İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
<languages/> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Şu Mektup sekiz meseledir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Birinci Risale Olan Birinci Mesele == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِن۟ كُن۟تُم۟ لِلرُّؤ۟يَا تَع۟بُرُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Üç sene evvel benimle görüştükten üç gün sonra tabiri çıkmış, tevili tezahür etmiş eski bir rüyanızın, şimdi tabirini istiyorsunuz. Şimdilik o güzel, mübarek, müjdeli rüya mürur-u zamana uğramış, manasını göstermiş olan o rüyaya karşı böyle desem hakkım yok mu: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> نَه شَبَم۟ نَه شَب۟ پَرَس۟تَم۟ مَن۟ غُلَامِ شَم۟سَم۟ اَز۟ شَم۟س۟ مٖى گُويَم۟ خَبَر۟ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٰن۟ خَيَالَاتٖى كِه دَامِ اَو۟لِيَاس۟ت۟ عَك۟سِ مَه۟رُويَانِ بُوس۟تَانِ خُدَاس۟ت۟ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet kardeşim, senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız. Hayalatlara karşı kapısı açık olan rüyaları, tahkikî bir surette mevzubahis etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden o cüz’î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikati, âyât-ı Kur’aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz. Yedincisinde, senin rüyana kısa bir tabir verilecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birincisi: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rüya-yı Yusufiye olduğu gibi وَجَعَل۟نَا نَو۟مَكُم۟ سُبَاتًا âyeti misillü çok âyetlerle, rüyada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatler var olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkincisi: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an ile tefe’üle ve rüyaya itimada ehl-i hakikat taraftar değiller. Çünkü Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem rüya dahi hayır iken, bazı aks-i hakikatle göründüğü için şer telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû-i zan verir. Çok rüyalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor. Herkes rüyanın suretiyle manasının hakikati mabeynindeki münasebeti bulamadığı için lüzumsuz telaş eder, meyus olur, keder eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte yalnız bu cihet içindir ki ehl-i hakikat gibi ve İmam-ı Rabbanî misillü başta نَه شَبَم۟ نَه شَب۟ پَرَس۟تَم۟ dedim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncüsü: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüzünden bir cüzü nevmde, rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş. Demek, rüya-yı sadıka hem haktır hem nübüvvetin vezaifine taalluku var. Şu üçüncü mesele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte ta’lik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncüsü: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Rüya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur’an’la اَض۟غَاثُ اَح۟لَامٍ da dâhildir; tabire değmiyor. Manası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım اَض۟غَاثُ اَح۟لَامٍ dır, tabire değmiyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Üçüncü kısım ki rüya-yı sadıkadır. O, doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latîfe-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin numuneleri nevinden birisine rast gelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o vakıatta, bazen hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok envaı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazen bir ince perde altında çıkıyor, bazen kalınca bir perde ile sarılıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hadîs-i şerifte gelmiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bidayet-i vahiyde gördüğü rüyalar; subhun inkişafı gibi zâhir, açık, doğru çıkıyordu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Beşincisi: === Rüya-yı sadıka, hiss-i kable’l-vukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kable’l-vuku ise herkeste cüz’î küllî vardır. Hattâ hayvanlarda dahi vardır. Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kable’l-vukuu, zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda “sâika” ve “şâika” namıyla aynı “sâmia” ve “bâsıra” gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere –hata ederek– ahmakçasına “sevk-i tabiî” diyorlar. Hâşâ sevk-i tabiî değil belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevk ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilaç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilü’l-lahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kable’l-vuku ilhamıyla ve o sâika-i İlahî ile bildirilir ve bulurlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla döner, yuvasına girer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkinde aynı adam gelir. Hattâ Kürtçe durub-u emsaldendir: نَاڤِ گُر۟بٖينَه پَالَان۟دَار۟ لٖى وَرٖينَه Yani “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur çünkü kurt geliyor.” Demek, bir hiss-i kable’l-vuku ile latîfe-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevk eder. Ehl-i feraset bazen keramet gibi geldiğini beyan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hali bir düstur içine almak istedim fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatte ve bâhusus ehl-i velayette bu hiss-i kable’l-vuku fazla inkişaf eder, kerametkârane âsârını gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki rüya-yı sadıkada, evliya gibi gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar. Evet, uyku nasıl ki avam için rüya-yı sadıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir; öyle de umum için gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem herkes için âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu gibi sırlar içindir ki Kur’an-ı Hakîm وَجَعَل۟نَا نَو۟مَكُم۟ سُبَاتًا nevindeki âyetlerle, hakikat-i nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Altıncısı ve en mühimmi: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Rüya-yı sadıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlahînin her şeye muhit olduğuna bir hüccet-i kātı’ hükmüne geçmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet bu rüyalar, benim için hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki mesela, yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelat ve hattâ en âdi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat’î olmuştur. Bir değil, yüz değil belki bin defa; gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim meseleler, o gecenin gündüzünde az bir tabir ile aynen çıkıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Demek, en cüz’î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Yedincisi: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Senin müjdeli, mübarek ve güzel rüyanın tabiri, Kur’an için ve bizim için çok güzeldir. Hem zaman tabir etti ve ediyor, tabirimize ihtiyaç bırakmıyor. Hem kısmen tabiri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın. Yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Yani bir hakikat beyan ederiz. Senin hakikat-i rüya nevinden olan vakıalar, o hakikatin temessülatıdır. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyet’tir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilayetidir. Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, süratle mescide eriştiğin; herkesten evvel envar-ı Kur’aniyeye sahip çıkıp kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir. Ufak kürsü ise Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise Sözler’deki kuvvet ve sürat-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikati ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı küçük genç bir zat ise Hulusi’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim fakat kat’î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zattır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı hem makbul olduğundan; şu kısa meselede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme ait olan âyât-ı Kur’aniyenin bir nevi tefsirine işaret etmek niyetiyle başladığımdan, inşâallah o israf affolur veya israf olmaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == İkinci Mesele Olan İkinci Risale == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hazret-i Musa aleyhisselâm, Hazret-i Azrail aleyhisselâmın gözüne tokat vurmuş, ilâ âhir mealindeki hadîse dair ehemmiyetli bir münakaşayı kaldırmak ve halletmek için yazılmıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğirdir’de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hattâ münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Muteber bir kitapta, hadîs-i Şeyheyn’in ittifakına alâmet olan ق işaretiyle bir hadîs bana gösterildi. “Hadîs midir, değil midir?” sual edildi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben dedim: Böyle muteber bir kitapta, Şeyheyn hadîsinin ittifakına hükmeden bir zata itimat etmek lâzım; demek hadîstir. Fakat hadîsin, Kur’an gibi bazı müteşabihatı var. Ancak havas onların manalarını bulabilir. Şu hadîsin zâhiri dahi müşkülat-ı hadîsin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş, öyle kısa değil belki böyle cevap verecektim: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evvela: Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telakkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa müteessir olmasın, belki memnun olsun çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa fazla bir şey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Sebeb-i münakaşa, eğer hadîs ise hadîsin meratibini ve vahy-i zımnînin derecatını ve tekellümat-ı Nebeviyenin aksamını bilmek lâzım. Avam içinde müşkülat-ı hadîsiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini, hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, bîçare avam-ı nâsın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için; eğer inkâr etse dehşetli bir kapı açar, yani küçücük aklına sığışmayan kat’î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin manasını tutarak öyle kabul edip neşretse ehl-i dalaletin itirazatına ve “Hurafattır.” demelerine yol açar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem bu müteşabih hadîse lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celbedilmiş ve bu çeşit hadîsler çok vârid olmuş, elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadîs kat’î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte yazdığımız risalelerde, ezcümle Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dal’ında On İki Asıl ile ve Dördüncü Dal’ında ve On Dokuzuncu Mektup’un vahyin taksimatına dair mukaddimesindeki bir esasında tafsilata iktifaen, burada icmalen o hakikate bir işaret ederiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir.''' Hazret-i Azrail aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?” Bu hususta üç meslek var: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Meslek:''' Azrail aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz çünkü nuranidir. Nurani bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuraninin temessülatı, o nurani zatın hâssasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri, güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi; melâike gibi ruhanîlerin dahi âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri onların aynılarıdır, hâssalarını gösterirler. Fakat âyinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve arş-ı a’zam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu mesleğe göre; kabz-ı ruh vaktinde, insanın âyinesine temessül eden melekü’l-mevtin insanî ve cüz’î bir misali, Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ve celalli ve hiddetli bir zatın tokadına maruz olmak ve o misalî melekü’l-mevtin libası hükmündeki suret-i misaliyesindeki gözünü çıkarmak; ne muhaldir ne fevkalâdedir ne de gayr-ı makuldür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Meslek''' '''odur ki:''' Hazret-i Cebrail, Mikâil, Azrail gibi melâike-i izam, birer nâzır-ı umumî hükmünde; kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, enva-ı mahlukata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehanın '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bizde “Seyda” lakabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervah-ı evliyanın kabzına müekkel melekü’l-mevt gelmiş. Seyda bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için talebe-i ulûmun kabz-ı ervahına müekkel mahsus taife ruhumu kabzetsin!” diye dergâh-ı İlahiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahit olmuşlar.</ref>)''' ervahını kabzeden başkadır; ehl-i şakavetin ervahını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki وَالنَّازِعَاتِ غَر۟قًا وَالنَّاشِطَاتِ نَش۟طًا âyeti işaret ediyor ki: Kabz-ı ervah eden, taife taifedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu mesleğe göre; Hazret-i Musa aleyhisselâm, Hazret-i Azrail aleyhisselâma değil belki Azrail’in bir avenesinin misalî cesedine, fıtrî celaletine ve hulkî celadetine ve Cenab-ı Hakk’ın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşk etmek gayet makuldür. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde melekü’l-mevti görmüş. Demiş: “Beni yatak içinde yakalıyorsun!” Kalkmış atına binmiş, kılıncını eline almış, ona meydan okumuş. Merdane, at üstünde vefat etmiş.</ref>)''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Meslek:''' Yirmi Dokuzuncu Söz’ün Dördüncü Esas’ında beyan edildiği gibi ve ehadîs-i şerifenin delâlet ettiği üzere: “Bazı melâikeler var ki kırk bin başı var. Her başında, kırk bin dili var. (Demek, seksen bin gözü dahi var.) Her bir dilde, kırk bin tesbihat var.” Evet, madem melâikeler âlem-i şehadetin envaına göre müekkeldirler; âlem-i ervahta o envaın tesbihatlarını temsil ediyorlar, elbette öyle olmak lâzım gelir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü mesela, küre-i arz bir mahluktur, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ediyor. Değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde envaları var. Her nev’in, yüz binler dil hükmünde efradları var ve hâkeza… Demek küre-i arza müekkel meleğin kırk bin, belki yüz binler başı olmalı. Ve her başında da yüz binler dil olmalı ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrail aleyhisselâmın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Musa aleyhisselâmın Hazret-i Azrail aleyhisselâma tokat vurması, hâşâ Azrail aleyhisselâmın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikisine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için kendi eceline dikkat eden ve hizmetine set çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُ اَع۟لَمُ بِالصَّوَابِ لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ قُل۟ اِنَّمَا ال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> هُوَ الَّذٖٓى اَن۟زَلَ عَلَي۟كَ ال۟كِتَابَ مِن۟هُ اٰيَاتٌ مُح۟كَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ ال۟كِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَاَمَّا الَّذٖينَ فٖى قُلُوبِهِم۟ زَي۟غٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِن۟هُ اب۟تِغَٓاءَ ال۟فِت۟نَةِ وَاب۟تِغَٓاءَ تَا۟وٖيلِهٖ وَمَا يَع۟لَمُ تَا۟وٖيلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى ال۟عِل۟مِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ كُلٌّ مِن۟ عِن۟دِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُولُوا ال۟اَل۟بَابِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Üçüncü Mesele Olan Üçüncü Risale == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu mesele, umum ihvanımın ekseri lisan-ı hal ile ve bir kısmının lisan-ı kāl ile ettikleri umumî bir sualin, has ve hususi ve mahremce bir cevabıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Senin ziyaretine gelen herkese diyorsun ki: “Benim şahsımdan bir himmet beklemeyiniz ve şahsımı mübarek tanımayınız. Ben makam sahibi değilim. Âdi bir neferin müşir makamının evamirini tebliği gibi ben de manevî bir müşiriyet makamının evamirini tebliğ ediyorum. Hem müflis bir adamın, gayet kıymettar ve zengin elmas ve mücevherat dükkânının dellâlı olduğu gibi; ben dahi mukaddes ve Kur’anî bir dükkânın dellâlıyım.” diyorsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Halbuki “Aklımız ilme muhtaç olduğu gibi kalbimiz dahi bir feyiz ister, ruhumuz bir nur ister ve hâkeza çok cihetle çok şeyler istiyoruz. Seni hâcatımıza yarayacak adam zannedip senin ziyaretine geliyoruz. Bize âlimden ziyade bir sahib-i velayet, sahib-i himmet ve sahib-i kemalât lâzım. Eğer hakikat-i hal dediğin gibi ise ziyaretinize yanlış geldik.” lisan-ı halleri diyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' '''Beş nokta'''yı dinleyiniz, sonra düşününüz. Ziyaretiniz beyhude mi, yoksa faydalı mıdır? O vakit hükmediniz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci Nokta === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki bir padişahın âdi bir hizmetkârı ve bîçare bir neferi; padişah namına feriklere, paşalara hedâyâ-yı şahanesini ve nişanlarını veriyor, onları minnettar ediyor. Eğer ferikler ve müşirler “Bu âdi nefere neden tenezzül edip elinden ihsan ve nişanları alıyoruz?” deseler mağrurane bir divaneliktir. Eğer o nefer dahi vazifesinin haricinde müşire kıyam etmezse, kendini ondan yüksek görse eblehçesine bir divaneliktir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem eğer o memnun olan feriklerden birisi, müteşekkirane o neferin kulübeciğine tenezzülen misafir gitse; kuru ekmekten başka bulmayan o nefer mahcup kalmamak için o hali gören ve bilen padişah –elbette o neferini mahcup etmemek için– matbah-ı şahaneden, sadık hizmetkârının muhterem misafirine tabla gönderir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de Kur’an-ı Hakîm’in sadık bir hizmetkârı, ne kadar âdi olursa olsun Kur’an namına, en büyük insanlara emirlerini çekinmeyerek tebliğ eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur’an’ın âlî elmaslarını yalvararak, mütezellilane değil belki müftehirane ve müstağniyane satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife başında iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi onların ona müracaatında, kendine medar-ı gurur bulamaz ve haddinden tecavüz etmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer o hazine-i kudsiyenin müşterileri içinde bazıları, o bîçare hizmetkâra velayet nazarıyla baksalar ve büyük tanısalar; elbette hakikat-i Kur’aniyenin merhamet-i kudsiyesi şanındandır ki o hizmetkârını mahcup etmemek için hazine-i hâssa-i İlahiyeden, o hizmetkârın hiç haberi ve medhali olmadan, onlara meded versin ve himmet ederek feyizdar etsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkinci Nokta === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (ra) demiş: “Hakaik-i imaniyeden bir tek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramata müreccahtır. Hem bütün tarîkatların gayesi ve neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.” Madem şöyle bir tarîkat kahramanı böyle hükmediyor; elbette '''hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan eden ve esrar-ı Kur’aniyeden tereşşuh eden Sözler, velayetten matlub olan neticeleri verebilirler.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncü Nokta === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bundan on bir sene evvel, Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi. اَل۟مَو۟تُ حَقٌّ kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Meded istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki yollar muhtelif, tereddütte kaldı. Gavs-ı A’zam olan Şeyh-i Geylanî radıyallahu anhın “Fütuhu’l-Gayb” namındaki kitabıyla tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَن۟تَ فٖى دَارِ ال۟حِك۟مَةِ فَاط۟لُب۟ طَبٖيبًا يُدَاوٖى قَل۟بَكَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Acibdir ki o vakit ben, Dârülhikmeti’l-İslâmiye azası idim. Güya ehl-i İslâm’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvela kendine bakmalı, sonra hastalara bakabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte Hazret-i Şeyh bana der ki: “Sen kendin hastasın, kendine bir tabip ara!” Ben dedim: “Sen tabibim ol!” Tuttum, kendimi ona muhatap addederek o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetli idi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, ameliyat-ı şifakâraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcatını dinledim, çok istifaza ettim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sonra İmam-ı Rabbanî’nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe’ül ederek açtım. Acayiptendir ki bütün Mektubat’ında yalnız iki yerde “Bediüzzaman” lafzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektupların başında “Mirza Bediüzzaman’a Mektup” diye yazılı olarak gördüm. Fesübhanallah dedim, bu bana hitap ediyor. O zaman Eski Said’in bir lakabı “Bediüzzaman”dı. Halbuki hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedanî’den başka o lakapla iştihar etmiş zatları bilmiyordum. Halbuki İmam’ın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki ona o iki mektubu yazmış. O zatın hali, benim halime benziyormuş ki o iki mektubu kendi derdime deva buldum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yalnız, İmam o mektuplarında tavsiye ettiği gibi çok mektuplarında musırrane şunu tavsiye ediyor: “Tevhid-i kıble et.” Yani birini üstad tut, arkasından git, başkasıyla meşgul olma. Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: “Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim?” tahayyürde kaldım. Her birinde ayrı ayrı cazibedar hâsiyetler var. Biriyle iktifa edemiyordum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O tahayyürde iken, Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi, Kur’an-ı Hakîm’dir. Hakiki tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise en a’lâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o Mürşid-i Hakiki’nin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor fakat ehl-i kalp ve sahib-i halin derecatına göre o feyzi, o âb-ı hayatı yine onun feyziyle gösterebiliriz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Demek Kur’an’dan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, halî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlahiye hükmündedirler.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncü Nokta === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sahabelerden ve tabiîn ve tebe-i tabiînden en yüksek mertebeli velayet-i kübra sahibi olan zatlar, nefs-i Kur’an’dan bütün letaiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’an onlar için hakiki ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki: Her vakit Kur’an-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi velayet-i kübra feyizlerini dahi ehil olanlara ifaza eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Biri:''' Tarîkat berzahına girip seyr ü sülûk ile kat’-ı meratib ederek hakikate geçmektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Suret:''' Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lütf-u İlahî ile hakikate geçmektir ki sahabeye ve tabiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Demek hakaik-i Kur’aniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hâssaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Beşinci Nokta === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beş cüz’î misal''' ile göstereceğiz ki Sözler, talim-i hakaik ettikleri gibi irşad vazifesini de görüyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Birinci Misal: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben kendim on değil, yüz değil, binler defa müteaddid tecrübatımla kanaatim gelmiş ki: Sözler ve Kur’an’dan gelen Nurlar; aklıma ders verdiği gibi kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ dünyevî işlerimde; keramet sahibi bir şeyhin bir müridi, nasıl şeyhinden hâcatına dair meded ve himmet bekliyor; ben de Kur’an-ı Hakîm’in kerametli esrarından o hâcatımı beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda, bana çok defa hasıl oluyor. Yalnız cüz’iyattan iki küçük misal: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Biri:''' On Altıncı Mektup’ta izahı ve tafsili geçen; Süleyman isminde bir misafirime, katran ağacı başında koca bir ekmek, hârika bir tarzda gösterilmiş. İki gün ikimiz, o hediye-i gaybîden yedik. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Misal:''' Gayet küçük ve latîf, bugünlerde vaki olan meseleyi söyleyeceğim. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fecirden evvel hatırıma geldi ki bir zatın kalbine vesvese verecek bir tarzda tarafımdan sözler söylenilmişti; keşke dedim onu görseydim, kalbindeki dağdağayı izale etseydim. Aynı dakikada, Nis’e gitmiş bir parça kitabım bana lâzım idi; keşke elime geçseydi dedim. Sabah namazından sonra oturdum; baktım aynı zat, o kitap parçası elinde olduğu halde içeri girdi. Ona dedim: “Senin elindeki nedir?” Dedi: “Bilmiyorum, kapının önünde Nis’ten gelmiş diye birisi bana verdi; ben de size getirdim.” Fesübhanallah dedim; böyle bir vakitte bu adamın evinden çıkıp gelmesi ve şu Söz’ün Nis’den gelmesi, hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama şöyle bir parça kitabı aynı dakikada eline verip bana gönderen, elbette Kur’an-ı Hakîm’in himmetidir diyerek Elhamdülillah dedim; benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafî arzu-yu kalbimi bilen birisi, elbette bana merhamet ediyor, beni himaye ediyor; öyle ise dünyanın minnetini beş paraya almam. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== İkinci Misal: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biraderzadem merhum Abdurrahman, sekiz seneden beri benden ayrılıp dünyanın gaflet ve evhamlarına bulaştığı halde, şahsıma karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zannı varmış. Bende olmayan ve elimden gelmeyen himmeti istiyor ve meded bekliyordu. Kur’an-ı Hakîm’in himmeti imdadına yetişti. Haşre dair olan Onuncu Söz’ü, vefatından üç ay evvel eline yetiştirdi. O Söz, onu manevî kirlerinden ve evham ve gafletten temizlemekle beraber, âdeta mertebe-i velayete çıkmış gibi vefatından evvel yazdığı mektubunda üç zâhir keramet izhar etmiş. Yirmi Yedinci Mektup’un fıkraları içinde dercedilmiş, müracaat olunsun. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Üçüncü Misal: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Burdurlu Hasan Efendi isminde ehl-i kalp bir âhiret kardeşim ve talebem vardı. Bana karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zan ederek, büyük bir veliden himmet beklemek gibi bîçare benden meded bekliyordu. Birdenbire hiç münasebet yokken, Otuz İkinci Söz’ü Burdur köylerinde oturan birisine mütalaa etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatırıma geldi, dedim: “Şayet Burdur’a gidersen Hasan Efendi’ye ver, beş altı gün mütalaa etsin.” O adam gitmiş, doğrudan doğruya Hasan Efendi’ye vermiş. Hasan Efendi’nin eceli otuz kırk gün kalmıştı. Gayet susamış bir adamın, âb-ı kevser gibi tatlı suya rast gelirken yapışması gibi; öyle de Otuz İkinci Söz’e yapışmış, mütemadiyen mütalaa yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, hususan Üçüncü Mevkıf’ındaki muhabbetullah bahsinde, tamamıyla derdine deva bulmuş ve bir kutb-u a’zamdan beklediği feyzi onda bulmuş. Sağlam olarak camiye gitmiş, namaz kılmış, orada ruhunu Rahman’a teslim eylemiş, rahmetullahi aleyh. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Dördüncü Misal: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hulusi Bey’in Yirmi Yedinci Mektup’taki fıkralarının şehadetiyle; en mühim ve müessir tarîkat olan Nakşî tarîkatından ziyade himmet ve meded, feyiz ve nuru; esrar-ı Kur’aniyenin tercümanı olan nurlu Sözler’de bulmuştur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Beşinci Misal: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman’ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvalât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem elimden gelmeyen manevî himmet ve meded bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birdenbire mühim birkaç Söz’ü ona gönderdim. O da mütalaa ettikten sonra yazıyor ki: “Elhamdülillah kurtuldum! Çıldıracaktım. Bu Sözler’in her biri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum.” diye yazıyordu. Ben baktım ki hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip o eski vaziyetlerinden kurtulmuş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha bu beş misal gibi pek çok misaller var. Onlar gösteriyorlar ki: '''Ulûm-u imaniye, hususan doğrudan doğruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devaen Kur’an-ı Hakîm’in esrarından manevî ilaçlar alınsa ve tecrübe edilse; elbette o ulûm-u imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddi ihlas ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir.''' Onları satan ve gösteren eczacı ve dellâl ne halde bulunursa bulunsun; âdi olsun, müflis olsun, zengin olsun, makam sahibi olsun, hizmetkâr olsun çok fark yoktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evet, güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Madem güneşi gösteriyorum, benden mum ışığı –bâhusus bende bulunmazsa– istemek manasızdır, lüzumsuzdur.''' Belki onların bana dua ile manevî yardım ile hattâ himmet ile muavenet etmeleri lâzımdır. Ve ben onlardan istimdad etmem ve meded istemem, benim hakkımdır. Onlar, Nurlardan aldıkları feyze kanaat etmek, onların üstünde haktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تَكُونُ لَكَ رِضَاءً وَ لِحَقِّهٖ اَدَاءً وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Yirmi Sekizinci Mektup’un Üçüncü Mesele’sinin Tetimmesi Olabilir Küçük ve Hususi Bir Mektuptur''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Âhiret kardeşlerim ve çalışkan talebelerim Hüsrev Efendi ve Re’fet Bey! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sözler namındaki envar-ı Kur’aniyede üç keramet-i Kur’aniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilâve ettirdiniz. Bildiğimiz üç ise: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Telifinde fevkalâde suhulet ve sürattir. Hattâ beş parça olan On Dokuzuncu Mektup iki üç günde ve her günde üç dört saat zarfında –mecmuu on iki saat eder– kitapsız, dağda, bağda telif edildi. Otuzuncu Söz hastalıklı bir zamanda, beş altı saatte telif edildi. Yirmi Sekizinci Söz olan cennet bahsi bir veya iki saatte, Süleyman’ın dere bahçesinde telif edildi. Ben ve Tevfik ile Süleyman, bu sürate hayrette kaldık ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Telifinde bu keramet-i Kur’aniye olduğu gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' Yazmasında dahi fevkalâde bir suhulet, bir iştiyak ve usanmamak var. Şu zamanda ruhlara, akıllara usanç veren çok esbab içinde, bu Sözlerden biri çıkar, birden çok yerlerde kemal-i iştiyakla yazılmaya başlanıyor. Mühim meşgaleler içinde, onlar her şeye tercih ediliyor ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Keramet-i Kur’aniye:''' Bunların okunması dahi usanç vermiyor. Hususan ihtiyaç hissedilse okundukça zevk alınıyor, usanılmıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte siz dahi dördüncü bir keramet-i Kur’aniyeyi ispat ettiniz: Hüsrev gibi kendine tembel diyen ve beş senedir Sözler’i işittiği halde yazmaya cidden tembellik edip başlamayan bir kardeşimiz, bir ayda on dört kitabı güzel ve dikkatli yazması, şüphesiz dördüncü bir keramet-i esrar-ı Kur’aniyedir. Hususan Otuz Üçüncü Mektup olan otuz üç pencerelerin kıymeti tamamen takdir edilmiş ki gayet dikkatle ve güzel yazılmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet o risale, marifetullah ve iman-ı billah için en kuvvetli ve en parlak bir risaledir. Yalnız baştaki pencereler gayet icmal ve ihtisar ile gidilmiştir. Fakat gittikçe inkişaf eder, daha ziyade parlar. Zaten sair telifata muhalif olarak ekser Sözler’in başları mücmel başlar, gittikçe genişlenir, tenevvür eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Dördüncü Risale Olan Dördüncü Mesele == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İhvanlarıma medar-ı intibah bir hâdise-i cüz’iyeye dair bir suale cevaptır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aziz kardeşlerim! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual ediyorsunuz ki:''' Cami-i şerifinize, cuma gecesinde sebepsiz olarak, mübarek bir misafirin gelmesiyle tecavüz edilmiş. Bu hâdisenin mahiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Dört noktayı, bilmecburiye Eski Said lisanıyla beyan edeceğim. Belki ihvanlarıma medar-ı intibah olur, siz de cevabınızı alırsınız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci Nokta: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O hâdisenin mahiyeti; hilaf-ı kanun ve sırf keyfî ve zındıka hesabına, cuma gecesinde kalbimize telaş vermek ve cemaate fütur getirmek ve beni misafirlerle görüştürmemek için bir desise-i şeytaniye ve münafıkane bir taarruzdur. Garaibdendir ki o geceden evvel olan perşembe günü tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde güya iki yılan birbirine eklenmiş gibi uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benim ile arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu diye sordum: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Gördün mü? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O dedi: Neyi? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dedim: Bu dehşetli yılanı! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dedi: Yok, görmedim ve göremiyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Fesübhanallah!” dedim. “Bu kadar büyük bir yılan, ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O vakit hatırıma bir şey gelmedi. Fakat sonra kalbime geldi ki: “Bu sana işarettir, dikkat et!” Düşündüm ki gecelerde gördüğüm yılanlar nevindendir. Yani gecelerde gördüğüm yılanlar ise hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse onu yılan suretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim: “Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum, dikkat et!” demiştim. Zaten selefini çok vakit öyle görüyordum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, şu zâhiren gördüğüm yılan ise işarettir ki hıyanetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecavüz suretini alacak. Bu defaki tecavüz –çendan– zâhiren küçük imiş ve küçültülmek isteniliyor. Fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirakiyle o memurun verdiği emir; cami içinde, namazın tesbihatında iken “O misafirleri getiriniz!” diye jandarmalara emretmiş. Maksat da beni kızdırmak. Eski Said damarıyla bu fevka’l-kanun, sırf keyfî muameleye karşı kovmak ile mukabele etmekti. Halbuki o bedbaht bilmedi ki Said’in lisanında Kur’an’ın tezgâhından gelen bir elmas kılınç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdafaa etmez; belki o kılıncı böyle istimal edecektir. Fakat jandarmaların akılları başlarında olduğu için hiçbir devlet, hiçbir hükûmet namazda, camide, vazife-i diniye bitmeden ilişmediği için namaz ve tesbihatın hitamına kadar beklediler. Memur bundan kızmış “Jandarmalar beni dinlemiyorlar.” diye kır bekçisini arkasından göndermiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat Cenab-ı Hak beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki: Zaruret-i kat’iye olmadan bunlarla uğraşmayınız. “Cevabü’l-ahmaki’s-sükût” nevinden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karşı kendini zayıf göstermek, onu hücuma teşci ettiği gibi; canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder. Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı tâ dostların lâkaytlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkinci Nokta: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَلَا تَر۟كَنُٓوا اِلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyet-i kerîmesi fermanıyla: Zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki edna bir meyledenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. Çünkü rıza-yı küfür, küfür olduğu gibi; zulme rıza da zulümdür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bir ehl-i kemal, kâmilane, şu âyetin çok cevahirinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Muîn-i zalimîn dünyada erbab-ı denâettir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Köpektir zevk alan, sayyad-ı bîinsafa hizmetten. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet bazıları yılanlık ediyor, bazıları köpeklik ediyor. Böyle mübarek bir gecede, mübarek bir misafirin, mübarek bir duada iken, hafiyelik edip güya cinayet yapıyormuşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette bu şiirin mealindeki tokada müstahaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncü Nokta: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Madem Kur’an-ı Hakîm’in feyziyle ve nuruyla en mütemerrid ve müteannid dinsizleri ıslah ve irşad etmeye Kur’an’ın himmetine güveniyorsun. Hem bilfiil de yapıyorsun. Neden senin yakınında bulunan bu mütecavizleri çağırıp irşad etmiyorsun? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Usûl-ü şeriatın kaide-i mühimmesindendir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُن۟ظَرُ لَهُ Yani “Bilerek zarara razı olana şefkat edip lehinde bakılmaz.” İşte ben çendan Kur’an-ı Hakîm’in kuvvetine istinaden dava ediyorum ki: “Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehirini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmezsem de ilzam etmeye hazırım.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlara hakaiki söylemek; hakaike karşı bir hürmetsizliktir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> كَتَع۟لٖيقِ الدُّرَرِ فٖى اَع۟نَاقِ ال۟بَقَرِ darb-ı meseli gibi oluyor. Çünkü bu işleri yapanlar, kaç defa hakikati Risale-i Nur’dan işittiler. Ve bilerek hakikatleri zındıka dalaletlerine karşı çürütmek istiyorlar. Böyleler, yılan gibi zehirden lezzet alıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncü Nokta: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bana karşı bu yedi senedeki muameleler, sırf keyfî ve fevka’l-kanundur. Çünkü menfîlerin ve esirlerin ve zindandakilerin kanunları meydandadır. Onlar kanunen akrabasıyla görüşürler, ihtilattan men’olunmazlar. Her millet ve devlette ibadet ve taat, tecavüzden masûndur. Benim emsallerim, şehirlerde akrabalarıyla ve ahbaplarıyla beraber kaldılar. Ne ihtilattan, ne muhabereden ve ne de gezmekten men’olunmadılar. Ben men’olundum. Ve hattâ camiime ve ibadetime tecavüz edildi. Şafiîlerce, tesbihat içinde kelime-i tevhidin tekrarı sünnet iken, bana terk ettirilmeye çalışıldı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ Burdur’da eski muhacirlerden Şebab isminde ümmi bir zat, kayınvâlidesiyle beraber tebdil-i hava için buraya gelmiş. Hemşehrilik itibarıyla benim yanıma geldi. Üç müsellah jandarma ile camiden istenildi. O memur, hilaf-ı kanun yaptığı hatayı setretmeye çalışıp: “Affedersiniz gücenmeyiniz, vazifedir.” demiş. Sonra “Haydi git!” diyerek ruhsat vermiş. Bu vakıaya sair şeyler ve muameleler kıyas edilse anlaşılır ki: Bana karşı sırf keyfî muameledir ki yılanları, köpekleri bana musallat ediyorlar. Ben de tenezzül etmiyorum ki onlarla uğraşayım. O muzırların şerlerini def’etmek için Cenab-ı Hakk’a havale ediyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Zaten sebeb-i tehcir olan hâdiseyi çıkaranlar, şimdi memleketlerindedirler. Ve kuvvetli rüesalar, aşâirlerin başındadırlar. Herkes terhis edildi. Başlarını yesin dünyalarıyla alâkam olmadığı halde, beni ve iki zat-ı âheri müstesna bıraktılar. Buna da peki dedim. Fakat o zatlardan birisi, bir yere müftü nasbolunmuş; memleketinden başka her tarafı geziyor ve Ankara’ya da gidiyor. Diğeri İstanbul’da kırk binler hemşehrileri içinde ve herkesle görüşebilir bir vaziyette bırakılmış. Halbuki bu iki zat; benim gibi kimsesiz, yalnız değiller. Mâşâallah büyük nüfuzları var. Hem… Hem… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Halbuki beni bir köye sokmuşlar, en vicdansız insanlarla beni sıkıştırmışlar. Yirmi dakikalık bir köye altı senede iki defa gidebildiğim gibi o köye gitmek ve birkaç gün tebdil-i hava için ruhsat verilmediği bir derecede, beni muzaaf bir istibdat altında eziyorlar. Halbuki bir hükûmet ne şekilde olursa olsun, kanunu bir olur. Köyler ve şahıslara göre ayrı ayrı kanun olmaz. Demek hakkımdaki kanun, kanunsuzluktur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Buradaki memurlar; nüfuz-u hükûmeti, ağraz-ı şahsiyede istimal ediyorlar. Fakat Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e yüz binler şükrediyorum ve tahdis-i nimet suretinde derim ki: Bütün onların bu tazyikat ve istibdatları; envar-ı Kur’aniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine, odun parçaları hükmüne geçiyor; iş’al ediyor, parlatıyor. Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat eden o envar-ı Kur’aniye; Barla yerine bu vilayeti, belki ekser memleketi bir medrese hükmüne getirdi. Onlar, beni bir köyde mahpus zannediyor. Zındıkların rağmına olarak, bilakis Barla kürsî-i ders olup Isparta gibi çok yerler medrese hükmüne geçti. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى </div> <span id="Beşinci_Risale_Olan_Beşinci_Mesele_Şükür_Risalesi"></span> == Послание за Благодарноста == بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ Преполн со чудотворна красноречивост, во многу ајети (стихови) Светиот Куран ја поттик-нува и ја буди благодарноста. Еве некои од нив: اَفَلَا يَش۟كُرُونَ اَفَلَا يَش۟كُرُونَ وَسَنَج۟زِى الشَّاكِرٖينَ لَئِن۟ شَكَر۟تُم۟ لَاَزٖيدَنَّكُم۟ بَلِ اللّٰهَ فَاع۟بُد۟ وَ كُن۟ مِنَ الشَّاكِرٖينَ Од горните ајети од Куранот станува јасно дека најважното дело што го бара Семожниот Творец од Своите слуги е благодарноста. Тој јасно и недвосмислено ги повикува да бидат благодарни и оддава огромно значење на тоа откривајќи дека оној што не постапува така, се смета за лага, ги отфрлува и не ги почитува Божјите дарови. Во сурата Рахман (Семилостивиот) триесет и еден пат ја упатува следнава закана: فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ Тука се предупредува со објаснување што раѓа ужас и страв дека ако не се изрази благодарност и се воздржува од неа, тоа значи дека не се верува во Божјата великодушност, дека се отфрлува и се одрекува. Да, како што објаснува Светиот Куран дека благодарноста е резултат од творештвото и негова цел, така и вселената, којашто е слична на голем материјализиран Куран, исто така открива дека најважниот резултат од созда-вањето на светот е благодарноста. Ако поглед-неш внимателно во вселената, ќе согледаш дека нејзината структура и содржина се планирани и реализирани на начин да можат да репроду-цираат благодарност и да водат кон неа. Секое нешто се насочува и се упатува однекаде кон благодарноста и чиниш таа е најценетиот плод на дрвото на творештвото. Згора на сè, благодарноста е најусовршениот “продукт” произведен од “фабриката” на вселената. Забележуваме дека созданијата во светот се планирани по образец сличен на огромен круг, а животот е создаден да биде негов центар. Гледаме дека сите созданија му служат на животот, го пазат, се насочуваат кон него и се грижат да обезбедат сѐ што е неопходно за неговото продолжување. Следствено, Творецот на вселената го поставил животот на челно место и му дал предност меѓу сите други реалности. Потоа забележуваме дека и живите созданија се создадени во вид на широк круг, а во тој центар се наоѓа човекот. Маргиналните очекувања од нив обично се концентрираат во него. Семудриот Творец, пречист е Тој, ги става сите живи созданија околу човекот и му ги потчинува за да му служат и му одредува да биде нивни господар. Следствено, Великиот Творец го претпочитал човекот меѓу сите живи суштества и дури намерно посакал и ја избрал оваа судбина за него. Потоа, човечкиот живот како и животинскиот, исто така формира олицетворение на круг, во чијшто центар е поставена благосостојбата и инстинктот за неа, валиден за сите луѓе и животни. Гледаме дека со силен стремеж за нејзино добивање, сите ѝ служат и ѝ се потчинуваат. Благосостојбата ги управува и владее со нив. Исто така, забележуваме дека самото тоа е направено да биде голема каса со непроценлива и неизмерна вредност, ако можат да бидат струпани и насобрани, дури гледаме дека восприемањата на вкусовите во јазикот се снабдени со прецизни механизми и чувстви-телни нематеријални мерила, на број толку колку што се храната и обезбедувањето со намирници за да се распознае вкусот само на еден од многуте видови благосостојба. Следствено, вистината за благосостојбата е тоа што таа е највосхитувачката, најбогатата, најчудната, најопфатената и најубавата во вселената. Понатаму, исто така забележуваме дека како што секое нешто е заобиколено од благосостојба и се стреми кон неа, така и самата благосостојба со сите нејзини разновидности придава и духовна и материјална благодарност, ја изразува со нејзината состојба и глас, носи и раѓа благодарност, ја разјаснува и ја покажува, затоа што стремежот кон благосостојбата и желбата за неа е вид природна благодарност. Насладувањето и вкусувањето исто така се благодарност, но неосознаена. Сите животни имаат придобивки од неа, додека човекот е единственото создание што ја менува суштината на оваа природна благодарност со неговото повлекување во заблуда и непризнавањето на Божјите дарови. Тој ја одбива благодарноста кон ортачењето со Аллах. Понатаму, богатствата што имаат суштинска благосостојба и носат убави, светли, оригинални форми, чисти и пријатни ароми и мириси, сладок вкус и уживање во апетитот, не се ништо друго освен средства за повикување и насочување кон благодарност. Со својот повик, овие поттикнувачки гласници раѓаат стремеж кај живите созданија преку кое ги туркаат кон еден вид одобрение, висока оцена и почит, вдахнуваат во нив длабока благодарност, им го обрнуваат погледот на одушевените суштества кон Божјите дарови, ги тераат да ги разгледат со внимание нивните големини, им ја зголемуваат желбата да им се допаднат и да им се восхитуваат и ги поттикнуваат на почит кон обилната великодушност. Даровите ги насочуваат и ги упатуваат по патот на благодарноста, изразена со зборови и дела, ги преобразуваат во благодарни созданија, им дозволуваат преку благодарноста да го доживеат најпријатниот и најубав вкус, најчистата и најскапоцена наслада. A тоа е така затоа што Божјите дарови им откриваат дека заедно со краткотрајната и привремена надворешна сладост, вкусната благосостојба и прекрасниот благодат преку благодарноста ни даваат можност да размислиме за грижите и благонаклонетоста на Милосрдниот, коишто носат вистинска, вечна и бескрајна сладост и задоволство. Односно, кога благосостојбата нѐ потсетува за благонаклонетоста на Милосрдниот, Вла-детелот на опширните ризници на милосрдието, за Неговата грижа и гостопримство што носат безгранична сладост и бескрајно задоволство, преку разгледувањето и размислувањето му обезбедува на човекот можност да вкуси едно од трајните блаженства на Рајот уште пред да го напушти земниот живот. Додека преку благодарноста благосостојбата се претвора во опширна и сеопфатна ризница, прелиена од богатство и наслада, воздржувањето од благодарност и нејзиниот недостиг ужасно го уриваат и го лишат од вредноста. Bеќе разјаснивме во Шесто Слово дека ако дејноста на сетилната сила вклучена во јазикот e насочена кон Севишниот Аллах и се извршува по Неговиот пат, односно насочена е кон благосостојбата во извршување на задачата да се изразува духовна благодарност, тогаш таа сетилна сила станува достоен благодарен раководител и почитуван прославен инспектор на кујните на апсолутното Божјо милосрдие. Но, ако таа си ја извршува дејноста задоволувајќи ги страстите на заповедничката зла душа и ја заситува нејзината лакомост, односно ако се насочи кон благодатот без да се сети да изрази благодарност на Дарителот, којшто ја удостоил со благосостојбата, тогаш пропаѓа и се спушта од издигнатата позиција – позицијата на висококвалификуван набљудувач, до обичен носач на пропуст во погонот на желудникот и вратар на коњушниците на стомакот. И како што при неблагодарност овој вратар на благосостојбата паѓа во бездната, така и самата суштина на благосостојбата и неговите останати служители пропаѓаат сите – од највисоката до најниската положба, и дури паѓаат до целосно различен статус, сосема спротивен на мудроста на Великиот Творец. '''Критериуми за степенот на благодарноста се непретенциозноста, штедливоста, задоволу-вањето со малку, скромноста.''' '''А мерка за недостиг на благодарност и за небрежност кон неа се алчноста, прекумерноста, отсуството на почит, голтањето на сѐ што ќе ни падне во рацете без да правиме разлика меѓу алал и арам.''' Да, како што алчноста е пренасочување и воздржување од благодарност, така таа, исто така, води и кон лишење и е средство за понижување и за паѓање во жална состојба. И небаре мравката, тој благословен инсект што води социјален живот, е смачкана под нозе заради силната алчност и недоволната скромност, затоа што ѝ се доволни неколку житни зрнца за една година, а таа собира илјадници, ако ѝ е судено да го направи тоа. Во исто време, целосната непретенциозност на добрата пчела ѝ дава да лети високо над главите. Таа е дури толку многу скромна во своите потреби за благосостојба што им дарува на луѓето чист мед како израз на добротворство по наредба на Великиот Бог, сеславна е Неговата слава. Да, името Семилостивиот (Рахман), коешто e едно од најголемите имиња на Севишниот и Семоќниот, постојано го следи името на величието, Аллах, коешто е најголемото и е сопствено име на Најсветата суштественост. Името Семилостивиот ја вклучува под својата грижа и благосостојбата поради што е можно да се стигне до светлините на тоа велико име преку благодарноста, скриена во големината, имено, на благосостојбата со оглед на фактот дека едно од најочигледните значења на Семилостивиот е Дарителот на благосостојба (Раззак). И понатаму, благодарноста има редица разновидности, но најкомплексната и најсеопфатната од нив, нивниот општ “каталог, индекс и прирачник”, е намаз. Во благодарноста се содржи чиста и сјајна вера – неизменето признавање на еднобожието, затоа што оној што јаде јаболко, со Фала Му на Аллах (Елхамдулиллах), тој со тоа ја искажува својата благодарност за неа – овој вистински сувенир што дошол директно од раката на Божјата моќ, овој подарок принесен директно од ризницата на Божјото милосрдие. Со горните зборови и со нивната убеденост човекот поверу-ва во секое нешто, второстепено или првично, делумно или целосно, на раката на Божјата моќ и го осознава пројавувањето на Божјото мило-срдие во секое нешто. Така преку благодарноста тој ја открива вистинската вера и изразува искрена убеденост во еднобожието. Тука ќе разјасниме само еден од многуте аспекти на огромната загуба во којашто паѓа немарниот човек како последица на своето одре-кување и непризнавање на Божјиот благодат, како што следува: Кога човек консумира некој сладок дар и се заблагодарува за него, како резултат на неговата благодарност овој дар се претвора во светлина и во рајски плод од загробниот живот заедно со насладата што тој ја доставува. Размислувањето за фактот дека тоа е еден од белезите на Божјата грижа, на сеопфатното милосрдие на Аллах и на неговото гостопримство, му придава на Божјиот благодат велика и вечна сладост и безгранично возвишен вкус. Благодарниот човек испраќа слични најчисти екстракти, најодбрана неопходност и најрафинирани духовни елементи кон небесните височини и врвови оставајќи ги непо-требните материи и отпадоци, коишто си ги потрошиле целите, си ги исполниле функциите, веќе се непотребни и се претвориле во остатоци што се разградуваат и што се распаѓаат до свои-те првични состојки. Но, ако удостоениот со дарови не Му бла-годари на својот Господар за нив и надмено се однесува, како резултат на своето исчезнување краткотрајната наслада раѓа само болка и скрб и се претвора во ѓубре и нечистотија. Тогаш, скапоцениот како елмаз благодат едноставно станува кал и ќумур. Преку благодарноста изедената и исчезната благосостојба доставува трајни наслади и дава вечни плодови. А даровите што не се проследени со благодарност, ги губат своите возвишенија, убавиот и блескав образ и се претвораат во одвратни и гнасни ѓубриња. А тоа е така затоа што немарниот човек смета дека откако ќе се консумира привремената наслада, од благо-состојбата остануваат само отпадоци. Да, благосостојбата има сјаен и светол образ што заслужува љубов и приврзаност, ако за неа e оддадена благодарност, а начинот по којшто немарните и заблудените ја голтаат, е единствено изјава на животинска и скотска пристрасност. Би можеле да направите и други паралели за да осознаете колку многу се оштетени, колку е голема загубата и колку голема е грешката на оние што подлегнале на заблудата и на небрежноста. Меѓу живите созданија човекот е оној што ја доживува најсилната потребност од благосос-тојбата и нејзината разновидност. Вистината(Хак) – себлаг и севишен е Тој, го создал човекот да биде огледало на себеси со фокус на сите Негови Најубави имиња, го создал да биде чудо покажувајќи ја Неговата апсолутна моќ. Човекот поседува средства преку кои може да ја оцени и да ја осознае вредноста на сите резерви натрупани во сеопфатната ризница на Божјото милосрдие. Тој е создаден како намесник на земјата, којшто располага со чувствителни механизми за најпрецизно измерување на најтенките детали содржани во пројавувањето на Најубавите имиња. Со оглед на сево ова, Семоќниот во човекот вложил безгранична бедност и му одредил да има потреба од бескрајна разновидна материјална и духовна благосостојба. Освен благодарноста, нема друго средство преку кое човек може да се издигне до највисоката положба – да биде „со совршен изглед“ во рамките на поседуваната од него севкупност. Ако благодарноста недостига, човекот паѓа до најжалната и најдолна состојба, попрезирен и од најпрезираните, и извршува огромна несправедливост. '''Резиме:''' Благодарноста е една од четирите основи на којшто се потпира оној што чекори по највисокиот и најиздигнат пат – патот на богослужението, љубовта кон Аллах Севишниот и придобивањето на Неговата љубов. Овие четири основи можат да се изразат на следниот начин: “Драг пријателе, обземен од беспомошност, знај дека треба да извршиш четири работи: апсолутна беспомошност, апсолутна бедност, апсолутен жар и апсолутна благодарност.” اَللّٰهُمَّ اج۟عَل۟نَا مِنَ الشَّاكِرٖينَ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الشَّاكِرٖينَ وَ ال۟حَامِدٖينَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَ اٰخِرُ دَع۟وٰيهُم۟ اَنِ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Altıncı Risale Olan Altıncı Mesele == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hatt-ı Kur’an Mektubat mecmuasında neşredildiğinden buraya dercedilmedi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Yedinci Risale Olan Yedinci Mesele == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُل۟ بِفَض۟لِ اللّٰهِ وَبِرَح۟مَتِهٖ فَبِذٰلِكَ فَل۟يَف۟رَحُوا هُوَ خَي۟رٌ مِمَّا يَج۟مَعُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu mesele '''yedi işarettir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evvela tahdis-i nimet suretinde birkaç sırr-ı inayetin izharına '''yedi sebebi''' beyan ederiz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir, o Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken baktım ki mühim bir zat, bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak ve namzet olduğumu anladım. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem i’caz-ı Kur’an’ı bir derece beyan, Sözler’le oldu. Elbette o i’cazın hesabına geçen ve onun reşehatı ve berekâtı nevinden olan hizmetimizdeki inayatı izhar etmek, i’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkinci Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an-ı Hakîm mürşidimizdir, üstadımızdır, imamımızdır, her bir âdabda rehberimizdir. O, kendi kendini medhediyor. Biz de onun dersine ittibaen, onun tefsirini medhedeceğiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem madem yazılan Sözler onun bir nevi tefsiridir ve o risalelerdeki hakaik ise Kur’an’ın malıdır ve hakikatleridir. Ve madem Kur’an-ı Hakîm ekser surelerde, hususan الٰرٓ larda حٰمٓ lerde kendi kendini kemal-i haşmetle gösteriyor, kemalâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi kendi kendine ediyor. Elbette Sözler’de in’ikas etmiş Kur’an-ı Hakîm’in lemaat-ı i’caziyesinden ve o hizmetin makbuliyetine alâmet olan inayat-ı Rabbaniyenin izharına mükellefiz. Çünkü o üstadımız öyle eder ve öyle ders verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncü Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sözler hakkında tevazu suretinde demiyorum, belki bir hakikati beyan etmek için derim ki: Sözler’deki hakaik ve kemalât, benim değil Kur’an’ındır ve Kur’an’dan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’aniyeden süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâki olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Ve madem ehl-i dalalet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir; elbette sema-yı Kur’an’ın yıldızlarıyla bağlanan risaleler, benim gibi çok itirazata ve tenkidata medar olabilen ve sukut edebilen çürük bir direk ile bağlanmamalı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem madem örf-i nâsta, bir eserdeki mezaya, o eserin masdarı ve menbaı zannettikleri müellifinin etvarında aranılıyor ve bu örfe göre, o hakaik-i âliyeyi ve o cevahir-i gâliyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde gösteremeyen şahsiyetime mal etmek, hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için risaleler kendi malım değil, Kur’an’ın malı olarak Kur’an’ın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncü Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bazen tevazu, küfran-ı nimeti istilzam ediyor belki küfran-ı nimet olur. Bazen de tahdis-i nimet, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi ki ne küfran-ı nimet çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemalâtları ikrar edip fakat temellük etmeyerek, Mün’im-i Hakiki’nin eser-i in’amı olarak göstermektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki murassa ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: “Mâşâallah çok güzelsin, çok güzelleştin.” Eğer sen tevazukârane desen: “Hâşâ! Ben neyim, hiç... Bu nedir, nerede güzellik?” O vakit küfran-ı nimet olur ve hulleyi sana giydiren mahir sanatkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen: “Evet, ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz.” O vakit, mağrurane bir fahirdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: “Evet, ben güzelleştim fakat güzellik libasındır ve dolayısıyla libası bana giydirenindir, benim değildir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bunun gibi ben de sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki: Sözler güzeldirler, hakikattirler fakat benim değildirler, Kur’an-ı Kerîm’in hakaikinden telemmu etmiş şuâlardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ مَا مَدَح۟تُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتٖى وَ لٰكِن۟ مَدَح۟تُ مَقَالَتٖى بِمُحَمَّدٍ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> düsturuyla derim ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ مَا مَدَح۟تُ ال۟قُر۟اٰنَ بِكَلِمَاتٖى وَ لٰكِن۟ مَدَح۟تُ كَلِمَاتٖى بِال۟قُر۟اٰنِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani “Kur’an’ın hakaik-i i’cazını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim; belki Kur’an’ın güzel hakikatleri, benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem böyledir; hakaik-i Kur’an’ın güzelliği namına, Sözler namındaki âyinelerinin güzelliklerini ve o âyinedarlığa terettüp eden inayat-ı İlahiyeyi izhar etmek, makbul bir tahdis-i nimettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Beşinci Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten işittim ki o zat, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki: “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid’alar zulümatını dağıtacak.” Ben, böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki bu hizmetimizle o nurani zatlara zemin ihzar ediyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem kendimize ait değil, elbette Sözler namındaki Nurlara ait olan inayat-ı İlahiyeyi beyan etmekte medar-ı fahir ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd ve şükür ve tahdis-i nimet olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Altıncı Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sözler’in telifi vasıtasıyla Kur’an’a hizmetimize bir mükâfat-ı âcile ve bir vasıta-i teşvik olan inayat-ı Rabbaniye, bir muvaffakiyettir. Muvaffakiyet ise izhar edilir. Muvaffakiyetten geçse, olsa olsa bir ikram-ı İlahî olur. İkram-ı İlahî ise izharı bir şükr-ü manevîdir. Ondan dahi geçse olsa olsa hiç ihtiyarımız karışmadan bir keramet-i Kur’aniye olur. Biz mazhar olmuşuz. Bu nevi ihtiyarsız ve habersiz gelen bir kerametin izharı, zararsızdır. Eğer âdi keramatın fevkine çıksa o vakit olsa olsa Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinin şuleleri olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem i’caz izhar edilir, elbette i’caza yardım edenin dahi izharı i’caz hesabına geçer; hiç medar-ı fahir ve gurur olamaz, belki medar-ı hamd ve şükrandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Yedinci Sebep: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikati, zayıf bir adamın elinde zayıf görür ve kıymetsiz bir meseleyi, kıymettar bir adamın elinde görse kıymettar telakki eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ona binaen, benim gibi zayıf ve kıymetsiz bir bîçarenin elindeki hakaik-i imaniye ve Kur’aniyenin kıymetini, ekser nâsın nokta-i nazarında düşürmemek için bilmecburiye ilan ediyorum ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İhtiyarımız ve haberimiz olmadan birisi bizi istihdam ediyor, biz bilmeyerek bizi mühim işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki: Şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inayata ve teshilata mazhar oluyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle ise o inayetleri bağırarak ilan etmeye mecburuz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İşte geçmiş yedi esbaba binaen, küllî birkaç inayet-i Rabbaniyeye işaret edeceğiz.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekizinci Mesele’sinin Birinci Nüktesi’nde beyan edilmiştir ki “tevafukat”tır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ezcümle: Mu’cizat-ı Ahmediye Mektubatında, Üçüncü İşaret’inden tâ On Sekizinci İşaret’ine kadar altmış sahife; habersiz, bilmeyerek bir müstensihin nüshasında iki sahife müstesna olmak üzere mütebâki bütün sahifelerde –kemal-i muvazenetle– iki yüzden ziyade “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm” kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insaf ile iki sahifeye dikkat etse tesadüf olmadığını tasdik edecek. Halbuki tesadüf, olsa olsa bir sahifede, kesretli emsal kelimeleri bulunsa yarı yarıya tevafuk olur ancak bir iki sahifede tamamen tevafuk edebilir. O halde böyle umum sahifelerde Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesi; iki olsun, üç olsun, dört olsun veya daha ziyade olsun, kemal-i mizan ile birbirinin yüzüne baksa elbette tesadüf olması mümkün değildir. var Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki ehl-i belâgatın kitaplarında, belâgatın derecatı bulunduğu halde; Kur’an-ı Hakîm’deki belâgat, derece-i i’caza çıkmış. Kimsenin haddi değil ki ona yetişsin. Öyle de mu’cizat-ı Ahmediyenin bir âyinesi olan On Dokuzuncu Mektup ve mu’cizat-ı Kur’aniyenin bir tercümanı olan Yirmi Beşinci Söz ve Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında tevafukat, umum kitapların fevkinde bir derece-i garabet gösteriyor. Ve ondan anlaşılıyor ki mu’cizat-ı Kur’aniye ve mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nevi kerametidir ki o âyinelerde tecelli ve temessül ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkinci İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hizmet-i Kur’aniyeye ait inayat-ı Rabbaniyenin ikincisi şudur ki: Cenab-ı Hak; benim gibi kalemsiz, yarım ümmi, diyar-ı gurbette, kimsesiz, ihtilattan men’edilmiş bir tarzda; kuvvetli, ciddi, samimi, gayyur, fedakâr ve kalemleri birer elmas kılınç olan kardeşleri bana muavin ihsan etti. Zayıf ve âciz omuzuma çok ağır gelen vazife-i Kur’aniyeyi, o kuvvetli omuzlara bindirdi. Kemal-i kereminden, yükümü hafifleştirdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O mübarek cemaat ise –Hulusi’nin tabiriyle– telsiz telgrafın âhizeleri hükmünde ve –Sabri’nin tabiriyle– nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde ayrı ayrı meziyetleri ve kıymettar muhtelif hâsiyetleriyle beraber –yine Sabri’nin tabiriyle– bir tevafukat-ı gaybiye nevinden olarak, şevk ve sa’y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette esrar-ı Kur’aniyeyi ve envar-ı imaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve şu zamanda yani hurufat değişmiş, matbaa yok, herkes envar-ı imaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda ve fütur verecek ve şevki kıracak çok esbab varken, bunların fütursuz, kemal-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan doğruya bir keramet-i Kur’aniye ve zâhir bir inayet-i İlahiyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, velayetin kerameti olduğu gibi niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bâhusus lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddi, samimi tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım! Bir kaleyi fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır. Öyle de şahs-ı manevînizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hasıl olan fütuhattaki inayatı benim gibi bir bîçareye veremezsiniz. Elbette böyle mübarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ve ben görüyorum fakat herkese ve umuma gösteremiyorum. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncü İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur’aniye içinde öyleleri var ki en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş “Akıl buna yol bulamaz!” demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zatın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da çocuklara da bildiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem mesela, sırr-ı kader ve cüz-i ihtiyarînin halli için koca Sa’d-ı Taftazanî gibi bir allâme; kırk elli sahifede, meşhur Mukaddimat-ı İsna Aşer namıyla Telvih nam kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesaili, kadere dair olan Yirmi Altıncı Söz’de, İkinci Mebhas’ın iki sahifesinde tamamıyla hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i inayet olmazsa nedir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün ukûlü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-i âlem ve tılsım-ı kâinat denilen ve Kur’an-ı Azîmüşşan’ın i’cazıyla keşfedilen o tılsım-ı müşkül-küşa ve o muamma-yı hayret-nüma, Yirmi Dördüncü Mektup ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Söz’ün tahavvülat-ı zerratın altı adet hikmetinde keşfedilmiştir. Kâinattaki faaliyet-i hayret-nümanın tılsımını ve hilkat-i kâinatın ve âkıbetinin muammasını ve tahavvülat-ı zerrattaki harekâtın sırr-ı hikmetini keşif ve beyan etmişlerdir, meydandadır, bakılabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sırr-ı ehadiyet ile şeriksiz vahdet-i rububiyeti hem nihayetsiz kurbiyet-i İlahiye ile nihayetsiz bu’diyetimiz olan hayret-engiz hakikatleri kemal-i vuzuh ile On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz beyan ettikleri gibi; kudret-i İlahiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi olduğunu ve haşr-i a’zamda umum zîruhun ihyası, bir nefsin ihyası kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-i kâinatta müdahalesi, imtina derecesinde akıldan uzak olduğunu kemal-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektup’taki وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ kelimesi beyanında ve üç temsili hâvi onun zeyli, şu azîm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hakaik-i imaniye ve Kur’aniyede öyle bir genişlik var ki en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği halde; benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitap yokken, sıkıntılı ve süratle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru; doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakîm’in i’caz-ı manevîsinin eseri ve inayet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncü İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Elli altmış risaleler (*<ref>* Şimdi yüz otuzdur. </ref>) öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tetkikin sa’y ü gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risalelerde, bütün derin hakaik, temsilat vasıtasıyla, en âmî ve ümmi olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu büyük âlimler “Tefhim edilmez.” deyip değil avama, belki havassa da bildiremiyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte en uzak hakikatleri, en yakın bir tarzda, en âmî bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zâhir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilat ve suhulet-i beyan; elbette bilâ-şüphe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’an-ı Kerîm’in i’caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilat-ı Kur’aniyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Beşinci İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Risaleler umumiyetle pek çok intişar ettiği halde, en büyük âlimden tut, tâ en âmî adama kadar ve ehl-i kalp büyük bir veliden tut, tâ en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o risaleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri halde tenkit edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi, doğrudan doğruya bir eser-i inayet-i Rabbaniye ve bir keramet-i Kur’aniye olduğu gibi çok tetkikat ve taharriyatın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit risaleler, fevkalâde bir süratle hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi bir eser-i inayet ve bir ikram-ı Rabbanîdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, ekser kardeşlerim ve yanımdaki umum arkadaşlarım ve müstensihler biliyorlar ki On Dokuzuncu Mektup’un beş parçası, birkaç gün zarfında her gün iki üç saatte ve mecmuu on iki saatte hiçbir kitaba müracaat edilmeden yazılması; hattâ en mühim bir parça ve o parçada lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesinde zâhir bir hâtem-i nübüvveti gösteren dördüncü cüz, üç dört saatte, dağda, yağmur altında ezber yazılmış. Ve Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, altı saat içinde bir bağda yazılmış. Ve Yirmi Sekizinci Söz, Süleyman’ın bahçesinde bir, nihayet iki saat içinde yazılması gibi ekser risaleler böyle olması ve eskiden beri sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman, en zâhir hakikatleri dahi beyan edemediğimi, belki bilemediğimi yakın dostlarım biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilâve edilse daha ziyade beni dersten, teliften men’etmekle beraber; en mühim Sözler ve risaleler, en sıkıntılı ve hastalıklı zamanımda en süratli bir tarzda yazılması; doğrudan doğruya bir inayet-i İlahiye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-i Kur’aniye olmazsa nedir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hangi kitap olursa olsun, böyle hakaik-i İlahiyeden ve imaniyeden bahsetmiş ise alâküllihal bir kısım mesaili, bir kısım insanlara zarar verir ve zarar verdikleri için her mesele herkese neşredilmemiş. Halbuki şu risaleler ise şimdiye kadar hiç kimsede –çoklardan sorduğum halde– sû-i tesir ve aksü’l-amel ve tahdiş-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i Rabbaniye olduğu bizce muhakkaktır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Altıncı İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi bence kat’iyet peyda etmiştir ki ekser hayatım ihtiyar ve iktidarımın, şuur ve tedbirimin haricinde öyle bir tarzda geçmiş ve öyle garib bir surette ona cereyan verilmiş; tâ Kur’an-ı Hakîm’e hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin. Âdeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddimat-ı ihzariye hükmüne geçmiş. Ve Sözler ile i’caz-ı Kur’an’ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ şu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilafında tecerrüdüm ve meşrebime muhalif yalnız, bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim ve eskiden beri ülfet ettiğim hayat-ı içtimaiyenin çok rabıtalarından ve kaidelerinden nefret edip terk etmekliğim; doğrudan doğruya bu hizmet-i Kur’aniyeyi hâlis, safi bir surette yaptırmak için bu vaziyet verildiğine şüphem kalmamıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ çok defa bana verilen sıkıntı ve zulmen bana karşı olan tazyikat perdesi altında, bir dest-i inayet tarafından merhametkârane, Kur’an’ın esrarına hasr-ı fikr ettirmek ve nazarı dağıtmamak için yapılmıştır kanaatindeyim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hattâ eskiden mütalaaya çok müştak olduğum halde; bütün bütün sair kitapların mütalaasından bir men’, bir mücanebet ruhuma verilmişti. Böyle gurbette medar-ı teselli ve ünsiyet olan mütalaayı bana terk ettiren, anladım ki doğrudan doğruya âyât-ı Kur’aniyenin üstad-ı mutlak olmaları içindir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem yazılan eserler, risaleler –ekseriyet-i mutlakası– hariçten hiçbir sebep gelmeyerek ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen, âni ve def’î olarak ihsan edilmiş. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit demişler: “Şu zamanın yaralarına devadır.” İntişar ettikten sonra ekser kardeşlerimden anladım ki tam şu zamandaki ihtiyaca muvafık ve derde lâyık bir ilaç hükmüne geçiyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte ihtiyar ve şuurumun dairesi haricinde, mezkûr haletler ve sergüzeşt-i hayatım ve ulûmların envalarındaki hilaf-ı âdet ihtiyarsız tetebbuatım; böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için kuvvetli bir inayet-i İlahiye ve bir ikram-ı Rabbanî olduğuna bende şüphe bırakmamıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Yedinci İşaret: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu hizmetimiz zamanında, beş altı sene zarfında, bilâ-mübalağa yüz eser-i ikram-ı İlahî ve inayet-i Rabbaniye ve keramet-i Kur’aniyeyi gözümüzle gördük. Bir kısmını, On Altıncı Mektup’ta işaret ettik; bir kısmını, Yirmi Altıncı Mektup’un Dördüncü Mebhası’nın mesail-i müteferrikasında; bir kısmını, Yirmi Sekizinci Mektup’un Üçüncü Mesele’sinde beyan ettik. Benim yakın arkadaşlarım bunu biliyorlar. Daimî arkadaşım Süleyman Efendi çoklarını biliyor. Hususan Sözler’in ve risalelerin neşrinde ve tashihatında ve yerlerine yerleştirmekte ve tesvid ve tebyizinde, fevka’l-me’mul kerametkârane bir teshilata mazhar oluyoruz. Keramet-i Kur’aniye olduğuna şüphemiz kalmıyor. Bunun misalleri yüzlerdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem maişet hususunda o kadar şefkatle besleniyoruz ki en küçük bir arzu-yu kalbimizi, bizi istihdam eden sahib-i inayet tatmin etmek için fevka’l-me’mul bir surette ihsan ediyor ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İşte bu hal gayet kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir ki biz istihdam olunuyoruz. Hem rıza dairesinde hem inayet altında bize hizmet-i Kur’aniye yaptırılıyor.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تَكُونُ لَكَ رِضَاءً وَ لِحَقِّهٖ اَدَاءً وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ وَ سَلِّم۟ تَس۟لٖيمًا كَثٖيرًا اٰمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Mahrem Bir Suale Cevaptır === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu sırr-ı inayet eskiden mahremce yazılmış, On Dördüncü Söz’ün âhirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve lâyık mevkii burası imiş ki gizli kalmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Benden sual ediyorsun:''' “Neden senin Kur’an’dan yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir tesir var ki müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar tesir bulunuyor?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' –Güzel bir cevaptır– Şeref, i’caz-ı Kur’an’a ait olduğundan ve bana ait olmadığından bilâ-perva derim: Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir, teslim değil imandır, marifet değil şehadettir, şuhuddur, taklit değil tahkiktir, iltizam değil iz’andır, tasavvuf değil hakikattir, dava değil dava içinde bürhandır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu sırrın hikmeti budur ki: Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zat-ı Zülcelal, Kur’an-ı Kerîm’in en parlak mazhar-ı i’cazından olan temsilatından bir şulesini; acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur’an’a ait yazılarıma ihsan etti. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Felillahi’l-hamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sırr-ı temsil cihetü’l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu. Akıl ile beraber vehm ü hayal, hattâ nefis ve heva teslime mecbur olduğu gibi şeytan dahi teslim-i silaha mecbur oldu. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-ı Kur’aniyenin lemaatındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur’an’ındır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Yedinci Mesele’nin Hâtimesidir === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sekiz inayet-i İlahiye suretinde gelen işarat-ı gaybiyeye dair gelen veya gelmek ihtimali olan evhamı izale etmek ve bir sırr-ı azîm-i inayeti beyan etmeye dairdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu Hâtime '''dört nükte'''dir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Nükte:''' Yirmi Sekizinci Mektup’un Yedinci Mesele’sinde yedi sekiz küllî ve manevî inayat-ı İlahiyeden hissettiğimiz bir işaret-i gaybiyeyi “Sekizinci İnayet” namıyla “tevafukat” tabiri altındaki nakışta o işaratın cilvesini gördüğümüzü iddia etmiştik. Ve iddia ediyoruz ki: Bu yedi sekiz küllî inayatlar, o derece kuvvetli ve kat’îdirler ki her birisi tek başıyla o işarat-ı gaybiyeyi ispat eder. Farz-ı muhal olarak bir kısmı zayıf görülse hattâ inkâr edilse o işarat-ı gaybiyenin kat’iyetine halel vermez. O sekiz inayatı inkâr edemeyen, o işaratı inkâr edemez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat tabakat-ı nâs muhtelif olduğu hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimat ettiği için; o sekiz inayatın içinde en kuvvetlisi değil belki en zâhirîsi tevafukat olduğundan –çendan ötekiler daha kuvvetli fakat bu daha umumî olduğu için– ona gelen evhamı def’etmek maksadıyla bir muvazene nevinden, bir hakikati beyan etmeye mecbur kaldım. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O zâhirî inayet hakkında demiştik: Yazdığımız risalelerde, Kur’an kelimesi ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevafukat görünüyor; hiçbir şüphe bırakmıyor ki bir kasd ile tanzim edilip muvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irade ise bizlerin olmadığına delilimiz, üç dört sene sonra muttali olduğumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irade, bir inayet eseri olarak gaybîdir. Sırf i’caz-ı Kur’an ve i’caz-ı Ahmediyeyi teyid suretinde o iki kelimede tevafuk suretinde o garib vaziyet verilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i’caz-ı Kur’an ve i’caz-ı Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi ekseriyet-i azîme ile tevafuka mazhar etmişler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus. Şu iki kelime, bir iki risalenin umumunda ve ekser risalelerde görünüyor. Fakat mükerrer demişiz: Bu tevafukun aslı, sair kitaplarda da çok bulunabilir; amma kasd ve irade-i âliyeyi gösterecek bu derece garabette değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şimdi bu davamızı çürütmek kabil olmadığı halde, zâhir nazarlarda çürümüş gibi görmekte bir iki cihet olabilir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birisi: “Sizler düşünüp öyle bir tevafuku rast getirmişsiniz.” diyebilirler. “Böyle bir şey yapmak kasd ile olsa rahat ve kolay bir şeydir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Buna karşı deriz ki: Bir davada iki şahid-i sadık kâfidir. Bu davamızdaki kasd ve irademiz taalluk etmeyerek, üç dört sene sonra muttali olduğumuza yüz şahid-i sadık bulunabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu münasebetle bir nokta söyleyeceğim: Bu keramet-i i’caziye, Kur’an-ı Hakîm belâgat cihetinde derece-i i’cazda olduğu nevinden değildir. Çünkü i’caz-ı Kur’an’da, kudret-i beşer o yolda giderek o dereceye yetişemiyor. Şu keramet-i i’caziye ise kudret-i beşerle olamıyor; kudret, o işe karışamıyor. Karışsa sun’î olur, bozulur. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur’an tevafuk suretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda Muhammed lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur’an tevafukla beraber, mecmuunda lafzullah çıktı. Tevafukatta böyle bedî’ şeyler çok var. <br> Bu hâşiyenin mealini gözümüzle gördük. <br> Bekir, Tevfik, Süleyman, <br> Galib, Said</ref>)''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Nükte:''' İşaret-i hâssa, işaret-i âmme münasebetiyle bir sırr-ı dakik-i rububiyet ve Rahmaniyete işaret edeceğiz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir kardeşimin güzel bir sözü var. O sözü, bu meseleye mevzu edeceğim. Sözü de şudur ki: Bir gün güzel bir tevafukatı ona gösterdim, dedi: “Güzel! Zaten her hakikat güzeldir. Fakat bu Sözler’deki tevafukat ve muvaffakiyet daha güzeldir.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ben de dedim: Evet, her şey ya hakikaten güzeldir ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dediğin gibi bu muvaffakiyetteki işaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünkü bu, rahmet-i hâssaya ve rububiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir surettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir padişahın umumî saltanatı ve kanunu ile merhamet-i şahanesi umum efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her fert, doğrudan doğruya o padişahın lütfuna, saltanatına mazhardır. O suret-i umumiyede, efradın çok münasebat-ı hususiyesi vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkinci cihet, padişahın ihsanat-ı hususiyesidir ve evamir-i hâssasıdır ki umumî kanunun fevkinde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu temsil gibi Zat-ı Vâcibü’l-vücud ve Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm’in umumî rububiyet ve şümul-ü rahmeti noktasında her şey hissedardır. Her şeyin hissesine isabet eden cihette, hususi onunla münasebettardır. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye tasarrufatı, her şeyin en cüz’î işlerine müdahalesi, rububiyeti vardır. Her şey, her şe’ninde ona muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakkı var ki o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde yirmi yerde kat’î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur’an kılıncıyla idam etmişiz, müdahalelerini muhal göstermişiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı zâhiriyede, ehl-i gafletin nazarında hikmeti ve sebebi bilinmeyen işlerde, tesadüf namını vermişler. Ve hikmetleri ihata edilmeyen bazı ef’al-i İlahiyenin kanunlarını –tabiat perdesi altında gizlenmiş– görememişler, tabiata müracaat etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İkincisi, hususi rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-ı Rahmanîsidir ki umumî kanunların tazyikatı altında tahammül edemeyen fertlerin imdadına Rahmanu’r-Rahîm isimleri imdada yetişirler. Hususi bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu hususi rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havale edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bu sırra binaendir ki İ’caz-ı Kur’an ve Mu’cizat-ı Ahmediye’deki işarat-ı gaybiyeyi, hususi bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususi ve muannidlere karşı kendini gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf lillah için ilan ettik. Kusur etmişsek Allah affetsin, âmin! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Sözler’in tebyizinde kıymettar hizmeti sebkat eden Muallim Ahmed Galib’in fıkrasıdır. === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> “Elde Kur’an gibi bürhan-ı hakikat varken </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Münkiri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sözün özdür ey can, tekellüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ledün ilminin zübde-i pâkidir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu, sümme’t-tedarik tasannuf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu bir hikmet-i nur-u irfandır </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ki ehva ve lağv ve tefelsüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Müzekkî-i nefis ve musaffi-i ruh </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mürebbi-i dildir, tasavvuf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> O Sözler bütün marifet şemsidir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sözüm doğrudur, bir teellüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İçin nurudur, lafza akseylemiş </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir iki satırda teradüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mutabık lafızlar birbirine </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu aslâ tasannu, tesadüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Dizilmiş nizamla bütün harfleri </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tevafuktur, aslâ tehalüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu bir cilve-i sırr-ı i’cazdır </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ki Kur’an’dandır, tecevvüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu hüsn-ü tesadüf güzeldir güzel </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu babda ne dense tezauf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Said-i Bediüzzaman-ı Nursî </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Beyanı bedî’dir, taattuf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Teselliye ermemiş elinde kalem </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eder arz-ı dîdar, taharrüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İsabet buna savb-ı Hak’tan gelir </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu kasdî değildir, tasarruf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bunu görmeyen bed nazarlar için </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Telehhüf derim ben, teessüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ki var manevî hayretim galiben </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Beyanım bu yolda tazarruf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tevafuk, sözünde ona çok mudur </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tefevvuk, onun için teşerrüf değil </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çok işte Hak onu muvaffak ede </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Tevafuk, makam-ı tevakkuf değil! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ahmed Galib''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Rahmetullahi aleyh) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Merhum Binbaşı Âsım Bey’in fıkrasıdır. === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kasem ederim, doğrudur sözü özüyle beraber </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu hakikati kabul ve tasdik etmeyen bed-mâyeler </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kalır dalalet ve vâdi-i hüsranda nice seneler </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bunları irşad edip kurtarmaktır hüner </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hidayet erişse eğer, o vakit boyun eğer </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cümlenin ıslahını niyaz edip Hâlık’a yalvaralım </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hep envar-ı Kur’aniye olan Sözler’i okuyup anlatalım </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu yolda bizler de feyz alıp dilşâd olalım </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fenayı bekaya tebdilde rıza-yı Bâri’ye kavuşalım </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sad-hezar tahsine lâyık bîbaha fıkra-i Galib </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bu hakikatleri söylemekle olur şüphesiz galip. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Binbaşı Âsım''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> (Rahmetullahi aleyh) </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == Sekizinci Risale olan Sekizinci Mesele == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu Mesele, altı sualin cevabı olup '''sekiz nükte'''dir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bir dest-i inayet altında hizmet-i Kur’aniyede istihdam edildiğimize dair çok enva-ı işarat-ı gaybiyeyi hissettik ve bazılarını gösterdik. Şimdi o işaratın bir yenisi daha şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ekser Sözler’de tevafukat-ı gaybiye var. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Tevafukat ise ittifaka işarettir; ittifak ise ittihada emaredir, vahdete alâmettir; vahdet ise tevhidi gösterir; tevhid ise Kur’an’ın dört esasından en büyük esasıdır.</ref>)''' Ezcümle: Resul-i Ekrem kelimesinde ve aleyhissalâtü vesselâm ibaresinde ve Kur’an lafz-ı mübarekesinde, bir nevi cilve-i i’caz temessül ettiğine bir işaret var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşarat-ı gaybiye ne kadar gizli ve zayıf da olsa hizmetin makbuliyetine ve meselelerin hakkaniyetine delâlet ettiği için bence çok ehemmiyetlidir ve çok kuvvetlidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem gururumu kırar ve sırf bir tercüman olduğumu kat’iyen bana gösterdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hiç medar-ı iftihar benim için bir şey bırakmıyor, yalnız medar-ı şükran olan şeyleri gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem madem Kur’an’a aittir ve i’caz-ı Kur’an hesabına geçiyor ve kat’iyen cüz-i ihtiyarîmiz karışmıyor ve hizmette tembellik edenleri teşvik ediyor ve risalenin hak olduğuna kanaat veriyor ve bizlere bir nevi ikram-ı İlahîdir ve izharı tahdis-i nimettir. Ve aklı gözüne inmiş mütemerridleri iskât ediyor; elbette izharı lâzımdır, inşâallah zararsızdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İşte şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki:''' Cenab-ı Hak kemal-i rahmet ve kereminden, Kur’an’a ve imana hizmet ile meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbümüzü tatmin için; bir ikram-ı Rabbanî ve bir ihsan-ı İlahî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nevinden, bütün risalelerimizde ve bilhassa Mu’cizat-ı Ahmediye ve İ’caz-ı Kur’an ve Pencereler Risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nevinden bir letafet ihsan etmiştir. Yani bir sahifede, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki: “Bir irade-i gaybî ile tanzim edilir. İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden, hârika nakışlar ve intizamlar yapılıyor.” </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bâhusus Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi’nde lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat bir âyine hükmüne geçip o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarîh gösteriyor. Yeni, acemi bir müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebâki iki yüzden fazla salavat-ı şerife birbirine muvazi olarak bakıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu tevafukat ise şuursuz, yalnız on adette bir iki tevafuka sebep olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi sanatta maharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek gayet süratle bir iki saatte, otuz kırk sahifeyi telif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir bîçarenin düşünüşü dahi elbette değildir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte altı sene sonra, yine Kur’an’ın irşadıyla ve İşaratü’l-İ’caz olan tefsirin dokuz اِنَّا nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla sonra muttali olmuşum. Müstensihler ise benden işittikleri vakit, hayret içinde hayrette kaldılar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat; On Dokuzuncu Mektup’ta, mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nevinin bir nevi küçük âyinesi hükmüne geçti. Öyle de Yirmi Beşinci Söz olan İ’caz-ı Kur’an’da ve On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde lafz-ı Kur’an dahi kırk tabakadan, yalnız gözüne itimat eden tabakasına karşı, bir nevi mu’cizat-ı Kur’aniyenin, o nev’in kırk cüzünden bir cüzü, tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecelli etmekle beraber, o cüzün kırk cüzünden bir cüzü, lafz-ı Kur’an içinde tezahür etmiş. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yirmi Beşinci Söz’de ve On Dokuzuncu Mektup’un On Sekizinci İşaret’inde yüz defa “Kur’an” lafzı tekerrür etmiş; pek nadir olarak bir iki kelime hariç kalmış, mütebâkisi bütün birbirine bakıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte mesela, İkinci Şuâ’nın kırk üçüncü sahifesinde yedi “Kur’an” lafzı var, birbirine bakıyor. Ve sahife elli altıda sekizi birbirine bakıyor, yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu –şimdi gözümüzün önünde– altmış dokuzuncu sahifedeki beş lafz-ı Kur’an, birbirine bakıyor ve hâkeza… Bütün sahifelerde gelen mükerrer lafz-ı Kur’an, birbirine bakıyor. Pek nadir olarak beş altı taneden bir tane hariç kalıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sair tevafukat ise –işte gözümüzün önünde– sahife otuz üçte, on beş adet اَم۟ lafzı var; on dördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz iman lafzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fâsıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu gözümüzün önündeki sahifede iki “mahbub” var –biri üçüncü satırda, biri on beşinci satırdadır– kemal-i mizanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört “aşk” dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hangi müstensih olursa olsun; satırları, sahifeleri ne şekilde olursa olsun alâküllihal bu tevafukat-ı gaybiye öyle bir derecede var ki şüphe bırakmıyor ki ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor. Demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakiki vardır. Bazıları, o hatta yakınlaşıyor. Garaibdendir ki en mahir müstensihlerin değil belki acemilerin yazılarında daha ziyade görülür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bundan anlaşılıyor ki Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur’aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslup libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Dördüncü Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde:''' “Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl ve üryan mı olacak? Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla bir tek zat nasıl görüşecek? Ehl-i cennet ve cehennemin libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Şu sualin cevabı, gayet mükemmel ve vâzıh olarak kütüb-ü ehadîsiyede vardır. Meşrep ve mesleğimize ait yalnız bir iki nükteyi söyleyeceğiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evvela:''' Bir mektupta; meydan-ı haşir, küre-i arzın medar-ı senevîsinde olduğunu ve küre-i arz şimdiden manevî mahsulatını o meydanın elvahlarına gönderdiği gibi; senevî hareketiyle, bir daire-i vücudun temessül ve o daire-i vücudun mahsulatıyla bir meydan-ı haşrin teşekkülüne bir mebde olduğu ve küre-i arz denilen şu sefine-i Rabbaniyenin merkezindeki cehennem-i suğrayı cehennem-i kübraya boşalttığı gibi sekenesini de meydan-ı haşre boşaltacağı beyan edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözler başta olarak sair Sözlerde, gayet kat’î bir surette o haşrin meydanı ile beraber vücudu kat’î olarak ispat edilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâlisen:''' Görüşmek ise On Altıncı Söz’de ve Otuz Bir ve Otuz İki’de kat’iyen ispat edilmiştir ki bir zat nuraniyet sırrıyla, bir dakikada binler yerde bulunup milyonlar adamlarla görüşebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Râbian:''' Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dünyada sun’î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve ziynet ve setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması lâzım gelir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Hâmisen:''' Rehber ise senin gibi Kur’an’ın nuru altına girenlere, Kur’an’dır. الٓمٓ lerin الٰرٓ ların حٰمٓ lerin başlarına bak, anla ki Kur’an ne kadar makbul bir şefaatçi ne kadar doğru bir rehber ne kadar kudsî bir nur olduğunu gör! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâdisen:''' Ehl-i cennet ve ehl-i cehennemin libasları ise Yirmi Sekizinci Söz’de hurilerin yetmiş hulle giymesine dair beyan edilen düstur burada da caridir. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i cennet olan bir insan, cennetin her nevinden her vakit istifade etmek, elbette arzu eder. Cennetin gayet muhtelif enva-ı mehasini var. Her vakit bütün cennetin envaıyla mübaşeret eder. Öyle ise cennetin mehasininin numunelerini, küçük bir mikyasta kendine ve hurilerine giydirir. Kendisi ve hurileri birer küçük cennet hükmüne geçer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki bir insan, bir memlekette münteşir bulunan çiçekler envaını, numunegâh küçük bir bahçesinde cem’eder ve bir dükkâncı, bütün mallarındaki numuneleri bir listede cem’eder ve bir insan, tasarruf ettiği ve hükmettiği ve münasebettar olduğu enva-ı mahlukatın numunelerini, kendine bir elbise ve bir levazımat-ı beytiye yapıyor; öyle de ehl-i cennet olan bir insan, hususan bütün duygularıyla ve cihazat-ı maneviyesiyle ubudiyet etmiş ve cennetin lezaizine istihkak kesbetmiş ise her bir duygusunu memnun edecek, her bir cihazatını okşayacak, her bir letaifini zevklendirecek bir tarzda, cennetin her bir nevinden birer mehasini gösterecek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine rahmet-i İlahiye tarafından giydirilecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve o müteaddid hulleler bir cinsten, bir neviden olmadığına delil, şu mealdeki hadîstir ki: “Huriler yetmiş hulle giydikleri halde, bacaklarındaki ilikleri görünür, setretmiyor.” Demek, en üstündeki hulleden tâ en alttaki hulleye kadar ayrı ayrı mehasinle, ayrı ayrı tarzda, hissiyatı ve duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler var. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ehl-i cehennem ise nasıl ki dünyada gözüyle, kulağıyla, kalbiyle, eliyle, aklıyla ve hâkeza bütün cihazatıyla günahlar işlemiş; elbette cehennemde onlara göre elem verecek, azap çektirecek ve küçük bir cehennem hükmüne gelecek muhtelifü’l-cins parçalardan yapılmış elbise giydirilmek, hikmete ve adalete münafî görünmüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Beşinci Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual ediyorsunuz ki:''' Zaman-ı fetrette, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadı bir din ile mütedeyyin mi idiler? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın, bilâhare gaflet ve manevî zulümat perdeleri altında kalan ve hususi bazı insanlarda cereyan eden bakiyye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivayat vardır. Elbette Hazret-i İbrahim aleyhisselâmdan gelen ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette din-i hak nurundan lâkayt kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlup olmamışlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبٖينَ حَتّٰى نَب۟عَثَ رَسُولًا sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bi’l-ittifak, teferruattaki hatîatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce küfre de girse, usûl-ü imanîde bulunmazsa yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlahî, irsal ile olur ve irsal dahi ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Altıncı Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Dersiniz ki:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadlarından nebi gelmiş midir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Hazret-i İsmail aleyhisselâmdan sonra bir nass-ı kat’î yoktur. Ecdadlarından olmayan, yalnız Hâlid İbn-i Sinan ve Hanzele namında iki nebi gelmiştir. Fakat ecdad-ı Nebi’den, Kâ’b İbn-i Lüeyy’in meşhur ve sarîh ve tansis tarzındaki bu şiiri ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> عَلٰى غَف۟لَةٍ يَا۟تِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخ۟بِرُ اَخ۟بَارًا صَدُوقًا خَبٖيرُهَا demesi, mu’cizekârane ve nübüvvettarane bir söze benzer. İmam-ı Rabbanî hem delile hem keşfe istinaden demiş ki: Hindistan’da çok nebiler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış veyahut mahdud birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar veyahut nebi ismi verilmemiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte İmam’ın bu düsturuna binaen, ecdad-ı Nebi’den bu nevi nebilerin bulunması mümkün. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Yedinci Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Diyorsunuz ki:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın peder ve valideleri ve ceddi Abdülmuttalib’in imanları hakkında akvâ ve esahh olan haber hangisidir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Yeni Said on senedir yanında başka kitapları bulundurmuyor, bana Kur’an yeter diyor. Böyle teferruat mesailinde, bütün kütüb-ü ehadîsi tetkik edip en akvasını yazmaya vaktim müsaade etmiyor. Yalnız bu kadar derim ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın peder ve valideleri ehl-i necattır ve ehl-i cennettir ve ehl-i imandır. Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem’inin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendane şefkatini, elbette rencide etmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Eğer denilse:''' Madem öyledir, neden onlar Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma imana muvaffak olamadılar? Neden bi’setine yetişemediler? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem’inin peder ve validesini, kendi keremiyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ferzendane hissini memnun etmek için valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden, manevî evlat mertebesine getirmemek için hâlis kendi minnet-i rububiyeti altına alıp onları mesud etmek ve Habib-i Ekrem’ini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki valideynini ve ceddini, ona zâhirî ümmet etmemiş. Fakat ümmetin meziyetini, faziletini, saadetini onlara ihsan etmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, âlî bir müşirin yüzbaşı rütbesinde olan pederi huzuruna girmesi, birbirine zıt iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah o müşir olan Yaver-i Ekrem’ine merhameten, pederini onun maiyetine vermiyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Sekizinci Nükte === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Diyorsunuz ki:''' Amcası Ebu Talib’in imanı hakkında esahh nedir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Ehl-i Teşeyyu’, imanına kail; Ehl-i Sünnet’in ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletini değil; şahsını, zatını gayet ciddi severdi. Onun o gayet ciddi, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, ciddi bir surette Cenab-ı Hakk’ın Habib-i Ekrem’ini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib’in; inkâra ve inada değil belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de yine cehennem içinde bir nevi hususi cenneti, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda –uyku vasıtasıyla– bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi hususi cehennemi, hususi bir nevi cennete çevirebilir… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ------ <center> [[Yirmi Yedinci Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Dokuzuncu Mektup]] </center> ------ </div>