İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Sadakatte namdar, safvet-i kalpte mümtaz Süleyman Rüştü ile bir muhavere-i latîfe == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Güz mevsiminde, sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgâm insanlar, cüz’î tacizleri için sinekleri itlaf etmek üzere hapishanedeki odamızda bir ilaç istimal ettiler. Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilâhare, insanların inadına, sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim: “Bu küçücük kuşlara ilişme, başka yere ser.” O da kemal-i ciddiyetle: “Bu ip bize lazımdır, sinekler başka yerde kendilerine yer bulsunlar.” Her ne ise... </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu latîfe münasebetiyle seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet, bir kitap, kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki Fatır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Kur’an-ı Hakîm’in: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يَآ اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاس۟تَمِعُوا لَهُ اِنَّ الَّذٖينَ تَد۟عُونَ مِن۟ دُونِ اللّٰهِ لَن۟ يَخ۟لُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اج۟تَمَعُوا لَهُ وَاِن۟ يَس۟لُب۟هُمُ الذُّبَابُ شَي۟ئًا لَا يَس۟تَن۟قِذُوهُ مِن۟هُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَال۟مَط۟لُوبُ yani, “Cenab-ı Hak’tan başka, bütün esbab ve uluhiyetleri ehl-i dalalet tarafından dava edilen âliheler içtima etse bir sineği halk edemezler. Yani, sineğin hilkati öyle bir mucize-i Rabbaniyedir ve bir âyet-i tekvîniyedir ki bütün esbab toplansa onun mislini yapamazlar, o âyet-i Rabbaniyeye muaraza edemezler, taklidini de yapamazlar.” mealindeki âyete ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrut’u mağlup eden ve Hazret-i Musa (as) onların tacizlerine karşı müştekiyane, “Yâ Rab, bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince, ilhamen cevap gelmiş ki: “Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: ‘Yâ Rab, bu koca kafalı beşer seni yalnız bir lisan ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı.” diye, Hazret-i Musa’nın (as) şekvasına bin itiraz kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin hem gayet nezafet-perver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu taifenin elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kāsırdır, daha o vazifeyi ihata edememiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Cenab-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyat bulunan hayvanat-ı bahriye cenazelerini (<ref>Evet, bir balık, binler yumurta, binler yavru ve bazen bir milyon yumurtadan ibaret olan havyardan çıkan tevellüdat-ı semekiyeye nisbeten vefiyatları bulunacak; tâ ki muvazene-i bahriye muhafaza edilebilsin.<br>Rahîmiyet-i İlahiyenin latîf cilvelerindendir ki valide balıkların yavrularıyla nisbetsiz bir tefavüt-ü cismîde bulunduklarından yavrulara valideleri kumandanlık edemiyorlar. Sokuldukları yere giremedikleri için Hakîm ve Rahîm, yavrular içinde onlara küçük bir kumandan çıkarıp validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.</ref>)toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle âlûde, müstekreh manzaradan kurtarmak için sıhhiye memurları nev’inden gayet muntazam âkilü’l-lahm bir kısım hayvanatı halk etmiş. Eğer o bahriye sıhhiye memurları gayet muntazam vazifelerini îfa etmeseydiler, deniz yüzü ayna gibi parlamayacaktı. Belki hazîn ve elîm bir bulanıklık gösterecekti. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem her günde milyarlarla yabani hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla rûy-i zemini o taaffünattan temizlemek ve zîhayatları o elîm ve hazîn manzaralardan kurtarmak için nezafet ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartallar misillü, kerametkârane, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden bir sevk-i Rabbanî ile o cenazenin yerini hisseden, giden ve kaldıran âkilü’l-lahm kuşları ve vahşi hayvanları halk etmiş. Eğer bu berriye sıhhiyeleri gayet mükemmel, intizam-perver, vazifedar olmasa idiler, zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, âkilü’l-lahm hayvanların helal rızıkları, vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, ceza görürler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حَتّٰى يَق۟تَصُّ ال۟جَمَّاءُ مِنَ ال۟قَر۟نَاءِ –اَو۟ كَمَا قَالَ– </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani, “Boynuzsuz olan hayvanın kısası kıyamette boynuzludan alınır.” diye ifade-i hadîsiye gösteriyor ki: Gerçi cesetleri fena bulur fakat ervahları bâki kalan hayvanat mabeyninde dahi onlara münasip bir tarzda, dar-ı bekada mücazat ve mükâfatları vardır. Ona binaen, canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır, denilebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezafet memurları olarak hem niam-i İlahiyenin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve hakaretten ve abesiyetten siyanet etmekle ve küçücük hayvanatın cenazelerini toplamakla sıhhiye memurları gibi tavzif olunmuşlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen onlardan daha mühim, sinekleri dahi insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi temizlemekle sinekler muvazzaftırlar. Değil mikropların nâkileleri, bilakis, muzır mikropları mass, yani, emmek ve yemek ile o mikropları imha, o madde-i semmiyeyi istihaleye uğratırlar, çok sâri hastalıkların önünü alırlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sıhhiye neferleri hem tanzifat memurları hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise onların gayet kesretidir. Çünkü kıymettar, menfaattar şeyler teksir edilir. (<ref>Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir sanat-ı Rabbaniye olduğuna latîfane bir işaret olarak meşhur Yunus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir:<br>Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim<br> Kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.</ref>) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmet-i hayatiyesinden başka, sana ait bu küçücük faydasına bak, sinek düşmanlığını bırak. Çünkü gurbette, kimsesiz, yalnızlıkta sana ünsiyet verdiği gibi, gaflete dalıp fikrini dağıtmaktan seni ikaz eder. Ve latîf vaziyeti ve abdest alması, yüzünü, gözünü temizlemesiyle sana abdest ve namaz ve hareket ve nezafet gibi vazife-i insaniyeti ihtar eden ve ders veren sineği görüyorsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sineğin bir sınıfı olan arılar, nimetlerin en tatlısı, en latîfi olan balı sana yedirdikleri gibi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’da, vahy-i Rabbanîye mazhariyetle serfiraz olduğundan onları sevmek lazım gelirken sinek düşmanlığı, belki insana daima muavenete dostane koşan ve her belasını çeken hayvanata düşmanlığı gadirdir, haksızlıktır. Muzırların yalnız zararlarını def’ için mücadele olabilir. Mesela koyunları kurtların tecavüzünden korumak için onlara mukabele edilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba hararet zamanında vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık bazı mevadd-ı muzırrayı hamil evridede cereyan eden mülevves kana musallat, belki memur olan sivrisinek ve pireler fıtrî haccamlar olmasınlar mı? Muhtemel... </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَ مَن۟ تَحَيَّرَ فٖى صُن۟عِهِ ال۟عُقُولُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nefsimle mücadele ettiğim bir zamanda, nefsim kendinde gördüğü nimet-i İlahiyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura, iftihara, temeddühe başladı. Ben ona dedim ki: “Bu mülk senin değil, emanettir.” O vakit nefis gurur ve iftiharı bıraktı fakat tembelliğe başladı. “Benim malım olmayana ne bakayım? Zayi olsun, bana ne?” dedi. Birden gördüm: Bir sinek, elime kondu, emanetullah olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladı. Bir neferin mîrî silahını, elbisesini güzelce temizlediği gibi sinek de temizliyordu. Nefsime dedim: “Bak.” Baktı, tam ders aldı. Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki bazen tatlı bir şuruptur. Fakat sinek, yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semlerin menşei olmakla sinekler küçücük istihale ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir, belki şe’nindendir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, arıdan başka sineklerin bazı taifeleri var ki (<ref>Evet, sineğin küçücük bir taifesini baharın ahirinde, badem ve zerdali ağaçlarının dallarında, siyah bir kütle halinde halk olunup dala yapışık olup kalırlar. Mütemadiyen pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi, sair sinekler etrafına toplanır, emerler.<br>Diğer bir başka taifesi de nebatatın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkîhinde istihdam olunuyorlar.<br>Sinek taifelerinden yıldızlı, mumlu, ışıklı olan yıldız böceği şâyan-ı temaşa olduğu gibi, sinek taifelerinden yaldızlı, altın gibi parlak kısmı da şâyan-ı dikkattir.<br>Mızraklı sinekle eşkıyaları hükmünde olan yabani arıları da unutmamalıyız. Eğer Hâlık-ı Rahman onların dizginini çekmeseydi, bu mızraklı taifeler, pireler gibi insanlara hücum etseydiler, Nemrut’u öldürdükleri gibi, nev-i insanı da hırpalayacaktılar; ﻭَﺍِﻥْ ﻳَﺴْﻠُﺒْﻬُﻢُ ﺍﻟﺬُّﺑَﺎﺏُ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻟﺎَ ﻳَﺴْﺘَﻨْﻘِﺬُﻭﻩُ âyetinin mana-yı işarîsini tefsir ederdi.<br>İşte, bunlar gibi yüz namdar, hâsiyetli taifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır ki mezkûr azîm âyet onu mevzu yapmış; ﻳَﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﺿُﺮِﺏَ ﻣَﺜَﻞٌ ilh... demiş.</ref>) muhtelif, müteaffin maddeleri yerler, mütemadiyen pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O semli, müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifalı bir şuruba tebdil ederek bir istihale makinesi olduklarını ispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir taifesi olduğunu göze gösterirler. “Küçüklüğümüze bakma. Taifemizin azametine bak, ‘Sübhanallah’ de.” diye lisan-ı hal ile söylerler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == وَاَن۟زَل۟نَا ال۟حَدٖيدَ فٖيهِ بَا۟سٌ شَدٖيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> âyetine dair gayet ehemmiyet kesb etmiş, mühim ve mütefennin bir adam sual ile bazı hocaları ilzam ettiği bir suale muhtasar bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Deniliyor ki: “Demir yerden çıkıyor, yukarıdan inmiyor ki اَن۟زَل۟نَا denilsin. Neden اَخ۟رَج۟نَا dememiş, zâhiren muvafık görülmeyen اَن۟زَل۟نَا demiş?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, اَن۟زَل۟نَا kelimesiyle demirdeki azîm ve çok ehemmiyetli nimet cihetini ihtar etmek için اَن۟زَل۟نَا demiş. Çünkü yalnız demirin zatını nazara vermiyor ki “ihraç” desin. Belki nimet-i azîmeyi ve nev-i beşerin demire ne derece muhtaç olduğunu ihtar içindir. Nimet ciheti ise aşağıdan yukarıya çıkmıyor, belki rahmet hazinesinden geliyor. Rahmet hazinesi elbette âlî, yukarı ve manen yüksek mertebededir. Elbette nimet yukarıdan aşağıyadır ve muhtaç olan beşerin mertebesi aşağıdadır. Elbette in’am, ihtiyacın mâfevkindedir. Onun için nimetin rahmetten beşerin ihtiyacına imdad için gelmesinin hak tabiri, اَن۟زَل۟نَا dır “ihraç” değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem tedricî ihracat beşerin eliyle olduğu için ”ihraç” kelimesi ihsan cihetini nazar-ı gaflete hissettirmez. Evet, demirin maddesi murad olunsa, mekân-ı maddî itibarıyla ihraçtır. Fakat demirin menfaati ve burada mana-yı maksudu olan “nimet” ise, manevîdir. Bu mana, maddî mekâna bakmıyor, belki manevî mertebeye bakar. Rahman’ın hadsiz mertebe-i ulviyetinin bir tecellisi olan hazine-i rahmetten gelen nimet, elbette en yüksek makamdan en aşağı mertebeye gönderiliyor. Hak tabiri اَن۟زَل۟نَا dır. Bu tabirle nev-i beşere ihtar eder ki demir en büyük bir nimet-i İlahiyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, nev-i beşerin bütün sanatlarının madeni ve terakkiyatının menbaı ve kuvvetinin medarı demirdir. İşte bu azîm nimeti ihtar için makam-ı imtinan ve in’amda, kemal-i haşmetle وَاَن۟زَل۟نَا ال۟حَدٖيدَ فٖيهِ بَا۟سٌ شَدٖيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ ferman ediyor. Nasıl ki Hazret-i Davud’a en mühim bir mucize olarak وَاَلَنَّا لَهُ ال۟حَدٖيدَ ferman ediyor. Yani, büyük bir peygambere büyük bir mucize ve pek büyük bir nimet olarak demiri yumuşatmasını gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Saniyen: “Yukarı,” “aşağı” nisbîdir. küre-i arzın merkezine göre yukarı, aşağı oluyor. Hatta bize nisbeten aşağı olan, Amerika kıt’asına nazaran yukarı oluyor. Demek, merkezden sath-ı arz tarafına gelen maddeler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan i’caz lisanı ile ifade ediyor ki: Demirin o kadar çok menafii, o kadar geniş fevaidi vardır ki insanın hanesi olan küre-i arzın mahzeninden çıkarılacak âdi bir madde değildir. Ve rastgele hâcatta istimal edilmiş fıtrî bir maden değildir. Belki Hâlık-ı kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâhından ihzar edilmiş bir nimet olarak, “Rabbü’s-semavati ve’l-arz” unvan-ı haşmetiyle küre-i arz sekenesinin hâcatına medar olmak için demiri inzal etmiş, indirmiş diye, demirdeki umumî menfaati ifade için güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziya gibi öyle şümullü faydaları var ki kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i arzın dar ambarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten izhar edilerek gönderilip küre-i arzın ambarında yerleştirilmiş, o ambardan asırların ihtiyacına nisbeten parça parça ihraç ediliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an-ı Azîmüşşan, bu küçük ambardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız “sarf etmek” manasını ifade etmek istemiyor. Belki Hazine-i Kübradan o nimet-i azîmeyi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu küre-i arz hanesine en lazım şey demirdir ki Hâlık-ı Zülcelal, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzal etmiş ve ekser ihtiyac-ı beşer onunla temin edilmiştir. Kur’an-ı Hakîm, “Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz.” diye, mu’cizane ferman ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu âyette hem def’-i a’daya hem celb-i menafie medar iki nimet beyan ediyor. Nüzul-ü Kur’an’dan evvel demirle ehemmiyetli menafi-i beşeriye temin edildiği görülmüş. Fakat istikbalde demirin gayet hârika ve muhayyirü’l-ukûl bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arz’ı musahhar edip mevt-alûd bir hârika kuvveti gösterdiğini ifade için فٖيهِ بَا۟سٌ شَدٖيدٌ kelimesiyle ihbar-ı gaybî nev’inden bir lem’a-i i’caz gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Hüdhüd-ü Süleymanî == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Geçmiş nükteden bahsederken hüdhüd-ü Süleymanî’den bahis açıldı. Israrcı ve sualci bir kardeşimiz (<ref>Sual etmekte çalışkan ve yazmakta tem- bellik eden Re’fet’tir.</ref>) “Hüdhüdün Cenab-ı Hakk’ı tavsifte يُخ۟رِجُ ال۟خَب۟ءَ فِى السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ diyerek en mühim makamda, mühim evsaf-ı İlahiye içinde, nisbeten hafif bu vasfın zikrine sebep nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki söyleyenin ziyade meşgul olduğu sanatını, meşgalesini ihsas etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahra-yı Ceziretü’l-Arap’ta gizli su yerlerini ferasetle, kerametvari keşfeden bedevî arîfleri gibi, hayvan ve tuyûrun arîfi olarak Süleyman Aleyhisselam’a küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübarek, vazifedar bir kuş olmakla kendi sanatının mikyasçığıyla Cenab-ı Hakk’ın semavat ve arzdaki mahfiyatı çıkarmakla mabudiyetini ve mescudiyetini ispat ettiğini, kendi sanatçığıyla bilip ifade ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, hüdhüd pek güzel görmüş. Çünkü toprak altındaki hadd ü hesaba gelmeyen tohumlar ve çekirdekler, madenlerin mukteza-yı fıtrîsi, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. Çünkü ecsam-ı sakîle ihtiyarsız, ruhsuz olduğu için kendi yukarıya çıkamaz, yukarıdan kendi kendine aşağı düşebilir. Aşağıdan, hususan toprak sıkleti altında gizlenen bir cism-i câmid, omuzundaki ağır yükü silkip çıkmak, kat’iyyen kendi kendine olamaz. Demek, bir kudret-i hârika ile çıkarılıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, hüdhüd, berahin-i mabudiyet ve mescudiyetin en gizlisini ve en mühimmini kendi arîfliğiyle bilmiş, bulmuş. Kur’an-ı Hakîm onun hakkındaki ifadesine bir i’caz vermiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == قُل۟ لَو۟ كَانَ ال۟بَح۟رُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى لَنَفِدَ ال۟بَح۟رُ قَب۟لَ اَن۟ تَن۟فَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖى وَلَو۟ جِئ۟نَا بِمِث۟لِهٖ مَدَدًا == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyet-i azîme çok büyük ve çok âlî ve çok geniş bir denizdir. Onun cevherlerini beyan etmek için koca bir cilt kitap yazmak lazım gelir. Onun o kıymettar cevahirini başka zamana ta’likan, şimdilik yalnız birkaç gün evvel tahattur-u hakaik noktasında, benim için ehemmiyetli bir zaman olan namaz tesbihatında, uzaktan uzağa fikrin nazarına ilişen bir nüktenin şuaı göründü. O zamanda kaydedemedik, gittikçe tebâud ediyordu. Bütün bütün kaybolmadan evvel o nüktenin bir cilvesini avlamak için etrafında dairevari birkaç kelime söyleyeceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ KELİME:''' Kelâm-ı Ezelî; ilim, kudret gibi bir sıfat-ı İlahiye olduğu cihetle gayr-ı mütenahîdir. Nihayetsiz olan bir şeye denizler mürekkep olsa, elbette bitiremezler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İKİNCİ KELİME:''' Bir zatın vücudunu ihsas eden en zâhir, en kuvvetli eser, tekellümüdür. Bir zatın kelâmını işitmek, bin delil kadar vücudunu, belki şuhud derecesinde ispat ettiği nokta-i nazarda, bu âyet-i kerîme mana-yı işarîsiyle diyor ki: “Rabb-i Zülcelal’in vücudunu gösteren kelâm-ı İlahî’nin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa, yazsalar bitiremezler. Yani, bir zatın böyle bir kelâmı, vücuduna şuhud derecesinde delalet ettiğine bedel; Zat-ı Ehad-i Samed’e, kelâmın mütekellime delaleti ve ihsası gibi hadd ü hesaba gelmeyen hadsizdir ki umum denizlerin suyu mürekkep olsa, yazmasına kifayet etmez.” demektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''ÜÇÜNCÜ KELİME:''' Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, hakaik-ı imaniyeyi umum tabakat-ı beşere ders verdiği için tesbit ve tahkik ve ikna etmek hikmetiyle bir hakikati zâhiren tekrar ettiği için ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulema-i Yehud, Peygamber-i Zîşan aleyhissalatü vesselamın ümmiliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taarruz ettiklerine manen bir cevaptır. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Âyet-i kerîme der: “Tahkik ve ikna gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umumun, bilhassa avamın kalbinde yerleştirmek için erkân-ı imaniye gibi her bir meselesi bin mesail kıymetinde ve binler hakaikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı, mu’cizane tarzlarda tekrarını, hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermayenin noksaniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihayetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı İlahîden alınan ve âlem-i gayb hesabına âlem-i şehadete müteveccih olup cin, ins, ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında tanin-endaz olan Kur’an’ın menbaı bulunan kelâm-ı ezelînin kelimatını saymak için denizler mürekkep olsa, zîşuurlar kâtip, nebatatlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar yine bitiremezler. Çünkü bunlar mütenahî, o ise nihayetsizdir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''DÖRDÜNCÜ KELİME:''' Malumdur ki umulmadık bir şeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususan cevv-i sema ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvari sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor. Hususan dağ cesametinde bir fonoğrafın nağamatı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celb eder. Hususan semavat tabakalarını plaklar ittihaz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden sadâ-yı semavî-i Kur’anîyi, radyo kuvvetiyle, zerrat-ı havaiye hurufata âhize ve nâkile oldukları gibi, elbette bu kudsî hurufat-ı Kur’aniyeye birer âyine, birer lisan, birer ibre ucu, birer kulak hükmüne geçtiğine remzen, Kur’an-ı Hakîm’in hurufatının ne derece ehemmiyetli, kıymetli, hâsiyetli, hayattar olduğuna işareten, âyet mana-yı işarîsiyle diyor ki: “Kelâmullah olan Kur’an, o kadar hayattar ve kıymettardır ki onu dinleyen, işiten kulakların adedini ve o kulaklara giren o kudsî kelimelerin sayısını, bütün denizler, mürekkep ve melâikeler kâtip ve zerreler, noktalar ve nebatlar ve kıllar, kalemler olsa bitiremezler.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bitiremezler. Çünkü Cenab-ı Hak beşerin zayıf, ruhsuz kelâmının adedini havada milyonlar kadar teksir etse, elbette arz ve semavatın Padişah-ı Bîmisalinin arz ve semavata bakan ve arz ve semavatta umum zîşuurlara hitab eden kelâmının her bir kelimesi zerrat-ı havaiye adedince kelimeler olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BEŞİNCİ KELİME:''' İki harftir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Harf:''' Nasıl ki sıfat-ı kelâmın kelimeleri var. Öyle de kudretin de mücessem kelimeleri var; ilmin de hikmetli kaderî kelimeleri var ki bütün mevcudattır. Hususan zîhayatlar, hususan küçük mahluklar, her biri birer kelime-i Rabbaniyedir ki Mütekellim-i Ezelîye, kelâmdan daha kuvvetli bir surette işaret eder. Ve onların adedini, denizler mürekkep olsa bitiremezler, demek olduğu manasına dahi şu âyet remzen bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Harf:''' Bütün melâikelere ve insanlara, hatta hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nevi kelâm-ı İlahî’dir. Bu kelâmın kelimatı elbette gayr-ı mütenahîdir. Saltanat-ı mutlakanın nihayetsiz cünudunun mütemadiyen aldıkları ilham, evâmir-i İlahiyenin kelimatı ne derece çok ve nihayetsiz olduğunu âyet bize haber veriyor demektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == BİR DÜSTUR == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevî güneşe bedel bir lambayı bulur, belki güneşi kaybeder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Risale-i Nur’un dairesindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok ruhları kazandıran ve sahabenin sırr-ı veraset-i nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkâranesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet” ise hariç dairelerde o pedere ve o mürşide üç cihetle zarar vermek suretiyle bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz; bir tek peder yerine, pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddit şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daireye girmeden evvel bulduğu şeyhi, her fert o şeyhini, mürşidini, dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat şeyhi olmayan, daireye girdikten sonra ancak daire içinde mürşid arayabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Risale-i Nur’un velayet-i kübra olan sırr-ı veraset-i nübüvvet feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki ilm-i hakikat dahi daire haricindeki tarikatlere ihtiyaç bırakmaz. Meğer tarikati yanlış anlayıp güzel rüyalar, hayaller, nurlara ve zevklere müptela ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefis-perestler ola... </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu dünya darü’l-hizmettir; külfet ve meşakkatle ücret ölçülür, darü’l-mükâfat değil. Onun içindir ki ehl-i hakikat keşif ve kerametteki ezvak ve envara ehemmiyet vermiyorlar. Belki bazen kaçıyorlar, setrini istiyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Risale-i Nur’un dairesi çok geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez, belki daha içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb ise hem dairede hem hariçte olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur’un şakirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşad değildir. Eğer bu şakirtleri severse, evvela daire içine girsin, o şakirtlere peder değil belki kardeş olsun, fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bu hâdisede göründü ki Risale-i Nur’a intisabın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslam namına dinsizliğe karşı mücahede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleğini terk edip başka mesleklere giremez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Kardeşlerim, == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’u müdafaa ve muhafazasında herkes, hatta ben de çekilsem, beş kardeşimizin çekilmemeleri gerektir. Bu arkadaşlarımız: Hüseyin Usta, Halil İbrahim, Re’fet Bey, Hüsrev ve Hakkı Efendilerdir. Üç evvelkilerin ihtiyarsız ihtiyatsızlığı; diğer ikisinin zâhirî düşmanlarının şahsî garazları yüzünden Risale-i Nur’a karşı çok fazla zarar yapılmak istenilmesine göre, Risale-i Nur ehemmiyetli bir surette iştihar ve intişar etmesi gibi bir nimet-i uzmayı netice vermeseydi, bu kadar mağdur ve masum Risale-i Nur şakirdlerinin teellümatına sebebiyet verdiklerinden dolayı bu kardeşlerimizin ruhları pek çok sıkılacaktı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte herkesten ziyade bu beş kardeşimizin ihtiyat edip yekvücud bulunmaları lazımdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Kardeşlerim, == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kalbime ihtar edildi ki: Nasıl ki Mesnevî-i Şerif, şems-i Kur’an’dan tezahür eden yedi hakikatından bir hakikatın ayinesi olmuş, kudsî bir şeref almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de Risale-i Nur, şems-i Kur’aniyenin ziyasındaki elvan-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nuru, birden ayinesinde temessül ettirdiğinden –inşâallah– yedi cihetle şerif ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâki bir rehber ve bir mürşid olacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Kardeşlerim, == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hafîz-i Zülcelal’in hıfz ve himayetine bakınız ki: Mes’elemiz münasebetiyle Risale-i Nur’un risaleleri adedine muvafık olarak yüz yirmi küsur adamın mahrem evrakları ile istintakta oldukları halde ve ecnebilerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplariyle mevcud ve müteaddid cemiyetlerin hiçbiriyle Risale-i Nur’un hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zâhir ve parlak bir himaye-i Rabbaniye ve bir muhafaza-i İlahiye ve İmam-ı Ali (ra) ve Gavs-ı A’zam’ın (ks) Risale-i Nur’a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmaniyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki masum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı İlahiyeye açılan elleriyle durdurup, geri çevirip atanların başlarında manen patlattırdı. Bizlere zararı, yalnız ehemmiyetsiz ve sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zarar ile kurtulmak hârikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinç ile mukabele etmek gerektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsidlerin planlarına göre, yüzde yüz mahv idik. Demek, bundan sonraki bu hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikata vakfetmeliyiz. Şekva değil, belki daima şükrettirecek her şeyde rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Kardeşlerim, == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Maatteessüf başımıza gelen bir şefkat tokadını, iki üç gündür, kat’î bir kanaatla anladım. Hatta, ehl-i isyan hakkında gelen bir âyetin çok işaratından bir işareti bize bakıyor gibi fehmettim. O da şudur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا... ... اَخَذ۟نَاهُم۟ yani: “Onlara ihtar ettiğimiz ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit, onları tutup musibet altına aldık.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, en âhirde sırr-ı ihlasa dair bir risale bi-ze yazdırıldı. Elhak, gayet âlî ve nuranî bir düstur-u uhuvvet idi. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hâdiselere ve musibetlere karşı, o sırr-ı ihlas ile on adamla mukavemet ettirilebilir bir düstur-u kudsî idi. Fakat maatteessüf başta ben, biz o ihtar-ı manevî ile amel edemedik. Bu âyetin mana-yı işarîsiyle اَخَذ۟نَاهُم۟ cifir tarihiyle bin üç yüz elli iki eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokadına giriftar olduk. Bir kısmımız hakkında tokat değil, belki tokada maruz olan kardeşlerimize medar-ı teselli ve kendilerine medar-ı sevab ve istifade olmak için bu musibetin içine alındı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, ihtilattan men olunduğum için üç aydan beri yeniden üç gündür ben, kardeşlerimin dâhilî ahvaline de muttali oldum. Hiç hatır ve hayalime gelmez, en hâlis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlasa münafi hareket vukua gelmişti. Ondan anladım ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا... ... اَخَذ۟نَاهُم۟ âyetinin uzaktan uzağa bir mana-yı işarîsi bize de bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i dalalet için nâzil olan bu âyet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfus ve keffaretü’z-zünub ve tezyid-i derecat için şefkat tokadıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz, elimizdeki kıymettar nimet-i İlahiyeyi tam takdir etmediğimizden tokat yediğimize bir delil şudur ki: En kudsî bir mücahede-i maneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı veraset-i nübüvvetle velayet-i kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur’aniyemize kanaat etmeyip menfaatı şimdilik bize pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel tarikat hevesinin birkaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa hem vahdetimizi bozacaktı hem dört elifin tesanüdüyle bin yüz on birden dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâr ve bu gayet ağır hâdiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenafür-ü kulûba uğrayacaktı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gülistan sahibi Şeyh Sa’di-i Şirazî naklediyor, der: “Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terk edip bu medreseye geldin, dedim. O dedi ki: Orada yalnız herkes kendi nefsini –eğer muvaffak olursa– kurtarabilir. Burada ise bu âlî-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü cenab, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim.” Şeyh Sa’dî bu vakıayı, kısaca hülâsasını Gülistan’ında yazmıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba talebelerin نَصَرَ ، نَصَرَا ، نَصَرُوا ، نَصَرَت۟ gibi sarf ve nahvin küçücük meseleleri tekkelerdeki virdlere râcih gelirse, Risale-i Nur’un: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٰمَن۟تُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰئِكَتِهٖ وَ كُتُبِهٖ وَ رُسُلِهٖ وَبِال۟يَو۟مِ ا۟لاٰخِرِ deki hakaik-ı kudsiye-i imaniyeyi en kat’î ve vâzıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylesofları susturup ders verirken, onu bırakıp yahut sekteye uğratıp veyahut kanaat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur’dan izin almayarak, kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve biz bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Eskişehir Hapsinde Yazılmış Bir Parça == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Kardeşlerim,''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Müteaddid defa Risale-i Nur’un şakirtlerini layık oldukları tarzda müdafaa etmişim. İnşâallah mahkemede bağırarak derim. Hem Risale-i Nur’u, hem şakirdlerinin kıymetlerini dünyaya işittireceğim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yalnız size bunu ihtar ederim ki: “Bu müdafaamdaki kıymeti muhafaza etmenin şartı, bu hâdisedeki ağız yanmasıyla Risale-i Nur’dan küsmemek ve üstadından darılmamak ve kardeşlerinden –sıkıntıdan gelen bahanelerle– nefret etmemek ve birbirine kusur bulmamak ve isnad etmemektir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yalnız tahattur edersiniz ki Risale-i Kader’de ispat etmişiz ki: “Başa gelen zulümlerde iki cihet var ve iki hüküm vardır: Biri insanın, biri kader-i İlahî’nin. Aynı hâdisede insan zulmeder fakat kader âdildir, adalet eder. Bu meselemizde, insanın zulmünden ziyade, kaderin adlini ve hikmet-i İlahiyenin sırrını düşünmeliyiz.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, kader, Risale-i Nur talebelerini bu meclise çağırdı. Ve mücahede-i maneviye inkişaf etmesinin hikmeti; onları, bu hakikaten çok sıkıntılı olan medrese-i Yusufiyeye sevk etti. İnsan zulmü ve bahanesi bir vesile oldu. Onun için sakınınız; birbirinize; “Böyle yapmasaydın ben tevkif olmazdım.” demeyiniz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == اِنمَّآَ اَم۟رُهُٓ اِذَآ اَرَادَ شَي۟ئًا اَن۟ يَقُولَ لَهُ كُن۟ فَيَكُونُ == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Âyet-i kerîmenin işaretiyle, emir ile icad oluyor. Ve kudret hazineleri “kâf-nun”dadır. Bu sırr-ı dakikin vücuh-u kesîresinden birkaç vechi Risalelerde zikredilmiştir. Burada, huruf-u Kur’an’ın, hususan surelerin başlarındaki mukattaat-ı hurufun hâsiyetlerine ve fezaillerine ve tesirat-ı maddiyelerine dair vürûd eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek için maddî bir misal üzerinde o sırrın tefhîmine çalışacağız. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zat-ı Zülcelal olan Sahib-i Arş-ı Azam’ın manevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlukatın tedbirine medar dört arş-ı İlahîsi var: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birisi,''' hıfz ve hayat arşıdır ki topraktır. İsm-i Hafîz’in ve Muhyî’nin mazharıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi,''' fazl ve rahmet arşıdır ki su unsurudur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü,''' ilim ve hikmet arşıdır ki unsur-u nurdur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncüsü,''' emir ve iradenin arşıdır ki unsur-u havadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Basit topraktan, hadsiz hâcat-ı hayvaniye ve insaniyeye medar olan maadin ve hadsiz muhtelif nebatatın basit bir unsurdan, kemal-i intizamla, vahdetten hadsiz kesret, basitten nihayetsiz muhtelif enva, sade bir sayfada hadsiz muntazam nukuş gözümüzle gördüğümüz gibi; suyun, hususan hayvanatın nutfelerinin su gibi basit bir madde iken hadsiz mu’cizat-ı sanatının muhtelif zîhayatlarda o su ile tezahürü gösteriyor ki: Bu iki arş misillü, nur ve hava dahi besatetleriyle beraber, Nakkaş-ı Ezelî’nin ve Alîm-i Zülcelal’in kalem-i ilim ve emir ve iradesine, evvelki iki arş gibi, acaib-i mu’cizatının mazharlarıdırlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nur unsurunu şimdilik bırakıp meselemiz münasebetiyle, küre-i arza göre emir ve irade arşı olan unsur-u hava içinde emir ve iradenin acaibini ve garaibini örten perdenin bir derece keşfine çalışacağız. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz nasıl ağzımızdaki hava ile hurufat ve kelimatı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar. Yani, havada, âdeta zamansız bir anda, bir kelime bir habbe olup haric-i havada sünbüllenir; küçük büyük hadsiz aynı kelimeyi cami’ bir havayı sünbül veriyor. Unsur-u havaiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i kün feyekûn’e mutî ve musahhar ve emirberdir ki güya her bir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler; zamansız, en uzak zerreden, emr-i kün’den cilveger olan bir iradenin imtisalini, itaatini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, âhize ve nâkile radyo makineleri vasıtasıyla, havanın hangi yerinde olursa olsun, bir nutk-u beşerî bütün küre-i arzın her tarafında –radyo âhizeleri bulunmak şartıyla– zamansız, aynı nutuk, aynı anda, her yerde işittirilmesi, emr-i kün feyekûn’un cilvesine ne derece kemal-i imtisal ile her bir zerre-i havaiyede itaat ettiğini gösterdiği gibi; havada sebatsız vücudları bulunan hurufatın kudsiyet keyfiyetiyle, bu sırr-ı imtisale göre, çok tesirat-ı hariciyeye ve hâsiyat-ı maddiyeye mazhar olabilirler. Âdeta, maneviyatı maddiyata inkılab ve gaybı şehadete tahavvül ettirir bir hâsiyet onlarda görünüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bunun gibi, hadsiz emarelerle gösteriyor ki mevcudat-ı havaiye olan hurufun, hususan huruf-u kudsiyenin ve Kur’aniyenin, hususan evâil-i suredeki şifre-i İlahiyenin hurufatı, muntazam ve nihayetsiz hassas ve zamansız emirleri dinler ve yapar gibi göründüğünden, elbette zerrat-ı havaiye de kudsiyet noktasında emr-i kün feyekûn’un cilvesine ve irade-i Ezeliyenin tecellisine mazhar hurufatın maddî hassalarını ve hârika ve mervî faziletlerini teslim ettirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu sırra binaendir ki Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’da bazen kudret eserini, sıfat-ı irade ve sıfat-ı kelâmdan gelir gibi tabiratı, gayet derecede sürat-i icad ve gayet derecede inkıyad-ı eşya ve musahhariyet-i mevcudattan başka, ayn-ı emir, kudret gibi hükmediyor demektir. Yani, emr-i tekvinîden gelen hurufat, maddî kuvvet hükmünde vücud-u eşyada hükmeder. Ve emr-i tekvinî, âdeta ayn-ı kudret, ayn-ı irade olarak tezahür eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, emir ve iradenin bu gayet hafî ve vücud-u maddîleri gayet gizli ve havayı âdeta nim-manevî, nim-maddî nev’indeki mevcudatta, emr-i tekvinî, ayn-ı kudret gibi âsârı görünüyor; belki ayn-ı kudret olur. Âdeta maneviyat ile maddiyatın mabeyninde berzahî olan mevcudata nazar-ı dikkati celb etmek için Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın اِنمَّآَ اَم۟رُهُٓ اِذَآ اَرَادَ شَي۟ئًا اَن۟ يَقُولَ لَهُ كُن۟ فَيَكُونُ ferman ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, evâil-i suredeki الٓمٓ، طٰسٓ، حٰمٓ gibi huruf-u kudsiye-i şifre-i İlahiye hava zerratı içinde, zamansız münasebat-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizaza getirecek birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten arşa manevî telsiz telefon muhaberat-ı kudsiyeyi îfa etmeleri, o şifre-i kudsiye-i İlahiyenin şe’nindendir ve vazifesidir ve gayet makuldür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, havanın her bir zerresi ve bütün zerratı, telsiz, telefon, telgraflar gibi aktar-ı âlemde münteşir zerreler imtisal ettiklerini ve elektrik ve seyyalat-ı latîfeye âhize ve nâkilelik vazifesi gibi sair vezaif-i havaiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat’î ile, belki müşahede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm. Ağaçların rûy-i zeminde muntazam bir ordu hükmünde, hava-yı nesîmînin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i meşhudesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat’î bir kanaat vermiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, havanın rûy-i zeminde çevik ve çalak bir hizmetkâr olması ve rûy-i zemindeki Rahman-ı Rahîm’in misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahman’ın emirlerini tebliğ etmek için bütün zerratı telsiz telefonun âhizeleri gibi emirber nefer hükmünde evamir-i kudsiyeyi nebatata ve hayvanata tebliğ eder. Nefeslere yelpaze, nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasfiye ve nâr-ı hayatî olan hararet-i gariziyeyi iş’al vazifesini yaptıktan sonra, çıkıp, ağızda hurufatın teşekkülüne medar olduğu gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i kün feyekûn ile icra eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, havanın bu hâsiyetine binaendir ki: Mevcudat-ı havaiye olan hurufat, kudsiyet kesbettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur’an hurufatı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve surelerin başlarındaki hurufat ise daha ziyade o münasebat-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havaîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihniyeleri dahi hatta vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, o harflerin okunmasıyla ve yazılmasıyla maddî ilaç gibi şifa ve başka maksatlar hasıl olabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == وَاَن۟زَلَ لَكُم۟ مِنَ ال۟اَن۟عَامِ ثَمَانِيَةَ اَز۟وَاجٍ يَخ۟لُقُكُم۟ فٖى بُطُونِ اُمَّهَاتِكُم خَل۟قًا مِن۟ بَع۟دِ خَل۟قٍ فٖى ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ == âyeti, وَاَن۟زَل۟نَا ال۟حَدٖيدَ âyetinde beyan ettiğimiz nüktenin aynını tazammun edip hem onu teyid ediyor hem onunla teeyyüd ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan Sure-i Zümer’de وَخَلَقَ لَكُم۟ مِنَ ال۟اَن۟عَامِ ثَمَانِيَةَ اَز۟وَاجٍ demeyip, وَاَن۟زَلَ لَكُم۟ مِنَ ال۟اَن۟عَامِ ثَمَانِيَةَ اَز۟وَاجٍ demesiyle ifade ediyor ki: “Sekiz nevi hayvanat-ı mübarekeyi size hazine-i rahmetinden, güya cennetten nimet olarak indirilmiş, gönderilmiş.” Çünkü o mübarek hayvanlar, bütün cihetleriyle, bütün beşere nimet olduğundan, saçından bedevîlere seyyar haneler, elbiseler, etinden güzel yemekler, sütünden güzel, leziz taamlar ve derilerinden pabuçlar vesaire, hatta gübreleri mezruatın erzakı ve insanların mahrukatı hükmünde olup güya o mübarek hayvanlar, tecessüm etmiş ayn-ı nimet ve rahmettirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Onun içindir ki yağmura “rahmet” namı verildiği gibi, bu mübarek hayvanlara da “en’am” namı verilmiş. Güya rahmet tecessüm etmiş, yağmur olmuş; nimet de tecessüm etmiş; keçi, koyun, öküz ile manda ve deve şekillerini almış. Çendan cismanî maddeleri yerde halk olunuyor fakat nimetiyet sıfatı ve rahmetiyet manası, maddesine tamamiyle galebe ettiğinden اَن۟زَل۟نَا tabiriyle, doğrudan doğruya bu mübarek hayvanları hazine-i rahmetin birer hediyesi olarak Hâlık-ı Rahîm, yüksek mertebe-i rahmetinden ve manevî, âli cennetinden yeryüzüne indirmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, nasıl ki bazen beş paralık bir maddede beş liralık bir sanat dercedilir. O zaman o şeyin maddesi nazara alınmıyor, sanat noktasında kıymet veriliyor; sineğin küçücük maddesi ve içindeki pek büyük sanat-ı Rabbaniye gibi. Bazen beş liralık bir maddede beş kuruşluk bir sanat bulunur; o vakit hüküm maddenindir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen onun gibi, bazen cismanî bir maddede o kadar nimet ve rahmet manası bulunur ki yüz defa maddesinden ziyade ehemmiyetli oluyor. Âdeta cismanî maddesi gizlenir; hüküm, nimetiyet cihetine bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, demirin pek azîm menafii ve çok semereleri, onun maddî maddesini gizlediği gibi, mezkûr bu mübarek hayvanların dahi her cüz’ünde nimet bulunması, onların cismanî maddelerini güya nimete kalb ettirmiş. Onun içindir ki cismanî maddelerin hükmü nazara alınmadan, manevî sıfatları nazara alınmış; وَاَن۟زَل۟نَا، وَاَن۟زَلَ tabir edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, وَاَن۟زَل۟نَا، وَاَن۟زَلَ hakikat itibarıyla sâbık nükteyi ifade ettikleri gibi, belâgat noktasında da ehemmiyetli bir manayı mu’cizane ifade ediyorlar. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demir, gayet sert fıtratıyla ve gizliliği ve derinliğiyle beraber, her yerde hazır bulunmak ve hamur gibi yumuşatmak hâsiyetini ihsan ettiğinden herkes, her yerde, her işte kolayca elde etmesini ifade etmek için اَن۟زَل۟نَا ال۟حَدٖيدَ tabiriyle, güya fıtrî ve semavî nimetler gibi, demir aletlerini yukarı bir tezgâhtan indirip beşerin ellerine verilmiş gibi kolaylıkla elde ediliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hayvanat cinsinden, sivrisinekten tut tâ yılan, akrep, kurt, arslana kadar insanlara zararlı vaziyetleriyle beraber, hayvanatın mühimlerinden olan koca manda ve öküz ve deve gibi büyük mahlukat gayet derece musahhar, mutî; hatta zayıf bir çocuğa deve yularını verip itaat etmek manasını ifade için وَاَن۟زَلَ لَكُم۟ مِنَ ال۟اَن۟عَامِ ثَمَانِيَةَ tabiriyle, güya bu mübarek hayvanlar dünya hayvanları değil ki içinde tevahhuş ve zarar bulunsun. Belki manevî bir cennetin hayvanları gibi menfaattar, zararsızdırlar. Yukarıdan, yani, rahmet hazinesinden indirilmiştir, diye ifade ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muhtemeldir ki bazı müfessirlerin bu hayvanlar hakkında “Cennetten indirilmiştir.” dedikleri, bu manadan ileri gelmiştir.(<ref>Bazı müfessirler, “Mebde’leri semavattan gelmişler.” demelerinden muradları şudur ki: Bu en’am denilen hayvanatın bekaları rızık iledir ve rızıkları ottur; onların rızkı da yağmurdur. Yağmur ki âb-ı hayattır ve rahmettir ve rızık da semavattan gelir.<br>ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﺎﺀِ ﺭِﺯْﻗُﻜُﻢْ âyeti buna da işaret eder. Madem o hayvanların devam eden müteceddid vücudları, semavattan gelen yağmur içindedir; semadan indirilmiş manasını ifade eden ﺍَﻧْﺰَﻝَ tabiri yerindedir.</ref>) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an-ı Hakîm’in bir harfi için bir sahife yazılsa, uzun olmuş denilmemeli. Çünkü kelâmullahtır. Onun için اَن۟زَلَ tabiri için iki üç sayfa yazılmakla israf edilmiş olmaz. Bazen Kur’an’ın bir harfi, bir hazine-i maneviyenin anahtarı olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == TENBİH == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İki küçük hikâye''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Bundan on beş sene evvel Rusya’nın şimalinde esir olduğum zaman doksan esir zabitlerimizle beraber büyük bir fabrika koğuşunda bulunuyorduk. Sıkıntı ve ruh darlığından çok münakaşalar, gürültüler oluyordu. Umumun bana karşı ziyade hürmetleri olduğundan teskin ediyordum. Sonra, sükûneti muhafaza için dört beş zabiti tayin ettim. Ve dedim: “Hangi köşede bir gürültü işittiniz, hemen yetişiniz. Hangi taraf haksız ise ona yardım ediniz.” Hakikaten bu tedbir ile gürültünün önü alındı. Benden soruldu: “Ne için haksıza yardım ediniz, diyorsun?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cevaben, o zaman demiştim ki: “Haksız, insafsızdır. Bir dirhem menfaatını kırk dirhem istirahat-ı umumiye için bırakmaz. Haklı adam ise insaflı olur. Bir dirhem hakkını, sükûnet-i umumiyedeki kırk dirhem arkadaşının menfaatına feda eder, bırakır. Gürültü kalkar, sükûnet iade edilir. Bu koğuştaki doksan zat istirahat eder. Eğer, haklıya muavenet edilse, gürültü daha ziyadeleşecek. Bu nev’ hayat-ı içtimaiyede, menfaat-ı umumiyenin ehemmiyeti nazara alınır.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey kardeşlerim! Bu hayatın, bu içtimaımızda, “Bu kardeşim bana haksızlık etti.” diye “Küstüm.” demeyiniz. Bu pek hatadır. O arkadaşın sana bir dirhem zarar vermiş ise, sen küsmekle kırk dirhem bizlere zarar veriyorsun. Belki kırk lira Risale-i Nur’a zarar vermek muhtemeldir. Fakat lillahi’l-hamd pek haklı ve kuvvetli müdafaatımız, arkadaşların mükerrer isticvaba gitmelerinin önünü aldığından fesadın önü alındı. Yoksa birbirinden küsmüş kardeşler, bir sinek kanadı kadar küçük bir çöpün göze girmesi gibi veyahut bir kıvılcımın baruta düşmesi gibi, az bir garazla büyük bir zarar verebilirdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci hikâye:''' Bir vakit ihtiyar bir kadının sekiz oğlu varmış. Herbirisine mevcut sekiz ekmekten birer ekmek verdi, kendine kalmadı. Sonra, her birisi ekmeğinin yarısını ona verdi. Onun ekmeği dört oldu, ötekiler yarıya indi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşlerim, ben de kırkınızın her birinin musibet hissesinin manevî eleminin yarısını kendimde hissediyorum. Kendi şahsıma ait elemi, aldırmıyorum. Bir gün fazla muztar bulundum, “Acaba hatamın cezası mıdır çekiyorum?” diye geçmiş haleti tetkik ettim. Gördüm ki bu musibeti kaynatmaya ve tahrik etmeye hiçbir cihette müdahalem olmadığını ve bilakis kaçmak için mümkün tedbirleri istimal ediyordum. Demek, bu bir kaza-yı İlahîdir. Ve bi’l-iltizam bir seneden beri müfsidlerin tarafından aleyhimize ihzar ediliyordu. Kaçınmak kabil değildi. Alâküllihal başımıza geçirecek idiler. Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür ki musibeti yüzden bire indirdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu hakikata binaen, “Senin yüzünden bu belayı çektik.” diye minnet etmeyiniz. Belki beni helal ediniz. Ve bana dua ediniz. Hem birbirinizi tenkid etmeyiniz. Demeyiniz ki: “Sen böyle yapmasaydın, böyle olmayacaktı.” Mesela, bir kardeşimiz iki üç imza sahibini söylemesiyle, müfsidlerin pek çok zatları belaya atmak için düşündükleri planı küçültüp çoklarını kurtarmış. Değil zarar, belki büyük menfaat olmuş. Çok masumların bu beladan kurtulmasına bir vesile oldu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Kardeşlerimden rica ederim ki:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu.” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Bu parça mahkeme müdafaatının bir parçasıdır, her nasılsa buraya girmiş, çıkarılmamış, kalmış. == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mahkemenin reis ve azalarından ehemmiyetli bir hakkımı talep ederim. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu meselede yalnız şahsım medar-ı bahis değil ki siz beni tebrie etmekle ve hakikat-i hâle muttali olmanızla mesele halledilmiş olsun. Çünkü ehl-i ilim ve ehl-i takvanın şahs-ı manevîsi, bu meselede, nazar-ı millette ittiham altına girdiği ve hükûmete dahi ehl-i takva ve ilme karşı bir emniyetsizlik geldiği ve ehl-i takva ve ilim, tehlikeli ve zararlı teşebbüslerden nasıl sakınacağını bilmesi lazım olduğu için benim müdafaatımın kendim kaleme aldığım bu son kısmı, herhâlde yeni hurufla, matbaa vasıtasıyla intişarını isterim. Tâ ki ehl-i takva ve ehl-i ilim, entrikalara kapılmayıp zararlı ve tehlikeli teşebbüslere yanaşmasınlar ve şahs-ı manevîsi nazar-ı millette ithamdan kurtulsun. Ve hükûmet dahi ehl-i ilim hakkında emniyet etsin ve bu anlaşmamazlık ortadan kalksın. Ve hükûmete ve millete ve vatana pek çok zararlı düşen bu gibi hâdiseler ve anlaşmamazlıklar daha tekerrür etmesin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Bu parça çok kıymetlidir == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Tâ İkinci Nükte’ye kadar herkese faydası var.) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eskişehir Hapishanesinde, sû-i ahlaktan değil, belki sıkıntıdan gelen nâ-hoş bazı hâller münasebetiyle, ahlaka dair bir nükte ile meşhur bir âyetin mestûr kalmış bir nüktesine dairdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ NÜKTE''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cenab-ı Hak kemal-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik içinde muaccel bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazat dercetmiştir. Hasenatın içinde âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler, seyyiatın içinde âhiretin azabını ihsas edecek manevî cezalar dercetmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, mü’minler mabeyninde muhabbet, ehl-i iman için güzel bir hasenedir. O hasene içinde âhiretin maddî sevabını andıracak manevî bir lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb dercedilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, mü’minler mabeyninde husumet ve adavet bir seyyiedir. O seyyie içinde, kalb ve ruhu sıkıntılarla boğacak bir azab-ı vicdanîyi, âlicenap ruhlara hissettirir. Ben kendim, belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim ki bir mü’min kardeşe adavetim vaktinde, o adavetten öyle bir azap çekiyordum; şüphe bırakmıyordu ki bu seyyieme muaccel bir cezadır, çektiriliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, hürmete layık zatlara hürmet ve merhamete layık olanlara merhamet ve hizmet, bir hasenedir, bir iyiliktir. Bu iyilikte sevab-ı uhrevîyi ihsas eder derecede öyle bir zevk, lezzet vardır ki hayatını feda etmek derecesine o hürmeti, o merhameti ileri götürür. Validenin çocuğa merhametindeki şefkat vasıtasıyla kazandığı zevk ve mükâfat için hayatını o merhamet yolunda feda eder dereceye gider. Yavrusunu kurtarmak için arslana saldıran bir tavuk, hayvanat milletinde bu hakikate bir misaldir. Demek, merhamet ve hürmette muaccel bir mükâfat var; âlihimmet ve âlicenap insanlar onları hisseder ki kahramanane bir vaziyet alıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mesela, hırs ve israfta öyle bir ceza var ki şekvalı, meraklı, manevî ve kalbî bir ceza insanı sersem eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel ceza var ki o haset, haset edeni yakar. Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükâfat var ki o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcatın belasını ve elemini izale eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mesela, gurur ve kibirde öyle ağır bir yük var ki mağrur adam herkesten hürmet ister ve o istemek sebebiyle istiskal gördüğünden daimî azap çeker. Evet, hürmet verilir, istenilmez. Hem mesela, tevazuda ve terk-i enaniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mesela, sû-i zan ve sû-i tevilde, bu dünyada muaccel bir ceza var. “Men dakka dukka.” kaidesiyle, sû-i zan eden, sû-i zanna maruz olur. Mü’min kardeşinin harekâtını sû-i tevil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sû-i tevile uğrar, cezasını çeker. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve hâkeza, bütün ahlak-ı hasene ve seyyie bu mikyasa göre ölçülmeli. Ben rahmet-i İlahiyeden ümid ederim ki Risale-i Nur’dan bu zamanda tezahür eden manevî i’caz-ı Kur’anîyi zevk eden zatlar, bu manevî ezvakı hissederler; sû-i ahlaka müptela olmayacaklar, inşâallah. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Hakikatlı Bir Teselli == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Aziz kardeşlerim,''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sizin için pek çok müteessirdim, elem beni eziyordu. Fakat bana ihtar edildi ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kader ve kısmetinizde, beraber bu hapishanenin suyunu içmek ve ekmeğini yemek vardı. Bir eser-i rahmet-i İlahiye ve bir cilve-i inayet-i Rabbaniye olarak bu suyu ve bu ekmeği beraber yememizin ve içmemizin en kolayı ve en hafifi ve en hayırlı ve sevablısı ve Risale-i Nur şakirdlerinin en menfaatli bir dershaneleri ve en feyizli bir çilehaneleri ve düşmanlarına karşı ne derece ihtiyatlı davranmak lazım geldiğini talim eden en hassas bir imtihan meydanı ve her birinde ayrı ayrı güzel meziyetleri bulunan bu arkadaşların birbirinin âlî meziyetlerinden ve güzel hasletlerinden ve birbiriyle tesis ve tecdid-i uhuvvetinden de istifade etmek ve ders almak için en nurlu bir dershane, bir tekke suretinde gördüğümden, bu vaziyetten değil şekva, belki bütün ruhumla şükrettim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, mesleğimiz şükürdür. Ve her şeyde bir vech-i rahmeti, bir cihet-i nimeti görmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Umumunuzun elemleriyle müteellim kardeşiniz </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ وَاِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُاللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Re’fet Bey, == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mektubunda letaif-i aşereyi sual ediyorsun. Şimdi tarikatı ders vermek zamanında olmadığımdan tarîk-i Nakşî muhakkiklerinin letaif-i aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise istihrac-ı esrar olduğundan mevcud mesaili nakil değildir. Gücenme, tafsilat veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Letaif-i aşere; İmam-ı Rabbanî kalp, ruh, sır, hafî, ahfa, insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasip bir latîfe-i insaniye tabir ederek seyr-i sülûkta her mertebede bir latîfenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben kendimce görüyorum ki insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var, onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükema ve ulema-yı zâhirî dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hatta avam ve havas beyninde tearruf etmiş olan insanın letaif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letaif-i aşeresiyle münasebettardır. Mesela vicdan, âsab, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letaifi; kalp, ruh ve sırra ilave edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaiften başka sâika, şâika ve hiss-i kable’l-vuku gibi çok letaif var.Bu meseleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur, vaktim de kısa olduğundan kısa kesmeye mecbur oldum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Senin ikinci sualin olan, mana-yı ismî ile mana-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi ilm-i hakikatın Sözler ve Mektuplar namındaki risalelerinde temsilatla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zata karşı fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eğer âyineye şişe için bakarsan şişeyi kasten görürsün, içinde Re’fet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksad, mübarek simanıza bakmak için âyineye baktın, sevimli Re’fet’i kasten görürsün. فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَح۟سَنُ ال۟خَالِقٖينَ dersin. Âyine şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte birinci surette âyine şişesi mana-yı ismîdir. Re’fet mana-yı harfî oluyor. İkinci surette âyine şişesi mana-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mana için bakılır ki akisdir. Akis mana-yı ismîdir. Yani, دَلَّ عَلٰى مَع۟نًى فٖى نَف۟سِهٖ olan tarif-i isme bir cihette dâhildir. Ve âyine ise دَلَّ عَلٰى مَع۟نًى فٖى غَي۟رِهٖ olan harfin tarifine masadak olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kâinat, nazar-ı Kur’anî ile bütün mevcudatı huruftur, mana-yı harfiyle başkasının manasını ifade ediyorlar. Yani, esmasını, sıfatını bildiriyorlar. Ruhsuz felsefe ekseriya mana-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her ne ise... </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi çok konuşmaya vaktim yoktur. Hatta Fihriste’nin en kolay, en mühim, en âhir parçasını dahi yazamıyorum. Senin ders arkadaşların, bilhassa Hüsrev, Bekir, Rüşdü, Lütfü, Şeyh Mustafa, Hâfız Ahmed, Sezai, Mehmedler, Hocalara selam ve mübarek hanende mübarek masumlara dua ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşiniz </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Said Nursî''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Dokuzuncu Lem’a == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Bu lem’ayı herkes okumasın. Vahdetü’l-vücudun ince kusurlarını herkes göremez ve muhtaç değil.) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَاِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُاللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Aziz, sıddık, muhlis, hâlis kardeşim,''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşimiz Abdülmecid’e ayrı mektup yazmadığımın sebebi, size yazdığım mektupları kâfi gördüğümdendir ki Abdülmecid, benim için Hulusi’den sonra kıymettar bir kardeşim, bir talebemdir. Her sabah akşam Hulusi ile beraber, bazen daha evvel duamda ismiyle hazır oluyor. Size yazdığım mektuplardan, evvel Sabri, sonra Hakkı Efendi istifade ediyorlar. Onlara da ayrı mektup yazmıyorum. Cenab-ı Hak seni onlara mübarek büyük bir kardeş yapmış. Sen benim yerime Abdülmecid ile muhabere et, merak etmesin, Hulusi’den sonra onu düşünüyorum. Fakat talebeliğini hakkıyla ifa etmiyor, onun için bizzat onunla muhabere etmiyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ SUALİNİZ''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cedlerinizden birisinin imzası اَلسَّيِّد۟ مُحَمَّد۟ e dair mahrem sualiniz var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşim buna cevab-ı ilmî ve tahkikî ve keşfî vermek elimde değil. Fakat ben arkadaşlarıma derdim ki: “Hulusi ne şimdiki Türklere ve ne de Kürtlere benzer. Bunda başka bir hâsiyet görüyorum.” Arkadaşlarım da beni tasdik ediyordular. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> دَادِ حَق۟ رَا قَابِلِيَّت۟ شَر۟ط۟ نِس۟ت۟ sırrıyla “Hulusi’de büyük bir asalet tezahürü bir dâd-ı Hak’tır.” derdik. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem kat’iyyen bil ki; Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamın iki âli var. Biri: Nesebî âl. Biri de şahs-ı manevî ve nuranisinin risalet noktasında âli var. Bu ikinci âlde kat’iyyen sen dâhil olmakla beraber, birinci âlde dahi delilsiz bir kanaatim var ki ceddinin imzası sebepsiz değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Aziz kardeşim,''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''SENİN İKİNCİ SUALİNİN HÜLÂSASI:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muhyiddin-i Arabî demiş: “Ruhun mahlukıyeti, inkişafından ibarettir.” O sual ile, benim gibi zayıf bir bîçareyi, Muhyiddin-i Arabî gibi müthiş bir hârika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrara karşı mübarezeye mecbur ediyorsun. Fakat madem nusus-u Kur’an’a istinaden bahse girişeceğim, ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşim, bil ki: Hazret-i Muhyiddin aldatmaz fakat aldanır. Hâdîdir fakat her kitabında mühdî olamıyor. Gördüğü doğrudur fakat hakikat değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi Dokuzuncu Söz’de, ruh bahsinde, medar-ı sualiniz olan o hakikat izah edilmiştir. Evet, ruh, mahiyeti itibarıyla bir kanun-u emrîdir. Fakat vücud-u haricî giydirilmiş bir namus-u zîhayattır ve vücud-u haricî sahibi bir kanundur. Hazret-i Muhyiddin, yalnız mahiyeti noktasında düşünmüştür. Vahdetü’l-vücud meşrebince, eşyanın vücudunu hayal görüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O zat, hârika keşfiyatıyla ve müşahedatıyla ve mühim bir meşreb sahibi ve müstakil bir meslek ihtiyar ettiğinden bilmecburiye, zayıf tevilatla, tekellüflü bir surette, bazı âyâtı meşrebine, meşhudatına tatbik ediyor, âyâtın sarahatini incitiyor. Sair risalelerde cadde-i müstakime-i Kur’aniye ve minhac-ı kavim-i Ehl-i Sünnet beyan edilmiştir. O zat-ı kudsînin kendine mahsus bir makamı var hem makbulîndendir. Fakat mizansız keşfiyatında hudutları çiğnemiş ve cumhur-u muhakkıkîne çok meselelerde muhalefet etmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, bu sır içindir ki o kadar yüksek ve hârika bir kutup, bir ferîd-i devran olduğu halde, kendine mahsus tarîkatı gayet kısacık, Sadreddin-i Konevî’ye münhasır kalıyor gibidir ve âsârından istikametkârane istifade nadir oluyor. Hatta çok muhakkıkîn-i asfiya, o kıymettar âsârını mütalaa etmeye revaç göstermiyorlar; hatta bazıları menediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Muhyiddin’in meşrebiyle ehl-i tahkikin meşrebinin mabeynindeki esaslı farkı ve onların me’hazlarını göstermek, çok uzun tetkikata ve çok yüksek ve geniş nazarlara muhtaçtır. Evet, fark o kadar dakik ve derin ve me’haz o kadar yüksek ve geniştir ki Hazret-i Muhyiddin hatasından muaheze edilmemiş, makbul olarak kalmış. Yoksa, eğer ilmen, fikren ve keşfen o fark ve o me’haz görünseydi, onun için gayet büyük bir sukut ve ağır bir hata olurdu. Madem fark o kadar derindir; bir temsil ile o farkı ve o me’hazları, Hazret-i Muhyiddin’in o meselede yanlışını göstermeye muhtasaran çalışacağız. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, bir âyinede güneş görünüyor. Şu âyine, güneşin hem zarfı hem mevsufudur. Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur bir cihette âyineyi ziynetlendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o âyine, fotoğraf âyinesi ise, güneşin misalini sabit bir surette kâğıda alıyor. Şu halde, âyinede görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mahiyeti, hem âyineyi süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakiki güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir. Âyine içinde görünen güneşin vücudu ise, hariçteki görünen güneşin ayn-ı vücudu değilse de ona irtibatı ve ona işaret ettiği için onun ayn-ı vücudu zannedilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu temsile binaen, “Âyinede hakiki güneşten başka bir şey yoktur.” denilmek ve âyineyi zarf ve içindeki güneşin vücud-u haricîsi murad olmak cihetiyle denilebilir. Fakat âyinenin sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve fotoğraf kâğıdına intikal eden resim cihetiyle güneştir denilse, hatadır; “Güneşten başka içinde bir şey yoktur.” demek yanlıştır. Çünkü âyinenin parlak yüzündeki akis ve arkasında teşekkül eden resim var. Bunların da ayrı ayrı birer vücudu var. Çendan o vücudlar güneşin cilvesindendir fakat güneş değiller. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İnsanın zihni, hayali, bu âyine misaline benzer. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İnsanın âyine-i fikrindeki malumatın dahi iki vechi var: Bir vecihle ilimdir, bir vecihle malumdur. Eğer zihni o maluma zarf yapsak, o vakit o malum mevcud-u zihnî bir malum olur; vücudu ayrı bir şeydir. Eğer zihni o şeyin husulüyle mevsuf yapsak zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim olur, bir vücud-u haricîsi vardır. O malumun vücudu cevherî dahi olsa, bunun gibi arazî bir vücud-u haricîsi olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu iki temsile göre, kâinat bir âyinedir. Her mevcudatın mahiyeti de bir âyinedir. Kudret-i Ezeliye ile icad-ı İlahîye maruzdurlar. Her bir mevcud, bir cihetle Şems-i Ezelî’nin bir isminin bir nevi âyinesi olup bir nakşını gösterir. Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız âyinelik ve zarfiyet cihetinde ve âyinedeki vücud-u misalî, nefiy noktasında ve akis, ayn-ı mün’akis olmak üzere keşfedip başka mertebeyi düşünmeyerek, “Lâ mevcude illâ Hû” diyerek yanlış etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حَقَائِقُ ال۟اَش۟يَاءِ ثَابِتَةٌ kaide-i esasiyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma ehl-i hakikat ise, veraset-i nübüvvet sırrıyla ve Kur’an’ın kat’î ifadatıyla görmüşler ki âyine-i mevcudatta kudret ve irade-i İlahiye ile vücud bulan nakışlar O’nun eserleridir. “Heme ez ost.”tur; “Heme ost.” değil. (<ref>Yani her şey O’ndandır. O icad eder. Her şey o değil.</ref>) Eşyanın bir vücudu vardır ve o vücud bir derece sabittir. Çendan o vücud, vücud-u Vâcib’e nisbeten vehmî ve hayalî hükmünde zayıftır fakat Kadîr-i Ezelî’nin icad ve irade ve kudretiyle vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki temsilde, âyine içindeki güneşin hakiki vücud-u haricîsinden başka bir vücud-u misalîsi var. Ve âyineyi ziynetli boyalayan münbasit aksinin dahi arazî ve ayrı bir vücud-u haricîsi var. Ve âyinenin arkasındaki fotoğrafın resim kâğıdına intikaş eden suret-i şemsiyenin dahi ayrı ve arazî bir vücud-u haricîsi vardır hem bir derece sabit bir vücuddur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de kâinat âyinesinde ve mahiyat-ı eşya âyinelerinde esma-i kudsiye-i İlahiyenin irade ve ihtiyar ve kudret ile hasıl olan cilveleriyle tezahür eden nukuş-u masnuatın vücud-u Vâcib’den ayrı, hâdis bir vücudu var. Hem o vücuda Kudret-i Ezeliye ile sebat verilmiş. Fakat eğer irtibat kesilse bütün eşya birden fenaya gider. Beka-i vücud için her an, her şey, Hâlık’ının ibkasına muhtaçtır. Çendan حَقَائِقُ ال۟اَش۟يَاءِ ثَابِتَةٌ dür fakat O’nun isbat ve tesbitiyle sabittir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, Hazret-i Muhyiddin, “Ruh mahluk değil; âlem-i emirden ve sıfat-ı iradeden gelmiş bir hakikattir.” demesi, çok nususun zâhirine muhalif olduğu gibi; mezkûr tahkikata binaen iltibas etmiş, aldanmış, zayıf vücudları görmemiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Esma-i İlahiyeden Hallak, Rezzak gibi çok isimlerin mazharları vehmî ve hayalî şeyler olamaz. Madem o esma hakikatlidirler. Elbette mazharlarının da hakikat-i hariciyeleri vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''ÜÇÜNCÜ SUALİNİZ''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İlm-i cifre anahtar olacak bir ders istiyorsunuz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Biz kendi arzu ve tedbirimizle bu hizmette bulunmuyoruz. İhtiyarımızın fevkinde, bize, daha hayırlı bir ihtiyar işimize hâkimdir. İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta, kaç defadır esrar-ı Kur’aniyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemal-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birisi''', لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ yasağına karşı hilaf-ı edepte bulunmak ihtimali var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi''', hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’aniyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulûm-u hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. Bu vazife-i kudsiyede kat’î hüccetler ve muhkem deliller sû-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulûm-u hafiyede sû-i istimal girip şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir. Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse ihtiyaca göre bir nebze ihsan edilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, ilm-i cifrin anahtarları içinde en kolayı ve belki en safisi ve belki en güzeli, ism-i Bedi’den gelen ve Kur’an’da Lafza-i Celal’de cilvesini gösteren ve bizim neşrettiğimiz âsârı ziynetlendiren tevafukun envalarıdır. Keramet-i Gavsiyenin birkaç yerinde bir nebze gösterilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ezcümle, tevafuk birkaç cihette bir şeyi gösterse, delalet derecesinde bir işarettir. Bazen bir tek tevafuk, bazı karainle delalet hükmüne geçer. Her ne ise, şimdilik bu kadar yeter. Ciddi ihtiyaç olsa size bildirilecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''DÖRDÜNCÜ SUALİNİZ''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani sizin değil, Ömer Efendi’nin suali ki bedbaht bir doktor, Hazret-i İsa aleyhisselamın pederi varmış diye, (<ref>Nev'-i beşerin bir rub'unun başına reis olarak geçen ve nev'-i beşerden nev'-i melaikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semavatı vatan ittihaz eden hârika bir ferd-i insanî bu hârika vaziyetleri, kanun-u tenasülün hârika bir suretini iktiza ederken; kanun-u tenasülün şübheli, meçhul, gayr-ı fıtrî, belki edna bir tarz ile o kanun içine almak, hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur. Hem sarahat-ı Kur'aniye tevil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-u tenasülün tamiri hesabına; hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenasülün haricinde bulunan kanun-u cinsiyet-i melek, hem kanun-u sarahat-ı Kur'aniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrib edilir?</ref>) dîvanecesine bir tevil ile bir âyetten kendine güya şahit gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O bîçare adam bir zaman huruf-u mukattaa ile bir hat icadına çalışıyordu. Hem pek hararetli çalışıyordu. O vakit anladım ki o adam zındıkların tavrından hissetmiş ki hurufat-ı İslamiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam güya o sele karşı bir hizmet edeceğim diye çok beyhude çalışmış. Şimdi bu meselede ve hem ikinci meselesinde yine zındıkların esasat-ı İslamiyeye karşı müthiş hücumunu hissetmiş ki böyle manasız tevilat ile bir musalaha yolunu açmak istediğini zannediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ مَثَلَ عٖيسٰى عِندَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَ gibi nusus-u kat’iye ile Hazret-i İsa Aleyhisselam pedersiz olduğu kat’iyyeti varken tenasüldeki bir kanunun muhalefetini gayr-ı mümkün telakki etmekle, vâhî tevilat ile bu metin ve esaslı hakikati değiştirmeye teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü hiçbir kanun yoktur ki şüzuzları ve nadirleri bulunmasın ve haricine çıkmış fertleri bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliye yoktur ki hârika fertler ile tahsis edilmesin. Zaman-ı Âdem’den beri bir kanundan hiçbir fert şüzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evvela, bu kanun-u tenasül, mebde itibarıyla, iki yüz bin enva-ı hayvanatın mebdeleriyle hark edilmiş ve nihayet verilmiş. Yani, en evvelki pederleri âdeta Âdemleri hükmünde, iki yüz bin o evvelki pederleri, kanun-u tenasülü hark etmişler. Peder ve valideden gelmemişler ve o kanun haricinde vücud verilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz, yüz bin envaın kısm-ı azamı, hadsiz efradları, kanun-u tenasül haricinde, yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde, o kanun haricinde icad edilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba mebdeinde ve hatta her senede bu kadar şazlarıyla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, bin dokuz yüz senede bir ferdin şüzuzunu aklına sığıştıramayan ve nusus-u Kur’aniyeye karşı bir tevile yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyas et. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O bedbahtların kanun-u tabiî tabir ettiği şeyler, emr-i İlahî ve irade-i Rabbaniyenin küllî bir cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki Cenab-ı Hak, o âdâtını bazı hikmet için değiştirir. Her şeyde ve her kanunda irade ve ihtiyarının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı fertlerde hark-ı âdet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ مَثَلَ عٖيسٰى عِندَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَ fermanıyla bu hakikati gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ömer Efendi’nin o doktora dair ikinci suali:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O doktor, o meselede o kadar eblehane hareket ediyor ki sözlerini dinlemek yahut ehemmiyet verip cevap vermekten çok aşağıdır. Bu bîçare, küfür ve iman ortasını bulmak istiyor. Onun ehemmiyetsiz bahsine karşı değil, yalnız Ömer Efendi’nin istifsarına göre derim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Memurat ve menhiyat-ı şer’iyede illet, emr-i İlahîdir ve nehy-i İlahîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise müreccihtirler, emir ve nehyin taalluklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da namaz kasredilir. Sefer olmasa, hanesinde yüz meşakkat görse yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazen seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte, bu kaide-i şer’iyeye binaen, ahkam-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakiki illetlere bakar. Mesela, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır.” (<ref>Acaba Firengistan'ın bu kadar hârika terakkiyat-ı medeniyetiyle ve kemalât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverane ulûmuyla ileri gittiği halde; o terakkiyat ve kemalâta ve ulûma bütün bütün zıd olan maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümatında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum.<br> İnsan beslendiği şey ile mizacı müteessir olduğuna delil, "Kırk günde hergün et yiyen, kasavet-i kalbiyeye düçar olduğu" darb-ı mesel hükmüne geçmiştir.</ref>) kaidesiyle o hayvan, sair hayvanat-ı ehliye gibi zararsız yayılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îras etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan Firengistan’dan başka tıbben muzır olduğu gibi, manen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlahî taallukuna da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lazım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye göre, o bîçare adamın ne kadar şeriatın ruhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat namına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlık’ın çok akılsız feylesoflar suretinde hayvanları vardır! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Muhyiddîn-i Arab hakkındaki sualin cevabına zeyldir. == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Muhyiddin-i Arab, vahdetü’l-vücud meselesini en yüksek bir mertebe telakki ettiği gibi, ehl-i aşk bir kısım evliya-i azîme dahi ona ittiba etmişler. Bu meselenin en yüksek mertebe olmadığını hem hakiki olmadığını, belki bir derece ehl-i sekir ve istiğrakın ve ashab-ı şevk ve aşkın meşrebi olduğunu diyorsun. Öyle ise, muhtasaran sırr-ı veraset-i nübüvvetle ve Kur’an’ın sarahatiyle gösterilen tevhidin yüksek mertebesi hangisidir? Göster. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Benim gibi hiç ender hiç, âciz bir bîçarenin kısa fikriyle bu yüksek mertebeleri muhakeme etmek, yüz derece haddimin fevkindedir. Yalnız, Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden gelen gayet muhtasar bir iki nükte söyleyeceğim; belki bu meselede faydası olacak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ NOKTA''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Vahdetü’l-vücudun meşrebine ve saplanmasına çok esbab var. Onlardan bir ikisi kısaca beyan edilecek: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci sebep:''' Mertebe-i rububiyetin hallakıyetini a’zamî derecesinde zihinlerine sığıştıramadıklarından ve sırr-ı ehadiyetle her şeyi bizzat kabza-i Rububiyetinde tuttuğunu ve her şey kudret ve ihtiyar ve iradesiyle vücud bulduğunu kalblerine tam yerleştiremediklerinden, “Herşey O’dur.” veyahut “Yoktur.” veya “Hayaldir.” veya “Tezahüriyetidir.” veya “Cilveleridir.” diye kendilerini mecbur bilmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci sebep:''' Firakı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu’diyetten cehennem gibi korkan ve zevalden gayet derece nefret eden ve visali, ruhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti cennet gibi hadsiz bir iştiyak ile arzulayan aşk sıfatı, her şeydeki akrebiyet-i İlahiyenin bir cilvesine yapışmakla, firak ve bu’diyeti hiçe sayıp, lika ve visali daimî zannederek “Lâ mevcude illâ Hû” diye, aşkın sekriyle ve o şevk-i beka ve lika ve visalin muktezasıyla, gayet zevkli bir meşreb-i hâlî vahdetü’l-vücudda bulunduğunu tasavvur ederek müthiş firaklardan kurtulmak için o vahdetü’l-vücud meselesini melce ittihaz etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, birinci sebebin menşei, aklın gayet geniş ve gayet yüksek olan bazı hakikat-ı imaniyeye yetişmediğinden ve ihata edemediğinden ve aklın iman noktasında tamamıyla inkişaf etmediğinden ve ikinci sebebin menşei, kalbin aşk noktasında fevkalâde inkişafından ve harikulâde inbisatından ve genişliğinden ileri gelmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Amma sarahat-i Kur’aniye ile veraset-i nübüvvetin evliya-i azîmesi ve ehl-i sahv olan asfiyanın gördükleri mertebe-i uzma-yı tevhidî ise hem çok yüksektir hem rububiyet ve hallakıyet-i İlahiyenin mertebe-i uzmasını hem bütün esma-i İlahiyenin hakiki olduklarını ifade ediyor. Ve esasatını muhafaza edip ve ahkam-ı rububiyetin muvazenesini bozmuyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü derler ki: Cenab-ı Hak, ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla doğrudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle ispat ve icad edilmiştir. Bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halk ettiği gibi, koca baharı o suhuletle halk eder. Bir şey bir şeye mani olmaz. Teveccühünde tecezzi yoktur. Aynı anda, her yerde, kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yok. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfı’nın İkinci Maksadı’nda bu sır tamamıyla izah ve ispat edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا مُشَاحَّةَ فِى التَّم۟ثٖيلِ kaidesiyle temsildeki kusura bakılmadığından gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim; tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, hârika ve emsalsiz, gayet büyük ve gayet ziynetli, şark ve garba bir anda uçacak ve şimalden cenuba ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüz binler nakışlarla tezyin edilmiş o kanadının her bir tüyünde gayet dâhiyane sanatlar dercedilmiş olan bir tavus kuşu farz ediyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi seyirci iki adam var. Akıl ve kalb kanatlarıyla bu kuşun yüksek meziyetlerine ve hârika ziynetlerine uçmak istiyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birisi, bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve harikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever. Dakik tefekkürü kısmen bırakır ve aşka yapışır. Fakat görür ki her gün o sevimli nakışlar tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o mahbublar kayboluyor, zeval buluyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O adam kendine teselli vermek ve aklına sığıştıramadığı vahdet-i hakikiye ile rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatıyla hallakıyet-i külliyeye mâlik bir nakkaşın bir nakş-ı sanatıdır demek lazım gelirken o itikad yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlîdir ki onun sanii onun içindedir veya o olmuş. Hem o ruh, vücuduyla müttehid, vücudu ise suret-i zâhiri ile mümteziç olduğundan, o ruhun kemali ve o vücudun yüksekliği, bu cilveleri böyle gösterir, her dakika başka bir nakşı ve ayrı bir hüsnü izhar eder. Hakiki ihtiyarıyla bir icad değil, belki bir cilvedir, bir tezahürdür.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Diğer adam der ki: “Bu mizanlı ve nizamlı, gayet sanatkârane nakışlar, kat’î bir surette, bir irade ve ihtiyar ve kasd ve meşiet iktiza eder. İradesiz bir cilve, ihtiyarsız bir tezahür olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, tavusun mahiyeti güzel ve yüksektir fakat onun mahiyeti fâil olamaz. Belki münfaildir; fâili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlîdir fakat mûcid ve mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır. Çünkü her bir tüyünde, bilbedahe, nihayetsiz bir hikmetle bir sanat ve nihayetsiz bir kudretle bir nakş-ı ziynet görünüyor. Bu ise iradesiz, ihtiyarsız olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti ve merhameti gösteren sanatlar, cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtip onun içinde olamaz, onunla ittihad edemez. Belki, yalnız o defter, o katibin yazı kaleminin ucu ile teması var. Öyle ise, o kâinat denilen misalî tavusun harikulâde ziynetleri, tavus hâlıkının yaldızlı bir mektubudur.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şimdi tavusa bak, o mektubu oku, katibe “Mâşâallah, Tebârekallah, Sübhanallah.” de. Mektubu kâtip zanneden veya kâtibi mektup içinde tahayyül eden veya mektubu hayal tevehhüm eden, elbette aklını aşk perdesinde saklamış, hakikatin hakiki suretini görmemiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Vahdetü’l-vücud meşrebine sebebiyet veren aşkın envaından en mühim sebep, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikiye inkılab ettiği zaman, vahdetü’l-vücuda inkılab eder. Nasıl ki insandan şahsî bir mahbubu muhabbet-i mecazî ile seven, sonra zeval ve fenasını kalbine yerleştirmeyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakiki ile bir beka kazandırmak için “Mabud ve Mahbub-u Hakiki’nin bir âyine-i cemalidir.” diye kendini teselli eder, bir hakikate yapışır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de koca dünyayı ve kâinatı hey’et-i mecmuasıyla mahbub ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acibe daimî zeval ve firak kamçılarıyla muhabbet-i hakikiye inkılab ettiği vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan kurtarmak için vahdetü’l-vücud meşrebine iltica eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise, Muhyiddin-i Arab’ın emsali gibi zatlara zevkli, nuranî, makbul bir mertebe olur. Yoksa, vartalara düşmek, maddiyata girmek, esbapta boğulmak ihtimali var. Vahdetü’ş-şuhud ise, o zararsızdır, ehl-i sahvın da yüksek bir meşrebidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ اَرِنَا ال۟حَقَّ حَقًّا وَ ار۟زُق۟نَا اتِّبَاعَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَآ اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَآ اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div>