İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ بِهٖ نَس۟تَعٖينُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İki acib suale karşı def’aten hatıra gelen garib cevaptır.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Sual:''' Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazen hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î bir tek hediye, ân-ı vâhidde hadsiz zatlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Fâtır-ı Hakîm nasıl ki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (asm) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi öyle de okunan bir Fatiha dahi mesela umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki bir lamba yansa mukabilindeki binler âyineye, her birine tam bir lamba girer. Aynen öyle de bir Yâsin-i Şerif okunsa milyonlar ruhlara hediye edilse her birine tam bir Yâsin-i Şerif düşer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Sual:''' Şiddetle ve âmirane denildi ki: “Sen Risale-i Nur’un makbuliyetine dair Hazret-i Ali (ra) ve Gavs-ı A’zam (ra) gibi zatların kasidelerinden şahitler gösteriyorsun. Halbuki asıl söz sahibi Kur’an’dır. Risale-i Nur, Kur’an’ın hakiki bir tefsiri ve hakikatinin bir tercümanı ve meselelerinin bürhanıdır. Kur’an ise sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususi ve cüz’î değildir. Belki Kur’an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur, görelim o ne diyor?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’an’ın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâı ve o maden-i ilm-i hakikatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek, Kur’an’ın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza eder ve hakikat ister, Kur’an izin verir. Benim gibi bir tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihetle fahre, temeddühe, gurura hakkı yoktur ve olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gelecek âyetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir. Yoksa beni hodbinlik ile ittiham edenlere hakkımı helâl etmem. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki üç saat zarfında birden Kur’an’ın âyât-ı meşhuresinden, Sözler adedince otuz üç âyetin hem manasıyla hem cifir ile Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuz üç âyet müttefikan Risale-i Nur’u remizleriyle gösterdiği hayal meyal görüldü. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İhtar:''' En evvel yirmi dördüncü âyetin başında zikredilen ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi. Fakat orada hatıra geldi, oraya girdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci bir ihtar:''' Tevafukla işaretler eğer münasebat-ı maneviyeye istinad etmezse ehemmiyeti azdır. Eğer münasebet-i maneviyesi kuvvetli ise bu, onun bir ferdi, bir mâsadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakati bulunsa o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususi bir surette dâhil olduğuna ya remiz ya işaret ya delâlet hükmünde onu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte gelecek âyât-ı Kur’aniyenin Risale-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyet ile kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet, bu gelecek âyât-ı meşhure müttefikan on üçüncü asrın âhirine ve on dördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’an ve iman hesabına bir hakikate işaret ediyorlar. Ve medar-ı teselli bir “Nur”dan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalalet fitnesinden gelen şübehatı izale edecek, Kur’anî bir bürhanı müjde veriyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri bihakkın görecek, Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur’anî olacak. Halbuki Risale-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduğu, onu okuyanlarca şüphesiz olmasıyla delâlet eder ki o âyetler bilhassa Risale-i Nur’a bakıp ona işaret ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == BİRİNCİSİ == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Nur’dan Âyetü’n-Nur’dur ki Risale-i Nur’un Resaili’n-Nur ve Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur namlarıyla sebeb-i tesmiyesinin on altı sebebinden bir sebep olduğundan, birinci olarak onu beyan etmek gerektir. Bu Âyetü’n-Nur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ وَيَض۟رِبُ اللّٰهُ ال۟اَم۟ثَالَ لِلنَّاسِ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عَلٖيمٌ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu Âyet-i Nuriye’nin manaca çok tabakatı ve vücuh-u kesîresi vardır. Ve o tabakalardan ve vecihlerden işarî ve remzî bir vechi manaca ve cifirce nurlu bir tefsiri olan Risalei’n-Nur ve Risaletü’n-Nur’a dört beş cümlesiyle on cihetten bakıyor. Ve o tabakalardan ve o vecihlerden bir tabaka ve bir perde dahi mu’cizane elektrikten haber veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Risale-i Nur’a Bakan Birinci Cümlesi:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Yani nur-u İlahînin veya nur-u Kur’anînin veya nur-u Muhammedînin (asm) misali, şu مِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ dur. Makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan sekiz (998) olarak aynen Risaletü’n-Nur –şeddeli “nun” iki “nun” sayılmak cihetiyle– tam tamına tevafukla ona işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Cümlesi:''' اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ dur. Yirmi Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi İmam-ı Ali (ra) Kaside-i Celcelutiye’sinde sarahat derecesinde Risalei’n-Nur’a bakarak ve ona işaret ederek demiş: اَقِد۟ كَو۟كَبٖى بِال۟اِس۟مِ نُورًا Ben tahmin ediyorum ki İmam-ı Ali’nin (ra) bu işareti, bu cümle-i Nuriyenin remzinden mülhemdir. Bu cümle-i âyetin makamı, beş yüz kırk altı (546) edip Risale-i Nur’un adedi olan beş yüz kırk sekize (548) gayet cüz’î ve sırlı iki fark ile tevafuk noktasından işaret ettiği gibi remzî bir manasıyla tam bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Cümlesi:''' مِن۟ شَجَرَةٍ dir. Eğer مِن۟ شَجَرَةٍ deki ة vakıflarda gibi ه sayılsa beş yüz doksan sekiz (598) ederek tam tamına Resaili’n-Nur ve Risalei’n-Nur adedi olan beş yüz doksan sekize tevafukla beraber مِن۟ فُر۟قَانٍ حَكٖيمٍ in adedine yine sırlı bir tek farkla tevafuk-u remzî ile hem Resaili’n-Nur’u efradına dâhil eder hem yine Risalei’n-Nur’un şecere-i mübareği Furkan-ı Hakîm olduğunu gösterir. Eğer مِن۟ شَجَرَةٍ deki ت , ة kalsa o vakit makam-ı cifrîsi dokuz yüz doksan üç (993) eder, tevafuka zarar vermeyen cüz’î ve sırlı beş farkla Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) tevafukla manasının dahi muvafakatına binaen ona işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Cümlesi''': نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ dir ki dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek sırlı bir tek farkla Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) tevafukla manasının kuvvetli münasebetine binaen işaret derecesinde remzeder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Cümlesi:''' مَن۟ يَشَٓاءُ cümlesi gayet cüz’î bir farkla Risaletü’n-Nur müellifinin ismiyle meşhur bir lakabına tevafukla manası baktığı gibi bakıyor. Eğer يَشَٓاءُ daki mukadder zamir izhar edilirse مَن۟ يَشَٓائُهُ olur. Tam tamına tevafuk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyet nasıl ki Risalei’n-Nur’a ismiyle bakıyor, öyle de tarih-i telifine ve tekemmülüne tam tamına tevafukla remzen bakıyor: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ cümlesi كَمِش۟كٰوةٍ deki tenvin vakıf yeri olmadığından “nun” sayılmak ve فٖى زُجَاجَةٍ vakıf yeri olduğundan ه , ة olmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek, Resaili’n-Nur’un en nurani cüzlerinin telifi hengâmı ve tekemmül zamanı olan bin üç yüz kırk dokuz tarihine tam tamına tevafukla işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ cümlesi bin üç yüz kırk beş (1345) ederek Resaili’n-Nur’un intişarı ve iştiharı ve parlaması tarihine tam tamına tevafuk eder. Çünkü şeddeli ر ikiر , şeddeli ن iki ن , şeddeli ز aslı itibarıyla bir ل bir ز ve birinci زُجَاجَة vakıf cihetiyle ه ; ikinci, vakıf olmadığından ت sayılır. Eğer şeddeli ز iki ز sayılsa o vakit bin üç yüz yirmi iki (1322) eder ki yine Risalei’n-Nur müellifi, mukaddimat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ cümlesi; ta-i evvel ت , ikinci ت ise vakıf yeri olduğundan ه olmak ve شَجَرَةٍ deki tenvin ن sayılmak cihetiyle bin üç yüz on bir (1311) eder ki o tarihte Resaili’n-Nur müellifi Risaletü’n-Nur’un mübarek şecere-i kudsiyesi olan Kur’an’ın basamakları olan ulûm-u Arabiyeyi tedrise başladığı aynı tarihe tam tamına tevafuk ederek remzen bakar. İşte bu kadar manidar ve müteaddid tevafukat-ı Kur’aniyenin ittifakı yalnız bir emare, bir işaret değil belki kuvvetli bir delâlettir. Belki elektrik ile beraber Resaili’n-Nur’a münasebet-i maneviyesiyle bir tasrihtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyetin münasebet-i maneviyesinin letafetlerinden bir letafeti şudur ki: İhbar-ı gayb nevinden mu’cizane hem elektriğe hem Risalei’n-Nur’a işaret ettiği gibi ikisinin zuhurlarına ve zaman-ı zuhurlarından sonraki tekemmül zamanlarına ve hilaf-ı âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَ لَا غَر۟بِيَّةٍ cümlesi der: “Nasıl ki elektriğin kıymettar metaı, ne şarktan ne de garptan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramaya lüzum yoktur.” der. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de manevî bir elektrik olan Resaili’n-Nur dahi ne Şark’ın malûmatından, ulûmundan ve ne de Garp’ın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur’an’ın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mesela يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَ لَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ cümlesi, mana-yı remziyle diyor ki: On üçüncü ve on dördüncü asırda semavî lambalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır yani bin iki yüz seksen (1280) tarihine yakındır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu cümle ile nasıl ki elektriğin hilaf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyan eder. Aynen öyle de manevî bir elektrik olan Resaili’n-Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka üstadlardan taallüm edilmeye ve müderrisînin ağzından iktibas olmaya muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem işaret eder ki Resaili’n-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bu cümlenin bu mu’cizane üç işaratı elektrik ve Resaili’n-Nur hakkında hak olduğu gibi müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattir. Tarihçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki “İzhar” kitabından sonraki medrese usûlünce on beş sene ders almakla okunan kitapları, Resaili’n-Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki bu cümlenin manevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letafetli işareti var, öyle de cifrî ve ebcedî tevafukuyla hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini hem Resaili’n-Nur’un meydana çıkması hem de müellifinin veladetini remzen haber veriyor. Bir lem’a-i i’caz daha gösterir. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ nun makamı, bin iki yüz yetmiş dokuz (1279) olup وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ kısmı ise iki tenvin iki “nun” sayılmak cihetiyle bin iki yüz seksen dört (1284) ederek hem elektriğin taammümünün kurbiyetini hem Resaili’n-Nur’un yakınlığını hem on dört sene sonra müellifinin veladetini يَكَادُ kelime-i kudsiyesiyle manen işaret ettiği gibi cifir ile de tam tamına aynı tarihe tevafukla işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Malûmdur ki zayıf ve ince ipler içtima ettikçe kuvvetleşir, kopmaz bir halat olur. Bu sırra binaen, bu âyetin bu işaretleri birbirine kuvvet verir, teyid eder. Tevafuk tam olmazsa da tam hükmünde olur ve işareti, delâlet derecesine çıkar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Tenbih:''' Ben bu âyet-i nuriyenin işaretlerini elektrik ve Resaili’n-Nur’un hatırı için beyan etmedim. Belki bu âyetin i’caz-ı manevîsinin bir şubesinden bir lem’asını göstermek istedim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Bu âyet-i kudsiye sarîh manasıyla nur-u İlahî ve nur-u Kur’anî ve nur-u Muhammedîyi (asm) ders verdiği gibi mana-yı işarîsiyle de her asra baktığı gibi on üçüncü asrın âhirine ve on dördüncü asrın evveline dahi bakar ve dikkatle baktırır. Ve bu iki asrın âhir ve evvellerinde en ziyade nazara çarpan ve en ziyade münasebet-i maneviyesi bulunan ve bu âyetin umum cümlelerinin muvafakatlarını ve mutabakatlarını en ziyade kazanan elektrik ile Resaili’n-Nur olduğundan doğrudan doğruya mana-yı remziyle bakar diye bana kanaat-i kat’iye verdiğinden çekinmeyerek kanaatimi yazdım. Hata etmiş isem Erhamü’r-Râhimîn’den rahmetiyle affetmesini niyaz ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Resaili’n-Nur’un bu âyetin iltifatına liyakatini anlamak isteyen zatlar, hangi risaleye dikkatle baksalar anlarlar. Hiç olmazsa Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi olan Otuzuncu Lem’a namındaki altı esma-i İlahiyeye dair Altı Nükte Risalesi’ne, hiç olmazsa o Lem’a’dan ism-i Hay ve Kayyum’a dair Beşinci ve Altıncı Nüktelere dikkatle baksa elbette tasdik eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Resaili’n-Nur’a İşaret Eden İKİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ âyet-i meşhuresidir ki شَيَّبَت۟نٖى سُورَةُ هُودٍ hadîsinin vürûduna sebep olmuş. اِس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَnin işareti Sekizinci Lem’a’da tafsilen beyan edildiği gibi Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ ilâ âhirihî âyetinin iki kuvvetli işaret veren sahifesinin mukabilindeki gayet meşhur bir âyetidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Makam-ı cifrîsi bin üç yüz üç (1303) ederek hem Sure-i Şûra’nın ikinci sahifesinde وَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ ise bin üç yüz dokuz (1309) ederek o tarihte umum muhatapları içinde birisine hususan Kur’an hesabına iltifat edip istikametle emreder ki birinci tarih ise Resaili’n-Nur müellifinin Risale-i Nur’u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve ikinci âyetin tarihi ise o müellifin hârika bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda ve bir kış içinde on beş senede medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü on beş senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlarla '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu beyanat-ı medhiye Said’e ait değildir. Belki Kur’an’ın bir tilmizini, bir hâdimini Said (ra) lisanıyla ve haliyle tarif eder. Tâ hizmetine itimat edilsin. </ref>)''' ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermekle ispat ettiği aynı tarihe, tam tamına tevafukla remzen Risale-i Nur’un istikametine bir işarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ÜÇÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَه۟دِيَنَّهُم۟ سُبُلَنَا âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üç yüz kırk dört (1344) eder ki o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zâhiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’an’ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى âyeti gibi manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki bin üç yüz kırk dörtte nev-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا âyeti ise o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Harb-i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden o hususi insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer لَنَه۟دِيَنَّهُم۟ deki şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki Risaletü’n-Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i veladetinin birinci senesidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” ve “nun” bir sayılsa o vakit bin üç yüz yirmi dörtte (1324) Hürriyet’in ilanı hengâmında mücahede-i maneviye ile tezahür eden Risalei’n-Nur müellifinin görünmesi tarihidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == DÖRDÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَلَقَد۟ اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi Kur’an’ın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-i İslâmiyet olan yedi esası, Kur’an’ın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette ispat eden ve سَب۟عَ ال۟مَثَانٖى nuruna mazhar bir âyinesi olan Risalei’n-Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünkü اٰتَي۟نَاكَ سَب۟عًا مِنَ ال۟مَثَانٖى makam-ı ebcedîsi bin üç yüz otuz beş (1335) adediyle Risalei’n-Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle El-Bakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üç yüz otuz beş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == BEŞİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi latîftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususi bir surette Risalei’n-Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَي۟تًا kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beş yüz (500) ederek “Saidü’n-Nursî” adedi olan beş yüze tevafukla işaret ediyor ki “Saidü’n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü’n-Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا deki iki tenvin “nun”durlar. Bin üç yüz otuz dört (1334) eder ki o aynı zamanda (Arabî tarihle) Said umumî harpte maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur’an’ın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihidir. Bu tevafuk-u manevî ve muvafakat-ı cifriye delâlet derecesinde bir işarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ de tenvin “nun” ve şeddeli “nun” iki “nun” ve بِهٖ de telaffuz edilen ى sayılmak cihetiyle bin iki yüz doksan dört (1294) eder ki veladetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek, bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile de hayat-ı maneviyesine işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Bu âyet müteaddid ve çok tabakalarından bir işarî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a hem müellifine hem bu on dördüncü asrın iptidasına hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebdeine, remzen belki işareten belki delâleten bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Âyetinin Tetimmesi''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا فَاَح۟يَي۟نَاهُ وَجَعَل۟نَا لَهُ نُورًا يَم۟شٖى بِهٖ فِى النَّاسِ كَمَن۟ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَي۟سَ بِخَارِجٍ مِن۟هَا âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden ramazanda kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki مَي۟تًا kelimesine tam münasip Said’dir. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i “meyyit” unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyane hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibane mukabele eder. كَمَن۟ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ sırrına mazhar olan ehl-i ilhad, gayr-ı meşru müştehiyatının ibahesiyle süslendirmesine mukabil Risale-i Nur, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı çıkarıp lezzet ve ziynetini zîr ü zeber eder. Ve der ve ispat eder ki: “Mevt, ehl-i dalalet için idam-ı ebedîdir ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti mübarek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’an ve imandır.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bunun içindir ki bu hakikat-i muazzama-i mevtiye Risale-i Nur’da gayet mühim ve geniş bir mevki almış; hattâ ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalaletin başına vurur, aklını başına getirmeye çalışır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' Ehl-i tarîkatın ve bilhassa Nakşîlerin dört esasından biri ve en müessiri olan rabıta-i mevt Eski Said’i Yeni Said’e (ra) çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said’e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o rabıta keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i iman hakkında mevtin nurani ve hayattar ve güzel hakikatini görüp gösterdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' Bu âyet cifir ve ebced hesabıyla her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek, âyetteki “meyyit” kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi “meyyit” adedine tam tevafukla hususi işarete mazhar bir mâsadak “Saidü’n-Nursî”dir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''(Sabri’nin sadakatinin bir kerametidir.)''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا âyetine dair parçayı aldığını ve ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim, hayretle dedi: “Bu hem Sabri’nin hem Risale-i Nur’un bir kerametidir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyetteki esrarlı muvazene-i Kur’aniyeyi düşünürken Sure-i Hud’daki فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا fıkrasına karşı وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى ال۟جَنَّةِ deki muvazene hatıra geldi ve bildirdi ki: Nasıl ki bu ikinci âyet ve birinci fıkra Risale-i Nur’un mesleğine, şakirdlerine tam tamına manen ve cifirce bakıyor. Öyle de فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا فَفِى النَّارِ لَهُم۟ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ âyeti dahi Risale-i Nur’un muarızlarına ve düşmanlarına ve onların cereyanlarının mebdeine ve faaliyet devresine ve müntehasına cifir ile tevafuk ile işaret eder. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şuâ’da yedi sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri bin üç yüz on altı ve yedi (1316-1317) tarihi ki Kur’an’a karşı olan suikastın mebdeidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَاَمَّا الَّذٖينَ شَقُوا cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli “mim” iki “mim” sayılsa bin üç yüz elli yedi (1357), eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” sayılsa bin üç yüz kırk yedi (1347) ki bu asrın tâğiyane faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa bin üç yüz seksen yedi (1387) ki لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ dehşetli bir cereyanın müntehası tarihi olmak ihtimali var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَفِى النَّارِ لَهُم۟ فٖيهَا زَفٖيرٌ وَ شَهٖيقٌ ise bin üç yüz altmış bir (1361), eğer فَفِى النَّارِ deki okunmayan ى sayılmazsa bin üç yüz elli bir (1351) tarihini, eğer şeddeli “nun” asıl itibarıyla bir “lâm” bir “nun” sayılsa yine bin üç yüz otuz bir (1331) tarihini ve Harb-i Umumî âfetinin feryad u fîzar içindeki yangınını göstererek cehennem ateşinde zefir ve şehîk eden ehl-i şakavetin azabını haber verip ehl-i imanı fitnelere düşüren şakîlerin hem dünyada hem âhirette cezalarına işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen öyle de bu asra da zâhiren bakan, esrarlı olan Sure-i وَ السَّمَٓاءِ ذَاتِ ال۟بُرُوجِ den şu âyetin اِنَّ الَّذٖينَ فَتَنُوا ال۟مُؤ۟مِنٖينَ وَال۟مُؤ۟مِنَاتِ ثُمَّ لَم۟ يَتُوبُوا فَلَهُم۟ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُم۟ عَذَابُ ال۟حَرٖيقِ ifadesi gibi hem İstanbul’un iki harîk-ı kebiri hem Harb-i Umumî’nin dehşetli yangınını cehennem azabı gibi o fitnenin bir cezasıdır diye işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati celbetmek için cifirce bu asrın üç dört devresinin tarihlerine ve hâdiselerine işaret ve manasının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve vaziyetlerine îma eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sabri’nin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel o mektubun manevî tesiri ile bu âyeti ve اَوَمَن۟ كَانَ مَي۟تًا âyetiyle beraber düşünürken hatırıma geldi. Risale-i Nur bu derece kuvvetli işaret-i Kur’aniyeye ve şakirdleri bu kadar kıymetli beşaret-i Furkaniyeye ve aktabların iltifatına mazhariyetin sırrı ve hikmeti, musibetin azameti ve dehşetidir ki hiçbir eserin mazhar olmadığı bir kudsî takdir ve tahsin almış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, ehemmiyet onun fevkalâde büyüklüğünden değil belki musibetin fevkalâde dehşetine ve tahribatına karşı mücahedesi cüz’î ve az olduğu halde gayet büyük öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki bu âyette işaret ve beşaret-i Kur’aniyede ifade eder ki Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet, bazı vakit olur ki bir nefer gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İhtar:''' Geçmiş ve gelecek âyetlerin işaretleri yalnız tevafukla değil belki her bir âyetin mana-yı küllîsindeki cüz’iyat-ı kesîresinden bir cüz’î ferdi Risale-i Nur olduğuna îmaen, münasebet-i maneviyeye göre cifrî ve ebcedî bir tevafukla o münasebeti teyiden ve ona binaen hususi ona bakar demektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ALTINCI ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Hadîd’de وَ يَج۟عَل۟ لَكُم۟ نُورًا تَم۟شُونَ بِهٖ yani “Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz.” Lillahi’l-hamd Risale-i Nur bu kudsî ve küllî manasının parlak bir ferdi olduğu gibi نُورًا daki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle bin üç yüz on sekiz (1318) adediyle Resaili’n-Nur müellifi tedristen, telif vazifesine ve mücahidane seyahate başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve çok âyetlerin işaret ettikleri bin üç yüz on altı (1316) tarihindeki mühim bir inkılab-ı fikrîden iki sene sonraki zamana tevafuk eder ki o zaman istihzarat-ı Nuriyeye başladığı aynı tarihtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu nurlu âyet hem manaca hem cifirce tevafuku ise umum vücuhu ayn-ı şuur olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’da elbette ittifakî ve tesadüfî olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YEDİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ يُحِقُّ اللّٰهُ ال۟حَقَّ بِكَلِمَاتِهٖ şu âyet-i meşhurenin küllî manasının bu zamanda zâhir bir mâsadakı Risaletü’n-Nur olduğu gibi lafzullahtaki şeddeli “lâm” bir “lâm” ve بِكَلِمَاتِهٖ deki melfuz “ya” sayılmak şartıyla dokuz yüz doksan sekiz (998) adediyle Risaletü’n-Nur’un dokuz yüz doksan sekiz adedine tam tamına tevafukla, münasebet-i maneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi latîfleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risaletü’n-Nur’un eczaları Sözler namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arapça “kelimat”tır. Ve o kelimat ile Kur’an’ın hakaikini o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu ispat etmiş ki bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == SEKİZİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ dir. Şu âyet-i meşhure küllî manasının bu asırda muvafık ve münasip bir ferdi Risaletü’n-Nur olduğu gibi cifirle صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ kelimesi صِرَاطٍ deki tenvin “nun” sayılmak cihetiyle Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) yine iki sırlı '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani mertebesine işaret için iki fark var. Risale-i Nur vahiy değil, ilham ve istihraçtır. </ref>)''' fark ile baktığı gibi هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üç yüz on altı (1316) ederek Risale-i Nur müellifinin tedrisiyle istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı adedine tam tamına tevafuk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == DOKUZUNCU ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem “El-Bakara” suresinde hem “Lokman” suresinde فَقَدِ اس۟تَم۟سَكَ بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى cümlesidir. Yani “Allah’a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder.” Risale-i Nur ise iman-ı billahın Kur’anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden bu بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى külliyetinde hususi dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risaletü’n-Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu on dördüncü asırda Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinden neş’et eden bir urvetü’l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risalei’n-Nur olduğunu remzen bildirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ONUNCU ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يُؤ۟تِى ال۟حِك۟مَةَ مَن۟ يَشَٓاءُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON BİRİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ يُعَلِّمُهُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ وَ يُزَكّٖيهِم۟ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON İKİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ يُزَكّٖيكُم۟ وَ يُعَلِّمُكُمُ ال۟كِتَابَ وَ ال۟حِك۟مَةَ âyetleridir. Meal-i icmalîleri der ki: “Kur’an hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi manevî kirlerden temizlendiriyor.” Bu üç âyetin küllî ve umumî manalarında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emare var: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birisi şudur ki:''' Risale-i Nur’un müstesna bir hâssası, ism-i Hakem ve Hakîm’in mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde ism-i Hakem ve Hakîm’in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur’aniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur’aniyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Emare:''' Birinci âyet bin üç yüz yirmi iki (1322) ederek makam-ı ebcedî ile Risalei’n-Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden ( اٰلِيَه ) başını kaldırıp hikmet-i Kur’aniyeye müteveccih olarak hâdimü’l-Kur’an vaziyetini aldığı tarihtir ki bir sene sonra İstanbul’a gitmiş manevî mücahedesine başlamış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci âyet ise:''' Makam-ı cifrîsi bin üç yüz iki (1302) ederek Risale-i Nur müellifinin Kur’an dersini aldığı tarihe tam tamına tevafuk ile remzen Kur’an’ın bâhir bir bürhanı olan Resaili’n-Nur’a bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü âyet ise:''' Bin üç yüz otuz sekiz (1338) olduğundan hikmet-i Kur’aniyeyi Avrupa hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risalei’n-Nur müellifi “Dârülhikmeti’l-İslâmiye”de hikmet-i Kur’aniyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngiliz’in Başpapazı sual ettiği ve altı yüz kelime ile cevap istediği altı sualine altı kelime ile cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle Kur’an’ın ilhamatından Risale-i Nur’un meselelerini iktibasa başladığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON ÜÇÜNCÜ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Âl-i İmran’da وَمَا يَع۟لَمُ تَا۟وٖيلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON DÖRDÜNCÜ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Nisa’da لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ مِن۟هُم۟ Bu iki âyet bu asra da hususi bakarlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisinin meali gösteriyor ki:''' Ehl-i dalalet müteşabihat-ı Kur’aniyeyi yanlış tevilat ile tahrifine ve şüpheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur’aniyenin hakiki tevillerini beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder. Bu küllî mananın her asırda mâsadakları ve cüz’iyatları var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Harb-i Umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def’eden başta Risalei’n-Nur ve şakirdleri göründüğünden, bu âyet bu asra da baktığından Risalei’n-Nur ve şakirdlerine remzen bakmakla beraber ulema-i müteahhirînin mezhebine göre اِلَّا اللّٰهُ da vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى nın makamı gibi bin üç yüz kırk dört (1344) ederek Resaili’n-Nur ve şakirdlerinin meydan-ı mücahede-i maneviyeye atılmaları tarihine tam tamına tevafukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir bürhanı olan Onuncu Söz’ün etrafa yayılması tarihine ve Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu beyan eden Yirmi Beşinci Söz’ün iştiharı hengâmına hem اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ لَيَط۟غٰى adedine tam tamına tevafukla bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer mezheb-i selef gibi اِلَّا اللّٰهُ da vakfolsa o halde اَلرَّاسِخُونَ deki şeddeli ر iki ر sayılsa bin üç yüz altmış (1360) küsur ederek Risaletü’n-Nur şakirdlerinin bundan on beş yirmi sene sonraki râsihane ve muhakkikane olan ilimlerine ve imanlarına remzen baktığı gibi şeddeli ر asıl itibarıyla bir “lâm” bir ر sayılsa bin iki yüz on iki (1212) ederek bundan bir buçuk asır evvel Mevlana Hâlid Zülcenaheyn’in Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilat-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine tam tamına tevafukla bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci âyet olan''' اَلرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ مِن۟هُم۟ şeddeli ر aslına nazaran bir “lâm” bir ر sayılmak cihetiyle makam-ı ebcedîsi bin üç yüz kırk dört (1344) etmekle her asra baktığı gibi bu asra da hususi remzen bakar. Ve ilm-i hakikatte râsihane çalışan ve kuvvetli iman eden bir taifeye işaret eder. Ve çok âyetlerin ehemmiyetle gösterdikleri bu bin üç yüz kırk dörtte Risaletü’n-Nur ve şakirdlerinden daha ziyade bu vazifeyi müşkül şerait içinde sebatkârane yapan zâhirde görülmüyor. Demek, bu âyet onları dahi daire-i harîmine hususi dâhil ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON BEŞİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَد۟ جَٓاءَكُم۟ بُر۟هَانٌ مِن۟ رَبِّكُم۟ وَاَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كُم۟ نُورًا مُبٖينًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyet bu zamana dahi hitap eder. Çünkü tamam – مُبٖينًا hariç kalsa– bin üç yüz altmış (1360) küsur eder. Eğer قَد۟ جَٓاءَكُم۟ den sonraki olsa بُر۟هَانٌ ve نُورًا kelimelerindeki tenvinler “nun” sayılsa bin üç yüz on (1310) eder. Demek bu asra da hitap eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem قَد۟ جَٓاءَكُم۟ بُر۟هَانٌ cümlesi yalnız dört farkla فُر۟قَان۟ adedine tevafukla sarîhan baktığı gibi o kudsî bürhan-ı İlahînin bu zamanda parlak ve kuvvetli bir bürhanı olan Resaili’n-Nur’a dahi ikinci cümlesi olan اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كُم۟ نُورًا مُبٖينًا adedi, iki tenvin vakıfta iki “elif” sayılmak cihetiyle beş yüz doksan sekiz (598) ederek aynen tam tamına Resaili’n-Nur’a ve Risalei’n-Nur adedine tevafuk ile o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bürhanı Resaili’n-Nur olduğunu remzen haber veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İhtar:''' Sözler’in üç ismi olan Risalei’n-Nur veya Resaili’n-Nur veya Risaleti’n-Nur’daki şeddeli “nun” iki “nun” sayılmak, cifirce ağlebî bir kaidedir. Şeddeli harf bazen bir, bazen iki sayılabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON ALTINCI ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا هُدًى وَ شِفَٓاءٌ dür. Şu şifalı âyet çok zamandır benim dertlerimin şifası ve ilacı olduğu gibi eczahane-i kübra-yı İlahiye olan Kur’an-ı Hakîm’in tiryakî ilaçlarından, Risalei’n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak belki bin manevî dertlerime bin kudsî şifayı buldum ve Resaili’n-Nur şakirdleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptela olanlardan çokları onunla şifalarını buldular. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte her derde şifa olan Kur’an’ın ilaçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde bulunan Resaili’n-Nur dahi bu şifadar âyetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuvvetli bir emare şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyetin makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk altı (1346) adedi Resaili’n-Nur’un bin üç yüz kırk altıda şifadarane etrafa intişarının tarihine ve Mu’cizat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm namında olan risale-i hârikanın zaman-ı telifine tam tamına tevafukudur. Şu tevafuk hem münasebet-i maneviyeyi teyid ve onunla teeyyüd eder hem remizden işaret derecesine çıkarıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON YEDİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَاِن۟ تَوَلَّو۟ا فَقُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ deki قُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ nün makam-ı cifrîsi şeddeli “lâm”lar birer “lâm” ve şeddeli “kâf” bir “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dokuz (1329) ederek, Harb-i Umumî’nin başlangıcı zamanında Resaili’n-Nur’un başlangıcı olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin tarih-i telifine tam tamına tevafukla beraber, şeddeli “kâf” iki “kâf” sayılmak cihetiyle bin üç yüz kırk dokuz (1349) ederek Harb-i Umumî’nin verdiği sarsıntılar zamanında Resaili’n-Nur’un حَس۟بِىَ اللّٰهُ diyerek ehl-i dünyadan hiçbir yerde himaye görmeden belki tehacüme hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnız başlarıyla müşkülat içinde envar-ı Kur’aniyeyi neşrettikleri aynı tarihe tam tamına tevafuku ise her cihetiyle ayn-ı şuur olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi âyetler, en müşkül zaman olan bu asra dahi hususi bakarlar ve o âyâtı kendilerine rehber ittihaz eden bir kısım şakirdlerine hususi iltifat edip iltifatlarıyla teşci ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyet, sâbık âyetler gibi münasebet-i maneviyesi gerçi zâhiren görünmüyor fakat bir cihetle Resaili’n-Nur ile bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki: On üç senedir '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Telif tarihine göredir. (nâşir) </ref>)''' bu âyet Risaletü’n-Nur müellifinin ve sonra has şakirdlerinin mağribden sonra bir vird-i hususileridir. Hem bu âyetin manasına bu zamanda tam mazhar ve herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek حَس۟بِىَ اللّٰهُ deyip mütevekkilane müşkülat-ı azîme içinde envar-ı imaniyeyi ve esrar-ı Kur’aniyeyi neşreden, ehl-i imanı meyusiyetten kurtaran başta Risaletü’n-Nur ve şakirdleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON SEKİZİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ حِز۟بَ اللّٰهِ هُمُ ال۟غَالِبُونَ dir. Bu âyet mealiyle hizbullahın zâhirî mağlubiyetinden gelen meyusiyeti izale için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur’anînin hakikatte ve âkıbette galebesini haber verir. Ve bu asırda hizb-i Kur’anînin hadsiz efradından Resaili’n-Nur şakirdleri tezahür ettiklerinden bu âyetin küllî manasında hususi dâhil olmalarına bir emare olarak makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz elli (1350) adedi ile Resaili’n-Nur şakirdlerinin zâhirî mağlubiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde manevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müthiş imha planını akîm bırakan ihlasları ve kuvve-i maneviyeleri tezahür etmesinin Rumî tarihi olan bin üç yüz elli ve elli bir ve elli iki (1350-1351-1352) adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârane, teselliyettarane bir remz-i Kur’anîdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == ON DOKUZUNCU ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ نُورُهُم۟ يَس۟عٰى بَي۟نَ اَي۟دٖيهِم۟ وَ بِاَي۟مَانِهِم۟ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا وَ اغ۟فِر۟لَنَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyetin umum manasındaki tabakalarından bir tabaka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünkü يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَت۟مِم۟ لَنَا نُورَنَا hem manaca kuvvetli münasebeti var hem cifirce bin üç yüz yirmi altı (1326) ederek o tarihteki Hürriyet inkılabından neş’et eden fırtınaların hengâmında her şeyi sarsan o fırtınaların ve harplerin zulümatından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde, Resaili’n-Nur şakirdleri az bir zaman sonra tezahür ettiklerinden bu âyetin efrad-ı kesîresinden bu asırda bir mâsadakı onlar olduğuna bir emaredir. وَاغ۟فِر۟لَنَا cümlesi bin üç yüz altmışa (1360) bakıyor. Demek, bundan beş altı sene sonra istiğfar devresidir. Resaili’n-Nur şakirdleri o zamanda istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ نُنَزِّلُ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَح۟مَةٌ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyet-i azîme sarîhan asr-ı saadette nüzul-ü Kur’an’a baktığı gibi sair asırlara dahi mana-yı işarîsiyle bakar. Ve Kur’an’ın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. İşte doğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü’n-Nur, benim çok tecrübelerimle umum manevî dertlerime şifa olduğu gibi Resaili’n-Nur şakirdleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resaili’n-Nur, bu âyetin bir mana-yı işarîsinde dâhildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve bu duhûlüne bir emare olarak مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَ رَح۟مَةٌ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ nin makam-ı cifrîsi bin üç yüz otuz dokuz (1339) ederek aynı tarihte Kur’an’dan ilham olunan Resaili’n-Nur bu asrın manevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından bu âyet, ona hususi remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatimi yazdım, kanaate itiraz edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ BİRİNCİ ÂYET veya ÂYETLER == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ اِنَّنٖى هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ وَ هَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sekiz dokuz âyetlerde “sırat-ı müstakim”e nazarı çeviriyorlar. Ve bu doğru, istikametli yolu bulmak için daima Kur’an’ın nurundan her asırda o asrın zulmetlerini dağıtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek Kur’an’dan gelen nurlar olmakla ve bu dehşetli ve fırtınalı asırda o doğru yolu şaşırtmayacak bir surette gösteren başta şimdilik Risaletü’n-Nur tezahür ettiğinden hem bu “sırat-ı müstakim” kelimesinin makam-ı cifrîsi –tenvin “nun” sayılmak cihetiyle– bin (1000) eder. Medde olmazsa dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek yalnız bir veya iki farkla '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani Risaletü’n-Nur’un mertebesi ikinci ve üçüncüde olduğuna işarettir. Vahiy değil ve olamaz. Belki ilham ve istihraçtır. </ref>)''' Risaletü’n-Nur adedi olan dokuz yüz doksan sekize (998) tevafukla, sekiz dokuz âyetlerde “sırat-ı müstakim” kelimeleri bu mezkûr iki âyet gibi Risaletü’n-Nur’u “sırat-ı müstakim”in efradına hususi idhal edip remzen ona baktırır ve istikametine işaret eder. Eğer صِرَاطٍ deki tenvin sayılmazsa اَلنُّورِ deki şeddeli “nun” bir “nun” sayılır, yine tevafuk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki bu âyet Risalei’n-Nur’a ismiyle bakıyor, öyle de onun istihzarat zamanına da bakar. Çünkü هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ in makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) ederek Risaletü’n-Nur müellifinin ihtiyarsız olarak istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu ve umum malûmatını Kur’an’ın fehmine basamaklar yaptığı en hararetli tarihi olan bin üç yüz on altı adedine tam tamına tevafuku elbette evvelki işaratı teyid ve onunla teeyyüd ederek Risaletü’n-Nur’u daire-i harîmine remzen belki işareten dâhil ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cây-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur ki Risaletü’n-Nur müellifi bin üç yüz on altı (1316) sıralarında mühim bir inkılab-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa’nın Kur’an’a karşı müthiş bir suikastları var olduğunu bildi. Hattâ bir gazetede İngiliz’in bir müstemlekat nâzırı demiş: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Bu Kur’an, İslâm elinde varken biz onlara hakiki hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız.” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan فَاَع۟رِض۟ عَن۟هُم۟ fermanını manen dinleyerek bir inkılab-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın fehmine ve hakikatlerinin ispatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur’an bildi. Ve Kur’an’ın i’caz-ı manevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı arızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra Harb-i Umumî’nin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bi’l-kuvveden bilfiile çıkmaya başladı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte hem ona hem Risaletü’n-Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı (1316) tarihine çok âyetler müttefikan bakarlar. Mesela, nasıl ki هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ âyeti tam tamına tevafukla işaret eder. Aynen öyle de bir âyet-i meşhure olan اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa ve tenvin sayılmazsa bin üç yüz on altı ederek aynen tam tamına o tarihe işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki yedi sekiz surelerde gelen âyetler ve o âyetlerde gelen “sırat-ı müstakim” cümleleri Risaletü’n-Nur ismine tevafukla beraber, bu mezkûr iki âyet gibi bir kısmı Risaletü’n-Nur telifinin tarihini de gösterir. Aynen öyle de yedi adet surelerin başlarında yedi defa تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ cümle-i kudsiyesi makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz on altı veya yedi (1316-1317) ederek aynen tam tamına o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret ettiği gibi طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ âyeti dahi aynen bin üç yüz on altı ederek o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret eder. Güya nasıl ki asr-ı saadette Kur’an’daki iman hakikatlerine alâmetler, deliller ve o Kitab-ı Mübin’in davalarına bürhanları ve hüccetleri gözlere de göstermek manasında tekrar ile تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ fermanlarıyla Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan ilanat yapıyor. Öyle de bu dehşetli asırda dahi bir mana-yı işarîsiyle o âyât-ı Furkaniyenin bürhanları ve hakkaniyetinin alâmetleri ve hakikatlerinin hüccetleri ve hak kelâmullah olduğuna delilleri olan Resaili’n-Nur’a mana-yı işarîsiyle alâmet ve bürhan ve emare ve delil manasıyla âyâtın âyetleri diye tekrar ile تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ferman ederek nazar-ı dikkati Kur’an hesabına bu asra ve bu asırdaki Resaili’n-Nur’a çeviriyor itikad ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, her bir cihet ile ayn-ı şuur olan âyât-ı Kur’aniyenin böyle yirmi vecihle ve yirmi parmakla aynı şeye müttefikan işaretleri tasrih derecesinde bana kanaat veriyor. Benim kanaatime iştirak etmeyen bu ittifaka ne diyecek ve ne diyebilir? Hangi kuvvet bu ittifakı bozar? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Resaili’n-Nur bu asra gelen işarat-ı Kur’aniyeye hususi bir medar-ı nazar olduğuna kimin şüphesi varsa Kur’an’ın kırk vecihle mu’cizesini ispat eden Mu’cizat-ı Kur’aniye namındaki Yirmi Beşinci Söz ve Yirminci Söz’ün ikinci makamına ve haşre dair Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Sözlere baksın, şüphesi izale olmazsa gelsin parmağını gözüme soksun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ İKİNCİ ÂYET ve ÂYETLER == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Yunus hem Yusuf hem Ra’d hem Hicr hem Şuara hem Kasas hem Lokman Surelerinin başlarında bulunan تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ ilan-ı kudsîsidir. Yirmi Birinci âyetin hâtimesinde bunun münasebet-i maneviyesi bir derece beyan edilmiş. Cifrîsi ise bu âyette üç ت bin iki yüz eder ve iki ك iki ل yüz eder, yekûnü bin üç yüz. Bir ى bir ب dört veya beş ا mecmuu bin üç yüz on altı veya on yedi (1316-1317) ederek Resaili’n-Nur müellifi bir inkılab-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı Kur’an’ın hakaikine çıkmak için basamaklar yaptığı bir tarihe tam tamına tevafuku münasebet-i maneviyesinin kuvvetine istinaden deriz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O tevafuk remzeder ki: Bu asırda Resaili’n-Nur denilen otuz üç adet Söz ve otuz üç adet Mektup ve otuz bir adet Lem’alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin’deki âyetlerin âyetleridir. Yani hakaikinin alâmetleridir ve hak ve hakikat olduğunun bürhanlarıdır. Ve o âyetlerdeki hakaik-i imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir. Ve تِل۟كَ kelime-i kudsiyesinin işaret-i hissiyesiyle gözlere dahi görünecek derecede zâhir olduğunu ifade eden böyle işarete lâyık delilleridir diye remzen Resaili’n-Nur’u bir işarî manasının küllî dairesine hususi ve medar-ı nazar bir ferdi olarak dâhil ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Nasıl ki bu âyette bulunan işarî mana yedi surede yedi işaret hükmünde olup delâlet belki sarahat derecesine çıkıyor. Aynen öyle de صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ deki remiz dahi yedi sekiz surelerde bulunmakla yedi sekiz remiz hükmünde olarak o remzi işaret belki delâlet belki sarahat derecesine çıkarıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İhtar:''' Külfetsiz olmak üzere birden hatıra gelen işarat kaydedildi. Tekellüfe girmemek için işaretli otuz üç âyetin çok işaratı kaydedilmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ ÜÇÜNCÜ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> عَسٰى رَبُّنَٓا اَن۟ يُب۟دِلَنَا خَي۟رًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyet her asra baktığı gibi bu asra da bakıyor ve bu asırda kâbuslu bir rüya gibi musibetlere düşen ve Rabb-i Rahîm’inden onu hayra tebdil etmesini rica edenler içinde Resaili’n-Nur şakirdlerine hususi remzettiğine bir emaresi şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyetin makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk beşte (1345) ehemmiyetli risaleler telif ile beraber, fevkalâde hâdiseler vukua gelmeye hazırlandılar. Ve o Resaili’n-Nur’un merkez-i intişarı olan Barla karyesinde ziyade sıkıntı müellifine verildi. Ve hususan küçük mescidine ilişildiği zaman Resaili’n-Nur şakirdleri kuvvetli bir rica ile dergâh-ı İlahiyeye iltica edip “Yâ Rab! Bu müthiş rüyayı hayra tebdil eyle!” deyip yalvardılar. Herkesin meyusiyetlerine mukabil pek kuvvetli bir ümit ve rica ile Müslümanların kuvve-i maneviyelerini takviye ettiler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyetin birden külfetsiz hatıra geleni bu kadardır. Yoksa esrarı çoktur. Tekellüf olmasın diye kısa kestim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ DÖRDÜNCÜ ÂYET ve ÂYETLER == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Sure-i Zümer hem Sure-i Câsiye hem Sure-i Ahkaf’ın başlarında bulunan تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ âyât-ı azîmeleridir. Şu âyetler dahi yirmi ikincideki âyetler gibi Risaletü’n-Nur’un ismine ve zatına hem telif ve intişarına bir mana-yı remziyle bakıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İzahtan evvel mühim bir ihtar''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Lüzumlu dört beş nokta beyan edilecek.) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nokta:''' Hadîste vârid olduğu gibi “Her bir âyetin mana mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttala’ı vardır. Bu dört tabakadan her birisinin (hadîsçe “şücûn ve gusûn” tabir edilen) füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır.” mealindeki hadîsin hükmüyle, Kur’an hakkında nâzil olan bu âyet-i kudsiye, fer’î bir tabakadan ve bir mana-yı işarîsiyle de Kur’an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe’nine bir nakîse değil. Belki o lisanü’l-gaybdaki i’caz-ı manevîsinin muktezasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nokta:''' Bir tabakanın mana-yı işarîsinin külliyetindeki efradının bu asırda tezahür eden ve münasebeti pek kuvvetli bir ferdi Risaletü’n-Nur olduğunu, onu okuyan herkes tasdik eder. Evet ben, Risaletü’n-Nur’un has şakirdlerini işhad ederek derim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’an’dan başka me’hazi yok, Kur’an’dan başka üstadı yok, Kur’an’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’anîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nokta:''' Resaili’n-Nur baştan başa ism-i Hakîm ve Rahîm’in mazharı olduğundan bu üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rahman ve Rahîm ile bağlamaları münasebet-i maneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor. İşte bu kuvvetli münasebet-i maneviyeye binaen deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ cümlesinin sarîh bir manası asr-ı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübin’in nüzulü olduğu gibi mana-yı işarîsiyle de her asırda o Kitab-ı Mübin’in mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i maneviyesinden feyiz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatleri ve hakikatlerinin bürhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususi iltifat ile alıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Nokta:''' İşte bu risalede mezkûr otuz üç âyet-i meşhurenin bi’l-ittifak tekellüfsüz, manaca ve cifirce Resaili’n-Nur’un başına parmak basmaları ve başta Âyeti’n-Nur on parmakla ona işaret etmesi; eskiden beri ulema ortasında ve edibler mabeyninde meşhur bir düstur ve hakikatli bir medar-ı istihracat ve hattâ hususi tarihlerde ve mezar taşlarında ediblerin istimal ettikleri maruf bir kanun-u ilmî iledir. Eğer o kanuna tasannu karışmazsa işaret-i gaybiye olabilir. Eğer sun’î ve kasdî yapılsa yalnız bir letafet, bir zarafet, bir cezalet olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, edibler hususi ve şahsî tarihlerde onun taklidini yapmakla kelâmlarını güzelleştirdikleri hem cifir ilminin en esaslı bir kaidesi ve mühim bir anahtarı olan makam-ı ebcedî ile işaret ise her cihetle ayn-ı şuur ve nefs-i ilim ve mahz-ı irade ve tesadüfî halleri olmayan ve lüzumsuz maddeleri bulunmayan Kur’an’ın bu kadar âyât-ı meşhuresi icma ile ve ittifakla Risalei’n-Nur’a işaret ve tevafukları sarahat derecesinde onun makbuliyetine bir şehadettir ve hak olduğuna bir imzadır ve şakirdlerine bir beşarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Nokta:''' Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört beş tanesini numune için beyan edeceğiz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberîde surelerin başlarındaki الٓمٓ كٓهٰيٰعٓصٓ gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' Hazret-i Ali radıyallahu anhın en meşhur Kaside-i Celcelutiye’si, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' Cafer-i Sadık radıyallahu anh ve Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncüsü:''' Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letafet kabul edip eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hattâ letafetin hatırı için, iradî ve sun’î ve taklidî olmamak lâzım gelirken sun’î ve kasdî bir surette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşincisi:''' Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en latîf düsturları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüp ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki iki elin ve iki ayağın parmakları, âsabları, kemikleri hattâ hüceyratları, mesamatları hesapça birbirine tevafuk ederler. Öyle de bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlahiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni’-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrası ve lisanü’l-gayb olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, o kanun-u tevafukîyi işaratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Zümer, Câsiye, Ahkaf’ın başlarındaki تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَكٖيمِ olan âyetler, sâbık ihtarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şöyle ki: İki ت sekiz yüz, iki ن yüz, iki م seksen, iki ك kırk, üç ز yirmi bir, üç ى otuz, bir ب bir ح on “lafzullah” altmış yedi, bir ع yetmiş, dört ل dört ا yüz yirmi dört olup yekûnü bin üç yüz kırk iki (1342) ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celbetmekle beraber, Kur’an’ın tenziliyle çok alâkadar bir Nur’a parmak basıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve o tarihten az sonra Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) Risalesi ve Yirminci ve Yirmi Dördüncü Mektuplar gibi Risaletü’n-Nur’un en nurani cüzleri meydan-ı intişara çıkmaları ve Kur’an’ın kırk vecihle i’cazını ispat eden Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi’yle haşre dair Onuncu Söz’ün ikisinin kırk ikide intişarları ve kırk altıda fevkalâde iştiharları aynı tarihte olması bir kuvvetli emaredir ki bu âyet ona hususi bir iltifatı var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki bu âyetler telif ve intişarına işaret ederler, öyle de yalnız تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ kelimesi Risaletü’n-Nur’un ismine –şeddeli “nun” bir “nun” sayılmak cihetiyle– gayet cüz’î bir farkla tevafuk edip remzen bakar, kendine kabul eder. Çünkü تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ kelimesi dokuz yüz elli bir (951) ederek Risaletü’n-Nur’un makamı olan dokuz yüz kırk sekize (948) sırlı üç farkla tevafuk noktasından bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birden hatıra geldi ki:''' Bu üç farkın sırrı ise Risaletü’n-Nur’un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil belki ekseriyetle Kur’an’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Cây-ı dikkattir ki''' birinci حٰمٓ olan Sure-i Mü’min’de تَن۟زٖيلُ ال۟كِتَابِ مِنَ اللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟عَلٖيمِ makam-ı cifrîsi, bazı mühim âyetler gibi bin üç yüz yetmişe (1370) bakıyor. Acaba on beş yirmi sene sonra başka bir nur-u Kur’an zuhur mu edecek, yahut Resaili’n-Nur’un bir inkişaf-ı fevkalâde ile bir fütuhatı mı olacak bilmediğimden o kapıyı açamıyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ BEŞİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حٰمٓ تَن۟زٖيلٌ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ âyet-i kudsiyesidir. Bu âyetin mana-yı işarîsi, Resaili’n-Nur ile münasebeti çok kuvvetlidir. Bir ciheti şudur ki Risaletü’n-Nur’un ve şakirdlerinin mesleği, dört esas üzerine gidiyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi tefekkürdür, Hakîm ismine bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biri de şefkattir, hadsiz olan fakrını hissetmektir ki Rahman ve Rahîm isimlerine bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem şu âyet nasıl ki Resaili’n-Nur’un telif ve tekemmül tarihine tevafukla parmak basıyor, öyle de تَن۟زٖيلٌ kelimesiyle –vakıf mahalli olmadığından tenvin “nun” sayılmak cihetiyle– makamı beş yüz kırk yedi (547) olarak Sözler’in ikinci ve üçüncü ismi olan Resaili’n-Nur ve Risale-i Nur’un adedi olan beş yüz kırk sekiz veya kırk dokuza (548-549) şeddeli “nun” bir “nun” sayılmak cihetiyle pek cüz’î ve sırlı bir veya iki farkla tevafuk ederek remzen ona bakar, dairesine alır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem حٰمٓ تَن۟زٖيلٌ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ in makam-ı cifrîsi, bir vecihle, yani tenvin “nun” sayılsa ve şeddeli iki “ra”daki lâm-ı aslî hesap edilse حَامٖيم۟ , حٰمٓ telaffuzda olduğu gibi olsa bin üç yüz elli dört veya beş (1354-1355) eder. Ve diğer bir vecihte, yani tenvin sayılmazsa bin üç yüz dört (1304) eder. Üçüncü vecihte, yani telaffuzda bulunmayan iki “lâm” hesaba girmezse bin iki yüz doksan dört (1294) eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci vecihte''', tam tamına Resaili’n-Nur’un telifçe bir derece tekemmülü ve fevkalâde ehemmiyet kesbetmesi ve fırtınalara tutulması ve şakirdleri kudsî bir teselliye muhtaç oldukları Arabî tarihiyle şu bin üç yüz elli beş ve elli dört tarihine, hem otuz bir adet Lem’alardan ibaret olan Otuz Birinci Mektup’un telif zamanına, hem o mektubun Otuz Birinci Lem’a’sının vakt-i zuhuruna ve o Lem’a’dan Birinci Şuâ’nın telifine ve o Şuâ’nın yirmi dokuz makamında otuz üç adet âyâtın Risale-i Nur’a işaretleri istihraç edildiği hengâmına ve yirmi beşinci âyetin Risale-i Nur’a îmaları yazıldığı şu zamana, şu dakikaya, şu hale tam tamına tevafuku ise Kur’an’ın i’caz-ı manevîsine yakışıyor. Gayet latîf ve müjdeli bir tevafuktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci vecihte''', yani bin üç yüz dört (1304) makamıyla Risale-i Nur’un tercümanı, Risale-i Nur’un basamakları olan mebâdi-i ulûma besmele-keş olduğu ve fütuhat-ı Nuriyede besmelesini çektiği ve fatiha-i hayat-ı ilmiyede “Bismillahirrahmanirrahîm” okuduğu zamanına tam tamına tevafukla parmak basıyor, arkasını sıvatıyor “Haydi git, selâmetle çalış!” remzen diyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü vecihte''', yani bin iki yüz doksan üç veya dört (1293-1294) olan makam-ı cifrîsiyle o tercümanın besmele-i hayat-ı dünyeviyesinin iptidasına tam tamına tevafuk sırrıyla îma eder ki onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınaları görmek ve çekmekle beraber daima Rahman ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkatle terbiye edileceğini remzen mün’imane haber veriyor. Bu suretle Kur’an’ın manevî i’cazından ihbar-ı gaybî nevinin bir şuâını gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ ALTINCI ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Hud’da فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ âyetinin iki satır sonra gelen وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا فَفِى ال۟جَنَّةِ âyetidir. Şu âyetin şeddeli “mim” ve şeddeli “lâm” ve şeddeli “nun” ikişer sayılmak ve اَل۟جَنَّةِ deki ة vakıfta olduğundan ه olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla tam tamına Resaili’n-Nur şakirdlerinin en meyusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamına tevafukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münasebet-i maneviyesi bir iki risalede, yani Keramat-ı Aleviye’de ve Gavsiye’de beyan edilmiştir. وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا deki سُعِدُوا kelimesi فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ deki سَعٖيدٌ kelimesine Kur’an sahifesinde tam muvazi ve mukabil gelmesi, bu tevafuka bir letafet daha katar. Bu âyetin küllî ve çok geniş mana-yı kudsîsinin cüz’iyatından Risale-i Nur şakirdleri gibi teselliye çok muhtaç bir cüz’îsi bu asırda bin üç yüz elli ikide bulunduğuna tam tamına tevafukla işaret ederek başına parmak basıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer فَفِى ال۟جَنَّةِ kelimesinde vakfedilmezse ve خَالِدٖينَ kelimesiyle rabtedilse o vakit ه , ة olmaz. Fakat daha latîf tesellikâr bir tevafuk olur. Çünkü وَاَمَّا الَّذٖينَ سُعِدُوا kaide-i nahviyece mübtedadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَفِى ال۟جَنَّةِ خَالِدٖينَ onun haberidir. Bu haber ise makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk dokuz (1349) adediyle, bin üç yüz kırk dokuz tarihinden beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan Kur’an hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı cennet ve ehl-i saadet olduğunu mana-yı işarîsiyle ve tevafuk-u cifrî ile ihbar eder. Ve bu tarihte Risale-i Nur şakirdleri Kur’an hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvürleri ve çok mühim risalelerin telifleri ve başlarına gelen şimdiki musibetin, düşmanları tarafından ihzaratı tezahür ettiğinden elbette bu tarihe müteveccih ve işarî, tesellikâr bir beşaret-i Kur’aniye en evvel onlara baktığını gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet فَفِى ال۟جَنَّةِ خَالِدٖينَ de şeddeli “nun” bir “nun” sayılmak cihetiyle ت dört yüz, خ altı yüz, bin eder. İki ن yüz, bir ى iki ف bir ل iki yüz; diğer ل otuz, ikinci ى on, iki “elif” iki, bir ج üç, bir د dört, kırk dokuz eder ki yekûnü bin üç yüz kırk dokuz (1349) eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu müjde-i Kur’aniyenin binden bir vechi bize teması, bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta’da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir zata rüyada (ona) deniliyor ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Resaili’n-Nur şakirdleri, iman ile kabre girecekler, imansız vefat etmezler.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur’aniyenin bir müjdecisi imiş. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Cihan saltanatından daha ziyade kıymettar bir müjde-i Kur’aniye, bir beşaret-i semaviye bu sahifede vardır. </ref>)''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ YEDİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Saf’ta يُرٖيدُونَ لِيُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ dur. Bu âyetteki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ cümlesinin makam-ı cifrîsi, bin üç yüz on altı veya yedidir (1316-1317). Ve bu tarih ise sâbıkan yirmi birinci âyetin hâtimesinde zikredilen inkılab-ı fikrî sadedinde; Avrupa’nın bir müstemlekat nâzırı, Kur’an’ın nurunu söndürmesine çalışması tarihine ve Resaili’n-Nur müellifi dahi ona karşı o inkılab-ı fikrî sayesinde o nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe hem yedi surede yedi defa تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟كِتَابِ aynı tarihe hem طٰسٓ تِل۟كَ اٰيَاتُ ال۟قُر۟اٰنِ dahi aynı tarihe hem هَدٰينٖى رَبّٖٓى اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ dahi aynı tarihe hem اِنَّ رَبّٖى عَلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ dahi şeddeli “nun” bir “nun” sayılmak ve tenvin sayılmamak cihetiyle aynı tarihe hem فَاَع۟رِض۟ عَن۟هُم۟ fermanı dahi aynı tarihe hem نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ dahi aynı tarihe bi’l-ittifak muvafakatları elbette remizden, işaretten, delâletten ziyade bir sarahattir ki Risale-i Nur o Nur-u İlahînin bir lem’ası olacağını ve düşmanları tarafından gelen şübehat zulümatını dağıtacağını mana-yı işarîsiyle müjdeliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bu cifrî ve müteaddid ve manidar tevafuklar ise kuvvetli bir münasebet-i maneviyeye istinad ederler. Evet, Resaili’n-Nur’un yüz yirmi dokuz risaleleri, yüz yirmi dokuz elektrik lambalarının şişeleri misillü Kur’an nur-u a’zamından uzanan tellerin başlarına takılıp o nuru neşrettikleri meydandadır. Risale-i Nur’un yarı ismi iki defa bu cümle-i âyette bulunmasıyla o münasebeti pek letafetlendiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ SEKİZİNCİ ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Tevbe’de يُرٖيدُونَ اَن۟ يُط۟فِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَو۟ كَرِهَ ال۟كَافِرُونَ âyetindeki نُورَ اللّٰهِ بِاَف۟وَاهِهِم۟ وَيَا۟بَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَن۟ يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast planı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyet-perverleri, Hürriyet’i yirmi dörtte ilanıyla o planı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf altı yedi sene sonra, Harb-i Umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle Sevr Muahede’sinde Kur’an’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan planlarını akîm bırakmak için Türk milliyet-perverleri cumhuriyeti ilanla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üç yüz yirmi dörde, tâ otuz dörde, tâ elli dörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’an’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resaili’n-Nur müellifi yirmi dörtte (1324) ve Resaili’n-Nur’un mukaddimatı otuz dörtte (1334) ve Resaili’n-Nur’un nurani cüzleri ve fedakâr şakirdleri elli dörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevk ettiler ve bu itfa suikastına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’an’a muhalif haletlerin ekserisi, o suikastların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahim neticeleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa o vakit bin iki yüz seksen dört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un doksan üç (1293) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâm’ın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resaili’n-Nur şakirdleri yerinde Mevlana Hâlid’in (ks) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi hatıra geldi ki eğer şeddeli “lâmlar” ve “mim” ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise Hazret-i Mehdi’nin şakirdleri olabilir. Her ne ise… Bu nurlu âyetin çok nurani nükteleri var. اَل۟قَط۟رَةُ تَدُلُّ عَلَى ال۟بَح۟رِ sırrıyla kısa kestik. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ DOKUZUNCU ÂYET == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i İbrahim’in başında الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ اِلٰى صِرَاطِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ âyetidir. Şu âyetin dört beş cümlesinde dört beş îma var. Mecmuu bir işaret hükmüne geçer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesi ifade eder ki: “Kitab-ı </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mübin vasıtasıyla, on dördüncü asırdaki zulümattan, insanlar biiznillah Kur’an’dan gelen bir nura çıkarlar.” Bu meal ve hususan nur lafzı, Resaili’n-Nur’a mutabık olduğu gibi makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” iki “nun” olmak üzere bin üç yüz otuz sekiz veya dokuz (1338-1339) ederek Harb-i Umumî zulümatında telif edilen Resaili’n-Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsiri, o zulmetler içindeki zuhuru tarihine tam tamına tevafuku ve âyetteki Nur kelimesi Risale-i Nur’daki Nur lafzına îma ile bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' اِلٰى صِرَاطِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ cümlesi evvelki cümledeki Nur’u tarif ederek der: O Nur Cenab-ı Hakk’ın izzet ve mahmudiyetini gösteren yoldur. Bu cümlenin makam-ı ebcedîsi beş yüz kırk sekiz veya elli (548-550) olarak Resaili’n-Nur’un şeddeli “nun” bir “nun” olmak üzere adedi olan beş yüz kırk sekize tam tamına tevafuk eder. Eğer okunmayan iki “elif” sayılsa mertebesine işaret eden iki farkla yine tam tamına tevafuk eder. Bu îmayı teyid eden hem letafetlendiren bir münasebet var. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Âlem-i İslâm için en dehşetli asır altıncı asır ile Hülâgu fitnesi ve on üçüncü asrın âhiri ve on dördüncü asır ile Harb-i Umumî fitneleri ve neticeleri olduğu münasebetiyle bu cümle makam-ı ebcediyle altıncı asra ve evvelki cümle gibi اَل۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ kelimeleri ile bu asra, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devirlerine îma eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sâbık âyetlerde ise Resaili’n-Nur’un ikinci ismine tevafukla işaret eden umum o âyetler, dehşetli asır olan Hülâgu ve Cengiz asrına dahi îma ederler. Hattâ o âyetlerin hem o asra hem bu asra îmaları içindir ki Hazret-i Ali (ra) Ercuze’sinde ve Gavs-ı A’zam (ra) Kaside’sinde Resaili’n-Nur’a kerametkârane işaret ettikleri vakit hem o asra hem şu asra bakıp hiddetle işaret etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' مِنَ الظُّلُمَاتِ kelimesindeki الظُّلُمَاتِ ın adedi bin üç yüz yetmiş iki (1372) ederek bu asrın zulümleri, zulmetleri ne vakte kadar devam edeceğini, o zulmetlerin içinde bir Nur daima tenvire çalışacağına îma ile Risale-i Nur’un tenvirine remzen bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncüsü:''' لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ cümlesi diyor ki: “Bin üç yüz kırk beşte (1345) Kur’an’dan gelen bir Nur ile insanlar karanlıklardan ışıklara çıkarılacak.” Bu meal ise bin üç yüz kırk beşte fevkalâde tenvire başlayan Resaili’n-Nur’a tam tamına cifirce hem mealce muvafık ve mutabık olmakla Risale-i Nur’un makbuliyetine îma belki remzediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşincisi:''' الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ deki اِلَي۟كَ kelimesi Kur’an’a has baktığı için hariç kalmak üzere, الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ cümlesinin makamı Risaletü’n-Nur’un birinci ismine tam tamına tevafuk etmesi Risaletü’n-Nur’un, Kitab-ı Münzel’in tam bir tefsiri ve manası olduğunu ve ondan yabani olmadığını remzen ifade eder. Çünkü الٓرٰ üç yüz seksen iki, كِتَابٌ dört yüz yirmi üç, اَن۟زَل۟نَاهُ yüz kırk dört, yekûnü dokuz yüz kırk dokuz (949); eğer tenvin “nun” sayılsa dokuz yüz doksan dokuz (999) ederek Risaletü’n-Nur’un –eğer şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa– adedi olan dokuz yüz kırk sekize (948), eğer şeddeli “nun” iki “nun” olsa dokuz yüz doksan sekize (998) sırlı (yani vahiy olmadığını ifade için) bir tek farkla tevafuk edip ona îma eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Bu bir tek âyette mezkûr beş cümlenin münasebet-i maneviyeyi gözeterek beş adet îmaları bir kuvvetli işaret belki bir delâlet hükmüne geçebilir kanaati, bana bunu yazdırdı. Hata etmişsem Kitab-ı Mübin’i şefaatçi edip Erhamü’r-Râhimîn’den kusurumun affını niyaz ederim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ DOKUZUNCU ÂYETİN SEHVİNE DAİR TAFSİLAT == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Küçük bir sehivden kuvvetli bir işaret-i gaybiye gördüm. Ondan bildim ki o sehiv bunun içinmiş. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Şuâ olan İşarat-ı Kur’aniyenin yirmi dokuzuncu âyet Sure-i İbrahim’in başında, الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ içinde اِلَى النُّورِ بِاِذ۟نِ رَبِّهِم۟ cümlesine, makam-ı cifrîsi sehven bin üç yüz otuz dört (1334) ederek Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin zuhuru ve tabı tarihine tevafukla bakar denilmiş. Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üç yüz otuz dokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde iştiharı ve Dârülhikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddid ve maddî ve manevî inkılabların sarsıntılarından vikaye noktasında –çok emareler ve müftülerin itirafıyla– birer kale ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki “elif” sayılsa bin üç yüz kırk bir (1341) edip Risale-i Nur’un mebde-i zuhuruna tam tamına tevafukla bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu küçük sehiv şöyle bir manayı birden kuvvetli ihtar etti ki: O Sure-i İbrahim’in (as) başındaki âyetin Risale-i Nur’a remzen bakan yalnız onun dört cümlesi değil belki o birinci sahife âhirine kadar münasebat-ı maneviye cihetinde bir mana-yı remziyle –efrad-ı kesîresi içinde– Risale-i Nur’a gizli bir hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben şimdilik o hakikat-i remziyeyi beyan edemem. Yalnız kısa bir işaret edilecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Risale-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim’in (as) hususi meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyla şu surede daha ziyade Risale-i Nur’u kucağına alıyor. Baştaki âyet, dört cümle ile en karanlık bir asrın kara kara içinde, zulmet zulmet içinde insanları nura çıkaran ve Kur’an’dan çıkan bir nura parmak bastığı gibi en karanlık içinde bulunan ve Risale-i Nur’un cereyanına muhalif gidenleri tarif eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Âyet:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَّذٖينَ يَس۟تَحِبُّونَ ال۟حَيٰوةَ الدُّن۟يَا عَلَى ال۟اٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن۟ سَبٖيلِ اللّٰهِ وَيَب۟غُونَهَا عِوَجًا اُولٰٓئِكَ فٖى ضَلَالٍ بَعٖيدٍ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu dahi üç cümlesiyle bazı münasebat-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem Risale-i Nur’un mesleğine hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ve birinci cümlesiyle der ki:''' “O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın –imanları beraber olduğu halde– ve bir kısım ehl-i ilmin –âhireti tam bildikleri halde– onlara iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu cümlenin bu asra bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Sair asırlarda o ehl-i dalalet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elması elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ve ikinci cümlesi olan وَ يَصُدُّونَ عَن۟ سَبٖيلِ اللّٰهِ''' '''ile der ki:''' “O bedbahtların dalaleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş’et ettiği için kendi halleri ile durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onun ile ecdadları bağlı olan dine adâvetkârane, menbalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ve üçüncü cümlesi olan وَ يَب۟غُونَهَا عِوَجًا''' '''ile der ki:''' “Onların dalaleti fenden, felsefeden geldiği için acib bir gurur ve garib bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki kâinatı idare eden İlahî kanunların şuâlarını ve insan âleminde o hakaikin düsturlarını süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsait görmediklerinden (hâşâ! hâşâ!) eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu âyet, üç cümlesiyle manen bu asırda acib bir taife-i dâlleye tam bir tevafuk-u manevî ile mana-yı işarîsiyle çok efradı içinde hususi baktığı gibi tevafuk-u cifrîsiyle dahi başlarına parmak basıyor. Evet, evvelki cümle olan اَلَّذٖينَ يَس۟تَحِبُّونَ nin makamı bin üç yüz yirmi yedi (1327); eğer şeddeli “lâm” ve “be” ikişer sayılsa Arabî tarihiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) edip o tuğyanlı taifenin savletli zamanını göstererek tam tevafukla bakar. وَ يَب۟غُونَهَا عِوَجًا in makamı, tenvin “nun” olmak cihetiyle bin iki yüz dokuz (1209) ederek şeriat-ı İslâmiyeye suikast olarak ecnebi kanunlarını adliyeye sokmak fikri ve teşebbüsü tarihine tam tamına tevafukla bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve bu emareler gibi çok îmalar ile baştaki âyetin kuvvetli işaret ettiği Risale-i Nur’un muarızlarına zâhir bir surette baktığı gibi mefhum-u muhalifi delâletiyle dahi Risale-i Nur’a tam bakar. Hattâ dördüncü âyette Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder ve beşincide Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşidleri ve âlimleri perişan olan vilayat-ı şarkiyede Risale-i Nur imdatlarına ve her taifeden ziyade başlarına gelen hâdiseler ve âyette بِاَيَّامِ اللّٰهِ tabir edilen elîm vakıaları hatırlarına getirmekle ikaz ve irşad etmelerine bir mana-yı işarî ve remzî ile emrediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âhirki ehemmiyetli işareti beyan etmeme şimdilik izin olmadığından yalnız her birinin bir tek remzi gayet kısa beyan edilecek. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Âyetin''' '''وَمَٓا اَر۟سَل۟نَا مِن۟ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَو۟مِهٖ لِيُبَيِّنَ لَهُم۟ cümlesi''' makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karinesiyle ve risalet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında nâibleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mana-yı remzî cihetinde vazife-i irsiyeti tam yapan Risale-i Nur’u efradı içine hususi bir iltifatla dâhil edip lisan-ı Kur’an olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bunun makamı رَسُولٍ deki tenvin “nun” sayılmak ve şeddeli “lâm” bir sayılsa bin üç yüz otuz sekiz (1338) ve şeddeli “lâm” iki sayılsa ve şeddeli “ye” bir sayılsa bin üç yüz elli sekiz (1358), her ikisi birer sayılsa bin üç yüz yirmi sekiz (1328); şeddeliler iki sayılsa tenvin sayılmazsa bin üç yüz on sekiz (1318) hem tenvin hem şeddeliler sayılsa bin üç yüz altmış sekiz (1368) ederek Risale-i Nur’un beş devresine ve beş vaziyetine remzen ve îmaen bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Âyette:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَن۟ اَخ۟رِج۟ قَو۟مَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّر۟هُم۟ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesinde makam-ı cifrîsi, şeddeliler birer sayılmak cihetinde bin üç yüz elli bir (1351) ederek Risale-i Nur’un şimdilik beyanına iznim olmayan ehemmiyetli vazifesinin ve bu evamir-i Kur’aniyeyi imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk-u cifrî ve muvafakat-ı maneviye karinesiyle ve kıssadan hisse almak münasebat-ı mefhumiye remzi ile Risale-i Nur’a îmaen bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha yazılacak çok gaybî işaretler var fakat izin verilmedi, şimdilik kaldı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ------ <center> [[On Beşinci Şuâ]] ⇐ | [[Şualar]] | ⇒ [[Sekizinci Şuâ]] </center> ------ </div>