Beşinci Ders
Beşinci Ders
بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ
وَمَا هٰذِهِ ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَٓا اِلَّا لَه۟وٌ وَلَعِبٌ
وَاِنَّ الدَّارَ ال۟اٰخِرَةَ لَهِىَ ال۟حَيَوَانُ
Ey ihtiyarsız, süratle kabre, haşre, ebede giden Said-i şakî! Bil ki: Uzun ve kısalığı nisbetinde iki hayatın levazımatını tahsil etmek için Mâlik-i Kerîm sana, bir sermaye-i ömür verdiği halde sen o sermayenin kısm-ı a’zamını, hayat-ı bâkiyeye nisbeti bir bahrin bir katre seraba nisbeti gibi olan şu hayat-ı fâniye katresinde zayi ettin. Eğer aklın varsa elde kalan kısmının yarısını veya üçte birini veya lâekall onda birisini, deniz gibi hayat-ı bâkiyeye sarf et. Yoksa eyvahlar olsun diyeceğin bir zaman gelecek. Acayiptendir ki senin gibi ahmaklara âkıl ve zîfünun deniliyor. Şu temsili dinle:
Mesela, şu bir hizmetçi kuldan daha ahmak görünüyorsun ki onun seyyid-i kerîmi ona yirmi dört altın veriyor. Onu Burdur’dan Antalya’ya, oradan da Şam’a ve Yemen’e gönderiyor. Ve emrediyor ki:
O altınları, levazım-ı seferinde sarf et! Lâkin Antalya’ya kadar –cebren– iki gün yayan gideceksin. Hem bir nevi ihtiyarın var. O altınları bir şeyde sarf etsen de etmesen de yine gideceğin yere yetişebilirsin. Lâkin Antalya’dan sonraki sair menzillere gitmekte bir cihette ihtiyar senin elindedir. Eğer bir vesika veya bir bilet alabilir ve bir vapura veya bir trene veya bir tayyareye binebilirsen bir aylık mesafeyi, bir günde katedebilirsin. Yoksa hem yayan hem yalnız hem mütehayyir hem matrud bir surette yoluna devam edeceksin.
Halbuki o ebleh ahmak yolcu, yirmi üç altınını, iki günlük mesafede sarf etti. Ona denildi ki: Şu bâki kalan bir altını, o uzun yolun için bir zâd ve bir bilete ver. Ümit edilir ki seyyidin sana merhamet eder, rahatla gidersin.
O dedi ki: Yok, lezzet-i hazıramı terk etmem. Bir ihtimal var ki fayda vermez.
Ona denildi: Acaba bu derece belâhet olur mu ki senin aklın sana nasıl fetva veriyor? Yarı malını, bin adam iştirak eden bir piyango kumarına atarsın. Halbuki o kumarda, bin ihtimalden bir ihtimal ile belki bin lirayı kazanabilirsin.
Hem nasıl oluyor ki şu menfaat-perest aklın sana fetva vermiyor ki yirmi dört parça malından tek bir cüzünü verirsen binde dokuz yüz doksan dokuz ihtimal ile tükenmez hazinelere zafer bulacağın, milyonlar ehl-i hibre ve ehl-i ihtisasın şehadatıyla kat’iyet kesbetmiştir? Halbuki böyle cesîm menfaatler için bir tek âmînin ihbarı dahi nazar-ı itibara alınır. Halbuki muhbirler, nev-i beşerin şümus ve nücumu hükmünde mütevatir ehl-i şuhuddurlar ki o müsbitlerden ikisi, binler ehl-i nefiy ve münkirlere tercih edilir. Çünkü hilâl-i ramazanın rü’yetini dava eden iki şahit, binler nâfî fikirlerin hükmünü ıskat eder. Şöyle ehl-i şuhudun ihbaratı nasıl oluyor ki sana tesir etmiyor? Cehalet ve gafletin ne kadar kalınlaşmış!
Ey târikü’s-salât! Misali anladınsa hakikati dinle:
O abd-i misafir, sensin. Burdur, dünyadır. Antalya, kabir. Şam, berzah ve haşirdir. Yemen, mâba’dü’l-haşirdir. Yirmi dört lira da yirmi dört saattir. Sen o yirmi dört saatin yirmi üçünü şu hayat-ı fâniyeye bilâ-tereddüt ve bilâ-perva sarf ediyorsun. Pek uzun seferin için elzem-i zâd olan beş vakit namazın edasına, bir saatin sarfında tehavün gösteriyorsun. Yani ağır davranıyorsun. Hattâ sarf ettiğin vakitte bir hisse de dünyaya çıkarıyorsun ki namaz içinde dünyanı da düşünüyorsun.
Hallak-ı Kerîm’in bu kadar az bir şeyle şu kadar büyük şeyleri sana verdiği halde sen yapmazsan, senin bu insafsızlığın ile cehennem sana lâyık olmaz mı ve sen ona müstahak olmaz mısın ey gafil ve ey târikü’s-salât?
عَجِّلُوا بِالصَّلٰوةِ قَب۟لَ ال۟فَو۟تِ وَ بِالتَّو۟بَةِ قَب۟لَ ال۟مَو۟تِ
* * *