Barla Lahikası 132. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Risale-i Nur’un tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalpli, ihlaslı, güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Hâlid’in bir fıkrasıdır.)

    Risale-i Nur’un müellifi Bediüzzaman, nadire-i cihan, hâdim-i Kur’an Said Nursî hakkında hissiyatımdan binden birini beyan ediyorum:

    Üstadım –kendisi– Nur ism-i celiline mazhardır. Bu ism-i şerif, kendileri hakkında bir ism-i a’zamdır. Kendi karyesinin adı Nurs, validesinin ismi Nuriye, Kādirî üstadının ismi Nureddin, Nakşî üstadının ismi Seyyid Nur Muhammed, Kur’an üstadlarından Hâfız Nuri, hizmet-i Kur’aniyede hususi imamı Zinnureyn; fikrini, kalbini tenvir eden âyet-i Nur olması ve müşkül mesailini izaha vasıta olan nur temsilatı gayet kıymettardır. Resailin mecmuuna Risale-i Nur tesmiyesi, Nur ismi onun hakkında ism-i a’zam olduğunu teyid etmektedir.

    Risale-i Nur adlı hârika telifatının bir kısmı Arabî olmakla beraber, Risale-i Nur eczaları şimdiye kadar yüz on dokuza bâliğ olmuştur. Her bir risale, kendi mevzuunda hârikadır. Gayet yüksek olmakla beraber, Onuncu Söz ismiyle iştihar eden haşre dair olan risalesi pek hârikadır, câmi’dir. Ulemaca sırf naklî olan haşri ve neşri, gayet kuvvetli ve kat’î delail-i akliye ile ispat etmiştir. Onunla çokların imanını kurtarmışlar.

    هُوَ الَّذٖى جَعَلَ الشَّم۟سَ ضِيَٓاءً وَ ال۟قَمَرَ نُورًا âyetinin sırrıyla diyebilirim ki Risale-i Nur bir kamer-i marifettir ki şems-i hakikat olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın nurunu istifaza eylemiş ki نُورُ ال۟قَمَرِ مُس۟تَفَادٌ مِنَ الشَّم۟سِ olan meşhur kaziye-i felekiyeye mâsadak olmuştur. Hem diyebilirim ki Üstadım, Kur’an hakkında bir kamer hükmünde olup sema-i risaletin şemsi olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan “nurî istifade” edip Risale-i Nur şeklinde tezahür etmiş.

    Üstadım, başkalarında nadiren bulunan mümtaz hasletlerinden, zâhirî tavrının pek fevkinde bir vaziyet gösteriyor. Zâhir hale bakılsa ilm-i hali bilmiyor gibi görünüyor; birden, bakarsın bir derya kesiliyor. Mezun olduğu miktarı ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan cihet-i istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. Bende nur yok, kıymet yok der.

    Bir hasleti de tam tevazuudur ve مَن۟ تَوَاضَعَ رَفَعَهُ اللّٰهُ hadîsiyle tam âmil olmasıdır. İşte bu haslet icabatındandır ki bizim gibi talebelerinden bazı mesail-i ilmiyede muhalefet bulunsa onların sözlerini içinde arar, hak bulduğu vakit, kemal-i tevazu ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder. Mâşâallah der. Siz benden daha iyi bildiniz der, Allah razı olsun der. Hak ve hakikati, nefsin gurur ve enaniyetine daima tercih eder. Hattâ ben bazı meselelerde muhalefet ediyordum. Bana karşı gayet mültefit, memnunane bir tavır alır; eğer yanlış yapsam, güzelce, damarıma dokunmayarak beni ikaz eder. Eğer güzel bir şey söylemiş isem çok memnun olur.

    Üstadım bilhassa hikmet-i hakikiye fenninde, yani hikmet-i şeriat ve İslâmiyet noktasında pek hârikadır ve hikmet-i beşeriyede dahi çok ileridir. Hattâ o ilimde, Eflatun ve İbn-i Sina’yı geçmiş diyebilirim.

    Bundan on üç sene evvel Dârülhikmeti’l-İslâmiye azasından iken, küçükten beri şimdiye kadar manen izn-i İlahî ile onun bir muîni ve nâsırı ve muhafızı olan kutb-u Rabbanî ve kandil-i nurani Abdülkadir-i Geylanî aleyhi nazaru’r-Rahmanî Hazretlerinin Fütuhu’l-Gayb risalesini tefe’ülen açtığı esnada اَن۟تَ فٖى دَارِ ال۟حِك۟مَةِ فَاط۟لُب۟ طَبٖيبًا يُدَاوٖى قَل۟بَكَ ibaresi çıktı. O ibare, onun hakkında pek manidar olarak, Eski Said’i Yeni Said’e çevirmesine sebebiyet vermiştir.

    Eski Said olduğu zamanlarda, İngilizlerin dinî suallerine gayet latîf ve müskit bir cevap vermiştir. Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın telifatından geçecek “Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş.

    “Sünuhat” isminde bir risalesinde gördüm ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, âlem-i manada, bir medresede ona ders verdiğini görmüş. O ders-i maneviyeye binaen “İşaratü’l-İ’caz” namındaki hârika tefsiri yazmış. Bana bir gün dedi ki: “Harb-i Umumî hâdisat ve netaicleri mani olmasa idi, İşaratü’l-İ’caz’ı Allah’ın tevfiki ve izniyle altmış cilt yazacaktım. İnşâallah Risale-i Nur, ahîren o mutasavver hârika tefsirin yerini tutacak.”

    Üstadımla yedi sekiz sene musahabetim esnasında mühim meşhudatım çoktur. Fakat اَل۟قَط۟رَةُ تَدُلُّ عَلَى ال۟بَح۟رِ mûcibince, deryaya delâlet maksadıyla bu fıkra kâfi görüldü. Çünkü Üstadımdan iftirak zamanı idi, acele yazdım. Üstadım وَالصَّاحِبِ بِال۟جَن۟بِ âyetinin sırrıyla çok defa yanlarında beni musahib bulmak hakkını ve teveccüh duasıyla yerine getireceklerine eminim.

    Hâfız Hâlid (rh)


    Barla Lahikası 131. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 133. Mektup