İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> = Fihrist = </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Birinci Lem'a|BİRİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Yunus aleyhisselâmın münâcat-ı meşhuresi olan فَنَادٰى فِى الظُّلُمَاتِ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ âyetinin bir sırr-ı mühimmini ve bir hakikat-i azîmesini beyan ederek her bir insan, bu dünyada, Hazret-i Yunus aleyhisselâmın bulunduğu vaziyette –fakat büyük mikyasta– olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Yunus aleyhisselâma “hut, deniz, gece” ne ise her insan için nefsi, dünyası, istikbali de odur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[İkinci Lem'a|İKİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın münâcat-ı meşhuresini beyan eder. اِذ۟ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَن۟تَ اَر۟حَمُ الرَّاحِمٖينَ âyetinin mühim bir sırrını ve azîm bir hakikatini beş nükte ile tefsir edip, bütün musibetzedelere manevî bir tiryak ve gayet nâfi’ bir ilaç hükmünde bir risaledir. Bu risale, maddî musibetleri ehl-i iman için musibetlikten çıkarıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Asıl ehemmiyetli musibet, kalbe ve ruha gelen dalalet musibetleri olduğunu beyan ettiği gibi; musibetzedelerin ömür dakikaları ehl-i sabır ve şükür hakkında ibadet saatleri hükmüne geçip şekva kapısını kapar, daima şükür kapısını açar bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Üçüncü Lem'a|ÜÇÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ âyetinin mühim iki hakikatini يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى olan meşhur iki cümlenin ifade ettikleri iki hakikat-i mühimme ile tefsir ediyor. Beka için halk edilen ve bekaya âşık olan ruh-u insanî, Bâki-i Zülcelal’e karşı münasebet-i hakikiyesini bilse, fâni ömrünü bâki bir ömre tebdil eder. Saniyeleri seneler hükmüne geçtiğini ve Bâki-i Zülcelal’i tanımayan ruh-u insanın seneleri, saniyeler hükmünde olduğunu beyan edip ispat eden kıymettar bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fenayı fena gören ve bekayı merak edenler, bu risaleyi merakla okumalı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Dördüncü Lem'a|DÖRDÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Minhacü’s-Sünne namında gayet mühim bir risaledir. Ehl-i Şîa ve Ehl-i Sünnet mabeyninde en mühim bir mesele-i ihtilafiye olan mesele-i imameti gayet vâzıh ve kat’î bir surette hall ü fasleder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَقَد۟ جَٓاءَكُم۟ رَسُولٌ مِن۟ اَن۟فُسِكُم۟ عَزٖيزٌ عَلَي۟هِ مَا عَنِتُّم۟ حَرٖيصٌ عَلَي۟كُم۟ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ فَاِن۟ تَوَلَّو۟ا فَقُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ وَهُوَ رَبُّ ال۟عَر۟شِ ال۟عَظٖيمِ قُل۟ لَٓا اَس۟ئَلُكُم۟ عَلَي۟هِ اَج۟رًا اِلَّا ال۟مَوَدَّةَ فِى ال۟قُر۟بٰى âyât-ı azîmenin çok hakaik-i azîmesinden iki büyük hakikatini dört nükte ile tefsir ediyor. Bu risale, Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e hem Alevîlere gayet kıymettar ve menfaattardır, hakikaten Minhacü’s-Sünne’dir. Sünnet-i seniyenin yolunu, o meselede tam beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Beşinci Lem'a|BEŞİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ âyetinin gayet mühim bir hakikatini on beş mertebe ile beyan edecek bir risale olacaktı. Fakat hakikat ve ilimden ziyade, zikir ve tefekkür ile münasebettar olduğundan şimdilik tehir edildi. Çendan On Birinci Lem’a olan “Mirkatü’s-Sünneti ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a” namındaki gayet mühim bir risale Beşinci Lem’a namıyla bidayeten yazılmıştı. Fakat o risale, on bir nükte-i mühimmeye inkısam ettiğinden On Birinci Lem’a’ya girdi. Beşinci Lem’a açıkta kaldı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Altıncı Lem'a|ALTINCI LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا حَو۟لَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ ال۟عَلِىِّ ال۟عَظٖيمِ cümlesinin ifade ettiği çok âyâtın mühim hakikatini yine on beş yirmi mertebe-i fikriye ile beyan edecek bir risale olacaktı. Bu Lem’a da Beşinci Lem’a gibi nefsimde hissettiğim ve harekât-ı ruhiyemde zikir ve tefekkürle müşahede ettiğim mertebeler olduğundan, ilim ve hakikatten ziyade zevk ve hale medar olmak cihetiyle, hakikat lem’aları içinde değil belki âhirlerinde yazılması münasip görüldü. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yedinci Lem'a|YEDİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Feth’in âhirinde لَقَد۟ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّؤ۟يَا بِال۟حَقِّ لَتَد۟خُلُنَّ ال۟مَس۟جِدَ ال۟حَرَامَ اِن۟ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِنٖينَ مُحَلِّقٖينَ رُؤُسَكُم۟ وَ مُقَصِّرٖينَ لَا تَخَافُونَ فَعَلِمَ مَا لَم۟ تَع۟لَمُوا فَجَعَلَ مِن۟ دُونِ ذٰلِكَ فَت۟حًا قَرٖيبًا هُوَ الَّذٖٓى اَر۟سَلَ رَسُولَهُ بِال۟هُدٰى وَدٖينِ ال۟حَقِّ لِيُظ۟هِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى ال۟كُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَي۟نَهُم۟ تَرٰيهُم۟ رُكَّعًا سُجَّدًا يَب۟تَغُونَ فَض۟لًا مِنَ اللّٰهِ وَ رِض۟وَانًا سٖيمَاهُم۟ فٖى وُجُوهِهِم۟ مِن۟ اَثَرِ السُّجُودِ ذٰلِكَ مَثَلُهُم۟ فِى التَّو۟رٰيةِ وَ مَثَلُهُم۟ فِى ال۟اِن۟جٖيلِ كَزَر۟عٍ اَخ۟رَجَ شَط۟ئَهُ فَاٰزَرَهُ فَاس۟تَغ۟لَظَ فَاس۟تَوٰى عَلٰى سُوقِهٖ يُع۟جِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغٖيظَ بِهِمُ ال۟كُفَّارَ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِن۟هُم۟ مَغ۟فِرَةً وَ اَج۟رًا عَظٖيمًا olan üç âyet-i azîmeden on vücuh-u i’caziyeden yalnız ihbar-ı bilgayb vechinden sekiz ihbarat-ı gaybiyeyi beyan ediyor. Şu üç âyet, tek başıyla bir mu’cize-i bâhire olduğunu ispat ediyor. Tetimmesinde فَاُولٰٓئِكَ مَعَ الَّذٖينَ اَن۟عَمَ اللّٰهُ عَلَي۟هِم۟ مِنَ النَّبِيّٖنَ وَ الصِّدّٖيقٖينَ وَ الشُّهَدَٓاءِ وَ الصَّالِحٖينَ وَ حَسُنَ اُولٰٓئِكَ رَفٖيقًا âyetinin mühim bir nükte-i i’caziyesini, Sure-i Feth’in âhirindeki âyetin aynı ihbar-ı gaybîsi nevinden, gaybî ihbarlarına işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hâtimesinde, Kur’an-ı Hakîm’in tevafukat cihetinde i’cazî nüktelerinden gayet parlak bir nükte-i i’caziyesini beyan edip Kur’an Fatiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele Elif Lâm Mim’de bir cihette dercedildiğini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem en münteşir ve mütedavil derkenar Mushaflarda lafzullahın tevafukat-ı latîfe-i i’caziyesinden birisi şudur ki: Sahifenin âhirki satırının yukarı kısmında bütün Kur’an’da seksen ve aşağı kısmında yine lafza-i Celal birbiri üstünde seksen olup tevafuk ederek gelmesi ve sahifeler arkasında tam muvafakatla birbirini göstermesi, âdeta seksen adetten bir tek lafza-i Celal tezahür etmesi hem âhirki satırın tam ortasında elli beş ve başında yirmi beş, beraber yine seksen ederek bu seksen, o iki seksene seksenlikte tevafuk ettikleri gibi iki yüz kırk tevafukat-ı latîfe yalnız sahifenin âhirki satırlarında bulunması gösteriyor ki Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hem âyâtı hem kelimatı hem hurufatı her biri, ayrı ayrı medar-ı i’caz oldukları gibi kelimatın nakışları ve hatları dahi ayrı bir şule-i i’caza mazhar olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Sekizinci Lem'a|SEKİZİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Başka bir mecmuada neşredildiğinden buraya dercedilmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Dokuzuncu Lem'a|DOKUZUNCU LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Başka bir mecmuada neşredildiğinden buraya dercedilmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Onuncu Lem'a|ONUNCU LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يَو۟مَ تَجِدُ كُلُّ نَف۟سٍ مَا عَمِلَت۟ مِن۟ خَي۟رٍ مُح۟ضَرًا وَمَا عَمِلَت۟ مِن۟ سُٓوءٍ تَوَدُّ لَو۟ اَنَّ بَي۟نَهَا وَبَي۟نَهُٓ اَمَدًا بَعٖيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَف۟سَهُ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِال۟عِبَادِ âyetinin bir sırrını, hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyan etmekle tefsir ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet bu risale, iki kısım olarak yazılmış. Birinci kısımda, has ve sadık Kur’an hizmetkârlarının sehiv ve hataları neticesinde yedikleri tenbihkârane şefkat tokatları... </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci kısımda, zâhirî dost ve kalbi muarız olanların bilerek verdikleri zarara mukabil, zecirkârane yedikleri tokatlarından bahsedilecekti. Fakat lüzumsuz bazıların hatırlarını rencide etmemek için yüzer hâdisattan birinci kısmın yalnız on beş adedinden bahsedildi. İkinci kısım şimdilik yazılmadı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tokat yiyen, kendi imza ve tasdiki tahtında, kabul ederek yazmıştır. Ben beş tokat yedim, yazdım. Nefsim gibi telakki ettiğim Abdülmecid ile Hulusi’ye vekâleten yazdım. Ötekilerin bir kısmı kendileri yazdılar; bir kısmı, hakkında yazılanı gördüler, kabul ettiler. Numune nevinden olarak onlarla iktifa ettik. Yoksa hâdisat çoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bununla kat’iyen kanaatimiz gelmiştir ki bu hizmetimizde başıboş değiliz. Mühim bir nazar altındayız ve dikkatli bir inayet nazarındayız ve kuvvetli hıfz ve himayet tahtındayız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O risalenin âhirinde اَلظُّل۟مُ لَا يَدُومُ وَال۟كُف۟رُ يَدُومُ sırrına dair mühim bir hakikat beyan edilerek, hizmetimize zulüm nevinden ilişen mülhidler, bu dünyada tokadını yiyecekler ve kısmen yediklerini ve zındıka ve dalalet hesabına ilişenler çabuk tokat yemeyip tehir edildiğinin sebep ve hikmetini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Birinci Lem'a|ON BİRİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Mirkatü’s-Sünne ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a” namıyla gayet mühim bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَقَد۟ جَٓاءَكُم۟ رَسُولٌ مِن۟ اَن۟فُسِكُم۟ عَزٖيزٌ عَلَي۟هِ مَا عَنِتُّم۟ حَرٖيصٌ عَلَي۟كُم۟ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ قُل۟ اِن۟ كُن۟تُم۟ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُح۟بِب۟كُمُ اللّٰهُ âyetlerinin gayet mühim iki hakikatini on bir nükte ile tefsir ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nükte:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَن۟ تَمَسَّكَ بِسُنَّتٖى عِن۟دَ فَسَادِ اُمَّتٖى فَلَهُ اَج۟رُ مِاَةِ شَهٖيدٍ hadîs-i şerifinin sırrını beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nükte:''' İmam-ı Rabbanî (ra) “Sünnet-i seniyenin ittibaı, en haşmetli en letafetli en emniyetli tarîkattır.” demesine dairdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nükte:''' Sünnet-i seniyenin ehemmiyeti hakkında İmam-ı Rabbanî’nin hükmünü tasdik ettiğini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Nükte:''' اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ hakikatinin kapısıyla, gayet acib bir âlem-i manevîye ait bir seyahat-i ruhiyeyi beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Nükte:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ اِن۟ كُن۟تُم۟ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُح۟بِب۟كُمُ اللّٰهُ âyetinin sarahatiyle: Muhabbetullah, kat’î bir kıyas-ı mantıkî ile sünnet-i seniyenin ittibaını intac ettiğine dairdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Nükte:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كُلُّ بِد۟عَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِى النَّارِ hadîsinin mühim bir sırrını ve اَل۟يَو۟مَ اَك۟مَل۟تُ لَكُم۟ دٖينَكُم۟ âyetinin bir hakikatini tefsir ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Nükte:''' Sünnet-i seniyenin her bir meselesi altında bir edep bulunduğunu beyan eder. “Allâmü’l-guyub’a karşı edep ve hicab nasıl olabilir ve ne demektir?” sualine karşı, güzel bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Nükte:''' Sünnet-i seniyenin bir kısmı şefkat-i Ahmediyenin (asm) tereşşuhatı olduğu gibi Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın nasıl bir maden-i şefkat olduğunu gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dokuzuncu Nükte:''' Sünnet-i seniyenin her bir nevine tamamen bilfiil ittiba etmek, ehass-ı havassa mahsus olduğu halde; herkes niyeti ile ve kasd ile ve taraftarane ve iltizamkârane ve takdirkârane talip olmakla, o ittiba-ı tammeden tam hissedar olabilir. Ehl-i tarîkatın ezkâr ve evrad ve meşrepleri, esasat-ı sünnete muhalefet etmemek şartıyla bid’ata dâhil olmadığını, olsa olsa bid’a-i hasene olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Onuncu Nükte:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ اِن۟ كُن۟تُم۟ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُح۟بِب۟كُمُ اللّٰهُ muhabbet-i İlahiyeye ve o muhabbetin neticesinde sünnet-i seniyenin ittibaına dair, üç nokta ile gayet merak-âver ve mühim ve güzel beyanat var. Hattâ kitabın nakşında şu Onuncu Nükte’nin bir şuâ-ı kerametini, tevafukla nazara gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Birinci Nükte:''' Zat-ı Ahmediye’nin sünnet-i seniyesinin menbaı hem akvali hem ahvali hem ef’ali olduğunu ve her birisi hem farz hem nevafil hem âdât aksamına inkısam ettiğini ve Kur’an’da وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ sırrıyla, nev-i beşer içinde manen ve ruhen olduğu gibi mizac-ı cismanîsinin cihetiyle dahi en mutedil noktasında ve kuva-yı cismaniye ve nefsiyede nokta-i itidalin vasatında ve kemalinde bulunan ferd-i ferîd, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm olduğunu ispat ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu risale dahi başta denildiği gibi bir tiryak-ı enfa’ ve bir iksir-i a’zamdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On İkinci Lem'a|ON İKİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو ال۟قُوَّةِ ال۟مَتٖينُ اَللّٰهُ الَّذٖى خَلَقَ سَب۟عَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ ال۟اَر۟ضِ مِث۟لَهُنَّ يَتَنَزَّلُ ال۟اَم۟رُ بَي۟نَهُنَّ لِتَع۟لَمُوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ وَ اَنَّ اللّٰهَ قَد۟ اَحَاطَ بِكُلِّ شَى۟ءٍ عِل۟مًا âyetlerinin, ehl-i fennin ve şimdiki coğrafyacı ve kozmoğrafyacıların medar-ı tenkitleri olmuş iki hakikatini, iki nükte ile tefsir ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nükte:''' Umum rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelal’in elinde olduğunu ve hazine-i rahmetinden çıktığını beyan ederek, rızıksızlıktan ölmek olmadığını ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nükte:''' Küre-i arzın, münkir coğrafyacı feylesofların rağmına olarak, yedi vecihle yedi tabaka olduğunu ve semavat dahi kozmoğrafyacı feylesofların rağmına olarak, yedi vecihle yedi tabaka olduğunu ispat eder. Bu risale, öyle geveze mülhidlere bir licamdır, yani gemdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Üçüncü Lem'a|ON ÜÇÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Hikmetü’l-İstiaze” namıyla maruf, gayet kıymettar ve kuvvetli ve hakikatli bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ مَلِكِ النَّاسِ اِلٰهِ النَّاسِ مِن۟ شَرِّ ال۟وَس۟وَاسِ ال۟خَنَّاسِ الَّذٖى يُوَس۟وِسُ فٖى صُدُورِ النَّاسِ مِنَ ال۟جِنَّةِ وَ النَّاسِ suresinin en mühim bir hakikatini وَقُل۟ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِن۟ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَن۟ يَح۟ضُرُونِ âyetinin mühim bir hikmetini ve اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ in en mühim bir sırrını on üç işaret ile tefsir ederek, on üç anahtarla قُل۟ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ın kale-i hasînine girmek için kapı açar, tahassungâhı gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci İşaret:''' “Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiç medhalleri olmadığı ve dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde ve Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu ve hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri, ehl-i hakkı müeyyid ve müşevvik bulunduğu halde; hizbü’ş-şeytanın çok defa hizbullaha galebe etmesinin hikmeti nedir?” diye suale karşı gayet kat’î ve vâzıh bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci İşaret:''' “Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanların küfre girip cehenneme girmelerine, Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-hakk’ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve bu dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve ne için cevaz gösteriyor?” diye sualine karşı gayet kuvvetli ve mukni bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü İşaret:''' “Kur’an-ı Hakîm’de, ehl-i dalalete karşı azîm şekvalar ve kesretli tahşidat ve çok şiddetli tehdidat; aklın zâhirine göre, adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslubundaki itidaline ve istikametine münasip düşmüyor? Âdeta âciz bir adama karşı orduları tahşid ediyor ve müflis ve mülkte hissesiz âciz bir adama, kuvvetli bir şerik mevkii verir gibi ondan şekvalar etmenin sırrı ve hikmeti nedir?” diye sualine karşı, gayet kat’î ve ehemmiyetli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü İşaret:''' Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğundan, mehasin ve kemalât vücuda ve şerler ve musibetler ademe istinad ettiğini ve ondan neş’et ettiğini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci İşaret:''' “Cenab-ı Hak kütüb-ü semaviyede beşere karşı cennet gibi azîm bir mükâfatı ve cehennem gibi dehşetli bir mücazatı göstermekle beraber, çok irşad ve mükerrer ikaz ve defaatle ihtar ve müteaddid tehdit ve teşvik ettiği halde, hizbü’ş-şeytanın çirkin ve mükâfatsız ve zayıf desiselerine karşı, ehl-i imanın mağlup olmalarının sırrı nedir?” diye müthiş suale karşı mukni bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı İşaret:''' Şeytanların en tehlikeli ve kesretli bir desisesi olan “tasavvur-u küfrî”yi “tasdik-i küfür” suretinde “tasavvur-u dalalet”i “tasdik-i dalalet” tarzında göstermesiyle, hassas ve safi-kalp insanları tehlikelere atmasına mukabil, ilmî ve mantıkî ve hakikatli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci İşaret:''' Mutezile imamları, şerrin icadını şer telakki ettikleri için küfür ve dalaletin icadını Allah’a vermeyip, güya onunla Allah’ı takdis ediyorlar. Mutezilenin bu mühim meselelerine ve Mecusilerin hâlık-ı şerri ayrı telakki etmelerine karşı gayet kuvvetli ve mantıkî bir cevab-ı müskit hem “Günah-ı kebireyi işleyen, mü’min kalamaz!” diyen Mutezile ve bir kısım Haricîlere karşı gayet makbul ve mukni bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci İşaret:''' “Bazı risalelerde kat’î delillerle ispat edilmiş ki küfür ve dalalet yolu o kadar müşkülatlı ve suubetlidir ki hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değildir. İman ve hidayet yolu o kadar zâhir ve kolaydır ki herkes ona girmeli idi dediğiniz halde; bu Hikmetü’l-İstiaze’de, dalaletli yolun kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için çoklar o yola sülûk ettiğini beyanın, birbirine muhalif oluyor, vech-i tevfiki nedir?” sualine karşı gayet merak-âver ve mantıkî ve kat’î bir cevap olmakla beraber “Dalalette o kadar dehşetli bir elem ve korku var ki kâfir değil hayatından lezzet alması, belki hiç yaşamaması lâzım gelirken, ehl-i imandan ziyade kendini hayatta mesud görmesinin sırrı nedir?” diye sualine karşı gayet güzel bir temsil ile tam kanaat getirir bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dokuzuncu İşaret:''' “Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem sallallahu teâlâ aleyhi vesellem, o kadar inayat-ı İlahiyeye ve imdadat-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden hizbü’ş-şeytana karşı bazen mağlup olmuşlar. Hem Hâtemü’l-enbiya’nın güneş gibi parlak nübüvveti ve risaletinin komşuluğunda bulunan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?” diye suale karşı herkesi alâkadar edecek güzel ve kuvvetli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Onuncu İşaret:''' İblisin kendini kendine tabi olanlara inkâr ettirmek suretindeki desise maskesini yırtarak (iblisin) pis ve mülevves yüzünü gösterip, vücudunu ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Birinci İşaret:''' Ehl-i dalaletin şerrinden kâinat kızdıklarını ve anâsır-ı külliye hiddet ettiklerini ve umum mevcudat manen galeyana geldiklerini, Kur’an-ı Hakîm mu’cizane ifade ettiğine dair merak-âver bir beyandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On İkinci İşaret:''' Dört sual ve cevaptır. “Mahdud bir hayatta mahdud günahlara mukabil hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir cehennem nasıl adalet olur?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem “Şeriatta denilmiştir ki: Cehennem, ceza-yı ameldir fakat cennet, fazl-ı İlahî iledir. Bunun hikmeti nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem “Seyyiat intişar ve tecavüz ettiğinden bir seyyie bin yazılmak, hasene bir yazılmak lâzım gelirken seyyienin bir, hasenenin on yazılmasının sırrı nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem “Ehl-i dalaletin kazandıkları muvaffakiyet ve gösterdikleri kuvvet, ehl-i hidayette bir zaaf ve hakikatsizlik olduğundan mıdır?” diye dört suale gayet kısa ve kuvvetli dört cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Üçüncü İşaret:''' Üç noktadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde, dar kalpli ve kısa akıllı ve kāsır fikirli insanları aldatmasına mukabil, tamamıyla şeytan-ı cinnî ve insîyi de susturacak bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Nokta: Şeytan, kusurlu insana kusurunu itiraf etmemek ile istiğfar ve istiaze yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi nefsini müdafaa ettirir. Âdeta nefsini taksirattan takdis ettirmesine mukabil, herkesi ikna edecek bir cevaptır. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusur bulunduğunu ve kusurunu görmek, kusuru kusurluktan çıkarmak olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Nokta: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden en mühim bir desise-i şeytaniye “Mü’minin bir tek seyyiesiyle hasenatını örtmek” ile o mü’mine karşı adâvet ettirmeye mukabil, mizan-ı ekberde adalet-i mutlaka-i İlahiyenin tecellisindeki düstur ile herkese lüzumlu, hususan hadîdü’l-mizaç ve müşkül-pesend insanlara, kıymettar ve haklı ve kuvvetli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu risale on üç işaret ile şeytan-ı insî ve cinnînin on üç hücum yollarını kapadığı gibi قُل۟ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ Suresi’nin kale-i metininde tahassun etmek için on üç anahtar olup on üç kapıyı ehl-i imana açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu Hikmetü’l-İstiaze Risalesi’nin iki mühim kardeşi var. Birisi Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Altıncı Risalesi olan “Hücumat-ı Sitte” mühim bir kale olduğu gibi; ikinci bir kardeşi olan Yirmi Altıncı Mektup’un “Hüccetü’l-Kur’an Ale’ş-şeytan Ve Hizbihi” namındaki risalesi dahi bir hısn-ı hasîndir. Bu üç risale birbiriyle münasebettardır. Ve ehl-i imana bu zamanda çok lüzumlu olduğunu ihtar ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat şu risaleler tamamıyla Kur’an’a sadık olanların ellerine verilebilir. Bid’a ve dalalete taraftar veya siyasetçiliğe müptela olanların ellerine vermemek gerektir. Bilhassa “Hücumat-ı Sitte” içerisinde Eski Said’in şiddetli lisanı karıştığı için en has ve en sadık kardeşlerime mahsustur. Şimdilik hakkı dinlemek ve kabul etmek istidadında olmayanlara gösterilmemesini tavsiye ediyorum. Hem de “İşarat-ı Seb’a”, “Hücumat-ı Sitte” gibi şimdilik havassa mahsustur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Dördüncü Lem'a|ON DÖRDÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İki makam'''dır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Makam:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan sorulmuş ki: “Arz ne üstünde duruyor?” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: عَلَى الثَّو۟رِ وَال۟حُوتِ Yani “Öküz ve balık üstünde duruyor.” Şu hadîse dair çok münakaşat vardır. Coğrafyacılar, hâşâ bu hadîsi inkâr ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu hadîsin hakiki manasını üç vecihle, bu risalenin Birinci Makamı öyle bir tarzda beyan ediyor ki münkirlerin zerre miktar insafı varsa ve coğrafyacıların hakka karşı zerre miktar iz’anları bulunsa bu hadîsi, bâhir bir mu’cize-i Ahmediye (asm) sayacaklardır. Çünkü o üç cevap hem hakiki ve kat’î hem manidardırlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Makam:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ in en mühim beş altı sırlarını tefsir ediyor. Ve بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ Kur’an’ın bir hülâsası ve bir fihristesi ve miftahı olduğunu gösterdiği gibi arştan ferşe kadar uzanmış bir hatt-ı kudsî-i nurani olmakla beraber, saadet-i ebediye kapısını açan bir anahtar ve her mübarek şeye feyiz ve bereket veren bir menba-ı envar olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu İkinci Makam, en birinci risale olan “Birinci Söz”e bakar. Âdeta, Risale-i Nur eczaları bir daire hükmünde olup müntehası, iptidasına بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ hatt-ı mübareğiyle ittihat ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve bu makamda altı sır yerine otuz yazılacaktı. Şimdilik altı kaldı. Kısadır fakat gayet büyük hakaiki tazammun ediyor. Bunu dikkatle okuyan بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ ne kadar kıymettar bir hazine-i kudsiye olduğunu anlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Beşinci Lem'a|ON BEŞİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur Külliyatı’nın Sözler, Mektubat ve On Dördüncü Lem’a’ya kadar olan kısmının fihristesidir. Her kısmın fihristesi, yani Sözler kısmının fihristesi, Sözler mecmuasında bulunduğundan, Mektubat ve Lem’aların da kendilerine ait fihristeleri o mecmuaların âhirlerine ilhak edildiğinden burada yazılmadı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Altıncı Lem'a|ON ALTINCI LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesail-i mühimmeden bazı mesail hakkında sorulan suallerin cevaplarını muhtevidir. Şöyle ki en başta, merak-âver dört suale cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' “Ehl-i Sünnet ve Cemaat hakkında bir ferec ve bir fütuhat olacağı hakkında ehl-i keşfin verdiği haberlerin zuhur etmemesi nedendir?” diye sorulmasına mukabil, gayet güzel bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' “Risale-i Nur’un müellifi, kendisini şiddetli tazyikat altında tutan ehl-i dünyanın aleyhinde bulunması lâzım gelirken, onlara maddeten ilişmemesinin sebebi nedir?” sualine gayet latîf bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' “İngiliz ve İtalyan gibi hükûmetlerin bu hükûmetle muharebe etmek istemelerine karşı, neden şiddetli bir surette harp aleyhinde bulunuyorsunuz? Halbuki bu gibi hâdiseler, milletin kuvve-i maneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyic etmekle, şeair-i İslâmiyenin ihyasına ve bid’aların ref’ine bir derece medar olur.” diye vaki sualine verilen pek letafetli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncüsü:''' “Neden elinizdeki nurlu risaleleri herkese göstermemek için arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz? Ve neden halkları bu nurların feyizlerinden mahrum ediyorsunuz?” sualine verilen pek hoş, pek güzel bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hâtime’sinde, Lihye-i Saadet hakkında sorulan bir suale karşı şüpheleri izale eden gayet mukni bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha sonra, eskiden beri mülhidlerin iliştikleri üç meseleye dair sorulan suallere verilen üç cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Sual:''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغ۟رِبَ الشَّم۟سِ وَجَدَهَا تَغ۟رُبُ فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ âyet-i kerîmesinin meali olan: “Zülkarneyn, güneşi hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurûb ettiğini görmüş?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Sual:''' Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ve Ye’cüc ve Me’cüc kimlerdir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Sual:''' Hazret-i İsa aleyhisselâm, âhir zamanda gelip Deccal’ı öldüreceğine dair suallere o kadar ulvi cevaplar verilmiş ki hem ehl-i imanın imanlarını takviye eder hem belâgatıyla edibleri susturur hem de mülhidleri ilzam ederek tokatlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nihayetinde, Mugayyebat-ı Hamse’den yalnız ikisi hakkında sorulan mühim bir suale ehemmiyetli bir cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Rüşdü''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Yedinci Lem'a|ON YEDİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zühre’den gelmiş '''on beş nota'''dan ibarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nota:''' Nefs-i insaniyetin müptela olduğu âfil ve nâfil şeylerin, etvar-ı âlem üzerinde hakikatlerini gösterip, kalbin rabıtasını kesip yüzünü beka ve âhirete çevirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nota:''' Bir düstur-u Kur’anî olan tevazuu emir ve tekebbürden men’eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nota:''' كُلُّ اٰتٍ قَرٖيبٌ sırrıyla mevtin hakikatini, güzel ve ayn-ı hakikat bir temsil ile açıp, uzun emelleri ve elemleri keser. Hayy u Kayyum, Bâki ve Daim ve Biyedihi’l-hayr’a her umûru teslim eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Nota:''' Muttarid bir kanun-u âdetullah olan mevsimlerin, asırların değişmesinde, ekser eşyanın aynen iade ve tazelenmesiyle, şecere-i kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanın, mevsim-i haşr-i ekberde aynen iade edileceğini, kat’iyen ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Nota:''' Şu asr-ı felaket ve helâketin en büyük musibeti olan ve dinsizliğe giden medeniyet-i sakîmenin içyüzünü ve yüzündeki peçeyi ve cehennem-nümun mahiyetini, hüda-yı Kur’anî ile muvazene suretiyle açar, gösterir. Ehl-i imanı ona temayülden şiddetli tenfir ettirip, sâri bir vebayı teşhis ile eczahane-i Kur’aniyeden zemzem-i tiryakı içirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Nota:''' Nefis ve şeytanın en büyük hile ve desiselerinden olan, kâfirlerin çokluklarını ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarını, vesvese suretiyle göstererek, şüpheleri ve dine karşı lâkaytlığı, ayn-ı hak ve hakikat bir temsil ile kökünden kesen ve Tûba-i cennet olan iman ağacını yetiştiren mücerreb bir iksir-i nuranidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Nota:''' Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin muzır bir mikrobu olan ve terakkiyat-ı ecnebiyede saadet zannedilen, zulümlü ve zulmetli ihtirasat-ı dünyevîye ehl-i imanı sevk eden sahtekâr hamiyet-füruşları, Kur’an’ın elmas kılıncıyla öldürerek, irtidada yüz tutan veyahut mertebe-i fıska inen ehl-i imanı, Kur’an-ı Hakîm’in hastahanesine alır, tedavi eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Nota:''' وَسِعَت۟ رَح۟مَتُهُ كُلَّ شَى۟ءٍ nin bir sırrını, وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ nin bir hakikatini, اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا اَن۟ يَقُولَ لَهُ كُن۟ فَيَكُونُ nun bir düsturunu, فَسُب۟حَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ un bir nüktesini tefsir edip, kâinatta zerreden şemse kadar her şey bir vazife ile mükellef olup, bütün sa’y ü hareketleri kanun-u kader ile cereyan ettiğini ve Cenab-ı Hak kemal-i kereminden, hizmet içinde mükâfat olarak bir lezzet dercettiğini ispat ve izah ile mevcudatın en mükemmeli ve zîhayatın reisi ve arzın halifesi olan insan, tembellik edip gaflete düşerse cemadattan daha camid, sinekten çekirgeden daha kansız olacağını ikaz ve inzar ile insanları vazife-i fıtriyelerine sevk edip, uluhiyet-i mutlakayı ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dokuzuncu Nota:''' Cenab-ı Hak kemal-i keremiyle, en büyük şeyi en küçük şeyde dercettiği cihetle; kâinattaki hayır ve kemalâtı, şecere-i kâinatın meyvesi ve çekirdeği olan, nev-i insanın hakikatini taşıyan nebilerde gösterdiğini ve nebilere intisap eden, hayır ve kemalâta, nura ve sürura çıkacağı gibi ubudiyet cihetiyle de bir zerre gibi küçük bir mahluk olan insanın, fihristiyet ve o intisap cihetiyle, ağzından çıkan “Allahu ekber” sadâsı, küre-i arzın büyük bir “Allahu ekber”i hükmüne geçtiğini, hakkalyakîn bir beyan ile hakkın saadetini, imanın hüsn-ü kemalini bilbedahe izhar edip dalalet, şer, hasaret; dinin muhalifinde olduğunu kat’î ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Onuncu Nota:''' Cenab-ı Hakk’ın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak; ve âyât ve şahitlerin âyinelerinde berahin ve delillerin emarelerini görmek üç çeşit olup bir kısmı, su gibi; ikinci kısmı, hava gibi; üçüncü kısmı, nur gibi olup takarrubun tarifini ve bu’diyetin vartalarını beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Birinci Nota:''' Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın ifadesindeki şefkat ve merhametin hikmetini hem üslub-u Kur’aniyedeki cezalet ve selasetteki fıtrîliği gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On İkinci Nota:''' مُوتُوا قَب۟لَ اَن۟ تَمُوتُوا kavl-i şerifine imtisalen كُلُّ اٰتٍ قَرٖيبٌ sırrıyla mevtin ve kabrin mahiyetini gösterip, serkeş nefs-i emmarenin dizginini çeker. Hem kısa bir ömür ve muvakkat bir hayatta, bu acib asırda, saadet-i ebediyeye en yarayışlı amel ve en makbul hizmet ve en devamlı sevap “İmanın takviyesine medar Risale-i Nur talebelerinin tarzında ulûm-u imaniyeye çalışmak” olduğunu beyan eden ve ehl-i ilim ve ehl-i kalemi ikaz eden bir düstur-u hakikattir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Üçüncü Nota:''' Medar-ı iltibas olmuş beş meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّكَ لَا تَه۟دٖى مَن۟ اَح۟بَب۟تَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَه۟دٖى مَن۟ يَشَٓاءُ sırrıyla tarîk-i hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifesini düşünüp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamaları lâzım geldiğini; ve şiddet-i hırs yüzünden, vazife-i ubudiyet ve memuriyeti, âmiriyet ve mabudiyetle iltibas edenlere karşı tefrik edip haddini tecavüz eden insana makamını gösteren, herkese lüzumlu bir meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Mesele: Ubudiyetin menşei, emr-i İlahî ve neticesi, rıza-yı İlahî ve semeratı ve fevaidi, uhreviye olduğunu ve dünyaya ait faydalar ve semereler ve menfaatler; ubudiyete, vird ve zikre illet veya illetin bir cüzü olsa, ubudiyeti kısmen iptal ettiğini beyan ile sırr-ı ubudiyetin hikmetini ders veren çok mühim ve lüzumlu bir meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncüsü: طُوبٰى لِمَن۟ عَرَفَ حَدَّهُ وَلَم۟ يَتَجَاوَز۟ طَو۟رَهُ hadîs-i kudsîsinin mukaddes düsturunu güzel bir temsil ile izah edip ubudiyetin esası olan acz, fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı İlahînin rahmet kapısını çalmak lâzım geldiğini hem her amelde bir ihlas ciheti olduğundan insan, hareketinde rıza-yı İlahîyi düşünüp vazife-i İlahiyeye karışmamasıyla a’lâ-yı illiyyîne çıkacağını yol gösteren mühim bir meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dördüncü Mesele: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ لَا تَا۟كُلُوا مِمَّا لَم۟ يُذ۟كَرِ اس۟مُ اللّٰهِ عَلَي۟هِ âyetinin mana-yı işarîsiyle, Mün’im-i Hakiki’yi hatıra getirmeyen ve onun namıyla verilmeyen nimeti yemek ve almak caiz olmadığını, eğer muhtaç ise esbab-ı zâhiriyenin başı üzerinde Mün’im-i Hakiki’nin rahmet elini görüp “Bismillah” deyip alınacağını hem esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunması olan iktiranı, illet zannetmelerini güzel ve mukavemetsûz izahla, yüzleri Mün’im-i Hakiki’ye çevirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Beşinci Mesele: Bir cemaatin sa’yleriyle hasıl olan bir netice veya şerefi, o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate hem de o üstad ve reise zulüm olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın nur u feyzine ma’kes ve vesile ve vasıta olan üstadın, masdar ve muktedir ve menba telakki edilmemek lâzım geldiğini, güzel bir temsil ile ispat edip, hakikat-i hale pencere açıp gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Dördüncü Nota:''' Tevhide dair dört küçük remizdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Remiz: Dar nazarlı, kāsır fikirli ve muhakemesiz akıllı, esbab-perest insanın nazarını vahdaniyet-i İlahiyenin delillerine çevirip, güzel bir temsil üzerinde “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh” der, tevhidi ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Remiz: يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى nin bir sırrını tefsir edip aşk-ı mecazîye müptela olan insana, aşk-ı hakikiyi ve Mabud-u Bi’l-hakk’ı gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Remiz: Hayat-ı bâkiyeye ve sermedî manzaralara namzet, yüksek makamda halk olunan istidadat ve letaif-i insaniye, bazen hiç-ender hiç olan heva-yı nefse esir bulunduğundan, ikaz ve inzar ile insanı teyakkuza sevk eden büyük bir hakikatin küçük bir ucudur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dördüncü Remiz: Uzun emellerden ve geçmiş ve gelecek elemlerden ruh ve kalbi güzel bir temsil ile kurtarıp لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelime-i kudsiyesinin şifayâb ve rahmet-bahş hazinesine teslim eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Beşinci Nota:''' Üç meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: İsm-i Hafîz’in tecelli-i etemmine işaret eden فَمَن۟ يَع۟مَل۟ مِث۟قَالَ ذَرَّةٍ خَي۟رًا يَرَهُ وَمَن۟ يَع۟مَل۟ مِث۟قَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ âyetiyle, Hafîz-i Zülcelal’in küre-i arz tarlasında ezel ilmiyle halk edip zer’ ettiği tohumları, kesif toprak içinde ve şiddet-i bürudet karşısında mukavemetsiz, nihayetsiz zayıf ve küçük oldukları halde muhafaza edip, haşr-i baharîde başka bir âlemden gelmişler gibi evamir-i tekviniyeye imtisal ile gelmeleriyle, emanet-i kübra hamelesi ve arzın halifesi ve kâinatın meyvesi olan insanların ef’al ve âsâr ve akvalleri ve hasenat ve seyyiatları muhafaza edilip haşrin sabahında meydan-ı muhasebeye getirileceğini kat’î ispat edip, haşri bazı sebepler neticesi baîd gören insanlara, bilmüşahede numunesini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâfız Ali''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Sekizinci Lem'a|ON SEKİZİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Başka bir mecmuada neşredildiğinden buraya dercedilmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[On Dokuzuncu Lem'a|ON DOKUZUNCU LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كُلُوا وَ اش۟رَبُوا وَ لَا تُس۟رِفُوا âyet-i kerîmesini yedi nükte ile tefsir eden, iktisadı emredip israf ve tebzirden nehyeden ve bilhassa bu asırdaki beşere gayet mühim bir ders-i hikmet veren, kıymettar ve çok mübarek bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nükte:''' Cenab-ı Hak, beşere ihsan ettiği bi’l-cümle nimetlerin mukabilinde beşerden ancak bir “şükür” istediğini; iktisat hem nimetlere karşı bir ihtiram hem Cenab-ı Hakk’a bir şükr-ü manevî hem nimetin bereketlenmesine bir vesile olduğunu... İsraf ise Mün’im-i Hakiki’nin nimetlerine bir hürmetsizlik ve bir tahkir olmakla, vahim neticeleri bulunduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nükte:''' Vücud-u beşer bir saray, mide bir efendi, ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcı, et’imenin verdiği lezzetler birer bahşiş olduğunu göstererek; vücudun idaresi iktisat ile temin edildiğini, israf ise muvazenesizliği ve hastalıkları tevlid ettiğini beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nükte:''' Kuvve-i zaika, maddî cesede inhisar etmekten ziyade; akla, ruha ve kalbe baktığından israf etmemek, zillet ve sefalete düşmemek ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı şükürde istimal etmek şartıyla leziz taamların tercih ve takip edilebileceğini ve bu hakikat, hârika kuvve-i kudsiye sahibi Şah-ı Geylanî (ks) Hazretlerinin ihya-yı emvat keramet-i azîmesiyle izah edilerek ruh cesede, kalp nefse, akıl mideye hâkim olduktan sonra, şükrün münteha derecelerine vâsıl olmakla mümkün olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Nükte:''' İktisat sebeb-i bereket olduğundan muktesidlerin hayatları izzetle geçtiğini; israf edenlerin her vakit sefalete, hattâ dilenciliğe kadar düştüklerini, hattâ haysiyet ve namuslarını ve hattâ mukaddesat-ı diniyelerini bile feda ettiklerini ve iktisadın menafi-i azîmesini ve israfın dehşetli zararlarını ve sehavetin güzelliği içinde bir oduncu ihtiyarın istiğnasını zikrederek, iktisadın kıymet ve izzetini, sehavetin fevkine çıkarır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Nükte:''' Gayet merak-âver bir bal vakıasıyla, iktisattaki izzet ve bereketin ve israftaki sefalet ve mahrumiyetin bir sırrını, pek hakikatli bir surette izah eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Nükte:''' Hısset ile hıssetten ayrı olan iktisat haslet-i memduhasını, Hazret-i Ömer’in oğlu Hazret-i Abdullah’ın (ra) bir vakıasıyla öyle izah eder ki iktisadın hısset olmadığını ve israftan ayrı olan sehavetin derece-i kemalini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Nükte:''' İsraf hırsı, hırs kanaatsizliği, kanaatsizlik haybet ve hasareti ve hem ihlası kaçırmakla a’mal-i uhreviyeyi zedelemek gibi üç mühim neticeyi tevlid ettiğini ve zekâvetleri yüzünden maruf ediblerin dilenciliğe kadar tenezzül ettiklerini ve bir kısım âlimlerin hırs yüzünden dıyk-ı maişete giriftar olduklarını temsillerle o kadar güzel izah eder ki fevkinde beyan ve izah tasavvur edilemez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hüsrev''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirminci Lem'a|YİRMİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَٓا اِلَي۟كَ ال۟كِتَابَ بِال۟حَقِّ ... اِلٰى اٰخِرِ âyet-i kerîmesiyle هَلَكَ النَّاسُ اِلَّا ال۟عَالِمُونَ وَهَلَكَ ال۟عَالِمُونَ اِلَّا ال۟عَامِلُونَ وَهَلَكَ ال۟عَامِلُونَ اِلَّا ال۟مُخ۟لِصُونَ وَال۟مُخ۟لِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظٖيمٍ hadîs-i şerifi mûcibince, İslâmiyet’te ihlas en mühim bir esas olduğunun sırrını, hadsiz nüktelerinden beş nokta ile tefsir ve izah eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nokta:''' “Ehl-i dünya ve ehl-i gaflet ve ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz bir surette ittifak ettikleri halde, neden ehl-i hak ve ehl-i hidayet rekabetli ihtilaf ediyorlar?” diye vaki pek mühim ve pek müthiş ve ehl-i hak ve ehl-i hamiyeti hakikaten kan ağlattıran bu suale, çok esbabdan yedi sebep ile cevap verilmiştir. Şöyledir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i hak ve ehl-i hidayetin ihtilafatı; hakikatsiz, zelil olduklarından ve himmetsiz, aşağı ve âkıbeti düşünmeyerek kāsıru’n-nazar olduklarından ve kıskanç ve dünyaya harîs olduklarından olmadığı gibi... Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin de kuvvetli ittifakları, hakikatli ve âkıbeti düşündüklerinden ve yüksek nazarlı olduklarından olmadığını o kadar âlî bir üslupla ve hakikatli bir ifade ile beyan ve izah eder ki “Fesübhanallah, sebepleri bilinmediğinden, her an için üç yüz elli milyon fedakâr tebaası bulunan bu âlî İslâmiyet, nasıl olmuş da hepsi yüz elli milyonu tecavüz etmeyen ve ölümden dehşetli korkan üç dört Frenk hükûmetin elinde esir olmuşlar? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem öyle bir esaretle mahkûm edilmişler ki –Allah! Allah!– her fırsatta öyle dehşetli şenaatler yapılmış ki Engizisyon mezalimine rahmet okutacak işkenceler, bîçare ehl-i İslâm’a tatbik edilmiş; gözyaşlarına bedel, damarlarından mütemadiyen kanlar akıttırılmış; bir değnek cezaya mukabil, ehl-i hamiyetin boyunları, gaddar zalimlerin elleriyle koparılmış, atılmış; o bîçare Müslüman hamiyet-perverlerinin bir kısmı darağaçlarına asılmış, hayatlarına hâtime verilmiş, dünyanın ufuklarında merhametsizce teşhir edilmiş. Hem hayat-ı dünyevîleri parça parça edilmiş hem hayat-ı uhreviyeleri zedelenmiş; bir kısmının ise her iki hayatları ve saadetleri birden imha edilmiş… Nedendir?” diye vaki olacak sualin cevapları, elmas hazinesine değer kıymetindeki bu risalenin Birinci Nokta’sının verdiği izahatın neticesinden anlaşılmaktadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu zavallı Müslümanlar hak ve hakikat mesleğinde giderlerken, hataya ve yanlışa düşmeleri yüzünden ihlasları zedelenmiş, aralarına rekabet girmiş, beynlerindeki ittifak ve ittihat yerine tefrika ve ihtilaf girmiş. Bi’n-netice, bu haller tedavi edilmemiş, bu marazlar tevessü etmiş; bu halleri gören ehl-i dalalet, ehl-i İslâm’ın bu ihtilafat ve tefrikasını ganimet bilmiş, desiselerle âlem-i İslâm’a hücum etmişler, zavallı ehl-i İslâm’ı pek müthiş bir esaret altına almışlar, mahvetmek için çalışmışlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte asırlardan beri üç yüz elli milyon ehl-i İslâm’ı, zincirler altında, her gün her saat her an inim inim inleten haletlerin sebepleri, bu risalenin Birinci Noktasıyla pek hakikatli bir surette izah edilmiş. Fakat heyhat! Zaman ve zemin müsait değilmiş ki beş noktadan yalnız bir noktası yazılmış, diğerleri tehir edilerek yazılmamış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hüsrev''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Birinci Lem'a|YİRMİ BİRİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَلَا تَنَازَعُوا فَتَف۟شَلُوا وَتَذ۟هَبَ رٖيحُكُم۟ وَ قُومُوا لِلّٰهِ قَانِتٖينَ قَد۟ اَف۟لَحَ مَن۟ زَكّٰيهَا وَ قَد۟ خَابَ مَن۟ دَسّٰيهَا وَلَا تَش۟تَرُوا بِاٰيَاتٖى ثَمَنًا قَلٖيلًا âyetlerini tefsir eder. Her amel-i hayırda, hususan uhrevî hizmetlerde ihlasın en mühim bir esas olduğunu bildiren çok kıymettar bir risaledir. Bu risale, evvela bu müthiş zamandaki Kur’an hâdimleriyle konuşarak der ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Dehşetli düşmanlar karşısında, şiddetli tazyikat altında, müthiş dalaletler ve savletli bid’alar içinde, sizler gayet az ve gayet zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğunuz halde, gayet ağır ve gayet büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye, sırf bir ihsan-ı İlahî olarak, Cenab-ı Hak tarafından omuzlarınıza konulmuştur. Öyle ise herkesten ziyade ihlası kazanmaya ve onun sırlarını kendinizde yerleştirmeye mecbur ve mükellef olduğunuzu bilmelisiniz. Ve ihlası zayi eden esbabdan şiddetle kaçmalısınız.” der ve ihlası kazanmak için dört düsturu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Düstur:''' Doğrudan doğruya rıza-yı İlahîyi maksat yapmalısınız, der. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Düstur:''' Rekabetsiz, tahakkümsüz, gıptasız, ataletsiz, hakiki bir tesanüd ile faaliyetlerini umumî maksada tevcih ederek çalışan bir fabrikanın çarkları gibi olmalısınız, der. Ve saadet-i ebediyeyi netice veren ve ümmet-i Muhammediyeyi (asm) dünya ve âhirette sahil-i selâmete çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede hizmet ettirildiğiniz için ihlasa, ittifaka, tesanüde samimiyetle sarılmalısınız diye emreder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Düstur:''' Hem birkaç misal ile ihlasın bir sırr-ı mühimmini izah eder hem İmam-ı Ali (ra) ve Şah-ı Geylanî (ra) gibi kudsî, hârika kahramanların, Nur talebelerinin başlarında üstad ve arkalarında yardımcı olarak, her vakit hazır olduklarının vechini beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Düstur:''' Kardeşler arasında “tefani” sırrını, yani “Kardeş kardeşte fâni olmak” esasını ikame eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve ihlası kuvvetlendiren bir vasıtanın “rabıta-i mevt” olduğunu ve zedeleyen sebeplerin “riya ve tûl-i emel” gibi merdud hasletler olduğunu bildirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İhlası kazanmanın ikinci sebebi, daima huzur-u İlahîde olduğunu düşünmektir. Bu suretle hem riyadan kurtulma çaresini hem kazanılan ihlasta çok meratib olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha sonra, ihlası kıran sebeplerden üç maniden birincisinin “maddî menfaatler” olduğunu ve a’mal-i uhreviyedeki teşrik-i mesaide muazzam menfaat olduğunu hem bu uhrevî kazanç, dünyevî şeriklerin kazançları gibi olmayıp, tecezzi ve inkısam etmeden, noksansız olarak, fazl-ı İlahî ile teraküm eden sevap yekûnlerinin bir misli, iştirak eden fertlerin her birinin defter-i a’maline aynen gireceğini beyan ederek, rekabet ve ihlassızlıkla bu ticaretin kaçırılmamasını tavsiye eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Maniin ikincisi, ihlası kıran ve en mühim bir maraz-ı ruhî olup şirk-i hafîye yol açan “teveccüh-ü âmme”den şiddetli kaçmayı ve bu gibi marazlara ehemmiyet verilmemesini ehemmiyetle emreder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü manide de korku ve tama’ yüzünden gelecek zararlar ile ihlasın kırılacağını bahsederek, bu hususta Hücumat-ı Sitte’de izahat-ı kâfiye verildiğinden, o kıymettar risaleye havale edilmekle hâtime verilen, şirin ve latîf ve çok âlî ve misilsiz ve herkesin muhtaç olduğu bir risale-i mübarekedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hüsrev''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir Kısım Kardeşlerime Hususi Bir Mektuptur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bid’aların istilası zamanında, sünnet-i seniyeye ittibaın ehemmiyetini ve Risale-i Nur’u yazmanın “beş nevi ibadet olduğunu” bildiren kıymettar bir mektuptur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi İkinci Lem'a|YİRMİ İKİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَمَن۟ يَتَوَكَّل۟ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَس۟بُهُ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَم۟رِهٖ قَد۟ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَى۟ءٍ قَد۟رًا gibi âyetlerle, üç işaret ile Risale-i Nur müellifine ve Risale-i Nur’a ait çoklar tarafından deniliyor ki: “Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki her bir fırsatta senin âhiretine karışıyorlar? Hattâ hiçbir hükûmet târiki’d-dünya ve münzevilere karışmıyor?” mealinde bir suale karşı, gayet güzel cevap veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci İşaret:''' Risale-i Nur müellifi ve Risale-i Nur, bütün ehl-i imanın, hususan Isparta vilayetinin manevî terakkiyatlarına ve imanlarının inbisatına mühim bir medar olduğundan; bu sualin cevabını, din ve şeriat namına, haklarını müdafaaya mecbur olduklarından, dinsizlere karşı müdafaa vazifesi, insanların, hususan Isparta vilayetinin insanlarının hakları olduğunu kat’î gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci İşaret:''' Tenkit ve istifsarkârane, mimsiz medeniyet tarafından denilen: “Sen neden bizden küstün ve bize müracaat etmiyorsun? Halbuki bizim prensibimiz var. Bu asrın muktezası olarak hususi düsturlarımız var. Bunların tatbikini, sen kendine ve ehl-i imana kabul etmiyorsun. Halbuki bu Cumhuriyetler devrinde tahakküm ve tegallübü kaldırmak düsturu var. Halbuki sen, hocalık ve inziva perdesi altında nazar-ı dikkati celbetmekliğin ve hükûmetin rejimi hilafına çalıştığını, macera-yı hayatın gösteriyor. Bu senin halin burjuvalara mahsustur. Bizim, avam tabakasının intibahı ile sosyalizm ve Bolşevizm düsturlarını tatbik etmek, işimize yarıyor. Prensiplerimize muhalif ve burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümleri altında adalet-i mahzayı kabul etmek ağır geliyor.” gibi suallerine karşı: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ''Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hakikat'' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ''Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.'' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> düsturuyla Cenab-ı Hakk’ın fazl u keremiyle ulûm-u imaniye ve Kur’aniyeyi fehmetmek faziletini ihsan ettiğini ve bu ihsanı kaldırmaya uğraşan, insan suretinde şeytanlar olduğunu; birkaç mühim misal ile ehl-i ilhad ve kısmen münafıklar bu fevka’l-kanun muameleyi hiçbir hükûmet ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bu muameleye cumhuriyet hükûmeti müsaade etmediğini; değil yalnız Risale-i Nur müellifi, eğer fehmetse nev-i beşer küseceğini ve anâsırın hiddetlendiğini göstermekle, gayet güzel bir cevap veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü İşaret:''' İki sualin cevabıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Ehl-i felsefe, zındıka hesabına diyorlar ki: “Bizim memleketimizde bulunan bir adam, mecburi cumhuriyetin kanunlarına inkıyad edecektir. Halbuki sen, vazifesiz olduğun halde, halkların teveccühünü kazanmak istiyorsun.” demelerine karşı bir müskit cevap veriyor ki onların foyalarını ortaya çıkarıp ne olduklarını gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Sual: “Teveccüh-ü nâsı ve mevki-i âmmeyi kazanmak, bizim vazifedarlarımıza mahsus olup, sen vazifesiz bir adam olduğundan, teveccüh-ü nâsı ve mevki-i âmmeyi size hoş görmüyoruz?” demelerine karşı: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer insan, bir cesetten ibaret olsaydı, lâyemutane dünyada kalsa ve kabir kapısı kapansa ve ölüm öldürülse; o vakit vazifeler, yalnız maddî askerlik ve idare memurlarına mahsus kalırdı. Halbuki böyle manevî ve gayet mühim ve bütün beşeri alâkadar eden bir vazifenin inkârı اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ davasını, her gün cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuz bin şahidin şehadetini tekzip ve inkâr etmek ile olur. Madem inkâr ve tekzip etmek muhaldir; öyle ise manevî hâcat-ı zaruriyeye istinad eden manevî çok vazifeler var olduğunu, güzel ve mühim bir iki temsil ile izah ve ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu risalenin hâtimesinde “Enaniyetli ehl-i dünyanın her işinde o kadar hassasiyet var ki eğer şuurları olsaydı, deha derecesinde bir muamele olurdu.” diye ehl-i imana onların o hassasiyet ve desiselerine aldanmamalarını tavsiye ile onların bu hali bir istidrac olduğunu haber verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Küçük Ali''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Üçüncü Lem'a|YİRMİ ÜÇÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Otuz Birinci Mektup’un Yirmi Üçüncü Lem’a’sı olan “Tabiat Risalesi”dir. Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi, dirilmeyecek bir surette öldüren ve küfrün temel taşını zîr ü zeber eden ve çok çirkin ve müstekreh ve gayr-ı makul mudill efkârı, insaflı kafilelerden tard edip, çıkaran ve saadet-i ebediyenin o hakikatli yollarını pek ehemmiyetli, çok şirin ve gayet zevkli bir surette açarak, delilleriyle, bürhanlarıyla ispat eden ve müellifine ebedî rahmet okunmasına vesile olan âlî, gayet kıymettar bir risaledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu risale, قَالَت۟ رُسُلُهُم۟ اَفِى اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ âyet-i kerîmesinin bir tefsir-i vâzıhı olup “Cenab-ı Hak hakkında şek olamaz ve olmamalı.” demekle, vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeyi bedahet derecesinde gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu sırrı izahtan evvel bir ihtar ile bin üç yüz otuz sekiz senesinde ordu-yu İslâm’ın Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içine gayet müthiş bir zındıka fikri girmek üzere iken, o zındıka mefkûresinin başını dağıtmak gayesiyle Ankara’da Arapça olarak tabedilmiş olan bu risalenin, sonra aynen Türkçeye tercüme edildiğini hatırlatır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Mukaddime:''' İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden ve ehl-i imanın bilmeyerek istimal ettikleri kelimelerin en mühimlerinden üç tanesini beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Kelime: اَو۟جَدَت۟هُ ال۟اَس۟بَابُ Yani, esbab-ı âlem icad ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Kelime: تَشَكَّلَ بِنَف۟سِهٖ Yani, kendi kendine oluyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Kelime: اِق۟تَضَت۟هُ الطَّبٖيعَةُ Yani, tabiat iktiza edip yapıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu üç dehşetli kelimelerin, lâekall doksan muhalatı tazammun eden üçer muhalden dokuz muhal ile açtıkları üç yolu tamamen kapayarak, dördüncü yol olan “Tarîk-i Vahdaniyet” ile bi’l-cümle mevcudat, bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretiyle vücud bulduğunu, hakiki ve letafetli temsilleriyle ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Kelime:''' اَو۟جَدَت۟هُ ال۟اَس۟بَابُ Teşkil-i eşya, esbab-ı âlemin içtimaıyla vücud bulmasının pek çok muhalatından üç tanesini zikreder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: “Herhangi bir zîhayatın icadı Vâhid-i Ehad’e verilmeyip esbabdan talep edilse, bir eczahane-i kübrada mevcud kavanozların içindeki maddelerin garib bir tesadüf eseri veya esen rüzgârların kavanozları çarpıp devirerek içindeki maddelerin akması ve bir yere toplanması” temsiliyle gösterilen vücud-u eşyayı esbaba vermek itikadının hadsiz muhaliyetini, beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Muhal: Mevcudattan bir sineğin inşası Vâcibü’l-vücud’a verilmeyip, esbab-ı âlem yapıyor denilse; kâinatın ekserisiyle alâkadar olan bu sineğin her bir zerresini; gözüne, kulağına, kalbine ve cesedine yerleştirmek için erkân-ı âlemi ve anâsır ve tabâyii, usta gibi o sineğin hem zâhirinde hem bâtınında çalıştırmak lâzım geliyor. Bu muhal, sofestaîleri dahi eblehane meslekleri içinde utandırıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Muhal: “Bir vâhidin vahdeti varsa herhalde bir elden sudûr ettiği” kaidesiyle, şu mükemmel intizam ve şu hassas mizan ve şu câmi’ hayata mazhar olan bir mevcud, eğer Vâhid-i Ehad’in bir masnuu kabul edilmezse camid, cahil, kör, sağır, şuursuz, karmakarışık hadsiz esbabın karıştırıcı elleri arasında inşa edildiği ve nihayetsiz imkânat yolları içinde gayet mükemmel ve nihayet hassas ve câmi’ bir hayata mâlik olarak vücudu kabul edilse, yüzler muhali birden kabul etmek imkânsızlığını ve eşekleri dahi eşeklikleri içinde güldürecek derecede akıldan uzaklığını gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Kelime:''' تَشَكَّلَ بِنَف۟سِهٖ Yani, kendi kendine teşekkül ediyor. Şu muhalin bâtıl olduğunu gösteren çok muhalatlardan üç muhali, numune olarak zikrediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Her mevcud, basit bir madde olmadığı gibi camid ve tagayyürsüz dahi olmadığından ve hem de zerrelerden teşekkül ettirilmiş gayet acib bir makine ve gayet hârika bir saray olmakla beraber, zâhirî ve bâtınî duygularla mücehhez bulunduğundan, kâinatla alâkası vardır. İşte her bir mevcud Hâlık-ı külli şey’e isnad edilmeyip “Kendi kendine teşekkül ediyor.” denilse; o vakit her bir mevcudun her bir zerresine, bir Eflatun’a bedel binler Eflatun kadar ilim ve şuur vermek gibi hurafecilik ve divaneliğin en büyüklerinin ortasına düştüğünü beyan edip ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: Her bir mevcud, bilhassa ferd-i insan; birbiri içinde yerleştirilmiş binler kubbeli bir saray ve her bir kubbesi binler zerratın baş başa vermesiyle teşekkül etmiş acib nakışlı garib bir sanat-ı hârika olduğu halde “Bu masnuat bir Sâni’-i Vâhid’in eser-i sanatı değildir, kendi kendine teşekkül ediyor.” denilse, hadsiz ve hudut altına alınmayan zerrat-ı vücudiye adedince muhaller ortaya çıkar ki bu mefkûre sahiplerini cehlin en müntehasında oturtarak, echeliyetle techil eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Muhal: Sâni’-i Zülcelal’in icadı olan her bir masnû, kalem-i kader-i ezelînin bir mektubu olmazsa “Esbab-ı âlem icad ediyor.” denilse o vakit o esbab, evvela o masnuun bedenindeki hüceyrelerinden tut, binler mürekkebat adedince tabiat kalıpları, demir kalemleri ve harfleri ve hattâ bu demir harfleri ve kalemleri ve kalıpları dökmek için birçok fabrikalar ve bu fabrikaların inşası için keza fabrikaların vücudu lâzım gelir. Ve hâkeza bu teselsül gittikçe gidecek. Bu nâmütenahî muhalatı intac eden bu fikri kabul edenler, bu hakikatten yedikleri silleden ayılıp, bu fikirlerinden vazgeçmelidirler, der. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Kelime:''' اِق۟تَضَت۟هُ الطَّبٖيعَةُ Yani, tabiat iktiza ediyor. Bu idlâl edici mudill fikrin pek çok muhalatından üç muhalinin </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi şudur ki: Şems-i Ezelî’nin kalem-i kader ve kudreti olan alîmane, basîrane, hakîmane sanat-ı icad, o Zat-ı Zülcelal’e verilmezse hem kör hem sağır hem akılsız hem düşüncesiz bir tabiata verilse o tabiat, bu masnuatı yapmak için ya her şeyde hadsiz manevî makine ve matbaaları bulunduracak veyahut her şeyde kâinatı halk edip idare edecek bir kudret ve hikmeti dercedecektir. Bu ise her bir mevcudda hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı veya bir kuvveti ve âdeta bir ilahı, içinde kabul etmek lâzım gelir ki bu ise kâinattaki muhalatın en bâtılı ve hurafenin en yalan bir şekli olduğunu ve Hâlık-ı kâinat’ın sıfât-ı kudsiyesinin tecelliyatına “tabiat” namı verenler, hayvanlardan yüz derece aşağı olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: Gayet intizamlı ve mizanlı ve hikmetli olan şu mevcudat, nihayetsiz kadîr ve hakîm bir zatın icadıdır denilmezse, tabiata verilse o vakit tabiat, nebatatın menşei ve meskeni olan ve nebatata saksılık vazifesini gören bir parça toprakta, milyarlar adedince ayrı ayrı makineleri ve matbaaları yerleştirmeli ki o toprak, her türlü nebatatın menşei ve meskeni olabilsin ve hayatlarına lâzım her türlü ihtiyaçlarını muayyen miktarları dâhilinde verebilsin. İşte bu hurafeyi ve hadsiz muhalatı netice veren bu mefkûreyi taşıyanların eşekliklerine bakarak, yüzlerine tükürerek, der: Bu suubetli ve müşkülatlı acib muhalatın, nasıl suhuletli vücuda inkılab ettiği hakkındaki suale hakikatli ve gayet makul bir cevap verilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncüsü: İki misali var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Hâlî bir sahrada kurulmuş gayet mükemmel ve müzeyyen bir saraya giren vahşi bir adamın misaliyle izah edilen bir hakikattir. Şöyle ki: O saraydan daha muntazam, daha mükemmel ve her tarafı mu’cizat-ı hikmetle doldurulmuş olan şu âlem sarayının içine, uluhiyeti inkâr eden vahşi tabiiyyunlar girerler. Gördükleri mevcudatın, daire-i mümkinat haricinde olan Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un eser-i sanatı olduğunu düşünmeyerek; daire-i mümkinat içinde bulunan ve kudret-i İlahiyenin tebeddül ve tagayyür eden icraat kanunlarının bir defteri hükmündeki mecmua-i kavanin-i âdetullaha ve bir fihriste-i sanat-ı Rabbaniye olan İlahî kanunlara yanlışlıkla “tabiat” namını verip, eşyanın icadını ona tahmil ederek, öylece ahmakane bir bâtıl yola girerler ki ahmaklığın müntehasında en büyük ahmaklık nişanını göğüslerine kendi elleriyle takarlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Muhal’in ikinci misali: Gayet muhteşem bir kışlaya ve gayet muazzam bir camiye giren vahşi bir adamın misaliyle temsil edilen ikinci bir hakikattir. Sultan-ı ezel ve ebed’in hadsiz cünudunun muhteşem bir kışlası ve muazzam bir mescidi olan şu kâinata, tabiat fikirli münkirler girerler. Bakarlar ki bütün mevcudat iş başında vazifededirler. Sâni’-i Zülcelal’in Zat-ı Akdes’inden i’raz ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal’in bir cilve-i Rabbaniyesi olan kuvvetini müstakil bir kādir telakki ederek manevî kanunlarını birer maddî madde tasavvur etmekle beraber, o kanunların ellerine icad vererek “tabiat” namını taktıklarından, bütün gördükleri şu hârikulâde mevcudatı tabiata isnad edip, vahşilerin en vahşisi olduklarını ilan ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte taksim-i aklî ile; mevcudun vücud bulması için dört yoldan başka yol olmadığından, bu yollar hadsiz ve hesapsız muhalleri icab eden dokuz muhal ile kapatılarak, bilbedahe ve bizzarure, dördüncü yol olan vahdet yolu kat’î bir surette sabit olur. Ve her bir mevcudun vücudu, doğrudan doğruya Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un dest-i kudretinden çıktığını ve semavat ve arz, kabza-i kudretinde olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Esbab-perest ve tabiata sapanların gittikleri ve göremedikleri yollarının içyüzünü gösterdikten sonra onları insafa davet eden ve mesleklerini terk ettiren gayet izahlı ve çok şirin ve gayet latîf bir beyandan sonra, sorulan iki şüpheli sualin birincisine “redd-i müdahale ve men’-i iştirak kanunları”nın muktezasıyla; ikincisine de Hâlık-ı Zülcelal bütün bütün hikmetine zıt olan netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abesiyete çeviren ve hikmet-i rububiyetini inkâr ettirecek bir tarz olan mahlukatın ibadetlerini ve bilhassa insanın şükür ve ubudiyetini başkalara vermeye rıza göstermediği gibi müsaade dahi etmediğini izah eden gayet güzel cevaplarla mukabele edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâtime'''sinde, tabiat fikr-i küfrîsini terk eden ve imana gelen zatın, merak-âver üç sualinden: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: “Tembelliklerinden dolayı namazı terk edenlerin cehennem gibi bir azap ile tehdit edilmelerinin sebebi nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: “Gözle görülen bu nihayet derecede mebzuliyet ve icad-ı eşyadaki intizamlı suret hem vahdet yolundaki nihayet derecede kolaylık ve suhulet hem nass-ı Kur’an’la مَا خَل۟قُكُم۟ وَلَا بَع۟ثُكُم۟ اِلَّا كَنَف۟سٍ وَاحِدَةٍ وَمَٓا اَم۟رُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَم۟حِ ال۟بَصَرِ اَو۟ هُوَ اَق۟رَبُ gibi âyetlerin nihayet derecede gösterdikleri kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncüsü: “Kâinat fabrikasının işlettirilmesi bir terkip ve tahlil neticesi olduğunu ve hiçten bir şey idam edilmediği gibi hiçten bir şey de icad edilmez diyen feylesofların bu sözleri nasıldır?” demesine karşı, pek dakik ve çok derin ve gayet yüksek ve çok geniş ve nihayet derecede mukni ve müskit olarak serdettiği delail-i akliye ile esbaba tapan ve tabiat bataklığında boğulanları kurtaran ve hâlen o mesleklerinde bulunanları utandıran gayet hakikatli ve musîb cevaplar vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hüseyin''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Dördüncü Lem'a|YİRMİ DÖRDÜNCÜ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dört hikmet'''i hâvidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُل۟ لِاَز۟وَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ يُد۟نٖينَ عَلَي۟هِنَّ مِن۟ جَلَابٖيبِهِنَّ … اِلٰى اٰخِرِ gibi âyetlerle, Kur’an-ı Hakîm tesettürü emrediyor. Sefih ve mimsiz medeniyetin ise Kur’an’ın bu hükmüne karşı muhalif gittiğini ve tesettürü fıtrî görmediğinden “Bir esarettir.” deyip dinsizcesine bir sualine karşı Kur’an-ı Hakîm’in bu hükmü tam yerinde olup, belki esaret olmayıp tesettürün fıtrî olduğunu çok tecrübe ve misallerle izah ve ispat edip, onları iskât ve tesettüre kat’î emrediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Kadınların fıtratı tesettürü iktiza ediyor. Çünkü hilkaten zaîfe ve nazik olduğundan, kendi hayatından ziyade çocuklarını himayeye fıtraten bir meyli bulunduğundan, onu himaye edene karşı kendini güzel göstermek ve nefret ettirmemeye ve ittihama maruz kalmamak için fıtrî bir meyli bulunduğunu... Hem kadınların ondan altısı ya ihtiyar, ya çirkin olmak cihetiyle, çirkinliğini herkese göstermek istemediğini... Hem güzellerden kendini göstermekten sıkılmayanlar ancak ondan bir iki olup, diğerleri ise pis ve şehvanî ve sakîl insanların nazarlarından istiskal ettiğinden, kendini göstermek istemediğini... Ve Kur’an-ı Hakîm’in tesettüre emri fıtrî olmakla beraber, o nazik ve zaîfeyi, bir refika-i ebediye olabilmesi için tesettürle zâhirî ve bâtınî zilletten ve manevî bir esaretten kurtarıyor diye gayet güzel bir cevapla gaddar medeniyeti iskât ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Hikmet:''' Erkek ve kadın arasında şiddetli bir muhabbet, yalnız bu hayat-ı dünyeviyenin ihtiyacından ileri gelmediğini, belki ebedî bir hayatta ciddi bir arkadaş olmak için o muhabbeti âhir ömre kadar devam ettiği ve etmesi lâzım geldiği cihetle o kadının, ebedî arkadaşı olan kocasının ebedî arkadaşlığından mahrum kalmamak için tesettürü kat’iyen ve fıtraten iktiza ettiğini ve sefih, gaddar medeniyetin “Gayr-ı fıtrî ve esarettir.” demelerini iskât etmekle beraber, tesettüre kat’î emrediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Hikmet:''' Aile saadeti, kadın ve koca mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimi bir muhabbetle devam ettiğini ve tesettürsüzlük o emniyet ve muhabbeti bozduğunu ve kırdığını... Ve açık saçık kadının ondan bir tanesi, kocasından daha iyisini görmediğinden, kendini başkalara göstermek istemediğinden ve yirmi adamdan ancak bir tanesi karısından daha güzelini görmediğinden, açık saçıklık ve hayvanî nazarlar o emniyet ve muhabbeti kırdığını... Hattâ o hayvanî, süflî ve pis görünmek, akrabalık misillü olanda dahi o emniyeti kırdığını ve o çıplak bacakla görünüş akraba misillü olanda dahi o emniyeti kırdığını ve o çıplak bacakla görünmesi, akrabanın mahremiyeti dahi gayr-ı mahrem olduğunu gayet kat’î bir surette ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Hikmet:''' Kesret-i nesil her cihetle matlub olup, her millet ve her hükûmet buna taraftar olduğu, hattâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنّٖى اُبَاهٖى بِكُمُ ال۟اُمَمَ yani “İzdivaç ediniz. Ben, sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” buyurmasını… Tesettürsüzlük izdivacı çoğaltmayıp, pek azalttığını, çünkü serseri asrî bir genç dahi refikasının gayet namuslu olmasını istediğini… Ve kadın ise erkeğin çoluk ve çocuk ve malına ve her şeyine dâhilî muhafız olduğundan, kadında sadakat ve emniyet lâzım olduğunu… Tesettürsüzlük ve açık saçıklık ve hayâsızlık ise o sadakati ve emniyeti kırdığından, erkeğe vicdan azabı çektirdiğini… Ve kadınlarda şecaat ve sehavet o sadakat ve emniyeti ihlâl ettiğini… Ve memleketimizin Avrupa’ya kıyas edilemeyeceğini, eğer kıyas edilse, neslin zaafına ve kuvvetin sukutuna sebep olacağını… Ve şehirliler köylülere kıyas edilemeyeceğini, çünkü köylüler maişet meşgalesiyle uğraştığından, sanat ile iştigal eden şehirliler onlara kıyas edilemeyeceğini ve daha çok hikmetlerini gayet kat’î ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Rüşdü''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i İman Âhiret Hemşirelerim Olan Kadınlar Taifesi ile Bir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muhaveredir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’un mühim bir esası şefkat olması ve kadınlar taifesinin şefkat kahramanları bulunmaları cihetiyle fıtraten Risale-i Nur’la alâkaları bulunduğunu fakat bazı fena cereyanlarla o kıymetli seciyenin sû-i istimal edildiğini ve kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyelerinin de çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniye olduğunu izah eden kıymetli bir mektuptur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Beşinci Lem'a|YİRMİ BEŞİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi beş deva'''yı hâvidir. Bu risale اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَت۟هُم۟ مُصٖيبَةٌ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَي۟هِ رَاجِعُونَ gibi âyetler, ehl-i imanın musibetleri musibet olmadığını, belki bir ihtar-ı Sübhanî ve iltifat-ı Rahmanî olduğunu gösterir gayet mukni bir tefsir ve o ehl-i imanın on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzedelere karşı manevî bir tiryak ve gayet nâfi’ bir eczahane gibi olduğunu, hattâ her bir deva, ayrı ayrı binler çeşit ilaçlar gibi hâsiyetlerini gösteren bir eczahane hükmünde ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın eczahane-i kübrası olan وَالَّذٖى هُوَ يُط۟عِمُنٖى وَيَس۟قٖينِ وَاِذَا مَرِض۟تُ فَهُوَ يَش۟فٖينِ gibi şifa hakkındaki yüzer âyâtın sırr-ı tesirine şifalı, devalı bir mübarek ma’kes ve bir mâ-i zemzeme-i Kur’an hükmünde olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Deva:''' İnsanın hastalığı zâhiren bir nevi dert gibi ise de dert değil belki bir nevi derman olduğunu ve ömür sermayesi sıhhat ve âfiyet ve istiğnadan gelen bir gafletle zayi olduğundan, hastalık o zayiatı meyvedar bir ömre çevirdiğini haber verir gayet güzel bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Deva:''' İbadet iki kısım olup, bir kısmı müsbet ibadettir ki namaz ve niyaz gibi malûm ibadetler olup, diğeri menfî ibadettir ki hastalıklar insana aczini, zaafını hissettirdiğinden, hâlis, riyasız manevî bir ibadet olduğunu ve bu hastalıkların, Allah’tan şekva etmemek şartıyla, mü’min için bir dakikası bir saat hükmüne geçtiğini ve bazı kâmillerin hastalıklarının bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiğini rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabit olduğunu bildirir gayet mühim bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Deva:''' İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlanması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahit olduğunu hem insan zîhayatın en mükemmeli ve cihazatça en zengini olduğundan, geçen lezzetleri ve gelecek belaları düşündüğünden, kederli ve sıkıntılı bir hayat geçirdiğini; hastalık ise sağlık ve âfiyet gibi gaflet vermediğinden, dünyayı hoş göstermeyip o tahatturların elemlerinden vazgeçirdiğinden, hiç aldatmaz bir vaiz ve bir mürşid hükmünde olduğunu gösterir bir mübarek devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Deva:''' İnsan, hastalıktan şekva değil, hastalığa sabretmesi lâzım olduğunu gösterir. Çünkü o, cihazatını kendi yapmayıp ve başka bir yerden de satın almadığından; ve mülk sahibi, bahçesini çapalamak, bellemek ve budamak gibi ezalarla, o sayede güzel bir mahsul aldığından; o eza, o bağın hakkında eza değil belki mahsulünün yetişmesine medar olduğundan, şikâyete hiç hakkı olmadığını gösterdiği gibi; insanın da hastalıkla yapılan tasarruftan şikâyet değil, tahammüle mecbur olduğunu, şiddetli olduğu zaman “Yâ Sabûr” deyip, sabır ile mukavemet edileceğini haber veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Deva:''' Bu zamanda, hususan gençler hakkında; hastalık o gençleri gençlik sarhoşluğundan men’ettiği için onların hakkında o hastalık, manevî bir sıhhat ve âfiyet olduğunu haber verir gayet şirin bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Deva:''' Musibetin gitmesiyle manevî bir lezzet geleceğini gösterir. Çünkü “Elemin zevali lezzettir.” diye o elemli musibetler, zeval ile ruhta bir lezzet irsiyet bıraktığını gayet güzel haber verir mühim bir devadır. Hattâ bu devanın ehemmiyetindendir ki telifatında iki kere aynı numara tekerrür etmesi ve öylece kaydedilmesi, ehemmiyetini ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Deva:''' Hastalık, insanın sıhhatindeki nimet-i İlahiyenin lezzetini kaçırmıyor, bilakis tattırıyor. Çünkü bir şey devam etse tesirini kaybeder, usanç verir. Hattâ ehl-i hakikat demişler: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّمَا ال۟اَش۟يَاءُ تُع۟رَفُ بِاَض۟دَادِهَا yani “Her şey zıddıyla bilinir. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz.” diye makul ve şirin bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Deva:''' Hastalık, imanlı bir insanın âhiretini geri bırakmıyor, belki daha ziyade terakki ettiriyor. Çünkü hastalık, sabun gibi günahları siler, temizler; güzel bir keffaretü’z-zünub olduğu hadîs-i şerifle sabit olduğunu hem imanlı olan bir insanın maddî hastalığı manevî hastalıklardan kurtardığını; şahs-ı zâhirîsinin hatasıyla şahs-ı manevîsi hasta olduğundan zâhir hastalığı o hatalardan geri koyup, manevî istiğfara sebep olduğundan, o maddî hastalık çok büyük bir hazine olduğunu bildirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dokuzuncu Deva:''' Cenab-ı Hakk’ı tanıyan bir insan için ölüme sebep olan hastalıktan korkmak olmadığını ve ölüm, insanın tanıdığı ve bildiği bütün ehl-i iman olan ahbaplarına kavuşmak olduğunu hem ölüm mukadder olup, bazen hastalıklıların yanındaki sağ insanların ölmesi ve hastaların sağ kalması hem ölüm, vazife-i hayattan bir paydos ve bir rahat olduğunu ve ehl-i dalalet için gayet korkunç bir zulümat-ı ebediye olduğunu bildiren gayet mülayimane güzel bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Onuncu Deva:''' İnsanın hastalığı, merak ettikçe gayet ağırlaşacağı, hususan evhamlı bir hastanın bir dirhem zâhir hastalığı, merak vasıtasıyla on dirhem olacağını hem merak da ayrıca bir hastalık olduğunu haber veren mühim bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Birinci Deva:''' Hastalık insana hazır bir elem verdiğinden, evvelce geçirmiş olduğun hastalıktan sonra hiçbir elem kalmayıp, hemen lezzeti bu ana kadar devam ettiğini hatırlayıp, o andaki hastalığın hazır eleminden kurtulmak ile bulunduğun dakikadan sonra zamanın nasıl geleceğini bilmediğinden, ondan korkmamak lâzım olduğunu hem yok bir zamanda, yok bir eleme, yok bir hastalığa vücud rengi vermek manasız olduğunu ve sabır kuvvetini sağa ve sola dağıtmak fayda vermediğinden, bütün kuvvetiyle hazır zamana dayanmak lâzım olduğunu haber veren en a’lâ bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On İkinci Deva:''' Hem insan hastalık sebebiyle ibadet ve evradından mahrum kaldığına teessüf etmemesine; sabır ve tevekkül ve namazını kılmak şartıyla, o hastalıkta, ibadet ve evradının sevabı aynen ve daha hâlis bir surette verileceği hadîsçe sabit olduğu ve insan o sayede aczini ve zaafını bildiğinden, bütün cihazatının lisan-ı hal ve lisan-ı kāliyle dergâh-ı İlahiyeye iltica etmesine sebep olduğundan قُل۟ مَا يَع۟بَؤُا بِكُم۟ رَبّٖى لَو۟لَا دُعَٓاؤُكُم۟ sırrını anlattığından, şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Üçüncü Deva:''' Hastalıktan şikâyet edilmeyeceğini ve hastalık bazılarına bir define olduğunu ve ecel muayyen olmadığından, her vakit havf ve reca ortasında bulunmak lâzım olduğunu ve ölüm insanı gaflet içinde yakalamak ihtimali bulunduğundan, hastalık onun âhiretini düşündürmek cihetiyle gayet güzel bir nâsih olduğunu gösterir mühim bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Dördüncü Deva:''' Hem ehl-i imanın göz hastalığı perdesi altında –yani kör olmasında– pek mühim bir nur ve manevî büyük bir göz olup, birkaç sene dünyanın hazînane fâni bir güzelliğini fâni bir surette seyredecek fâni bir göze bedel, kırk göz kuvvetinde ebedî gözler ile ebedî bir surette cennette cennet levhalarını seyretmesi daha evlâ olacağını beyan eder. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu devanın tesirindendir ki misafireten bir köye gittiğimde; orada gözsüz Mehmed Ağa isminde bir zat, gözünün hastalığından şikâyeti üzerine, yanımda bulunan Hastalar Risalesi’nin On Dördüncü Devasını okuyunca, onun manevî tesiriyle o zat dedi: “Keşke ben bu sevabı ve manevî bu kazancı bana açan bu hastalığımdan şikâyet etmeseydim.” diye nedametkârane, bir şükür kapısına döndü. Onun için o hastalık, onun hakkında bir rahmet-i İlahiye olduğunu kat’î anladı.</ref>) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Beşinci Deva:''' Hastalığın suretine bakıp “Âh!” eylemek caiz olmadığını, belki manasına bakılsa “Oh!” diye manevî lezzetler akıtacağını çünkü manevî sevap lezzeti olmasaydı, Cenab-ı Hak en sevdiği kullarına hastalığı vermezdi diye hadîs-i şerifte اَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً اَل۟اَن۟بِيَاءُ ثُمَّ ال۟اَو۟لِيَاءُ اَل۟اَم۟ثَلُ فَال۟اَم۟ثَلُ – اَو۟ كَمَا قَالَ – hadîs-i şerifinin sırrını ve bazı hastalıklar şehit makamını kazandıracağını, bâhusus kadınların lohusa zamanında kırk gün zarfında vefat ederlerse şehit olacaklarını en güzel bir surette haber verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Altıncı Deva:''' Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim olan hürmet ve merhameti telkin ettiğini, çünkü sıhhat ve âfiyet, nefs-i emmareye, her cihetçe istiğna gösterdiğinden hastalık, o istiğna yerine hürmet ve merhameti hissettirdiğinden, rikkat-i cinsiyesine karşı bir şefkat celbetmeye vesile olacağını gösteren gayet güzel ve en şirin ve lezzetli bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Yedinci Deva:''' İnsan, hastalık vasıtasıyla, hayrat yapamadığından müteessir olmak caiz olmadığını çünkü en mühim hayrat hastalıkta dahi bulunduğunu, hattâ hastalara bakmak bile en mühim hayır ve sadaka hükmüne geçeceğini çünkü imanı olan bir hastanın hatırını sormak ve güzel teselli etmek, hususan ana ve baba olsa onların dualarını kazanmak en a’lâ bir hayrat ve sadaka olduğunu, pek mühim bir tarzda gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Sekizinci Deva:''' İnsan şükrü bırakıp şekvaya gitmeye ve bir hakkının zayi olmasından şikâyete hiç hakkı olmadığını çünkü senin üstünde Cenab-ı Hakk’ın çok nimetleri olmak cihetiyle, onların şükür hakkını îfa etmediğinden dolayı Cenab-ı Hakk’a karşı bir haksızlık ettiğini hem sen sıhhat noktasında kendinden aşağıdaki bîçarelere bakmak lâzım olduğunu, yani bir parmağın, bir elin, bir gözün yoksa iki parmağı, iki eli, iki gözü olmayanlara bakmak lâzım olduğunu, çünkü sen hiçlikten vücuda gelip, taş, ağaç ve hayvan olmayıp insan olup İslâm nimetini ve sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir dereceye nâil olduğun halde, bazı arızalarla ve kendi sû-i ihtiyarınla ve sû-i istimalinle elinden kaçırdığın ve elin yetişmediği nimetlerden şekva etmek, sabırsızlık göstermek bir küfran-ı nimet olduğunu gösterir bir devadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Dokuzuncu Deva:''' Cemil-i Zülcelal’in bütün isimleri “esma-i hüsna” tabir-i Samedanîsiyle güzel olduklarını ve mevcudat içinde en latîf, en câmi’ âyine-i samediyet de hayat olduğunu ve güzelin âyinesi güzel olduğunu ve güzelliklerini gösteren güzelleşeceğini ve o âyineye de o güzelden ne gelse, güzel olduğunu ve hayat daima sıhhat ve âfiyet ve yeknesak gitse, nâkıs bir âyine olacağını ve hastalıklı bir uzvun etrafında, Sâni’-i Hakîm sair azaları o uzva muavenettarane teveccüh ettirip, nakışlarını ve vazifelerini göstermek için o hastalığı misafireten gönderip, vazifesi bittikten sonra yerini yine âfiyete bırakıp gittiğini ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirminci Deva:''' Hastalık iki kısım olup bir kısmı hakiki, bir kısmı vehmî olduğunu; hakiki kısmına Şâfî-i Zülcelal küre-i arz eczahane-i kübrasında her derde bir deva istif ettiğini ve o devalar ise dertleri istediğinden, onları istimal etmek meşru olduğunu fakat devanın tesirini Cenab-ı Hak’tan bilmek lâzım olduğunu; vehmî hastalığa ehemmiyet verilmeyeceği, ehemmiyet verildikçe fazlalaşacağını, ehemmiyet verilmezse hafif geçeceğini güzel bir temsil ile ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Birinci Deva:''' Hastalıkta maddî bir elem olup, o elemi izale edecek manevî bir lezzet ihata ettiğini ve zâhiren peder ve valide ve akrabaların şefkatleri, onun etrafında hastalık cazibesiyle, ona karşı muhabbettarane baktığından, o elem çok ucuz düştüğünü; maddî ve manevî çok yardımcıları bulunduğundan şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi İkinci Deva:''' Nüzul gibi ağır hastalıklar, mü’min için pek mübarek sayıldığını ve ehl-i velayetçe mübarekiyeti meşhud olduğunu ve Cenab-ı Hakk’a vâsıl olmak için iki esasla gidildiğini; nüzul gibi hastalıklar ise o iki esasın hâssasını verdiğini; o iki esasın birisi: Rabıta-i mevt (yani dünyanın fâni olduğunu bildiği gibi kendinin de fâni ve vazifedar bir misafir olduğunu gösterir.) İkincisi: Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için bir kısım ehl-i iman çilelerle nefs-i emmareyi öldürdüklerinden, hayat-ı ebediyelerini bu suretle kazandıklarını ve nüzul gibi hastalıklarda aynı o hâssa bulunduğundan, o hastalık onun için gayet ucuz düştüğünü ispat edip gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Üçüncü Deva:''' Hastalık, gurbette ve kimsesizlikte bulunduğu zaman, o kimsesizliği cihetiyle, kendine en katı kalplerin dahi rikkatini celbettiğini ve Kur’an’ın bütün surelerinin başlarında “Er-Rahmanu’r-Rahîm” sıfatıyla kendini bize takdim eden Allah, bir lem’a-i şefkatiyle, umum yavruların yardımına validelerini koşturduğunu ve her baharda, bir cilve-i rahmeti ile nimetlerini bize gönderdiğini ve o nimetlere nâil olmak, iman ve intisapla ve onu tanımakla olduğunu ve o gurbet ve kimsesizlikteki hastalık ise Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametini celbettireceğini, ehemmiyetli haber verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Dördüncü Deva:''' Masum çocuklara ve masum gibi ihtiyar hastalara bakan ve hizmet edenlerin hakkında uhrevî büyük bir ticaret olduğunu ve o nazik çocukların hastalıkları, ileride hayat-ı dünyanın dağdağalarına tahammül için birer şırınga-i Rabbaniye olduğunu ve o şırıngalardan gelen sevap ve ücret, onlara bakanların ve bilhassa validelerinin defter-i a’maline yazıldığını ve bu hakikatin ehl-i hakikatçe meşhud olduğunu ve bilhassa ihtiyar peder ve valide ve akraba gibi ihtiyarların dualarını almak, âhiretin saadetine medar olduğunu ve onlara bakanların da ileride kendi evlatlarından aynı vaziyeti göreceğini ve bakmadıkları cihetle, neticede azab-ı uhrevî olduğu gibi dünyaca da çok felaketlere maruz kaldıkları ve kalacakları vukuat ile sabit olduğunu ve akrabası olmazsa bile, yine onlara bakmak İslâmiyet’in iktizasından olduğunu gayet kat’î ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Beşinci Deva:''' Bütün hastalıkların gayet nâfi’ ve manevî bir devası ve hakiki ve kudsî bir tiryakı ise imanın inkişafı olduğunu; tövbe ve istiğfar ve namaz ve ubudiyet ile o tiryak-ı kudsî olan iman ve imandan gelen ilacın istimal edilmesi lâzım olduğunu; ehl-i gafletin zeval ve firak darbeleriyle yaralanan manevî büyük dünyalarının tedavisi, kudsî bir tiryak olan imanın şifa vermesiyle yaralardan kurtulacaklarını ve o iman ilacının tesiri ise feraizi yapmak ile olduğunu ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini men’ettiğini göze gösterip gayet kat’î bir surette izah ve ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâfız Mustafa (rh)''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Altıncı Lem'a|YİRMİ ALTINCI LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كٓهٰيٰعٓصٓ ذِك۟رُ رَح۟مَتِ رَبِّكَ عَب۟دَهُ زَكَرِيَّا اِذ۟ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِيًّا قَالَ رَبِّ اِنّٖى وَهَنَ ال۟عَظ۟مُ مِنّٖى وَاش۟تَعَلَ الرَّا۟سُ شَي۟بًا وَلَم۟ اَكُن۟ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِيًّا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi Altıncı Lem’a, '''yirmi altı rica'''dır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Rica:''' Her şeyin aslı, nuru, ziyası, menbaı, madeni, çeşmesi iman olduğunu; her şeyden evvel, o kudsî, münezzeh, muallâ nuru kazanmaya çalışmak lâzım geldiğini beyan eden kıymetli, îcazlı bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Rica:''' Hakikatte sabî hükmünde olan ihtiyarlar, ihtiyarlıkta Hâlık-ı Rahîm’e iman ve intisap ve itaatle, sabîler gibi “Rahmanu’r-Rahîm” isimlerinin mazharı olacağını tebşir eden nur-efşan bir hakikattir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Rica:''' Nev-i beşerin ister istemez müptela olduğu sevkiyat-ı berzahiye ve inkılabat-ı uhreviyede, iki cihanın serveri ve enbiyanın seyyidi ve rahmet ve merhamet-i İlahiyenin timsali olan Peygamber-i Zîşanımız Habibullah aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesine ittiba ile selâmet ve necat bulunacağını beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Rica:''' Dünyadan alâkaları kesilmeye başlayan ihtiyar ve ihtiyarelerin, yakınlaştıkları kabir kapısını düşündükleri ve o zâhiren karanlıklı görünen âlemleri, nuruyla tenvir eden ve aydınlaştıran ve insana bir harfi on sevap ve hayır ve bazen yüz ve bazen bin sevap ve hayır kazandıran ve hazine-i rahmetin miftahı olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı nur-u iman ile dinleyip, evamirine itaat ve nevahisinden içtinab edenlerin âlem-i ebedîde müferrah olacaklarını müjdelemekle, çok kuvvetli bir rica kapısını gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Rica:''' Her fertte ve her şahısta cüz’î küllî tesirini gösteren teselli-i iman-ı bi’l-âhiret, ihtiyarlara daha azîm ve kuvvetli bir rica ve teselli verdiği için ihtiyarlığı emniyetli bir sefine-i Rabbaniye bilip sevmek ve hoşnut olmak ve Cenab-ı Hakk’a şükür ve hamdedilmesini tavsiye eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Rica:''' Nur-u iman ile kâinatın tabakaları ve arzın mevcudatı ve mahlukatı, munis birer arkadaş gibi Hâlık-ı Rahîm’e şehadet edip, gurbet ve vahşeti ve zulmeti izale ettiği gibi ihtiyarlıkla, hayatıyla refakat eden şeylerin müfarakat zamanında kitab-ı âlemin harfleri sayısınca şahitleri ve zîruhların medar-ı şefkat ve rahmet ve inayet olan cihazatı ve mat’umatı ve nimetleri adedince rahmetin delilleri bulunan ve en makbul bir şefaatçi olan acz ve zaafın dürbünüyle ve ihtiyarlık gözüyle görüleceğinden, ihtiyarlıktan küsmek değil, ihtiyarlığı sevmekle, rica yolunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Rica:''' Fâni dünyaya eblehane bâki süsü veren ve payitaht-ı hükûmette görülen bina-yı evhamı altı cihetten çürütüp, dalaletten gelen müthiş zulmeti, nur-u Kur’an ve sırr-ı iman ile dağıtıp, bîçare musibetzede ihtiyarları evham ve şübehat vâdilerinden çıkarıp sahil-i selâmete ve rahmet-i Rahman’a yetiştiren mücahid bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Rica:''' Cenab-ı Hak kemal-i keremiyle ve nihayetsiz re’fet ve şefkatiyle, ebed ve ebedî bir hayat için halk ettiği nev-i insanı nisyan-ı mutlaktan kurtarmak için Kur’an-ı Azîmüşşan’da كُلُّ نَف۟سٍ ذَٓائِقَةُ ال۟مَو۟تِ ferman-ı kudsiyesiyle her nefsin ölümünü haber verdiği gibi o ölümün bir emaresi ve bir müjdecisi ve insanın daimî arkadaşı ve hocası olan saçlarının ağarmasıyla, başı aşağı olmaya hazırlanmış olan ve gaflete daimî meyyal ve fâniye müptela olan insanı, sırr-ı iman ve nur-u Kur’an ile gaflet uykusundan ikaz edip, kuvvetli bir rica düsturunu eline verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dokuzuncu Rica:''' Acz ve zaafı bilfiil tadan ve hissiyat cihetinde çocuklar ve yavrular hükmüne geçen ihtiyarlık, rahmet ve inayet-i İlahiyenin celbine vesile olduğu gibi emr-i Kur’an ve işaret-i Nebeviye (asm) ile küçükleri, hürmet ve merhamet ve şefkatle emirber neferler gibi etrafında toplayan ve bu suretle hem Hâlık-ı Kerîm’in teveccühüne mazhar hem insanların hizmet ve yardımına medar olan ihtiyarlıktan razı olmakla, rica kapısını açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Onuncu Rica:''' Kur’an-ı Hakîm’in nuruyla, hakikat ve vakiü’l-hal olan mevt, hayata tercih edilip sevildiği gibi âlem-i berzahta olan emvatın, elbette dünyada muvakkat misafirler olup, onlar da oraya gidecek olan insanlardan ziyade ünsiyet ve ülfete lâyık olduğu, imanlı ihtiyarlık gözüyle yakînen müşahede edildiğinden imanlı ihtiyarlığın büyük bir nimet-i İlahiye olduğunu ve bazen seyr ü sülûk ile derecat-ı evliya gibi yüksek makam ile tebşir ve müjde ve sürur veren kuvvetli bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Birinci Rica:''' İhtiyarlığın susmaz bir dellâlı olan beyaz kılların ikazıyla, ebedî tevehhüm edilen vücudun, başka bir âleme namzet olup fâniliği ve bazı vefadar zannedilen vefasızların darbesiyle, bütün alâkadarların alâka-i kalbe değmediği görülerek bir melce, bir istinadgâh taharriler neticesinde, Kur’an-ı Hakîm’in lisanından çıkan “Lâ ilahe illâ Hû” ferman-ı kudsiyesi imdada yetişip, kâinatta esbab ve bu asrın yolunu şaşırtan tabiat bataklığının hiçliğini ve asılsız bir evham-ı küfrî olduğunu gösteren ayn-ı hakikat bir iki temsil ile zerreden şemse kadar, felekten meleğe kadar, sinekten semeğe, hayalden hayata kadar kabza-i tasarrufunda ve ihata-i ilminde olan bir Kadîr-i Ezelî’nin vücub-u vücudunu ispat edip, nur-u imana vesile olan kuvvetli bir rica kapısını ihsan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On İkinci Rica:''' Rahmetullahi aleyh Abdurrahman’ın vefatı üzerine كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ âyet-i kudsiyesinin sırrıyla يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى يَا بَاقٖى اَن۟تَ ال۟بَاقٖى hakikatiyle فَاِن۟ تَوَلَّو۟ا فَقُل۟ حَس۟بِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَي۟هِ تَوَكَّل۟تُ وَهُوَ رَبُّ ال۟عَر۟شِ ال۟عَظٖيمِ âyetinin tesellisiyle bir tek cilve-i inayeti bütün dünya yerini tutan ve bir tek cilve-i nuru bütün zulmeti izale eden Bâki-i Zülcelal ve Sermedî-i Zülkemal ve Rahîm-i Zülcemal’in teveccühü bâki ise yeter. Gidenler onun bâki mülküne gittiğini ve yerlerine aynını gönderdiğini ve göndereceğini vaki bir hakikatle gösterip, ekseriyetle iftirak ve hasrete müptela olan ihtiyarların yüzlerini bir Bâki-i Zülcelal’e çeviren, zulmeti nura tebdil eden, kalplere iman nuru bahşeden elektrik-misal bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Üçüncü Rica:''' Harb-i Umumî’de Van şehrinin, Rus’un istila etmesi ve ihrak etmesiyle harabezar olması ve ekser ahalisinin şehadet ve muhaceretle kaybolması ve Medrese-i Horhor’un harap olup vefatı içinde, bu memlekette kapanan ve vefat eden bütün medreselerin, Horhor’un başında duran ve yekpare bir taş olan Van Kalesi kabir taşı olarak görünmesi üzerine, Van Kalesi’nin başında, şiddet-i meyusiyet ve matem içinde iken, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَهُوَ ال۟عَزٖيزُ ال۟حَكٖيمُ لَهُ مُل۟كُ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ âyetinin hakikati tecelli edip o rikkatli, hırkatli, dehşetli hâlâttan kurtarıp nazarı âfaka, âyât-ı kâinata baktırıp, misafir insanların eliyle yazılan sun’î bir mektubun silinmesi yerine, Nakkaş-ı Ezelî’nin her bir harfinde bir kitap yazılı, silinmez ve solmaz koca kâinat kitabını hediye etmesi ve okutturmasıyla izale edip, bilâhare de Medrese-i Horhor yerine Isparta’yı medrese ve müfarakat eden talebe ve dostlara bedel daha çok talebe ve dostlar vermesiyle, sırr-ı hikmetini ve rahmetini ve şefkatini gösteren bir Rabb-i Rahîm’in dergâhına yakınlaşan ve o dergâhta makbul birer abd olan imanlı ihtiyarların dünyanın ehval-i muhavvifanesinden mükedder ve meyus olmamalarını; o kudsî imanı ve müsellem İslâmiyet’i ihsan eden bir Muhsin-i Kerîm’e nihayetsiz hamd ve şükürle lisanımızın zevkini ve ubudiyet ve itaatle ruhumuzun şevkini tavsiye eden kıymettar bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâfız Mustafa''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Dördüncü Rica:''' Ehl-i dünya, Üstadımızı her şeyden tecrit edip, beş çeşit gurbet içinde bulunduğu bir vakitte, gayet kuvvetli bir aşk-ı beka ve şiddetli bir muhabbet-i vücud ve büyük bir iştiyak-ı hayat ve hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir fakrın kendisinde hükmettiğini görüp, meyusane olarak başını eğdiği zaman حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ Âyet-i Hasbiye’si imdadına yetişerek “Beni dikkatle oku.” demesi üzerine, günde beş yüz defa okuduğunu ve okudukça bu âyetin çok kıymetli nurlarından dokuz mertebe-i Hasbiye’nin yalnız ilmelyakîn ile değil aynelyakîn inkişaf ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Ondaki aşk-ı beka, mutlak kemal sahibi Zat-ı Zülcelal ve Zülcemal’in bir isminin, bir cilvesinin mahiyetindeki bir gölgesine yapıştığı anda حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ âyeti gelerek perdeyi kaldırdığını ve kendisindeki beka lezzetinin ve saadetinin daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemal’in bekasında ve ona olan tasdik ve imanda bulunduğunu hissetmiş ve hakkalyakîn zevk aldığını ifade etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Üstadımız ihtiyarlık, gurbet ve kimsesizlik ve tecrit içinde bulunduğu ve ehl-i dünya desiseleriyle ve casusları ile ona hücum ettikleri zaman “Eli bağlı, zayıf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir nokta-i istinad yok mu?” diye kalbine hitap edip حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ âyetine müracaat ettiği zaman, bu âyet ona: “İntisab-ı imanî vesikasıyla Kadîr-i Mutlak olan öyle bir Sultan’a intisap edersin ki: Dört yüz bin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat orduları, onun emri altında ve kabza-i tasarrufunda bulunan hadsiz bir kudret ve kuvvet sahibine dayanabilirsin.” diye manevî bir ders verdiğini ve o dersle değil şimdiki düşmanlara, belki bütün dünyaya meydan okuyabilir bir iktidar-ı imanî hissettiğini ve bütün ruhuyla beraber حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ dediğini ifade etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette, daimî bir saadete namzet olduğunu fakat bu gaye-i hayal ve hedef-i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku ancak mahlukatın bütün harekâtlarını ve her şeylerini bilen ve kaydeden bir Kadîr-i Mutlak’ın hadsiz kudretiyle olabildiğini düşünürken, kalbine itminan veren bir izah istediğini ve yine o âyete müracaat ettiğinde, o âyet ona: حَس۟بُنَا daki نَا ya dikkat edip, senin ile beraber lisan-ı hal ve lisan-ı kāl ile حَس۟بُنَا yı kimler söylüyorlar diye emredince; bütün nebatat ve hayvanatın lisan-ı hal ile حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ in manasını yâd ettiklerini gördüğünü ve kudretin azamet ve haşmetini, mevcudatta nasıl temaşa ettiğini ifade etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dördüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Kendi vücudu, belki bütün mahlukatın vücudları ademe gidiyor diye elîm bir endişede iken, yine bu Âyet-i Hasbiye’ye müracaat ettiğini ve iman dürbünü ile baktığında; ölümün firak değil visal olduğunu, bir tebdil-i mekân ve bâki bir meyvenin sümbüllenmesi olduğunu beyan etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Beşinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Hayatın çabuk sönmesi teellümüne karşı, Âyet-i Hasbiye’den aldığı imdat ile der: Hayat, Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a baktıkça ve iman dahi hayata hayat ve ruh oldukça beka bulur hem bâki meyveler verdiği için ömrün kısalığına ve uzunluğuna bakılmayacağını izah etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ölü olmayanlar veya diri olmak isteyenler, hayatın mahiyetini ve hakikatini anlamayı arzu edenler, Dördüncü Şuâ’daki bu mertebenin dört meselesine baksınlar, dirilsinler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Daimî tahribatçı olan zeval ve fena; ve mütemadiyen ayırıcı olan ölüm ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlukatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu görmesi üzerine, fıtratındaki aşk-ı mecazî, bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda, bir medar-ı teselli bulmak için bu Âyet-i Hasbiye’ye müracaat ettiğinde “Beni oku ve dikkatle manama bak!” demesi üzerine, Sure-i Nur’daki اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ âyetinin rasathanesine girip, imanın dürbünüyle bu Âyet-i Hasbiye’nin en uzak tabakalarına baktığını beyan etmekte ve dürbünle gördüğü esrarı zikretmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu güzel masnular, bu tatlı mahluklar, bu cemalli mevcudat; Cemil-i Zülcelal’in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel esma-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık ettiklerini ve Risale-i Nur’un eczalarında çok kuvvetli delillerle bunların izah edildiğini beyan etmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Beşinci Rica:''' Bu rica Denizli Hapsinden sonra, Nurların teksirle basılarak intişarı üzerine, fütuhat-ı Nuriyeyi çekemeyen gizli düşman münafıklar; türlü desise ve iftiralarla, hükûmeti aleyhe çevirerek, Nur risalelerini müsadere ettirip tetkik edilmesi neticesinde; değil tenkit edip düşmanlık göstermek, belki tetkik eden memurların kalplerini de fethederek, tenkit yerine takdir ettirdiğini ve bu hâdise Nur dershanelerinin genişlemesine sebep olduğunu ve bir müddet sonra gizli din düşmanları, pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli günlerinde Üstadımızı tevkif ettirerek büyük, gayet soğuk, sobasız bir koğuşta hapsettiklerini ve bu hapiste inayet-i İlahiye ile bir hakikat inkişaf ederek, Nurların hapishane dâhilinde ve haricinde intişar ve fütuhatından dolayı binlerce şükrettiğini ve ruhuna “Sen onların zulmü yüzünden hem sevap hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi hem manevî lezzetleri hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlas ile yapmasını kazanıyorsun.” diye ihtar edilmesi üzerine, bütün kuvvetiyle “Elhamdülillah” diye dua ettiğini gayet güzel beyan etmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu ricanın sonunda, Risale-i Nur talebeleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle, bu vatanın her tarafında anarşistliği durdurduğunu, umumî emniyeti ve asayişi muhafaza ettiklerini ve yirmi senedir memleketin her tarafındaki Nur talebelerinin hiçbirisinin emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarının bulunmadığını ve hattâ insaflı bir kısım zabıta memurlarının “Nur talebeleri manevî bir zabıtadır, asayişi muhafazada bize yardım ediyorlar, iman-ı tahkikî ile Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.” diye olan itiraflarını ve türlü isnad ve iftiralarla, Kur’an ve iman nuruna set çekmek isteyenlere karşı, Üstadımızın “Yüz milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikate, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-i Kur’aniyeye feda olan başlar, zındıkaya teslim-i silah etmeyecek ve vazife-i kudsiyeden vazgeçmeyecekler inşâallah!” dediğini beyan etmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''On Altıncı Rica:''' Mahrem ve mühim mecmualar, hususan Süfyan’a ve Nur’un kerametlerine dair olan risaleler, zamanı gelince neşredilsin diye saklandığı halde, bir aramada, o risaleler bulunduğu yerden çıkarılmış ve Üstadımız hasta bir halde tevkif edilerek hapishaneye götürüldüğünü ve Üstadımız müteellim ve Nurlara gelen zarardan müteessir iken, birden inayet-i İlahiye imdada yetişerek, mahrem risaleleri okuyan resmî dairelerin, bir Dershane-i Nuriye hükmüne geçip risaleleri takdirle karşıladıklarını ve yine Denizli Hapsinde ihtiyarlık, hastalık ve masum arkadaşlara gelen zahmetlerden elem ve teessür içinde iken, birden inayet-i Rabbaniye yetişerek, hapishaneyi bir Dershane-i Nuriyeye çevirip, bir Medrese-i Yusufiye (as) olduğunu ispat ederek Medresetü’z-Zehra kahramanlarının elmas kalemleri ile Nurların intişara başlamasını ve gizli düşmanların Üstadımızı nasıl zehirlediklerini ve onun yerine merhum Hâfız Ali’nin şehit olarak berzah âlemine seyahat eylemesi üzerine; hepsi müteellim ve müteessir bir halde iken, yine birden inayet-i İlahiye imdada yetişerek, Üstadımızdan zehir tehlikesinin geçmesi ve merhum şehidin kabirde Nurlarla meşgul olarak, sual meleklerine Nurlarla cevap vermesi ve onun bedeline Denizli Kahramanı Hasan Feyzi rahmetullahi aleyh ve arkadaşlarının hizmete girmesi ve mahpusların Nurlarla ıslah olmaları gibi çok emarelerle, inayet-i Rabbaniyenin yetiştiğini ifade ettikten sonra, gençliğinde âhir ömrünü mağarada geçirmek arzusuna mukabil; bu mağaraların hapishanelere, inzivalara, çilehanelere, mutlak tecrit hücrelerine çevrilip, Yusufiye medreseleri olarak Kur’an ve imanın hakikatlerine mücahidane bir surette hizmet ettirdiğini ve o çileli hapislerde, üç hikmet ve hizmet-i Nuriyeye üç ehemmiyetli fayda bulunduğunu beyan eden ehemmiyetli bir ricadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Yedinci Lem'a|YİRMİ YEDİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Başka bir mecmuada neşredildiğinden buraya dercedilmemiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Sekizinci Lem'a|YİRMİ SEKİZİNCİ LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi sekiz nükte olup bir kısmı bu mecmuaya dercedilmiş, diğerleri başka bir mecmuada neşredildiğinden buraya dercedilmemiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi İkinci Nüktenin İkincisi: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَمَا خَلَق۟تُ ال۟جِنَّ وَال۟اِن۟سَ اِلَّا لِيَع۟بُدُونِ مَٓا اُرٖيدُ مِن۟هُم۟ مِن۟ رِز۟قٍ وَمَٓا اُرٖيدُ اَن۟ يُط۟عِمُونِ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو ال۟قُوَّةِ ال۟مَتٖينُ âyet-i kerîmesinin gayet güzel ve yüksek manalarından üç vechini icmalen beyan etmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Vecih:''' Âyetteki it’am ve irzak, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ait olduğunu… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Vecih:''' Rızka çalışmak bahanesini, ubudiyete mani tevehhüm ederek özür bulmak isteyenlere, gayet güzel bir cevap verir. Bu âyetten kinaye olan mana: “Bana ait olup, rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evamirime göre rızka çabalamak da bir ibadettir.” der. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Vecih:''' Sure-i İhlas’taki لَم۟ يَلِد۟ وَ لَم۟ يُولَد۟ âyet-i kerîmesini misal alarak “Rızık ve it’am kabiliyetinde olan eşya, ilah ve mabud olamazlar; mabudiyete lâyık değiller.” manasını beyan etmektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Uykunun nevilerini, vakitlerini ve sünnet-i seniyeye muhalif ve muvafık uyku zamanlarını beyan eden mühim bir mektup: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yatsı namazı tesbihatından sonra اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ cümlesini okurken; bu dünya hanesini şenlendiren, ünsiyetlendiren, nurlandıran şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi nasıl müşahede ettiğini ve onun getirdiği nur ve hediyelere karşı şâkirane bir mukabele olarak bütün cin ve insin ona hadsiz salât ü selâm getirmeleri lâzım geldiğini ifade eden gayet latîf bir mektup: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Muhyiddin’in Vahdet-i Vücud meşrebini şimdiki insanlara telkin etmekte üç mühim zararın bulunduğunu beyan eden gayet mühim bir mektup: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yine Muhyiddin-i Arabî ve Vahdet-i Vücud hakkında münakaşa mevzuu olan bir suale verilen ilmî, mücmel bir cevap: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir bayramda, gayr-ı meşru dairede gülüp eğlenen elli zavallının, elli sene sonraki hallerini nasıl müşahede ettiğini beyan eden gayet güzel bir ibret levhası: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nefs-i emmareye uymanın zararlarını ta’dad ederek, nefse şiddetli bir tokat mahiyetinde tesirli bir yazı: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kısa bir zamandaki küfre mukabil hadsiz bir cehennem azabının nasıl hakiki adalet olduğunu beyan eden mukni bir cevap: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Manidar bir tevafuk-u latîfe: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’un makbuliyetine ve inayet-i İlahiyeye mazhariyetine dair manalı tevafuklar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Masum kalplere nurların nasıl aksettiğini anlatan samimane, nurlu bir mektuptur: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zekâi’nin rüyası: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Müjdeli ve manalı hayırlı bir rüyadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tarafgirane ve Risale-i Nur’a rakibane söylenen sözlere mukabildir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’un yüksekliğini ve makbuliyetini ifade eden manzum bir kasidedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi Sekizinci Lem’anın Yirmi Sekizinci Nüktesi: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى ال۟مَلَاِ ال۟اَع۟لٰى وَيُق۟ذَفُونَ مِن۟ كُلِّ جَانِبٍ دُحُورًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ وَاصِبٌ اِلَّا مَن۟ خَطِفَ ال۟خَط۟فَةَ فَاَت۟بَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyet-i kerîmesinden anlaşıldığı üzere: Cüz’î ve bazen şahsî gaybî hâdiseleri haber almak için gayet uzak bir mesafe olan semavat memleketine casus şeytanların sokulması ve o çok geniş memleketin her tarafında, o cüz’î hâdisenin bahsi varmış gibi hangi şeytan olsa, hangi yere sokulsa, yarım yamalak o haberi işitmesi ve getirmesi aklen ve hikmeten nasıl kabul edilebilir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem âyet-i kerîmeye göre bazı peygamberler ve evliyalar, semavatın üstünde bulunan cennetin meyvelerini yakın bir yerden alır gibi alıyormuş. Ve bazen yakından cenneti temaşa ediyorlarmış. Nihayet derecede uzak bir şeyin, nihayet derecede yakın olması, bu asrın aklına nasıl sığar? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem cüz’î bir şahsın, cüz’î bir ahvali, küllî ve geniş olan semavat memleketindeki mele-i a’lâda mevzubahis olması, kâinatın idaresindeki gayet hakîmane hikmete nasıl muvafık geliyor? diye sorulan bu üç başlı suale, gayet ilmî, aklî ve mukni cevapları tazammun eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Yirmi Dokuzuncu Lem'a|YİRMİ DOKUZUNCU LEM’A-İ ARABİYE:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur’un içinde, lisan-ı cennet ve üslub-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ve tarz-ı Kur’an-ı bahşayiş-i rahmet ile meydan-ı zuhura gelerek “Tefekkürname” ismiyle müsemma olan bu Lem’a’nın bir kısmı, numune olarak bu mecmuaya dercedilmiş olup, tamamı Hatt-ı Kur’an Lem’alar mecmuasında neşredilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Otuzuncu Lem'a|OTUZUNCU LEM’A:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Sekine” nam-ı âlîsiyle tabir edilen ve her biri bir ism-i a’zam olan veyahut altısı birden ism-i a’zam bulunan Esma-i Hüsnadan “Ferd, Hay, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs” ism-i şeriflerine ait pek çok kıymettar ve Risale-i Nur’un şaheserlerinden biri olan bu Lem’a, yüksek bir ifade ve çok ince hakikatlerle kaleme alınmış hem çok derin mesail-i vahdaniyet, azametli genişlikleriyle tefhim edilmiş hem pek bâriz bir surette mevcudiyet-i İlahiyeye işaret eden şu hayret-engiz faaliyet ile müdebbiriyet-i Rabbaniye o kadar güzel izah edilmiş ki âh ne olurdu, bu risalenin hakikatlerinin a’makına ulaşmak şöyle dursun, sathını olsun bari görebilseydim. Heyhat! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kāsır fehmime bakılmayarak, bu risale, hissesine isabet eden bir kardeşimizin seferber halinde bulunması mazeretinden dolayı bana gönderilmişti. Liyakatsizliğimle beraber perişan halim böyle bir şaheseri fihristeye idhal edebilecek surette hülâsa etmeye kâfi gelmediğinden, mahcubiyetle emre itaat ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu kıymettar Lem’a, '''altı nükte'''-i mühimmeye inkısam etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> BİRİNCİ NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَال۟اَر۟ضَ فَرَش۟نَاهَا فَنِع۟مَ ال۟مَاهِدُونَ âyetinin bir nüktesi ve “'''Kuddüs”''' ism-i a’zamının bir cilvesi olup hem mevcudiyet-i İlahiyeyi kemal-i zuhur ile hem vahdaniyet-i İlahiyeyi kemal-i vuzuh ile göstermektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, şu muntazam kâinat ve şu azametli gayet büyük fabrika; bütün mevcudatıyla hummalı bir faaliyet içinde mütemadiyen çalışmasıyla beraber, kâinatın her tarafını tertemiz tutan, kirli ve bulaşık maddelerden, lüzumsuz olarak hiçbir tarafta hiçbir şey bulundurmayan, şu azametli seyyarattan tut tâ zerrata kadar her mevcud, Kuddüs-ü A’zam’dan gelen emirlere müheyya ve münkad olarak gayet faal ve gayet hârika bir istihale makinesi haline getirilmekle, şu azametli kâinat ve bütün unsurları baştan başa cennetnümun güzellikleriyle, kendilerini enzar-ı âleme arz ediyorlar. Ve şu kasr-ı âlemdeki masnuatın cephelerinde müşahede edilen şu dil-ruba güzellik ve gayet müstahsen temizlik; bütün enzarı istihsanla kendilerine celbediyorlar ve Sâni’lerini takdir ve tahsinlerle medh ü sena ettiriyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu Kuddüs-ü A’zam ism-i şerifinin tecelli-i a’zamından küçük bir cilvesini şaşaalı bir surette gösteren ve şu kışın bârid ve haşin çehresi altından çıkan bahar mevsimine bak: Nasıl çiçekler açmış, huri misali libaslar giymiş, güzelleşmiş, tertemiz olmuş bütün ağaçlar ve zümrüt gibi yeşillenmiş zemin yüzü, bütün heyetleriyle, kendilerini bütün enzara arz ediyorlar. Camid ve şuursuz maddeler, az bir zaman içinde; istihale görmüş, zeminden yükselmiş, nur-u hayatla süslenmiş, sündüs-misal güzelliklerle kendilerini Sâni’lerinin nazarına takdim ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu vaziyet karşısında; değil yalnız ins ve cin, ruhanîler ve melâikeler de hayran oluyorlar. “Mâşâallah, bârekellah! Bu ne hayret verici güzellik ve temizlik!” deyip Sâni’-i Zülcelal’lerini takdis, tahmid ve temcid edip, râki’ ve sâcid oluyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu fiil-i tanzif, diğer ef’al-i İlahiye gibi vahdaniyet ve mevcudiyet-i İlahiyeyi bedahet derecesinde ispat edip göstermektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İKİNCİ NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا عِن۟دَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَع۟لُومٍ âyetinin bir nüktesi ve '''“Adl”''' ism-i a’zamının bir cilvesidir. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinat mütemadiyen tahrip ve tamir içinde çalkalanmakta, her vakit harp ve hicret içinde kaynamakta, her zaman mevt ve hayat içinde yuvarlanmaktadır. Bu hayret-engiz tebeddülat ve tahavvülat ise dehşetli cirmlerin intizamlı hareketlerinden ve küre-i zeminin yüzündeki dört yüz bin nebatî ve hayvanî zîhayatın muntazaman iaşe ve terbiyelerinden ve sel gibi akan karıştırıcı ve istilacı unsurların gayet muntazam vazifelerinden; ziya ve zulmetin, sıcak ve soğuğun, hayat ve mematın dövüşmelerine varıncaya kadar bütün eşya öyle bir mizan-ı adalet içinde istikbalden gelip, hale uğrayarak maziye akıp gidiyor ki fesübhanallah, insaflı ve dikkatli bir nazarla bu âlem sarayına bakan her ferd-i insan, muhakkak olarak diyecek: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Bu saray-ı âlemin Sâni’i; bu saray-ı âlemi, Adl isminin a’zamî tecellisine mazhar etmekle beraber hem vâhiddir hem de öyle mizan-ı adaletle işler görüyor ki en ehemmiyetsiz ve en küçük, kıymetsiz telakki edilen şeylerde dahi şirke yer bırakmıyor ve şirkin bu mizan-ı adalete sokulmasına zerre kadar müsaade etmiyor. Hem bu pek hârika intizam-ı ekmel içindeki gayet hassas mizan-ı adalete, elbette bu kâinatın Sâni’-i Zülcelal’inden başkası müdahale edemeyecek.” Hem bütün esbab o Sâni’-i Zülcelal’in dest-i kudretinin bir perdesi olduğunu anlayacak. Ve o Sâni’-i Zülcemal’in hem vâhid olduğuna hem mevcudiyetine hayranlık içinde, güneşin vücuduna inandığı gibi iman edecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ÜÇÜNCÜ NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اُد۟عُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِال۟حِك۟مَةِ âyetinin bir nüktesi ve '''“Hakem”''' ism-i a’zamının bir cilvesi olup, beş nokta ile izah edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nokta:''' İsm-i Hakem’in tecelli-i a’zamı şu kâinatı öyle bir kitab-ı kebir hükmüne getirmiştir ki o kitab-ı kebirin zemin yüzü, bir sahifesi ve her müzeyyen bahçe, bir satırı ve her süslü çiçeği ve yapraklı ağacı, bir kelimesi suretinde halk etmiştir. O halde, şu kâinat baştan başa Hakîm-i Zülcelal’in eserleriyle süslenmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem kendi sanatını kendisi müşahede edip hem de nâmütenahî gözlerle birbirine baktıran ve birbiri içinde çok deliller ve vecihlerle nakkaşının vücuduna şehadet eden ve daima mizan ve intizam içinde tazelenen ve her küçük bir çekirdekte koca bir ağacı derceden ve her bir ağaçta koca kâinatın fihristesini yerleştiren ve her bahar sahifesini murassa nişan ve münakkaş hediyelerle süsleyip, huzurunda resmigeçit ettiren ve her an bu masnuatının lisanıyla medh ü senasını teganni ettiren bu azametli ve hikmetli kudrete, hangi tesadüfün haddi var ki parmak uzatabilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nokta:''' İki meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Mesele: Nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, kendini görmek ve göstermek istemesine ve tanıttırıp sevdirmesine mukabil, iman ile onu tanımayı ve ubudiyetle kendini ona sevdirmeyi ders veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Mesele: Bütün kuvvetiyle şirki reddedip kabul etmeyen bu hikmetli intizam-ı mükemmel hem vahdeti hem istiklal ve infiradı iktiza ettiğini izah etmekle beraber, koca kâinatı umum ahval ve keyfiyatıyla mizan-ı adl ve nizam-ı hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlak’a şirk ve küfür ile acz isnad etmek ne kadar büyük bir hata ve tevhid ile iman etmek ne kadar doğru, hak ve hakikatli bir mukabele olduğunu bildiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nokta:''' Sâni’-i Kadîr, ism-i Hakem ve Hakîm’iyle, kâinatta en ziyade hikmetlere medar ve mazhar kıldığı insanı; bir merkez, bir medar hükmünde yaratmış. Ve insan dairesi içinde de rızkı bir merkez hükmüne getirmiş. İnsanda şuur ve rızıkta zevk vasıtasıyla ism-i Hakem’in parlak bir surette cilvesinin göründüğünü ve yüzer fenlerden her bir fennin bir cihette ism-i Hakem’in cilvesini tarif ettiğini mesela, fenn-i tıp, fenn-i kimya, fenn-i ziraat, fenn-i ticaret ve hâkeza bu fenlerin her birisinin kat’î şehadetleriyle, ihtiyar ve irade, kasd ve meşieti gösteren bu hadsiz intizamat ve hikmetleri o Sâni’-i Hakîm umum kâinata verdiği gibi en küçük bir zîhayatta ve en küçük bir çekirdekte dahi dercetmesiyle, Zat-ı Akdes’inin fâil-i muhtar olduğunu ve her şey onun emriyle vücud bulduğunu ve onu bilmemek ve tanımamak ne kadar acib bir cehalet ve divanelik olduğunu izah ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Nokta:''' Sâni’-i Hakîm, her bir mevcuduna taktığı yüzler hikmeti, o mevcudların nihayet hassasiyetiyle tavzif ettiği yüzler vazifelerinden pek çok fayda ve gayeleri nihayet dikkat ile takip ettiği halde, onun cemal-i rahmet ve kemal-i adaletine ve nihayet derecede hikmetine zıt olan ve rahmet ve adaletini inkâr ettiren haşirsizliğe hiçbir cihetle müsaade etmediğini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Nokta:''' İki meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Mesele: Fıtratta israf ve abesiyet ve faydasızlık bulunmadığından كُلُوا وَ اش۟رَبُوا وَ لَا تُس۟رِفُوا âyet-i kerîmesiyle, iktisatsız hareket edenleri tehdit eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Mesele: Cenab-ı Hakk’ın “Hakem ve Hakîm” isimleri, bir cihette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ettiklerini; ve esma-i hüsnadan çok isimlerin dahi her biri bir cihette, cilve-i a’zamıyla, a’zamî derecede ve mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi (asm) istilzam ettiklerini, pek parlak bir surette izah ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> DÖRDÜNCÜ NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ âyetinin bir nüktesi, Vâhid ve Ehad isimlerini tazammun eden '''“Ferd”''' ism-i a’zamının tecelli-i a’zamına dair tevhid-i hakikiyi gösteren yedi işarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci İşaret:''' İsm-i Ferd’in kâinat heyet-i mecmuasında koyduğu hadsiz hâtemlerden üç sikkeye işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Sikke: Kâinatın mevcudatında ve envalarında görünen ve bir sikke-i kübra-yı ehadiyet olan “teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk” sikkesidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Sikke: Zeminin yüzünde her bahar mevsiminde müşahede edilen, dört yüz bin nebatî ve hayvanî envaın atkı ipleriyle dokunan hâtem-i vahdaniyettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Sikke: Hazret-i Âdem’den tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların aza-yı esasîde bir olan simalarındaki sikke-i vahdaniyettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci İşaret:''' İsm-i Ferd’in cilve-i vahdeti, kâinatın bütün envalarını ve unsurlarını öyle bir surette birbirine girift etmekle birbirinin içine almıştır ki mecmu-u kâinatı tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği ve çok birliklerle vahdaniyeti ilan ettiğini gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü İşaret:''' Yine ism-i Ferd’in cilve-i a’zamı, kâinatı öyle birbiri içine girmiş hadsiz mektubat-ı Samedaniye hükmüne getirmiştir ki her bir mektupta hadsiz hâtem-i vahdaniyet basılmış ve her bir mektup, kelimatı adedince kâtibini bildiren ehadiyet mühürlerini taşıdığını gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü İşaret:''' İsm-i Ferd’in güneş gibi zâhir cilve-i a’zamını gayet makul ve hadsiz kolaylıkla kabul ettiren ve şirkin muhaliyetini ve nihayet derecede akıldan uzak olduğunu gösteren bürhanlardan üç tanesini beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Zat-ı Ferd’in hadsiz kudretine nisbeten en büyük şeyin icadı, en küçük bir şeyin icadı gibi kolay ve suhuletli olduğunu; bir baharı, bir çiçek kadar ve bir ağacı, bir meyve kadar rahatça icad edip idare ettiğini ve bu keyfiyet-i icad eğer müteaddid esbaba verilse, vahdetten kesrete girildiği için en küçük bir şeyin icadı, en büyük bir şeyin icadı gibi pek çok masraflı, pek çok müşkülatlı, pek çok zahmetli olduğunu temsilleriyle ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: Mevcudatın icadı ya ibda ve ihtira suretiyle hiçten ve yoktan olacak veyahut inşa ve terkip suretiyle anâsır ve eşyadan toplamakla olacak. Bu iki surette; icad-ı eşya Zat-ı Ferd-i Vâhid’e verilmez de esbabdan istenilse, hadsiz derece müşkülatlı ve suubetli ve gayr-ı makul, belki de pek çok muhalatı intac edecek. Eğer cilve-i ferdiyete ve sırr-ı ehadiyete verilse; bir kibrit çakar gibi eserleriyle azameti anlaşılan nihayetsiz kudretiyle, hiçten ve ademden veyahut anâsır ve eşyadan toplamak suretiyle âyine-i ilmindeki muayyen ilmî kalıplarla, hadsiz derece kolaylıkla ve suhuletle eşyanın icad edildiği görülecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncüsü: Eğer bütün eşyanın icadı bir Zat-ı Ferd-i Vâhid’e verilse, bir tek şey gibi kolay olduğunu ve eğer esbaba ve tabiata havale edilse, bir tek şeyin vücudu umum eşya kadar müşkülatlı olduğunu, üç şirin temsil ile izah eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Temsil: Bin nefere ait bir vaziyet ve idare, o bin neferi idare eden bir zabite havale edilse ve bir nefer de on zabitin idaresine verilse, bin neferin idaresinin ne kadar kolay olduğunu ve bir neferin idaresinin ne kadar müşkülatlı olduğunu… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Temsil: Ayasofya gibi kubbeli bir caminin kubbesindeki taşların muallakta durmaları ve o vaziyeti teşkil etmeleri taşlardan istenilse, nihayet derecede suubetli olduğunu ve bir ustadan o vaziyet istenilse, nihayet derecede kolay olduğunu… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Temsil: Küre-i arz, Zat-ı Ferd-i Vâhid’in bir memuru olarak hareket etse, o hareketten hasıl olan haşmetli ve azametli neticelerin gayet suhuletle husulü, vahdetteki kolaylığı gösterdiği gibi şirk ve küfür yolunda aynı neticeleri istihsal etmek için küre-i arzdan milyonlar defa büyük, hadsiz hesapsız cirmleri hudutsuz bir mesafede küre-i arzın etrafında hem küre-i arzın mihver-i yevmîsi üzerindeki devri gibi yirmi dört saatte bir defa hem mihver-i senevîsi üzerindeki devri gibi her senede bir defa dolaştırmak gibi suubet ve müşkülatın en dehşetlisi olan bir vaziyetini kabul etmek lâzım geldiğini ve esbab ve tabiata icad verenler “kitap, saat, fabrika ve saray misalleriyle” echeliyetlerin en antikasını irtikâb ettiklerini izah eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci İşaret:''' Müdahale-i gayrı şiddetle reddeden, hâkimiyet-i İlahiyedir. لَو۟ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا âyetinin sırrıyla ve فَار۟جِعِ ال۟بَصَرَ هَل۟ تَرٰى مِن۟ فُطُورٍ âyetinin işaretiyle, zerrattan seyyarata kadar, ferşten arşa kadar hiçbir cihette kusur ve futur, noksaniyet ve müşevveşiyet eseri görülmemesi, ferdiyetin cilve-i a’zamını gösterip vahdete şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı İşaret:''' Bütün kemalâtın medarı ve esası ve kâinatın hilkatindeki hikmetlerin ve maksatların menşei ve madeni ve zîşuur ve zîaklın, hususan insanın metalib ve arzularının husul bulmasının menbaı ve çare-i yegânesi, ferdiyet-i Rabbaniye ve vahdet-i İlahiye olmasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci İşaret:''' Tevhid-i hakikiyi bütün meratibiyle en ekmel bir surette ders verip ispat eden ve ilan eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın risaleti, o tevhidin kat’iyeti derecesinde sabit olduğunu izahla beraber; şahsiyet-i maneviye-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmın derece-i ehemmiyet ve ulviyetine şehadet eden pek çok delillerden üç tanesini zikreder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: اَلسَّبَبُ كَال۟فَاعِلِ sırrıyla, umum ümmetinin bütün zamanlarda işledikleri hasenatın bir misli defter-i hasenatına geçmekle ve hususan her günde umum ümmetin ettikleri salavat duasının kat’î makbuliyeti cihetiyle; o hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşündürmekle şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyenin (asm) kâinat içinde nasıl bir güneş olduğu anlaşıldığını… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi: Mahiyet-i Muhammediye (asm) âlem-i İslâmiyet’in şecere-i kübrasının menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olduğundan, fevka’l-had istidat ve cihazatıyla âlem-i İslâmiyet’in maneviyatını teşkil eden kudsî kelimatı, tesbihatı, ibadatı en evvel bütün manalarıyla hissedip yapmasından gelen terakkiyat-ı ruhiyesini düşündürüp, habibiyet derecesine çıkan ubudiyet-i Muhammediyenin (asm) velayeti, sair velayetlerden ne kadar yüksek olduğunu anlatır. O zatın (asm) hadd ü nihayeti olmayan meratib-i kemalâtta ne derece terakki ettiğini bildirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncüsü: Zat-ı Ferd-i Zülcemal bütün nev-i beşer namına, belki umum kâinat hesabına Zat-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâmı kendine muhatap ittihaz etmekle; elbette onu hadsiz kemalâtta hadsiz feyzine mazhar ettiğini ve şahsiyet-i maneviye-i Muhammediye aleyhissalâtü vesselâm, kâinatın manevî bir güneşi ve bu kâinat denilen Kur’an-ı Kebir’in âyet-i kübrası ve o Furkan-ı A’zam’ın ve ism-i a’zamın ve ism-i Ferd’in cilve-i a’zamının bir âyinesi olduğunu ders verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> BEŞİNCİ NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَان۟ظُر۟ اِلٰٓى اٰثَارِ رَح۟مَتِ اللّٰهِ كَي۟فَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ âyet-i azîmesiyle اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟حَىُّ ال۟قَيُّومُ لَا تَا۟خُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَو۟مٌ âyet-i azîminin bir nüktesi ve '''“Hay”''' ism-i a’zamının bir cilvesi olup, muhtasaran beş remiz içinde gösterilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Remiz:''' İsm-i Hay ve ism-i Muhyî’nin cilve-i a’zamından olan “Hayat nedir? Mahiyeti ve vazifesi nedir?” sualine karşı, fihristevari, yirmi dokuz mertebede, iki sahife içerisinde, öyle güzel bir surette cevap verilerek tarif edilmiştir ki bu nasıl acib bir izah, bu nasıl fesahatli bir tarz-ı beyan, bu nasıl garib bir tabirattır ki misli görülmemiş. İnsan, bu hakikatlerin güzelliklerine meftun oluyor, hayretinden parmaklarını ısırıyor, daha fevkinde tarif tasavvur edilemiyor, takdir ve tahsinler içinde tefekküre dalıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Remiz:''' Hayatın yirmi dokuz hâssasından yirmi üçüncü hâssasında, hayatın iki yüzünün de şeffaf ve parlak olduğunun ve ondaki tasarrufat-ı kudret-i Rabbaniyeye esbab-ı zâhiriye perde edilmemesinin sırrını izah ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Remiz:''' Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi hayatın neticesi olan şükür ve ibadet de kâinatın sebeb-i hilkati ve maksud neticesi olduğundan, kâinatın Sâni’-i Hayy-ı Kayyum’u, hadsiz nimetleriyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirmesine mukabil, zîhayatlardan teşekkür istemesi ve sevmesine mukabil sevmelerini ve kıymettar sanatlarına karşı medh ü sena etmelerini istediğini ve her bir zîhayatın hayatı doğrudan doğruya, vasıtasız olarak Zat-ı Hayy-ı Kayyum’un dest-i kudretinde olduğunu bildiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Remiz:''' Hayat, imanın altı erkânı olan اٰمَن۟تُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰئِكَتِهٖ وَ كُتُبِهٖ وَ رُسُلِهٖ وَ بِال۟يَو۟مِ ال۟اٰخِرِ وَ بِال۟قَدَرِ rükünlerine bakıp ispat ettiğini o kadar latîf bir tarzda ders veriyor, izah ediyor ki o belâgat-ı ifade, insanı hayran ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Remiz:''' Birinci Remzin on altıncı hâssasında zikredilen: Hayat bir şeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirdiğini; cüz ise küll gibi cüz’î ise küllî gibi bir câmiiyet verdiğini çok güzelliklerle gayet şirin bir tarzda izah ediyor. Hem hâtimesinde, ism-i a’zam bazı evliya için ayrı ayrı olduğunu beyan ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ALTINCI NÜKTE: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kayyumiyet-i İlahiyeye bakan âyetlerin bir nüktesine ve '''“Kayyum”''' ism-i a’zamının bir cilve-i a’zamına, muhtasar olarak beş şuâ ile işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Şuâ:''' Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal’i bizatihî Kayyum’dur, Daim’dir, Bâki’dir. Bütün eşya onun kayyumiyetiyle kaimdir, devam eder, vücudda kalır, beka bulur. O nisbet-i kayyumiyet bir an kesilse bütün eşya birden mahvolur. Şeriki ve naziri yoktur. Maddeden mücerred, mekândan münezzeh, tecezzi ve inkısamı muhal, tagayyür ve tebeddülü mümteni; ihtiyaç ve aczi imkân haricinde bir Zat-ı Akdes’in bir kısım cilvelerini, bir kısım ehl-i dalalet kimseler, zerrattaki tahavvülat-ı muntazama içinde hissettikleri hayret-engiz hallakıyet-i İlahiyenin ve kudret-i Rabbaniyenin cilve-i a’zamının nereden geldiğini bilemediklerinden ve kudret-i Samedaniyenin cilvesinden gelen umumî kuvvetin nereden idare edildiğini anlayamadıklarından, madde ve kuvveti ezelî tevehhüm etmeleriyle açtıkları inkâr-ı uluhiyet mesleklerindeki yollarının içyüzünü gösteren ve hak ve hakikat mesleğinin letafetli yüzünü sırr-ı kayyumiyetin tecelli-i a’zamıyla izah edip, bütün güzelliğiyle meydana çıkaran gayet dakik ve çok amîk ve pek geniş bir ifade ile tabiiyyun ve maddiyyun mesleklerini iptal edip, onları techil eden ve utandıran âlî bir beyandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Şuâ:''' İki meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birincisi: Hadd ü hesapsız ecram-ı semaviyenin, nihayetsiz derecede intizam ve mizan içinde, sırr-ı kayyumiyetle kıyam ve beka ve devamları ve “Emr-i kün feyekûn”den gelen emirlere kemal-i inkıyadları, ism-i Kayyum’un a’zamî cilvesine bir ölçü olduğu gibi her bir zîhayatın cesedini teşkil eden zerrelerin, o cesedin her azasında o azaya göre toplanmaları ve sel gibi akan ve fırtınalar içinde çalkanan unsurların, dağılmayarak o cesette muntazaman durmaları ve o emr-i İlahiyeye inkıyadları, sırr-ı kayyumiyeti ilan eden hadsiz diller olduğunu beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Meselesi: Eşyanın sırr-ı kayyumiyetle münasebettar fayda ve hikmetlerine işaret eden pek çok envaından üç nevine işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Nevi: Eşyanın kendisine ve insana ve insanın maslahatlarına bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Nevi: Hem umum zîşuurun mütalaasına bakar hem Fâtır’ının esmasını bildiren birer âyet ve birer kaside olduğunu hadsiz okuyucularına ifade etmesine bakar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Nevi: Doğrudan doğruya Sâni’-i Zülcelal’e bakar. İşte bu üçüncü nevide bir saniye kadar yaşamak kâfi olmakla beraber, اَللّٰهُ الَّذٖى رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَي۟رِ عَمَدٍ تَرَو۟نَهَا âyetinin işaretiyle; kayyumiyet-i İlahiye, hadsiz ecrama ve nihayetsiz zerrata nokta-i istinad olduğunu ve bi’l-cümle mevcudatın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin uçları وَ اِلَي۟هِ يُر۟جَعُ ال۟اَم۟رُ كُلُّهُ işaretiyle sırr-ı kayyumiyete bağlı bulunduğunu iş’ar eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Şuâ:''' Hallakıyet-i İlahiye ve faaliyet-i Rabbaniye içindeki sırr-ı kayyumiyetin bir derece inkişafına işaret eden mukaddimelerin birincisi: Zaman seylinde mütemadiyen çalkanan ve göz açtırmadan, nefes aldırmadan âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderilen bu mahlukatın, bu hayret verici seyahat ve seyeranı, üç mühim şubeye ayrılan hadsiz ve nihayetsiz bir hikmetten ileri geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Şubesi: Faaliyetin her bir nev’i, cüz’î olsun küllî olsun, bir lezzeti netice vermesi sırrıyla –tabirde hata olmasın– Zat-ı Hayy-ı Kayyum’da bulunan bir aşk-ı lahutînin ve bir muhabbet-i kudsiyenin ve bir lezzet-i mukaddesenin şuunatı, hadsiz faaliyetle ve nihayetsiz hallakıyetle kâinatı mütemadiyen tazelendirip çalkalandırdığını… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Şubesi: Her bir cemal ve hüner sahibi, kendi cemalini ve hünerini sevmesi ve teşhir edip ilan etmesi kaidesiyle; Cemil-i Zülkemal’in bin bir esma-i hüsnasından her bir isminin her bir mertebesinde hadsiz enva-ı hüsün ile hadsiz hakaik-i cemile bulunmasındandır ki o aşk-ı mukaddese-i İlahiye, o sırr-ı kayyumiyete binaen kâinatı mütemadiyen değiştirip tazelendirdiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü Şubesi hem '''Dördüncü Şuâ:''' Her merhamet ve şefkat sahibi ve her âlîcenab olan zat, başkalarını memnun ve mesrur etmekten, sevindirip mesud etmekten lezzet alması ve her âdil zat, ihkak-ı hak etmekten keyiflenmesi ve her hüner sahibi sanatkâr, yaptığı sanatını teşhir etmekten ve sanatının istediği tarzda işleyerek arzu ettiği neticeleri vermesiyle iftihar etmesi kaidelerine binaen, bu kâinatın Sâni’-i Hakîm’i bin bir esma-i hüsnasının hadd ü nihayeti olmayan güzelliklerine bu mevcudatı mazhar etmek için bu kâinatı böyle acib bir hallakıyet-i daime ve hayret-engiz bir faaliyet-i Sermediye içinde sırr-ı kayyumiyet ile mütemadiyen tazelendirip tecdid ettiğini pek garib, pek şirin, pek latîf, gayet hoş bir ifade ile izah ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve bir kısım ehl-i dalaletin: “Kâinatı böyle tağyir ve tebdil eden zatın, kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelmez mi?” diye sordukları suale, bilakis Zat-ı Zülcelal’in mütegayyir ve mütehavvil olmaması lâzım geldiğini gayet kat’î bir surette beyan eden bir cevapla mukabele edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Şuâ:''' İki meseledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birinci Mesele: İsm-i Kayyum’un cilve-i a’zamına baktırmak için hayalî iki dürbünden biriyle, en uzaklarda esîr maddesi içinde sırr-ı kayyumiyetle durdurulmuş; kısmen tahrik, kısmen tesbit edilmiş milyonlar azametli cirmleri ve diğer dürbünle zîhayat mahlukat-ı arziyenin zerrat-ı vücudiyelerinin vaziyet ve hareketlerini temaşa ettirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hülâsası: Bu altı ism-i a’zam birbiriyle imtizaç ettiklerinden, bütün kâinatın bütün mevcudatını böyle durduran, beka ve kıyam veren ism-i Kayyum cilve-i a’zamı arkasında tecelli eden ism-i Hayy’ın bütün o mevcudatı hayat ile ışıklandırdığını ve ism-i Hayy’ın arkasında tecelli eden ism-i Ferd’in, o mevcudatı bir vahdet içine alıp yüzlerine birer hâtem-i ehadiyet bastığını ve ism-i Ferd’in arkasında tecelli eden ism-i Hakem’in, o mevcudatı meyvedar bir nizam ve hikmetli bir intizam ve semeredar bir insicam içine alıp süslendirdiğini ve ism-i Hakem’in cilvesi arkasında tecelli eden ism-i Adl’in, o mevcudatı yıldızlar ordusundan tâ zerreler ordusuna kadar gayet hassas bir mizan-ı adl içinde tutarak “Emr-i kün feyekûn”den gelen emirlere kemal-i inkıyad ile itaat ettirdiğini ve ism-i Adl’in cilvesi arkasında tecelli eden ism-i Kuddüs’ün, o mevcudatı, Cemil-i Mutlak’ın cemal-i zatına ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasına lâyık ve münasip olacak gayet güzel âyineler şekline getirdiğini gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci Mesele: Kayyumiyetin, vâhidiyet ve celal noktasında kâinatta tecellisi olduğu gibi ehadiyet ve cemal noktasında insanda dahi cilvesinin tezahüratı olduğunu ve bu tecelli ile Zat-ı Zülcemal’in, beşere, melâikelerin fevkinde ettiği ihsanatını ve o ihsanatın câmiiyetini ve yüksekliğini ve genişliğini izah eder. Ve kâinatı bir sofra-i nimet edip, insana teshir etmesinin ve kâinatın, insanla mazhar olduğu sırr-ı kayyumiyetle bir cihette kaim olduğunun hikmeti, insanın üç mühim vazifesinden ileri geldiğini ta’dad eder. Ve insanın o üç mühim vazifesinden üçüncü vazifesinde, üç vecihle Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a âyinedarlık ettiğini anlatır. Ve bu âyinedarlık ettiği vecihlerden üçüncü vecihteki âyinedarlığının da iki yüzü olduğunu; birinci yüzüyle esma-i İlahiyeye, ikinci yüzüyle de şuunat-ı İlahiyeye âyinedarlık ettiğini emsali nâ-mesbuk bir talâkat-ı lisan ile ifade ediyor ki beşerin dâhîlerini dahi bu hakikatlere meftun edip hayran eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hüsrev''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''[[Münâcat|MÜNÂCAT:]]''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cenab-ı Hakk’a ilmelyakîn ve hattâ aynelyakîn derecesinde iktisab-ı marifet ederek ubudiyetin (kema hiye hakkıha) iktiza ettiği acz ve fakr-ı tammı izhar ederek dergâh-ı İlahiyeye iltica ve huzur-u Rahman’a takarrub gibi mezaya-yı insaniyeyi bihakkın talim ve dünya ve mâfîhaya mâlik ve kenz-i mahfîye mutasarrıf olan Ekrem-i enbiya aleyhi ekmelü’t-tahiyyat efendimizin münâcatından ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tesbih ve tahmid ve sena ve duaya münhasır yedi yüz adet âyâtından me’huz nazirsiz şu münâcatın menba-ı manevîsi, '''evvela''' başta hilkat-i âlem hakkında âyât-ı adîdeden ve âyet-i celileden; '''sâniyen''', Cevşenü’l-Kebir’in bin bir esmasından hilkat-i mevcudatla münasebettar birkaç ukdelerinden; '''sâlisen''', “İlim şehrinin kapısı” tabir-i senaiye-i Nebeviyesine bihakkın mazhar İmam-ı Ali kerremallahu vechehu radıyallahu anhın ecram-ı semaviye ve mevcudat-ı arziye ile vücub-u vücud, Vâhid-i Ehad’i ispat ettiği muhteşem bir hitabeyi mukteda-bih ittihaz ederek mevzu ve gaye-i maksadı o kadar ta’mik ve tevzi eder ki bu hakaike ait takdirat ancak müellifinin lisan ve kalemine menut ve mütevakkıf olup, yalnız mükerreren sâdır olan emre mutavaat niyet ve kasdıyla şürû’ edilen şu fihristte deriz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Fıkrada:''' Semavattaki deveran ve bu kesret içindeki acib sükûnetle kemal-i faaliyet, Mabud-u Bi’l-hak olan Vâcibü’l-vücud Vâhid-i Ehad’e delâlet ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Fıkrada:''' Fezanın bulut, şimşek, yıldırım, rüzgâr, yağmurlarla faaliyet ve icraat-ı hayret-efzası yine mezkûr biküll-i lisan olan Vâcibü’l-vücud, Vâhid-i Ehad’e dêll bulunduğunu… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Fıkrada:''' Unsurlar sair müştemilatıyla ve küre-i arz umum mahlukatıyla ve teferruatıyla… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dördüncü Fıkrada:''' Edille-i sâbıka gibi denizler, nehirler, pınarlar maruf biküll-i ihsan olan Vâcibü’l-vücud, Vâhid-i Ehad’e delâlet ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beşinci Fıkrada:''' Geçen şehadet gibi; dağlar, zelzele tesiratından zeminin muhafaza ve sükûnetine ve içindeki inkılabat fırtınalarından selâmetine ve denizlerin istilasından halâsına hem havanın muzır gazlardan tasfiyesine ve suların iddiharına ve zîhayatlara lâzım maddelerin hazinedarlığına ettiği hizmetler ve hikmetler ile Vâcibü’l-vücud’un vücuduna ve vahdetine şehadet ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Altıncı Fıkrada:''' Geçen deliller gibi zemindeki ağaçların ve nebatatın; yapraklar, çiçekler ve meyvelerin cezbedarane hareket-i zikriyeleri ve kemal-i suhuletle giydirilen cihazat ve ziynetleri bilbedahe vücub-u vücud ve vahdet-i Bâri’ye delâlet ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yedinci Fıkrada:''' Keza zîruhun ve hususan nev-i beşerin cisimlerinde mevcud ve muntazam saatler ve makineler gibi işleyen ve işlettirilen dâhilî ve haricî aza ve cevarih ve bilhassa havass-ı hamse-i zâhire gibi kemal-i faaliyetle iş gören duygularıyla vahdaniyeti ispat ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Fıkrada:''' Kâinatın hülâsası olan insan ve insanın zübdesi olan enbiya ve evliya ve asfiyanın hülâsaları olan kalplerinin ve akıllarının müşahedat ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla, yüzler icma ve tevatür kuvvetinde ve kat’iyetinde vücub-u vücud ve vahdet-i İlahiyeye şehadet ettiklerini kemal-i vuzuh ile beyan ve tahaccür etmiş kalpleri ıslah hem Cenab-ı Kibriya’ya münâcat olan şu yekta ravza-i hakikat, hâtime-i tazarru ve niyazını şöyle bağlar ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-semavati ve’l-aradîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı külli şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur’an’a ve imana hizmet için insanların kalplerini Risale-i Nur’a musahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver! Hazret-i Musa aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahim aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Davud aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi Risale-i Nur’a kalpleri ve akılları musahhar kıl! Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza eyle ve cennetü’l-firdevste mesud kıl, âmin âmin! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kelimat-ı niyaziyeleriyle ihtitam eden şu münâcat, ehl-i imanın lâzıme-i gayr-ı müfarıkı olmaya çok lâyık olduğu aşikâr olmasından, ziyade izaha lüzum görülmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''M. Sabri''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (rahmetullahi aleyh) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> <nowiki>*</nowiki> * * </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sekizinci Lem’a’nın Fihristesinden Bir Parça''' '''İşarat-ı gaybiye hakkında bir yazı ve bir takriz.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> فَاس۟تَقِم۟ كَمَٓا اُمِر۟تَ ve فَمِن۟هُم۟ شَقِىٌّ وَ سَعٖيدٌ âyetlerinin bir nükte-i gaybiyesini, Gavs-ı A’zam Seyyid Abdülkadir-i Geylanî’nin bir keramet-i gaybiyesiyle tefsir ediyor. Mütevatir keramat-ı hârikaya mazhar olan o Sultanü’l-evliya mematında, aynı hayatında olduğu gibi müridleriyle alâkadar olduğu, ehl-i keşif ve ehl-i velayetçe kabul edilmiş. İşte o zat sekiz yüz sene mukaddem, izn-i İlahî ile kerametkârane bu zamanımızı görmüş; yani ona gösterilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu dağdağalı ve fitneli zamanda, ona mensup bir kısım Kur’an hizmetkârlarına teselli verip, teşci ve teşvik etmek suretinde bir meşhur kasidesinin âhirinde beş satır içinde on beş cihetle aynı haberi veriyor. Hem ilm-i Cifr’in üç dört vechiyle o beş satırın manası hem kelimatı hem hurufun adedi birbirini teyid ederek aynı hâdiseyi haber verdiğinden, kat’iyet derecesinde, dikkat edenlere kanaat vermiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Malûmdur ki istikbalden haber veren enbiya ve evliya لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ yasağına karşı hürmet ve teeddüb için işaretler ve rumuzlarla iktifa etmişler. Bazı bir işaret, bazı iki işaret, en kuvvetlisi beş altı işaretle aynı hâdiseyi göstermişler. Halbuki Gavs-ı A’zam, bu zamandaki hizmet-i Kur’aniyenin heyetini işaret edip, içinde bir hâdimini sarahat derecesinde gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu risale içindeki imzalar ile gösterildiği gibi hizmet-i Kur’aniyedeki arkadaşlarıma iştirakim var. Bir kısmı benim imzam iledir. Bir kısmı onların tasvip ve istihraçlarıyla ve tasdikleriyle olduğundan bana ait haddimden fazla hisseyi, onların hatırları için kabul ettim. Yoksa o risalenin başında söylediğim gibi bunda öyle bir hisse-i şerefe hakkım yoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> On sene mukaddem o kaside-i gaybiyeyi görmüştüm ve bana manevî bir ihtar gibi “Dikkat et!” diye kalbime geliyordu. O hatırayı iki cihetle dinlemiyordum: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Benim ehemmiyetli bir kısım ömrüm, şan ve şeref perdesi altında hubb-u câh zehiriyle zehirlenip öldüğü için yeniden bu suretle nefs-i emmareye diğer bir şeref kapısı açmak istememekti. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Cihet:''' Bu muannid zamanda bedihî davaları ve zâhir hüccetleri kabul etmeyenlere karşı böyle işaret-i gaybiye nevinden hodfüruşane bir tarzda izhar etmek hoşuma gitmiyordu. En nihayet esaretimin sekizinci senesinde ve en işkenceli ve en sıkıntılı bir zamanda gayet kuvvetli bir teşvike muhtaç olduğumuzdan bana ihtar edildi ki: “Bunu, tahdis-i nimet ve bir şükr-ü manevî nevinden izhar et. Hem korkma, kanaat verecek derecede kuvvetlidir!” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O risalenin başında dediğim gibi bunu izharda '''en mühim maksadım:''' Esrar-ı Kur’aniyeye ait olan risalelerin makbuliyetine Gavs-ı A’zam imza basması nevinden olduğudur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Maksadım:''' O kudsî üstadımın kerametini izhar etmekle, keramat-ı evliyayı inkâr eden mülhidleri iskât edip hizmet-i Kur’aniyeye füturlar verecek çok esbaba maruz ve çok avâika hedef olan arkadaşlarımın kuvve-i maneviyesini takviye ve şevklerini tezyid ve füturlarını izale etmek idi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Benim için bir nevi hodfüruşluk nevinden olduğu için ehemmiyetli zarardır. Fakat o zararımı, üstadımın ve arkadaşlarımın hatırı için kabul ettim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu Keramet-i Gavsiye Risalesi tedricen istihraç edildiği için birkaç parça oldu ve tetimmelere inkısam etti. Gittikçe birbirini tenvir ve teyid ettikçe vuzuh peyda ediyor. İşaratın bazısında zafiyet varsa da sair arkadaşlarının ittifakından aldığı kuvvet o zaafı izale eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ cây-ı hayrettir ki o beş satırın âhirinde, her birinin mertebesini ve has bir sıfatını îma etmek suretinde on beşten fazla hizmet-i Kur’aniyedeki mühim kardeşlerimi gösteriyor. Bu risalede, Keramet-i Gavsiye münasebetiyle birkaç ehemmiyetli meseleler ve birkaç mühim hakikatler beyan edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu risaleyi herkese tavsiye etmiyorum ve izin vermiyorum. Belki safvet ve insaf ve ihlas ve hususiyeti bulunan kardeşlerime müsaade ediyorum. Hem başında olan maksatlarımı düşünerek öyle baksın. Beni, bir keramet-füruşluk vaziyetinde tasavvur etmesin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Sekizinci Lem’a’nın''' '''Fihristesinden Bir Parça''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''BİRİNCİ NÜKTE:''' Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anh, Kaside-i Ercuze’sinde اَح۟رُفُ عُج۟مٍ سُطِّرَت۟ تَس۟طٖيرًا deyip, bu zamanda ta'mim edilen ecnebi harflerine bakıp, bu cümledeki harflerin cifrî ve ebcedî rakamlarının bu zamana parmak basmalarıyla vaki cereyan-ı küfriyaneye işaret ettiği gibi hem Ercuze’sinde hem Ercuze’yi teyid ve takviye eden Kaside-i Celcelutiye’sinde sarahate yakın تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً تُقَادُ سِرَاجُ السُّر۟جِ سِرًّا تَنَوَّرَت۟ fıkrasıyla, o cereyanın karşısında vücudu ziyasıyla anlaşılan ve zulmetin pek şiddetli ve sisli, yakıcı dehşetine karşı sönmeyen ve gittikçe zulmeti yararak dünyayı ziyalandırmaya çalışan Risale-i Nur’a ve müellifine hususi iltifatını اَقِد۟ كَو۟كَبٖى بِال۟اِس۟مِ نُورًا وَبَه۟جَةً مَدَى الدَّه۟رِ وَال۟اَيَّامِ يَا نُورُ جَل۟جَلَت۟ deyip, âhir zamana kadar Risale-i Nur’un bedî’ bir surette ışık vermesini ve yanmasını dua ve niyaz eden ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın en mühim bir şakirdi ve ulûmunun birinci nâşiri olan Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anh, bidayet-i İslâm’da Kur’an’ın aleyhine açılan çok kapılara karşı mübarek ism-i a’zamı şefî tutup kahramanane ve merdane hakaik-i şeriatı ve esas-ı İslâmiyet’i muhafazaya çalıştığı gibi; âhir zamanda bütün bütün Kur’an’a muhalefet eden zındıka cereyanına karşı, aynı ism-i a’zamı şefî ve melce ve tahassungâh ittihaz edip cerh edilmez Kur’an’ın i’cazından gelen ve hâtem-i mu’cizeyi gösteren Risale-i Nur’un sönmez nuruyla ve susmaz lisanıyla şecaatkârane mukabele ve mukavemet edip, yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri kurutan zındıka nârını, ism-i a’zamın kibriyalı, azametli nuruyla ve ism-i Rahman ve Rahîm’in şefkatli ve re’fetli tecellisinden nebean eden âb-ı hayat ile söndüren ve yanan yerlerde kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine mukabil, dağlarda ve kırlarda sema yağmuru ve rahmetiyle hararete mütehammil ve şiddet-i bürudete dayanıklı çiçekleri yetiştiren Risale-i Nur’u görmesi ve şefkatkârane ve tesellidarane ve kerametkârane bakması, Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anhın makam-ı velayetinin iktiza ettiğini hakkalyakîn gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Kaside-i Celcelutiye’nin bir kerameti olan فَيَا حَامِلَ ال۟اِس۟مِ الَّذٖى جَلَّ قَد۟رُهُ dan başlayan üç dört satırda kuvvetli emare ve delilden: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Emare:''' فَيَا حَامِلَ ال۟اِس۟مِ الَّذٖى جَلَّ قَد۟رُهُ cifir ve ebcedî hesabıyla bin üç yüz elli üç senesi ki Risale-i Nur şakirdlerinin en sıkıntılı bir zamanına ve o zamanda “Sekine” tabir edilen ism-i a’zamı, yetmiş bir âyet ile yüz yetmiş bir defa daimî vird eden Risale-i Nur müellifinin isimlerine tevafuk sırrıyla parmak basması, o zamanda ism-i a’zamı hâmil Risale-i Nur müellifinin hususiyetini ve selâmetle kurtulacaklarını tebşir etmekle işaret ettiğini; lillahi’l-hamd, selâmet ile kurtulmaları, keramet-i Aleviye’yi tasdik ettiğini… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Emare:''' فَقَاتِل۟ وَلَا تَخ۟شَ وَحَارِب۟ وَلَا تَخَف۟ fıkrasıyla, Eski Harb-i Umumîye iştirak ile yara bereye ve nihayetsiz korkulara maruz kalıp, nihayet Rusya’ya esir giden hem dehşetli bir harb-i âhir zamanda mühim bir vazife ile mükellef edilip, yılandan daha zehirli akreplerin bulunduğu bir memlekete düşen ve gece gündüz yılanlarla harp eden Risale-i Nur müellifine فَقَاتِل۟ وَلَا تَخ۟شَ وَحَارِب۟ وَلَا تَخَف۟ ile iltifatını ve manevî sıyanet ve muhafaza ve imdadını haber veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Emare:''' Üç güz mevsiminde medar-ı teselli üç keramettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Gavs-ı A’zam radıyallahu anh يَا مُرٖيدٖى كُن۟ قَادِرِىَّ ال۟وَق۟تِ لِلّٰهِ مُخ۟لِصًا تَعٖيشُ سَعٖيدًا tabiriyle on beş emare-i kaviye ile </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci güzde,''' aynı mevsimde, Hazret-i Ali radıyallahu anh وَيَا مُد۟رِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ tabiriyle kuvvetli delillerle </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü güzde,''' فَيَا حَامِلَ ال۟اِس۟مِ الَّذٖى ... اِلٰى اٰخِرِ diye yine Hazret-i Ali radıyallahu anh kerametkârane Risale-i Nur müellifine bakıp Sekiz, On Sekiz, Yirmi Sekizinci Lem’alar olan risalelerin kuvvetli ve i’cazlı telifleriyle havfa düşen ve teselliye muhtaç olan Risale-i Nur şakirdlerinin altı yedi defa لَا تَخ۟شَ kelimeleriyle korkularını izale edip teşci etmeleri, Kur’an hizmetkârlarına bir ikram-ı İlahî olduğunu gösterir. Hem وَاق۟بِل۟ وَلَا تَه۟رَب۟ fıkrasının yine evvelki fıkralar gibi muhatabı Saidü’n-Nursî olduğundan “Yâ Saidü’n-Nursî! Karşıla, kaçma!” deyip teşci ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Netice:''' Dokuz “hem hem”lerin gösterdiği dokuz hakikatin, Risale-i Nur’da ve müellifinde bilfiil icrası ve bilmüşahede görünmesi hattâ düşmanlarının tasdikiyle de sabittir ki: Hazret-i Ali radıyallahu anhın Kaside-i Ercuze ve Celcelutiye’sindeki şiddetli alâkadarlığını murad ettiği bir Vâris-i Nebi ve Mukavvi-i Din ve Hâmil-i ism-i a’zam olan Risale-i Nur ve müellifi olduğu çünkü bütün dünya meydandadır ve bütün nidaları işitiyoruz; ekseriya hareketleri görüyoruz ki hak ve hakikatte yanılmayan ve Kur’an’ın hukukunu emrolunduğu gibi tevilsiz muhafazaya çalışan “Risale-i Nur”dur diye şek ve şüphesiz olarak Hazret-i Ali radıyallahu anhın muhatabı o olduğunu kat’î ispat eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâfız Ali''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (rahmetullahi aleyh) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ------ <center> [[Münâcat]] ⇐ [[Lem'alar]] | ⇒ [[Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası|Hz. Üstadın Nâşirlere Duası]] </center> ------ </div>