Emirdağ Lahikası 2. Kitap 109. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    11.34, 30 Kasım 2023 tarihinde FuzzyBot (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 43134 numaralı sürüm (Kaynak sayfanın yeni sürümü ile eşleme için güncelleniyor)
    (fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)
    Diğer diller:

    Heyet-i Vekile’ye ve Tevfik İleri’ye,

    Arz ediyoruz ki: Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstadımıza söyledik. O dedi: Ben hasta olmasaydım ben de o mesele için vilayat-ı şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh-u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem elli beş seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbekir’de, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için Hürriyet’ten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı.

    Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî dârülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara hem Sultan Reşad’a dedim ki:

    “Şark böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâm’ın merkezi hükmündedir.” O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan Harbi çıktı, o medrese yeri istila edildi. Ben de dedim ki: “Öyle ise o yirmi bin altın lirayı Şark Dârülfünununa veriniz.” Kabul ettiler.

    Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van Gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.

    Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliye’ye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: “Bütün hayatımda bu dârülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar yirmi bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.” Onlar yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: “Bunu mebuslar imza etmelidirler.”

    Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usûlü ile sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi Garplılara benzemek lâzım.”

    Dedim: O vilayat-ı şarkiye âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiya Şark’ta ve ekser hükema Garp’ta gelmesi gösteriyor ki Şark’ın terakkiyatı din ile kaimdir (Hâşiye[1]). Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da Şark’ta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde mecburuz.

    Şimdi ben zehir hastalığı ile ziyade rahatsız vaziyette ve çok ihtiyarlık sebebiyle elli beş senelik bir gaye-i hayatımı görüp takip etmekten mahrum kaldığım gibi Ankara’ya gidip Şark terakkiyatının anahtarı olan bu müesseseye çalışanları ruh u canımla tebrik etmekten dahi mahrum kalıyorum.

    Yalnız otuz beş sene evvel Ebuzziya Matbaasında tabedilen Münazarat ve Saykalü’l-İslâmiye namındaki eserim elbette Maarif Vekilinin nazarından kaçmamış. Benim bedelime o eser konuşsun. Ben hayatımdan ümidim kesilmiş gibiyim. Fakat o azîm üniversitenin temelleri ve esasatı ve manevî bir programı ve muazzam bir tedrisatı nevinden Risale-i Nur’un yüz elli risalesini kendime tevkil ediyorum. Bu vatan ve milletin istikbalinin fedakâr genç üniversite talebelerine ve Maarif Dairesine arz edip bu meselede muvaffakiyete mazhar olan Tevfik İleri’nin bu bîçare Said’e bedel Risale-i Nur’a himayetkârane sahip çıkmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyorum.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Çok hasta, çok ihtiyar, garib, tecrit içinde

    Said Nursî



    Emirdağ Lahikası 2. Kitap 108. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 2. Kitap 110. Mektup

    1. Hâşiye: Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: “Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.”
      Sonra aynı talebe tâli’sizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi Râfızî bir Kürt’ü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de “Eyvah!” dedim. “Sen ne kadar bozulmuşsun.” Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyetine çevirdim.
      Sonra Meclis-i Mebusandaki bana muhalefet eden mebuslara dedim: “O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilayetlerinde din tedrisatına a’zamî ehemmiyet vermek lâzım.” O vakit bana muhalif mebuslar da çıkıp o lâyihamı yüz altmış üç mebus imza ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidayı, elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.