Barla Lahikası 88. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Hulusi Bey’in fıkrasıdır.)

    Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!

    Bu kere Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Dört ilâ Dokuzuncu Nüktelerini hâvi mübarek mektubunuzu Yirmi Sekizinci Mektup’un Yedinci Meselesinin sırr-ı azîm-i inayet beyanındaki hâtimesi namını verdiğiniz ve mu’ciz-nüma ramazanın hikmetlerini beyan eden Yirmi Dokuzuncu Mektup’un İkinci Kısmını ve münevver hâtem-i i’cazı kemal-i şükranla aldım. İştiyakla, lezzetle, zevk-i manevî ile defaatle okudum. Fakat iki haftaya yakındır ki cevap yazamadım. İşte bu mübarek cuma günü hem nurlardan aldığım feyizleri, tesellileri hem kalbî teessüratımı icmalen arz maksadıyla, bu varak-pareyi tahrire lütf-u Hak’la başladım.

    Evvelen, Yirmi Dokuzuncu Mektup’un altı nüktesiyle Kur’an’ın hakiki tercümesi kabil olmadığını, imandan zerre kadar nasibi olana, Yirmi Beşinci Söz’deki bürhanlara zeylen ispat ediyor. Ve şeair-i İslâmiyeyi gayet güzel bir üslup ile tarif ve müdafaa etmekle beraber, ulemaü’s-sû ashabına çok mükemmel ve manevî tokat aşk ediyorsunuz. Ve nihayette, mektuptaki hakikatlerin Kur’an’dan geldiğine aklı takvim için onun belâgat-ı i’caz ve îcazına imtisalen لَا يَس۟تَوٖٓى اَص۟حَابُ النَّارِ وَاَص۟حَابُ ال۟جَنَّةِ اَص۟حَابُ ال۟جَنَّةِ هُمُ ال۟فَٓائِزُونَ âyet-i kerîmesini nazara vaz’ediyorsunuz.

    Bu bîçare duacınız, talebeniz ibraz ve irsal buyurduğunuz Nurların mütalaasında, müsbet ve menfî iki tesir altında ne yapacağını ve ne edeceğini şaşırıyor. Çünkü manevî vazifemizi îfa edemiyoruz. Çok az ve dar bir muhite neşredebiliyoruz. Bid’at ve dalalet her gün artmakta, ahkâm-ı İslâmiyeye sünnetlerden başlayarak ve Kur’an hedef tutularak, çok insafsızca hücum edilmekte olan böyle bir zamanda ve tam bu yaralara münasip merhem olacak, bu nurlu ve şifalı eserlerin mahdud eşhas arasında ve yalnız bu zavallıların ümit ve imanlarını takviye edecek vaziyette kalması, teessürü artırmakta ve dergâh-ı İlahiyeye ilticadan başka çare bırakmamaktadır.

    Evet, kat’î kanaat hasıl oluyor. Hattâ dikkatle bakılsa görülüyor ki bu saray-ı âlem inkıraza hatve be-hatve yaklaşmakta. Her saat çatısından bir tuğla, duvarından bir kerpiç, sıvasından bir parça kopmakta, hattâ lambasının ışığı azalmaktadır. Eksilmez, yıpranmaz, yıkılmaz, değişmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yıpranacak, yıkılacak ve değişecektir.

    İşte beşere bilhassa Müslümanlara ârız olan ve ale’t-tevali artmakta olan zaaflar, bu neticeyi tacil ediyor, mütalaasındayım. Fakat irşad buyrulduğu üzere mademki netice ile değil, hizmetle mükellefiz. O halde ümidimizi kesmeyerek sabır ve sükûn ile dua ve niyaz ile dergâh-ı İlahiyeden yalvarmalıyız. Muhit ilim ve zevalsiz ve nihayetsiz kudret sahibi olan Hâlık’ımız iyi yapar, iyilikler halk buyurur inşâallah, demeliyiz.

    Yirmi Sekizinci Mektup’un Yedinci Mesele’sinin Hâtimesi, gaybî işarat hakkında ihtimalen dahi olsa her türlü evhamı izale etmek maksadıyla yazılmıştır. Sıddıkınız, elhamdülillah mübarek eserlerde delâlet ettikleri manalarda, işaret ettikleri hakaikte, bütün mevcudiyetiyle kabul ve tasdik ve kudsî maânîsini dercan etmekten başka bir his aslâ taşımamıştır.

    Nasıl ki aziz Üstadımız bu Kur’anî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakınız, görünüz, istifade ediniz; siz de muhtaçlara, müştaklara, mütehayyirlere göstermeye vasıta olunuz buyuruyorlar. Bu fakir talebeniz bu emre عَلَى الرَّا۟سِ وَال۟عَي۟نِ ، سَم۟عًا وَ طَاعَةً demiş. Ve alâ kadri’l-imkân ve mütevekkilen alallah, bu emel uğrunda hizmette bulunmayı minnettarane arzu etmekte bulunmuştur.

    Binaenaleyh gaybî tevafuk hakkındaki bu müdellel ve mukni beyanat da yerindedir, fazla değildir. Bu da herhalde lâzımdır. Buna mutlak ihtiyaç vardır veya olacaktır. Gösterilen misalden de anlaşılıyor. Özene bezene yazılmış, senelerle emek sarfıyla cem’edilmiş, toparlanmış, tefsir kavaidine siyak ve sibak-ı kelâm gözetilerek, muhtemelen bazı yerlerinde kesret-i istimal sebebiyle, hâh nâ-hâh nazar-ı dikkate çarpan tevafuk ve muvazenete de an-kasdin ihtimam edilerek, emniyetle vücuda getirilmiş olan bir tefsir ile doğrudan doğruya hazain-i mukaddese-i Kur’aniyeden bu asır insanlarına, Müslümanlarına göre nebean, feveran ve lemean eden nurlu âsârdaki gaybî muvafakat, muvazenet kıyas edilebilir mi? Aslâ…

    Hâtimedeki Ahmed Galib Bey’in fıkrası hoştur. Bu fıkranın Hazret-i Kur’an’a ve mahzen-i esrar-ı İlahiyenin bir nevi nurlu reşehatı ve lemaatı olan Sözler’e nisbeti, güzelliğini artırmıştır. Allah bu gibi kardeşlerimizin adedini çok artırsın. Ve cümlesini, bu meyanda bu fakir-i pür-taksiri de muvaffakun bi’l-hayr buyursun, âmin!

    Yirmi Dokuzuncu Mektup’un İkinci Kısmı, Kur’an’ın has dürbünüyle bakılmak suretiyle, ramazanın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda beyan buyrulmuştur. Allah sevgili Üstadımızdan razı olsun. Bu sene burada ramazan-ı şerife riayet, evvelki senelerden zâhiren ziyade idi. Gönül arzu ederdi, keşke bu âlî eser, bu ramazandan evvel elimize geçmiş olaydı. Seyyidü’r-rusül, Nuru’l-Vücud Efendimiz Hazretleri sallallahu aleyhi ve sellem اَلدّٖينُ النَّصٖيحَةُ buyurdukları malûm-u fâzılaneleridir.

    İşte bu sebeple azlığından müteessir olduğum buradaki cemaatimize, tam vaktinde okumak suretiyle, bu emr-i celil-i Nebevîyi de yerine getirmiş olurduk. Fakat bu şereften mahrumiyetimiz, maddî uzaklığından ileri gelmiştir. Çünkü Kur’an’ın mademki ilk nüzulü şehr-i ramazanda olmuştur. Bu asırda ve şu zamanda da o mübarek âyetin hikmetleri hakkında eser yazılmasının bu ayda olması enseb ve a’lâdır. Ce­nab-ı Hak emsal-i kesîresiyle, hayırlısıyla cümlemizi müşerref buyursun, âmin!

    Hâtem-i İ’caz, hizmet-i Kur’an’daki kıymettar kardeşlerimi tanıttırdı. Ve şu güzel, nurlu beyti hatırlattı:

    Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim,

    Mir’at-ı Muhammed’den, Allah görünür daim. (Hâşiye[1])

    Ve şu fıkrayı söylettirdi:

    Âyinedir bu hâtem, herkes sıdk ile hâdim,

    Mir’at-ı Üstaddan, Kur’an’dır görünen daim.

    Allahu Zülcelal cümlesinden razı olsun. Bu mübarek mir’atın boş köşesine, bu beyit ile imzamın konulmasını tasvib-i ârifanelerine arz ederim.

    Hulusi



    Barla Lahikası 87. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 89. Mektup

    1. Hâşiye: Latîf bir tevafuktur ki birinci Hulusi ile ikinci Hulusi unvanını alan Sabri Efendi, buradaki –birbirinden çok uzak oldukları halde– aynı fıkrayı mektuplarında bana karşı yazıyorlar.