Barla Lahikası 280. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    BUNDAN SONRAKİ KISIM HAZRET-İ ÜSTADIN KASTAMONU VE EMİRDAĞI HAYATINDA İKEN YAZILAN VE EL YAZMA NÜSHALARDA DERCEDİLEN MEKTUPLARDIR.

    (Risale-i Nur’un faal bir şakirdi olan Ahmed Nazif Çelebi’nin bir istihracıdır ve bir fıkrasıdır. Bunu hem Birinci Şuâ’nın Otuz İkinci Âyeti olarak ve hem Yirmi Yedinci Mektup’un fıkralarında kaydetmek münasip görüldü.)

    O kendisi diyor: Gelen âyetleri hâfızdan dinledim. Sure-i Ahzab’dan:

    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

    يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اذ۟كُرُوا اللّٰهَ ذِك۟رًا كَثٖيرًا ۝ وَ سَبِّحُوهُ بُك۟رَةً وَ اَصٖيلًا ۝ هُوَ الَّذٖى يُصَلّٖى عَلَي۟كُم۟ وَ مَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخ۟رِجَكُم۟ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَ كَانَ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَحٖيمًا ۝ تَحِيَّتُهُم۟ يَو۟مَ يَل۟قَو۟نَهُ سَلَامٌ وَ اَعَدَّ لَهُم۟ اَج۟رًا كَرٖيمًا ۝ يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّٓا اَر۟سَل۟نَاكَ شَاهِدًا وَ مُبَشِّرًا وَ نَذٖيرًا ۝ وَ دَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذ۟نِهٖ وَ سِرَاجًا مُنٖيرًا ۝ وَ بَشِّرِ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ بِاَنَّ لَهُم۟ مِنَ اللّٰهِ فَض۟لًا كَبٖيرًا

    Bu âyetlerde Risale-i Nur’a îma ve remiz ve belki işaret var diye hissettim.

    Evet, madem bu âyet gibi vazife-i risalet ve davete bakan âyetler her asra bakıyorlar ve her asırda efradları ve mâsadakları var.

    Ve madem bu âyetlerde, Resul-ü Ekrem’e (asm) verilen sıfatlar ve unvanlar her zamanda cereyanı ve her bir asırda hükmetmek haysiyetiyle o unvanların altında mana-yı remziyle Risale-i Nur gibi o vazifeyi yerine getiren eserler ve zatlar bu gibi âyâtın daire-i şümullerine girmeleri, Kur’an’daki i’caz-ı manevîsinin şe’nidir belki muktezasıdır ve lâzımıdır.

    Madem Risale-i Nur, bu acib asırda müstesna bir surette bu âyetin işaret ettiği vazifeyi yapıyor ve manasının daire-i külliyesinde bir ferdidir.

    Elbette müteaddid emareler ve gizli karineler ile diyebiliriz ki bu âyette dahi Birinci Şuâ’nın sair otuz bir adet âyetleri gibi Risale-i Nur’a mana-yı işariyle bakar. Şöyle ki:

    لِيُخ۟رِجَكُم۟ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَ كَانَ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَحٖيمًا cümlesi, mana-yı işarîsiyle diyor: Bin üç yüz yetmişe kadar tecavüz eden en karanlık bir zulüm, en karanlık bir zulmetten sizi ey ehl-i iman ve’l-Kur’an, Kur’an’dan gelen Nurlara ve imanın ışıklarına çıkaran ve isminde Nur ve manasında rahîmiyet bulunan ve ism-i Nur ve ism-i Rahîm’in mazharı olan bir lem’a-i Kur’aniyeye ve bu asrımıza bakıp îma ediyor.

    Mana mutabakatından başka bir emare ve karinesi budur ki:

    اِلَى النُّورِ وَ كَانَ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَحٖيمًا fıkrasının (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi dokuz yüz kırk yedi (947) edip Risaletü’n-Nur isminin makamı olan dokuz yüz kırk yedi adedine tam tamına tevafuk ediyor.

    اِنَّٓا اَر۟سَل۟نَاكَ شَاهِدًا وَ مُبَشِّرًا cümlesi (şeddeler sayılmaz ve âhirde tenvin vakıftır, elif sayılır) makam-ı cifrîsi ki bin üç yüz yirmi üç (1323) tarihini gösterir. O tarihte, merkez-i hilafette dehşetli bir inkılabın mebde-i infilaki içinde, yeise düşen ehl-i imana müjde verip İslâmiyet’in hakkaniyetine ve kuvvetine kuvvetli şehadet eden ve veraset-i nübüvvet noktasında davette bulunan hakiki bir şahide işaret eder.

    وَ نَذٖيرًا وَ دَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ cümlesi (Hâşiye-1[1]) (tenvinler vakıf olmadığından sayılırlar) makam-ı cifrîsi, bin iki yüz elli altı (1256) tarihini göstermekle, bu asırda ve bu zamandaki İslâmiyet’in inhisafını bir asır evvel ihzar eden mukaddimatına bakarak وَ دَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ kelimesi yüz doksan bir (191) ederek Risale-i Nur’un bir hakiki ismi olan Bediüzzaman’ın makam-ı cifrîsi bulunan yüz doksan bir (191) adedine tam tamına tevafukla îma eder ki Risale-i Nur dahi o inhisaf içinde bir “dâî-i ilallah”tır.

    بِاِذ۟نِهٖ وَ سِرَاجًا مُنٖيرًا (Hâşiye-2[2]) ve yalnız سِرَاجًا مُنٖيرًا kelimesi ise tam tamına Risale-i Nur’un bir ismi olan “Siracünnur”a lafzen ve manen ve cifren tevafukla bakar. مُنٖيرًا daki “mim” “ye” اَلنُّورِ daki şeddeli “nun”a mukabildir. Evet, İmam-ı Ali (ra) keramet-i gaybiyesinde, Risale-i Nur’a “Siracünnur” namını vermesi, bu âyetin bu fıkrasından mülhemdir denilebilir ve çekinmeyerek deriz.

    وَ بَشِّرِ ال۟مُؤ۟مِنٖينَ بِاَنَّ لَهُم۟ مِنَ اللّٰهِ cümlesi (şedde sayılmak cihetiyle) makam-ı cifrîsiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle, bu asrımızın tam bulunduğumuz bu senesine bakarak ehl-i imana bir büyük ihsanı var diye mana-yı remziyle haber veriyor.

    Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır. Ve görüyoruz, imanı hârika bürhanlarla kurtaran –başta– Risale-i Nur’dur. Demek bu zamana nisbeten bir “fazl-ı kebir” de odur.

    Bu işareti kuvvetlendiren şudur: فَض۟لًا كَبٖيرًا daki فَض۟لًا kelimesi, dokuz yüz altmış (960) edip Risaletü’n-Nur’un bu ismi, izafeden tavsif tarzına geçmekle Risaletü’n-Nuriye olup makamı olan dokuz yüz altmış iki (962) adedine manidar iki farkla tevafuku, onun başına remzen ve îmaen parmak basmasıdır.

    İlahî yâ Rab! Sen Risale-i Nur’u ve Risale-i Nur müellifi Üstadımız Said Nursî’yi ve Risale-i Nur talebe ve şakirdlerini ve mensuplarını, mahfaza-i hıfzında ve kale-i İlahiyen içinde muhafaza ve emin eyle, âmin! Ve hizmet-i Kur’an ve imanda sabit ve daim eyle, âmin! Ve bu kudsî hizmetlerinde, muvaffakiyetlerle yardım ve muavenetler ihsan eyle, âmin! Ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan-ı Azîmüşşan’ın sırr-ı a’zamına, marifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resulullah sırr-ı kudsîsine ve حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ sırr-ı uzmasına ve rızaullah ve rü’yet-i cemalullah lütuf ve ihsanına mazhar eyle, yâ Rabbe’l-âlemîn!..

    وَ صَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ وَ اَه۟لِ بَي۟تِهٖ اَج۟مَعٖينَ الطَّيِّبٖينَ الطَّاهِرٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ بِحُر۟مَةِ سَيِّدِ ال۟مُر۟سَلٖينَ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ

    Fakir, âciz, zayıf, günahkâr talebe ve hizmetkârınız

    İnebolulu

    Ahmed Nazif Çelebi



    Barla Lahikası 279. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 281. Mektup

    1. Hâşiye-1: وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ kelimesi, Risale-i Nur’un hakiki bir ismi olan Bediüzzaman’ın makamına tam tamına tevafuku ve manen mutabakatı olduğu gibi yalnız وَدَاعِيًا kelimesi de Risale-i Nur’un tercümanı olan Said ismine üç harf ile ittihat ve üç farkla tevafuk eder. Çünkü tenvin, elif ve vav mecmuu elli yedi “sin”den üç fark var.
      Risale-i Nur talebelerinden
      Küçük Abdurrahman Tahsin
    2. Hâşiye-2: (Tenvinler elif sayılır) makamı (1330) edip Risale-i Nur’un fatihası olan İşaratü’l-İ’caz tefsirinin zuhur tarihine ve سِرَاجًا مُنِيرًا eğer birinci tenvin sayılsa (1380) ederek yirmi bir sene sonra Risale-i Nur, küre-i zemini ışıklandıracak bir sirac-ı münevver olacağına remzeder inşâallah.
      Risale-i Nur talebelerinden
      Tahsin