İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Arabî Hutbe-i Şâmiye'nin Mukaddemesi == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu Hutbe-i Şamiye eseri, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin otuz beş yaşında iken Şam’da, Şam ulemasının ısrarı üzerine Cami-i Emevî’de îrad ettiği bir hutbedir. Çok büyük bir ehemmiyeti haiz olması hasebiyle o zaman Şam’da bir hafta içinde iki defa tabedilmiştir. Bilâhare müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafından tercümesi neşredilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Arabî Hutbe-i Şamiye’nin Mukaddimesidir''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَرَح۟مَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aziz, sıddık kardeşlerim! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kırk sene evvel Şam’daki Cami-i Emevî’de Şam ulemasının ısrarıyla içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakın bir azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri bir hiss-i kable’l-vuku ile Eski Said hissetmiş, kemal-i kat’iyetle müjdeler vermiş ve pek yakın bir zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beş sene bir istibdad-ı mutlak, o hiss-i kable’l-vukuun kırk elli sene tehirine sebep olmuş ve şimdi o zamandaki verdiği haberlerin aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyet’te başlamış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil belki doğrudan doğruya 1327’ye bedel, 1371’de ve Cami-i Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde, üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir diye tercümesini neşretmek zamanıdır tahmin ederim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <span id="Gayet_mühim_bir_suale_verilen_çok_ehemmiyetli_bir_cevabı_burada_yazmaya_münasebet_geldi._Çünkü_kırk_sene_evvel_Eski_Said,_o_dersinde_bir_hiss-i_kable’l-vuku_ile_Risale-i_Nur’un_hârika_derslerini_ve_tesiratını_görmüş_gibi_bahsediyor._Onun_için_o_sual_ve_cevabı_yazacağız._Şöyle_ki:"></span> ==== ΜΙΑ ΕΡΩΤΗΣΗ ΚΑΙ ΜΙΑ ΑΠΑΝΤΗΣΗ ==== Θα αναφέρουμεεδώ, μια βαρυσήμαντη απάντηση μιας πραγματικά σημαντικής ερώτησης που έχει συσχετιστεί με αυτό το σημείο. Διότι, ο παλιός Σαΐντ, πριν σαράντα χρόνια σε εκείνο το μάθημα του αναφέρεται με έναν προαισθητικό τρόπο σαν να έχει δει τα υπέροχα μαθήματα του Ρισαλέ-ι Νουρ και τις επιδράσεις τους. Για αυτό το λόγο, θα γράψουμε εκείνη την ερώτηση και απάντηση η οποία έχει ως εξής: Ρωτάνε και έχει ερωτηθεί από πολλούς, σε εμένα και σε μερικά από τα αδέρφια μου στο Νούρ [πνευματικό Φώς], το εξής: «Για ποιο λόγο, παρά τους τόσους πολλούς αντιπάλους, επίμονους φιλοσόφους, και απέναντι των τόσο παρεκκλινόντων, το Ρισαλέ-ι Νούρ δεν ηττάται; Εμποδίζοντας ως ένα βαθμό τη διάδοση εκατομμυρίων πανάξιων βιβλίων περί του Ισλάμ και της πίστης, και μέσω της ασωτίας και τις εγκόσμιες απολαύσεις, απομακρύνουν πολλούς νέους και μεγάλους από τις πραγματικότητες της πίστης. Ενώ από την άλλη, παρά τις πιο έντονες επιθέσεις, τις πιο απάνθρωπες μεταχειρίσεις, και με τις περισσότερες συκοφαντίες και ψέματα που έχουν εξαπολύσει για να δυσφημίσουν το Ρισαλέ-ι Νουρ, και προσπαθούν με αυτόν τον τρόπο να κατατρομάξουν τον κόσμο και να τον απομακρύνουν από το Ρισαλέ-ι Νουρ· ποιο είναι το μυστήριο και η σοφία της διάδοσης του Ρισαλέ-ι Νούρ -έτσι ώστε δεν έχει ειδωθεί σε κανέναν άλλο έργο, μέσω των εξακοσίων χιλιάδων αντιτύπων τα περισσότερα από τα οποία είναι χειρόγραφα και έχουν εξαπλωθεί με απόλυτη επιθυμία συγκεκαλυμμένα- και της αδιάλειπτης ανάγνωσης του με τέτοιο ενθουσιασμό, στο εσωτερικό αλλά και εξωτερικό; Πως γίνεται αυτό;» και σε πολλές άλλες ερωτήσεις αυτού του είδους ως απάντηση λέμε το εξής: Το Ρισαλέ-ι Νουρ, μέσω του μυστηρίου της θαυματουργικότητας του Πάνσοφου Κουρ’άν είναι μια ουσιαστική ερμηνεία του, και καθώς φανερώνει την ύπαρξη μιας πνευματικής κόλασης στην παρέκκλιση από την πίστη, αποδεικνύει επίσης την ύπαρξη ενός πνευματικού παραδείσου στην πίστη. Καθώς παρουσιάζει τα πνευματικά οδυνηρά βάσανα που βρίσκονται στις αμαρτίες, κακίες και απαγορευμένες (Haram) απολαύσεις, αποδεικνύει επίσης τις πνευματικές σαν του παραδείσου απολαύσεις που υπάρχουν στην ευλάβεια, στις ευεργετικές πράξεις και στην υπακοή στις πραγματικότητες των νόμων της Σαρία. Και λυτρώνει με αυτόν τον τρόπο τους συνετούς που έχουν ξεπέσει και περιπλανιούνται στην ανηθικότητα και παρέκκλιση. Διότι υπάρχουν δύο τρομερές καταστάσεις στην εποχή μας. '''Η Πρώτη:''' Είναι τα ανθρώπινα αισθήματα τα οποία χωρίς να βλέπουν το αποτέλεσμα προτιμούν μια παρούσα έτοιμη απόλαυση αντί χιλιάδων μελλοντικών απολαύσεων, και επειδή αυτά υπερισχύουν στον νου και την λογική, ο μόνος τρόπος της λύτρωσης των ανήθικων και άσωτων ανθρώπων από την ανηθικότητα είναι η κατάδειξη των δεινών που υπάρχουν σε αυτήν την απόλαυση ώστε να αντιμετωπιστεί αυτή η πλανερή αίσθηση. Και με την ένδειξη του εδαφίουيَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا ότι δηλαδή, παρά τη γνώση που κατέχει κανείς, περί των πανάξιων σαν διαμάντια, αγαθών του υπερπέραν, και παρόλο που γνωρίζει τις απολαύσεις του υπερπέραν, και παρόλο που είναι πιστοί, είναι ότι αυτήν την εποχή, ακολουθώντας τους παρεκκλίνοντες προτιμά τα εγκόσμια εύθραυστα κομμάτια μπουκαλιών αντί αυτά τα διαμάντια. Και ο μόνος τρόπος της σωτηρίας τους από το παραπάνω αίσθημα και την εξάρτηση της εγκόσμιας λατρείας και τον εξευτελισμό στην παρέκκλιση, είναι η επίδειξη των οδυνηρών σαν της κολάσεως δεινών που επιφέρουν τα παραπάνω ακόμα και σε αυτή τη ζωή, ο οποίος τρόπος είναι και ο τρόπος που ακολουθεί το Ρισαλέ-ι Νουρ. Ειδάλλως, απέναντι στο πείσμα του αθεϊσμού που υπάρχει στην εποχή μας, της παρέκκλισης που προέρχεται από την επιστήμη, και της εξάρτησης στην ασωτία, αυτοί οι οποίοι με τη γνωστοποίηση του Απόλυτου και Δικαίου Αλλάχ (Cenâb-ı Hakk), και με την απόδειξη της Κόλασης, μέσου του φόβου, λαμβάνουν κάποιο μάθημα και εγκαταλείπουν το κακό και τις αμαρτίες, είναι ένας στους είκοσι. Και μετά το μάθημα αυτό λέγοντας, «Ο Δίκαιος και Αληθής Αλλάχ (Cenâb-ı Hakk) είναι Φιλεύσπλαχνος και Συγχωρητικός (Gafûrü’r-Rahîm), και η Κόλαση είναι πολύ μακριά» μπορεί και συνεχίζει στην ασωτία του. Και έτσι, η καρδιά του και η ψυχή του, υποκύπτουν στα αισθήματα του. Να λοιπόν, το Ρισαλέ-ι Νουρ, στις περισσότερες συγκρίσεις παρουσιάζοντας τους τρομερούς και οδυνηρούς πόνους που επιφέρει η απιστία και η παρέκκλιση και σε αυτόν τον κόσμο, πείθει ακόμα και τους πιο πείσμονες, τους πιο αυτολάτρεις ανθρώπους, και τους προκαλεί ένα μίσος προς αυτές τις δαιμονικές, μη επιτρεπόμενες απολαύσεις και την ασωτία, και προσελκύει τους συνετούς από αυτούς, στη μετάνοια. Κάποιες από αυτές τις συγκρίσεις, όπως ο σύντομος Έκτος, Έβδομος, και Όγδοος Λόγος, και επίσης η εκτενής σύγκριση στην Τρίτη Ενότητα του Τριακοστού Δεύτερου Λόγου, τρομάζει ακόμα και τους πιο άθλιους και ανήθικους που βαδίζουν προς την παρέκκλιση, και τους κάνει να αποδέχονται αυτά τα μαθήματα. Για παράδειγμα: Θα κάνουμε μια σύντομη αναφορά στις καταστάσεις που παρατήρησα ως πραγματικότητα σε ένα ταξίδι συλλογισμού στο εδάφιο του Νούρ, (24.35). Όποιος επιθυμεί περαιτέρω λεπτομέρειες ας ανατρέξει στο τέλος του έργου «Η Εξ Αγνώστου Σφραγίδα Επαλήθευσης» (Sikke-iTasdik-i Gaybi). Για παράδειγμα: Όταν είδα σε αυτό το ταξίδι του συλλογισμού τον κόσμο των ζώων που έχουν ανάγκη την τροφή, παρατήρησα με το υλιστικό μάτι της φιλοσοφίας, αυτόν τον έμβιο κόσμο, ο οποίος μέσα στην απεριόριστη ανάγκη και έντονη πείνα που βρίσκεται, μαζί με την αδυναμία και ανεπάρκεια που έχουν τα ζώα, μου τον παρουσίασε τόσο πικραμένο και οδυνηρό, που ξεφώνισα μοιρολογώντας λόγω της όψης που μου πρόσφεραν οι απερίσκεπτοι αδιάφοροι που βρίσκονται στην παρέκκλιση. Ξαφνικά, με την σοφία του Κουρ’άν και με τα δίοπτρα της πίστης είδα ότι, ο τίτλος του Πολυεύσπλαχνου (Rahmân) ανάτειλε στο άστρο του Σιτιστή (Rezzâk) σαν ένας λαμπρός ήλιος. Και φώτισε με το φως της ευσπλαχνίας αυτόν τον απελπισμένο και πεινασμένο έμβιο κόσμο. Έπειτα, είδα έναν άλλο κόσμο μέσα στον έμβιο κόσμο. Τον κόσμο των νεογέννητων, τα οποία μέσα στην αδυναμία, ανεπάρκεια και ανάγκη, κατασπαράζοντας προσελκύουν τον οίκτο και τη συμπόνια ολονών, μέσα στο συγκινητικό και οδυνηρό σκότος που βρίσκονται. Όταν τα κοίταξα με την όψη των απερίσκεπτων που βρίσκονται στην παρέκκλιση είπα αλίμονο! Ξαφνικά η πίστη μου έδωσε ένα ζευγάρι γυαλιά και είδα ότι: Ο τίτλος του Οικτίρμονος (Rahîm) έχει ανατέλλει στο άστρο της στοργής. Και μετέτρεψε με έναν τόσο όμορφο και ευχάριστο τρόπο αυτόν τον πικρό κόσμο σε έναν χαρούμενο τόπο που ακόμα και τα δάκρυα μου που προέρχονταν από τη διαμαρτυρία, τον οίκτο, και μελαγχολία μετατράπηκαν σε δάκρυα που προέρχονται από την χαρά και την απόλαυση της αγαλλίασης. Έπειτα μου φανερώθηκε ο κόσμος της ανθρωπότητας σαν μια σκηνή του σινεμά. Τον κοίταξα με τα κιάλια των απερίσκεπτων που βρίσκονται στην παρέκκλιση. Είδα αυτόν τον κόσμο τόσο σκοτεινό, φρικιαστικό, που κραύγασα από το βάθος της καρδιάς μου με θρήνο και είπα αλίμονο! Διότι, είδα τον άνθρωπο ο οποίος με τις επιθυμίες και φιλοδοξίες του που εκτείνονται ως την αιωνιότητα, με τον διαλογισμό και στοχασμό του που καλύπτει την οικουμένη, με τον μόχθο και τα έμφυτα του χαρίσματα τα οποία πραγματικά ποθούν την αιωνιότητα, την αιώνια ευτυχία και τον Παράδεισο, με τις απεριόριστες και ελεύθερο-βουλες έμφυτες ιδιαιτερότητες και με τις ανάγκες του στραμμένες σε αμέτρητους σκοπούς και με την αδυναμία και ανεπάρκεια που κατέχει, καθώς είναι αντιμέτωπος με τις επιθέσεις αμέτρητων συμφορών και εχθρών… μέσα σε μια σύντομη ζωή, σε έναν πραγματικά κακόμοιρο και άθλιο βίο, μέσα στην συμφορά της ακατάπαυστης απομάκρυνσης και χωρισμού, τα οποία είναι οι πιο τρομερές και φρικτές καταστάσεις για την καρδιά και την συνείδηση… ναι είδα αυτόν τον άνθρωπο να έχει το βλέμμα του στραμμένο στον μνήμα, στην πύλη που για τους απερίσκεπτους είναι η πύλη του αιώνιου σκότους, και έτσι κοιτάζοντας τον τάφο τους, τους είδα να ρίχνονται ένας-ένας, ομάδες-ομάδες σε αυτόν τον λάκκο του σκότους. Όταν είδα λοιπόν τον κόσμο της ανθρωπότητας μέσα σε αυτό το ζόφος, η καρδιά μου, η ψυχή μου, ο νους μου, και μαζί με αυτά, όλα τα ανθρώπινα μου χαρακτηριστικά και όλα τα σωματίδια της υπόστασής μου καθώς ετοιμάζονταν να ξεσπάσουν στο κλάμα, ξαφνικά το Φως (Nur) και η δύναμη της πίστης που πρόβαλε από το Κουρ΄άν, συνέτριψε εκείνα τα γυαλιά της παρέκκλισης, και έδωσε ένα μάτι στο κεφάλι μου, και είδα ότι: Ο τίτλος του Δικαίου (Âdil) του Απόλυτου και Δικαίου Αλλάχ (Cenâb-ı Hakk), ανάτειλε σαν τον ήλιο στο άστρο του Πάνσοφου (Hakîm)… ο τίτλος της Απόλυτης Ευσπλαχνίας (Rahmân) στο άστρο του Γενναιόδωρου (Kerîm)… ο τίτλος του Οικτίρμων (Rahîm) στο άστρο δηλαδή στο νόημα του τίτλου Συγχωρών (Gafûr)… ο τίτλος του Νεκραναστάτη (Bâis) στο άστρο του Απόλυτου Κληρονόμου (Vâris)… ο τίτλος του Ζωοδόχου (Muhyî) στο άστρο του Ευεργέτη (Muhsin), και ο τίτλος του Επιμορφωτή (Rab) στο άστρο του Ιδιοκτήτη (Mâlik). Φώτισαν μονομιάς εκείνο το ζοφερό κόσμο της ανθρωπότητας και μαζί του πολλούς άλλους κόσμους που εμπεριέχει μέσα του, και τους χαροποίησαν ολότελα. Διαλύοντας τις καταστάσεις της κόλασης, διάνοιξαν φωτεινά παράθυρα προς τον μεταθανάτιο κόσμο και σκόρπισαν φως στον απελπισμένο κόσμο του ανθρώπου. Είπα «Ελχάμτουλιλλάχ-Δόξα τον Αλλάχ!, Ες’σιουκρού Λιλ’λάχ-Ευχαριστώ τον Αλλάχ!» τόσες φορές, όσες είναι και τα σωματίδια που βρίσκονται στο σύμπαν. Και έπειτα παρατήρησα με τα μάτια μου ότι: Υπάρχει, μέσω της πίστης και σε αυτόν τον κόσμο ένας πνευματικός παράδεισος, και μία πνευματική κόλαση στην παρέκκλιση, τα οποία εξακρίβωσα με γνώση. Έπειτα μου φανερώθηκε ο κόσμος της υδρογείου. Εκεί, σε αυτό το ταξίδι του συλλογισμού, αυτοί οι σκοτεινοί κανόνες της επιστήμης των ανυπότακτων στη θρησκεία φιλοσόφων, μου παρουσίασαν έναν τρομερό κόσμο. Ζαλίστηκα όταν μου παρουσιάστηκε η απεγνωσμένη κατάσταση του ανθρώπου, ο οποίος μέσα στο φρικτό σκοτάδι του απέραντου σύμπαντος, ταξιδεύει μέσα στην τρομερή και πολύ ηλικιωμένη και υπέργηρο υδρόγειο, η οποία κινείται με μια ταχύτητα εβδομήντα φορές πιο μεγάλη από τη βολίδα ενός κανονιού καιταξιδεύοντας συμπληρώνει μια απόσταση είκοσι πέντε χιλιάδων χρόνων σε έναν χρόνο, και είναι γεμάτη με εσωτερικούς σεισμούς και είναι έτοιμη και ικανή να διαλυθεί και να καταστραφεί ανά πάσα στιγμή. Θόλωσαν τα μάτια μου. Πέταξα τα γυαλιά της φιλοσοφίας και τα έσπασα. Ξαφνικά, κοίταξα με ένα μάτι φωτισμένο με το φως της σοφίας του Κουρ’άν και της πίστης και είδα ότι: Οι τίτλοι Ο Πανίσχυρος (Kàdir), Ο Παντογνώστης (Alîm), Ο Επιμορφωτής-Κύριος (Rab), Ο Αλλάχ, Ο Κύριος των Ουρανών και της Γης (Rabbü’s-Semâvâtive’l-Ard ), Ο Υποτάσσων τον Ήλιο και την Σελήνη (Müsahhirü’ş-Şemsive’l-Kamer) του Δημιουργού της Γης και των Ουρανών, ανάτειλαν σαν τον ήλιο, στα άστρα δηλαδή στις έννοιες της ευσπλαχνίας, της μεγαλειότητας και της κυριότητας. Και φώτισαν αυτόν τον σκοτεινό, τρομερό, και φρικτό κόσμο, τόσο που σε αυτήν την κατάσταση που βρισκόμουνα, με την όραση της πίστης είδα ότι, αυτή η υδρόγειος είναι τόσο ταχτοποιημένη, υποταγμένη, τελειοποιημένη, όμορφη, και ασφαλής…και ότι είναι σαν ένα κρουαζιερόπλοιο το οποίο φέρει μαζί του όλες τις αναγκαίες προμήθειες, και είναι σχεδιασμένο για ταξίδι, ευχαρίστηση και εμπόριο… και την είδα σαν ένα καράβι, ένα αεροπλάνο, ένα τρένο που περιστρέφει τα έμβια όντα γύρο από τον ήλιο, τα ταξιδεύει στην χώρα του Απόλυτου Επιμορφωτή (Rab)… και ότι η υδρόγειος αυτή προσφέρει τη σοδειά του καλοκαιριού, της άνοιξης, και του φθινοπώρου σε όλα τα όντα που τα προσμένουν. Και έτσι είπα, όσα είναι και τα σωματίδια της υδρογείου είθε να είναι οι Δοξασμοί στον Αλλάχ, για το αγαθό της πίστης που μας έχει προσφέρει! «Ελχάμντου-λιλλάχι-αλέλ-νίμετ-ιλ-ιμάν». Να, όπως αυτή η σύγκριση λοιπόν, έχει αποδειχτεί σε πολλές συγκρίσεις του Ρισαλέ-ι Νούρ ότι, αυτοί οι οποίοι βρίσκονται στην παρέκκλιση και ασωτία, βιώνουν μια πνευματική οδύνη κολάσεως ακόμα και σε αυτόν τον επίγειο κόσμο, και αντιθέτως, αυτοί οι οποίοι έχουν πίστη και δρουν ευλαβικά, βιώνουν έναν πνευματικά παραδεισένιο κόσμο ακόμα και σε αυτόν τον επίγειο κόσμο, που μπορούν και απολαμβάνουν παραδεισένιες γεύσεις -με το σαρκικό στομάχι της ανθρωπότητας αλλά και το πνευματικό στομάχι του Ισλάμ όπως και με τους αντικατοπτρισμούς και τις εκφάνσεις της πίστης- και επωφελούνται από αυτά ανάλογα με τον βαθμό της πίστης που κατέχουν. Δυστυχώς όμως, τα κινήματα αυτής της θυελλώδης εποχής που καταργούν τις αισθήσεις και διασκορπίζουν την προσοχή του ανθρώπου στα επιπόλαια και άσχετα, έχουν προκαλέσει μία ζάλη σαν μια αναισθησία, έτσι ώστε αυτοί οι οποίοι βρίσκονται στην παρέκκλιση και ασωτία, προσωρινά δεν μπορούν να αισθανθούν ακριβώς αυτόν τον πνευματικό πόνο, όπως επίσης, και οι φωτισμένοι με την πίστη, λόγω της αμέλειας και απερισκεψίας τους, δεν μπορούν να εκτιμήσουν τις πραγματικές αυτές απολαύσεις. '''Η δεύτερη τρομερή κατάσταση του αιώνα αυτού:''' Στις προηγούμενες εποχές, οι παρεκκλίσεις οι οποίες προέρχονταν από τον απόλυτο αθεϊσμό και την επιστήμη, το πείσμα που προερχόταν από την εμμονή του αθεϊσμού, σε σύγκριση με την εποχή μας ήταν πολύ λίγη. Για αυτό λοιπόν, τα μαθήματα των προηγούμενων πνευματικών εξερευνητών του Ισλάμ και τα τεκμήρια τους, ήταν απολύτως αρκετά για την εποχή τους, και εξάλειφαν αμέσως τις αμφιβολίες της απιστίας. Η πίστη στον Αλλάχ επικρατούσε καθολικά, έτσι η γνωστοποίηση του Αλλάχ, και η υπενθύμιση των οδυνηρών πόνων της Κόλασης ήταν, για πολλούς, αρκετές ώστε να εγκαταλείψουν την παρέκκλιση και την ασωτία. Ενώ τώρα, στη θέση του ενός απολύτως άθεου που υπήρχε σε μια χώρα εκείνη την εποχή, τώρα μπορεί να υπάρχουν εκατό, σε μια μόνο πόλη. Το ποσοστό αυτών που έχουν χωθεί στην παρέκκλιση με την επιστήμη και γνώση και αντιτίθενται στις πραγματικότητες της πίστης με πείσμα και εμμονή, έχουν αυξηθεί κατά εκατό φορές σε σύγκριση με τις προηγούμενες εποχές. Επειδή λοιπόν αυτοί οι επιμένοντες πείσμονες με έναν φαραωνικό βαθμό αλαζονείας και μια τρομερή παρέκκλιση επιτίθενται στις πραγματικότητες της πίστης, ασφαλώς και ενάντια σε αυτούς χρειάζεται μια τέτοια ιερή πραγματικότητα ώστε σαν μια ατομική βόμβα να κάνει κομμάτια τα θεμέλια τους σε αυτόν τον κόσμο, να σταματήσει τη βεβήλωση τους και να φέρει κάποιους από αυτούς στην πίστη. Για αυτό λοιπόν, είθε να είναι άπειρες οι ευχαριστίες στον Απόλυτα Δίκαιο Αλλάχ (Cenâb-ı Hakk) που το Ρισαλέ-ι Νούρ -το οποίο ως ένα πνευματικό θαύμα και μια αναλαμπή του Θαυματουργικού Κηρύγματος του Κουρ’άν είναι το βάλσαμο της ακριβούς ασθένειας της εποχής- μέσω των αρκετά πολλών συγκρίσεων που πραγματοποιεί, καταπαύει με το διαμαντένιο σπαθί του Κουρ’άν, ακόμα και τους πιο τρομερούς επίμονους πείσμονες. Και παρουσιάζει τόσα τεκμήρια και αποδείξεις -όσο και τα σωματίδια του σύμπαντος- περί τη Θεία Ενάδα και περί τις πραγματικότητες της πίστης, ώστε παρά τις σφοδρότατες επιθέσεις που έχει υποστεί εδώ και είκοσι πέντε χρόνια, αδιάλλακτα έχει υπερισχύσει και ακόμα υπερισχύει. Ναι, οι συγκρίσεις μεταξύ της πίστης και απιστίας, φώτισης και παρέκκλισης που λαμβάνουν μέρος στο Ρισαλέ-ι Νούρ, αποδεικνύουν σαφέστατα αυτόν τον ισχυρισμό μας. Για παράδειγμα, εάν κάποιος προσέξει τα τεκμήρια και τις αναλαμπές των δύο επιπέδων που βρίσκονται στον Εικοστό Δεύτερο Λόγο, την Πρώτη Ενότητα του Τριακοστού Δεύτερου Λόγου, τα παράθυρα της Τριακοστής Τρίτης Επιστολής, και τα έντεκα στοιχεία στην Ράβδο του Μουσά (Μωϋσή) (Asâ-yı Mûsâ), και τα συγκρίνει με τα υπόλοιπα, θα καταλάβει ότι, αυτό που θα σπάσει και θα διαλύσει το πείσμα και την εμμονή της παρέκκλισης και του εξολοκλήρου αθεϊσμού είναι οι πραγματικότητες του Κουρ’άν οι οποίες αντικατοπτρίζονται στο Ρισαλέ-ι Νούρ. Εύχομαι, με τη θέληση του Αλλάχ, όπως το Εγχειρίδιο των Μυστηρίων (Tılsımlar Mecmuası) -όπου σημαντικά μυστήρια της θρησκείας και κομμάτια που φανερώνουν τα αινίγματα της δημιουργίας του σύμπαντος, έχουν συγκεντρωθεί σε αυτό το εγχειρίδιο- έτσι ακριβώς, με τη θέληση του Αλλάχ, θα εκδοθεί ένα σύντομο εγχειρίδιο το οποίο θα περιέχει συνοπτικά, αποσπάσματα του Νούρ, μέσα στα οποία θα παρουσιάζεται η κόλαση που ενέχει ο κόσμος αυτών που ζουν στην παρέκκλιση, οι παραδεισένιες απολαύσεις που φέρει ο κόσμος των πεφωτισμένων, και ότι η πίστη είναι ένας άυλος σπόρος του Παραδείσου, και η απιστία ένας σπόρος πικροδάφνης της Κόλασης. <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Arabî Hutbe-i Şâmiye Eserinin Tercümesi == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün zîhayatlar, hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri manevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a biz de takdim ediyoruz ki demiş: لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ Yani rahmet-i İlahiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (asm) üzerine olsun ki demiş: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> جِئ۟تُ لِاُتَمِّمَ مَكَارِمَ ال۟اَخ۟لَاقِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hamd ve salâttan sonra: Ey bu Cami-i Emevî’de bu dersi dinleyen Arap kardeşlerim! Ben haddimin fevkinde bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım. Çünkü size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içinizde yüze yakın ulema bulunan cemaate karşı benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki o sabî çocuk, sabahleyin medreseye gidip okuyup akşam da babasına gelip okuduğu dersini babasına arz eder. Tâ doğru ders almış mı, almamış mı? Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet, bizler size nisbeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz. Sizler bizim ve İslâm milletlerinin üstadlarısınız. İşte ben de aldığım dersimin bir kısmını sizler gibi üstadlarımıza şöyle beyan ediyorum: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Yeisin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' Adâvete muhabbet. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncüsü:''' Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşincisi:''' Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdat. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncısı:''' Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu altı dehşetli hastalığın ilacını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur’aniyeden ders aldığım altı kelime ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ KELİME:''' “El-emel”. Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümit beslemek. Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm’ın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm’ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab’ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Yeisin burnunun rağmına olarak '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Eski Said, hiss-i kable’l-vuku ile 1371’de –başta Arap devletleri– âlem-i İslâm’ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırk beş sene evvel haber vermiş. İki harb-i umumî ve otuz kırk sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. 1370’te olan vaziyeti 1327’de olacak gibi müjde vermiş, tehirinin sebebini nazara almamış.</ref>''')''' ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i İlahî ve kısmetimize razı olmalıyız ki bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddimatlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddimatına başlıyoruz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte İslâmiyet’in hakaiki hem manen hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci cihet olan manen terakki ise:''' Biliniz! Hakiki vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus’u mağlup eden Japon Başkumandanının İslâmiyet’in hakkaniyetine şehadeti de şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hakikat-i İslâmiyet’in kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm’ın hakikat-i İslâmiye’de zafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir. Yani salabet ve taassuplarının zafiyeti nisbetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi dinlerine salabet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedenni ve ihtilallere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem asr-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki bir Müslüman’ın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakînî ile ve İslâmiyet’e tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avamın delilsiz, taklidî bir surette başka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki bütün dinlerin etbaları ise –hattâ en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların– muhakeme-i akliye ile İslâmiyet’e dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım kat’î bürhan ile İslâmiyet’e girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' İşte bu mezkûr davaya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu davaya kırk beş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’an’ı mekteplerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı set olmak için kabul etmeleri ve İngiliz’in mühim hatiplerinin bir kısmı Kur’an’ı İngiliz’e kabul ettirmeye taraftar çıkmaları ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslâmiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan bu müddeayı ispat ediyor, kuvvetli bir şahit olur.</ref>''')''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış. Elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. Ve en dinsizi de dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacata müptela ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni’-i âlem’i tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok!.. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa beşerin başında maddî manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hasıl-ı kelâm:''' Beşer bu asırda harplerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi’ istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem’iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış belki ebede mebustur ki ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya; insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeye başlamış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ insaniyetin bir kuvası ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir idam senin başına gelecek.” Elbette hakiki insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu nükte içindir ki herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Her şeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hal-i âlem bu hakikate şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıtaları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar. Hem âyât-ı Kur’aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder “Aklına bak.” der “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki bu hakikati bilesin.” diyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: “Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki hakikati bilesiniz.” “Biliniz!” ve “Bil!” hakikatine dikkat et. “Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki istikamet yolunu bulsun? Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar? Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmaya çalışınız!” manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bu Cami-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm’ın cami-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırk beş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız, ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hasıl-ı kelâm:''' Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tabi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emareleri göründü. 71’de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa otuz kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, hakaik-i İslâmiyet’in mazi kıtasını tamamen istilasına sekiz dehşetli manialar mümanaat ettiler: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler:''' Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassuplarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmaya başlıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü ve Beşinci Maniler:''' Papazların ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körü körüne onları taklit etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev-i beşerde başlamasıyla zeval bulmaya başlıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı, Yedinci Maniler:''' Bizdeki istibdat ve şeriatın muhalefetinden gelen sû-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdat kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdatlarının otuz kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Mani:''' Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zâhirî manalarına muhalif ve muarız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece set çekmiş. Mesela, küre-i arza emr-i İlahî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melâikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikati bilmediklerinden İslâmiyet’e muarız çıkmışlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu misal gibi yüz misal var ki hakikati bilindikten sonra en muannid feylesof da teslim olmaya mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi’nde fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur’an’ın bir lem’a-i i’cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkit zannettikleri Kur’an-ı Kerîm’in cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatleri izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir ve baksın. Bu mani, kırk beş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığını görsün. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bazı muhakkikîn-i İslâmiyenin bu yolda telifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına emareler görünüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam teçhiz edip cihazatını verip o sekiz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmaya başlamış. İnşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte yüzer misallerinden iki misal: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' On dokuzuncu asrın ve Amerika Kıtası’nın en meşhur feylesofu Mister Karlayl, en yüksek sadâsıyla çekinmeyerek feylesoflara ve Hristiyan âlimlerine neşriyatıyla bağırarak böyle diyor, eserlerinde şöyle yazmış: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sair dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak, İslâmiyet’in hakkı imiş. Çünkü sair dinler –fakat Kur’an’ın tasdikine mazhar olmayan kısmı– hiç hükmündedir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Mister Karlayl yine diyor: “En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı, Muhammed’in (asm) sözüdür. Çünkü hakiki söz onun sözleridir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem yine diyor ki: “Eğer hakikat-i İslâmiyet’te şüphe etsen bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyede iştibah edersin. Çünkü en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyet’tir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu meşhur feylesof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini eserinde müteferrik yerde yazmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Misal:''' Avrupa’nın asr-ı âhirde en meşhur bir feylesofu Prens Bismark diyor ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen beşerin saadeti için aradığım hakiki hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in aleyhissalâtü vesselâm Kur’an’ını umum kütüblerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed’in aleyhissalâtü vesselâm sözüdür diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani Kur’an Allah kelâmı olduğu bedihîdir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Karlayl ve Bismark gibi böyle dâhî muhakkikleri mahsulat vermesine istinaden ben de bütün kanaatimle derim ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Avrupa ve Amerika, İslâmiyet’le hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey Cami-i Emevî’deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddimeler netice vermiyor mu ki istikbalin kıtalarında hakiki ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılab etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakiki dinidir ki Kur’an’a tabi olur, ittifak eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Cihet:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani maddeten İslâmiyet’in terakkisinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki maddeten dahi İslâmiyet istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı ispat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünkü âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizaç edip yerleşmiş. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Evet Kur’an’ın üstadiyetinden ve dersinin işaratından fehmediyoruz ki: Kur’an’da mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşerin istikbalde terakki edeceğini ve o mu’cizatın nazireleri istikbalde vücuda geleceğini beşere ders verip teşvik ediyor: <br>“Haydi çalış, bu mu’cizatın numunelerini göster. Süleyman aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi şark ve garpta en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davud aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu gibi yap! Yusuf aleyhisselâm ve Nuh aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz. Öyle de sair enbiyanın size ders verdiği mu’cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklitlerini yapınız.” <br>İşte buna kıyasen Kur’an, her cihetle beşeri maddî manevî terakkiyata sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küll olduğunu ispat ediyor.</ref>''')''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Bütün kemalâtın üstadı ve üç yüz yetmiş milyon nefisleri bir tek nefis hükmüne getirebilen ve hakiki bir medeniyetle ve müsbet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-i İslâmiyet’tir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Kuvvet:''' Medeniyet ve sanatın hakiki üstadı ve vesilelerin ve mebâdilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedit bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki susmaz ve kırılmaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Kuvvet:''' Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksatları ders veren ve o yolda çalıştıran ve istibdadatı parça parça eden ve ulvi hisleri heyecana getiren ve gıpta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelanıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer’iyedir. Yani insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Kuvvet:''' Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer’iyenin esasları olan, müstebitlere dalkavukluk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Kuvvet:''' İzzet-i İslâmiyedir ki i’lâ-yı kelimetullahı ilan ediyor. Ve bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i’lâ-yı kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye’nin iman ile kat’î verdiği emri, elbette âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsi o kat’î emri, istikbalde tam yerine getireceğine şüphe edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyet’in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def’etmek, silah ile kılınç ile olmuş. İstikbalde silah, kılınç yerine hakiki medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlup edip dağıtacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biliniz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizim muradımız medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilalci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demir yolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl meyus olup yeise düşüyorsunuz ve âlem-i İslâm’ın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle zannediyorsunuz ki dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem meylü’l-istikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş. Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâm’da nev-i beşerin eski hatîatına keffaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakiki medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dersin başında, bir buçuk bürhanı davamıza şahit göstereceğiz demiştik. Şimdi bir bürhan mücmelen bitti. O davanın yarı bürhanı da şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fenlerin casus gibi tetkikatıyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki: Kâinatın nizamında galib-i mutlak ve maksud-u bizzat ve Sâni’-i Zülcelal’in hakiki maksatları, hayır ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyettir. Çünkü kâinata ait fenlerden her bir fen, küllî kaideleriyle bahsettiği nevi ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki ondan daha mükemmel akıl bulamıyor. Mesela, tıbba ait teşrih-i beden-i insanî fenni ve kozmoğrafyaya tabi Manzume-i Şemsiye fenni; nebatat ve hayvanata ait fenler gibi bütün fenlerin her birisi, küllî kaideleriyle o bahsettiği kısımda Sâni’-i Zülcelal’in o nevideki nizamında mu’cizat-ı kudretini ve hikmetini ve اَح۟سَنَ كُلَّ شَى۟ءٍ خَلَقَهُ hakikatini gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem istikra-i tamme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şer, kubuh, çirkinlik, bâtıl, fenalık hilkat-i kâinatta cüz’îdir. Maksud değil, tebeîdir ve dolayısıyladır. Yani mesela, çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikati çok hakikatlere inkılab etmek için çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkate girmiş. Şer hattâ şeytan dahi beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi cüz’î şerler, çirkinlikler; küllî güzelliklere, hayırlara vesile olmak için kâinatta halk edilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte kâinatta hakiki maksat ve netice-i hilkat, istikra-i tamme ile ispat ediyor ki hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakiki maksud onlardır. Elbette beşer, bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikiye mazhar olmadan, dünyayı bırakıp ademe kaçamayacak. Belki cehennem hapsine girecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem istikra-i tamme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki mahlukat içinde en mükerrem, en ehemmiyetli beşerdir. Çünkü beşer, hilkat-i kâinattaki zâhirî esbab ve neticelerinin mabeynindeki basamakları ve teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münasebetlerini aklıyla keşfedip sanat-ı İlahiyeyi ve muntazam hikmetli icadat-ı Rabbaniyenin taklidini sanatçığıyla yapmak ve ef’al-i İlahiyeyi anlamak için ve sanat-ı İlahiyeyi bilmek ve cüz’î ilmiyle ve sanatlarıyla anlamak için bir mizan, bir mikyas, kendi cüz’î ihtiyarıyla işlediği maddelerle, Hâlık-ı Zülcelal’in küllî, muhit ef’al ve sıfatlarını bilerek kâinatın en eşref, en ekrem mahluku beşer olduğunu ispat ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem İslâmiyet’in kâinata ve beşere ait hakikatlerinin şehadetiyle mükerrem beşer içinde en eşref ve en a’lâsı ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet hem istikra-i tamme ile tarihlerin şehadetiyle, en mükerrem beşer içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde dahi bin mu’cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve Kur’an hakikatlerinin şehadetiyle en efdal, en yüksek olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem bu yarı bürhanın üç hakikati böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür ki nev-i beşer şakavetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerh edip bu istikra-i tammeyi kırıp meşiet-i İlahiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi o zalimane vahşetinde ve mütemerridane küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki âlemi bu nizam-ı ekmel ile bu kâinatı zerreden seyyarata kadar, sinek kanadından semavat kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halk eden Hakîm-i Zülcelal’e ve Sâni’-i Zülcemal’e o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki beşer; hiçbir cihetle bütün enva-ı kâinata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan sair taifelere zıt olarak kâinattaki nizama, küllî şerleriyle muhalefet edip nev-i beşerde şerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bunun imkânı ancak ve ancak bu farz-ı muhal ile olabilir ki beşer bu âleme emanet-i kübra mertebesinde ve halife-i rûy-i zemin makamında sair enva-ı kâinata büyük ve mükerrem bir kardeş olduğu halde en edna, en berbat, en perişan, en muzır ve ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısıyla bu kâinat içine girmiş, karıştırmış. Bu farz-ı muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu hakikat için elbette bu yarım bürhanımız netice veriyor ki âhirette cennet ve cehennemin zarurî vücudları gibi hayır ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki nev-i beşerde dahi sair neviler gibi hayır ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beşer de sair kâinattaki kardeşlerine müsavi olabilsin ve sırr-ı hikmet-i ezeliye nev-i beşerde dahi takarrur etti, denilebilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Madem mezkûr kat’î hakikatlerle bu kâinatta en müntehab netice ve Hâlık’ın nazarında en ehemmiyetli mahluk beşerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ı bâkiyede cennet ve cehennemi, bilbedahe beşerdeki şimdiye kadar zalimane vaziyetler cehennemin vücudunu ve fıtratındaki küllî istidadat-ı kemaliyesi ve kâinatı alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, cenneti bedahetle istilzam ettiği gibi; herhalde iki harb-i umumî ile ve kâinatı ağlattıran cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerlerini hazmetmediği için kustuğu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiği vaziyetiyle, beşeriyeti en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik terakkiyatını zîr ü zeber etmek cinayetini beşer hazmetmeyecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Herhalde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeye ve sulh-u umumîyi temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümit ediyoruz ve bekliyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İKİNCİ KELİME''' ki müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi Garpta bir iki milyonluk küçük bir devlet, Şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o yeistir ki yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-i şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o yeistir ki kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istila ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, meyusiyetle kırıldığı için zalim ecnebiler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslüman’ı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip “Neme lâzım!” der “Herkes benim gibi berbattır.” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o kātilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا تَق۟نَطُوا مِن۟ رَح۟مَةِ اللّٰهِ kılıncı ile o yeisin başını parçalayacağız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَا لَا يُد۟رَكُ كُلُّهُ لَا يُت۟رَكُ كُلُّهُ hadîsinin hakikatiyle belini kıracağız inşâallah. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mani ve اَنَا عِن۟دَ حُس۟نِ ظَنِّ عَب۟دٖى بٖى hakikatine muhaliftir. Korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe’ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşâallah yine Araplar yeisi bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edeceklerdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''ÜÇÜNCÜ KELİME''' ki bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülâsa ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvi seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet sıdk ve doğruluk, İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise Sâni’-i Zülcelal’in kudretine iftira etmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Küfür, bütün envaıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var, şark ve garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nâr ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Ey kardeşlerim! Kırk beş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaşılıyor ki o Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır. Fakat sakın zannetmeyiniz ki o, dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ belki o, bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: “Dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim.” Evet o zamanda kırk elli sene evvel hissetmiş ki bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyet’in hakaikine bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çalışmış. <br>Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garplılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir. Hattâ Eski Said o çeşit siyaset tarafgirliğinden gördü ki: <br>Bir salih âlim kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik etti. <br>Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said: اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ وَ السِّيَاسَةِ dedi. Ve otuz beş seneden beri siyaseti terk etti. '''(Hâşiye)'''<br> '''Said Nursî'''<br> '''Hâşiye:''' Siyaseti Yeni Said bütün bütün terk ettiği için bakmadığından, Eski Said’in siyasete temas eden Hutbe-i Şamiye dersinin (onun yerine) tercümesi yazıldı. <br>'''Hâşiye:''' Hem Üstadımızın yirmi yedi senelik hayatı ve yüz otuz parça kitabı ve mektupları, üç mahkeme '''(*)''' ve hükûmet memurları tarafından tam tetkik edildiği ve aleyhinde çalışan zalim, mürted ve münafıklara karşı mecbur da olduğu halde, hattâ idamı için gizli emir verildiği halde, dini siyasete âlet ettiğine dair en ufak bir emare bulamamaları, dini siyasete âlet etmediğini kat’î ispat ediyor. Ve hayatını yakından tanıyan biz Nur Şakirdleri ise bu fevkalâde hale karşı hayranlık duymakta ve Risale-i Nur dairesindeki hakiki ihlasa bir delil saymaktayız. <br>'''Nur Şakirdleri''' <br>'''(*)''' Şimdi yüz mahkeme.</ref>''')''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu sıdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ı saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın a’lâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-i imaniye ve hakaik-i kâinat hazinesi açılması sırrıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk, en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab’ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılab-ı azîm gösterdiğinden, kâinat çarşısında en fena en pis bir mal olup o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılab-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeyleri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan sahabeler; elbette şüphesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetemezler. Belki bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatlerin anahtarı Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın a’lâ-yı illiyyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamaya çalıştıklarından, ilm-i hadîsçe ve ulema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan “Sahabeler, daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet tezkiyeye muhtaç değil. Peygamber’den aleyhissalâtü vesselâm rivayet ettikleri hadîsler, bütün sahihtir.” diye ehl-i şeriat ve ehl-i hadîsin ittifakına kat’î hüccet, bu mezkûr hakikattir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte asr-ı saadetteki inkılab-ı azîm, sıdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken zaman geçtikçe gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası bazen yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki sahabelere kimse yetişemez. Yirmi Yedinci Söz’ün zeyli olan sahabeler hakkındaki risaleye havale edip kısa kesiyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bu Cami-i Emevî’deki kardeşlerim! Ve kırk elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. “Urvetü’l-vüska” sıdktır. Yani en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma maslahat için kizb ise zaman onu neshetmiş. Maslahat ve zaruret için bazı âlim “muvakkat” fetvası vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar sû-i istimal edilmiş ki yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattir. Fakat illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Sû-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen öyle de maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok, sû-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise اِمَّا الصِّد۟قُ وَاِمَّا السُّكُوتُ Yani yol ikidir, üç değildir. “Ya doğru ya yalan ya sükût” değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asayişlerinin zîr ü zeber olması kizble ve maslahatın sû-i istimali ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmaya beşeri mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor. Yoksa bu yarım asırda gördükleri umumî harpler ve dehşetli inkılablar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, her söylediğin doğru olmalı fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar verse sükût etmek… Yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yok. Çünkü hâlis olmazsa sû-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarf olur. </div> <span id="DÖRDÜNCÜ_KELİME:"></span> ====Τέταρτη Λέξη:==== Σε όλη τη ζωή μου, αυτό που γνώρισα με ακλόνητη βεβαιότητα σχετικά με την κοινωνική ζωή της ανθρωπότητας και το πόρισμα που μου έδωσαν οι επαληθεύσεις είναι ότι: Το αξιότατο πράγμα αγάπης είναι η ίδια η αγάπη, και αν κάτι αξιότατο έχθρας είναι η ίδια η έχθρα! Δηλαδή η αγάπη και η ιδιότητα της αγάπης που διασφαλίζει τον κοινωνικό βίο του ανθρώπου και οδηγεί στην ευτυχία αξίζει πιο πολύ την αγάπη και συμπάθεια υπέρ όλων των ιδιοτήτων και αισθημάτων. Καθώς, η έχθρα και η κακουργία που κάνουν άνω κάτω τον κοινωνικό βίο του ανθρώπου είναι μια απεχθής και επιζήμια ιδιότητα η οποία πάνω από όλα τα άλλα είναι άξια μίσους και έχθρας και αποστροφής. Μια που αυτή η πραγματικότητα έχει διατυπωθεί με τις επεξηγήσεις στην Εικοστή Δεύτερη Επιστολή του Ρισαλέ-ι Νούρ, εδώ θα αναφέρουμε εν συντομία ως εξής: Ο καιρός της έχθρας και εχθρικότητας τελείωσε. Οι δυο παγκόσμιοι πόλεμοι έδειξαν το πόσο απεχθές και καταστροφική και ανελέητη κακουργία είναι η έχθρα. Αποκαλύφθηκε ότι δεν φέρει καμία ωφέλεια. Επομένως οι κακουργίες των εχθρών μας -εφόσον δεν αποτελούν καταπάτηση- μην ελκύουν την έχθρα σας. Η κόλαση και η θεία τιμωρία τους αρκεί. Κάποιες φορές ο εγωισμός και η αυτολατρεία του ανθρώπου ασυνείδητα εχθρεύεται άδικα τους πιστούς, νομίζοντας πως έχει δίκιο. Ενώ με αυτήν την έχθρα και μοχθηρία περιφρονεί ισχυρούς δεσμούς οι οποίες χρήζουν αγάπη προς τον πιστό όπως η πίστη, το Ισλάμ και η ανθρωπότητα και υποτιμά την αξία τους. Το να προτιμά κανείς κάποιες ασήμαντες προφάσεις έχθρας όταν υπάρχουν μεγάλες σαν βουνό και σπουδαίες αιτίες αγάπης, είναι κατά κάποιον τρόπο μια παραφροσύνη. Εφόσον η αγάπη είναι αντίθετη της έχθρας, σαν το φως και το σκοτάδι, δεν είναι δυνατόν να συνυπάρξουν πραγματικά. Οι αιτίες του οποίου θα επικρατήσουν, θα υφίσταται αληθινά μέσα στη καρδιά· και η οντότητα του αντίθετου του δεν θα είναι αληθής! Για παράδειγμα, εάν η αγάπη υπάρχει πραγματικά τότε η έχθρα μεταμορφώνεται σε στοργή και συμπόνια. Η στάση προς τον πιστό είναι αυτή. Αλλιώς, εάν η έχθρα επικρατεί αληθινά μέσα στη καρδιά τότε η αγάπη παίρνει τη μορφή της συμβίωσης και αδιαφορίας και φαινομενικής φιλίας. Τούτο μπορεί να ισχύει προς τους ανήθικους πλανημένους που δεν κινούνται επιθετικά. Μάλιστα οι ουσιαστικές αιτίες της αγάπης όπως η πίστη, το Ισλάμ και η ανθρωπιά αποτελούν φωτεινά, δυνατά δεσμά και είναι πνευματικά κάστρα. Τα κίνητρα της έχθρας προς τους πιστούς είναι κάποιες προσωπικές αιτίες σαν τα ασήμαντα λιθαράκια. Επομένως, εκείνος που εχθρεύεται πραγματικά έναν μουσουλμάνο διαπράττει μεγάλο σφάλμα διότι σημαίνει ότι καταπατεί και περιφρονεί τα μεγαλειώδη και αξιαγάπητα κοινά δεσμά και αιτίες. '''Εν συντομία:''' Η θέρμη, η αδελφοσύνη, η αγάπη είναι η ιδιοσυγκρασία, ο σύνδεσμος του Ισλάμ. Εκείνοι που διατηρούν έχθρα μοιάζουν με ένα παιδί που έχει διαφθαρεί η φύση του, θέλει να κλάψει και ψάχνει κάτι ώστε να το κάνει. Κάποια ανεπαίσθητα πράγματα σαν το φτερό του κουνουπιού, γίνονται προφάσεις στο κλαψούρισμά του. Μοιάζει επίσης με έναν ανελέητο και απαισιόδοξο άνθρωπο ο οποίος όσο του είναι δυνατόν να σκεφτεί κακόβουλα δεν τείνει να σκεφτεί καλοπροαίρετα. Σκεπάζει και εξαλείφει δέκα καλοσύνες με μια και μόνο κακή πράξη. Κάτι που το έλεος και η καλογνωμία, τα οποία είναι ισλαμικά χαρακτηριστικά το απορρίπτουν. <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BEŞİNCİ KELİME:''' Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazen büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazen bir kalmıyor. Belki bazen binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakiki milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve Hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kalesi hükmünde Arap ve Türk hakiki iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya her bir fert o cinayeti işlemiş gibi o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya her bir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu mezkûr hakikat içindir ki bu zamanda, hususan kırk elli sene sonra seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk elli sene sonra çok misalleri görülecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevî’deki kardeşler ve kırk elli sene sonra âlem-i İslâm camiindeki ihvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz fakat menfaat vermeye iktidarımız yok, onun için mazuruz.” diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve “Neme lâzım!” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte seyyie böyle binlere çıktığı gibi bu zamanda hasene –yani İslâmiyet’in kudsiyetine temas eden iyilik– yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana manen fayda verebilir. Hayat-ı maneviye ve maddiyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için “Neme lâzım!” deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil!.. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk elli sene sonraki âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürt gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünkü bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler. Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hususan kırk elli sene sonra Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvi bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlahiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa inşâallah nesl-i âti görecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sakın kardeşlerim! Tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki ben, bu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyasatın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki İslâmiyet’i kendine âlet etsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için ittihad-ı İslâm’ın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyan ediyorum ki: Ecnebilerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen öyle de yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, bizden aldıkları seciye-i milliye ile bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Halbuki ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o ecnebilerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başıyla küçük bir millettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “Nefsî! Nefsî!” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle –menfaat-i şahsiyesini düşünmekle– bin adam, bir adam hükmüne sukut eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَن۟ كَانَ هِمَّتُهُ نَف۟سُهُ فَلَي۟سَ مِنَ ال۟اِن۟سَانِ لِاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّب۟عِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani kimin himmeti yalnız nefsi ise o, insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenidir. Ebna-yı cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Mesela, bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından ebna-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan fıtratıyla medeniyet-perverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese hakiki özrü olsa o müstesna. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''ALTINCI KELİME:''' Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. وَ اَم۟رُهُم۟ شُورٰى بَي۟نَهُم۟ âyet-i kerîmesi, şûrayı esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki nev-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi en büyük kıta olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Asya Kıtası’nın ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıtalar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki üç yüz belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki o hürriyet-i şer’iye, âdab-ı şer’iye ile süslenip Garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İmandan gelen hürriyet-i şer’iye, iki esası emreder: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَن۟ لَا يُذَلِّلَ وَ لَا يَتَذَلَّلَ مَن۟ كَانَ عَب۟دًا لِلّٰهِ لَا يَكُونُ عَب۟دًا لِل۟عِبَادِ لَا يَج۟عَل۟ بَع۟ضُكُم۟ بَع۟ضًا اَر۟بَابًا مِن۟ دُونِ اللّٰهِ نَعَم۟ اَل۟حُرِّيَّةُ الشَّر۟عِيَّةُ عَطِيَّةُ الرَّح۟مٰنِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani iman bunu iktiza ediyor ki tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek. Allah’a hakiki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi –Allah’tan başka– kendinize Rab yapmayınız! Yani Allah’ı tanımayan; her şeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer’iye; Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hâssasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَل۟يَح۟يَا الصِّد۟قُ وَلَا عَاشَ ال۟يَا۟سُ فَل۟تَدُمِ ال۟مَحَبَّةُ وَل۟تَق۟وَى الشُّورٰى وَال۟مَلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هَوٰى وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûra kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret, heva ve hevese tabi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdaya tabi olanlar üstüne olsun, âmin! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Eğer denilse:''' Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin hususan Asya’nın hususan İslâmiyet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Nur’un Yirmi Birinci Lem’a-i İhlas’ında izah edildiği gibi haklı şûra; ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden üç elif, yüz on bir olduğu gibi ihlas ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûra-yı şer’î ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Arabî Hutbe-i Şâmiye'nin Zeylinin Kısa Bir Tercümesi == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hutbe-i Şamiye’nin Arabî Zeyli’nde, gayet latîf bir temsil ile imandan gelen manevî ve kırılmaz bir kahramanlık gösteriyor. Bu meselemiz münasebetiyle bir hülâsasını beyan ediyoruz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hürriyet’in başında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Vilayat-ı Şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektepli mütefennin arkadaşla bir mübahase oldu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Benden sual ettiler ki: “Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O zaman dedim: Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman hamiyet-i diniye, avam ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine yani menafi-i şahsiyesini millete feda edene has kalır. Öyle ise hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kalesi olmalı. Hususan biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı Şarkta göndermesi işaret ediyor ki yalnız hiss-i dinî Şarkı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı saadet ve tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bu hamiyet-i diniye ve milliyeden hangisine daha ziyade ehemmiyet vermek lâzım geldiğini soran, bu şimendifer denilen medrese-i seyyarede ders arkadaşlarım! Ve şimdi zamanın şimendiferinde istikbal tarafına bizimle beraber giden bütün mektepliler! Size de derim ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Hamiyet-i diniye ve İslâmiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamamıyla mezcolmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir hale gelmiş. Hamiyet-i İslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arştan gelmiş bir zincir-i nuranidir. Kırılmaz ve kopmaz bir urvetü’l-vüskadır. Tahrip edilmez, mağlup olmaz bir kudsî kaledir.” dediğim vakit o iki münevver mektep muallimleri bana dediler: “Delilin nedir? Bu büyük davaya büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzım. Delil nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birden şimendiferimiz tünelden çıktı. Biz de başımızı çıkardık, pencereden baktık. Altı yaşına girmemiş bir çocuğu şimendiferin tam geçeceği yolun yanında durmuş gördük. O iki muallim arkadaşlarıma dedim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu çocuk lisan-ı haliyle sualimize tam cevap veriyor. Benim bedelime o masum çocuk, bu seyyar medresemizde üstadımız olsun. İşte lisan-ı hali bu gelecek hakikati der: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bakınız bu dabbetü’l-arz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıyla ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada, geçeceği yolda bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetü’l-arz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdit ediyor. “Bana rast gelenlerin vay haline!” dediği halde o masum, yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlıkla beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetü’l-arzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığıyla diyor: “Ey şimendifer! Sen ra’d ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sebat ve metanetinin lisan-ı haliyle güya der: “Ey şimendifer! Sen bir nizamın esirisin. Senin gem’in, senin dizginin, seni gezdirenin elindedir. Senin bana tecavüz etmen haddin değil. Beni istibdadın altına alamazsın. Haydi yolunda git, kumandanının izniyle yolundan geç.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey bu şimendiferdeki arkadaşlarım ve elli sene sonra fenlere çalışan kardeşlerim! Bu masum çocuğun yerinde Rüstem-i İranî ve Herkül-ü Yunanî o acib kahramanlıklarıyla beraber tayy-ı zaman ederek, o çocuk yerinde burada bulunduklarını farz ediniz. Onların zamanında şimendifer olmadığı için elbette şimendiferin bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadları olmayacak. Birden bu tünel deliğinden başında ateş, nefesi gök gürültüsü gibi gözlerinde elektrik berkleri olduğu halde birden çıkan şimendiferin dehşetli tehdit hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasına karşı o iki kahraman ne kadar korkacaklar, ne kadar kaçacaklar? O hârika cesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakınız nasıl bu dabbetü’l-arzın tehdidine karşı hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan başka çare bulamıyorlar. Çünkü onlar, onun kumandanına ve intizamına itikad etmedikleri için mutî bir merkep zannetmiyorlar. Belki gayet müthiş, parçalayıcı, vagon cesametinde yirmi arslanı arkasına takmış bir nevi arslan tevehhüm ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey kardeşlerim ve ey elli sene sonra bu sözleri işiten arkadaşlarım! İşte altı yaşına girmeyen bu çocuğa o iki kahramandan ziyade cesaret ve hürriyet veren ve çok mertebe onların fevkinde bir emniyet ve korkmamak haletini veren, o masumun kalbinde hakikatin bir çekirdeği olan şimendiferin intizamına ve dizgini bir kumandanın elinde bulunduğuna ve cereyanı bir intizam altında ve birisi onu kendi hesabıyla gezdirmesine olan itikadı ve itminanı ve imanıdır. Ve o iki kahramanı gayet korkutan ve vicdanlarını vehme esir eden, onların onun kumandanını bilmemek ve intizamına inanmamak olan cahilane itikadsızlıklarıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu temsilde, o masum çocuğun imanından gelen kahramanlık gibi bin senede İslâm taifelerinin birkaç aşiretinin (Türk ve Türkleşmiş milletin) kalbinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle, rûy-i zeminde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla, İslâmiyet ve kemalât-ı maneviyenin bayrağını Asya ve Afrika’da ve yarı Avrupa’da gezdiren ve “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim!” deyip ölümü gülerek karşılamakla beraber, dünyadaki müteselsil düşman hâdisatlara karşı da hattâ mikroptan kuyruklu yıldızlara kadar beşerin küllî istidadına karşı düşmanlık vaziyetini alan o dehşetli şimendiferlerin tehditlerine karşı, imanın kahramanlığıyla mukabele edip korkmayan; kaza ve kader-i İlahiyeye karşı imanın teslimiyetiyle korkmak, dehşet almak yerinde, hikmet ve ibret ve bir nevi saadet-i dünyeviyeyi kazanan başta Türk ve Arap taifeleri ve bütün Müslüman kabileleri, o masum çocuk gibi fevkalâde bir manevî kahramanlık gösterdikleri gösteriyor ki istikbalin hâkim-i mutlakı, âhirette olduğu gibi dünyada da İslâmiyet milliyetidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O iki temsilde, o iki acib kahramanın pek acib korku ve telaşlarına ve elemlerine sebep, onların adem-i itikadları ve cehaletleri ve dalaletleri olduğu gibi Risale-i Nur’un yüzer hüccetlerle ispat ettiği bir hakikati ki bu risalenin mukaddimesinde bir iki misali söylenmiş. Mesele şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Küfür ve dalalet, bütün kâinatı ehl-i dalalete binler müthiş düşmanlar taifeleri ve silsileleri gösteriyor. Kör kuvvet, serseri tesadüf, sağır tabiat elleriyle, manzume-i şemsiyeden tut tâ kalpteki verem mikroplarına kadar binler taife düşmanlar bîçare beşere hücum ettiklerini ve insanın câmi’ mahiyeti ve küllî istidadatı ve hadsiz ihtiyacatı ve nihayetsiz arzularına karşı mütemadiyen korku, elem, dehşet ve telaş vermesiyle küfür ve dalalet bir cehennem zakkumu olduğunu ve bu dünyada da sahibini bir cehennem içine koyduğunu; din ve imandan hariç binler fen ve terakkiyat-ı beşeriye o Rüstem ve Herkül’ün kahramanlıkları gibi beş para fayda vermediğini; yalnız iptal-i his nevinden muvakkaten o elîm korkuları hissetmemek için sefahet ve sarhoşlukla şırınga ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte iman ve küfrün muvazenesi âhirette cennet ve cehennem gibi meyveleri ve neticeleri verdiği gibi; dünyada da iman bir manevî cenneti temin ve ölümü bir terhis tezkeresine çevirmesini ve küfür dünyada dahi bir manevî cehennem ve hakiki saadet-i beşeriyeyi mahvetmesi ve ölümü bir idam-ı ebedî mahiyetine getirmesini, kat’î ve his ve şuhuda istinad eden Risale-i Nur’un yüzer hüccetlerine havale edip kısa kesiyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu temsilin hakikatini görmek isterseniz başınızı kaldırınız, bu kâinata bakınız. Ne kadar şimendifer misillü balon, otomobil, tayyare, berriye ve bahriye gemiler; karada, denizde, havada kudret-i ezeliyenin nizam ve hikmetle halk ettiği yıldızların kürelerine ve kâinat ecramına ve hâdisatın silsilelerine ve müteselsil vakıatlarına bakınız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem âlem-i şehadette ve cismanî kâinatta bunların vücudu gibi âlem-i ruhanî ve maneviyatta kudret-i ezeliyenin daha acib müteselsil nazireleri var olduğunu aklı bulunan tasdik eder, gözü bulunan çoğunu görebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte kâinat içinde maddî ve manevî bütün bu silsileler; imansız ehl-i dalalete hücum ediyor, tehdit ediyor, korku veriyor, kuvve-i maneviyesini zîr ü zeber ediyor. Ehl-i imana değil tehdit ve korkutmak belki sevinç ve saadet, ünsiyet ve ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü ehl-i iman, iman ile görüyor ki o hadsiz silsileleri, maddî ve manevî şimendiferleri, seyyar kâinatları mükemmel intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevk eden bir Sâni’-i Hakîm onları çalıştırıyor. Zerre miktar vazifelerinde şaşırmıyorlar, birbirine tecavüz edemiyorlar. Ve kâinattaki kemalât-ı sanata ve tecelliyat-ı cemaliyeye mazhar olduklarını görüp kuvve-i maneviyeyi tamamıyla eline verip saadet-i ebediyenin bir numunesini iman gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ehl-i dalaletin imansızlıktan gelen dehşetli elemlerine ve korkularına karşı hiçbir şey, hiçbir fen, hiçbir terakkiyat-ı beşeriye buna karşı bir teselli veremez, kuvve-i maneviyeyi temin edemez. Cesareti zîr ü zeber olur. Fakat muvakkat gaflet perde çeker, aldatır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i iman, iman cihetiyle değil korkmak ve kuvve-i maneviyesi kırılmak belki o temsildeki masum çocuk gibi fevkalâde bir kuvvet-i maneviye ve bir metanetle ve imandaki hakikatle onlara bakıyor. Bir Sâni’-i Hakîm’in hikmet dairesinde tedbir ve idaresini müşahede eder, evham ve korkulardan kurtulur. “Sâni’-i Hakîm’in emri ve izni olmadan bu seyyar kâinatlar hareket edemezler, ilişemezler.” deyip anlar. Kemal-i emniyetle hayat-ı dünyeviyesinde de derecesine göre saadete mazhar olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kimin kalbinde imandan ve din-i haktan gelen bu hakikat çekirdeği –vicdanında– bulunmazsa ve nokta-i istinadı olmazsa bilbedahe temsildeki Rüstem ve Herkül’ün cesaretleri ve kahramanlıkları kırıldığı gibi onun cesareti ve kuvve-i maneviyesi müzmahil olur ve vicdanı tefessüh eder. Ve kâinatın hâdisatına esir olur. Her şeye karşı korkak bir dilenci hükmüne düşer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İmanın bu sırr-ı hakikatini ve dalaletin de bu dehşetli şakavet-i dünyeviyesini Risale-i Nur yüzer kat’î hüccetlerle ispat ettiğine binaen, bu pek uzun hakikati kısa kesiyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba en ziyade kuvve-i maneviyeye ve teselliye ve metanete ihtiyacını hissetmiş bu asırdaki beşer, bu zamanda o kuvve-i maneviyeyi ve teselliyi ve saadeti temin eden ve İslâmiyet ve imandaki nokta-i istinad olan hakaik-i imaniyeyi bırakıp Garplılaşmak unvanı ile İslâmiyet milliyetinden istifade yerine, bütün bütün kuvve-i maneviyeyi kırıp ve teselliyi mahveden ve metanetini kıran dalalet ve sefahete ve yalancı politika ve siyasete dayanmak ne kadar maslahat-ı beşeriyeden ve menfaat-i insaniyeden uzak bir hareket olduğunu; pek yakın bir zamanda intibaha gelmiş, başta İslâm olarak beşer, hissedecek; dünyanın ömrü kalmışsa Kur’an’ın hakaikine yapışacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte sâbık temsil gibi eski zamanda, Hürriyet’in başında bazı dindar mebuslar, Eski Said’e dediler: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sen her cihette siyaseti dine, şeriata âlet ediyorsun ve dine hizmetkâr yapıyorsun ve yalnız şeriat hesabına hürriyeti kabul ediyorsun. Ve meşrutiyeti de meşruiyet suretinde beğeniyorsun. Demek hürriyet ve meşrutiyet, şeriatsız olamaz. Bunun için seni de “Şeriat isteriz!” diyenlerin içine 31 Mart’ta dâhil ettiler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eski Said onlara demiş ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti, yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır. Size bu hakikati ispat edecek binler hüccetten bir küçük numune olarak bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize gösteriyorum: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir zaman bir adam, bir sahrada, bedevîler içinde ehl-i hakikat bir zatın evine misafir olur. Bakıyor ki onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar. Hattâ ev sahibi, evinin köşesinde paraları oralarda açıkta bırakmış. Misafir, hane sahibine dedi: “Hırsızlıktan korkmuyor musunuz, böyle malınızı köşeye atmışsınız?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hane sahibi dedi: “Bizde hırsızlık olmaz.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Misafir dedi: “Biz, paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde çok defalar hırsızlık oluyor.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hane sahibi demiş: “Biz emr-i İlahî namına ve adalet-i şer’iye hesabına hırsızın elini kesiyoruz.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Misafir dedi: “Öyle ise çoğunuzun bir eli olmamak lâzım gelir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hane sahibi dedi: “Ben elli yaşıma girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Misafir taaccüb etti, dedi ki: “Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hane sahibi dedi: Siz büyük bir hakikatten ve acib ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terk etmişsiniz. Onun için adaletin hakikatini kaybediyorsunuz. Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında garazlar, zalimane ve tarafgirane cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kırar. O hakikatin sırrı budur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlahîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmanın hâssası ile kalbin kulağı ile kelâm-ı ezelîden gelen ve “hırsız elinin idamına” hükmeden اَلسَّارِقُ وَ السَّارِقَةُ فَاق۟طَعُوا اَي۟دِيَهُمَا âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelanına hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır, çekilir. Gitgide o meyelan bütün bütün kesilir. Çünkü yalnız vehim ve fikir değil belki manevî kuvveleri –akıl, kalp ve vicdan– birden o hisse, o hevese hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvi zecir ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet iman kalpte, kafada daimî bir manevî yasakçı bıraktığından fena meyelanlar histen, nefisten çıktıkça “Yasaktır!” der, tard eder, kaçırır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülatından çıkar. O temayülat, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlup etmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Had ve ceza, emr-i İlahî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit hem ruh hem akıl hem vicdan hem insaniyetin mahiyetindeki latîfeleri müteessir ve alâkadar olurlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu mana içindir ki elli senede bir ceza, sizin her gün müteaddid hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünkü biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit millet, vatan maslahatı ve menfaati hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz’î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan –hususan ihtiyacı da varsa– kuvvetli bir meyelan galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlahî ile olmadığından o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek hakiki adalet ve tesirli ceza odur ki: Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu cüz’î sirkat meselesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlahiye kıyas edilsin. Tâ anlaşılsın ki: Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’an’ın gösterdiği yol ile olabilir… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Hikâyenin hülâsası bitti.) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak; anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu hikâyeyi o zamandaki bazı dindar mebuslara Eski Said söylemiş. Ve iki defa tabedilen Arabî Hutbe-i Şamiye’nin Zeyli’nde kırk beş sene evvel yazılmış. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Hutbe-i Şamiye namında matbu Arabî risaleyi, Arabî bilmediğimiz için Üstadımızdan rica ettik ki: “Bize bir iki gün ders ver.” Birkaç gün zarfında söylediği dersin takririni kaleme aldık. Üstadımız ders verdiği vakit, bazı cümlelerini zihnimizde tam yerleştirmek için tekrar ederdi. Âhirdeki temsil ve hikâyeyi izahlı bulduğumuzdan en evvel onları üniversitelilerin ve dindar mebusların nazarlarına göstermemizin sebebi: Üstadımız derse başladığı vakit “Eski zamanda şimendiferde mektepli o iki muallim yerine sizleri ve bana şeriat hakkında sual soran kırk beş elli sene evvelki mebuslar yerine, şimdiki hakiki dindar mebusları kabul ve tasavvur ediyorum ve öylece konuşuyorum.” dediği için biz de ehl-i maarif ve dindar mebuslara, bera-yı malûmat bu dersimizi gösteriyoruz. Sonra isterlerse Hutbe-i Şamiye’den bütün dersimizi göstereceğiz. Münasip görülse neşir de edeceğiz. <br>Âlem-i İslâm’daki siyaset-i İslâmiyeye dair Üstadımızdan bir ders almak isterdik. Halbuki otuz beş seneden beri siyaseti terk ettiğinden Eski Said’in siyaset-i İslâmiyeye temas eden bu Hutbe-i Şamiye tercümesi Eski Said hesabına bir derstir. <br>'''Tahirî, Zübeyr, Bayram, Ceylan, Sungur, Abdullah, Ziya, Sadık, Salih, Hüsnü, Hamza'''</ref>''')''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi bu hikâye ile evvelki temsil, o zamandan ziyade tam bu zamanın dersi olmasından bera-yı malûmat hakiki dindar mebusların nazarına medar-ı ibret için gösteriyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Hutbe-i Şâmiye'nin Zeylinin Zeyli == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Kırk iki '''(*'''<ref>'''(*):''' Bu tarih 1951 senesine aittir.</ref>''')''' sene evvel dinî ceridelerde neşredilen Said’in makalesidir.) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yaşasın Şeriat-ı Garrâ == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> 29 Şubat 324<br> Dinî ceride: 73<br> Mart 1909 </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ey mebusan!''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Uzunluğu ile beraber gayet mûciz bir tek cümle söyleyeceğim. Dikkat ediniz zira itnabında îcaz var. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem’-i kuvvet, bu unvan ile beraber asıl mâlik-i hakiki ve sahib-i unvan-ı muhteşem (1) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve müessir ve adalet-i mahzayı mutazammın (2) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve nokta-i istinadımızı temin eden (3) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve meşrutiyeti bir esas-ı metine istinad ettiren (4) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve evham ve şükûk sahibini varta-i hayretten kurtaran (5) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve istikbal ve âhiretimizi tekeffül eden (6) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve menafi-i umumiye olan hukukullahı izinsiz tasarruftan sizi tahlis eden (7) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve hayat-ı milliyemizi muhafaza eden (8) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve umum ezhanı manyetizmalandıran (9) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve ecanibe karşı metanetimizi ve kemalimizi ve mevcudiyetimizi gösteren (10) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve sizi muaheze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran (11) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve maksat ve neticede ittihad-ı umumiyeyi tesis eden (12) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve o ittihadın ruhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden (13) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve çürük mesavî-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve bizi Avrupa dilenciliğinden kurtaran (15) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve geri kaldığımız uzun mesafe-i terakkide –sırr-ı i’caza binaen– bir zaman-ı kasîrede tayyettiren (16) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve Arap ve Turan ve İran ve Samileri tevhid ederek az zamanla bize bir büyük kıymet veren (17) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve şahs-ı manevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve kanun-u esasînin ruhunu ve On Birinci Madde’yi muhafaza ile ve sizi hıns-ı yeminden kurtaran (19) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve Avrupa’nın eski zann-ı fâsidlerini tekzip eden (20) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hâtem-i enbiya ve şeriatın ebedî olduğunu tasdik ettiren (21) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve muharrib-i medeniyet olan dinsizliğe karşı set çeken (22) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve zulmet-i tebayün-ü efkâr ve teşettüt-ü ârâyı safha-i nuranisi ile ortadan kaldıran (23) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve umum ulema ve vaizleri ittihat ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti meşruta-i meşruaya hâdim eden (24) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve adalet-i mahzası merhametli olduğundan anâsır-ı gayr-ı müslimeyi daha ziyade telif ve rabteden (25) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve en cebîn ve âmî adamı en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakiki-i terakki ve fedakârlık ve hubb-u vatanla mütehassis eden (26) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve hēdim-i medeniyet '''(*'''<ref>'''(*):''' Hēdim-i medeniyet: Medeniyeti yıkıcı.</ref>''')''' olan sefahet ve israfat ve havaic-i gayr-ı zaruriyeden bizi halâs eden (27) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve muhafaza-i âhiretle beraber imar-ı dünya etmekle sa’ye neşat veren (28) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve hayat-ı medeniyet olan ahlâk-ı hasene ve hissiyat-ı ulviyenin düsturlarını öğreten (29) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve her birinizi ey mebuslar elli bin kişinin takazasını yani haklarını sizden dava etmelerini hakkınızda tebrie eden (30) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve sizi icma-ı ümmete küçük bir misal-i meşru gösteren (31) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve hüsn-ü niyete binaen a’malinizi ibadet gibi ettiren (32) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ve üç yüz milyon Müslüman’ın hayat-ı maneviyesine suikast ve cinayetten sizi tahlis eden (33) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ol şeriat-ı garra unvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz acaba bu kadar fevaidi ile beraber ne gibi şey kaybedeceksiniz? Vesselâm. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yaşasın şeriat-ı garra!.. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî (A.S.M) == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> 5 Mart 1325<br> Dinî Ceride No: 77<br> 18 Mart 1909 </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şeriat-ı garra, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nefs-i emmarenin istibdad-ı rezilesinden selâmetimiz, İslâmiyet’e istinad iledir. O hablü’l-metine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdad iledir. Zira Sâni’-i âlem’e hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın, halka ubudiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm ile tahalluk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira maruf umum enbiyanın memalik-i İslâmiye ve Osmaniye’den zuhuru, kader-i İlahînin bir işaret ve remzidir ki bu memleket insanlarının makine-i tekemmülatının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizim cemaatimizin meşrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani beyne’l-İslâm muhabbete imdat ve husumet askerini bozmaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesleğimiz ise ahlâk-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm ile tahalluk ve sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz şeriat-ı garra ve kılıncımız da berahin-i kātıa ve maksadımız i’lâ-yı kelimetullahtır. Cemaatimize her bir mü’min manen müntesiptir. Sureten intisap ise sünnet-i Nebeviyeyi kendi âleminde ihyaya azm-i kat’î iledir. En evvel mürşid-i umumî olan ulema ve meşayih ve talebeyi, şeriat namına ittihada davet ederiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == İhtar-ı Mahsus == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gazeteci denilen huteba-i umumî, iki kıyas-ı fâsidle milleti bataklığa düşürtmüştür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Vilayatı, İstanbul’a kıyas ederek… Halbuki elifbayı okumayan çocuklara felsefe dersi verilse sathî olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: İstanbul’u Avrupa’ya kıyas etmişler. Halbuki bir erkek, kadının kametinden istihsan ettiği libası giyinse maskara ve rezil olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Hakikat == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> 26 Şubat 1324<br> Dinî Ceride: 70<br> Mart 1909 </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz Kalû Belâ’dan Cemiyet-i Muhammedî’de –aleyhissalâtü vesselâm– dâhiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Her bir mü’min i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler, fünun ve sanayi silahıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve sanat silahıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma cihad-ı haricîyi şeriat-ı garranın berahin-i kātıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur. Cumhuriyet ki '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' O zaman “meşrutiyet”, şimdi o kelime yerine “cumhuriyet” konulmuş.</ref>''')''' adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel şeriat-ı garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdat tevzi olunmuş olur. اِنَّ اللّٰهَ هُوَ ال۟قَوِىُّ ال۟مَتٖينُ hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hüküm-ferma olacaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İttifak hüdadadır, heva ve heveste değil. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu, şeriat da hürdür, meşrutiyet de. Mesail-i şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yeis, mani-i herkemaldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün.” istibdadın yadigârıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu cümlelerin mabeynini rabtedecek olan mukaddimatı, Türkçe bilmediğim için mütaliînin fikirlerine havale ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Sadâ-yı Hakikat == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> 27 Mart 1909 </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tarîk-i Muhammedî aleyhissalâtü vesselâm, şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi îma eden gizlemekten de müstağnidir. Hem o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bâhusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i umman nasıl bir testide saklanacak? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tekraren söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedî’nin (aleyhissalâtü vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlahîdir. Peyman ve yemini de imandır. Encümen ve cemiyetleri, mesacid ve medaris ve zevayadır. Müntesibîni umum mü’minlerdir. Nizamnamesi sünen-i Ahmediyedir aleyhissalâtü vesselâm. Kanunu, evamir ve nevahi-i şer’iyedir. Bu ittihat, âdetten değil, ibadettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İhfa ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâm’dır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meâbid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknadır. Zira onları medeni biliriz. Ve İslâmiyet’i mahbub ve ulvi göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dâhil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İttihad-ı Muhammedî –aleyhissalâtü vesselâm– olan ittihad-ı İslâm’ın efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> جُم۟لَه شٖيرَانِ جِهَان۟ بَس۟تَۀِ اٖين۟ سِل۟سِلَه اَن۟د رُوبَه اَز۟ حٖيلَه چِه سَان۟ بِگُسَلَد۟ اٖين۟ سِل۟سِلَه رَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Neşrettiğim fihriste-i makasıddan terk ettiğim bir fıkradır. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zâhiren hariçten cereyan eden maarif-i cedidenin bir mecrası da bir kısım ehl-i medrese olmalı. Tâ gıll ü gıştan tasaffi etsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zira bulanıklığıyla başka mecradan taaffün ile gelmiş ve atalet bataklığından neş’et ve istibdat sümumu ile teneffüs eden, zulüm tazyiki ile ezilen efkâra bu müteaffin su, bazı aksü’l-amel yaptığından, misfat-ı şeriat ile süzdürmek zarurîdir. Bu da ehl-i medresenin dûş-u himmetine muhavveldir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Reddü'l-Evham == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> 31 Mart 1909 </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İttihad-ı Muhammedî –aleyhissalâtü vesselâm– cemaatine isnad ettikleri dokuz evham-ı fâsideyi reddedeceğim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Vehim:''' Böyle nazik bir zamanda din meselesini ortaya atmak münasip görülmüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا خَي۟رَ فِى الدُّن۟يَا بِلَا دٖينٍ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Mademki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatli revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve on üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Vehim:''' Bu unvan tahsisiyle, müntesip olmayanları vehim ve telaşa düşürüyor? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Evvel de söylemiştim. Ya mütalaa olunmamış veya sû-i tefehhüme uğramış olduğundan tekrarına mecbur oldum. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî –aleyhissalâtü vesselâm– dediğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bi’l-kuvve veya bilfiil sabit olan ittihat muraddır. Yoksa İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murad değildir. Amma bir katre su da sudur. Bu unvandan tahsis çıkmaz. Tarif-i hakikisi şöyledir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Esas temeli, şarktan garba cenuptan şimale mümted ve merkezi Haremeyn-i Şerifeyn ve cihet-i vahdeti tevhid-i İlahî; peyman ve yemini iman; nizamnamesi, sünnet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm; kanunnamesi, evamir ve nevahi-i şer’iye; kulüp ve encümenleri, umum medaris, mesacid ve zevaya; o cemaatin ile’l-ebed ve muhalled nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiye ve her vakit nâşir-i efkârı başta Kur’an ve tefsirleri (ve bu zamanda bir tefsiri, Risale-i Nur) ve i’lâ-yı kelimetullahı hedef ve maksat eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Reisi de Fahr-i Âlem’dir aleyhissalâtü vesselâm. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi istediğimiz nokta, mü’minlerin teveccühleri ve teyakkuzlarıdır. Teveccüh-ü umumînin tesiri inkâr edilmez. İttihadın hedefi ve maksadı i’lâ-yı kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını irşaddır. Bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet vesaire gibi makasıd-ı meşruaya masruftur. Zira bu vazifeye müteveccih olan cemiyetler pek az, kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasiyyunu irşad tarîkiyle siyasete taalluk edecektir. Kılınçları, berahin-i kat’iyedir. Meşrepleri de muhabbet olduğu gibi beyne’l-mü’minîn uhuvvet çekirdeğinde mündemic olan muhabbete şecere-i tûba gibi neşv ü nema vermektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Vehim:''' Ecnebilerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zira merkez-i taassuplarında İslâmiyet’in ulviyetine dair konferanslarla '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Bismark ve Mister Karlayl gibilerin malûm beyanatlarına işaret eder.</ref>''')''' takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı kelimetullaha mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma ecnebilerin vahşi oldukları kurûn-u vustâda; İslâmiyet, vahşete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde, adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecnebiler medeni ve kuvvetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassup zâil olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyet’i, mahbub ve ulvi olduğunu, evamirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göstermek iledir. İcbar ve husumet, vahşilerin vahşetine karşıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Vehim:''' Bazıları “Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksat eden ittihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazım-ı medeniyeye münafîdir.” diyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse hürriyet de o kadar kuvvet bulur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma hürriyet-i mutlak ise vahşet-i mutlakadır belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâlisen:''' Bazı sefih ve lâübaliler, hür yaşamak istemediklerinden nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Şeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdat veya esaret-i nefis veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir. Böyle lâübaliler ve zındıklar iyi bilsinler ki dinsizlikle ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendilerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zira mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadına yakışır –istihsan ettiği– libası erkek giyse maskara olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Vehim:''' İttihad-ı İslâm cemaati, sair cemiyet-i diniye ile şakku’l-asâdır. Rekabet ve münaferatı intac eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap: Evvela:''' Umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından bu cemiyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Muhabbet-i din sâikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihat ederiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cemiyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeye çalışmamak. Birinde hata bulunsa müfti-i ümmet cemiyet-i ulemaya havale etmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâlisen:''' İ’lâ-yı kelimetullahı hedef-i maksat eden cemaat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi yenilir? Şems-i hakikate “Püf, üf!” eden, divaneliğini ilan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey dinî cerideler! Maksadımız: Dinî cemaatler maksatta ittihat etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün.” sözünü de söylettirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Vehim:''' Ehl-i ittihad-ı İslâm olan buradaki cemaate, manen gibi sureten de intisap edenlerin ekserisi avam, bir kısmı da meçhulü’l-hal olduğundan fitne ve ihtilafı îma ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Belki ağraza adem-i müsaadesine binaendir. Hem de madem maksadı, ittihat ve i’lâ-yı kelimetullahtır. Teşebbüsat ve harekâtı da ibadettir. İbadet camiinde şah ve geda birdir. Müsavat hakiki düsturdur. İmtiyaz yoktur. Zira en ekrem, en müttakidir. Ve en müttaki, en mütevazidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Binaenaleyh manen asıl hakikat-i ittihada intisap ile beraber sureten onun numunesi olan bu uhrevî ve sırf dinî cemaate intisap ile teşerrüf edecek, yoksa şeref vermeyecektir. Bir katre, bahr-i ummanı tezyid edemez. Hem de bir günah-ı kebire ile imandan çıkmadığı gibi şems garptan tulû etmediğinden tövbenin kapısı da açıktır. Bir testi müteneccis su, bir denizi tencis etmediği gibi kendi de temizlendiğinden şimdi bu numune-i ittihada intisap eden adama şartımız olan sünnet-i Nebeviyeyi aleyhissalâtü vesselâm, ihya ve evamirine imtisal ve nevahiden içtinab ve asayişe ilişmemek –elinden gelse– azm-i kat’î ile dâhil olan bazı meçhulü’l-hal olanlar bu hakikat-i âliyeyi lekedar etmez. Zira kendi lekedar olsa da imanı mukaddestir. Rabıta da imandır. Bu unvan-ı mukaddese böyle bahane ile leke sürmek; İslâmiyet’in kıymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini ahmaku’n-nâs ilan etmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Numune-i ittihat olan cemaatimize –sair cem’iyat-ı dünyeviyeye kıyasen– leke sürmeyi, ta’riz etmeyi cemi’ kuvvetimizle reddederiz. İstifsar tarîkiyle bir itirazları olursa cevaba hazırız. İşte meydan! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Benim dâhil olduğum cemaat, burada tafsil ettiğim ittihad-ı İslâm’dır. Yoksa muterizlerin bâtıl tevehhüm ettikleri cemiyet-i mütehayyile değildir. Bu dinî heyet efradı, şarkta olsa garpta olsa cenupta olsa şimalde olsa beraberiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Sen imzanı bazen Bediüzzaman yazıyorsun. Lakap medhi îma eder? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Cevap:''' Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu unvan ile ibraz ediyorum. Zira bedî’, garib demektir. Benim ahlâkım suretim gibi üslub-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslup ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu unvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım bedî’, acib demektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِلَىَّ لَعَم۟رٖى قَص۟دُ كُلِّ عَجٖيبَةٍ كَاَنّٖى عَجٖيبٌ فٖى عُيُونِ ال۟عَجَائِبِ mâsadak oldum. Bir misali budur: Bir senedir İstanbul’a geldim, yüz senenin inkılabatını gördüm. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cemi’ mü’minlerin lisanıyla insanların adedi kadar deriz: Yaşasın şeriat-ı Ahmedî! (aleyhissalâtü vesselâm). </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bediüzzaman </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Biraderim Başmuharrir Bey’e!''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Edibler edepli olmalıdırlar. Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalıdırlar. Matbuat nizamnamesini vicdanlarındaki hiss-i diyanet tanzim etsin. Zira bu inkılab-ı şer’iye gösterdi ki vicdanlarda hüküm-ferma, nure’n-nur olan hamiyet-i İslâmiyedir. Hem de anlaşıldı ki ittihad-ı İslâm umum askere ve umum ehl-i imana şâmildir. Hariç kimse yoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Hutbe-i Şâmiye'nin Birinci Zeylinin Zeylinden Son Parçası == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (31 Mart Hâdisesi’nde isyan eden sekiz taburu itaate getiren ve musibeti yüzden bire indiren iki derstir ki dinî ceridelerde 1325’te neşredilmiştir. Miladî: 1909) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kahraman Askerlerimize </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey şanlı asakir-i muvahhidîn! Ve ey bu millet-i mazlumeyi ve mukaddes İslâmiyet’i iki defa büyük vartadan tahlis eden muhteşem kahramanlar! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cemal ve kemaliniz, intizam ve inzibattır. Bunu da hakkıyla en müşevveş bir zamanda gösterdiniz. Ve hayatınız ve kuvvetiniz itaattir. Bu meziyet-i mukaddeseyi en ufak âmirinize karşı bile irae ediniz. Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâm’ın namusu artık sizin itaatinize bağlıdır. Sancak ve tevhid-i İlahî sizin yed-i şecaatinizdedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattir. Sizin zabitleriniz, müşfik pederlerinizdir. Kur’an ve hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklı âmire itaat farzdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Malûmunuzdur ki otuz üç milyon nüfus yüz sene zarfında böyle iki inkılabı yapamadı. Sizin o itaatten neş’et eden hakiki kuvvetiniz, umum millet-i İslâmiyeyi medyun-u şükran etti. Bu şerefi hakkıyla teyid etmek, zabitlerinize itaatledir. İslâmiyet’in namusu da o itaattedir. Biliyorum ki müşfik pederleriniz olan zabitlerinizi mes’ul etmemek için işe karıştırmadınız. Şimdi ise iş bitti. Zabitlerinizin âğuş-u şefkatlerine atılınız. Şeriat-ı garra böyle emrediyor. Zira zabitler ulü’l-emrdirler. Vatan ve millet menfaatinde, hususan nizam-ı askerîde ulü’l-emre itaat farzdır. Şeriat-ı Muhammedî’nin –aleyhissalâtü vesselâm– muhafazası da itaat iledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Asakire Hitap''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Dinî Ceride Numara: 110, 30 Nisan 1909) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey asakir-i muvahhidîn! Fahr-i Âlem’in aleyhissalâtü vesselâm fermanını size tebliğ ediyorum ki şeriat dairesinde ulü’l-emre itaat farzdır. Ulü’l-emriniz ve üstadlarınız zabitlerinizdir. Askerlik ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Çarkların biri intizam ve itaatte serkeşlik etmekle, bütün fabrika herc ü merc olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sizin o muntazam ve kuvvetli fabrika-i askeriyeniz, otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfus-u İslâmiyenin nokta-i istinadı ve maden-i istimdadıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sizin iki müthiş istibdadı kansız ve def’aten öldürmeniz hârikulâde olduğundan ve şeriat-ı garranın iki mu’cize-i garrasını izhar ettiğinizden zaîfü’l-akide olanlara, hamiyet-i İslâmiyenin kuvvetini ve şeriatın kudsiyetini iki bürhan ile izhar eylediniz. Bu iki inkılabın pahasına binler şehit verse idik ucuz sayacaktık. Lâkin itaatinizden binde bir cüzü feda olunsa bize pek çok pahalı düşer. Zira itaatinizin tenakusu, ukde-i hayatiye veya hararet-i gariziyenin tenakusu gibi mevti intac eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tarih-i âlem serâpa şehadet ediyor ki asker neferatının siyasete müdahaleleri, devletçe ve milletçe müthiş zararları intac etmiştir. Elbette hamiyet-i İslâmiyeniz, böyle sizi uhdenizde olan hayat-ı İslâmiyeye zarar verecek noktalardan men’edecektir. Siyaseti düşünenler, sizin kuvve-i müfekkireniz hükmünde olan zabitleriniz ve ulü’l-emrlerinizdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bazen zarar zannettiğiniz şey, siyaseten büyük zararı def’ettiği için ayn-ı maslahat olduğundan, zabitleriniz tecrübeleri hasebiyle görüyor ve size emir veriyor. Sizde de tereddüt caiz değildir. Ef’al-i hususiye-i nâmeşrua, sanattaki maharet ve hazakate münafî değildir ve sanatı menfur etmez. Nasıl ki bir tabib-i hâzık ve bir mühendis-i mahirin nâmeşru harekâtı için onların tıp ve hendeselerinden mani-i istifade olamaz. Kezalik fenn-i harpte tecrübeli ve o sanatta mahir ve hamiyet-i İslâmiye ile münevverü’l-fikir zabitlerinizin bazılarının cüz’î nâmeşru harekâtı için itaatinize halel vermeyiniz. Zira fenn-i harp, mühim bir sanattır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem de sizin kıyamınız; şeriat-ı garra, –yed-i beyza-i Musa gibi– sair sebeb-i tefrika ve teşettüt-ü efkâr olan cemiyetleri bel’ etti. Sahirleri de secdeye mecbur eyledi. Harekâtınız bu inkılabda ilaç gibi idi ki fazla olsa zehire münkalib olur. Ve hayat-ı İslâmiyeyi fena bir hastalığa hedef eder. Hem de himmetinizle bizdeki istibdat şimdilik mahvoldu. Lâkin terakkiler için Avrupa’nın istibdad-ı manevîsi altındayız. Nihayet derecede ihtiyat ve itidal lâzımdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yaşasın şeriat-ı garra!.. Yaşasın askerler!.. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Cemiyetlere İhtar-ı Mühim''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi cemiyetimiz bir hükûmet-i meşruta-i meşruadır. Hükûmet içinde hükûmetin zararı görüldü. Seviye-i irfan bir olmadığından fırkalarda husumet, taassup ve taraftarlık intac eder. Tabiî o kuvveti istimal ile siyasete karışacak ve umumî idarede herkesçe lezzetli olan tahakkümatı yapacak sahib-i ağraza müsait bir zemin olur. Binaenaleyh bizdeki fırkaların şimdiki hal ile devamı gayet muzırdır. Lâkin bir şirkette veya münevverü’l-fikir ve bîtaraf mabeyninde tenkidat-ı siyasetten veya ehl-i ilim mabeyninde nasihat ve irşaddan menfaat olabilir. Şimdi hükûmet-i meşruamız asıl büyük cemiyettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bediüzzaman '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == [[Hakikat Çekirdekleri]] == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Sûre-i İhlâs'ın Bir Remzi == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hutbe-i Şamiye’nin İkinci Zeyli’nin İkinci Kısmı''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sure-i İhlas’ın Bir Remzi''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ وَ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلٰى مُحَمَّدٍ سَيِّدِ ال۟مُر۟سَلٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ هُوَ ıtlak ile tayini, tevhid-i şuhuda işarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَى۟: لَا مَش۟هُودَ بِنَظَرِ ال۟حَقٖيقَةِ اِلَّا هُوَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُ اَحَدٌ tevhid-i uluhiyete tasrihtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَى۟: لَا مَع۟بُودَ اِلَّا هُوَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُ الصَّمَدُ tevhid-i rububiyete remizdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَى۟: لَا خَالِقَ وَلَا رَبَّ اِلَّا هُوَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve tevhid-i ceberuta telvihtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَى۟: لَا قَيُّومَ وَلَا غَنِىَّ عَلَى ال۟اِط۟لَاقِ اِلَّا هُوَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَم۟ يَلِد۟ tevhid-i celale telmihtir. Şirkin envaını reddeder. Yani tagayyür veya tecezzi veya tenasül eden, ilah olamaz. Ukûl-ü aşere veya melâike veya İsa veya Üzeyr’in velediyetini dava eden şirkleri reddeder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَلَم۟ يُولَد۟ ispat-ı ezeliyet ile tevhiddir. Esbab-perest, nücum-perest, sanem-perest, tabiat-perestin şirkini reddeder. Yani hâdis veya bir asıldan münfasıl veya bir maddeden mütevellid olan ilah olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَلَم۟ يَكُن۟ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ câmi’ bir tevhiddir. Yani zatında, sıfatında, ef’alinde naziri, şeriki, şebihi yoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَي۟سَ كَمِث۟لِهٖ شَى۟ءٌ وَ هُوَ السَّمٖيعُ ال۟بَصٖيرُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu sure, bütün enva-ı şirki reddeder. Ve yedi meratib-i tevhidi tazammun eden altı cümlesi mütenaticedir. Her biri ötekinin hem neticesi hem bürhanıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muvahhid-i ekber ve tevhidin bürhan-ı muazzamı olan kâinat, değil yalnız erkân ve azası belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisan-ı zâkir-i tevhid olarak bu büyük bürhanın sadâ-yı bülendine iştirak ederek hep birden لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diye mevlevîvari zikrediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tevhidin bürhan-ı nâtıkı olan Kur’an’ın sinesine kulağını yapıştırırsan işiteceksin ki kalbinde derinden derine gayet ulvi, nihayet derecede ciddi, gayet samimi, nihayet derecede munis ve mukni ve bürhan ile mücehhez bir sadâ-yı semavî işiteceksin ki: اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ zikrini tekrar ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, şu bürhan-ı münevverin altı ciheti de şeffaftır. Üstünde sikke-i i’caz, içinde nur-u hidayet, altında mantık ve delil, sağında aklı istintak; solunda vicdanı istişhad; önünde hayır, hedefinde saadet-i dâreyn, nokta-i istinadı vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var, girebilsin! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latîfe-i Rabbaniye, her birinin bir gayatü’l-gayatı var: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İradenin ibadetullahtır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zihnin marifetullahtır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hissin muhabbetullahtır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Latîfenin müşahedetullahtır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye hem tehzib hem bu gayatü’l-gayata sevk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer icaddaki vasıta hakiki olsaydı ve hakiki tesir verilseydi hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi hem de bizzarure eserde itkan-ı kemal-i sanat muhtelif olacaktı. Halbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe itkan; derece-i kemalde, mahiyetin kameti nisbetindedir. Demek Müessir-i Hakiki’den bazı karib, bazı baîd, kısmen vasıtasız, kısmen vasıta ile kısmen vesait ile değildir. İnsanın ihtiyarî eserindeki adem-i kemal; cebri nefiy, ihtiyarı ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cây-ı dikkattir ki: Cüz’î bir ihtiyarın tavassutu ile eser-i akıl bir insan şehri, intizamca semere-i vahiy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i sanatı bir petek hüceyrat şehri; bir nar ve (cilnar) gülnardan intizamca geridir. Demek, kâinattaki cazibe-i umumiye hangi kalemden akmışsa cüz-i lâyetecezzadaki küçücük cazibeler o kalemin noktalarıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İslâmiyet der: لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ Hem vesait ve esbabı, müessir-i hakiki olarak kabul etmez. Vasıtaya mana-yı harfî nazarıyla bakar. Akide-i tevhid ve vazife-i teslim ve tefviz öyle ister. Tahrif sebebiyle şimdiki Hristiyanlık esbab ve vesaiti müessir bilir, mana-yı ismî nazarıyla bakar. Akide-i velediyet ve fikr-i ruhbaniyet öyle ister, öyle sevk eder. Onlar azizlerine mana-yı ismiyle birer menba-ı feyz ve –güneşin ziyasından bir fikre göre istihale etmiş lambanın nuru gibi– birer maden-i nur nazarıyla bakıyorlar. Biz ise evliyaya mana-yı harfiyle yani âyine güneşin ziyasını neşrettiği gibi birer ma’kes-i tecelli nazarıyla bakıyoruz. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''' Nakşibendî rabıtası bu sırra bina edilmiştir.</ref>''')''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu sırdandır ki bizde sülûk tevazudan başlar, mahviyetten geçer, fenafillah makamını görür. Gayr-ı mütenahî makamatta sülûka başlar. Ene ve nefs-i emmare kibriyle, gururuyla söner. Hakiki Hristiyanlık değil belki tahrif ve felsefe ile sarsılmış Hristiyan’da, ene levazımatıyla kuvvetleşir. Enesi kuvvetli, müteşahhıs, rütbeli, makam sahibi bir adam, Hristiyan olsa mütesallib olur. Fakat Müslüman olsa lâkayt olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kuvveden fiile geçmek olan faaliyetteki şedit ve mütenevvi lezzet, tagayyür-ü âlemin mâyesi ve kanun-u tekâmülün nüvesidir. Zindandan bostana çıkmak, daneden sümbüle geçmek ayn-ı lezzettir. Faaliyet istihaleyi tazammun etse lezzet tezayüd ederek taşar. Vazifedeki külfeti taşıttıran o tattır. Zîşuura nisbeten gayetteki kemal, ne kadar cazibedarsa “Lâmüdrike”ye nisbeten nefs-i faaliyet öyle de cazibedardır, sa’ye sevk eder. Bu sırdandır ki rahat zahmettir, zahmet rahattır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hırs ile acûliyet, sebeb-i haybettir. Zira müretteb basamaklar gibi fıtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden harîs muvaffak olamaz. Olsa da tertib-i ca’lîsi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan yeise düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Allah, kalbin bâtınını iman ve marifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zâhirini, sair şeylere müheyya etmiştir. Cinayetkâr hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hırs cihetiyle siyaset efkârını, İslâmiyet akaidinin yerlerine kadar îsal eden herifler şan ve şeref değil belki şeyn ü şenaate mazhar oldular. Nefsanî aşklardaki felaketler, haybetler bu sırdandır. O çeşit âşıkların bütün divanları birer feryad-ı matemdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gece kalben nevmi merak edersin, bakiyyesini de kaçırıp uyanık kalırsın. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İki dilenci: Biri musırr-ı muhteris, biri müstağni-i muhteriz… İkincisine vermeyi daha ziyade arzu etmekliğin, şu geniş kanunun bir numunesidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrip eder, parçalar. O müthişin en müthişidir ki akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik hem iz’an hem iltizam hem teslim hem manevî imtisaldir. Şu tenkit; imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu zaman-ı tereddüt ve evhamda, iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nurani sıcak kalplerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. “Bîtarafane muhakeme” dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالَّذٖى عَلَّمَ ال۟قُر۟اٰنَ ال۟مُع۟جِزَ اِنَّ نَظَرَ ال۟بَشٖيرِ النَّذٖيرِ وَبَصٖيرَتَهُ النَّقَّادَةَ اَدَقُّ وَاَجَلُّ وَاَج۟لٰى وَاَن۟فَذُ مِن۟ اَن۟ يَل۟تَبِسَ اَو۟ تَش۟تَبِهَ عَلَي۟هِ ال۟حَقٖيقَةُ بِال۟خَيَالِ وَاِنَّ مَس۟لَكَهُ ال۟حَقَّ اَغ۟نٰى وَاَن۟زَهُ وَاَر۟فَعُ مِن۟ اَن۟ يُدَلِّسَ اَو۟ يُغَالِطَ عَلَى النَّاسِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zira hakikatbîn göz aldanmaz, hakperest kalp aldatmaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Gıybetin Derece-i Şenaati''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an der: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَيُحِبُّ اَحَدُكُم۟ اَن۟ يَا۟كُلَ لَح۟مَ اَخٖيهِ مَي۟تًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Altı kelime ile altı derece şiddetle gıybeti takbih ediyor. Yani hemze ile der: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aklına bak, böyle şeye cevaz verir mi? Müstakim aklın yoksa kalbine bak! Böyle şeye muhabbet eder mi? Selim kalbin yoksa vicdanına bak, böyle dişinle kendi etini parçalamak gibi hayat-ı içtimaiyeyi bozmaya rıza gösterir mi? Vicdan-ı içtimaiyen olmazsa insaniyetine bak, böyle canavarvari iftirasa iştiha gösterir mi? Manen insaniyetin olmazsa rikkat-i cinsiye ve karabet-i rahmiyene bak! Böyle kendi belini kıracak harekete meyleder mi? Rikkat-i cinsiyen olmazsa hiç sağlam tabiatın yok mu ki ölüyü dişlerinle parçalıyorsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek akıl, kalp, vicdan, insaniyet, rikkat-i cinsiye, tabiat, şeriat nazarında gıybet; merduddur, matruddur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ ال۟اِن۟سَانَ الَّذٖى لَا يُد۟رِكُ سِرَّ التَّعَاوُنِ لَهُوَ اَج۟مَدُ مِنَ ال۟حَجَرِ اِذ۟ مِنَ ال۟حَجَرِ مَا يَتَقَوَّسُ لِمُعَاوَنَةِ اَخٖيهِ اِذِ ال۟حَجَرُ مَعَ حَجَرِيَّتِهٖ اِذَا خَرَجَ مِن۟ يَدِ ال۟مُعَقِّدِ ال۟بَانٖى فِى السَّق۟فِ ال۟مُحَدَّبِ يَمٖيلُ وَ يَخ۟ضَعُ رَا۟سَهُ لِيُمَاسَّ رَا۟سَ اَخٖيهِ لِيَتَمَاسَكَا عَنِ السُّقُوطِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani kubbelerde taşlar, baş başa vururlar tâ düşmesinler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cüz-i lâyetecezza zerresinden insana, insandan şems-i şümusa müteselsil mahrutî silsilenin vasatındaki cevher-i ferîdi, insan-ı mükerremdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zaika gibi bir hiss-i sâika hem bir hiss-i şâika vardır. Hem insanda gayr-ı meş’ur hisler çoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bazen arzu, fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris, arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Garibdir ki bazı adam pis bir çamura düşer, kendini aldatmak için misk ü amber diye yüzüne gözüne bulaştırır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şehit velidir. Cihad farz-ı kifaye iken farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Hac ve zekât gibi cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hattâ adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün etmezse cihad, şehadet-i hakikiyeyi intac eder. Zira vücub tezauf etse taayyün eder. İhtiyarı tazammun eden niyetin tesiri azalır. Şu günahkâr millette, birdenbire on binler evliya inkişaf ve tezahür etse az bir mükâfat değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizde biri fâsık olsa galiben ahlâksız ve vicdansız olur. Zira arzu-yu masiyet, vicdandaki imanın sadâsını susturmakla inkişaf edebilir. Demek vicdanını ve maneviyatını sarsmadan, istihfaf etmeden tam ihtiyar ile şerri işlemez. Onun için İslâmiyet; fâsıkı hain bilir, şehadetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder. Hristiyan bir zimmîyi ve kâfir muahidi ibka eder. Hanefî mezhebi zimmînin şehadetini kabul eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İcra-yı adalet, din namına olmalı tâ akıl ve kalp ve ruh müteessir olsunlar, imtisal etsinler. Yoksa yalnız vehim müteessir olur. Yalnız hükûmetin cezasından korkar eğer tahakkuk etse. Nâsın itabından çekinir eğer tebeyyün etse. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir cani yüzünden, çok masumları ihtiva eden bir gemi batırılmaz. Bir cani sıfat yüzünden, çok evsaf-ı masumeyi muhtevi bir mü’mine adâvet edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Lâsiyyema sebeb-i muhabbet olan iman ve tevhid, Cebel-i Uhud gibidir. Sebeb-i adâvet olan şeyler, çakıl taşları gibidir. Çakıl taşlarını Cebel-i Uhud’dan daha ağır telakki etmek ne kadar akılsızlıksa mü’minin mü’mine adâveti, o kadar kalpsizliktir. Mü’minlerde adâvet, yalnız acımak manasında olabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' İman muhabbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟كَلَامُ كَال۟مَالِ لَا يَجُوزُ فٖيهِ ال۟اِس۟رَافُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Siyaset ve Medeniyetle İlgili Cevaplar == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aziz, sıddık kardeşlerim! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evvela:''' Hem geçmiş hem gelecek hem maddî hem manevî bayramlarınızı ve mübarek gecelerinizi, bütün ruh u canımla tebrik ve ettiğiniz ibadet ve duaların makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden bütün ruh u canımızla niyaz edip isteyip o mübarek dualara âmin deriz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Hem çok defa manevî hem çok cihetlerden ehemmiyetli iki suallerine mahremce cevap vermeye mecbur oldum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Sualleri:''' Ne için eskide hürriyetin başında siyasetle hararetli meşgul oluyordun? Bu kırk seneye yakındır ki bütün bütün terk ettin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan: “Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için her şey feda edilir.” diye bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun sû-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok sû-i istimale yol açılmış. İki harb-i umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harap etti. Risale-i Nur bu hakikati bazı mecmua ve müdafaatında ispat ettiği için onlara havale ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karşı arş-ı a’zamdan gelen Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da şu âyet ifade ediyor: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِز۟رَ اُخ۟رٰى مَن۟ قَتَلَ نَف۟سًا بِغَي۟رِ نَف۟سٍ اَو۟ فَسَادٍ فِى ال۟اَر۟ضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani bu iki âyet, bu esası ders veriyor ki: “Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem bir masum, rızası olmadan bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse o fedakârlık bir şehadettir ki o başka meseledir.” diye hakiki adalet-i beşeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilatını da Risale-i Nur’a havale ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Sual:''' Sen eskide Şark’taki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Medeniyet-i hazıra-i Garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, bîçare beşeri hem gayet fakir hem gayet tembel eyledi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Semavî Kur’an’ın kanun-u esasîsi لَي۟سَ لِل۟اِن۟سَانِ اِلَّا مَا سَعٰى كُلُوا وَ اش۟رَبُوا وَ لَا تُس۟رِفُوا ferman-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.” diye Risale-i Nur bu esası izahına binaen kısa bir iki nükte söyleyeceğim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcatını tedarik etmeyen on adette ancak ikisi idi. Şimdiki Garp medeniyet-i zalime-i hazırası, sû-i istimalat ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medeni insanın tam muhtaç olduğu dört hâcatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avam ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’an’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekât ve hurmet-i riba” vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nükte:''' Bu medeniyet-i hazıranın hârikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından hakiki bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete sevk ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, Risale-i Nur’daki “Nur Anahtarı”nın dediği gibi: Radyo; büyük bir nimet iken maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir manevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz malayani şeylere sarf edildiğinden tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kısım hârika vesait, sa’y ve amel ve hakiki maslahat-ı ihtiyacat-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken ben kendim gördüm; ondan bir ikisi zarurî ihtiyacata sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Medeniyet-i Garbiye-i hazıra, semavî dinleri tam dinlemediği için beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tama’ı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o bîçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış. Sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri hasta etmiş. Sû-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla, intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor. Bir nevi cehennem azabı veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’an-ı Hakîm’in dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî, esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini ve eğer yakında kıyamet kopmazsa beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çok aziz, çok mübarek, çok müşfik, çok sevgili Üstadımız Hazretleri! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’u himmet ve dualarınızla, dikkat ve tefekkürle okudukça bu muazzam eser külliyatının tılsım-ı kâinatın muammasını keşif ve halleden bir keşşaf olduğunu, hal ve istikbalin bir mürşid-i ekberi ve bir rehber-i a’zamı olduğunu, yine dua ve himmetinizle idrak ediyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur’u okuyan her idrak sahibi anlıyor ki Risale-i Nur gerek bu asrın, gerekse önümüzdeki asrın beşeriyetini fikir karanlıklarından kurtarıp tenvir ve irşad edecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur yalnız bu vatan ve millet için değil, âlem-i İslâm ve bütün beşeriyetin ihtiyacına cevap verecek bir külliyat olarak telif edilmiştir. Bugün tarihte hiç görülmemiş bir fecaat ve felaket içerisinde çırpınan beşeriyet için halâskâr olarak Risale-i Nur’a sarılmaktan ve ne pahasına olursa olsun, Risale-i Nur’un nurani ve parlak eczalarını elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktan başka bir kurtuluş çaresi yoktur. Risale-i Nur’u okuyan herkes, bu hakikati idrak etmiş ve etmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer biz muktedir olsak bu hakikati, kâinata nâzır bir mahalle çıkıp bütün kâinata ilan edeceğiz. Fakat mademki buna muvaffak olamıyoruz ve mademki Risale-i Nur’un cihanşümul kıymetini bu derece Üstadımızın himmetiyle idrak etmişiz. Şu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât menbaı olan Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bile boş geçirmeden, mütemadî ve devamlı bir şekilde her gün ve her saat okuyacağız ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışacağız inşâallah. Fakat her an bütün işlerimizde olduğu gibi bunda da büyük Üstadımızın dua ve himmetiyle muvaffak olabileceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem şu hakikat zâhir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa Risale-i Nur’un ve müellifinin talebesidir. Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip Risale-i Nur Külliyatı’nı okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur. Fakat biz idrak ettiğimiz bu muazzam hakikat karşısında, beşeriyetin halâskârı ve milyarlarca insanların fevkinde olan bir memur-u Rabbanîye nasıl minnettar ve medyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yine dua ve himmetinizle idrak etmişiz ki Kur’an-ı Kerîm’in bir mu’cize-i maneviyesi olan hârika Risale-i Nur Külliyatı’nın bir satırından ettiğimiz istifadenin, bir miktar-ı mukabilini dahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için ancak Cenab-ı Hakk’a şöyle yalvarmaya karar verdik: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Yâ Rab! Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp bâki ve sermedî bir âlemin saadetine nâil edecek bir hakaik hazinesinin anahtarını Risale-i Nur gibi nazirsiz bir eseriyle bahşeden sevgili ve müşfik Üstadımızı, zalimlerin ve düşmanların suikastlarından muhafaza eyle, Kur’an ve iman hizmetinde daima muvaffak eyle, ona sıhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle!” diye dua ediyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Üstadımız Hazretleri! Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nâil olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tetkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bediüzzaman ortadan kaldırmaya inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizim bu kanaatimiz, safdilane veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için muarız olan dahi bu hakikati kalben tasdik edecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dua ve şefkat buyurun, Kur’an ve iman hizmetinde fedai olalım. Risale-i Nur’u, bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım, yazalım, ihlas-ı tamme muvaffak olalım. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üniversite Nur talebeleri namına<br> '''Abdülmuhsin''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çok mübarek Üstadımız Hazretleri! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evvela; geçenlerde alınan Nur eczalarının hepsi dağıldı, Nur’un müştakları sürur içinde kaldılar. Nur’dan kısmeti olanlar, birer birer çıkıp ona koşuyorlar. Nur arayan sineler مَن۟ طَلَبَ وَ جَدَّ وَجَدَ hakikatince buluyorlar. Bu sefer Ziya kardeşimizin getirdiği otuz dört adet Sözler kapışıldı. Asâ-yı Musalar Ankara’ya ve Anadolu’nun muhtelif yerlerine dağılıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’un perde arkasındaki parlaklığını görmeyenler dahi ona taraftardırlar. Risale-i Nur’un Medresetü’z-Zehrası Anadolu çapında ve âlem-i İslâm ölçüsünde genişleyeceğini; Risale-i Nur’un hakikatinin yüksekliğinden ve dikkat ve tefekkürle okuyan mü’minlerin ve ehl-i ilmin arasında vücuda gelen sarsılmaz uhuvvet ve kardeşlikten anlıyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Medresetü’z-Zehranın bu muazzam faaliyetleri, zemin yüzünde bahar mevsiminde olan İlahî ve muazzam neşir gibi sessiz, gürültüsüz, şaşaasız, gösterişsiz ve mütevazi ve fakat muazzam bir şekilde cereyan etmektedir. Fıtraten acûl olan insanoğlu, âlemde hâkim olan kanun-u İlahî’yi düşünmeyerek, her meselenin istediği vakitte hallolunmasını istiyor; küçük dairelerdeki vazifelerini atlayıp büyük dairelere sapıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tohumları atılmış ve sümbül vaktine gelmiş olan Risale-i Nur’un yetiştirdiği hakiki imanlı zatlar, inşâallah yakın zamanda âlem-i İslâm’a birer numune-i imtisal olup nur-u hidayeti göstereceklerdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ankara Üniversitesi<br> Nur talebeleri namına<br> '''Abdullah''' </div>