ال۟بَشَرِ ٠ وَ ان۟شَقَّ بِاِشَارَتِهِ ال۟قَمَرُ ٠ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ جَائَت۟ لِدَع۟وَتِهِ الشَّجَرُ وَ نَزَلَ سُر۟عَةً بِدُعَائِهِ ال۟مَطَرُ وَ اَظَلَّت۟هُ ال۟غَمَامَةُ مِنَ ال۟حَرِّ وَ شَبَعَ مِن۟ صَاعٍ مِن۟ طَعَامِهٖ مِأَتٌ مِنَ ال۟بَشَرِ | ||
وَ نَبَعَ ال۟مَاءُ مِن۟ بَي۟نِ اَصَابِعِهٖ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ كَال۟كَو۟ثَرِ وَ اَن۟طَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَ الظَّب۟ىَ وَ ال۟جِذ۟عَ وَ الذِّرَاعَ وَ ال۟جَمَلَ وَ ال۟جَبَلَ وَ ال۟حَجَرَ وَ ال۟مَدَرَ صَاحِبِ ال۟مِع۟رَاجِ وَ مَازَاغَ ال۟بَصَرُ ٠ سَيِّدِنَا وَ شَفٖيعِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ كُلِّ ال۟حُرُوفِ ال۟مُتَشَكِّلَةِ فِى ال۟كَلِمَاتِ ال۟مُتَمَثِّلَةِ بِاِذ۟نِ الرَّح۟مٰنِ فٖى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ ال۟هَوَاءِ عِن۟دَ قِرَائَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مِن۟ كُلِّ قَارِءٍ | وَ نَبَعَ ال۟مَاءُ مِن۟ بَي۟نِ اَصَابِعِهٖ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ كَال۟كَو۟ثَرِ وَ اَن۟طَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَ الظَّب۟ىَ وَ ال۟جِذ۟عَ وَ الذِّرَاعَ وَ ال۟جَمَلَ وَ ال۟جَبَلَ وَ ال۟حَجَرَ وَ ال۟مَدَرَ صَاحِبِ ال۟مِع۟رَاجِ وَ مَازَاغَ ال۟بَصَرُ ٠ سَيِّدِنَا وَ شَفٖيعِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ كُلِّ ال۟حُرُوفِ ال۟مُتَشَكِّلَةِ فِى ال۟كَلِمَاتِ ال۟مُتَمَثِّلَةِ بِاِذ۟نِ الرَّح۟مٰنِ فٖى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ ال۟هَوَاءِ عِن۟دَ قِرَائَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مِن۟ كُلِّ قَارِءٍ | ||
مِن۟ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلٰى اٰخِرِ الزَّمَانِ وَ اغ۟فِر۟لَنَا وَ ار۟حَم۟نَا | مِن۟ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلٰى اٰخِرِ الزَّمَانِ وَ اغ۟فِر۟لَنَا وَ ار۟حَم۟نَا | ||
يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا اٰمٖينَ | يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا اٰمٖينَ | ||
2.234. satır: | 2.190. satır: | ||
'''Said Nursî''' | '''Said Nursî''' | ||
== ŞAKK-I KAMER MU’CİZESİNE DAİRDİR == | == ŞAKK-I KAMER MU’CİZESİNE DAİRDİR == | ||
2.255. satır: | 2.209. satır: | ||
O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur’an-ı Hakîm’in وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde, Kur’an’ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hâdise o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in iptal-i davasına hücum göstereceklerdi. | O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur’an-ı Hakîm’in وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde, Kur’an’ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hâdise o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in iptal-i davasına hücum göstereceklerdi. | ||
Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız | Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız وَ يَقُولُوا سِح۟رٌ مُس۟تَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar “Sihirdir.” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (asm) hakkında –hâşâ– “Yetim-i Ebu Talib’in sihri, semaya da tesir etti.” dediler. | ||
وَ يَقُولُوا سِح۟رٌ مُس۟تَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar “Sihirdir.” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (asm) hakkında –hâşâ– “Yetim-i Ebu Talib’in sihri, semaya da tesir etti.” dediler. | |||
=== İkinci Nokta: === | === İkinci Nokta: === | ||
2.450. satır: | 2.402. satır: | ||
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ فَخ۟رُ ال۟عَالَمِ وَ شَرَفُ نَو۟عِ بَنٖى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَل۟طَنَةِ قُر۟اٰنِهٖ وَ حِش۟مَةِ وُس۟عَةِ دٖينِهٖ وَ كَث۟رَةِ كَمَالَاتِهٖ وَ عُل۟وِيَّةِ اَخ۟لَاقِهٖ حَتّٰى بِتَص۟دٖيقِ اَع۟دَائِهٖ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ ال۟مُع۟جِزَاتِ الظَّاهِرَاتِ ال۟بَاهِرَاتِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ | لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ فَخ۟رُ ال۟عَالَمِ وَ شَرَفُ نَو۟عِ بَنٖى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَل۟طَنَةِ قُر۟اٰنِهٖ وَ حِش۟مَةِ وُس۟عَةِ دٖينِهٖ وَ كَث۟رَةِ كَمَالَاتِهٖ وَ عُل۟وِيَّةِ اَخ۟لَاقِهٖ حَتّٰى بِتَص۟دٖيقِ اَع۟دَائِهٖ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ ال۟مُع۟جِزَاتِ الظَّاهِرَاتِ ال۟بَاهِرَاتِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ | ||
وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ دٖينِهِ السَّاطِعَةِ ال۟قَاطِعَةِ بِاِج۟مَاعِ اٰلِهٖ ذَوِى ال۟اَن۟وَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَص۟حَابِهٖ ذَوِى ال۟اَب۟صَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّقٖى اُمَّتِهٖ ذَوِى ال۟بَرَاهٖينِ وَ ال۟بَصَائِرِ النَّوَّارَةِ denilmiştir. | وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ دٖينِهِ السَّاطِعَةِ ال۟قَاطِعَةِ بِاِج۟مَاعِ اٰلِهٖ ذَوِى ال۟اَن۟وَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَص۟حَابِهٖ ذَوِى ال۟اَب۟صَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّقٖى اُمَّتِهٖ ذَوِى ال۟بَرَاهٖينِ وَ ال۟بَصَائِرِ النَّوَّارَةِ denilmiştir. | ||
düzenleme