Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Evvelen: Garib bir münazara-i nefsiyemi, bana mahsus iken beray-ı malûmat size yazmak hatırıma geldi. Şöyle ki:

    Başım üstündeki sizce malûm levha, nefsimi tam susturduğu halde; bu gece nefs-i emmarenin silahını daha musırrane istimal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaat ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acib bir haletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir meyusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalp ve ruhuma tam ilişti. “Ne için istirahat-i hayatına çalışmıyorsun belki reddediyorsun ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür, kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip razı oluyorsun?” dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.

    Birincisi: Madem Risale-i Nur’un vazife-i kudsiye-i imaniyesi benim ölümümle daha ziyade hâlisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle ittiham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlas ile o vazife devam edecek.

    Hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir fakat âdi şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkidleri, o şahsiyeti ittiham edebilir ve Risale-i Nur’a ihlassızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir.

    Hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbettar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse baş üstüne geldin, demek gerektir.

    Hem madem Nur şakirdlerinden çokları hem malını hem istirahatini hem dünya zevklerini hem lüzum olsa hayatını Nur’un hizmetinde feda ediyorlar, sen ey nefsim neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin.

    Hem kat’iyen bil ki: Çok bîçarelerin hayat-ı bâkiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fâni ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.

    İkincisi: Nasıl ki âciz, zayıf bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli zaafına yardımdan ziyade ondan yardım istedikleri halde; o bîçare de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye çalışmak, çok elîm ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare! Bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’an’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlahiye ile elimize verilen Risale-i Nur’daki hakikatlere o şahıs masdar ve menba ve medar olamaz. Belki yalnız çok bîçare ve muhtaç ve Kur’an kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeye bir vesile olduğum halde, Nur’un muhlis ve hâlis, sıddık ve sadık, safi ve fedakâr şakirdleri, o bîçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad namı verdikleri o bîçare şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridatın verdiği tevahhuş için hattâ dostlarla dahi –hizmet-i Nuriye olmazsa– görüşmeyi terk ediyorum ve etmeye ruhen mecbur oluyorum ve tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeye ve ziyade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlasa tam münafî kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak haletleri ise ey nefsim meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.

    Ey nefis! Ey zevke müptela, bedbaht, kör hissiyat! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Madem yüzde doksan mazideki ahbap âdeta güya beni berzaha çağırıyorlar, bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmaya mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı maneviyesi bin derece müreccahtır diye bu iki hakikatle hadsiz şükürler olsun o ikinci nefs-i emmare tam susturuldu, kalp ve ruhtan gelen zevke razı oldu, şeytan dahi sustu. Hattâ damarlarımdaki maddî hastalık da gayet hafifleşti.

    Elhasıl: Ölsem, vazife-i Nuriye daha ziyade ihlas ile rekabetsiz, ittihamsız inkişaf eder.

    Hem bu zamanda aramadığım cüz’î, muvakkat zevk ve bu hayat ve dünya gözüyle fütuhat-ı Nuriyeden gelen lezzet bedeline çok ağır, soğuk ve nâhoş tekellüf elemlerinden ve hodfüruşluk zahmetlerinden ve tasannu zararlarından kurtulmak vardır.

    Hem bu senede bir defa ey nefis, ruh ve kalp ile beraber çok müştak olduklarınız eski zevkli ve hayatımdaki yaşadığım memleketleri ve ünsiyet ettiğim ahbapları ve müfarakatlarından çok mahzun olduğum kardeşleri görmek için beraber kısmen hakikaten, kısmen hayalen o geçmiş mazide gezdin. Sen de gördün ki o sevimli, müteaddid vatanlarımda, yüzde ancak bir iki ahbabı bulabildin. Ötekiler, bütün berzah âlemine göçmüşler ve o sevimli hayat levhaları değişmiş, elîm ve hazîn bir vaziyet almış. Daha o ahbapsız yerleri görmek istenilmez. Onun için bu hayat ve bu dünya bizi kovmadan evvel ve haydi dışarıya demeden, biz kemal-i izzetle, Allah’a ısmarladık deyip izzetimizle bu fâni zevklerimizi bırakmalıyız.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua eden, hasta fakat tam mesrur kardeşiniz

    Said Nursî


    Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup