İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Otuz Üç Penceredir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Bir cihette Otuz Üçüncü Mektup ve bir cihette Otuz Üçüncü Söz.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سَنُرٖيهِم۟ اٰيَاتِنَا فِى ال۟اٰفَاقِ وَفٖٓى اَن۟فُسِهِم۟ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُم۟ اَنَّهُ ال۟حَقُّ اَوَلَم۟ يَك۟فِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ شَهٖيدٌ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Şu iki âyet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdaniyet-i İlahiye ve evsaf ve şuunat-ı Rabbaniyeye, âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini, mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz. Çünkü münkirler, pek ileri gittiler. “Ne vakte kadar وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ deyip elimizi kaldıracağız?” diyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Yazılan bütün otuz üç adet Sözler, o âyetin denizinden ve ifaza ettiği hakikat bahrinden otuz üç katredir. Onlara baksanız cevabınızı alabilirsiniz. Şimdilik yalnız o denizden bir katrenin reşehatına işaret nevinden şöyle deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki bir zat-ı mu’ciz-nüma, büyük bir saray yapmak istese evvela temellerini, esaslarını muntazaman hikmetle vaz’eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertip eder. Sonra menzillere, kısımlara maharetle tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertip ediyor. Sonra nukuşlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lambalarıyla tenvir ediyor. Sonra o muhteşem ve müzeyyen sarayda maharetini, ihsanatını tecdid etmek için her bir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra her bir menzilde kendi makamına merbut bir telefon rabtedip, birer pencere açarak her birinden onun makamı görünür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen öyle de وَ لِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى Sâni’-i Zülcelal, Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem ve bin bir esma-yı kudsiye ile müsemma Fâtır-ı Bîmisal, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti. Altı günde o sarayın, o şecerenin esasatını desatir-i hikmet ve kavanin-i ilm-i ezelîsi ile vaz’etti. Sonra ulvi ve süflî tabakata ve dallara ayırıp kaza ve kader desatiri ile tafsil ve tasvir etti. Sonra her mahlukatın her taifesini ve her tabakasını sun’ ve inayet düsturu ile tanzim etti. Sonra her şeyi, her bir âlemi ona lâyık bir tarzda, mesela semayı yıldızlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi süslendirip tezyin etti. Sonra o kavanin-i külliye ve desatir-i umumiye meydanlarında esmalarını tecelli ettirip tenvir etti. Sonra bu kanun-u küllînin tazyikinden feryat eden fertlere Rahman-ı Rahîm isimlerini hususi bir surette imdada yetiştirdi. Demek, o küllî ve umumî desatiri içinde hususi ihsanatı, hususi imdatları, hususi cilveleri var ki her şey her vakit her hâceti için ondan istimdad eder, ona bakabilir. Sonra her menzilden her tabakadan her âlemden her taifeden her fertten her şeyden kendini gösterecek yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalp içinde bir telefon bırakmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi şu hadsiz pencerelerden elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişmeyeceğiz. Onları ilm-i muhit-i İlahîye havale edip, yalnız âyât-ı Kur’aniyenin lemaatı olan otuz üç pencereyi Otuz Üçüncü Söz’ün Otuz Üçüncü Mektup’unun namazdan sonraki tesbihatın otuz üç aded-i mübareğine muvafık olmak için '''otuz üç pencere'''ye icmalî ve muhtasar bir surette işaret edip, izahını sair Sözlere havale ederiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Birinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bilmüşahede görüyoruz ki bütün eşya, hususan zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcatı ve pek çok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları, o hâcetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasip ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak! Zâhirî ve bâtınî hâsselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib’e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi heyet-i mecmuasıyla güneşin ziyası, güneşi gösterdiği gibi o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcibü’l-vücud’u, bir Vâhid-i Ehad’i hem gayet Kerîm, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir unvanları içinde akla gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz, camid esbabla mı izah edebilirsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == İkinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki mesela, her bir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden her birisine karşı birer alâmet-i farika, o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla kemal-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder. Her bir yüz, yüzer cihetle bir Sâni’-i Hakîm’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlık’ına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklit olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Üçüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zeminin yüzünde dört yüz bin muhtelif taifeden (Hâşiye<ref>Hâşiye: Hattâ o taifelerden bir kısım var ki bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem’den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.</ref>) ibaret olan bütün hayvanat ve nebatat envaının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silahları, libasları, talimatları, terhisatları kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki hiçbir şüphe kabul etmez, güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad’dir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın. Çünkü şu birbiri içinde girift olan envaları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Halbuki فَار۟جِعِ ال۟بَصَرَ هَل۟ تَرٰى مِن۟ فُطُورٍ sırrıyla hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Dördüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ı ıztırarî ile bütün muztarlar tarafından edilen duaların makbuliyetidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu nihayetsiz duaların bilmüşahede kabul ve icabeti, her biri vücuba ve vahdete şehadet ve işaret ettikleri gibi mecmuu büyük bir mikyasta bilbedahe bir Hâlık-ı Rahîm ve Kerîm ve Mücîb’e delâlet eder ve baktırır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Beşinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Görüyoruz ki eşya, hususan zîhayat olanlar, def’î gibi âni bir zamanda vücuda gelir. Halbuki def’î ve âni bir surette basit bir maddeden çıkan şeyler, gayet basit, şekilsiz, sanatsız olması lâzım gelirken; çok maharete muhtaç bir hüsn-ü sanatta, çok zamana muhtaç ihtimamkârane nakışlarla münakkaş, çok âlâta muhtaç acib sanatlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir surette halk olunuyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu def’î ve âni bir surette bu hârika sanat ve güzel heyet, her biri bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdet-i rububiyetine işaret ettikleri gibi mecmuu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcibü’l-vücud’u gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi ey sersem münkir! Haydi bunu ne ile izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut hadsiz derece hata ederek o Sâni’-i Mukaddes’e “tabiat” ismini verip onun mu’cizat-ı kudretini, o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip bin derece muhali birden irtikâb etmek mi istersin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Altıncı Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّ فٖى خَل۟قِ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاخ۟تِلَافِ الَّي۟لِ وَالنَّهَارِ وَال۟فُل۟كِ الَّتٖى تَج۟رٖى فِى ال۟بَح۟رِ بِمَا يَن۟فَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَن۟زَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِن۟ مَٓاءٍ فَاَح۟يَا بِهِ ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِن۟ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَص۟رٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ ال۟مُسَخَّرِ بَي۟نَ السَّمَٓاءِ وَال۟اَر۟ضِ لَاٰيَاتٍ لِقَو۟مٍ يَع۟قِلُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi bir ism-i a’zamı gösteren gayet büyük bir penceredir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki kâinatın ulvi ve süflî tabakatındaki bütün âlemler ayrı ayrı lisanla bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni’-i Hakîm’in rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl göklerde (hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi) gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelal’in vücud ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de zeminde bilmüşahede (hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla) gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar dahi aynı o Kadîr-i Zülcelal’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl berrde ve bahirde kemal-i rahmet ile rızıkları verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif şekiller giydirilen ve kemal-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelal’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet geniş bir mikyasta azamet-i uluhiyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de bağlardaki muntazam nebatat ve nebatatın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni’-i Hakîm’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl cevv-i semadaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faydalar ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücubunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hâsiyetleriyle beraber ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, her biri bir Sâni’-i Hakîm’in vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârane mevzun hareketleri, yapraklar adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri, her biri ferden ferdâ yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini ve cemal-i sanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de bütün hayvanî cesetlerde kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki cihazatları sayısınca yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret ettikleri gibi heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl bütün kalplere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-i Rahîm’in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de gözlere kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan şuâat-ı ayniye gibi zâhirî ve bâtınî bütün duyguların, ayrı ayrı âlemlere her biri birer anahtar olmaları, yine o Sâni’-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzak-ı Kerîm’in vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemal-i rububiyetini güneş gibi gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i a’zam açılıyor ki on iki renkli bir ziya-yı hakikat ile Cenab-ı Hakk’ın ehadiyetini ve vahdaniyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey bedbaht münkir! Şu daire-i arz kadar, belki medar-ı senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi ne ile kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru ne ile söndürebilirsin ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yedinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinat yüzünde serpilen masnuatın kemal-i intizamları ve kemal-i mevzuniyetleri ve kemal-i ziynetleri ve icadlarının suhuleti ve birbirine benzemeleri ve bir tek fıtrat izhar etmeleri, nasıl ki bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gayet geniş bir mikyasta gösteriyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de camid ve basit unsurlardan, hadsiz ve ayrı ayrı ve muntazam mürekkebatın icadı, mürekkebat adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir tarzda kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Terkibat-ı mevcudat tabir edilen terkip ve tahlil hengâmındaki teceddüdde nihayet derecede ihtilat ve karışma içinde nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik ile mesela, topraktaki tohumların ve köklerin çok karışık olduğu halde hiç şaşırmayarak bir surette sümbüllerini ve vücudlarını temyiz ve tefrik etmek ve ağaçlara giren karışık maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrat-ı bedene karışık bir surette giden gıdaî maddeleri kemal-i hikmetle ve kemal-i mizanla ayırıp tefrik etmek, yine o Hakîm-i Mutlak ve o Alîm-i Mutlak ve o Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zerreler âlemini hadsiz ve geniş bir tarla hükmüne getirip, her dakikada kemal-i hikmetle ekip biçip, yeni yeni kâinatlar mahsulatını ondan almak ve o camide, âcize, cahile olan zerrata gayet şuurkârane ve gayet hakîmane ve muktedirane hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadîr-i Zülcelal’in ve o Sâni’-i Zülkemal’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve azamet-i rububiyetini ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu dört yol ile büyük bir pencere marifetullaha açılır. Ve büyük bir mikyasta bir Sâni’-i Hakîm’i akla gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi ey bedbaht gafil! Şu halde onu görmek ve tanımak istemezsen aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Sekizinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nev-i beşerdeki bütün ervah-ı neyyire ashabı olan enbiyalar aleyhimüsselâm, bâhir ve zâhir mu’cizatlarına istinad ederek ve bütün kulûb-ü münevvere aktabı olan evliyalar, keşif ve kerametlerine itimat ederek ve bütün ukûl-ü nuraniye erbabı olan asfiyalar, tahkikatlarına istinad ederek bir tek Vâhid-i Ehad, Vâcibü’l-vücud, Hâlık-ı külli şey’in vücub-u vücuduna ve vahdetine ve kemal-i rububiyetine şehadetleri, pek büyük ve nurani bir penceredir. Hem her vakit o makam-ı rububiyeti göstermektedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey bîçare münkir! Kime güveniyorsun ki bunları dinlemiyorsun? Veyahut gündüz içinde gözünü kapamakla, dünyayı gece mi oldu zannediyorsun? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Dokuzuncu Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kâinattaki ibadat-ı umumiye, bilbedahe bir Mabud-u Mutlak’ı gösteriyor. Evet, âlem-i ervaha ve bâtına giden ve ruhanî ve meleklerle görüşen zatların şehadetleriyle sabit olan umum ruhanî ve melâikelerin kemal-i imtisal ile ubudiyetleri ve bilmüşahede bütün zîhayatların kemal-i intizamla ubudiyetkârane vazifeler görmeleri ve bilmüşahede anâsır gibi bütün cemadatın kemal-i itaatle ubudiyetkârane hizmetleri, bir Mabud-u Bi’l-hakk’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini gösterdiği gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Her bir taifesi icma ve tevatür kuvvetini taşıyan bütün âriflerin hakikatli marifetleri, bütün şâkirler taifesinin semeredar şükürleri ve bütün zâkirlerin feyizli zikirleri ve bütün hâmidlerin nimet artıran hamdleri ve bütün muvahhidlerin bürhanlı tevhidleri ve tavsifleri ve bütün muhiblerin hakiki muhabbet ve aşkları ve bütün müridlerin sadık irade ve rağbetleri ve bütün münîblerin ciddi talep ve inabeleri, yine Maruf, Mezkûr, Meşkûr, Mahmud, Vâhid, Mahbub, Mergub, Maksud olan o Mabud-u Ezelî’nin vücub-u vücudunu ve kemal-i rububiyetini ve vahdetini gösterdiği gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kâmil insanlardaki bütün makbul ibadatın ve o makbul ibadatın neticesinden hasıl olan füyuzat ve münâcat, müşahedat ve keşfiyat, yine o Mevcud-u Lemyezel ve o Mabud-u Lâyezal’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu üç cihette ziyadar büyük bir pencere, vahdaniyete açılır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Onuncu Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَاَن۟زَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخ۟رَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِز۟قًا لَكُم۟ وَسَخَّرَ لَكُمُ ال۟فُل۟كَ لِتَج۟رِىَ فِى ال۟بَح۟رِ بِاَم۟رِهٖ وَسَخَّرَ لَكُمُ ال۟اَن۟هَارَ وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّم۟سَ وَال۟قَمَرَ دَٓائِبَي۟نِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّي۟لَ وَالنَّهَارَ وَاٰتٰيكُم۟ مِن۟ كُلِّ مَا سَاَل۟تُمُوهُ وَاِن۟ تَعُدُّوا نِع۟مَتَ اللّٰهِ لَا تُح۟صُوهَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinattaki mevcudatın birbirine teavünü, tecavübü, tesanüdü gösterir ki umum mahlukat; bir tek Mürebbi’nin terbiyesindedirler, bir tek Müdebbir’in idaresindedirler, bir tek Mutasarrıf’ın taht-ı tasarrufundadırlar, bir tek Seyyid’in hizmetkârlarıdırlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü zemindeki zîhayatlara levazımat-ı hayatiyeyi emr-i Rabbanî ile pişiren güneşten ve takvimcilik eden kamerden tut tâ ziya, hava, mâ, gıdanın zîhayatların imdadına koşmalarına ve nebatatın dahi hayvanatın imdadına koşmalarına ve hayvanat dahi insanların imdadına koşmalarına, hattâ aza-yı bedenin birbirinin muavenetine koşmalarına ve hattâ gıda zerratının hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına koşmalarına kadar cari olan bir düstur-u teavün ile camid ve şuursuz olan o mevcudat-ı müteavine, bir kanun-u kerem, bir namus-u şefkat, bir düstur-u rahmet altında gayet hakîmane, kerîmane birbirine yardım etmek, birbirinin sadâ-yı hâcetine cevap vermek, birbirini takviye etmek, elbette bilbedahe bir tek, yekta, Vâhid-i Ehad, Ferd-i Samed, Kadîr-i Mutlak, Alîm-i Mutlak, Rahîm-i Mutlak, Kerîm-i Mutlak bir Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un hizmetkârları ve memurları ve masnuları olduklarını gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey bîçare müflis felsefî! Bu muazzam pencereye ne diyorsun? Senin tesadüfün buna karışabilir mi? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Birinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün ervah ve kulûbün dalaletten neş’et eden ızdırabat ve keşmekeş ve ızdırabattan neş’et eden manevî elemlerden kurtulmaları, bir tek Hâlık’ı tanımakla olur. Bütün mevcudatı, bir tek Sâni’e vermekle necat buluyorlar. Bir tek Allah’ın zikriyle mutmain olurlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü hadsiz mevcudat bir tek zata verilmezse (Yirmi İkinci Söz’de kat’î ispat edildiği gibi) o zaman her bir tek şeyi, hadsiz esbaba isnad etmek lâzım gelir ki o halde bir tek şeyin vücudu, umum mevcudat kadar müşkül olur. Çünkü Allah’a verse hadsiz eşyayı bir zata verir. Ona vermezse her bir şeyi hadsiz esbaba vermek lâzım gelir. O vakit bir meyve, kâinat kadar müşkülat peyda eder, belki daha ziyade müşkül olur. Çünkü nasıl bir nefer yüz muhtelif adamın idaresine verilse yüz müşkülat olur. Ve yüz nefer, bir zabitin idaresine verilse bir nefer hükmünde kolay olur. Öyle de çok muhtelif esbabın bir tek şeyin icadında ittifakları, yüz derece müşkülatlı olur. Ve pek çok eşyanın icadı, bir tek zata verilse yüz derece kolay olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte mahiyet-i insaniyedeki merak ve taleb-i hakikat cihetinden gelen nihayetsiz ızdıraptan kurtaracak yalnız tevhid-i Hâlık ve marifet-i İlahiyedir. Madem küfürde ve şirkte nihayetsiz müşkülat ve ızdırabat var. Elbette o yol muhaldir, hakikati yoktur. Madem tevhidde, mevcudatın yaratılışındaki suhulete ve kesrete ve hüsn-ü sanata muvafık olarak nihayetsiz suhulet ve kolaylık var. Elbette o yol vâcibdir, hakikattir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey bedbaht ehl-i dalalet! Bak, dalalet yolu ne kadar karanlıklı ve elemli! Ne zorun var ki oradan gidiyorsun? Hem bak, iman ve tevhid yolu ne kadar kolay ve safalı! Oraya gir, kurtul. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On İkinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سَبِّحِ اس۟مَ رَبِّكَ ال۟اَع۟لٰى اَلَّذٖى خَلَقَ فَسَوّٰى وَالَّذٖى قَدَّرَ فَهَدٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> sırrınca umum eşyada hususan zîhayat masnularda hikmetli bir kalıptan çıkmış gibi her şeye bir miktar-ı muntazam ve bir suret, hikmetle verildiği ve o suret ve o miktarda maslahatlar ve faydalar için eğri büğrü hudutlar bulunması… Hem müddet-i hayatlarında değiştirdikleri suret-i libasları ve miktarları yine hikmetlere, maslahatlara muvafık bir tarzda mukadderat-ı hayatiyeden terkip edilen manevî ve muntazam birer suret, birer miktar bulunması, bilbedahe gösterir ki bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Hakîm-i Zülkemal’in kader dairesinde suretleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgâhında vücudları verilen o hadsiz masnuat, o zatın vücub-u vücuduna delâlet ve vahdetine ve kemal-i kudretine hadsiz lisan ile şehadet ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sen kendi cismine ve azalarına ve onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faydalarına bak. Kemal-i hikmet içinde kemal-i kudreti gör. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Üçüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> sırrınca her şey, lisan-ı mahsusuyla Hâlık’ını yâd eder, takdis eder. Evet, bütün mevcudatın lisan-ı hal ve kāl ile ettiği tesbihat, bir tek Zat-ı Mukaddes’in vücudunu gösteriyor. Evet, fıtratın şehadeti reddedilmez. Delâlet-i hal ise hususan çok cihetlerle gelse şüphe getirmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bak hadsiz fıtrî şehadeti tazammun eden ve nihayetsiz tarzlarda lisan-ı hal ile delâlet eden ve mütedâhil daireler gibi bir tek merkeze bakan şu mevcudatın muntazam suretleri, her biri birer dildir. Ve mevzun heyetleri, her biri birer lisan-ı şehadettir. Ve mükemmel hayatları, her biri birer lisan-ı tesbihtir ki Yirmi Dördüncü Söz’de kat’î ispat edildiği gibi o bütün diller ile pek zâhir bir surette tesbihatları ve tahiyyatları ve bir tek mukaddes zata şehadetleri, ziya güneşi gösterdiği gibi bir Zat-ı Vâcibü’l-vücud’u gösterir ve kemal-i uluhiyetine delâlet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Dördüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ مَن۟ بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا عِن۟دَنَا خَزَٓائِنُهُ مَا مِن۟ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبّٖى عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ حَفٖيظٌ sırlarınca her şey, her şeyinde ve her şe’ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal’e muhtaçtır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Mesela, nebatatın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var, kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaalı servet ve gınaları gibi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem cümud-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor, anâsır-ı camidenin zîhayat maddelere inkılabı gibi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahüratı görünüyor, zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin harekâtında nizamat-ı âleme ve mesalih-i hayata ve metalib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârane vaziyetleri gibi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu acz içindeki kudret ve zaaf içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuur, bilbedahe ve bizzarure bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zatın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar. Heyet-i mecmuasıyla büyük bir mikyasta bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlahiyeyi tanımazsan her bir şeye, hattâ her bir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, her şeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Beşinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَّذٖٓى اَح۟سَنَ كُلَّ شَى۟ءٍ خَلَقَهُ sırrınca her şeye, o şeyin kabiliyet-i mahiyetine göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü sanat ile tertip edilip en kısa yolda, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekilde (mesela, kuşların elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalarına ve istimal etmelerine bak) hem israfsız, hikmetli bir tarzda vücud vermek, suret giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve bir Kadîr-i Alîm-i Mutlak’a işaret ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Altıncı Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Rûy-i zeminde mevsim be-mevsim tazelenen mahlukatın icad ve tedbirlerindeki intizamat ve tanzimat, bilbedahe bir hikmet-i âmmeyi gösterir. Sıfat, mevsufsuz olmadığından elbette o hikmet-i âmme, bizzarure bir Hakîm’i gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o perde-i hikmet içinde hârika tezyinat, bilbedahe bir inayet-i tammeyi gösterir. Ve o inayet-i tamme, bizzarure inayetkâr bir Hâlık-ı Kerîm’i gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve o perde-i inayette umuma şâmil bir taltifat ve ihsanat, bilbedahe bir rahmet-i vâsiayı gösterir. Ve o rahmet-i vâsia, bizzarure bir Rahman-ı Rahîm’i gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve o perde-i rahmet üstünde dahi bütün rızka muhtaç zîhayatların lâyık ve mükemmel bir tarzda iaşeleri ve irzakları, bilbedahe terbiyekârane bir rezzakıyet ve şefkatkârane bir rububiyeti gösterir. Ve o terbiye ve idare, bizzarure bir Rezzak-ı Kerîm’i gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, zeminin yüzünde kemal-i hikmetle terbiye edilen ve kemal-i inayetle tezyin edilen ve kemal-i rahmetle taltif edilen ve kemal-i şefkatle iaşe edilen bütün mahlukat, birer birer bir Sâni’-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak’ın vücubuna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi yeryüzünün mecmuunda tezahür eden ve umumunda görülen ve kasd ve iradeyi bilbedahe gösteren hikmet-i âmme; ve hikmeti dahi tazammun eden umum masnuata şâmil inayet-i tamme; ve inayet ve hikmeti tazammun eden ve umum mevcudat-ı arziyeye şâmil olan rahmet-i vâsia; ve rahmet ve hikmet ve inayeti de tazammun eden umum zîhayata şâmil bir surette ve gayet kerîmane bir tarzda olan rızık ve iaşe-i umumiyeyi birden nazara al, bak. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki elvan-ı seb’a, ziyayı teşkil eder. Ve yeryüzünü tenvir eden o ziya, nasıl şüphesiz güneşi gösterir. Öyle de o hikmet içindeki inayet ve inayet içindeki rahmet ve rahmet içindeki iaşe-i rızkî, nihayet derecede Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak bir Vâcibü’l-vücud’un vahdetini ve kemal-i rububiyetini büyük bir mikyasta, yüksek bir derecede, parlak bir surette gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey sersem münkir-i gafil! Göz önündeki bu hakîmane, kerîmane, rahîmane, rezzakane terbiyeti ve bu acib ve hârika ve mu’cize keyfiyeti ne ile izah edebilirsin? Senin gibi serseri tesadüfle mi? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi sağır tabiatla mı? Ve senin gibi âciz, camid, cahil esbabla mı? Yoksa nihayetsiz derecede mukaddes, münezzeh ve müberra, muallâ ve nihayetsiz derecede Kadîr, Alîm, Semî’, Basîr olan Zat-ı Zülcelal’e nihayetsiz derecede âciz, cahil, sağır, kör, mümkin, miskin olan “tabiat” namını verip nihayetsiz hata işlemek mi istersin? Hem güneş gibi parlak şu hakikati, hangi kuvvet ile söndürebilirsin? Hangi perde-i gaflet altında saklayabilirsin? </div> <span id="On_Yedinci_Pencere"></span> == Το Δεκατο Εβδομο Παραθυρο == اِنَّ فِى السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ لَاٰيَاتٍ لِل۟مُؤ۟مِنٖينَ (Πράγματι στους ουρανούς και στη γη υπάρχουν σημεία για αυτούς που πιστεύουν. Κουράν, Ελ-Τζάσιε, 45:3) Παρατηρούμε το πρόσωπο της γης το καλοκαίρι και αντιλαμβανόμαστε ότι μια ολοκληρωτική αρμονία και τάξη φανερώνεται σε μια απόλυτη μεγαλοδωρία και ελευθεριότητα, οι οποίες λογικά καθιστούν αναγκαία τη σύγχυση και την αναστάτωση. Προσέξτε όλα τα φυτά που κοσμούν το πρόσωπο της γης! Και η απόλυτη σπουδή στη δημιουργία των πραγμάτων, η οποία καθιστά αναγκαία την αστάθεια και την αταξία, είναι έκδηλη μέσα από ένα τέλειο ισοζύγιο. Να! Προσέξτε τους καρπούς που στολίζουν το πρόσωπο της γης! Και μια απόλυτη πολλαπλότητα, η οποία καθιστά αναγκαία την ασημαντότητα, μάλιστα δε, την ασχήμια, είναι εμφανής μέσα από ένα κάλλος τέχνης. Προσέξτε όλα τα άνθη που λαμπρύνουν το πρόσωπο της γης! Και η απόλυτη ευκολία στη δημιουργία των πραγμάτων, η οποία καθιστά αναγκαία την έλλειψη τέχνης και λιτότητας, παρατηρείται μέσα από μια άπειρη καλλιτεχνία και δεξιοτεχνία και φροντίδα. Κοιτάξτε προσεκτικά όλους τους σπόρους, οι οποίοι είναι σαν μικροσκοπικά κιβώτια και σαν προγράμματα των στελεχών των φυτών και των δέντρων, και τις μικρές θήκες που περιέχουν τις ιστορίες της ζωής τους! Και οι μεγάλες αποστάσεις, οι οποίες καθιστούν αναγκαία την ανομοιότητα και το διαφορισμό, εμφανίζονται μέσα από μια συμφωνία αναλογιών και ομοιομορφία. Προσέξτε όλες τις ποικιλίες των κόκκων των δημητριακών που είναι σπαρμένα σε κάθε μέρος της γης! Και η ολοκληρωτική σύμμειξη, η οποία καθιστά αναγκαία τη σύγχυση και την ανακατωσούρα, αντιθέτως γίνεται κατανοητή μέσα από μια απόλυτη διαφοροποίηση και χωρισμό. Συλλογιστείτε την απόλυτη διαφοροποίηση των σπόρων όταν εκβλαστάνουν, παρόλο που ρίχνονται στο χώμα όλοι μαζί ανακατωμένοι και μοιάζουν όλοι μεταξύ τους όσον αφορά την ουσία τους, και τις ποικίλες ουσίες οι οποίες εισδύουν στα δέντρα ξεχωρίζονται τέλεια για τα φύλλα, τα άνθη και τους καρπούς, και τις τροφές που εισέρχονται στο στομάχι ανακατεμένες όλες μαζί ξεχωρίζονται τέλεια ανάλογα με τα διάφορα μέλη και κύτταρα του σώματος. Παρατηρείστε την απόλυτη δύναμη μέσα στην απόλυτη σοφία! Και η μεγάλη αφθονία και άπειρη πλησμονή, οι οποίες καθιστούν αναγκαία την ασημαντότητα και την αναξιότητα, γίνονται αντιληπτές ως πλέον βαρύτιμες και πολύτιμες αναφορικά προς τα δημιουργήματα και την καλλιτεχνία στο πρόσωπο της γης. Μέσα από αυτά τα αναρίθμητα θαύματα της τέχνης, συλλογιστείτε μόνο τις ποικιλίες μούρων, αυτές τις κατασκευές της Θείας Δυνάμεως, επάνω στο τραπέζι του Ενός Πολυεύσπλαχνου Αλλάχ(Rahman) πάνω στο πρόσωπο της γης! Παρατηρείστε το απόλυτο έλεος μέσα στην απόλυτη τέχνη! Κατά αυτόν τον τρόπο, όπως ακριβώς η ημέρα φανερώνει το φως, και το φως τον ήλιο, την μεγάλη αξία (που υπάρχει τριγύρω μας) μαζί με την απόλυτη πλησμονή· και η απεριόριστη σύμμειξη και ανάμιξη μαζί με τον ανώτατο βαθμό διαφοροποίησης και χωρισμού μέσα από την απόλυτη πλησμονή· και η μεγάλη απόσταση μαζί με τον ανώτατο βαθμό ομοιομορφίας και ομοιότητας μέσα από την απεριόριστη διαφοροποίηση και χωρισμό· και η άπειρη άνεση και ευκολία μαζί με την άπειρη φροντίδα στη κατασκευή μέσα από τον ανώτατο βαθμό ομοιότητος· και η απόλυτη σπουδή και ταχύτητα μαζί με το ολοκληρωτικό ισοζύγιο και ισορροπία και έλλειψη σπατάλης μέσα από το πλέον εύμορφο γίγνεσθαι· και η άπειρη αφθονία και πολλαπλότητα μαζί με τον ύψιστο βαθμό του κάλλους της τέχνης μέσα από την παντελή έλλειψη σπατάλης· και η έσχατη μεγαλοδωρία μαζί με την απόλυτη τάξη μέσα από τον ύψιστο βαθμό κάλλους τέχνης, όλα μαρτυρούν στην απαραίτητη ύπαρξη, απόλυτη δύναμη, υπέροχη κυριότητα(Rubûbiyyet) και ενότητα (Vahdâniyyet) και ενάδα (Ehadiyyet) ενός Παντοδύναμου Αλλάχ της Δόξης (Kadîr-i Zülcelâl), ενός Πάνσοφου Αλλάχ της Τελειότητος (Hakîm-i Zülkemâl), ενός Πανοικτίρμονος και Περικαλλούς Αλλάχ (Rahîm-i Zülcemâl), και αποκαλύπτουν με αυτόν τον τρόπο το μυστήριο του εδαφίου: لَهُالْاَسْمَٓاءُالْحُسْنٰى (Δικά Του είναι τα Πλέον Υπέροχα Ονόματα. Κουράν, Τα-Χα, 20:8) Τώρα λοιπόν, αδαή, άφρονα, πείσμωνα εσύ φουκαρά! Με τι μπορείς να ερμηνεύσεις τη μέγιστη αυτή αλήθεια; Με τι μπορείς να εξηγήσεις αυτήν την άπειρα θαυματουργική και αξιοθαύμαστη κατάσταση πραγμάτων; Σε τι μπορείς να αποδώσεις αυτά τα πραγματικά ασυνήθιστα καλλιτεχνήματα; Ποιό πέπλο αφροσύνης μπορείς να τραβήξεις ως την άλλη πλευρά αυτού του αχανούς όσο η γη παραθύρου, ώστε να το κλείσεις; Πού βρίσκεται η συγκυρία και η σύμπτωση σου, ο ανεπίγνωστός σου σύντροφος πάνω στον οποίο βασίζεσαι και αποκαλείς «φύση» φίλο και υποστηρικτή σου στην πλάνη; Είναι ολοκληρωτικά αδύνατο η συγκυρία και η σύμπτωση να επέμβουν σε αυτά τα θέματα, δεν είναι; Και να αποδοθεί στη «φύση» ένα χιλιοστό εξ’ αυτών είναι αδύνατο χίλιες φορές περισσότερο, δεν είναι; Ή μήπως η άψυχη, ανίκανη φύση έχει άϋλες μηχανές και τυπογραφικά πιεστήρια μέσα σε κάθε ένα ξεχωριστό πράγμα, φτιαγμένο από το καθένα (από αυτά), και ως προς τον αριθμό του καθενός (πράγματος); <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Sekizinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَوَلَم۟ يَن۟ظُرُوا فٖى مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi İkinci Söz’de izah edilen şu temsile bak ki nasıl mükemmel, muntazam, sanatlı, saray gibi bir eser, bilbedahe muntazam bir fiile delâlet eder. Yani bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger unvanları, bilbedahe mükemmel bir sıfata, yani sanat melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i sanat, bilbedahe mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise âlî bir ruh ve yüksek bir zatın vücuduna delâlet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de zeminin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddid eserler, bilbedahe gayet derece-i kemalde bulunan ef’ali gösteriyor. Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dairesindeki ef’al, bilbedahe unvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünkü muntazam, hakîmane fiiller, fâilsiz olmadığı kat’iyen malûm. Ve son derece mükemmel unvanlar, o fâilin son derece kemaldeki sıfatlarına delâlet eder. Çünkü fenn-i sarfça nasıl ism-i fâil masdardan yapılır. Öyle de unvanların ve isimlerin dahi masdarları ve menşeleri, sıfatlardır. Ve son derece-i kemalde sıfatlar, şüphesiz son derece mükemmel olan şuunat-ı zatiyeye delâlet eder. Ve kabiliyet-i zatiye (tabir edemediğimiz) o mükemmel şuun-u zatiye, bihakkalyakîn hadsiz derece-i kemalde olan bir zata delâlet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bütün âlemdeki âsâr-ı sanat ve bütün mahlukat, her biri birer eser-i mükemmel olduğundan, her biri bir fiile ve fiil ise isme, isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zata şehadet ettikleri için; masnuat adedince bir tek Sâni’-i Zülcelal’in vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir bürhan-ı hakikattir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi ey bîçare münkir-i gafil! Silsile-i kâinat kadar kuvvetli şu bürhanı ne ile kırabilirsin? Şu masnuat adedince hakikatin şuâını gösteren hadsiz delikli ve kafesli şu pencereyi ne ile kapatabilirsin? Hangi perde-i gafleti üstüne çekebilirsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == On Dokuzuncu Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّب۟عُ وَال۟اَر۟ضُ وَمَن۟ فٖيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sırrınca Sâni’-i Zülcelal, semavatın ecramına o kadar hikmetler, manalar takmış ki güya celal ve cemalini ifade etmek için semavatı güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle söylettirdiği gibi; cevv-i semada dahi olan mevcudata öyle hikmetler ve manalar ve maksatlar takmış ki güya o cevv-i semayı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor. Ve kemal-i hikmet ve cemal-i rahmetini ders veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve nasıl zemin kafasını, hayvanat ve nebatat denilen manidar kelimeleriyle söyleştirip kemalât-ı sanatını kâinata gösteriyor. Öyle de o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip yine kemal-i sanatını ve cemal-i rahmetini ilan ediyor. Ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup dekaik-ı sanatını ve kemal-i rububiyetini ehl-i şuura talim ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu hadsiz kelimat-ı tesbihiye içinde yalnız tek bir sümbül ve tek bir çiçeğin tarz-ı ifadesine kulak verip dinleyeceğiz. Nasıl şehadet eder, bileceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet her bir nebat, her bir ağaç, pek çok lisan ile Sâni’lerini öyle gösteriyorlar ki ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara “Sübhanallah! Ne kadar güzel şehadet ediyor!” dedirtirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, her bir nebatın çiçek açması zamanında ve sümbül vermesi anında, tebessümkârane manevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü her bir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimatıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise maharet-i sanatı gösteren bir nakş-ı sanat içindedir. Ve o nakş-ı sanat, lütuf ve keremi gösteren bir ziynet içindedir. Ve o ziynet dahi rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu manidar keyfiyetler, öyle bir lisan-ı şehadettir ki hem Sâni’-i Zülcemal’ini esmasıyla tarif eder hem evsafıyla tavsif eder hem cilve-i esmasını tefsir eder hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bir tek çiçekten böyle bir şehadet işitsen, acaba zemin yüzündeki Rabbanî bağlarda umum çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Sâni’-i Zülcelal’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ilan ettiklerini işitsen, hiç şüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa sana insan ve zîşuur denilebilir mi? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gel, şimdi bir ağaca dikkatle bak! İşte bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi nesîmin esmesiyle oynaması içindeki latîf ağzını gör. Nasıl bir dest-i kerem ile yeşillenen yaprakların dili ile ve bir neşe-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisanıyla ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatı ile ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli sanatlar, nakışlar ve maharetli nakışlar ve ziynetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatlı tatmaklar ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu’cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zâhir bir surette bir Sâni’-i Hakîm, Kerîm, Rahîm, Muhsin, Mün’im, Mücemmil, Mufaddıl’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte eğer bütün rûy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden dinleyebilsen يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى ال۟اَر۟ضِ hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerîm-i Zülcemal, tanımak istenilmezse bu lisanları susturmalı. Mademki susturulmaz, dinlemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkûm ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirminci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Hâşiye<ref>Haşiye: Şu Yirminci Pencerenin hakikati, bir zaman Arabî bir surette şöyle kalbe gelmişti:<br> تَلَئْـُلأُ الضِّيَاۤءِ مِنْ تَنْوِيرِكَ تَشْهِيرِكَ - تَمَوُّجُ اْلاِعْصَارِ مِنْ تَصْرِيفِكَ تَوْظِيفِكَ <br> سُبْحَانَكَ مَاۤ اَعْظَمَ سُلْطَانَكَ - تَفَجُّرُ اْلأَنْهَارِ مِنْ تَدْخِيرِكَ تَسْخِيرِكَ <br> تَزَيُّنُ اْلأَحْجَارِ مِنْ تَدْبِيرِكَ تَصْوِيرِكَ - سُبْحَانَكَ مَاۤ أَبْدَعَ حِكْمَتَكَ <br> تَبَسُّمُ اْلأَزْهَارِ مِنْ تَزْيِينِكَ تَحْسِينِكَ - تَبَرُّجُ اْلأَثْمَارِ مِنْ اِنْعَامِكَ اِكْرَامِكَ <br> سُبْحَانَكَ مَاۤ اَحْسَنَ صَنْعَتَكَ - تَسَجُّعُ اْلأَطْيَارِ مِنْ اِنْطَاقِكَ اِرْفَاقِكَ <br> تَهَزُّجُ اْلأَمْطَارِ مِنْ اِنْزَالِكَ اِفْضَالِكَ - سَبْحَانَكَ مَاۤ اَوْسَعَ رَحْمَتَكَ <br> تَحَرُّكُ اْلأَقْمَارِ مِنْ تَقْدِيرِكَ تَدْبِيرِكَ تَدْوِيرِكَ تَنْوِيرِكَ <br> سُبْحَانَكَ مَاۤ أَنْوَرَ بُرْهَانَكَ وأَبْهَرَ سُلْطَانَكَ</ref>) فَسُب۟حَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَى۟ءٍ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا عِن۟دَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَع۟لُومٍ وَ اَر۟سَل۟نَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَن۟زَل۟نَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَس۟قَي۟نَاكُمُوهُ وَ مَٓا اَن۟تُم۟ لَهُ بِخَازِنٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl cüz’iyat ve neticelerde ve teferruatta kemal-i hikmet ve cemal-i sanat görünüyor. Öyle de tesadüfî ve karışık tevehhüm edilen küllî unsurların, büyük mahlukatın zâhiren karışık vaziyetleri dahi bir hikmet ve sanat ile vaziyetler alıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ziyanın parlaması, sair hikmetli hidematının delâletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlahiyeyi izn-i Rabbanî ile teşhir ve ilan etmektir. Demek, bir Sâni’-i Hakîm tarafından ziya istihdam ediliyor. Çarşı-yı âlem sergilerindeki antika sanatlarını onun ile irae ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi rüzgârlara bak ki sair hakîmane, kerîmane faydalarının ve vazifelerinin şehadetiyle gayet mühim ve kesretli vazifelere koşuyorlar. Demek, o dalgalanmak bir Sâni’-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir tasriftir, bir kullanmaktır. Dalgalanmaları ise emr-i Rabbanînin çabuk yerine getirilmesine süratle çalışmaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara… Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir. Çünkü onlara terettüp eden âsâr-ı rahmet olan faydaların ve semerelerin şehadetiyle ve dağlarda bir mizan-ı hâcetle iddiharlarının ifadesiyle ve bir mizan-ı hikmetle gönderilmelerinin delâletiyle gösteriliyor ki bir Rabb-i Hakîm’in teshiriyle ve iddiharıyladır. Ve kaynamaları ise onun emrine heyecanla imtisal etmeleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi yerdeki bütün taşların ve cevahirlerin ve madenlerin envaına bak! Bunların tezyinatları ve menfaatli hâsiyetleri bir Sâni’-i Hakîm’in tezyini ile tertibi ile tedbiri ile tasviri ile olduğunu, onlara müteallik hakîmane faydaları ve mesalih-i hayatiye ve levazımat-ı insaniye ve hâcat-ı hayvaniyeye muvafık bir tarzda ihzarları gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi çiçeklere, meyvelere bak! Bunların gülümsemeleri ve tatları ve güzellikleri ve nakışları ve koku vermeleri; bir Sâni’-i Kerîm’in, bir Mün’im-i Rahîm’in sofrasında birer tarife, birer davetname hükmünde olarak muhtelif renk ve koku ve tatlarla her nev’e ayrı ayrı tarife ve davetname olarak verilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi kuşlara bak! Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları, bir Sâni’-i Hakîm’in intak ve söyletmesi olduğuna delil-i kat’î ise hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksat etmeleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi bulutlara bak! Yağmurun şıpıltıları, manasız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi, boş bir gürültü olmadığına kat’î delil ise hâlî bir boşlukta o acayibi icad etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara emzirmek, gösteriyor ki o şırıltı, o gürültü gayet manidar ve hikmettardır ki bir Rabb-i Kerîm’in emriyle, müştaklara o yağmur bağırıyor ki “Sizlere müjde, geliyoruz!” manasını ifade ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi göğe bak! Gök içinde hadsiz ecramdan yalnız kamere dikkat et! Onun hareketi, bir Kadîr-i Hakîm’in emriyle olduğu, ona müteallik ve yeryüzüne ait mühim hikmetlerdir ki başka yerde beyan ettiğimizden kısa kesiyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ziyadan tut tâ kamere kadar saydığımız küllî unsurlar gayet geniş bir tarzda ve büyük bir mikyasta bir pencere açar. Bir Vâcibü’l-vücud’un vahdetini ve kemal-i kudretini ve azamet-i saltanatını gösterir, ilan ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey gafil! Eğer bu gök gürlemesi gibi bu sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi parlak o ziyayı söndürebilirsen Allah’ı unut! Yoksa aklını başına al! سُب۟حَانَ مَن۟ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّب۟عُ وَال۟اَر۟ضُ وَمَن۟ فٖيهِنَّ de. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Birinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ الشَّم۟سُ تَج۟رٖى لِمُس۟تَقَرٍّ لَهَا ذٰلِكَ تَق۟دٖيرُ ال۟عَزٖيزِ ال۟عَلٖيمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinatın lambası olan güneş, kâinat Sâni’inin vücuduna ve vahdaniyetine güneş gibi parlak ve nurani bir penceredir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber on iki seyyare; cirmleri küçüklük büyüklük itibarıyla pek çok muhtelif ve mevkileri uzaklık yakınlık noktasında pek çok mütefavit ve sürat-i hareketleri çok mütenevvi olduğu halde kemal-i intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmayarak hareketleri ve deveranları ve güneş ile cazibe kanunu tabir edilen bir kanun-u İlahî ile bağlanmaları, yani onlar imamlarına iktidaları; büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlahiyeyi ve vahdaniyet-i Rabbaniyeyi gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü o camid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti ispat ettiğini kıyas et. Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa öyle bir patlayış verecek ki kâinatı dağıtacak. Çünkü bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse mihverinden çıkmasına sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin defa büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Manzume-i şemsiyenin yani şemsin me’mumları ve meyveleri olan on iki seyyarenin acayibini ilm-i muhit-i İlahîye havale edip yalnız gözümüzün önünde seyyaremiz bulunan arza bakıyoruz, görüyoruz ki bu seyyaremiz, bir azamet-i şevket-i rububiyeti ve haşmet-i saltanat-ı uluhiyeti ve kemal-i rahmet ve hikmeti gösterir bir surette güneşin etrafında, emr-i Rabbanî ile (Birinci Mektup’ta beyan edildiği gibi) pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ü seyahat ona ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbaniye olarak acayib-i masnuat-ı İlahiye ile doldurulmuş ve zîşuur ibadullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkat ve hesabı bildirecek saat akrebi gibi kamer dahi dakik hesaplarla, azîm hikmetlerle ona takılmış ve o kamere başka menzillerde ayrı seyr ü seyahat verilmiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-i arz kuvvetinde bir şehadetle, bir Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder. Madem şu seyyaremiz böyledir, manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem şemse kendi mihveri üstünde cazibe denilen manevî ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadîr-i Zülcelal’in emriyle döndürüp, o seyyaratı o manevî iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratıyla saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir süratle, bir tahmine göre “Herkül Burcu” tarafına veya “Şemsü’ş-şümus” canibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed sultanı olan Zat-ı Zülcelal’in kudretiyle ve emriyledir. Güya haşmet-i rububiyetini göstermek için bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i şemsiye ordusu ile bir manevra yaptırır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey kozmoğrafyacı efendi! Hangi tesadüf bu işlere karışabilir? Hangi esbabın eli buna ulaşabilir? Hangi kuvvet buna yanaşabilir? Haydi sen söyle. Hiç böyle bir Sultan-ı Zülcelal, aczini gösterip mülküne başkasını karıştırır mı? Bâhusus kâinatın meyvesi, neticesi, gayesi, hülâsası olan zîhayatları, başka ellere verir mi? Başkasını müdahale ettirir mi? Bâhusus o meyvelerin en câmii ve o neticelerin en mükemmeli ve zeminin halifesi ve o sultanın âyinedar bir misafiri olan insanları başıboş bırakır mı? Ve onları tabiata ve tesadüfe havale edip haşmet-i saltanatını hiçe indirir mi, kemal-i hikmetini sukut ettirir mi? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi İkinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَم۟ نَج۟عَلِ ال۟اَر۟ضَ مِهَادًا وَ ال۟جِبَالَ اَو۟تَادًا وَخَلَق۟نَاكُم۟ اَز۟وَاجًا فَان۟ظُر۟ اِلٰٓى اٰثَارِ رَح۟مَتِ اللّٰهِ كَي۟فَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Küre-i arz bir kafadır ki yüz bin ağzı vardır. Her bir ağzında, yüz bin lisanı vardır. Her lisanında, yüz bin bürhanı var ki her biri çok cihetle Vâcibü’l-vücud, Vâhid-i Ehad, her şeye Kadîr, her şeye Alîm bir Zat-ı Zülcelal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine ve evsaf-ı kudsiyesine ve esma-i hüsnasına şehadet ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, arzın evvel-i hilkatine bakıyoruz ki mayi haline gelen bir madde-i seyyaleden taş ve taştan toprak halk edilmiş. Mayi kalsaydı kabil-i sükna olmazdı. O mayi taş olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifade olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni’-i Hakîm’in hikmetidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sonra tabaka-i turabiye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dâhilî inkılablardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip zemini hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın. Hem denizin istilasından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların levazımat-ı hayatiyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazat-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ teneffüse kabil olsun. Hem suları biriktirip iddihar etsin. Hem zîhayata lâzım olan sair madenlere menşe ve medar olsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîm’in vücub-u vücuduna ve vahdetine gayet kat’î ve kuvvetli şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey coğrafyacı efendi! Bunu ne ile izah edersin? Hangi tesadüf şu acayib-i masnuat ile dolu sefine-i Rabbaniyeyi bir meşher-i acayip yaparak yirmi dört bin sene bir mesafede, bir senede süratle çevirip onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem zeminin yüzündeki acib sanatlara bak! Anâsırlar, ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîm’in emriyle zemin yüzündeki Rahman misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem acib ve garib sanatlar içinde rengârenk acib hikmetli zemin yüzünün simasındaki bu nakışlı çizgilere bak! Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahluklarına ve ibadına lâyık birer mesken ve vesait-i nakliye yapmış. Sonra yüz binler ecnas-ı nebatat ve enva-ı hayvanatıyla kemal-i hikmet ve intizam ile doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit be-vakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman بَع۟ثُ بَع۟دَ ال۟مَو۟تِ suretinde doldurmak; bir Kadîr-i Zülcelal’in ve bir Hakîm-i Zülkemal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine yüz binler lisanlarla şehadet ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Elhasıl: Yüzü, acayib-i sanata bir meşher ve garaib-i mahlukata bir mahşer ve kafile-i mevcudata bir memer ve sufûf-u ibadına bir mescid ve makar olan zemin, bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan kâinat kadar nur-u vahdaniyeti gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası yüz bin ağız, her birinde yüz bin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan derece-i kabahatini düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstahak eder, bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٰمَن۟تُ بِاللّٰهِ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَى۟ءٍ de. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Üçüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَّذٖى خَلَقَ ال۟مَو۟تَ وَال۟حَيٰوةَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hayat, kudret-i Rabbaniye mu’cizatının en nuranisidir, en güzelidir. Ve vahdaniyet bürhanlarının en kuvvetlisi ve en parlağıdır. Ve tecelliyat-ı samedaniye âyinelerinin en câmii ve en berrakıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, hayat tek başıyla bir Hayy-ı Kayyum’u bütün esma ve şuunatıyla bildirir. Çünkü hayat, pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır. Elvan-ı seb’a, ziyada ve muhtelif edviyeler, tiryakta nasıl ki mümtezicen bulunur. Öyle de hayat dahi pek çok sıfâttan yapılmış bir hakikattir. O hakikatteki sıfatlardan bir kısmı, duygular vasıtasıyla inbisat ederek inkişaf edip ayrılırlar. Kısm-ı ekseri ise hissiyat suretinde kendilerini ihsas ederler ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hayat, kâinatın tedbir ve idaresinde hüküm-ferma olan rızık ve rahmet ve inayet ve hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat, onları arkasına takıp girdiği yere çekiyor. Mesela hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit; Hakîm ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasını güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerîm ismi de tecelli edip, meskenini hâcatına göre tertip ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki o hayatın devam ve kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki o hayatın bekasına ve inkişafına lâzım maddî, manevî gıdaları yetiştiriyor. Ve kısmen bedeninde iddihar ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek hayat, bir nokta-i mihrakıye hükmünde; muhtelif sıfât birbiri içine girer, belki birbirinin aynı olur. Güya hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir, aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hâkeza… İşte hayat bu câmi’ mahiyeti itibarıyla şuun-u zatiye-i Rabbaniyeye âyinedarlık eden bir âyine-i samediyettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu sırdandır ki Hayy-ı Kayyum olan Zat-ı Vâcibü’l-vücud, hayatı pek çok kesretle ve mebzuliyetle halk edip neşir ve teşhir eder. Ve her şeyi hayatın etrafına toplattırıp ona hizmetkâr eder. Çünkü hayatın vazifesi büyüktür. Evet, samediyetin âyinesi olmak kolay bir şey değil, âdi bir vazife değil. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte göz önünde her vakit gördüğümüz bu hadd ü hesaba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatların asılları ve zatları olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zat-ı Vâcibü’l-vücud ve Hayy-ı Kayyum’un vücub-u vücudunu ve sıfât-ı kudsiyesini ve esma-i hüsnasını; lemaatın güneşi gösterdiği gibi gösteriyorlar. Güneşi tanımayan ve kabul etmeyen adam, nasıl gündüzü dolduran ziyayı inkâr etmeye mecbur oluyor. Öyle de Hayy-ı Kayyum, Muhyî ve Mümît olan Şems-i Ehadiyet’i tanımayan adam, zeminin yüzünü belki mazi ve müstakbeli dolduran zîhayatların vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aşağı düşmeli. Hayat mertebesinden düşüp camid bir cahil-i echel olmalı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Dördüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mevt, hayat kadar bir bürhan-ı rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i vahdaniyettir. اَلَّذٖى خَلَقَ ال۟مَو۟تَ وَال۟حَيٰوةَ delâletince mevt; adem, idam, fena, hiçlik, fâilsiz bir inkıraz değil belki bir Fâil-i Hakîm tarafından hizmetten terhis ve tahvil-i mekân ve tebdil-i beden ve vazifeden paydos ve haps-i bedenden âzad etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduğu, Birinci Mektup’ta gösterilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, nasıl zemin yüzündeki masnuat ve zîhayatlar ve hayattar zemin yüzü, bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine şehadet ediyorlar. Öyle de o zîhayatlar ölümleriyle bir Hayy-ı Bâki’nin sermediyetine ve vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Yirmi İkinci Söz’de mevt, gayet kuvvetli bir bürhan-ı vahdet ve bir hüccet-i sermediyet olduğu ispat ve izah edildiğinden, şu bahsi o söze havale edip yalnız mühim bir nüktesini beyan edeceğiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl zîhayatlar, vücudlarıyla bir Vâcibü’l-vücud’un vücuduna delâlet ediyorlar. Öyle de o zîhayatlar, ölümleriyle bir Hayy-ı Bâki’nin sermediyetine, vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Mesela, yalnız bir tek zîhayat olan zemin yüzü, intizamatıyla, ahvaliyle Sâni’i gösterdiği gibi öldüğü vakit yani kış, beyaz kefeni ile ölmüş o zemin yüzünü kapaması ile nazar-ı beşeri ondan çeviriyor. Veyahut nazar, o giden bahar cenazesinin arkasından maziye gider, daha geniş bir manzarayı gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani her biri birer mu’cize-i kudret olan zemin dolusu bütün geçen baharlar misillü yeni gelecek birer hârika-i kudret ve birer hayattar zemin olan, bahar dolusu hayattar mevcudat-ı arziyenin gelmelerini ihsas ve vücudlarına şehadet ettiklerinden; öyle geniş bir mikyasta, öyle parlak bir surette, öyle kuvvetli bir derecede bir Sâni’-i Zülcelal’in bir Kadîr-i Zülkemal’in, bir Kayyum-u Bâki’nin, bir Şems-i sermedî’nin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve beka ve sermediyetine şehadet ederler ve öyle parlak delaili gösterirler ki ister istemez bedahet derecesinde اٰمَن۟تُ بِاللّٰهِ ال۟وَاحِدِ ال۟اَحَدِ dedirtir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl,''' وَ يُح۟يِى ال۟اَر۟ضَ بَع۟دَ مَو۟تِهَا sırrınca hayattar bu zemin, bir baharda Sâni’e şehadet ettiği gibi onun ölmesiyle, zamanın geçmiş ve gelecek iki kanadına dizilmiş mu’cizat-ı kudretine nazarı çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mu’cize yerine binler mu’cizat-ı kudretine işaret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan daha kat’î şehadet eder. Çünkü mazi tarafına geçenler, zâhirî esbablarıyla beraber gitmişler; arkalarında yine kendileri gibi başkalar yerlerine gelmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, esbab-ı zâhiriye hiçtir. Yalnız bir Kadîr-i Zülcelal, onları halk edip, hikmetiyle esbaba bağlayarak gönderdiğini gösteriyor. Ve gelecek zamanda dizilmiş hayattar olan zemin yüzleri ise daha parlak şehadet eder. Çünkü yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek, yere konup vazife gördürüp sonra gönderilecekler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey tabiata saplanan ve bataklıkta boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mazi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli manevî el sahibi olmayan bir şey, nasıl bu zeminin hayatına karışabilir? Senin gibi hiç-ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen “Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlahiyedir. Tesadüf ise cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlahiyenin perdesidir.” de, hakikate yanaş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Beşinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki madrub, elbette dâribe delâlet eder. Sanatlı bir eser, sanatkârı icab eder. Veled, validi iktiza eder. Tahtiyet, fevkiyeti istilzam eder ve hâkeza… Bütün umûr-u izafiye tabir ettikleri biri birisiz olmayan evsaf-ı nisbiye misillü şu kâinatın cüz’iyatında ve heyet-i umumiyesinde görünen imkân dahi vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlukıyet, hâlıkıyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkip, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve hâlıkıyet ve vahdet, bilbedahe ve bizzarure mümkin, münfail, kesîr, mürekkeb, mahluk olmayan; vâcib ve fâil, vâhid ve hâlık olan mevsuflarını ister. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle ise bilbedahe bütün kâinattaki bütün imkânlar, bütün infialler, bütün mahlukıyetler, bütün kesret ve terkipler bir Zat-ı Vâcibü’l-vücud, Fa’alün limâ yürîd, Hâlık-ı külli şey’, Vâhid-i Ehad’e şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl,''' nasıl imkândan vücub görünüyor, infialden fiil ve kesretten vahdet; bunların vücudu, onların vücuduna kat’iyen delâlet eder. Öyle de mevcudat üstünde görünen mahlukıyet ve merzukıyet gibi sıfatlar dahi sâni’iyet, rezzakıyet gibi şe’nlerin vücudlarına kat’î delâlet ediyor. Şu sıfâtın vücudu dahi bizzarure ve bilbedahe bir Hallak ve bir Rezzak Sâni’-i Rahîm’in vücuduna delâlet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek her bir mevcud, taşıdığı yüzler bu çeşit sıfatlar lisanıyla, Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un yüzler esma-i hüsnasına şehadet ederler. Bu şehadetler kabul edilmezse mevcudatın bütün bu çeşit sıfatlarını inkâr etmek lâzım gelir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİ ALTINCI PENCERE == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Hâşiye<ref>Hâşiye: Şu pencere umumî değil. Ehl-i kalp ve ehl-i muhabbete hususiyeti var.</ref>) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinatın mevcudatı yüzünde tazelenen ve gelip geçen cemaller ve hüsünler, bir cemal-i sermedî cilvelerinin bir nevi gölgeleri olduğunu gösterir. Evet, ırmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimî bir şemsin şuâlarının âyineleri olduklarını gösterdikleri gibi; seyyal zaman ırmağında, seyyar mevcudatın üstünde parlayan lemaat-ı cemaliye dahi bir cemal-i sermedîye işaret ederler ve onun bir nevi emareleridirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem kâinat kalbindeki ciddi aşk, bir Maşuk-u Lâyezalî’yi gösterir. Evet, ağacın mahiyetinde olmayan bir şey, esaslı bir surette meyvesinde bulunmadığı delâletiyle; şecere-i kâinatın hassas meyvesi olan nev-i insandaki ciddi aşk-ı lahutî gösterir ki bütün kâinatta –fakat başka şekillerde– hakiki aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise kalb-i kâinattaki şu hakiki muhabbet ve aşk, bir Mahbub-u Ezelî’yi gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem kâinatın sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizablar, cezbeler, cazibeler; ezelî bir hakikat-i cazibedarın cezbiyle olduğunu hüşyar kalplere gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mahlukatın en hassas ve nurani taifesi olan ehl-i keşif ve velayetin ittifakıyla, zevk ve şuhuda istinad ederek bir Cemil-i Zülcelal’in cilvesine, tecellisine mazhar olduklarını ve o Celil-i Zülcemal’in (kendini) tanıttırılmasına ve sevdirilmesine zevk ile muttali olduklarını, müttefikan haber vermeleri, yine bir Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un, bir Cemil-i Zülcelal’in vücuduna ve insanlara kendini tanıttırmasına kat’iyen şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem kâinat yüzünde ve mevcudat üstünde işleyen kalem-i tahsin ve tezyin, o kalem sahibi zatın esmasının güzelliğini vâzıhan gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte kâinat yüzündeki cemal ve kalbindeki aşk ve sinesindeki incizab ve gözlerindeki keşif ve şuhud ve hey’atındaki hüsün ve tezyinat; pek latîf, nurani bir pencere açar. Onun ile bütün esması cemile bir Cemil-i Zülcelal’i ve bir Mahbub-u Lâyezalî’yi ve bir Mabud-u Lemyezel’i, hüşyar olan akıl ve kalplere gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında, boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel. İnsaniyete lâyık bir surette yüksel. Şu dört delik ile bak; cemal-i vahdeti gör, kemal-i imanı kazan, hakiki insan ol! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Yedinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ وَكٖيلٌ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kâinatta “esbab ve müsebbebat” görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki en a’lâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir, müsebbebleri yapan başkadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, hadsiz masnuattan yalnız cüz’î bir misal olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki öyle bir câmi’ kitap belki kütüphane hükmündedir ki bütün sergüzeşt-i hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acaba şu mu’cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Telâfif-i dimağiye mi? Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki o mu’cize-i sanat, öyle bir zatın sanatı olabilir ki beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i a’malinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet istinsah edip, yazıp aklının eline verecek bir Sâni’-i Hakîm’in sanatı olabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte beşerin kuvve-i hâfızasına misal olarak bütün yumurtaları, çekirdekleri, tohumları kıyas et ve bu câmi’ küçücük mu’cizelere, sair müsebbebatı da kıyas et. Çünkü hangi müsebbebe ve masnua baksan o derece hârika bir sanat var ki değil onun âdi, basit sebebi, belki bütün esbab toplansa ona karşı izhar-ı acz edecekler. Mesela, büyük bir sebep zannedilen güneşi; ihtiyarlı, şuurlu farz ederek ona denilse: “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlık’ımın ihsanıyla dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dâhilindedir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki müsebbebdeki hârika sanat ve tezyinat, esbabı azledip Müsebbibü’l-esbab olan Vâcibü’l-vücud’a işaret ederek وَ اِلَي۟هِ يُر۟جَعُ ال۟اَم۟رُ كُلُّهُ sırrınca ona teslim-i umûr eder. Öyle de müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faydalar; bilbedahe perde-i esbab arkasında bir Rabb-i Kerîm’in, bir Hakîm-i Rahîm’in işleri olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz; vücuda gelen her mahluk, bir gaye değil belki çok gayeleri, çok faydaları, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek bir Rabb-i Hakîm ve Kerîm, o şeyleri yapıp gönderiyor. O faydaları onlara gaye-i vücud yapıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, yağmur geliyor. Yağmuru zâhiren intac eden esbab; hayvanatı düşünüp, onlara acıyıp merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu malûmdur. Demek, hayvanatı halk eden ve rızıklarını taahhüd eden bir Hâlık-ı Rahîm’in hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ yağmura “rahmet” deniliyor. Çünkü çok âsâr-ı rahmet ve faydaları tazammun ettiğinden güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün mahlukatın yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedahe perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel sanatlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zat-ı Zülcelal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise bilbedahe Vedud, Maruf bir Sâni’-i Kadîr’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise gayet sanatlı ve kıymetli olduğundan sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faydası dahi cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni’-i Hakîm’in eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni’-i Hakîm’e işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey esbab-perest bîçare! Bu üç mühim hakikati ne ile izah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa esbab perdesini yırt. وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ de, hadsiz evhamdan kurtul. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Sekizinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَمِن۟ اٰيَاتِهٖ خَل۟قُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ وَاخ۟تِلَافُ اَل۟سِنَتِكُم۟ وَ اَل۟وَانِكُم۟ اِنَّ فٖى ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِل۟عَالِمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinata bakıyoruz, görüyoruz ki hüceyrat-ı bedenden tut tâ mecmu-u âleme şâmil bir hikmet ve tanzim var. Hüceyrat-ı bedene bakıyoruz, görüyoruz ki mesalih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle, kanunuyla o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye, nasıl bir kısım rızık, iç yağı suretinde iddihar olunup vakt-i hâcette sarf edilir. Aynen o küçücük hüceyrelerde de o tasarruf ve iddihar var. Nebatata bakıyoruz, gayet hakîmane bir terbiye, bir tedbir görünüyor. Hayvanata bakıyoruz; nihayet derecede kerîmane bir terbiye ve iaşe görüyoruz. Kâinatın erkân-ı azîmesine bakıyoruz, mühim gayeler için haşmetkârane bir tedvir ve tenvir görüyoruz. Âlemin mecmuuna bakıyoruz, muntazam bir memleket, bir şehir, bir saray hükmünde âlî hikmetler, gâlî gayeler için mükemmel bir tanzimat görüyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı’nda izah ve ispat edildiği üzere, bir zerreden tut tâ yıldızlara kadar zerre miktar şirke yer bırakmıyor. Öyle birbirlerine manen münasebettardırlar ki bütün yıldızları musahhar etmeyen ve elinde tutmayan, bir zerreye rububiyetini dinlettiremez. Bir zerreye hakiki Rab olmak için bütün yıldızlara sahip olmak lâzım gelir. Hem Otuz İkinci Söz’ün İkinci Mevkıfı’nda izah ve ispat edildiği üzere semavatın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin simasındaki teşahhusu yapamaz. Demek, bütün semavatın Rabb’i olmayan, bir tek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simavîyi yapamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte kâinat kadar büyük bir pencere ki onunla bakılsa اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَى۟ءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ وَكٖيلٌلَهُ مَقَالٖيدُ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ âyetleri, büyük harflerle kâinat sahifelerinde yazılı olduğu, akıl gözüyle de görülecek. Öyle ise görmeyenin ya aklı yok ya kalbi yok veya insan suretinde bir hayvandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yirmi Dokuzuncu Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir bahar mevsiminde, garibane, mütefekkirane seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektup; o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de şu çiçek, bir mühr-ü Rahmanîdir. Şu enva-ı nakışlarla ve manidar nebatat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâni’inin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahra ve ova bir mektub-u Rahmanî hey’atını aldı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Her bir şey, bir mühr-ü Rabbanî hükmünde bütün eşyayı kendi Hâlık’ına isnad eder. Kendi kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder. İşte her bir şey, öyle bir pencere-i tevhiddir ki bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehad’e mal eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek her bir şeyde, hususan zîhayatlarda öyle hârika bir nakış, öyle mu’cizekâr bir sanat var ki onu öyle yapan ve öyle manidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette o olacaktır. Demek bütün eşyayı yapamayan, bir tek şeyi icad edemez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey gafil! Şu kâinatın yüzüne bak ki birbiri içinde hadsiz mektubat-ı Samedaniye hükmünde olan sahaif-i mevcudat ve her bir mektup üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiş. Bütün bu mühürlerin şehadetlerini kim tekzip edebilir? Hangi kuvvet onları susturabilir? Kalp kulağı ile hangisini dinlesen اَش۟هَدُ اَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ dediğini işitirsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Otuzuncu Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَو۟ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَ اِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu pencere, '''imkân ve hudûsa''' müesses umum mütekellimînin penceresidir ve ispat-ı Vâcibü’l-vücud’a karşı caddeleridir. Bunun tafsilatını “Şerhü’l-Mevakıf” ve “Şerhü’l-Makasıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek yalnız Kur’an’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâyı göstereceğiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası; rakip kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir, müdahaleyi ref’etmektir.''' Onun içindir ki küçük bir köyde iki muhtar bulunsa köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali bulunsa herc ü merc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa fırtınalı bir karmakarışıklığa sebebiyet verirler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem hâkimiyet ve âmiriyetin gölgesinin zayıf bir gölgesi ve cüz’î bir numunesi, muavenete muhtaç âciz insanlarda böyle rakip ve zıddı ve emsalinin müdahalesini kabul etmezse; acaba saltanat-ı mutlaka suretindeki hâkimiyet ve rububiyet derecesindeki âmiriyet, bir Kadîr-i Mutlak’ta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, uluhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâzımı; vahdet ve infiraddır. Buna bir bürhan-ı bâhir ve şahid-i kātı’, kâinattaki intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmeldir. Sinek kanadından tut, tâ semavat kandillerine kadar öyle bir nizam var ki akıl onun karşısında hayretinden ve istihsanından “Sübhanallah, mâşâallah, bârekellah” der, secde eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer zerre miktar şerike yer bulunsa idi, müdahalesi olsa idi لَو۟ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا âyet-i kerîmesinin delâletiyle nizam bozulacaktı, suret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki فَار۟جِعِ ال۟بَصَرَ هَل۟ تَرٰى مِن۟ فُطُورٍ ثُمَّ ار۟جِعِ ال۟بَصَرَ كَرَّتَي۟نِ يَن۟قَلِب۟ اِلَي۟كَ ال۟بَصَرُ خَاسِئًا وَ هُوَ حَسٖيرٌ delâletiyle ve şu ifade ile nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok.” demesiyle gösteriyor ki nizam ve intizam, gayet mükemmeldir. Demek intizam-ı kâinat, vahdaniyetin kat’î şahididir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Gel gelelim “hudûs”a.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mütekellimîn demişler ki: “Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz de deriz: Evet, kâinat hâdistir. Çünkü görüyoruz her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek, bir Kadîr-i Zülcelal var ki bu kâinatı hiçten icad ederek her senede belki her mevsimde, belki her günde birisini icad eder, ehl-i şuura gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir. Birbiri arkasına takıp zincirleme bir surette zamanın şeridine asıyor. Elbette bu âlem gibi birer kâinat-ı müteceddide hükmünde olan her baharda, gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kâinatları icad eden bir Zat-ı Kadîr’in mu’cizat-ı kudretidirler. Elbette âlem içinde her vakit âlemleri halk edip değiştiren zat, mutlaka şu âlemi dahi o halk etmiştir. Ve şu âlemi ve rûy-i zemini, o büyük misafirlere misafirhane yapmıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Gelelim “imkân” bahsine.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mütekellimîn demişler ki: “İmkân, mütesaviyü’t-tarafeyndir.” Yani adem ve vücud, ikisi de müsavi olsa bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır. Çünkü mümkinat, birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vâcibü’l-vücud vardır ki bunları icad ediyor. Devir ve teselsülü, on iki bürhan yani arşî ve süllemî gibi namlar ile müsemma meşhur on iki delil-i kat’î ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhal göstermişler. Silsile-i esbabı kesip Vâcibü’l-vücud’un vücudunu ispat etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz de deriz ki: Esbab, teselsülün berahini ile âlemin nihayetinde kesilmesinden ise her şeyde Hâlık-ı külli şey’e has sikkeyi göstermek daha kat’î, daha kolaydır. Kur’an’ın feyziyle bütün Pencereler ve bütün Sözler, o esas üzerine gitmişler. Bununla beraber imkân noktasının hadsiz bir vüs’ati var. Hadsiz cihetlerle Vâcibü’l-vücud’un vücudunu gösteriyor. Yalnız, mütekellimînin teselsülün kesilmesi yoluna, elhak geniş ve büyük olan o caddeye münhasır değildir. Belki hadd ü hesaba gelmeyen yollar ile Vâcibü’l-vücud’un marifetine yol açar. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Her bir şey vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekasında hadsiz imkânat, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddid iken, görüyoruz ki o hadsiz cihetler içinde vücudca muntazam bir yolu takip ediyor. Her bir sıfatı da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekasında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi böyle bir tahsis ile veriliyor. Demek, bir muhassısın iradesiyle, bir müreccihin tercihiyle, bir mûcid-i hakîmin icadıyladır ki hadsiz yollar içinde, hikmetli bir yolda onu sevk eder, muntazam sıfâtı ve ahvali ona giydiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sonra infiraddan çıkarıp bir terkipli cisme cüz yapar, imkânat ziyadeleşir. Çünkü o cisimde binler tarzda bulunabilir. Halbuki neticesiz o vaziyetler içinde neticeli, mahsus bir vaziyet ona verilir ki mühim neticeleri ve faydaları ve o cisimde vazifeleri gördürülüyor. Sonra o cisim dahi diğer bir cisme cüz yaptırılıyor. İmkânat daha ziyadeleşir. Çünkü binlerle tarzda bulunabilir. İşte o binler tarz içinde, bir tek vaziyet veriliyor. O vaziyet ile mühim vazifeler gördürülüyor ve hâkeza… Gittikçe daha ziyade kat’î bir Hakîm-i Müdebbir’in vücub-u vücudunu gösteriyor. Bir Âmir-i Alîm’in emriyle sevk edildiğini bildiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cisim içinde cisim, birbiri içinde cüz olup giden bütün bu terkiplerde, nasıl bir nefer; takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda mütedâhil o heyetlerden her birisine mahsus birer vazifesi, hikmetli birer nisbeti, intizamlı birer hizmeti bulunuyor. Hem nasıl ki senin göz bebeğinden bir hüceyre, gözünde bir nisbeti ve bir vazifesi var. Senin başın heyet-i umumiyesi nisbetine dahi hikmetli bir vazifesi ve hizmeti vardır. Zerre miktar şaşırsa sıhhat ve idare-i beden bozulur. Kan damarlarına, his ve hareket âsablarına, hattâ bedenin heyet-i umumiyesinde birer mahsus vazifesi, hikmetli birer vaziyeti vardır. Binlerle imkânat içinde, bir Sâni’-i Hakîm’in hikmetiyle o muayyen vaziyet verilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de bu kâinattaki mevcudat, her biri kendi zatı ile sıfâtı ile çok imkânat yolları içinde has bir vücudu ve hikmetli bir sureti ve faydalı sıfatları, nasıl bir Vâcibü’l-vücud’a şehadet ederler. Öyle de mürekkebata girdikleri vakit, her bir mürekkebde daha başka bir lisanla yine Sâni’ini ilan eder. Gitgide, tâ en büyük mürekkebe kadar nisbeti, vazifesi, hizmeti itibarıyla Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve ihtiyarına ve iradesine şehadet eder. Çünkü bir şeyi, bütün mürekkebata hikmetli münasebetleri muhafaza suretinde yerleştiren, bütün o mürekkebatın Hâlık’ı olabilir. Demek bir tek şey, binler lisanlarla ona şehadet eder hükmündedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte kâinatın mevcudatı kadar değil belki mevcudatın sıfât ve mürekkebatı adedince imkânat noktasından da Vâcibü’l-vücud’un vücuduna karşı şehadetler geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey gafil! Kâinatı dolduran bu şehadetleri, bu sadâları işitmemek; ne derece sağır ve akılsız olmak lâzım geliyor? Haydi sen söyle… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Otuz Birinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَقَد۟ خَلَق۟نَا ال۟اِن۟سَانَ فٖٓى اَح۟سَنِ تَق۟وٖيمٍ وَ فِى ال۟اَر۟ضِ اٰيَاتٌ لِل۟مُوقِنٖينَ وَ فٖٓى اَن۟فُسِكُم۟ اَفَلَا تُب۟صِرُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu pencere insan penceresidir ve enfüsîdir. Ve enfüsî cihetinde şu pencerenin tafsilatını binler muhakkikîn-i evliyanın mufassal kitaplarına havale ederek yalnız feyz-i Kur’an’dan aldığımız birkaç esasa işaret ederiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> On Birinci Söz’de beyan edildiği gibi: “İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.” Tafsilatını başka Sözlere havale edip yalnız '''üç nokta'''yı göstereceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nokta:''' İnsan, '''üç cihetle''' esma-i İlahiyeye bir âyinedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Vecih:''' Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcatıyla, naks ve kusuruyla, bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hâkeza pek çok evsaf-ı İlahiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dasına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcibü’l-vücud’a bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcatı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdad aramaya mecbur olduğundan vicdan, daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, dua ile el açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in bârgâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Vecih âyinedarlık ise:''' İnsana verilen numuneler nevinden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyat ile kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlık eder. Onları anlar, bildirir. Mesela ben, nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Vecih âyinedarlık ise:''' İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i İlahiyeye âyinedarlık eder. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’nın başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esma vardır. Mesela, yaratılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkeza… Bütün aza ve âlâtıyla, cihazat ve cevarihiyle, letaif ve maneviyatıyla, havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, nasıl esmada bir ism-i a’zam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı a’zam var ki o da insandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku… Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Nokta:''' Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o evamirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latîfe-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hâcetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüzü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise her bir cüzü ile görebilir ve işitebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de وَ لِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى Cenab-ı Hakk’ın madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve azasında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz. O Hâlık-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse bütününü birinin imdadına gönderir. Her şey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile her şeyi bilir ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nokta:''' Hayatın pek mühim bir mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi var. Fakat o bahis, Hayat Penceresi’nde ve Yirminci Mektup’un Sekizinci Kelimesi’nde tafsili geçtiğinden ona havale edip yalnız bunu ihtar ederiz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakışlar, pek çok esma ve şuunat-ı zatiyeye işaret eder. Gayet parlak bir surette Hayy-ı Kayyum’un şuunat-ı zatiyesine âyinedarlık eder. Şu sırrın izahı, Allah’ı tanımayanlara ve daha tam tasdik etmeyenlere karşı zamanı olmadığından kapıyı kapıyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Otuz İkinci Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> هُوَ الَّذٖٓى اَر۟سَلَ رَسُولَهُ بِال۟هُدٰى وَدٖينِ ال۟حَقِّ لِيُظ۟هِرَهُ عَلَى الدّٖينِ كُلِّهٖ وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيدًا قُل۟ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَي۟كُم۟ جَمٖيعًا<sub>نِ</sub> الَّذٖى لَهُ مُل۟كُ السَّمٰوَاتِ وَ ال۟اَر۟ضِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu pencere, sema-i risaletin güneşi, belki güneşler güneşi olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın penceresidir. Şu gayet parlak ve pek büyük ve çok nurani pencere Otuz Birinci Söz olan Mi’rac Risalesi’yle, On Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm Risalesi’nde ve on dokuz işaretli olan On Dokuzuncu Mektup’ta, ne derece nurani ve zâhir olduğu ispat edildiğinden, o iki Söz’ü ve o Mektup’u ve o Mektubun On Dokuzuncu İşaret’ini bu makamda düşünüp, sözü onlara havale edip yalnız deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tevhidin bir bürhan-ı nâtıkı olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm risalet ve velayet cenahlarıyla, yani kendinden evvel bütün enbiyanın tevatürle icmalarını ve ondan sonraki bütün evliyanın ve asfiyanın icmakârane tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle bütün hayatında bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip ilan etmiş. Ve âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nurani bir pencereyi, marifetullaha açmıştır. İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu ittiham edip bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi sen söyle! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Otuz Üçüncü Pencere == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ...اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ الَّذٖٓى اَن۟زَلَ عَلٰى عَب۟دِهِ ال۟كِتَابَ وَلَم۟ يَج۟عَل۟ لَهُ عِوَجًا قَيِّمًا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> الٓرٰ كِتَابٌ اَن۟زَل۟نَاهُ اِلَي۟كَ لِتُخ۟رِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün geçmiş pencereler, Kur’an denizinden bazı katreler olduğunu düşün. Sonra Kur’an’da ne kadar âb-ı hayat hükmünde olan envar-ı tevhid var olduğunu kıyas edebilirsin. Fakat bütün o pencerelerin menbaı ve madeni ve aslı olan Kur’an’a gayet mücmel bir surette, gayet basit bir tarzda bakılsa dahi yine gayet parlak, nurani bir pencere-i câmiadır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O pencere ne kadar kat’î ve parlak ve nurani olduğunu, Yirmi Beşinci Söz olan İ’caz-ı Kur’an Risalesi’ne ve On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’ine havale ediyoruz. Ve Kur’an’ı bize gönderen Zat-ı Zülcelal’in arş-ı Rahmanîsine niyaz edip deriz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> رَبَّنَا لَا تُزِغ۟ قُلُوبَنَا بَع۟دَ اِذ۟ هَدَي۟تَنَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> رَبَّنَا تَقَبَّل۟ مِنَّا اِنَّكَ اَن۟تَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ تُب۟ عَلَي۟نَا اِنَّكَ اَن۟تَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == İhtar == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlettirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bunun için “Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.” diyemezsin. Çünkü senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh her bir pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mi’rac Risalesi’nde asıl muhatap, mü’min idi; mülhid ikinci derecede istima’ makamında idi. Şu risalede ise muhatap, münkirdir; istima’ makamlarında mü’mindir. Bunu düşünüp öylece bakmalı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat maatteessüf mühim bir sebebe binaen şu mektup gayet süratle yazıldığından ve hattâ müsvedde halinde kaldığından, elbette bana ait olan tarz-ı ifadede müşevveşiyet ve kusurlar olacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ve ellerinden gelirse ıslahlarını ve mağfiret ile bana dua eylemelerini ihvanlarımdan isterim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَال۟مَلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هَوٰى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اَر۟سَل۟تَهُ رَح۟مَةً لِل۟عَالَمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟ اٰمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ------ <center> [[Otuz İkinci Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Lemaat]] </center> ------ </div>