İçeriğe atla
Kenar çubuğunu aç/kapat
Risale-i Nur Tercümeleri
Ara
Türkçe
Oturum aç
Kişisel araçlar
Oturum aç
Gezinti
Anasayfa
Son değişiklikler
Rastgele sayfa
MediaWiki hakkında yardım
Araçlar
Özel sayfalar
Yazdırılabilir sürüm
Translate
Diğer dillerde
Çevirileri dışa aktar
Çevir
Türkçe
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Daha fazla
Dil istatistikleri
ileti grubu istatistikleri
Dışa aktar
Ayarlar
Grup
Afyon Hayatı
Altıncı Lem'a
Altıncı Mektup
Altıncı Söz
Altıncı Şuâ
Ankara Üniversitesi Nur Talebelerinin Mektubu
Asa-yı Musa
Asa-yı Musa Dua
Ayet-ül Kübra
Bakara Sûresi
Barla Hayatı
Barla Lahikası
Barla Lahikası 1. Mektup
Barla Lahikası 10. Mektup
Barla Lahikası 100. Mektup
Barla Lahikası 101. Mektup
Barla Lahikası 102. Mektup
Barla Lahikası 103. Mektup
Barla Lahikası 104. Mektup
Barla Lahikası 105. Mektup
Barla Lahikası 106. Mektup
Barla Lahikası 107. Mektup
Barla Lahikası 108. Mektup
Barla Lahikası 109. Mektup
Barla Lahikası 11. Mektup
Barla Lahikası 110. Mektup
Barla Lahikası 111. Mektup
Barla Lahikası 112. Mektup
Barla Lahikası 113. Mektup
Barla Lahikası 114. Mektup
Barla Lahikası 115. Mektup
Barla Lahikası 116. Mektup
Barla Lahikası 117. Mektup
Barla Lahikası 118. Mektup
Barla Lahikası 119. Mektup
Barla Lahikası 12. Mektup
Barla Lahikası 120. Mektup
Barla Lahikası 121. Mektup
Barla Lahikası 122. Mektup
Barla Lahikası 123. Mektup
Barla Lahikası 124. Mektup
Barla Lahikası 125. Mektup
Barla Lahikası 126. Mektup
Barla Lahikası 127. Mektup
Barla Lahikası 128. Mektup
Barla Lahikası 129. Mektup
Barla Lahikası 13. Mektup
Barla Lahikası 130. Mektup
Barla Lahikası 131. Mektup
Barla Lahikası 132. Mektup
Barla Lahikası 133. Mektup
Barla Lahikası 134. Mektup
Barla Lahikası 135. Mektup
Barla Lahikası 136. Mektup
Barla Lahikası 137. Mektup
Barla Lahikası 138. Mektup
Barla Lahikası 139. Mektup
Barla Lahikası 14. Mektup
Barla Lahikası 140. Mektup
Barla Lahikası 141. Mektup
Barla Lahikası 142. Mektup
Barla Lahikası 143. Mektup
Barla Lahikası 144. Mektup
Barla Lahikası 145. Mektup
Barla Lahikası 146. Mektup
Barla Lahikası 147. Mektup
Barla Lahikası 148. Mektup
Barla Lahikası 149. Mektup
Barla Lahikası 15. Mektup
Barla Lahikası 150. Mektup
Barla Lahikası 151. Mektup
Barla Lahikası 152. Mektup
Barla Lahikası 153. Mektup
Barla Lahikası 154. Mektup
Barla Lahikası 155. Mektup
Barla Lahikası 156. Mektup
Barla Lahikası 157. Mektup
Barla Lahikası 158. Mektup
Barla Lahikası 159. Mektup
Barla Lahikası 16. Mektup
Barla Lahikası 160. Mektup
Barla Lahikası 161. Mektup
Barla Lahikası 162. Mektup
Barla Lahikası 163. Mektup
Barla Lahikası 164. Mektup
Barla Lahikası 165. Mektup
Barla Lahikası 166. Mektup
Barla Lahikası 167. Mektup
Barla Lahikası 168. Mektup
Barla Lahikası 169. Mektup
Barla Lahikası 17. Mektup
Barla Lahikası 170. Mektup
Barla Lahikası 171. Mektup
Barla Lahikası 172. Mektup
Barla Lahikası 173. Mektup
Barla Lahikası 174. Mektup
Barla Lahikası 175. Mektup
Barla Lahikası 176. Mektup
Barla Lahikası 177. Mektup
Barla Lahikası 178. Mektup
Barla Lahikası 179. Mektup
Barla Lahikası 18. Mektup
Barla Lahikası 180. Mektup
Barla Lahikası 181. Mektup
Barla Lahikası 182. Mektup
Barla Lahikası 183. Mektup
Barla Lahikası 184. Mektup
Barla Lahikası 185. Mektup
Barla Lahikası 186. Mektup
Barla Lahikası 187. Mektup
Barla Lahikası 188. Mektup
Barla Lahikası 189. Mektup
Barla Lahikası 19. Mektup
Barla Lahikası 190. Mektup
Barla Lahikası 191. Mektup
Barla Lahikası 192. Mektup
Barla Lahikası 193. Mektup
Barla Lahikası 194. Mektup
Barla Lahikası 195. Mektup
Barla Lahikası 196. Mektup
Barla Lahikası 197. Mektup
Barla Lahikası 198. Mektup
Barla Lahikası 199. Mektup
Barla Lahikası 2. Mektup
Barla Lahikası 20. Mektup
Barla Lahikası 200. Mektup
Barla Lahikası 201. Mektup
Barla Lahikası 202. Mektup
Barla Lahikası 203. Mektup
Barla Lahikası 204. Mektup
Barla Lahikası 205. Mektup
Barla Lahikası 206. Mektup
Barla Lahikası 207. Mektup
Barla Lahikası 208. Mektup
Barla Lahikası 209. Mektup
Barla Lahikası 21. Mektup
Barla Lahikası 210. Mektup
Barla Lahikası 211. Mektup
Barla Lahikası 212. Mektup
Barla Lahikası 213. Mektup
Barla Lahikası 214. Mektup
Barla Lahikası 215. Mektup
Barla Lahikası 216. Mektup
Barla Lahikası 217. Mektup
Barla Lahikası 218. Mektup
Barla Lahikası 219. Mektup
Barla Lahikası 22. Mektup
Barla Lahikası 220. Mektup
Barla Lahikası 221. Mektup
Barla Lahikası 222. Mektup
Barla Lahikası 223. Mektup
Barla Lahikası 224. Mektup
Barla Lahikası 225. Mektup
Barla Lahikası 226. Mektup
Barla Lahikası 227. Mektup
Barla Lahikası 228. Mektup
Barla Lahikası 229. Mektup
Barla Lahikası 23. Mektup
Barla Lahikası 230. Mektup
Barla Lahikası 231. Mektup
Barla Lahikası 232. Mektup
Barla Lahikası 233. Mektup
Barla Lahikası 234. Mektup
Barla Lahikası 235. Mektup
Barla Lahikası 236. Mektup
Barla Lahikası 237. Mektup
Barla Lahikası 238. Mektup
Barla Lahikası 239. Mektup
Barla Lahikası 24. Mektup
Barla Lahikası 240. Mektup
Barla Lahikası 241. Mektup
Barla Lahikası 242. Mektup
Barla Lahikası 243. Mektup
Barla Lahikası 244. Mektup
Barla Lahikası 245. Mektup
Barla Lahikası 246. Mektup
Barla Lahikası 247. Mektup
Barla Lahikası 248. Mektup
Barla Lahikası 249. Mektup
Barla Lahikası 25. Mektup
Barla Lahikası 250. Mektup
Barla Lahikası 251. Mektup
Barla Lahikası 252. Mektup
Barla Lahikası 253. Mektup
Barla Lahikası 254. Mektup
Barla Lahikası 255. Mektup
Barla Lahikası 256. Mektup
Barla Lahikası 257. Mektup
Barla Lahikası 258. Mektup
Barla Lahikası 259. Mektup
Barla Lahikası 26. Mektup
Barla Lahikası 260. Mektup
Barla Lahikası 261. Mektup
Barla Lahikası 262. Mektup
Barla Lahikası 263. Mektup
Barla Lahikası 264. Mektup
Barla Lahikası 265. Mektup
Barla Lahikası 266. Mektup
Barla Lahikası 267. Mektup
Barla Lahikası 268. Mektup
Barla Lahikası 269. Mektup
Barla Lahikası 27. Mektup
Barla Lahikası 270. Mektup
Barla Lahikası 271. Mektup
Barla Lahikası 272. Mektup
Barla Lahikası 273. Mektup
Barla Lahikası 274. Mektup
Barla Lahikası 275. Mektup
Barla Lahikası 276. Mektup
Barla Lahikası 277. Mektup
Barla Lahikası 278. Mektup
Barla Lahikası 279. Mektup
Barla Lahikası 28. Mektup
Barla Lahikası 280. Mektup
Barla Lahikası 281. Mektup
Barla Lahikası 282. Mektup
Barla Lahikası 283. Mektup
Barla Lahikası 284. Mektup
Barla Lahikası 285. Mektup
Barla Lahikası 286. Mektup
Barla Lahikası 287. Mektup
Barla Lahikası 288. Mektup
Barla Lahikası 289. Mektup
Barla Lahikası 29. Mektup
Barla Lahikası 290. Mektup
Barla Lahikası 291. Mektup
Barla Lahikası 292. Mektup
Barla Lahikası 293. Mektup
Barla Lahikası 3. Mektup
Barla Lahikası 30. Mektup
Barla Lahikası 31. Mektup
Barla Lahikası 32. Mektup
Barla Lahikası 33. Mektup
Barla Lahikası 34. Mektup
Barla Lahikası 35. Mektup
Barla Lahikası 36. Mektup
Barla Lahikası 37. Mektup
Barla Lahikası 38. Mektup
Barla Lahikası 39. Mektup
Barla Lahikası 4. Mektup
Barla Lahikası 40. Mektup
Barla Lahikası 41. Mektup
Barla Lahikası 42. Mektup
Barla Lahikası 43. Mektup
Barla Lahikası 44. Mektup
Barla Lahikası 45. Mektup
Barla Lahikası 46. Mektup
Barla Lahikası 47. Mektup
Barla Lahikası 48. Mektup
Barla Lahikası 49. Mektup
Barla Lahikası 5. Mektup
Barla Lahikası 50. Mektup
Barla Lahikası 51. Mektup
Barla Lahikası 52. Mektup
Barla Lahikası 53. Mektup
Barla Lahikası 54. Mektup
Barla Lahikası 55. Mektup
Barla Lahikası 56. Mektup
Barla Lahikası 57. Mektup
Barla Lahikası 58. Mektup
Barla Lahikası 59. Mektup
Barla Lahikası 6. Mektup
Barla Lahikası 60. Mektup
Barla Lahikası 61. Mektup
Barla Lahikası 62. Mektup
Barla Lahikası 63. Mektup
Barla Lahikası 64. Mektup
Barla Lahikası 65. Mektup
Barla Lahikası 66. Mektup
Barla Lahikası 67. Mektup
Barla Lahikası 68. Mektup
Barla Lahikası 69. Mektup
Barla Lahikası 7. Mektup
Barla Lahikası 70. Mektup
Barla Lahikası 71. Mektup
Barla Lahikası 72. Mektup
Barla Lahikası 73. Mektup
Barla Lahikası 74. Mektup
Barla Lahikası 75. Mektup
Barla Lahikası 76. Mektup
Barla Lahikası 77. Mektup
Barla Lahikası 78. Mektup
Barla Lahikası 79. Mektup
Barla Lahikası 8. Mektup
Barla Lahikası 80. Mektup
Barla Lahikası 81. Mektup
Barla Lahikası 82. Mektup
Barla Lahikası 83. Mektup
Barla Lahikası 84. Mektup
Barla Lahikası 85. Mektup
Barla Lahikası 86. Mektup
Barla Lahikası 87. Mektup
Barla Lahikası 88. Mektup
Barla Lahikası 89. Mektup
Barla Lahikası 9. Mektup
Barla Lahikası 90. Mektup
Barla Lahikası 91. Mektup
Barla Lahikası 92. Mektup
Barla Lahikası 93. Mektup
Barla Lahikası 94. Mektup
Barla Lahikası 95. Mektup
Barla Lahikası 96. Mektup
Barla Lahikası 97. Mektup
Barla Lahikası 98. Mektup
Barla Lahikası 99. Mektup
Barla Lahikası Mukaddime
Bediüzzaman ve Risale-i Nur
Beşinci Lem'a
Beşinci Mektup
Beşinci Söz
Beşinci Şuâ
Bir Müdafaa (Takriz)
Birinci Lem'a
Birinci Mektup
Birinci Söz
Birinci Şuâ
Bu parça çok kıymetlidir
BİRİNCİ MAKALE
Deneme
Denizli Hayatı
Divan-ı Harb-i Örfi
Dokuzuncu Lem'a
Dokuzuncu Mektup
Dokuzuncu Söz
Dokuzuncu Şuâ
Dördüncü Hakikat olan Otuzüçüncü Mertebe
Dördüncü Lem'a
Dördüncü Mektup
Dördüncü Söz
Dördüncü Şuâ
Ecnebî Filozofların Kur'ân'ı Tasdiklerine Dair Şehadetleri
Eddâî
Emirdağ Hayatı
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 152. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 153. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 154. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 155. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 156. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 157. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 158. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 159. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 160. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 161. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 162. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 163. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 164. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 165. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 166. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 167. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 168. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 169. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 170. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 171. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 172. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 173. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 174. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 175. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 176. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 177. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 178. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 179. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 180. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 181. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 182. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 183. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 184. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 185. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 186. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 187. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 188. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 189. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 190. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 191. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 192. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 193. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 194. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 195. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 196. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 197. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 198. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 199. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 200. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 201. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 202. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 203. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 204. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 205. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 206. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 207. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 208. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 209. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 210. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 211. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 212. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 213. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 214. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 215. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 216. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 217. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 218. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 219. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 220. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 1. Kitap 99. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 1. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 10. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 100. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 101. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 102. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 103. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 104. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 105. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 106. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 107. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 11. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 111. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 112. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 113. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 114. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 115. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 116. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 117. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 118. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 119. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 12. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 120. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 121. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 122. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 123. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 124. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 125. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 126. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 127. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 128. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 129. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 13. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 130. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 131. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 132. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 133. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 134. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 135. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 136. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 137. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 138. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 139. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 14. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 140. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 141. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 142. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 143. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 144. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 145. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 146. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 147. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 148. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 149. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 15. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 150. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 151. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 16. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 17. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 18. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 19. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 2. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 20. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 21. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 22. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 23. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 24. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 25. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 26. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 27. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 28. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 29. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 30. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 31. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 32. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 33. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 34. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 35. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 36. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 37. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 38. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 39. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 4. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 40. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 41. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 42. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 43. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 44. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 45. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 46. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 47. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 48. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 49. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 5. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 50. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 51. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 52. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 53. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 54. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 55. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 56. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 57. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 58. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 59. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 6. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 60. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 61. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 62. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 63. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 64. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 65. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 66. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 67. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 68. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 69. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 7. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 70. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 74. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 75. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 76. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 77. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 78. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 79. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 8. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 80. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 81. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 82. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 83. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 84. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 85. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 86. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 9. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 90. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 91. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 95. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 96. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 97. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 98. Mektup
Emirdağ Lahikası 2. Kitap 99. Mektup
Eskişehir Hayatı
Fatiha Sûresi
Fihriste-i Mektubat
Giriş
Gönüller Fatihi Büyük Üstada
Habbe
Hakikat Işıkları
Hakikat Çekirdekleri
Hastalar Risalesi
Hubâb
Hutbe-i Şamiye
Hutuvat-ı Sitte
Hz. Üstadın Nâşirlere Duası İşarat'ül İ'caz
Isparta Hayatı
Kardeşi Abdülmecid’in Takrizi
Kardeşlerimden rica ederim ki
Kastamonu Hayatı
Kastamonu Lahikası 1. Mektup
Kastamonu Lahikası 10. Mektup
Kastamonu Lahikası 100. Mektup
Kastamonu Lahikası 101. Mektup
Kastamonu Lahikası 102. Mektup
Kastamonu Lahikası 103. Mektup
Kastamonu Lahikası 104. Mektup
Kastamonu Lahikası 105. Mektup
Kastamonu Lahikası 106. Mektup
Kastamonu Lahikası 107. Mektup
Kastamonu Lahikası 108. Mektup
Kastamonu Lahikası 109. Mektup
Kastamonu Lahikası 11. Mektup
Kastamonu Lahikası 110. Mektup
Kastamonu Lahikası 111. Mektup
Kastamonu Lahikası 112. Mektup
Kastamonu Lahikası 113. Mektup
Kastamonu Lahikası 114. Mektup
Kastamonu Lahikası 115. Mektup
Kastamonu Lahikası 116. Mektup
Kastamonu Lahikası 117. Mektup
Kastamonu Lahikası 118. Mektup
Kastamonu Lahikası 119. Mektup
Kastamonu Lahikası 12. Mektup
Kastamonu Lahikası 120. Mektup
Kastamonu Lahikası 121. Mektup
Kastamonu Lahikası 122. Mektup
Kastamonu Lahikası 123. Mektup
Kastamonu Lahikası 124. Mektup
Kastamonu Lahikası 125. Mektup
Kastamonu Lahikası 126. Mektup
Kastamonu Lahikası 127. Mektup
Kastamonu Lahikası 128. Mektup
Kastamonu Lahikası 129. Mektup
Kastamonu Lahikası 13. Mektup
Kastamonu Lahikası 130. Mektup
Kastamonu Lahikası 131. Mektup
Kastamonu Lahikası 132. Mektup
Kastamonu Lahikası 133. Mektup
Kastamonu Lahikası 134. Mektup
Kastamonu Lahikası 135. Mektup
Kastamonu Lahikası 136. Mektup
Kastamonu Lahikası 137. Mektup
Kastamonu Lahikası 138. Mektup
Kastamonu Lahikası 139. Mektup
Kastamonu Lahikası 14. Mektup
Kastamonu Lahikası 140. Mektup
Kastamonu Lahikası 141. Mektup
Kastamonu Lahikası 142. Mektup
Kastamonu Lahikası 143. Mektup
Kastamonu Lahikası 144. Mektup
Kastamonu Lahikası 145. Mektup
Kastamonu Lahikası 146. Mektup
Kastamonu Lahikası 147. Mektup
Kastamonu Lahikası 148. Mektup
Kastamonu Lahikası 149. Mektup
Kastamonu Lahikası 15. Mektup
Kastamonu Lahikası 150. Mektup
Kastamonu Lahikası 151. Mektup
Kastamonu Lahikası 152. Mektup
Kastamonu Lahikası 153. Mektup
Kastamonu Lahikası 154. Mektup
Kastamonu Lahikası 155. Mektup
Kastamonu Lahikası 156. Mektup
Kastamonu Lahikası 157. Mektup
Kastamonu Lahikası 158. Mektup
Kastamonu Lahikası 159. Mektup
Kastamonu Lahikası 16. Mektup
Kastamonu Lahikası 160. Mektup
Kastamonu Lahikası 161. Mektup
Kastamonu Lahikası 162. Mektup
Kastamonu Lahikası 163. Mektup
Kastamonu Lahikası 164. Mektup
Kastamonu Lahikası 165. Mektup
Kastamonu Lahikası 166. Mektup
Kastamonu Lahikası 17. Mektup
Kastamonu Lahikası 18. Mektup
Kastamonu Lahikası 19. Mektup
Kastamonu Lahikası 2. Mektup
Kastamonu Lahikası 20. Mektup
Kastamonu Lahikası 21. Mektup
Kastamonu Lahikası 22. Mektup
Kastamonu Lahikası 23. Mektup
Kastamonu Lahikası 24. Mektup
Kastamonu Lahikası 25. Mektup
Kastamonu Lahikası 26. Mektup
Kastamonu Lahikası 27. Mektup
Kastamonu Lahikası 28. Mektup
Kastamonu Lahikası 29. Mektup
Kastamonu Lahikası 3. Mektup
Kastamonu Lahikası 30. Mektup
Kastamonu Lahikası 31. Mektup
Kastamonu Lahikası 32. Mektup
Kastamonu Lahikası 33. Mektup
Kastamonu Lahikası 34. Mektup
Kastamonu Lahikası 35. Mektup
Kastamonu Lahikası 36. Mektup
Kastamonu Lahikası 37. Mektup
Kastamonu Lahikası 38. Mektup
Kastamonu Lahikası 39. Mektup
Kastamonu Lahikası 4. Mektup
Kastamonu Lahikası 40. Mektup
Kastamonu Lahikası 41. Mektup
Kastamonu Lahikası 42. Mektup
Kastamonu Lahikası 43. Mektup
Kastamonu Lahikası 44. Mektup
Kastamonu Lahikası 45. Mektup
Kastamonu Lahikası 46. Mektup
Kastamonu Lahikası 47. Mektup
Kastamonu Lahikası 48. Mektup
Kastamonu Lahikası 49. Mektup
Kastamonu Lahikası 5. Mektup
Kastamonu Lahikası 50. Mektup
Kastamonu Lahikası 51. Mektup
Kastamonu Lahikası 52. Mektup
Kastamonu Lahikası 53. Mektup
Kastamonu Lahikası 54. Mektup
Kastamonu Lahikası 55. Mektup
Kastamonu Lahikası 56. Mektup
Kastamonu Lahikası 57. Mektup
Kastamonu Lahikası 58. Mektup
Kastamonu Lahikası 59. Mektup
Kastamonu Lahikası 6. Mektup
Kastamonu Lahikası 60. Mektup
Kastamonu Lahikası 61. Mektup
Kastamonu Lahikası 62. Mektup
Kastamonu Lahikası 63. Mektup
Kastamonu Lahikası 64. Mektup
Kastamonu Lahikası 65. Mektup
Kastamonu Lahikası 66. Mektup
Kastamonu Lahikası 67. Mektup
Kastamonu Lahikası 68. Mektup
Kastamonu Lahikası 69. Mektup
Kastamonu Lahikası 7. Mektup
Kastamonu Lahikası 70. Mektup
Kastamonu Lahikası 71. Mektup
Kastamonu Lahikası 72. Mektup
Kastamonu Lahikası 73. Mektup
Kastamonu Lahikası 74. Mektup
Kastamonu Lahikası 75. Mektup
Kastamonu Lahikası 76. Mektup
Kastamonu Lahikası 77. Mektup
Kastamonu Lahikası 78. Mektup
Kastamonu Lahikası 79. Mektup
Kastamonu Lahikası 8. Mektup
Kastamonu Lahikası 80. Mektup
Kastamonu Lahikası 81. Mektup
Kastamonu Lahikası 82. Mektup
Kastamonu Lahikası 83. Mektup
Kastamonu Lahikası 84. Mektup
Kastamonu Lahikası 85. Mektup
Kastamonu Lahikası 86. Mektup
Kastamonu Lahikası 87. Mektup
Kastamonu Lahikası 88. Mektup
Kastamonu Lahikası 89. Mektup
Kastamonu Lahikası 9. Mektup
Kastamonu Lahikası 90. Mektup
Kastamonu Lahikası 91. Mektup
Kastamonu Lahikası 92. Mektup
Kastamonu Lahikası 93. Mektup
Kastamonu Lahikası 94. Mektup
Kastamonu Lahikası 95. Mektup
Kastamonu Lahikası 96. Mektup
Kastamonu Lahikası 97. Mektup
Kastamonu Lahikası 98. Mektup
Kastamonu Lahikası 99. Mektup
Katre
Katrenin Zeyli
Kitap Sonundaki İ'lemler
Konferans
Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Küçük Sözler
Latif Nükteler
Lem'alar
Lem'alar Fihrist
Lem'alar/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Lemaat
Lemalar MN
Lâsiyyemalar
Mektubat
Mektubat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Mesnevi-i Nuriye
Mesnevi-i Nuriye Fihrist
Meyve Risalesi
Muhakemat
Muhakemat/Mukaddime
Muhsin'in Mektubu
Mukaddime
Mustafa Hilmi'nin Mektubu
Münazarat
Münderecât Hakkında
Münâcat
Nokta
Nur Talebelerinin Bir Takrizi
On Altıncı Lem'a
On Altıncı Mektup
On Altıncı Söz
On Beşinci Lem'a
On Beşinci Mektup
On Beşinci Söz
On Beşinci Şuâ
On Birinci Lem'a
On Birinci Mektup
On Birinci Söz
On Birinci Şuâ
On Dokuzuncu Lem'a
On Dokuzuncu Mektup
On Dokuzuncu Söz
On Dördüncü Lem'a
On Dördüncü Mektup
On Dördüncü Reşha
On Dördüncü Söz
On Dördüncü Şuâ
On Sekizinci Lem'a
On Sekizinci Mektup
On Sekizinci Söz
On Yedinci Lem'a
On Yedinci Mektup
On Yedinci Söz
On Üçüncü Lem'a
On Üçüncü Mektup
On Üçüncü Söz
On Üçüncü Şuâ
On İkinci Lem'a
On İkinci Mektup
On İkinci Söz
On İkinci Şuâ
Onuncu Lem'a
Onuncu Mektup
Onuncu Risale
Onuncu Söz
Otuz Birinci Lem'a
Otuz Birinci Mektup
Otuz Birinci Söz
Otuz Üçüncü Lem'a
Otuz Üçüncü Mektup
Otuz Üçüncü Söz
Otuz İkinci Lem'a
Otuz İkinci Mektup
Otuz İkinci Söz
Otuzuncu Lem'a
Otuzuncu Mektup
Otuzuncu Söz
Ramazân, İktisâd ve Şükür Risaleleri
Reşhalar
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler
Risale-i Nur, her ateşi ve her yangını söndürür
Saykal-ül İslam
Sekizinci Lem'a
Sekizinci Mektup
Sekizinci Söz
Sekizinci Şuâ
Sikke-i Tasdik-i Gaybi'den Bir Mektup
Sözler
Sözler Fihrist
Sünuhat
Takdim
Takdim Haşiye
Tarihçe-i Hayat
Tarihçe-i Hayat/Hz. Üstadın Nâşirlere Duası
Tenbih
Tenvir
Tuluat
Uhuvvet Risalesi
Yedinci Lem'a
Yedinci Mektup
Yedinci Söz
Yedinci Şuâ
Yirmi Altıncı Lem'a
Yirmi Altıncı Mektup
Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Beşinci Lem'a
Yirmi Beşinci Mektup
Yirmi Beşinci Söz
Yirmi Birinci Lem'a
Yirmi Birinci Mektup
Yirmi Birinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Lem'a
Yirmi Dokuzuncu Mektup
Yirmi Dokuzuncu Söz
Yirmi Dördüncü Lem'a
Yirmi Dördüncü Mektup
Yirmi Dördüncü Söz
Yirmi Sekizinci Lem'a
Yirmi Sekizinci Mektup
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Yedinci Lem'a
Yirmi Yedinci Mektup
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Üçüncü Lem'a
Yirmi Üçüncü Mektup
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi İkinci Lem'a
Yirmi İkinci Mektup
Yirmi İkinci Söz
Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bâb
Yirminci Lem'a
Yirminci Mektup
Yirminci Söz
Zerre
Zeylû'l-Hubâb
Zeylü'l-Habbe
Zeylü'z-Zeyl
Zühre
Önsöz
ÜÇÜNCÜ MAKALE
Üçüncü Lem'a
Üçüncü Mektup
Üçüncü Söz
Üçüncü Şuâ
İ'tizar
İfadetü'l-Meram
İhlas Risalesi
İkinci Lem'a
İkinci Mektup
İkinci Söz
İkinci Şuâ
İktisad, Kanaat, İsraf Mevzuunda Bir Mektup
İKİNCİ MAKALE
İlk Hayatı
İman ve İnsan
İtizar
İşarat
İşarat'ül İ'caz
İşarat'ül İ'caz Fihrist
İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz
Şemme
Şualar
Şule
Şulenin Zeyli
Şuâlar İçindekiler
Dil
aa - Qafár af
ab - аԥсшәа
abs - bahasa ambon
ace - Acèh
ady - адыгабзэ
ady-cyrl - адыгабзэ
aeb - تونسي / Tûnsî
aeb-arab - تونسي
aeb-latn - Tûnsî
af - Afrikaans
ak - Akan
aln - Gegë
alt - алтай тил
am - አማርኛ
ami - Pangcah
an - aragonés
ang - Ænglisc
ann - Obolo
anp - अंगिका
ar - العربية
arc - ܐܪܡܝܐ
arn - mapudungun
arq - جازايرية
ary - الدارجة
arz - مصرى
as - অসমীয়া
ase - American sign language
ast - asturianu
atj - Atikamekw
av - авар
avk - Kotava
awa - अवधी
ay - Aymar aru
az - azərbaycanca
azb - تۆرکجه
ba - башҡортса
ban - Basa Bali
ban-bali - ᬩᬲᬩᬮᬶ
bar - Boarisch
bbc - Batak Toba
bbc-latn - Batak Toba
bcc - جهلسری بلوچی
bci - wawle
bcl - Bikol Central
be - беларуская
be-tarask - беларуская (тарашкевіца)
bg - български
bgn - روچ کپتین بلوچی
bh - भोजपुरी
bho - भोजपुरी
bi - Bislama
bjn - Banjar
blk - ပအိုဝ်ႏဘာႏသာႏ
bm - bamanankan
bn - বাংলা
bo - བོད་ཡིག
bpy - বিষ্ণুপ্রিয়া মণিপুরী
bqi - بختیاری
br - brezhoneg
brh - Bráhuí
bs - bosanski
btm - Batak Mandailing
bto - Iriga Bicolano
bug - ᨅᨔ ᨕᨘᨁᨗ
bxr - буряад
ca - català
cbk-zam - Chavacano de Zamboanga
cdo - 閩東語 / Mìng-dĕ̤ng-ngṳ̄
ce - нохчийн
ceb - Cebuano
ch - Chamoru
cho - Chahta Anumpa
chr - ᏣᎳᎩ
chy - Tsetsêhestâhese
ckb - کوردی
co - corsu
cps - Capiceño
cr - Nēhiyawēwin / ᓀᐦᐃᔭᐍᐏᐣ
crh - qırımtatarca
crh-cyrl - къырымтатарджа (Кирилл)
crh-latn - qırımtatarca (Latin)
cs - čeština
csb - kaszëbsczi
cu - словѣньскъ / ⰔⰎⰑⰂⰡⰐⰠⰔⰍⰟ
cv - чӑвашла
cy - Cymraeg
da - dansk
dag - dagbanli
de - Deutsch
de-at - Österreichisches Deutsch
de-ch - Schweizer Hochdeutsch
de-formal - Deutsch (Sie-Form)
dga - Dagaare
din - Thuɔŋjäŋ
diq - Zazaki
dsb - dolnoserbski
dtp - Dusun Bundu-liwan
dty - डोटेली
dv - ދިވެހިބަސް
dz - ཇོང་ཁ
ee - eʋegbe
egl - Emiliàn
el - Ελληνικά
eml - emiliàn e rumagnòl
en - English
en-ca - Canadian English
en-gb - British English
eo - Esperanto
es - español
es-419 - español de América Latina
es-formal - español (formal)
et - eesti
eu - euskara
ext - estremeñu
fa - فارسی
fat - mfantse
ff - Fulfulde
fi - suomi
fit - meänkieli
fj - Na Vosa Vakaviti
fo - føroyskt
fon - fɔ̀ngbè
fr - français
frc - français cadien
frp - arpetan
frr - Nordfriisk
fur - furlan
fy - Frysk
ga - Gaeilge
gaa - Ga
gag - Gagauz
gan - 贛語
gan-hans - 赣语(简体)
gan-hant - 贛語(繁體)
gcr - kriyòl gwiyannen
gd - Gàidhlig
gl - galego
gld - на̄ни
glk - گیلکی
gn - Avañe'ẽ
gom - गोंयची कोंकणी / Gõychi Konknni
gom-deva - गोंयची कोंकणी
gom-latn - Gõychi Konknni
gor - Bahasa Hulontalo
got - 𐌲𐌿𐍄𐌹𐍃𐌺
gpe - Ghanaian Pidgin
grc - Ἀρχαία ἑλληνικὴ
gsw - Alemannisch
gu - ગુજરાતી
guc - wayuunaiki
gur - farefare
guw - gungbe
gv - Gaelg
ha - Hausa
hak - 客家語/Hak-kâ-ngî
haw - Hawaiʻi
he - עברית
hi - हिन्दी
hif - Fiji Hindi
hif-latn - Fiji Hindi
hil - Ilonggo
ho - Hiri Motu
hr - hrvatski
hrx - Hunsrik
hsb - hornjoserbsce
hsn - 湘语
ht - Kreyòl ayisyen
hu - magyar
hu-formal - magyar (formal)
hy - հայերեն
hyw - Արեւմտահայերէն
hz - Otsiherero
ia - interlingua
id - Bahasa Indonesia
ie - Interlingue
ig - Igbo
igl - Igala
ii - ꆇꉙ
ik - Iñupiatun
ike-cans - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ
ike-latn - inuktitut
ilo - Ilokano
inh - гӀалгӀай
io - Ido
is - íslenska
it - italiano
iu - ᐃᓄᒃᑎᑐᑦ / inuktitut
ja - 日本語
jam - Patois
jbo - la .lojban.
jut - jysk
jv - Jawa
ka - ქართული
kaa - Qaraqalpaqsha
kab - Taqbaylit
kbd - адыгэбзэ
kbd-cyrl - адыгэбзэ
kbp - Kabɩyɛ
kcg - Tyap
kea - kabuverdianu
kg - Kongo
khw - کھوار
ki - Gĩkũyũ
kiu - Kırmancki
kj - Kwanyama
kjh - хакас
kjp - ဖၠုံလိက်
kk - қазақша
kk-arab - قازاقشا (تٴوتە)
kk-cn - قازاقشا (جۇنگو)
kk-cyrl - қазақша (кирил)
kk-kz - қазақша (Қазақстан)
kk-latn - qazaqşa (latın)
kk-tr - qazaqşa (Türkïya)
kl - kalaallisut
km - ភាសាខ្មែរ
kn - ಕನ್ನಡ
ko - 한국어
ko-kp - 조선말
koi - перем коми
kr - kanuri
krc - къарачай-малкъар
kri - Krio
krj - Kinaray-a
krl - karjal
ks - कॉशुर / کٲشُر
ks-arab - کٲشُر
ks-deva - कॉशुर
ksh - Ripoarisch
ksw - စှီၤ
ku - kurdî
ku-arab - كوردي (عەرەبی)
ku-latn - kurdî (latînî)
kum - къумукъ
kus - Kʋsaal
kv - коми
kw - kernowek
ky - кыргызча
la - Latina
lad - Ladino
lb - Lëtzebuergesch
lbe - лакку
lez - лезги
lfn - Lingua Franca Nova
lg - Luganda
li - Limburgs
lij - Ligure
liv - Līvõ kēļ
lki - لەکی
lld - Ladin
lmo - lombard
ln - lingála
lo - ລາວ
loz - Silozi
lrc - لۊری شومالی
lt - lietuvių
ltg - latgaļu
lus - Mizo ţawng
luz - لئری دوٙمینی
lv - latviešu
lzh - 文言
lzz - Lazuri
mad - Madhurâ
mag - मगही
mai - मैथिली
map-bms - Basa Banyumasan
mdf - мокшень
mg - Malagasy
mh - Ebon
mhr - олык марий
mi - Māori
min - Minangkabau
mk - македонски
ml - മലയാളം
mn - монгол
mni - ꯃꯤꯇꯩ ꯂꯣꯟ
mnw - ဘာသာ မန်
mo - молдовеняскэ
mos - moore
mr - मराठी
mrh - Mara
mrj - кырык мары
ms - Bahasa Melayu
ms-arab - بهاس ملايو
mt - Malti
mus - Mvskoke
mwl - Mirandés
my - မြန်မာဘာသာ
myv - эрзянь
mzn - مازِرونی
na - Dorerin Naoero
nah - Nāhuatl
nan - Bân-lâm-gú
nap - Napulitano
nb - norsk bokmål
nds - Plattdüütsch
nds-nl - Nedersaksies
ne - नेपाली
new - नेपाल भाषा
ng - Oshiwambo
nia - Li Niha
niu - Niuē
nl - Nederlands
nl-informal - Nederlands (informeel)
nmz - nawdm
nn - norsk nynorsk
no - norsk
nod - ᨣᩤᩴᨾᩮᩬᩥᨦ
nog - ногайша
nov - Novial
nqo - ߒߞߏ
nrm - Nouormand
nso - Sesotho sa Leboa
nv - Diné bizaad
ny - Chi-Chewa
nyn - runyankore
nys - Nyunga
oc - occitan
ojb - Ojibwemowin
olo - livvinkarjala
om - Oromoo
or - ଓଡ଼ିଆ
os - ирон
pa - ਪੰਜਾਬੀ
pag - Pangasinan
pam - Kapampangan
pap - Papiamentu
pcd - Picard
pcm - Naijá
pdc - Deitsch
pdt - Plautdietsch
pfl - Pälzisch
pi - पालि
pih - Norfuk / Pitkern
pl - polski
pms - Piemontèis
pnb - پنجابی
pnt - Ποντιακά
prg - prūsiskan
ps - پښتو
pt - português
pt-br - português do Brasil
pwn - pinayuanan
qqq - Message documentation
qu - Runa Simi
qug - Runa shimi
rgn - Rumagnôl
rif - Tarifit
rki - ရခိုင်
rm - rumantsch
rmc - romaňi čhib
rmy - romani čhib
rn - ikirundi
ro - română
roa-tara - tarandíne
rsk - руски
ru - русский
rue - русиньскый
rup - armãneashti
ruq - Vlăheşte
ruq-cyrl - Влахесте
ruq-latn - Vlăheşte
rw - Ikinyarwanda
ryu - うちなーぐち
sa - संस्कृतम्
sah - саха тыла
sat - ᱥᱟᱱᱛᱟᱲᱤ
sc - sardu
scn - sicilianu
sco - Scots
sd - سنڌي
sdc - Sassaresu
sdh - کوردی خوارگ
se - davvisámegiella
se-fi - davvisámegiella (Suoma bealde)
se-no - davvisámegiella (Norgga bealde)
se-se - davvisámegiella (Ruoŧa bealde)
sei - Cmique Itom
ses - Koyraboro Senni
sg - Sängö
sgs - žemaitėška
sh - srpskohrvatski / српскохрватски
sh-cyrl - српскохрватски (ћирилица)
sh-latn - srpskohrvatski (latinica)
shi - Taclḥit
shi-latn - Taclḥit
shi-tfng - ⵜⴰⵛⵍⵃⵉⵜ
shn - ၽႃႇသႃႇတႆး
shy - tacawit
shy-latn - tacawit
si - සිංහල
simple - Simple English
sjd - кӣллт са̄мь кӣлл
sje - bidumsámegiella
sk - slovenčina
skr - سرائیکی
skr-arab - سرائیکی
sl - slovenščina
sli - Schläsch
sm - Gagana Samoa
sma - åarjelsaemien
smn - anarâškielâ
sms - nuõrttsääʹmǩiõll
sn - chiShona
so - Soomaaliga
sq - shqip
sr - српски / srpski
sr-ec - српски (ћирилица)
sr-el - srpski (latinica)
srn - Sranantongo
sro - sardu campidanesu
ss - SiSwati
st - Sesotho
stq - Seeltersk
sty - себертатар
su - Sunda
sv - svenska
sw - Kiswahili
syl - ꠍꠤꠟꠐꠤ
szl - ślůnski
szy - Sakizaya
ta - தமிழ்
tay - Tayal
tcy - ತುಳು
tdd - ᥖᥭᥰᥖᥬᥳᥑᥨᥒᥰ
te - తెలుగు
tet - tetun
tg - тоҷикӣ
tg-cyrl - тоҷикӣ
tg-latn - tojikī
th - ไทย
ti - ትግርኛ
tk - Türkmençe
tl - Tagalog
tly - tolışi
tly-cyrl - толыши
tn - Setswana
to - lea faka-Tonga
tok - toki pona
tpi - Tok Pisin
tr - Türkçe
tru - Ṫuroyo
trv - Seediq
ts - Xitsonga
tt - татарча / tatarça
tt-cyrl - татарча
tt-latn - tatarça
tum - chiTumbuka
tw - Twi
ty - reo tahiti
tyv - тыва дыл
tzm - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ
udm - удмурт
ug - ئۇيغۇرچە / Uyghurche
ug-arab - ئۇيغۇرچە
ug-latn - Uyghurche
uk - українська
ur - اردو
uz - oʻzbekcha / ўзбекча
uz-cyrl - ўзбекча
uz-latn - oʻzbekcha
ve - Tshivenda
vec - vèneto
vep - vepsän kel’
vi - Tiếng Việt
vls - West-Vlams
vmf - Mainfränkisch
vmw - emakhuwa
vo - Volapük
vot - Vaďďa
vro - võro
wa - walon
wal - wolaytta
war - Winaray
wls - Fakaʻuvea
wo - Wolof
wuu - 吴语
xal - хальмг
xh - isiXhosa
xmf - მარგალური
xsy - saisiyat
yi - ייִדיש
yo - Yorùbá
yrl - Nhẽẽgatú
yue - 粵語
za - Vahcuengh
zea - Zeêuws
zgh - ⵜⴰⵎⴰⵣⵉⵖⵜ ⵜⴰⵏⴰⵡⴰⵢⵜ
zh - 中文
zh-cn - 中文(中国大陆)
zh-hans - 中文(简体)
zh-hant - 中文(繁體)
zh-hk - 中文(香港)
zh-mo - 中文(澳門)
zh-my - 中文(马来西亚)
zh-sg - 中文(新加坡)
zh-tw - 中文(臺灣)
zu - isiZulu
Biçim
Çevrimdışı çeviri aktar
Yerel biçimde aktar
CSV biçiminde dışa aktar
Getir
{{DISPLAYTITLE:H ΕΙΚΟΣΤΗ ΕΠΙΣΤΟΛΗ}}<languages/> بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ (<ref>Bukhasi, Adhan 155; Tahajjud 21; ‘Umra 12; Jihad 133; Bad’ al-Khalq 11; Maghazi 29; Da’wat 18, 52; Riqaq 11; I’tisam 3; Muslim, Dhikr 28, 30, 74, 75, 76; Witr 24; Jihad 158; Adab 101; Tirmidhi, Mawaqit 108; Hajj 104; Da’wat 35, 36; Nasa’I, Sahw 83-6; Manasik 163, 170; Iman 12; Ibn Maja, Tijara 40; Manasik 84; Adab 58; Du’a 10, 14, 16; Abu Da’ud, Manasik 56; Darimi, Salat 88, 90; Manasik 34; Isti’dhan 53, 57; Muwatta’</ref>) Αυτή η φράση υμνωδίας που εκφράζει τη Θεία Ενάδα «ταβχίντ», της οποίας η απαγγελία κατ’ ακολουθίαν των πρωϊνών και βραδινών προσευχών, κέκτηται πολυάριθμων αρετών και σύμφωνα με μια αυθεντική δήλωση των χαντίθ, φέρει το αξίωμα του Ύψιστου ονόματος το «ίσμ-ι αζάμ». Περιέχει έντεκα φράσεις, σε κάθε μια από τις οποίες όχι μόνο υπάρχουν μερικά χαρμόσυνα νέα, αλλά και επίπεδα επιβεβαίωσης της Ενάδας της κυριότητας (Rubûbiyyet) (του Αλλάχ), και από μια όψη του μεγαλείου της μοναδικότητας, (kibriya-i vahdet) και της τελειότητας αυτής της θείας μοναδικότητας (kemâl-ivahdâniyet) αναφορικά με το Ύψιστο όνομα «ίσμ-ι αζάμ». Παραπέμποντας για μια πλήρη εξήγηση αυτών των μεγάλων και ευγενών αληθειών σε άλλα μέρη του Ρισαλέ-ι Νουρ, προς εκπλήρωση μιας υπόσχεσης θα γράψουμε προς το παρόν μια σύντομη, τύπου-ευρετηρίου περίληψη για αυτές, σε δύο Εξέχουσες Θέσεις και μία Εισαγωγή. <span id="MUKADDİME"></span> == ΕΙΣΑΓΩΓΗ == Αναμφισβήτητα να ξέρεις ότι: Ο υψηλότερος στόχος της δημιουργίας και το πιο σημαντικό της αποτέλεσμα είναι η πίστη στον Αλλάχ. Το υψηλότερα ιστάμενο αξίωμα στην ανθρωπότητα και η μεγαλύτερη βαθμίδα της ανθρωπότητας είναι η γνώση του Αλλάχ «μαριφετουλλάχ» που βρίσκεται μέσα στην πίστη στον Αλλάχ. Η πλέον φωτεινή ευτυχία και το γλυκύτατο αγαθό για τα τζιν και τους ανθρώπους είναι η αγάπη στον Αλλάχ «μουχάμπετουλλάχ» που βρίσκεται μέσα στη γνώση του Αλλάχ. Και η αγνότερη χαρά για το ανθρώπινο πνεύμα και η πληρέστερη απόλαυση για την καρδιά του ανθρώπου είναι η αγαλλίαση του πνεύματος «λεζζέτ-ι ρουχανιγιέ» η οποία και έγκειται μέσα στην αγάπη στον Αλλάχ. Πράγματι, κάθε αληθινή ευτυχία, αγνή χαρά, γλυκές δωρεές και αδιατάραχτη ευχαρίστηση βρίσκονται στην γνώση του Αλλάχ και στην αγάπη στον Αλλάχ. Ειδάλλως, δε μπορούν να υπάρξουν χωρίς αυτές. Κάποιος που γνωρίζει και αγαπά τον Δικαίων Αλλάχ(Cenâb-ı Hakk), λαμβάνει είτε εν δυνάμει είτε εν πράξη ατέλειωτες δωρεές, ευτυχία, φώτα και μυστήρια. Ενώ κάποιος που δεν Τον γνωρίζει και δεν Τον αγαπά αληθινά, πλήττεται πνευματικά και υλικά από ατέλειωτη αθλιότητα, πόνο και φοβίες. Ναι, σε αυτόν τον άθλιο κόσμο, ανάμεσα στην περιπλανώμενη ανθρώπινη φυλή και σε μια ζωή χωρίς συγκομιδή, χωρίς ιδιοκτήτη, χωρίς προστάτη, τι αξία θα είχε για έναν άνθρωπο ανίκανο και άθλιο, ακόμη και σουλτάνος του κόσμου να ήτανε. Να λοιπόν, ο καθένας μπορεί να καταλάβει το πόσο κακόμοιρος και περιπλανώμενος θα είναι ο άνθρωπος μέσα σε αυτήν την περιπλανώμενη ανθρώπινη φυλή, σε αυτόν τον πελαγοπνιγμένο φευγαλέο κόσμο, εάν δεν γνωρίσει τον Ιδιοκτήτη του, αν δεν ανακαλύψει τον Αφέντη του. Αλλά εάν ανακαλύψει τον Αφέντη του και γνωρίσει τον Ιδιοκτήτη του, τότε θα αναζητήσει καταφύγιο στο Έλεος Του και θα στηριχθεί στη δύναμη Του. Αυτός ο τρομερός του κόσμος θα μετατραπεί σε ένα τόπο αναψυχής και διασκέδασης, θα γίνει ένας χώρος συναλλαγής. <span id="BİRİNCİ_MAKAM"></span> == ΠΡΩΤΗ ΕΞΕΧΟΥΣΑ ΘΕΣΗ == Καθεμιά από τις έντεκα φράσεις της παραπάνω πρότασης που επιβεβαιώνει τη Θεία Ενάδα «ταβχίντ», περιλαμβάνει χαρμόσυνα νέα. Και στα χαρμόσυνα νέα της καθεμιάς βρίσκεται μια θεραπεία, ενώ σε καθεμιά από τις θεραπείες αυτές βρίσκεται μια πνευματική αγαλλίαση. <span id="BİRİNCİ_KELİME"></span> === Η Πρώτη Φράση: === لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ (Δεν υπάρχει άλλος θεός παρά μόνο ο Αλλάχ) Η φράση αυτή περιέχει τα ακόλουθα χαρμόσυνα νέα: Το πνεύμα του ανθρώπου, το οποίο υπόκειται σε αμέτρητες ανάγκες και στις επιθέσεις αναρίθμητων εχθρών, σε αυτή τη φράση βρίσκει ένα τέτοιο σημείο καταφυγής, και μια τέτοια πηγή βοηθείας, μέσω των οποίων του ανοίγεται η θύρα του θησαυροφυλακίου του ελέους και βρίσκει ένα σημείο στήριξης και δύναμης που εγγυάται όλες του τις ανάγκες. Ταυτόχρονα η φράση αυτή του γνωστοποιεί και του παρουσιάζει το Δημιουργό(Hâlık) του και τον δικό του Λατρεμένο θεό(Mâbud), ο Οποίος κατέχει μια απόλυτη δύναμη που τον διασφαλίζει από το κάθε κακό και όλους του τους εχθρούς. του φανερώνει τον αφέντη του, και ποιος είναι ο Ιδιοκτήτης(Mâlik) του. Και με αυτήν την φανέρωση διασώζει τον εσωτερικό κόσμο του ανθρώπου από ολοσχερή ερήμωση και το πνεύμα από οδυνηρή θλίψη. εξασφαλίζει μια αιώνια χαρά, και μια ατέρμονη ευτυχία. <span id="İKİNCİ_KELİME"></span> === Η Δεύτερη Φράση: === وَحْدَهُ (Αυτός είναι Ένας) Υπάρχουν τα εξής θεραπευτικά και ευτυχής χαρμόσυνα νέα σε αυτήν την φράση: Το πνεύμα και η καρδιά του ανθρώπου, τα οποία συσχετίζονται με τα περισσότερα όντα στο σύμπαν και φθάνουν στο σημείο να κυριεύονται από αθλιότητα και σύγχυση εξαιτίας της σχέσης αυτής, βρίσκουν ένα τέτοιο καταφύγιο και προστάτη στη φράση وَحْدَهُ (Αυτός είναι Ένας) που τον λυτρώνουν από όλη του τη σύγχυση και αμηχανία. Δηλαδή, είναι σαν η φράση وَحْدَهُ να λέει στον άνθρωπο: «Ο Αλλάχ είναι Ένας. Μην εξαντλείσαι καταφεύγοντας σε άλλα πράγματα. μην εξευτελίζεις τον εαυτό σου και μην αισθάνεσαι ότι είσαι υπόχρεος σε άλλα πράγματα. μην τα κολακεύεις και μην τους φέρεσαι δουλικά και ταπεινώνεσαι. μην τα ακολουθείς και δυσκολεύεις τα πράγματα για σένα. μην τα φοβάσαι και μην τρέμεις μπροστά τους. διότι ο Μονάρχης του σύμπαντος είναι Ένας, το κλειδί για όλα τα πράγματα βρίσκεται μαζί Του, τα ηνία όλων των πραγμάτων βρίσκονται στο χέρι Του, το κάθε τι επιλύεται με το πρόσταγμα Του. Εάν Τον βρεις έχεις βρει όλες σου τις επιθυμίες, και έχεις σωθεί από ατέλειωτες ταπεινώσεις και αμέτρητες φοβίες.» <span id="ÜÇÜNCÜ_KELİME"></span> === Η Τρίτη Φράση: === لَا شَرٖيكَلَهُ (Δεν υπάρχει συνεταίρος Του) Όπως ακριβώς στη θεότητά Του και στην κυριαρχική Του εξουσία δεν έχει συνέταιρο∙ ο Αλλάχ είναι Ένας και δεν μπορεί να είναι πολλοί. Έτσι ακριβώς δεν έχει συνέταιρο ούτε στην κυριότητα Του και στις ενέργειες Του και ούτε στη δημιουργικότητά Του. Μερικές φορές συμβαίνει ο μονάρχης να είναι ένας, χωρίς να έχει συνέταιρο στην περιοχή της κυριαρχίας Του, αλλά στην εκτέλεση των υποθέσεων του, οι υπάλληλοί του συμπεριφέρονται σαν συνεταίροι του, εμποδίζουν τον καθένα να παρευρεθεί ενώπιον της παρουσίας του, λέγοντας: «Να προσφεύγετε και σε εμάς». Ωστόσο, ο Μονάρχης της Προ-Αιωνιότητας, ο Δικαίων Αλλάχ(Cenâb-ı Hakk), δεν έχει συνέταιρο στην κυριαρχική Του εξουσία, όπως ακριβώς δεν έχει ανάγκη για συνέταιρους ή βοηθούς στην εκτέλεση της Κυριότητος Του(Rubûbiyyet). Χωρίς το πρόσταγμα και τη θέλησή Του, τη δύναμη και την ισχύ Του, ούτε ένα και μόνο πράγμα μπορεί να επέμβει σε κάποιο άλλο. Ο καθένας μπορεί να καταφεύγει σε Αυτόν άμεσα. Μιας και δεν έχει συνέταιρο ή βοηθό, δεν μπορεί να λεχθεί σε κάποιον αιτούμενο «Απαγορεύεται, δεν μπορείς να παρευρεθείς ενώπιον της παρουσίας Του.» Η φράση αυτή, επομένως, ανακοινώνει την εξής χαρμόσυνη αγγελία στο ανθρώπινο πνεύμα: Το ανθρώπινο πνεύμα που έχει αποκτήσει πίστη μπορεί, χωρίς κώλυμα ή εμπόδιο, αντίσταση ή παρέμβαση, σε όποια κατάσταση και αν βρίσκεται, για όποια του επιθυμία, οποιαδήποτε ώρα και σε οποιοδήποτε μέρος, να παρευρεθεί ενώπιον της παρουσίας του Ενός Παν-περικαλλούς και Πανένδοξου Αλλάχ,(Cemîl-i Zülcelâl), του Ενός Παντοδύναμου και Παντελείς Αλλάχ(Kadîr-i Zülkemâl), ο Οποίος είναι ο Προ-Αιώνιος και Μετά-Αιώνιος Ιδιοκτήτης των θησαυροφυλακίων του ελέους, των θησαυροφυλακίων της μακαριότητας, και να εκφράσει τις ανάγκες του. Και έτσι λαμβάνοντας το έλεος Του, και στηριζόμενος στη δύναμή Του, θα αποκτήσει μια απόλυτη ηρεμία και ευτυχία. <span id="DÖRDÜNCÜ_KELİME"></span> === Η Τέταρτη Φράση: === لَهُالْمُلْكُ (Δική του είναι η Ιδιοκτησία) Δηλαδή, η κυριότητα είναι ολότερα Δική του. Εσύ είσαι και Δική Του ιδιοκτησία, είσαι και δούλος Του, αλλά και εργάζεσαι στην ιδιοκτησία Του. Η φράση αυτή ανακοινώνει τις εξής χαρούμενες και θεραπευτικές ειδήσεις: «Ω ανθρωπότητα! Μη νομίζεις ότι είσαι ο κάτοχος του εαυτού σου. Διότι εσύ δεν μπορείς να διατηρήσεις τον εαυτό σου. Αυτό είναι ένα βαρύ φορτίο. Δεν μπορείς να προστατέψεις τον εαυτό σου, να αποφύγεις τις συμφορές και να καλύψεις τις ανάγκες σου. Τότε, μην υποφέρεις με πόνο και οδύνη δίχως λόγο, η ιδιοκτησία είναι αλλουνού. Αυτός ο Ιδιοκτήτης(Mâlik) είναι και Παντοδύναμος(Kadîr) και Παντελεήμων(Rahîm). Στηρίξου στη δύναμη Του και μη υποτιμάς το Ελέους Του! Παράτα τη θλίψη, απόλαυσε το κέφι σου! Πέτα τις δυσκολίες και βρες γαλήνη!» Λέει ακόμη: «Το σύμπαν αυτό που πνευματικά τόσο αγαπάς, με το οποίο είσαι τόσο συσχετιζόμενος και το οποίο σε θλίβει με την εξαθλίωση του, και δεν είσαι σε θέση να το επανορθώσεις, είναι η περιουσία Ενός Παντοδύναμου(Kadîr) και Παντελεήμονα(Rahîm) (Αλλάχ). Παρέδωσε την περιουσία στον Ιδιοκτήτη Του, άφησέ την σε Αυτόν, απόλαυσε την γαλήνη Του και όχι τη ταλαιπωρία Του. Αυτός είναι και Πάνσοφος(Hakîm) και Παντελεήμων(Rahîm). Κάνει χρήση της περιουσίας Του και τη διαχειρίζεται όπως Αυτός θέλει. Κάθε φορά που σε παίρνει ο φόβος, να λες όπως ο Ιμπραχίμ Χακκι: «Ας δούμε τι κάνει ο Κύριος, οτιδήποτε και αν κάνει Αυτός, είναι το καλύτερο» αγνάντευε από τα παράθυρα και μην επεμβαίνεις. <span id="BEŞİNCİ_KELİME"></span> === Η Πέμπτη Φράση: === وَلَهُالْحَمْدُ (Για Αυτόν είναι οι Δοξολογίες) Σε αυτόν ανήκουν όλες οι ευχαριστίες, οι δοξολογίες, οι έπαινοι και ευγνωμοσύνη, σε αυτόν αξίζουν. Δηλαδή, όλα τα αγαθά είναι Δικά του, προέρχονται από το θησαυροφυλάκιο Του. Και όσο για το θησαυροφυλάκιο, είναι διαρκές. Η φράση αυτή, επομένως, αναγγέλλει τα εξής καλά νέα: «Ω ανθρωπότητα! Μην υποφέρεις με την αποχώρηση των αγαθών. Διότι το θησαυροφυλάκιο του ελέους είναι ανεξάντλητο. Μην σπαράζεις από τον πόνο που ο ίδιος προκαλείς ενδιατρίβοντας την αποχώρηση των απολαύσεων. Διότι ο καρπός της δωρεάς είναι ο καρπός ενός απέραντου ελέους. Αφού το δέντρο της είναι αέναο, τότε και να φύγει ο καρπός, αντικαθίσταται με άλλους. Εάν σκεφτείς με ευγνωμοσύνη ότι μέσα στην απόλαυση της ίδιας της δωρεάς βρίσκεται μία ελεήμονα χάρη εκατό φορές πιο απολαυστικότερη, θα είσαι σε θέση να αυξήσεις την απόλαυση στο εκατονταπλάσιο. Όπως για παράδειγμα, μέσα στην απόλαυση ενός μήλου το οποίο σου το έχει δωρίσει ένας ένδοξος βασιλιάς, απολαμβάνεις μια τέτοια βασιλική φιλοφρόνηση που σου προσφέρεται και την νοιώθεις, η οποία είναι εκατό και χίλιες φορές ποιο απολαυστική από το ίδιο το μήλο. Με τον ίδιο τρόπο, μέσα από τη φράση وَلَهُالْحَمْدُ (Για Αυτόν είναι οι Δοξολογίες) δηλαδή, μέσω των δοξασμών και ευχαριστιών, δηλαδή νιώθοντας την αγαθοεργία μέσω των αγαθών, δηλαδή αναγνωρίζοντας τον Απονομέα(Mün’im) και συλλογιζόμενος τα αγαθά Του, δηλαδή μέσω του στοχασμού της φιλοφρόνησης αυτής της ευσπλαχνίας Του, της προσέλευσης της στοργής Του και της συνέχισης της αγαθοεργίας Του, σου ανοίγεται η πόρτα μιας τέτοιας πνευματικής ευχαρίστησης, χίλιες φορές γλυκύτερης από την ίδια τη δωρεά. <span id="ALTINCI_KELİME"></span> === Έκτη Φράση: === يُحْيٖى (Αυτός παρέχει τη ζωή) Δηλαδή, ο δότης της ζωής είναι Αυτός. Αυτός είναι επίσης, ο Οποίος συντηρεί την συνέχιση της ζωής με τα αγαθά του. Είναι επίσης Αυτός, ο Οποίος προετοιμάζει τις ανάγκες της ζωής. Και οι υψηλοί στόχοι της ζωής ανήκουν σε Αυτόν και τα σημαντικά της αποτελέσματα στηρίζονται σε Αυτόν και ενενήντα εννέα στους εκατό των καρπών της είναι Δικά Του. Έτσι, αυτή η φράση καλεί με τον τρόπο αυτό, τον εφήμερο και ανίκανο άνθρωπο, εξαγγέλλει τη χαρμόσυνη αυτή αγγελία: «Ω άνθρωπε! Μην ταλαιπωρείς τον εαυτό σου παίρνοντας τις βαριές ευθύνες της ζωής στους ώμους σου. Μην θλίβεσαι σκεπτόμενος την παροδικότητα της ζωής. Μην μετανιώσεις που ήρθες στον κόσμο αυτό παρατηρώντας μόνο τους υλικούς και ασήμαντους καρπούς της. Ακριβέστερα, η μηχανή της ζωής στο πλοίο της ύπαρξης σου ανήκει στον Ένα Αεί-Ζώντα και Αυτάρκη Αλλάχ(Hayy-ı Kayyûm). Είναι Αυτός ο Οποίος προμηθεύει τα αναγκαία για όλα της τα έξοδα και απαιτήσεις. Ακόμη, η ζωή έχει ένα σωρό στόχους και αποτελέσματα, που και αυτά, ανήκουν σε Αυτόν. Όσο για σένα, είσαι μόνο ένας τιμονιέρης πάνω στο πλοίο, γι’ αυτό κάνε το καθήκον σου σωστά και λάβε το μισθό και την ευχαρίστηση που τα συνοδεύουν. Σκέψου πόσο πολύ πολύτιμο είναι το πλοίο της ζωής και πόσο βαρύτιμα τα ωφελήματα του .έπειτα σκέψου πόσο πολύ Γενναιόδωρος(Kerîm) και Παντελεήμων(Rahîm) είναι ο Ιδιοκτήτης του πλοίου. Επομένως, να είσαι ευτυχής και να ευχαριστείς τον Αλλάχ και κατάλαβε ότι, όταν εκτελείς το καθήκον σου ακέραια, όλα τα αποτελέσματα που παράγει αυτό το πλοίο θα μεταφερθούν από μια άποψη στο βιβλίο των πράξεών σου, έτσι ώστε θα εξασφαλίσουν σε σένα μια αθάνατη ζωή, θα σε προικίσουν με μια αιώνια ζωή». <span id="YEDİNCİ_KELİME"></span> === Η Έβδομη Φράση: === وَيُمٖيتُ (Και είναι αυτός που παρέχει το θάνατο) Δηλαδή, εκείνος που προκαλεί το θάνατο είναι Αυτός. Δηλαδή, σε απαλλάσσει από το καθήκον της ζωής, αλλάζει τον τόπο κατοικίας σου από αυτόν τον παροδικό κόσμο, και σε αποδεσμεύει από τον κάματο της υπηρεσίας. Δηλαδή, σε μεταφέρει από μια εφήμερη ζωή σε μια αθάνατη. Η φράση αυτή, λοιπόν, φωνάζει δυνατά τα εξής στα εφήμερα τζιν και τον άνθρωπο: «Ιδού τα καλά νέα για σας! Ο θάνατος, δεν είναι εξόντωση, δεν είναι ανυπαρξία, δεν είναι εκμηδένιση, δεν είναι λήξη, δεν είναι αφανισμός, δεν είναι αιώνιος χωρισμός, δεν είναι μη-ύπαρξη, δεν είναι σύμπτωση, δεν είναι μια αδέσποτη πράξη εξάλειψης άνευ υποκειμένου. Είναι μια απαλλαγή που σου δίνεται από έναν Πάνσοφο και Παν-Οικτίρμων Πράτων Αλλάχ(Fâil-i Hakîm-i Rahîm), μια αλλαγή τόπου κατοικίας. Είναι μια Αποστολή στην αιώνια μακαριότητα, στην πραγματική πατρίδα. Είναι η πόρτα της συνένωσης στον ενδιάμεσο κόσμο (αλέμ-ι μπαρζάχ), όπου είναι το μέρος της συνάντησης με το ενενήντα εννέα της εκατό των φίλων». <span id="SEKİZİNCİ_KELİME"></span> === Η Όγδοη Φράση: === وَهُوَحَىٌّلَا يَمُوتُ (Και Αυτός είναι ο Ζωντανός που δεν πεθαίνει ποτέ) Δηλαδή, ο Κάτοχος του κάλλους, της τελειότητας και της μεγαλοδωρίας που είναι απείρως ανώτερα προς το κάλλος, την τελειότητα και τη μεγαλοδωρία που μπορεί να συναντήσει κάποιος σε όλα τα όντα του σύμπαντος, και είναι αιτία αγάπης προς τον έναν Αιωνίως Λατρεμένο (Ma’bud-u Lemyezel), και τον Αθανή Αγαπημένο (Mahbub-u Lâyezâl), και του οποίου μια μόνο αποκάλυψη του κάλλους του είναι επαρκές για να αντικαταστήσει όλους τους άλλους αγαπημένους, έχει μια σταθερή ζωή διαμέσου της προ-αιωνιότητας και της μετά-αιωνιότητας μια ζωή απαλλαγμένη από οποιοδήποτε ίχνος λήξης ή εφημερότητας και εξαιρεθείσα από οποιοδήποτε σφάλμα, ελάττωμα ή ατέλεια. Έτσι, η φράση αυτή διακηρύσσει στα τζιν και στον άνθρωπο, σε όλα τα συνειδητά όντα και στους ανθρώπους της αγάπης και της φλογερότητας: «Ιδού τα καλά νέα για σας! Υπάρχει ένας Παντοτινός Αγαπημένος(Mahbub-u Bâki) ο Οποίος θα γιατρέψει και θα δέσει τις πληγές σας που προκλήθηκαν από τους αμέτρητους χωρισμούς από εκείνους που αγαπάτε. Εφόσον Αυτός υπάρχει και είναι αθανής, τότε οτιδήποτε και αν συμβεί στους άλλους μην ανησυχείς. Επιπλέον το κάλλος και η γενναιοδωρία, η αρετή και η τελείωση σε αυτούς, που είναι η αιτία της αγάπης σας, περνούν μέσα από πολλούς πέπλους, και είναι σκιές των αμυδρότερων σκιών της αποκάλυψης του αιωνίως σταθερού Κάλλους, του Αιωνίως Σταθερού Αγαπημένου(Mahbub-u Bâki) (Αλλάχ). Μην θλίβεστε με τον αποχωρισμό τους, διότι αυτά είναι απλά καθρέφτες. Η αλλαγή των καθρεφτών ανανεώνει και εξωραΐζει την εκδήλωση της ακτινοβολίας του Κάλλους. Αφού υπάρχει Αυτός, τα πάντα υπάρχουν». <span id="DOKUZUNCU_KELİME"></span> === Η Ένατη Φράση: === بِيَدِهِالْخَيْرُ (Όλες οι ευεργεσίες βρίσκονται στο Δικό του χέρι) Όλες οι ευεργεσίες βρίσκονται στο Δικό του χέρι. Κάθε καλή πράξη που πράττετε σημειώνεται στο βιβλίο Του. Κάθε αγαθοεργία που κάνετε καταγράφεται από Αυτόν. Έτσι, η φράση αυτή απευθύνεται στα τζιν και στους ανθρώπους με τα εξής καλά νέα: «Ω κακομοίρηδες! Όταν φτάσετε στο μνήμα μην κλαίτε φωνάζοντας απελπισμένα, “Αλίμονο! Τα υπάρχοντα μας καταστράφηκαν, όλες μας οι προσπάθειες πήγαν χαμένες, αφήσαμε την υπέροχη, αχανή γη και μπήκαμε στο μνήμα το στενό”. Διότι κάθε τι δικό σας διαφυλάσσεται, όλες σας οι πράξεις καταγράφονται, κάθε υπηρεσία που έχετε προσφέρει καταχωρείται. Ο Ένας Αλλάχ της Δόξης(Zât-ı Zülcelâl) στο χέρι του Οποίου βρίσκονται όλα τα καλά, και ο Οποίος είναι σε θέση να κάνει κάθε τι καλό να τελεσφορήσει, θα ανταμείψει την υπηρεσία σας ∙ έλκοντας σας προς το μέρος του Εαυτού του, θα σας κρατήσει προσωρινά μόνο κάτω από το χώμα, ύστερα θα σας φέρει ενώπιον της Δικής του παρουσίας. Τι ευτυχία για εσάς που έχετε ολοκληρώσει την υπηρεσία σας και το καθήκον σας, ο μόχθος σας τέλειωσε, πορεύεστε προς την ανάπαυση και το έλεος! Η υπηρεσία και ο κόπος πέρασαν, πάτε για να παραλάβετε το μισθό σας! Πράγματι, ο Ένας Παντοδύναμος Αλλάχ της Δόξης(Kadîr-i Zülcelâl) συντηρεί σπόρους και κόκκους, οι οποίοι είναι οι σελίδες του βιβλίου μητρώου των έργων της προηγούμενης άνοιξης και τα κιβώτια κατάθεσης των υπηρεσιών της, και τα διαφυλάττει και τα εκδίδει την ερχόμενη άνοιξη με λαμπρό τρόπο και μάλιστα εκατό φορές πιο πλούσια σε αφθονία από τα πρωτότυπα. Αυτός λοιπόν, βεβαίως και διαφυλάττει τα αποτελέσματα της ζωής σας κατά τον ίδιο τρόπο, και θα ανταμείψει την υπηρεσία σας με αληθινά πλουσιοπάροχο τρόπο». <span id="ONUNCU_KELİME"></span> === Η Δέκατη Φράση: === وَهُوَعَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ (Και Αυτός είναι ο Ισχυρός υπεράνω όλων των πραγμάτων) Δηλαδή, Αυτός είναι Ένας(Vâhid), Αυτός είναι Μοναδικός(Ehad), Αυτός έχει Δύναμη πάνω στο κάθε τι. Τίποτα απολύτως δεν είναι δύσκολο για Αυτόν. Το να δημιουργήσει την άνοιξη είναι τόσο εύκολο για Αυτόν όσο το να δημιουργήσει ένα λουλούδι. Αυτός δημιουργεί τον Παράδεισο με την ίδια ευκολία που δημιουργεί την άνοιξη. Τα αναρίθμητα τεχνουργήματα τα οποία ακατάπαυστα δημιουργεί κάθε μέρα, κάθε χρόνο, κάθε αιώνα, φέρουν μαρτυρία με απειράριθμες γλώσσες στην απέραντη Του δύναμη. Έτσι, και η φράση αυτή διαλαλεί τα εξής καλά νέα: «Ω άνθρωπε! Η υπηρεσία που έχεις προσφέρει και η λατρεία που έχεις επιτελέσει δεν πήγαν χαμένες. Ένα βασίλειο ανταμοιβής, μια κατοικία μακαριότητας, έχουν ετοιμαστεί για σένα. Ένας ατέλειωτος Παράδεισος σε περιμένει στη θέση του κόσμου σου αυτού του φευγαλέου. Να έχεις πίστη και εμπιστοσύνη στην υπόσχεση του Ένδοξου Δημιουργού(Hâlik-ı Zülcelâl) τον Οποίο γνωρίζεις και τον Οποίο λατρεύεις, διότι είναι αδύνατο για Αυτόν να παραβεί την υπόσχεσή Του. Με κανέναν απολύτως τρόπο δεν υπάρχει ελάττωμα στη δύναμή Του. Η ανικανότητα δεν μπορεί να παρέμβει στα έργα Του. Όπως ακριβώς δημιουργεί το μικρό σου κήπο, έτσι ακριβώς έχει τη δύναμη να δημιουργήσει τον Παράδεισο για σένα, και τον έχει δημιουργήσει και σου τον έχει υποσχεθεί. Και επειδή Αυτός το έχει υποσχεθεί, ασφαλώς και θα σε πάρει σε αυτόν.» Εφόσον παρατηρώντας βλέπουμε ότι, κάθε χρόνο στο πρόσωπο της γης συγκεντρώνει και διασκορπίζει με απόλυτη τάξη και ισορροπία, με απόλυτη ταχύτητα και ευκολία, περισσότερα από τριακόσιες χιλιάδες είδη και ομάδες ζώων και φυτών, αναμφίβολα ένας τέτοιος Παντοδύναμος και Πανένδοξος(Kadîr-i Zülcelâl) είναι ικανός στο να πραγματοποιήσει την υπόσχεσή Του. Και εφόσον έτσι Αυτός ο Απόλυτα Δυνατός(Kadîr-i Mutlak) δημιουργεί χαρακτηριστικά δείγματα της ανάστασης και του Παραδείσου σε χιλιάδες μορφές κάθε χρόνο∙ και εφόσον, υποσχόμενος αιώνια μακαριότητα μέσω όλων των αποκεκαλυμμένων Του Βιβλίων, ανακοινώνει τα χαρμόσυνα μαντάτα του Παραδείσου∙ και εφόσον όλες Του οι πράξεις και τα έργα εκτελούνται με πιστότητα, φιλαλήθεια και σοβαρότητα∙ και εφόσον, μέσα από τη μαρτυρία των έργων τέχνης Του, όλες οι τελειώσεις καταδεικνύουν και καταμαρτυρούν στην άπειρη Του τελειότητα, χωρίς να υπάρχει από καμιά απολύτως άποψη οποιοδήποτε ελάττωμα ή σφάλμα σε Αυτόν∙ και εφόσον η αθέτηση μιας υπόσχεσης, το να λέει κανείς ψέματα, η αναλήθεια και η εξαπάτηση είναι από τα πιο ειδεχθή χαρακτηριστικά, εκτός του ότι είναι ελαττώματα και σφάλματα, τότε κατηγορηματικά και αναμφίβολα, ο Ένας εκείνος Παντοδύναμος Αλλάχ της Δόξας(Kadîr-i Zülcelâl), ο Ένας εκείνος Πάνσοφος Αλλάχ της Τελειότητος(Hakîm-i Zülkemâl), ο Ένας εκείνος Παντελεήμων Αλλάχ του Κάλλους(Rahîm-i Zülcemâl), θα πραγματοποιήσει την υπόσχεση Του. Θα ανοίξει τη θύρα στην αιώνια μακαριότητα, και Ω άνθρωποι της πίστης, θα σας επιτρέψει να εισέλθετε στον Παράδεισο, ο οποίος είναι η αρχική πατρίδα του προπάτορά σας Αδάμ. <span id="ON_BİRİNCİ_KELİME"></span> === Η Ενδέκατη Φράση: === وَاِلَيْهِالْمَصٖيرُ (Και τα πάντα σε Αυτόν θα επιστρέψουν). Δηλαδή, τα ανθρώπινα όντα τα οποία αποστέλλονται στον κόσμο αυτό της δοκιμασίας και της εξέτασης, υπό την ιδιότητα υπαλλήλων με σημαντικά καθήκοντα της συναλλαγής και της δράσης, αφού θα έχουν κάνει τη συναλλαγή τους και θα έχουν εκτελέσει τα καθήκοντα τους και θα ολοκληρώσουν την υπηρεσία τους, θα επιστρέψουν και θα ανταμώσουν για άλλη μια φορά με το Γενναιόδωρο Κύριο(Mevlâ-yı Kerîm) τους και Ένδοξο Δημιουργό(Hâlik-ı Zülcelâl) τους ο Οποίος τους έστειλε στον κόσμο αυτόν. Δηλαδή, αφήνοντας το μεταβατικό αυτό κόσμο, θα τιμηθούν με την προσέλευση ενώπιον της μεγαλοπρεπής και υπερήφανης παρουσίας Του, στον τόπο της μονιμότητας. Δηλαδή, όντας λυτρωμένοι από τη δίνη των αιτιών και τα ζοφερά πέπλα των μεσαζόντων, θα ανταμώσουν με τον Ελεήμονα Συντηρητή(Rabb-ı Rahîm) τους, χωρίς πέπλο, στην έδρα της αιώνιας Του μεγαλειότητας. Ο καθένας θα βρει και θα γνωρίσει απευθείας το Δημιουργό(Hâlik) του, τον Αληθινό Λατρεμένο(Ma’bud) του, το Συντηρητή(Rabb) του, τον Αφέντη(Seyyid) του και τον Ιδιοκτήτη(Mâlik) του. Έτσι, η φράση αυτή διακηρύσσει τα εξής χαρμόσυνα νέα, τα οποία είναι σπουδαιότερα απ’ όλα τα άλλα, λέγοντας: «Ω άνθρωπε! Γνωρίζεις πού πηγαίνεις και που εξωθείσαι; Όπως διατυπώνεται στο τέλος του Τριακοστού-Δεύτερου Λόγου, πορεύεσαι στη σφαίρα του ελέους, και στην παρουσία Ενός Πανώριου Παν-Περικαλλούς (Cemîl-i Zülcemâl) που όπως χίλια χρόνια ευτυχισμένης ζωής στον κόσμο αυτό δεν μπορούν να συγκριθούν με μια ώρα ζωής του Παραδείσου, έτσι και χίλια χρόνια ζωής του Παραδείσου δεν μπορούν να συγκριθούν με μια ώρα θέασης εκείνης της απόλυτης ωραιότητας Του. Η ωραιότητα και το κάλλος σε όλα τα δημιουργήματα του κόσμου αυτού και στους εικονικούς εκείνους αγαπημένους σου -στους οποίους είσαι τόσο εθισμένους και καταβασανισμένος πνευματικά και για τους οποίους είσαι τόσο παθιασμένος- είναι μοναχά μια ψευδοσκιά της αποκάλυψης του κάλλους Του και της ωραιότητας των Ονομάτων Του… και όλος ο Παράδεισος με όλες του τις ανεξιχνίαστες λεπτότητες, είναι μία και μόνη αποκάλυψη του ελέους Του… και πάσα διακαής επιθυμία και αγάπη και πνευματική έλξη και γοητεία, είναι μοναχά μια αναλαμπή της αγάπης του Ενός Αιώνιου Αξιολάτρευτου Αλλάχ(Ma’bud-u Lemyezel), και του Παντοτινού Αγαπημένου Αλλάχ(Mahbub-u Lâyezâl)… και εσύ πορεύεσαι προς τη σφαίρα αυτής της παρουσίας Του και καλείσαι να εισέλθεις στον Παράδεισο, ο οποίος είναι μια αιώνια ευωχία και φίλεμα. Μια που έτσι αυτή είναι η αλήθεια, τότε μην μπαίνετε στο μνήμα θρηνώντας, αλλά χαμογελώντας με προσδοκία. Η φράση αυτή ανακοινώνει επίσης και τα ακόλουθα καλά νέα: Ω άνθρωποι! Μη αναστατώνεστε φρονώντας ότι πορεύεστε στον αφανισμό, τη μη-ύπαρξη, την ανυπαρξία, το σκότος, τη λήθη, την αποσύνθεση και τη διάλυση, και ότι θα πνιγείτε στην πολλαπλότητα. Εσείς δεν πορεύεστε στον αφανισμό, αλλά στη μονιμότητα. Εξωθείστε όχι προς τη μη-ύπαρξη αλλά προς τη διηνεκή μονιμότητα. Πρόκειται να εισέλθετε όχι στο σκότος, αλλά στον κόσμο του φωτός. Και επιστρέφετε στον Πραγματικό σας Ιδιοκτήτη(Mâlik-i Hakikî), στην έδρα του Προ-Αιώνιου Μονάρχη(Sultan-ı Ezelî). Δεν θα πνιγείτε στην πολλαπλότητα, αλλά θα βρείτε ανάπαυση στη σφαίρα της Ενότητας. Προορίζεστε όχι για χωρισμό, αλλά για ένωση!». <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == İKİNCİ MAKAM == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İsm-i a’zam noktasında, tevhidin ispatına muhtasar bir işarettir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === BİRİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ da bir tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet vardır. Şu mertebenin gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinat yüzünde, hususan zeminin sahifesinde, gayet muntazam bir faaliyet görünüyor. Ve gayet hikmetli bir hallakıyet müşahede ediyoruz. Ve gayet intizamlı bir fettahiyet, yani her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek aynelyakîn görüyoruz. Hem gayet şefkatli, keremli, rahmetli bir vehhabiyet ve ihsanat görüyoruz. Öyle ise bizzarure şu hal ve şu keyfiyet; Faal, Hallak, Fettah, Vehhab bir Zat-ı Zülcelal’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ispat eder, belki ihsas eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, mevcudatın mütemadiyen zevalleri, tazelenmeleri gösteriyor ki o mevcudat; bir Sâni’-i Kadîr’in kudsî esmasının cilveleri ve envar-ı esmaiyesinin gölgeleri ve ef’alinin eserleri ve kalem-i kader ve kudretin nakışları ve sahifeleri ve cemal-i kemalinin âyineleridir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu hakikat-i uzmaya ve şu tevhidin mertebe-i ulyâsına, şu kâinatın sahibi, bütün gönderdiği mukaddes kitaplar ve suhuflarıyla o tevhidi gösterdiği gibi; bütün ehl-i hakikat ve kâmilîn-i nev-i beşer tahkikatlarıyla ve keşfiyatlarıyla, aynı mertebe-i tevhidi gösteriyorlar. Ve kâinat dahi acz ve fakrıyla beraber, mazhar olduğu daimî mu’cizat-ı sanatın ve havârık-ı iktidar, hazain-i servetin şehadetiyle, aynı mertebe-i tevhide işaret eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, Şahid-i Ezelî bütün kütüb ve suhufuyla ve ehl-i şuhud bütün tahkikat ve küşûfuyla ve âlem-i şehadet bütün muntazam ahval ve hakîmane şuunatıyla o mertebe-i tevhidde bi’l-icma ittifak ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte o Vâhid-i Ehad’i kabul etmeyen, ya nihayetsiz ilahları kabul edecek veyahut ahmak sofestaî gibi hem kendini hem kâinatın vücudunu inkâr edecek. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İKİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَح۟دَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu kelime sarîh bir mertebe-i tevhidi gösterir. Şu mertebeyi dahi a’zamî bir surette ispat eden gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldırdıkça en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir nizamdır ve şâmil, hassas bir mizandır, görüyoruz. Her şey dakik bir nizam ile hassas bir mizan ve ölçü içindedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe yeniden yeniye bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yani birisi, intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Her şey bir model olup pek kesretli muntazam ve mevzun suretler giydiriliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha ziyade dikkat ettikçe o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor, bir hak, bir fayda takip ediliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha ziyade dikkat ettikçe gayet hakîmane bir faaliyet içinde bir kudretin tezahüratı ve her şeyin her şe’nini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek, bir Kadîr-i külli şey ve bir Alîm-i külli şey, şu perdeler arkasında akla görünüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem her şeyin evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan zîhayat nevinde görüyoruz ki: Başlangıçları, asılları, kökleri hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki güya tohumları, asılları; birer tarife, birer program şeklinde bütün o mevcudun cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde yine bütün o zîhayatın manası süzülüp onda tecemmu eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desatir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise evamir-i icadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz. Sonra o zîhayatın zâhirine ve bâtınına bakıyoruz. Gayet derecede hikmetli bir kudretin tasarrufatı ve nâfiz bir iradenin tasviratı ve tanzimatı görünüyor. Yani bir kuvvet ve kudret icad eder, bir emir ve irade suret giydirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bütün mevcudat, böyle evveline dikkat ettikçe bir ilmin tarifenamesi ve âhirine dikkat ettikçe bir Sâni’in planı ve beyannamesi ve zâhirine baktıkça bir Fâil-i Muhtar’ın ve Mürîd’in gayet sanatlı ve tenasüplü bir hulle-i sanatı ve bâtınına baktıkça bir Kadîr’in gayet muntazam bir makinesini müşahede ediyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu hal ve şu keyfiyet, bizzarure ve bilbedahe ilan eder ki hiçbir şey, hiçbir zaman, hiçbir mekân bir tek Sâni’-i Zülcelal’in kabza-i tasarrufundan hariç olamaz. Her bir şey ve bütün eşya, bütün şuunatıyla, bir Kadîr-i Mürîd’in kabza-i tasarrufunda tedbir edilir. Ve bir Rahman-ı Rahîm’in tanzimiyle ve lütfuyla güzelleştiriliyor. Ve bir Hannan-ı Mennan’ın tezyiniyle süslendiriliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, başında şuur ve yüzünde gözü bulunana şu kâinat ve şu mevcudattaki nizam ve mizan ve tanzim ve tevzin; bir tek, yekta, Vâhid, Ehad, Kadîr, Mürîd, Alîm, Hakîm bir zatı vahdaniyet mertebesinde gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, her şeyde bir birlik var. Birlik ise biri gösterir. Mesela, dünyanın lambası olan güneş birdir; öyle ise dünyanın mâliki dahi birdir. Mesela, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir; öyle ise onları istihdam eden ve bizlere musahhar eden dahi birdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === ÜÇÜNCÜ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَا شَرٖيكَ لَهُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kelimeyi, Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfı gayet kuvvetli ve şaşaalı bir surette ispat ettiğinden, ona havale ederiz. Onun fevkinde beyan olamaz, ondan daha ileri beyana lüzum yok ve izah edilmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === DÖRDÜNCÜ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَهُ ال۟مُل۟كُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani ferşten arşa, serâdan süreyyaya, zerrattan seyyarata, ezelden ebede kadar her bir mevcud, semavat ve arz, dünya ve âhiret, her şey onun mülküdür. Mâlikiyet mertebe-i uzması, tevhid-i a’zam suretinde onundur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu mertebe-i uzma-i mâlikiyet ve makam-ı a’zam-ı tevhidin bir hüccet-i kübrası, latîf bir zamanda ve latîf bir hatırada, Arabî ibaresinde, şu âcizin hatırına ilka edildi. O latîf hatıranın hatırı için aynı ibare-i Arabiyeyi kaydedip sonra mealini yazacağız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَهُ ال۟مُل۟كُ لِاَنَّ ذَاكَ ال۟عَالَمَ ال۟كَبٖيرَ كَهٰذَا ال۟عَالَمِ الصَّغٖيرِ ٠ مَص۟نُوعَا قُد۟رَتِهٖ مَك۟تُوبَا قَدَرِهٖ ٠ اِب۟دَاعُهُ لِذَاكَ صَيَّرَهُ مَس۟جِدًا ٠ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٖيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ سَاجِدًا ٠ اِن۟شَاؤُهُ لِذَاكَ صَيَّرَ ذَاكَ مِل۟كًا ٠ اٖيجَادُهُ لِهٰذَا صَيَّرَهُ مَم۟لُوكًا ٠ صَن۟عَتُهُ فٖى ذَاكَ تَظَاهَرَت۟ كِتَابًا ٠ صِب۟غَتُهُ فٖى هٰذَا تَزَاهَرَت۟ خِطَابًا ٠ قُد۟رَتُهُ فٖى ذَاكَ تُظ۟هِرُ حِش۟مَتَهُ ٠ رَح۟مَتُهُ فٖى هٰذَا تُنَظِّمُ نِع۟مَتَهُ ٠ حِش۟مَتُهُ فٖى ذَاكَ تَش۟هَدُ هُوَ ال۟وَاحِدُ ٠ نِع۟مَتُهُ فٖى هٰذَا تُع۟لِنُ هُوَ ال۟اَحَدُ ٠ سِكَّتُهُ فٖى ذَاكَ فِى ال۟كُلِّ وَال۟اَج۟زَاءِ ٠ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> خَاتَمُهُ فٖى هٰذَا فِى ال۟جِس۟مِ وَ ال۟اَع۟ضَاءِ ٠ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Birinci Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ذَاكَ ال۟عَالَمَ ال۟كَبٖيرَ … الخ Yani şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfakî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, kâinattaki sanat-ı muntazamanın küçük bir mikyasta numunesi insanda vardır. O daire-i kübradaki sanat, Sâni’-i Vâhid’e şehadet ettiği gibi şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebînî sanat dahi yine o Sâni’e işaret eder, vahdetini gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki şu insan gayet manidar bir mektub-u Rabbanîdir, muntazam bir kaside-i kaderdir. Öyle de şu kâinat dahi aynı o kalem-i kaderle fakat büyük bir mikyasta yazılmış muntazam bir kaside-i kaderdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki hadsiz alâmet-i farika ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete ve bütün mevcudatı omuz omuza, el ele, baş başa veren kâinat üstündeki hâtem-i vahdaniyete, Vâhid-i Ehad’den başka bir şeyin müdahalesi bulunsun? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== İkinci Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِب۟دَاعُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur: Sâni’-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî’ bir surette halk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip ona akıl vererek, onunla o mu’cizat-ı sanatına ve o bedî’ kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup kemer-beste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki şu mescid-i kebirin içindeki sâcidlerin, âbidlerin mabud-u hakikileri; o Sâni’-i Vâhid-i Ehad’den başkası olabilsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Üçüncü Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِن۟شَائُهُ لِذَاكَ … الخ Meali şudur ki: O Mâlikü’l-mülki Zülcelal, âlem-i ekberi, bâhusus küre-i arz yüzünü öyle bir surette inşa ederek yapmıştır ki birbiri içinde hadsiz daireler olup her bir daire bir tarla hükmünde olup vakit be-vakit, mevsim be-mevsim, asır be-asır eker, biçer, mahsulat alır. Mütemadiyen mülkünü çalıştırır, tasarruf eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp her zaman kâinat kadar mahsulatı; kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sonra mutavassıt bir daire olan zemin yüzünü, aynen öyle bir mezraa yapmış ki mevsim be-mevsim âlemleri, envaları içinde eker, biçer, kaldırır. Manevî mahsulatını dahi gaybî, uhrevî, misalî ve manevî âlemlerine gönderir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha küçük bir daire olan bir bahçeyi yine yüz defa, bin defa kudretle doldurup hikmetle boşalttırıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Daha küçük bir daire olan bir zîhayatı, mesela bir ağacı, bir insanı, yüz defa onun kadar, ondan mahsulat alır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek o Mâlikü’l-mülki Zülcelal; küçük büyük, cüz’î küllî her şeyi birer model hükmünde inşa ederek yüzler tarzda, taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı sanatını onlara giydirir; cilve-i esmasını, mu’cizat-ı kudretini izhar eder. Kendi mülkünde her bir şeyi, birer sahife hükmünde inşa etmiş; her sahifede, yüzer tarzda manidar mektubatını yazar; hikmetinin âyâtını izhar eder, zîşuurlara okutturur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu âlem-i ekberi, mülk şeklinde inşa etmekle beraber; şu insanı dahi öyle bir surette halk etmiştir ve ona öyle cihazat ve âletler ve havas ve hissiyatlar ve bilhassa nefis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve dava vermiştir ki o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hükmüne getirmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte hiç mümkün müdür ki: Pek büyük olan âlem-i zerrattan tâ bir sineğe kadar bütününü mülk ve tarla yapan ve küçük insanı, o büyük mülke nâzır ve müfettiş ve çiftçi ve tüccar ve dellâl ve âbid ve memlûk yaptıran ve kendine, muhterem bir misafir ve sevgili bir muhatap ittihaz eden o Mâlikü’l-mülki Zülcelal’den başka, o mülke tasarruf edip o memlûke seyyid olabilsin? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Dördüncü Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> صَن۟عَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal’in âlem-i ekberdeki sanatı o derece manidardır ki o sanat, bir kitap suretinde tezahür edip kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden akl-ı beşer, hakiki fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten meded alıyor ki büyük Kitab-ı Mübin’in bir nüshası olan Kur’an-ı Hakîm şeklinde ilan edildi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nasıl ki kâinattaki sanatı, kemal-i intizamından kitap şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti dahi hitap çiçeğini açtı. Yani o sanat, o derece manidar ve hassas ve güzeldir ki o makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbaniye vermiş ki o maddî, cismanî, camid kafada; manevî, gaybî, hayattar olan beyan ve hitap çiçeği açıldı. Ve o insan kafasındaki kabiliyet-i nutk u beyana, o derece ulvi cihazat ve istidat verdi ki Sultan-ı Ezelî’ye muhatap olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani fıtrat-ı insaniyedeki sıbgat-ı Rabbaniye, hitab-ı İlahî çiçeğini açtı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki kitap derecesine gelen bütün mevcudattaki sanata ve hitap makamına gelen insandaki o sıbgata, Vâhid-i Ehad’den başkası karışabilsin? Hâşâ! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Beşinci Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> قُد۟رَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Kudret-i İlahiye âlem-i ekberde haşmet-i rububiyetini gösteriyor. Rahmet-i Rabbaniye ise âlem-i asgar olan insanda nimetleri tanzim ediyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani Sâni’in kudreti, kibriya ve celal noktasında, kâinatı öyle muhteşem bir saray şeklinde icad ediyor ki güneşi büyük bir elektrik lambası, kameri kandil ve yıldızları mumlar meyveleriyle yaldızlar, elektrikler. Ve zemin yüzünü bir sofra, bir tarla, bir bahçe, bir haliçe ve dağları birer mahzen, birer direk, birer kale ve hâkeza bütün eşyayı büyük bir mikyasta o büyük sarayın levazımatı şekline getirerek, şaşaalı bir surette haşmet-i rububiyetini gösterdiği gibi… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Cemal noktasında rahmeti dahi en küçük zîhayata kadar her zîruha enva-ı nimetini verir, onun ile tanzim eder. Baştan aşağıya kadar nimetlerle süsleyip lütuf ve keremle tezyin eder ve o haşmet-i celaliyeye karşı cemal-i rahmetini o küçücük lisanlarla o büyük lisana karşı çıkarır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani güneş ve arş gibi büyük cirmler, haşmet lisanıyla “Yâ Celil, yâ Kebir, yâ Azîm” dedikleri vakit; sinek ve semek gibi o küçücük zîhayatlar dahi rahmet lisanıyla “Yâ Cemil, yâ Rahîm, yâ Kerîm” diyerek o musika-i kübraya latîf nağamatlarını katıyorlar, tatlılaştırıyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki o Celil-i Zülcemal’den ve o Cemil-i Zülcelal’den başka bir şey, kendi başıyla şu âlem-i ekber ve asgara icad cihetinde müdahale edebilsin? Hâşâ! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Altıncı Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> حِش۟مَتُهُ فٖى ذَاكَ … الخ ibaresidir. Meali şudur ki: Yani kâinatın heyet-i mecmuasında tezahür eden haşmet-i rububiyet, vahdaniyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterdiği gibi; zîhayatların cüz’iyatlarına mukannen erzaklarını veren nimet-i Rabbaniye dahi ehadiyet-i İlahiyeyi ispat edip gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Vâhidiyet ise bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ehadiyet ise her bir şeyde, Hâlık-ı külli şey’in ekser esması tecelli ediyor demektir.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela güneşin ziyası, bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle, vâhidiyet misalini gösterir. Ve her bir şeffaf cüzde ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması, ehadiyet misalini gösterir. Ve her bir şeyde hususan zîhayatta ve bilhassa her bir insanda o Sâni’in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiyeti gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu fıkra işaret eder ki: Kâinatta tasarruf eden haşmet-i rububiyet, o koca güneşi şu zemin yüzündeki zîhayatlara bir hizmetkâr, bir lamba, bir ocak; ve koca küre-i zemini onlara bir beşik, bir menzil, bir ticaretgâh; ve ateşi, her yerde hazır bir aşçı ve dost; ve bulutu, süzgeç ve murdia; ve dağları, mahzen ve ambar; ve havayı, zîhayata enfas ve nüfusa yelpaze; ve suyu, yeniden hayata girenlere süt emziren dâye ve hayvanata âb-ı hayat veren bir şerbetçi hükmüne getiren rububiyet-i İlahiye, gayet vâzıh bir surette vahdaniyet-i İlahiyeyi gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, Hâlık-ı Vâhid’den başka kim güneşi arzlılara musahhar bir hizmetkâr eder? Ve o Vâhid-i Ehad’den başka kim havayı elinde tutar, pek çok vazifelerle tavzif edip rûy-i zeminde çevik çalak bir hizmetkâr eder? Ve o Vâhid-i Ehad’den başka kimin haddine düşmüştür ki ateşi aşçı yapsın ve kibrit başı kadar bir zerrecik ateşe, binler batman eşyayı yuttursun ve hâkeza… Her bir şey, her bir unsur, her bir ecram-ı ulviye, o haşmet-i rububiyet noktasında Vâhid-i Zülcelal’i gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte celal ve haşmet noktasında vâhidiyet göründüğü gibi cemal ve rahmet noktasında dahi nimet ve ihsan, ehadiyet-i İlahiyeyi ilan eder. Çünkü zîhayatta ve bilhassa insanda, o derece sanat-ı câmia içinde; hadsiz enva-ı nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve âletler vardır ki bütün kâinatta tecelli eden bütün esmasının cilvesine mazhardır. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmünde, bütün esma-i hüsnayı birden mahiyetinin âyinesiyle gösterir ve onunla ehadiyet-i İlahiyeyi ilan eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Yedinci Fıkra: ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سِكَّتُهُ فٖى ذَاكَ فِى ال۟كُلِّ وَال۟اَج۟زَاءِ ٠ خَاتَمُهُ فٖى هٰذَا فِى ال۟جِس۟مِ وَال۟اَع۟ضَاءِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Meali şudur ki: Sâni’-i Zülcelal âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir sikke-i kübrası olduğu gibi bütün eczasında ve envaında dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan insanın cisminde ve yüzünde birer hâtem-i vahdaniyet bastığı gibi her bir azasında dahi birer mühr-ü vahdeti vardır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, o Kadîr-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki ona şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki ona delâlet eder. Şu hakikat-i uzma, Yirmi İkinci Söz’de ve Otuz İkinci Söz’de ve Otuz Üçüncü Mektup’un otuz üç adet Penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve ispat edildiğinden onlara havale edip sözü keser, burada hâtime veririz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === BEŞİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَهُ ال۟حَم۟دُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani bütün mevcudatta sebeb-i medh ü sena olan kemalât onundur. Öyle ise hamd dahi ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü sena ona aittir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal ve medar-ı hamd olan her şey onundur, ona aittir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, âyât-ı Kur’aniyenin işaratıyla, bütün mevcudattan daimî bir surette dergâh-ı İlahiyeye giden bir ubudiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duadır ve bir hamd ü senadır ki daimî o dergâha gidiyor. Şu hakikat-i tevhidi ispat eden bir bürhan-ı a’zama şöyle işaret ederiz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinata baktığımız vakit, bağistan şeklinde; sakfı ulvi yıldızlarla yaldızlanmış, zemini ziynetli mevcudatla şenlenmiş surette görünüyor. İşte şu bağistandaki muntazam, nurani ecram-ı ulviye ve hikmetli ve ziynetli mevcudat-ı süfliye, umumen her biri lisan-ı mahsusuyla derler ki: Biz, bir Kadîr-i Zülcelal’in mu’cizat-ı kudretiyiz. Bir Hâlık-ı Hakîm ve bir Sâni’-i Kadîr’in vahdetine şehadet ederiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Ve şu bağistan-ı âlem içindeki küre-i arza bakıyoruz, görüyoruz ki: Bir bahçe şeklinde rengârenk yüz binler süslü, çiçekli nebatat taifeleri onda serilmiş ve çeşit çeşit yüz binler enva-ı hayvanat onda serpilmiştir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu zemin bahçesinde bütün o süslü nebatat ve ziynetli hayvanat, muntazam suretleriyle ve mevzun şekilleriyle ilan ediyorlar ki: Biz, bir tek Sâni’-i Hakîm’in sanatından birer mu’cizesi, birer hârikasıyız ve vahdaniyetin birer dellâlı, birer şahidiyiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o bahçedeki ağaçların başlarına bakar görürüz ki: Gayet derecede alîmane, hakîmane, kerîmane, latîfane, cemilane yapılmış muhtelif suretlerde meyveleri, çiçekleri görüyoruz. İşte şunlar bilumum bir lisan ile ilan ederler ki: Biz, bir Rahman-ı Zülcemal’in ve bir Rahîm-i Zülkemal’in mu’ciz-nüma hediyeleriyiz, hayret-nüma ihsanlarıyız. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bağistan-ı kâinattaki ecram ve mevcudat ve küre-i arz bahçesindeki nebatat ve hayvanat ve eşcar ve nebatatın başlarındaki ezhar ve semerat; nihayet derecede yüksek bir sadâ ile şehadet eder, ilan eder, derler ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bizim Hâlık’ımız ve Musavvirimiz ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemal, Hakîm-i Bîmisal, Kerîm-i Pür-neval her şeye kādirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar birdir. Küllî, cüz’î kadar kolaydır. Cüz, küll kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar sanatlıdır belki sanatça bazı küçük, büyükten daha büyüktür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün mazideki acayib-i kudreti olan vukuat şehadet eder ki o Kadîr-i Mutlak, bütün istikbaldeki acayib-i imkânata muktedirdir. Dünü getiren, yarını getirdiği gibi; maziyi icad eden o Zat-ı Kadîr, istikbali dahi icad eder. Dünyayı yapan o Sâni’-i Hakîm, âhireti de yapar. Evet, Mabud-u Bi’l-hak yalnız o Kadîr-i Zülcelal olduğu gibi Mahmud-u Bi’l-ıtlak yine yalnız odur. İbadet ona mahsus olduğu gibi hamd ü sena dahi ona hastır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki semavat ve arzı halk eden bir Sâni’-i Hakîm, semavat ve arzın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın, esbab ve tesadüfe havale etsin, hikmet-i bâhiresini abesiyete kalbetsin? Hâşâ! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki hakîm, alîm bir zat, bir ağacı gayet ehemmiyetle tedbir ve tasvir edip ve gayet derecede hikmetle idare ve terbiye ettiği halde; o ağacın gayesi, faydası olan meyvelerine bakmayıp ehemmiyet vermesin; hırsız ellere, boş yerlere dağılsın, zayi olsun? Elbette bakmamak, ehemmiyet vermemek olamaz. Çünkü ağaca ehemmiyet vermek, meyveleri içindir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu kâinatın zîşuuru ve en mükemmel meyvesi ve neticesi ve gayesi, insandır. Şu kâinatın Sâni’-i Hakîm’i mümkün müdür ki şu zîşuur meyvelerin meyveleri olan hamd ve ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bâhiresini hiçe indirsin veyahut kudret-i mutlakasını acze kalbettirsin veyahut ilm-i muhitini cehle çevirsin? Yüz bin defa hâşâ! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki şu kâinat sarayının binasındaki makasıd-ı Rabbaniyenin medarı olan zîşuur ve zîşuurun serfirazı olan nev-i insanın mazhar olduğu nimetlere mukabil izhar ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın Sâni’inden başkasına gitsin? Ve o Sâni’-i Zülcelal, o gayetü’l-gaye olan şükür ve ibadeti başkalara gitmesine müsaade etsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem hiç mümkün müdür ki hadsiz enva-ı nimetiyle kendini zîşuurlara sevdirsin ve hadsiz mu’cizat-ı sanatıyla kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadetlerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnettarlıklarını esbaba ve tabiata terk edip ehemmiyet vermesin; hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin; saltanat-ı rububiyetini hiçe indirsin? Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hiç mümkün müdür ki bir baharı halk edemeyen ve bütün meyveleri icad edemeyen ve yeryüzünde sikkeleri bir olan bütün elmaları inşa edemeyen; onların bir misal-i musağğarı olan bir elmayı halk edip ve o elmayı nimet olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmud-u Bi’l-ıtlak’a hamd noktasında iştirak etsin? Hâşâ!.. Çünkü bir elmayı halk eden kim ise bütün dünyaya gelen elmaları icad eden yine o olabilir. Çünkü sikke birdir. Hem elmaları icad eden kim ise bütün dünyada medar-ı rızık olan hububat ve semeratı halk eden yine odur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek en küçük, cüz’î bir zîhayata, en cüz’î bir nimeti veren, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık’ıdır ve Rezzak-ı Zülcelal’dir. Öyle ise şükür ve hamd, doğrudan doğruya ona aittir. Öyle ise hakikat-i kâinat, daima hak lisanıyla der: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> لَهُ ال۟حَم۟دُ مِن۟ كُلِّ اَحَدٍ مِنَ ال۟اَزَلِ اِلَى ال۟اَبَدِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === ALTINCI KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> يُح۟يٖى </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani hayat veren yalnız odur. Öyle ise her şeyin Hâlık’ı dahi yalnız odur. Çünkü kâinatın ruhu, nuru, mâyesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise bütün kâinatın Hâlık’ı da odur. Hayatı veren elbette odur, Hayy u Kayyum’dur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu mertebe-i tevhidin bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki: –Başka bir Söz’de izah ve ispat edildiği gibi– zemin yüzünün sahrasında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zîhayatlar ordusunu görüyoruz. Evet, Hayy u Kayyum’un hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silah altına alınmış, gaibden gelen taze bir ordu meydana çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebatat taifelerinden iki yüz binden ziyade ve hayvanat milletlerinden yine yüz binden fazla çeşit çeşit muhtelif kavimler görüyoruz. Her bir milletin, her bir taifenin elbisesi ayrı, erzakı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı, silahları ayrı, müddet-i askeriyeleri ayrı olduğu halde; bir kumandan-ı a’zam hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, karıştırmayarak, geciktirmeyerek ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyade milletleri ve taifeleri kemal-i intizam ile tamam-ı mizan ile vakti vaktine ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini, ayrı ayrı silahlarını vererek, ayrı ayrı talimat yaptırarak, ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan bilmüşahede görür ve kalbi bulunan biaynelyakîn tasdik eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte hiç mümkün müdür ki şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye; o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışabilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz binler defa hâşâ!.. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Malûmdur ki bir taburda on millet bulunsa ayrı ayrı teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan âciz insanlar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Halbuki Hayy u Kayyum şu muhteşem ordusu içinde, üç yüz binden ziyade milletlere, ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiyeyi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülatsız, kolay bir tarzda, hafif bir şekilde, gayet hakîmane ve intizam-perverane veriyor. Ve koca orduya, bir tek lisan ile هُوَ الَّذٖى يُح۟يٖى dedirtip kâinat mescidinde o cemaat-i uzmaya اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟حَىُّ ال۟قَيُّومُ لَا تَا۟خُذُهُ سِنَةٌ وَ لَانَو۟مٌ … الخ okutturuyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === YEDİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ يُمٖيتُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani mevti veren odur. Yani hayatı veren o olduğu gibi hayatı alan, mevti veren dahi yine odur. Evet mevt, yalnız tahrip ve sönmek değildir ki esbaba verilsin, tabiata havale edilsin. Belki nasıl bir tohum zâhiren ölüp çürüyor fakat bâtınen bir sümbülün hayatına ve yoğurmasına yani cüz’î tohumluk hayatından, küllî sümbül hayatına geçiyor. Öyle de mevt dahi zâhiren bir inhilal ve bir intıfa göründüğü halde, hakikatte insan için hayat-ı bâkiyeye unvan ve mukaddime ve mebde oluyor. Öyle ise hayatı veren ve idare eden Kadîr-i Mutlak, yine elbette mevti dahi o icad eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kelimedeki mertebe-i uzma-yı tevhidin bir bürhan-ı a’zamına şöyle işaret ederiz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Otuz Üçüncü Mektup’un Yirmi Dördüncü Penceresi’nde beyan edildiği gibi: Şu mevcudat, irade-i İlahiye ile seyyaledir. Şu kâinat, emr-i Rabbanî ile seyyaredir. Şu mahlukat, izn-i İlahî ile zaman nehrinde mütemadiyen akıyor; âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbanî ile mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu mahlukatın şu seyelanı, gayet hakîmane rahmet ve ihsan dairesinde; ve şu seyeranı, gayet alîmane hikmet ve intizam dairesinde; ve şu cereyanı, gayet rahîmane şefkat ve mizan dairesinde baştan aşağıya kadar hikmetlerle maslahatlarla neticelerle ve gayelerle yapılıyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek bir Kadîr-i Zülcelal, bir Hakîm-i Zülkemal mütemadiyen tavaif-i mevcudatı ve her taife içindeki cüz’iyatı ve o taifelerden teşekkül eden âlemleri, kudretiyle hayat verip tavzif eder. Sonra hikmetiyle terhis edip mevte mazhar eder, âlem-i gayba gönderir. Daire-i kudretten, daire-i ilme çevirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte hiç mümkün müdür ki şu kâinatı, heyet-i mecmuasıyla çevirmeye muktedir olmayan ve bütün zamanlara hükmü geçmeyen ve âlemleri hayata ve mevte bir fert gibi mazhar etmeye kudreti yetmeyen ve baharları, bir çiçek gibi hayat verip yeryüzüne takıp sonra mevt ile ondan koparıp alamayan bir zat; mevt ve imateye sahip çıkabilsin? Evet, en cüz’î bir zîhayatın mevti dahi hayatı gibi bütün hakaik-i hayat ve enva-ı mevt elinde bulunan bir Zat-ı Zülcelal’in kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olmak zarurîdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === SEKİZİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani hayatı daimîdir, ezelî ve ebedîdir. Mevt ve fena, adem ve zeval ona ârız olamaz. Çünkü hayat, ona zatîdir. Zatî olan, zâil olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, ezelî olan elbette ebedîdir. Kadîm olan, elbette bâkidir. Vâcibü’l-vücud olan, elbette sermedîdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bir hayat ki bütün vücud, bütün envarıyla onun gölgesidir. Nasıl adem ona ârız olabilir? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bir hayat ki vâcib bir vücud onun lâzımı ve unvanıdır; elbette adem ve fena hiçbir cihetle ona ârız olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bir hayat ki bütün hayatlar mütemadiyen onun cilvesiyle zuhura gelir ve bütün hakaik-i sabite-i kâinat ona istinad eder, onunla kaimdir; elbette hiçbir cihetle fena ve zeval ona ârız olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, bir hayat ki onun bir lem’a-i cilvesi, maruz-u fena ve zeval olan eşya-yı kesîreye bir vahdet verip bekaya mazhar eder ve dağılmaktan kurtarır ve vücudunu muhafaza eder ve bir nevi bekaya mazhar eder. Yani hayat, kesrete bir vahdet verir, ibka eder. Hayat gitse dağılır, fenaya gider. Elbette öyle hadsiz lemaat-ı hayatiye bir cilvesi olan hayat-ı vâcibeye, zeval ve fena yanaşamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu hakikate şahid-i kātı’, şu kâinatın zeval ve fenasıdır. Yani mevcudat vücudlarıyla, hayatlarıyla nasıl ki o Hayy-ı Lâyemut’un hayatına ve o hayatın vücub-u vücuduna delâlet ve şehadet ederler '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın Nemrut’a karşı imate ve ihyada güneşin tulû ve gurûbuna intikali, cüz’î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyaya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi hafî delili bırakıp zâhir delile çıkmak değildir.</ref>).''' Öyle de mevtleriyle, zevalleriyle o hayatın bekasına, sermediyetine delâlet eder ve şehadet ederler. Çünkü mevcudat zevale gittikten sonra, arkalarında yine kendileri gibi hayata mazhar olup yerlerine geldiklerinden gösteriyor ki daimî bir zîhayat var ki mütemadiyen cilve-i hayatı tazelendiriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki güneşe karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabarcıklar parlar, gider. Gelenler aynı parlamayı gösterip taife taife arkasında parlayıp, sönüp gider. Bu sönmek, parlamak vaziyetiyle yüksek, daimî bir güneşin devamına delâlet ederler. Öyle de şu mevcudat-ı seyyaredeki hayat ve mevtin değişmeleri ve münavebeleri, bir Hayy-ı Bâki’nin beka ve devamına şehadet ederler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, şu mevcudat âyinelerdir. Fakat zulmet nura âyine olduğu gibi hem karanlık ne derece şiddetli ise o derece nurun parlamasını gösterdiği gibi çok cihetlerle zıddiyet noktasında âyinedarlık ederler. Mesela, nasıl ki mevcudat acziyle kudret-i Sâni’e âyinedarlık eder, fakrıyla gınasına âyinedar olur. Öyle de fenasıyla bekasına âyinedarlık eder. Evet, zeminin yüzü ve yüzündeki eşcarın kıştaki vaziyet-i fakiraneleri ve baharda şaşaapaş olan servet ve gınaları gayet kat’î bir surette, bir Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Ale’l-ıtlak’ın kudret ve rahmetine âyinedarlık eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet bütün mevcudat, güya lisan-ı hal ile Veysel Karanî gibi şöyle münâcat ederler, derler ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yâ İlahenâ! Rabb’imiz sensin! Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden sensin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sensin Hâlık! Çünkü biz mahlukuz, yapılıyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem Rezzak sensin! Çünkü biz rızka muhtacız, elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren sensin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sensin Mâlik! Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek mâlikimiz sensin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sen Aziz’sin, izzet ve azamet sahibisin! Biz zilletimize bakıyoruz, üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek senin izzetinin âyinesiyiz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünkü biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişmediği bir gına veriliyor. Demek gani sensin, veren sensin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sen Hayy-ı Bâki’sin! Çünkü biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem sen Bâki’sin! Çünkü biz, fena ve zevalimizde senin devam ve bekanı görüyoruz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem cevap veren, atiyye veren sensin! Çünkü biz umum mevcudat, kālî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerlerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren sensin. Ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün mevcudatın küllî ve cüz’î her birisi birer Veysel Karanî gibi bir münâcat-ı maneviye suretinde bir âyinedarlıkları var. Acz ve fakr ve kusurlarıyla, kudret ve kemal-i İlahîyi ilan ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === DOKUZUNCU KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani bütün hayrat onun elinde, bütün hasenat onun defterinde, bütün ihsanat onun hazinesindedir. Öyle ise hayır isteyen ondan istemeli, iyilik arzu eden ona yalvarmalı. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kelimenin hakikatini kat’î bir surette göstermek için ilm-i İlahînin hadsiz delillerinden bir geniş delilin emarelerine ve lem’alarına şöyle işaret eder ve deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinatta görünen ef’al ile tasarruf edip icad eden Sâni’in bir muhit ilmi var. Ve o ilim, onun zatının hâssa-i lâzıme-i zaruriyesidir, infikâki muhaldir. Nasıl ki güneşin zatı bulunup ziyası bulunmamak kabil değil, öyle de binler derece ondan ziyade kabil değildir ki şu muntazam mevcudatı icad eden zatın ilmi ondan infikâk etsin. Şu ilm-i muhit, o zata lâzım olduğu gibi taalluk cihetiyle her şeye dahi lâzımdır. Yani, hiçbir şey ondan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi; o Alîm-i Zülcelal’in nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-ı kabildir, muhaldir. Çünkü huzur var. Yani her şey daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhudundadır ve her şeye nüfuzu var. Şu camid güneş, şu âciz insan, şu şuursuz röntgen şuâı gibi zînurlar; hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukabilindeki her şeyi görüp nüfuz ederlerse; elbette vâcib ve muhit ve zatî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey gizlenemez ve haricinde kalamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu hakikate işaret eden kâinatın hadd ü hesaba gelmez alâmetleri, âyetleri vardır. Ezcümle: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünkü hikmet ile iş görmek ilim ile olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün inayetler, tezyinatlar o ilme işaret eder. İnayetkârane, lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem her biri birer mizan içindeki bütün intizamlı mevcudat ve her biri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey’at, yine o ilm-i muhite işaret eder. Çünkü intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile tartı ile sanatkârane yapan, elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün mevcudatta görünen muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazanın düsturuyla ve kaderin pergârıyla tanzim edilmiş gibi meyvedar vaziyetler ve heyetler, bir ilm-i muhiti gösteriyor. Evet, eşyaya ayrı ayrı muntazam suretler vermek, her şeyin mesalih-i hayatiyesine ve vücuduna lâyık mahsus bir şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka surette olamaz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün zîhayata, her birisine lâyık bir tarzda, münasip vakitte, ummadığı yerde rızıklarını vermek; bir ilm-i muhit ile olur. Çünkü rızkı gönderen; rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını idrak edecek, sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem umum zîhayatın, ibham unvanı altında bir kanun-u taayyüne bağlı olan ecelleri, ölümleri bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünkü her taifenin, gerçi fertlerin zâhiren muayyen bir vakt-i eceli görünmüyor fakat o taifenin iki had ortasında mahdud bir zamanda ecelleri muayyendir. O ecel hengâmında, o şeyin arkasında vazifesini idame edecek olan neticesinin, meyvesinin, çekirdeğinin muhafazası ve bir taze hayata inkılab ettirmesi; yine o ilm-i muhiti gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün mevcudata şâmil, her bir mevcuda lâyık bir surette rahmetin taltifatı; bir rahmet-i vâsia içinde bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünkü mesela, zîhayatın etfallerini süt ile iaşe eden ve zeminin suya muhtaç nebatatına yağmur ile yardım eden; elbette etfali tanır, ihtiyaçlarını bilir ve o nebatatı görür ve yağmurun onlara lüzumunu derk eder, sonra gönderir ve hâkeza… Bütün hikmetli, inayetli rahmetinin hadsiz cilveleri; bir ilm-i muhiti gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bütün eşyanın sanatındaki ihtimamat ve sanatkârane tasvirat ve mahirane tezyinat, bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünkü binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen, sanatlı ve hikmetli bir vaziyeti intihab etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı intihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem icad ve ibda-ı eşyada kemal-i suhulet, bir ilm-i ekmele delâlet eder. Çünkü bir işte kolaylık ve bir vaziyette suhulet, derece-i ilim ve maharetle mütenasiptir. Ne kadar ziyade bilse o derece kolay yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu sırra binaen her biri birer mu’cize-i sanat olan mevcudata bakıyoruz ki hayret-nüma bir derecede suhuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda fakat mu’ciz-nüma bir surette icad edilir. Demek, hadsiz bir ilim vardır ki hadsiz suhuletle yapılır ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mezkûr emareler gibi binler alâmet-i sadıka var ki şu kâinatta tasarruf eden zatın muhit bir ilmi vardır. Ve her şeyi bütün şuunatıyla bilir, sonra yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Madem şu kâinat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstahak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek.''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zat seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!..''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Eğer denilse:''' Yalnız ilim kâfi değildir, irade dahi lâzımdır. İrade olmazsa ilim kâfi gelmez? </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Bütün mevcudat nasıl ki bir ilm-i muhite delâlet ve şehadet eder. Öyle de o ilm-i muhit sahibinin irade-i külliyesine dahi delâlet eder. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Her bir şeye, hususan her bir zîhayata pek çok müşevveş ihtimalat içinde, muayyen bir ihtimal ile ve pek çok akîm yollar içinde neticeli bir yol ile ve pek çok imkânat içinde mütereddid iken gayet muntazam bir teşahhus verilmesi; hadsiz cihetlerle bir irade-i külliyeyi gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü her şeyin vücudunu ihata eden hadsiz imkânat ve ihtimalat içinde ve semeresiz akîm yollarda ve karışık ve yeknesak sel gibi mizansız akan camid unsurlardan gayet hassas bir ölçü ile nazik bir tartı ile ve gayet ince bir intizam ile nâzenin bir nizam ile verilen mevzun şekil ve muntazam teşahhus; bizzarure ve bilbedahe belki bilmüşahede, bir irade-i külliyenin eseri olduğunu gösterir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Çünkü hadsiz vaziyetler içinde bir vaziyeti intihab etmek; bir tahsis, bir tercih, bir kasd ve bir irade ile olur ve amd ve arzu ile tahsis edilir. Elbette tahsis, bir muhassısı iktiza eder. Tercih, bir müreccihi ister. Muhassıs ve müreccih ise iradedir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, insan gibi yüzler muhtelif cihazat ve âlâtın makinesi hükmünde olan bir vücudun, bir katre sudan ve yüzer muhtelif azası bulunan bir kuşun, basit bir yumurtadan ve yüzer muhtelif kısımlara ayrılan bir ağacın, basit bir çekirdekten icadları; kudret ve ilme şehadet ettikleri gibi gayet kat’î ve zarurî bir tarzda onların Sâni’inde bir irade-i külliyeye delâlet ederler ki o irade ile o şeyin her şeyini tahsis eder ve o irade ile her cüzüne, her uzvuna, her kısmına ayrı, has bir şekil verir, bir vaziyet giydirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Nasıl ki eşyada, mesela hayvanattaki ehemmiyetli azanın esasat ve netaic itibarıyla birbirlerine benzeyişleri ve tevafukları ve bir tek sikke-i vahdet izhar etmeleri, nasıl kat’î olarak delâlet ediyor ki umum hayvanatın Sâni’i birdir, Vâhid’dir, Ehad’dir. Öyle de o hayvanatın ayrı ayrı teşahhusları ve simalarındaki başka başka hikmetli taayyün ve temeyyüzleri delâlet eder ki onların Sâni’-i Vâhid’i fâil-i muhtardır ve iradelidir; istediğini yapar, istemediğini yapmaz; kasd ve irade ile işler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem ilm-i İlahîye ve irade-i Rabbaniyeye mevcudat adedince, belki mevcudatın şuunatı adedince delâlet ve şehadet vardır. Elbette bir kısım feylesofların irade-i İlahiyeyi nefiy ve bir kısım ehl-i bid’atın kaderi inkâr ve bir kısım ehl-i dalaletin, cüz’iyata adem-i ıttılaını iddia etmeleri ve tabiiyyunun, bir kısım mevcudatı tabiat ve esbaba isnad etmeleri; mevcudat adedince muzaaf bir yalancılıktır ve mevcudatın şuunatı adedince muzaaf bir dalalet divaneliğidir. Çünkü hadsiz şehadet-i sadıkayı tekzip eden, hadsiz bir yalancılık işlemiş olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İşte, meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde “İnşâallah inşâallah” yerinde, bilerek “Tabiî tabiî” demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et…''' </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === ONUNCU KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani hiçbir şey ona ağır gelemez. Daire-i imkânda ne kadar eşya var, o eşyaya gayet kolay vücud giydirebilir. Ve o derece ona kolay ve rahattır ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا … الخ sırrıyla, güya yalnız emreder, yapılır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki gayet mahir bir sanatkâr; ziyade kolay bir tarzda, elini işe dokundurur dokundurmaz, makine gibi işler. Ve o sürat ve mahareti ifade için denilir ki o iş ve sanat, ona o kadar musahhardır ki güya emriyle, dokunmasıyla işler oluyor; sanatlar vücuda geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de Kadîr-i Zülcelal’in kudretine karşı eşyanın nihayet derecede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet derecede külfetsiz ve suhuletle iş gördüğüne işareten اِنَّمَٓا اَم۟رُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَي۟ئًا اَن۟ يَقُولَ لَهُ كُن۟ فَيَكُونُ ferman eder. Şu hakikat-i uzmanın hadsiz esrarından beş sırrını '''beş nükte'''de beyan edeceğiz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Birincisi ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kudret-i İlahiyeye nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla icadı, bir fert kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icad etmek, bir çiçek kadar rahattır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu sırrı izah ve ispat eden haşre dair Onuncu Söz’ün âhirinde hem melâike ve beka-i ruh ve haşre dair Yirmi Dokuzuncu Söz’de haşir meselesinde, İkinci Esas’ın beyanında zikredilen “nuraniyet sırrı”, “şeffafiyet sırrı”, “mukabele sırrı”, “muvazene sırrı”, “intizam sırrı”, “itaat sırrı” altı temsil ile ispat edilerek gösterilmiştir ki kudret-i İlahiyeye nisbeten yıldızlar, zerreler gibi kolaydır; hadsiz efrad bir fert kadar külfetsiz ve rahatça icad edilir. Madem o iki Söz’de bu altı sır ispat edilmiş, onlara havale ederek burada kısa keseriz. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== İkincisi ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kudret-i İlahiyeye nisbeten her şey müsavi olduğuna delil-i kātı’ ve bürhan-ı sâtı’ şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hayvanat ve nebatatın icadında, gözümüzle görüyoruz, hadsiz bir sehavet ve kesret içinde nihayet derecede bir itkan, bir hüsn-ü sanat bulunuyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nihayet derecede karışıklık ve ihtilat içinde, nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik görünüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nihayet derecede mebzuliyet ve vüs’at içinde, nihayet derecede sanatça kıymettarlık ve hilkatçe güzellik bulunuyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem nihayet derecede sanatkârane bir surette, çok cihazata ve çok zamana muhtaç olmakla beraber; gayet derecede suhuletle ve süratle icad ediliyor. Âdeta birden ve hiçten o mu’cizat-ı sanat vücuda geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte bilmüşahede her mevsimde rûy-i zeminde gördüğümüz bu faaliyet-i kudret, kat’iyen delâlet eder ki şu ef’alin menbaı olan kudrete nisbeten en büyük şey, en küçük şey kadar kolaydır ve hadsiz efradın icadı ve idareleri, bir fert kadar rahatça icad ve idare edilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Üçüncüsü ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinatta, şu görünen tasarrufat ve ef’al ile hükmeden Sâni’-i Kadîr’in kudretine nisbeten en büyük küll, en küçük cüz kadar kolay gelir. Efradca kesretli bir küllînin icadı, bir tek cüz’înin icadı kadar suhuletlidir. Ve en âdi bir cüz’îde, en yüksek bir kıymet-i sanat gösterilebilir. Şu hakikatin sırr-ı hikmeti üç menbadan çıkar: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Evvela:''' İmdad-ı vâhidiyetten. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâniyen:''' Yüsr-ü vahdetten. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sâlisen:''' Tecelli-i ehadiyetten. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci menba''' olan '''imdad-ı vâhidiyet:''' Yani her şey ve bütün eşya, bir tek zatın mülkü olsa o vakit vâhidiyet cihetiyle her bir şeyin arkasında, bütün eşyanın kuvvetini tahşid edebilir. Ve bütün eşya, bir tek şey gibi kolayca idare edilir. Şu sırrı, şöyle bir temsil ile fehme takrib için deriz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki bir memleketin tek bir padişahı bulunsa o padişah o vahdet-i saltanat kanunu cihetiyle, her bir neferin arkasında bir ordu kuvvet-i maneviyesini tahşid edebilir ve edebildiği için o tek nefer, bir şahı esir edebilir ve şahın fevkinde padişahı namına hükmedebilir. Hem o padişah, vâhidiyet-i saltanat sırrıyla, bir neferi ve bir memuru istihdam ve idare ettiği gibi bütün orduyu ve bütün memurlarını idare edebilir. Güya vâhidiyet-i saltanat sırrıyla herkesi, her şeyi, bir ferdin imdadına gönderebilir. Ve her bir ferdi, bütün efrad kadar bir kuvvete istinad edebilir yani ondan meded alabilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer o vâhidiyet-i saltanat ipi çözülse ve başıbozukluğa dönse o vakit her bir nefer, hadsiz bir kuvveti birden kaybedip yüksek bir makam-ı nüfuzdan sukut eder, âdi bir adam makamına gelir. Ve onların idare ve istihdamları, efrad adedince müşkülat peyda eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Aynen öyle de وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى şu kâinatın Sâni’i, Vâhid olduğundan her bir şeye karşı, bütün eşyaya müteveccih olan esmayı tahşid eder. Ve nihayetsiz bir sanatla, kıymettar bir surette icad eder. Lüzum olsa bütün eşya ile bir tek şeye bakar, baktırır, meded verir ve kuvvetli yapar. Ve bütün eşyayı dahi o vâhidiyet sırrıyla bir tek şey gibi icad eder, tasarruf eder, idare eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu imdad-ı vâhidiyet sırrıyladır ki şu kâinatta nihayet derecede mebzuliyet ve ucuzluk içinde, nihayet derecede sanatça ve kıymetçe yüksek ve âlî bir keyfiyet görünüyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci menba olan yüsr-ü vahdet:''' Yani birlik usûlüyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan işler; gayet derecede kolaylık veriyor. Müteaddid merkezlere, müteaddid kanuna, müteaddid ellere dağılsa müşkülat peyda eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki bir ordunun bütün neferatının bir merkezden, bir kanunla, bir kumandan-ı a’zam emriyle esasat-ı teçhiziyeleri yapılsa bir tek nefer kadar kolay olur. Eğer ayrı ayrı fabrikalarda, ayrı ayrı merkezlerde teçhizatları yapılsa bir ordunun teçhizine lâzım olan bütün askerî fabrikalar, bir tek neferin teçhizatı için lâzım gelir. Demek, eğer vahdete istinad edilse bir ordu, bir nefer kadar kolay olur. Eğer vahdet olmazsa bir nefer, bir ordu kadar teçhizin esasatı cihetinde müşkülat peyda eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem bir ağacın meyvelerine –vahdet noktasında– bir merkeze, bir kanuna, bir köke istinaden madde-i hayatiye verilse binler meyveler, tek bir meyve gibi kolay olur. Eğer her bir meyve, ayrı ayrı merkeze rabtedilse ve ayrı ayrı yerden mevadd-ı hayatiyeleri gönderilse her bir meyve, bütün ağaç kadar müşkülat peyda eder. Çünkü bütün ağaca lâzım olan mevadd-ı hayatiye, her bir meyve için dahi lâzımdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu iki temsil gibi وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى şu kâinatın Sâni’i, Vâhid-i Ehad olduğu için vahdetle iş görür ve vahdetle iş gördüğü için bütün eşya bir tek şey kadar kolay olur. Hem bir tek şeyi, sanatça bütün eşya kadar kıymetli yapabilir. Ve hadsiz efradı, gayet kıymettar bir surette icad ederek şu görünen hadsiz mebzuliyet ve nihayetsiz ucuzluk lisanıyla, cûd-u mutlakını gösterir ve hadsiz sehavetini ve nihayetsiz hallakıyetini izhar eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü menba''' '''olan''' '''tecelli-i ehadiyet:''' Yani Sâni’-i Zülcelal cisim ve cismanî olmadığı için zaman ve mekân onu kayıt altına alamaz. Ve kevn ü mekân, onun şuhuduna ve huzuruna müdahale edemez. Ve vesait ve ecram, onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzi ve inkısam olmaz. Bir şey, bir şeye mani olmaz. Hadsiz ef’ali, bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki bir çekirdekte koca bir ağacı manen dercettiği gibi bir âlemi bir tek fertte dercedebilir. Bütün âlem, bir tek fert gibi dest-i kudretinde çevrilir. Şu sırrı başka Sözlerde izah ettiğimiz gibi deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki nuraniyet itibarıyla bir derece kayıtsız olan güneşin timsali, her bir cilâlı parlak şeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukabil gelse bir tek âyine gibi inkısam etmeden bizzat her birinde cilve-i misaliyesi bulunur. Eğer âyinenin istidadı olsa güneş, azametiyle onda âsârını gösterebilir. Bir şey, bir şeye mani olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere, bir yer gibi kolay girer. Her bir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى şu kâinat Sâni’-i Zülcelal’inin nur olan bütün sıfâtıyla ve nurani olan bütün esmasıyla, teveccüh-ü ehadiyet sırrıyla öyle bir tecellisi var ki hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır ve nâzırdır. Teveccühünde inkısam olmaz. Aynı anda, her yerde; külfetsiz, müzahamesiz her işi yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu imdad-ı vâhidiyet ve yüsr-ü vahdet ve tecelli-i ehadiyet sırrıyladır ki bütün mevcudat, bir tek Sâni’e verildiği vakit; o bütün mevcudat, bir tek mevcud gibi kolay ve suhuletli olur. Ve her bir mevcud, hüsn-ü sanatça, bütün mevcudat kadar kıymetli olabilir. Nasıl ki mevcudatın hadsiz mebzuliyeti içinde, her bir fertte hadsiz dekaik-ı sanatın bulunması bu hakikati gösteriyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer o mevcudat, doğrudan doğruya bir tek Sâni’e verilmezse o zaman her bir mevcud, bütün mevcudat kadar müşkülatlı olur ve bütün mevcudat, bir tek mevcud kıymetine sukut eder, iner. Şu halde ya hiçbir şey vücuda gelmeyecek veya gelse de kıymetsiz, hiçe inecektir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu sırdandır ki ehl-i felsefenin en ziyade ileri gidenleri olan sofestaîler, tarîk-i haktan yüzlerini çevirdiklerinden küfür ve dalalet tarîkına bakmışlar, görmüşler ki şirk yolu; tarîk-i haktan ve tevhid yolundan yüz bin defa daha müşkülatlıdır, nihayet derecede gayr-ı makuldür. Onun için bilmecburiye her şeyin vücudunu inkâr ederek akıldan istifa etmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Dördüncüsü ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kâinatta şu görünen ef’al ile tasarruf eden Zat-ı Kadîr’in kudretine nisbeten cennetin icadı, bir bahar kadar kolay ve bir baharın icadı, bir çiçek kadar kolaydır. Ve bir çiçeğin mehasin-i sanatı ve letaif-i hilkati, bir bahar kadar letafetli ve kıymetli olabilir. Şu hakikatin sırrı üç şeydir: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birincisi:''' Sâni’deki vücub ile tecerrüd. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkincisi:''' Mahiyetinin mübayenetiyle adem-i takayyüd. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncüsü:''' Adem-i tahayyüz ile adem-i tecezzidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Birinci Sır:''' Vücub ve tecerrüdün hadsiz kolaylığa ve nihayetsiz suhulete sebebiyet vermeleri, gayet derin bir sırdır. Onu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Vücud mertebeleri muhteliftir. Ve vücud âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için vücudda rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, âlem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hâfıza, âlem-i manadan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine, vücudun âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i haricîden olan o âyine ve o hâfızanın şuurları ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı, bir zerrecik vücud-u haricîleri kuvvetiyle, o vücud-u manevîde ve misalîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülat yapabilirlerdi. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek vücud, rüsuh peyda ettikçe kuvvet ziyadeleşir; az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücud, rüsuh-u tam kazandıktan sonra maddeden mücerred ise kayıt altına girmezse; o vakit cüz’î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى şu kâinatın Sâni’-i Zülcelali, Vâcibü’l-vücud’dur. Yani onun vücudu zatîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir, zevali muhaldir ve tabakat-ı vücudun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücud, onun vücuduna nisbeten gayet zayıf bir gölge hükmündedir. Ve o derece vücud-u Vâcib râsih ve hakikatli ve vücud-u mümkinat o derece hafif ve zayıftır ki Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sair tabakat-ı vücudu, evham ve hayal derecesine indirmişler; لَا مَو۟جُودَ اِلَّا هُوَ demişler. Yani vücud-u Vâcib’e nisbeten başka şeylere vücud denilmemeli; onlar, vücud unvanına lâyık değillerdir, diye hükmetmişler. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte Vâcibü’l-vücud’un hem vâcib hem zatî olan kudretine karşı, mevcudatın hem hâdis hem ârızî vücudları ve mümkinatın hem kararsız hem kuvvetsiz sübutları, elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhları haşr-i a’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşir ve neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''İkinci Sır:''' Mübayenet-i mahiyet ve adem-i takayyüdün kolaylığa sebebiyeti ise şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sâni’-i kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mahiyeti, hiçbir mahiyete benzemez. Öyle ise kâinat dairesindeki manialar, kayıtlar onun önüne geçemez; onun icraatını takyid edemez. Bütün kâinatı birden tasarruf edip çevirebilir. Eğer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve ef’al, kâinata havale edilse o kadar müşkülat ve karışıklığa sebebiyet verir ki hiçbir intizam kalmadığı gibi hiçbir şey dahi vücudda kalmaz, belki vücuda gelemez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, nasıl ki kemerli kubbelerdeki ustalık sanatı, o kubbedeki taşlara havale edilse ve bir taburun zabite ait idaresi, neferata bırakılsa ya hiç vücuda gelmez veyahut çok müşkülat ve karışıklık içinde intizamsız bir vaziyet alacak. Halbuki o kubbelerdeki taşlara vaziyet vermek için taş nevinden olmayan bir ustaya verilse ve taburdaki neferatın idaresi, mertebe itibarıyla zabitlik mahiyetini haiz olan bir zabite havale edilse hem sanat kolay olur hem tedbir ve idare suhuletli olur. Çünkü taşlar ve neferler birbirine mani olurlar; usta ve zabit ise manisiz her noktaya bakar, idare eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى Vâcibü’l-vücud’un mahiyet-i kudsiyesi, mahiyat-ı mümkinat cinsinden değildir. Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin esma-i hüsnasından olan Hak isminin şuâlarıdır. Madem mahiyet-i mukaddesesi hem Vâcibü’l-vücud’dur hem maddeden mücerreddir hem bütün mahiyata muhaliftir; misli, misali, mesîli yoktur. Elbette o Zat-ı Zülcelal’in o kudret-i ezeliyesine nisbeten bütün kâinatın idaresi ve terbiyesi, bir bahar belki bir ağaç kadar kolaydır. Haşr-i a’zam ve dâr-ı âhiret, cennet ve cehennemin icadı; bir güz mevsiminde ölmüş ağaçların yeniden bir baharda ihyaları kadar kolaydır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Üçüncü Sır:''' Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzinin nihayet derecede olan kolaylığa sebebiyet vermelerinin sırrı ise şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Madem Sâni’-i Kadîr mekândan münezzehtir, elbette kudretiyle her mekânda hazır sayılır. Ve madem tecezzi ve inkısam yoktur; elbette her şeye karşı, bütün esmasıyla müteveccih olabilir. Ve madem her yerde hazır ve her şeye müteveccih olur. Öyle ise mevcudat ve vesait ve ecram onun ef’aline mümanaat etmez, ta’vik etmez, belki –hiç lüzum yok faraza lüzum olsa– elektriğin telleri gibi ve ağacın dalları gibi ve insanın damarları gibi; eşya, vesile-i teshilat ve vasıta-i vusul-ü hayat ve sebeb-i sürat-i ef’al hükmüne geçer. Ta’vik, takyid, men’ ve müdahale şöyle dursun; belki teshil ve tesri’ ve îsale vesile hükmüne geçer. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Demek, Kadîr-i Zülcelal’in tasarrufat-ı kudretine her şey itaat ve inkıyad cihetinde –ihtiyaç yok eğer ihtiyaç olsa– kolaylığa vesile olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl:''' Sâni’-i Kadîr külfetsiz, mualecesiz, süratle, suhuletle her şeyi o şeye lâyık bir surette halk eder. Külliyatı, cüz’iyat kadar kolay icad eder. Cüz’iyatı, külliyat kadar sanatlı halk eder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, külliyatı ve semavatı ve arzı halk eden kim ise semavat ve arzda olan cüz’iyatı ve efrad-ı zîhayatiyeyi halk eden elbette yine odur ve ondan başka olamaz. Çünkü o küçük cüz’iyat; o külliyatın meyveleri, çekirdekleri, misal-i musağğarlarıdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem o cüz’iyatı icad eden kim ise cüz’iyatı ihata eden unsurları ve semavat ve arzı dahi o halk etmiştir. Çünkü görüyoruz ki cüz’iyat külliyata nisbeten birer çekirdek, birer küçük nüsha hükmündedir. Öyle ise o cüz’îleri halk eden zatın elinde, anâsır-ı külliye ve semavat ve arz bulunmalıdır. Tâ ki hikmetinin düsturlarıyla ve ilminin mizanlarıyla o küllî ve muhit mevcudatın hülâsalarını, manalarını, numunelerini; o küçücük misal-i musağğarlar hükmünde olan cüz’iyatta dercedebilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evet, acayib-i sanat ve garaib-i hilkat noktasında cüz’iyat, külliyattan geri değil; çiçekler, yıldızlardan aşağı değil; çekirdekler, ağaçların mâdûnunda değil; belki çekirdekteki nakş-ı kader olan manevî ağaç, bağdaki nesc-i kudret olan mücessem ağaçtan daha acibdir. Ve hilkat-i insaniye, hilkat-i âlemden daha acibdir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Nasıl ki bir cevher-i fert üstünde, esîr zerratıyla bir Kur’an-ı hikmet yazılsa semavat yüzündeki yıldızlarla yazılan bir Kur’an-ı azametten kıymetçe daha ehemmiyetli olabilir. Öyle de çok küçük cüz’iyatlar var, mu’cizat-ı sanatça külliyattan üstündür. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ==== Beşincisi ==== </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sâbık beyanatımızda, icad-ı mahlukatta görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, nihayetsiz sürat-i ef’al, nihayetsiz suhuletle icad-ı eşyanın sırlarını, hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz sürat ve hadsiz suhuletle vücud-u eşya, ehl-i hidayete şöyle kat’î bir kanaat verir ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mahlukatı icad eden zatın kudretine nisbeten; cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> مَا خَل۟قُكُم۟ وَلَا بَع۟ثُكُم۟ اِلَّا كَنَف۟سٍ وَاحِدَةٍ sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, bir tek nefsin imate ve ihyası gibi suhuletlidir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اِن۟ كَانَت۟ اِلَّا صَي۟حَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُم۟ جَمٖيعٌ لَدَي۟نَا مُح۟ضَرُونَ tasrihiyle, bütün insanları haşirde ihya etmek; istirahat için dağılan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu hadsiz sürat ve nihayetsiz suhulet, bilbedahe kudret-i Sâni’in kemaline ve her şey ona nisbeten kolay olduğuna delil-i kat’î ve bürhan-ı yakînî olduğu halde; ehl-i dalaletin nazarında, Sâni’in kudretiyle eşyanın teşkili ve icadı –ki vücub derecesinde suhuletlidir– bin derece muhal olan kendi kendine teşekkül ile iltibasa sebep olmuştur. Yani bazı âdi şeylerin vücuda gelmelerini çok kolay gördükleri için onların teşkilini, teşekkül tevehhüm ediyorlar. Yani icad edilmiyorlar, belki kendi kendine vücud buluyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte gel, ahmaklığın nihayetsiz derecatına bak ki nihayetsiz bir kudretin delilini, onun ademine delil yapar; nihayetsiz muhalat kapısını açar. Çünkü o halde Sâni’-i âleme lâzım olan nihayetsiz kudret ve muhit ilim gibi evsaf-ı kemal, her mahlukun her zerresine verilmek lâzım gelir; tâ kendi kendine teşekkül edebilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === ON BİRİNCİ KELİME === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> وَ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Yani dâr-ı fâniden dâr-ı bâkiye dönülecek ve Kadîm-i Bâki’nin makarr-ı saltanat-ı ebediyesine gidilecek ve kesret-i esbabdan Vâhid-i Zülcelal’in daire-i kudretine gidilecek, dünyadan âhirete geçilecek. Merciiniz onun dergâhıdır, melceiniz onun rahmetidir ve hâkeza… </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu kelimenin bunlar gibi ifade ettiği pek çok hakikatler var. Şu hakikatlerin içinde, saadet-i ebediye ile cennete döneceğinizi ifade eden hakikat ise Onuncu Söz’ün on iki bürhan-ı kat’î-yi yakîniyle ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün pek çok delail-i kātıayı tazammun eden altı esasıyla o derece kat’î ispat edilmiştir ki başka beyana hâcet bırakmıyor. Gurûb eden güneşin ertesi sabah yeniden tulû edeceği kat’iyetinde, o iki Söz ispat etmişler ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu dünyanın manevî güneşi olan hayat dahi harab-ı dünya ile gurûbundan sonra haşrin sabahında bâki bir surette tulû edecektir. Ve cin ve insin bir kısmı saadet-i ebediyeye ve bir kısmı da şakavet-i ebediyeye mazhar olacaktır. Madem Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözler bu hakikati kemaliyle ispat etmişler, sözü onlara havale edip yalnız deriz ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Sâbık beyanatta kat’î ispat edildiği üzere nihayetsiz bir ilm-i muhit ve hadsiz bir irade-i külliye ve nihayetsiz bir kudret-i mutlaka sahibi olan şu kâinatın Sâni’-i Hakîm’i ve şu insanların Hâlık-ı Rahîm’i, bütün semavî kitapları ve fermanlarıyla cenneti ve saadet-i ebediyeyi nev-i beşerin ehl-i imanına vaad etmiştir. Madem vaad etmiştir, elbette yapacaktır. Çünkü vaadinde hulf etmek ona muhaldir. Çünkü vaadini îfa etmemek, gayet çirkin bir noksandır. Kâmil-i Mutlak noksandan münezzeh ve mukaddestir. Vaad ettiğini yapmamak, ya cehlinden veya aczinden yapamaz. Halbuki o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i külli şey hakkında cehil ve acz muhal olduğundan, hulf-ü vaad dahi muhaldir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem başta Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm olarak bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve ehl-i iman mütemadiyen o Rahîm-i Kerîm’den, vaad ettiği saadet-i ebediyeyi rica edip yalvarıyorlar ve niyaz edip istiyorlar. Hem bütün esma-i hüsna ile beraber istiyorlar. Çünkü başta şefkati ve rahmeti, adaleti ve hikmeti ve Rahman ve Rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rububiyeti ve saltanatı ve Rab ve Allah isimleri gibi ekser esma-i hüsnası, daire-i âhireti ve saadet-i ebediyeyi iktiza ve istilzam ederler ve tahakkukuna şehadet ve delâlet ediyorlar. Belki –Onuncu Söz’de ispat edildiği gibi– bütün mevcudat bütün hakaikiyle dâr-ı âhirete işaret ediyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Hem ferman-ı a’zam olan Kur’an-ı Hakîm binler âyât ve beyyinatıyla ve berahin-i sadıka-i kat’iyesiyle o hakikati gösteriyor ve talim ediyor. Ve nev-i beşerin mâbihi’l-iftiharı olan Habib-i Ekrem binler mu’cizat-ı bâhireye istinad ederek bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o hakikati ders vermiş, ispat etmiş, ilan etmiş, görmüş ve göstermiş. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ وَ بَارِك۟ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ اَه۟لِ ال۟جَنَّةِ فِى ال۟جَنَّةِ وَ اح۟شُر۟نَا وَ نَاشِرَهُ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهُ سَعٖيدًا وَ وَالِدٖينَا وَ اِخ۟وَانَنَا وَ اَخَوَاتِنَا تَح۟تَ لِوَائِهٖ وَار۟زُق۟نَا شَفَاعَتَهُ وَ اَد۟خِل۟نَا ال۟جَنَّةَ مَعَ اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٰمٖينَ اٰمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا رَبَّنَا لَا تُزِغ۟ قُلُوبَنَا بَع۟دَ اِذ۟ هَدَي۟تَنَا وَهَب۟ لَنَا مِن۟ لَدُن۟كَ رَح۟مَةً اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟وَهَّابُ رَبِّ اش۟رَح۟ لٖى صَد۟رٖى وَيَسِّر۟ لٖٓى اَم۟رٖى وَاح۟لُل۟ عُق۟دَةً مِن۟ لِسَانٖى يَف۟قَهُوا قَو۟لٖى رَبَّنَا تَقَبَّل۟ مِنَّا اِنَّكَ اَن۟تَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ وَ تُب۟ عَلَي۟نَا اِنَّكَ اَن۟تَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> == YİRMİNCİ MEKTUP’UN ONUNCU KELİMESİNE ZEYLDİR == </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَلَا بِذِك۟رِ اللّٰهِ تَط۟مَئِنُّ ال۟قُلُوبُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلًا فٖيهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Sual:''' Sen çok yerlerde demişsin ki: “Vahdette nihayet derecede kolaylık var, kesrette ve şirkte nihayet müşkülat oluyor. Vahdette vücub derecesinde bir suhulet var, şirkte imtina derecesinde bir suubet var.” diyorsun. Halbuki gösterdiğin müşkülat ve muhalat, vahdet tarafında da cereyan eder. Mesela, diyorsun: “Eğer zerreler memur olmazlarsa her bir zerrede, ya bir ilm-i muhit veya bir kudret-i mutlaka veya hadsiz manevî makineler, matbaalar bulunmak lâzım gelir. Bu ise yüz derece muhaldir.” Halbuki o zerreler memur-u İlahî de olsalar yine öyle bir mazhariyet lâzım gelir tâ hadsiz muntazam vazifelerini yapabilsinler. Bunun hallini isterim. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elcevap:''' Çok Sözlerde izah ve ispat etmişiz ki: Bütün mevcudat bir tek Sâni’e verilse bir tek mevcud gibi kolay ve suhuletli olur. Eğer müteaddid esbaba ve tabiata isnad edilse bir tek sinek, semavat kadar; bir çiçek, bir bahar kadar; bir meyve, bir bahçe kadar müşkülatlı ve suubetli olur. Madem şu mesele başka Sözlerde izah ve ispat edilmiş, onlara havale edip şurada yalnız üç işaret ile o hakikate karşı nefsin itminanını temin edecek üç temsil beyan edeceğiz: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Birinci Temsil: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, şeffaf parlak bir zerrecik, bizzat kendi başıyla kalsa bir kibrit başı kadar bir nur içinde yerleşmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi kadar ve mahiyeti miktarınca bi’l-asale cüz’î zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, güneşe intisap edip ona karşı gözünü açıp baksa o vakit o koca güneşi ziyasıyla, elvan-ı seb’asıyla, hararetiyle hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecelli-i a’zamına mazhar olur. Demek, o zerre kendi kendine kalsa bir zerre kadar ancak iş görebilir. Eğer güneşe memur ve mensup ve mir’at sayılsa güneş gibi, güneşin icraatındaki bir kısım cüz’î numunelerini gösterebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى her bir mevcud, hattâ her bir zerre, eğer kesrete ve şirke ve esbaba ve tabiata ve kendi kendine isnad edilse o vakit her bir zerre, her bir mevcud, ya bir ilm-i muhit ve kudret-i mutlaka sahibi olmalı veyahut hadsiz manevî makine ve matbaalar, içinde teşekkül etmeli tâ ona tevdi edilen acib vazifeleri yapabilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer o zerreler Vâhid-i Ehad’e isnad edilse o vakit her bir masnû, her bir zerre ona mensup olur, onun memuru hükmüne geçer. Şu intisabı onu tecelliye mazhar eder. Bu mazhariyet ve intisapla, nihayetsiz bir ilim ve kudrete istinad eder. Hâlık’ının kuvvetiyle, milyonlar defa kuvvet-i zatîsinden fazla işleri, vazifeleri; o intisap ve istinad sırrıyla yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === İkinci Temsil: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, iki kardeş var. Birisi cesur, kendine güvenir. Diğeri hamiyetli, milliyet-perverdir. Bir muharebe zamanında kendine güvenen adam devlete intisap etmez, kendi başıyla iş görmek ister. Kendi kuvvetinin menbalarını belinde taşımaya mecbur olur. Teçhizatını, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardır. O şahsî ve küçük kuvvet miktarınca, düşman ordusunun bir onbaşısıyla ancak mücadele eder; fazla bir şey elinden gelmez. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öteki kardeş kendine güvenmiyor ve kendisini âciz, kuvvetsiz biliyor; padişaha intisap etti, askere kaydedildi. O intisap ile koca bir ordu ona nokta-i istinad oldu. Ve o istinad ile arkasında, padişahın himmetiyle bir ordunun manevî kuvveti tahşid edilebilir bir kuvve-i maneviye ile harbe atıldı. Tâ düşmanın mağlup ordusu içindeki şahın büyük bir müşirine rast geldi, kendi padişahı namına “Seni esir ediyorum, gel!” der. Esir eder, getirir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Şu halin sırrı ve hikmeti şudur ki: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Evvelki başıbozuk, kendi menba-ı kuvvetini ve teçhizatını kendisi taşımaya mecbur olduğu için gayet cüz’î iş görebildi. Şu memur ise kendi kuvvetinin menbaını taşımaya mecbur değil belki onu ordu ve padişah taşıyor. Mevcud telgraf ve telefon teline makinesini küçük bir tel ile rabtetmek gibi şu adam bu intisapla kendini o hadsiz kuvvete rabteder. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى eğer her mahluk, her zerre doğrudan doğruya Vâhid-i Ehad’e isnad edilse ve onlar ona intisap etseler; o vakit o intisap kuvvetiyle ve seyyidinin havliyle, emriyle; karınca, Firavun’un sarayını başına yıkar, baş aşağı atar. Sinek, Nemrut’u gebertip cehenneme atar. Bir mikrop, en cebbar bir zalimi kabre sokar. Buğday tanesi kadar çam çekirdeği, bir dağ gibi bir çam ağacının destgâhı ve makinesi hükmüne geçer. Havanın zerresi, bütün çiçeklerin, meyvelerin ayrı ayrı işlerinde, teşekkülatlarında muntazaman, güzelce çalışabilir. Bütün bu kolaylık, bilbedahe memuriyet ve intisaptan ileri geliyor. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer iş başıbozukluğa dönse esbaba ve kesrete ve kendi kendilerine bırakılıp şirk yolunda gidilse o vakit her şey, cirmi kadar ve şuuru miktarınca iş görebilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Üçüncü Temsil: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, iki arkadaş var. Hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Birisi, o memleketin padişahına intisap edip telgraf ve telefon dairesine girer. On paralık bir tel ile kendi telefon makinesini devletin teline rabteder. Her yer ile görüşür, muhabere eder, malûmat alır. Gayet muntazam ve mükemmel coğrafya istatistiğine ait sanatkârane bir eser yapar. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öteki arkadaş ise ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müşkülatla her yeri görüp her hâdiseyi işitecek veyahut milyonlarla lirayı sarf edip devletin tel ve telefon temdidatı kadar ve padişah gibi telgraf sahibi olacak. Tâ evvelki arkadaşı gibi o mükemmel eseri yapsın. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Öyle de وَلِلّٰهِ ال۟مَثَلُ ال۟اَع۟لٰى eğer hadsiz eşya ve mahlukat Vâhid-i Ehad’e verilse o vakit, o irtibat ile her şey birer mazhar olur. O Şems-i Ezelî’nin tecellisine mazhariyetle, kavanin-i hikmetine ve desatir-i ilmiyesine ve nevamis-i kudretine irtibat peyda eder. O vakit havl ve kuvvet-i İlahiye ile her şeyi görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her işe geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i Rabbaniyeye mazhar olur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer o intisap kesilse o şey, bütün eşyadan dahi inkıta eder, cirmi kadar bir küçüklüğe sığışır. O halde bir uluhiyet-i mutlaka sahibi olmalı ki evvelki vaziyette gördüğü işleri görebilsin. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> '''Elhasıl,''' vahdet ve iman yolunda, vücub derecesinde bir suhulet ve kolaylık var. Şirk ve esbabda, imtina derecesinde müşkülat ve suubet var. Çünkü bir vâhid, külfetsiz olarak kesîr eşyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal eder. Eğer o vaziyeti almayı ve o neticeyi istihsal etmeyi, o eşya-yı kesîreye havale edilse o vakit pek çok külfetle ve pek çok hareketlerle ancak o vaziyet alınır ve o netice istihsal edilir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Mesela, Üçüncü Mektup’ta denildiği gibi semavat meydanında, şems ve kamer kumandası altında yıldızlar ordusunu harekete getirmekle, her gece ve her sene, şaşaalı tesbihkârane bir seyeran ve cereyan vermek demek olan cazibedar, sevimli vaziyet-i semaviye ve mevsimlerin değişmesi gibi büyük maslahatların vücud bulması demek olan o ulvi, hikmetli netice-i arziye, eğer vahdete verilse o Sultan-ı ezel kolayca küre-i arz gibi bir neferi, o vaziyet ve o netice için ecram-ı ulviyeye kumandan tayin eder. O vakit arz, emir aldıktan sonra, memuriyet neşesinden mevlevî gibi zikir ve semâa kalkar; az bir masrafla o güzel vaziyet hasıl olur, o mühim netice vücud bulur. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Eğer arza “Sen dur, karışma!” denilse ve o netice ve o vaziyetin istihsali de semavata havale edilse ve vahdetten, kesrete ve şirke gidilse; her gün ve her sene, binler derece küre-i arzdan büyük olan milyonlar adedince yıldızlar hareket etmek, milyarlar sene mesafeyi yirmi dört saatte ve bir senede kestirmek lâzımdır. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> === Netice-i Meram: === </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> Kur’an ve ehl-i iman, hadsiz masnuatı bir Sâni’-i Vâhid’e verir. Doğrudan doğruya her işi ona isnad eder. Vücub derecesinde suhuletli bir yolda gider, sevk eder. Ve ehl-i şirk ve tuğyan, bir masnû-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek imtina derecesinde suubetli bir yolda gider. Şu halde Kur’an yolunda, bütün masnuatla; dalalet yolunda, bir masnû-u vâhid beraberdirler. Hattâ belki bütün eşyanın vâhidden sudûru, bir vâhidin hadsiz eşyadan sudûrundan çok derece eshel ve kolaydır. Nasıl ki bir zabit, bin neferin tedbirini, bir nefer gibi kolay yapar ve bir neferin tedbiri, bin zabite havale edilse bin nefer kadar müşkülatlı olur, keşmekeşe sebebiyet verir. </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> İşte şu hakikati şu âyet-i azîme, ehl-i şirkin başına vuruyor, dağıtıyor: </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلًا فٖيهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍ هَل۟ يَس۟تَوِيَانِ مَثَلًا اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ بَل۟ اَك۟ثَرُهُم۟ لَا يَع۟لَمُونَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ ال۟كَائِنَاتِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ يَا اَحَدُ يَا وَاحِدُ يَا صَمَدُ يَا مَن۟ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَح۟دَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ يَا مَن۟ لَهُ ال۟مُل۟كُ وَ لَهُ ال۟حَم۟دُ وَ يَا مَن۟ يُح۟يٖى وَ يُمٖيتُ يَا مَن۟ بِيَدِهِ ال۟خَي۟رُ يَا مَن۟ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ يَا مَن۟ اِلَي۟هِ ال۟مَصٖيرُ بِحَقِّ اَس۟رَارِ هٰذِهِ ال۟كَلِمَاتِ اِج۟عَل۟ نَاشِرَ هٰذِهِ الرِّسَالَةِ وَ رُفَقَائَهُ وَ صَاحِبَهَا سَعٖيدًا مِنَ ال۟مُوَحِّدٖينَ ال۟كَامِلٖينَ وَ مِنَ الصِّدّٖيقٖينَ ال۟مُحَقِّقٖينَ وَ مِنَ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ ال۟مُتَّقٖينَ اٰمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ سِرِّ اَحَدِيَّتِكَ اِج۟عَل۟ نَاشِرَ هٰذَا ال۟كِتَابِ نَاشِرًا لِاَس۟رَارِ التَّو۟حٖيدِ وَ قَل۟بَهُ مَظ۟هَرًا لِاَن۟وَارِ ال۟اٖيمَانِ وَ لِسَانَهُ نَاطِقًا بِحَقَائِقِ ال۟قُر۟اٰنِ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ </div> <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> ------ <center> [[On Dokuzuncu Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Birinci Mektup]] </center> ------ </div>