Barla Lahikası 285. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir şakirdi olan Yusuf’un bir fıkrasıdır.)

    بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ

    وَ بِهٖ نَس۟تَعٖينُ

    Rahîm, Rauf ve Zü’l-Minen Hazretlerinin inayet ve lütuflarından olarak tövbe ve istiğfar gibi kullarına ihda eylediği miftah-ı kerem ve ihsana, çok günahkâr ve terbiyesiz olan ben sefil Yusuf Toprak, bütün fezayıh ve i’tisaflarıma rağmen, tevessül ettikçe bana fazlından verdiği mazhariyetin kıymetini takdir etmek, ona şükreylemek şöyle dursun, bilakis küfran-ı nimet, defaatle nakz-ı ahd, irtikâb-ı kizb ve hıyanet eylediğim için derin kasavete, kesif zulmete, müthiş dalalete (hakkıyla) maruz kalan kalbimin, ruhumun aldığı müzmin ve münkis yarayı tedavi çaresini taharri yolunda aklımı, zevkimi kaybetmiş, âdeta çılgın bir hale girmiştim.

    Başvurduğum her tabib-i manevîden aldığım ilaçlar; yaramı tedaviye, aklımı iknaya, lehfemi iskâta kâfi gelmedi. Bizzarure قُل۟ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَس۟رَفُوا عَلٰٓى اَن۟فُسِهِم۟ âyet-i celilesinin mefhumuna tevessülen, me’luf olduğum denâetlerden mütehassıl koyu lekeleri kal’ ve tathire ve tarîk-i Hak’ta sebata muîn olacak bir rehberi ararken, ortada hiçbir sebeb-i zâhirî olmadığı halde, memleketimden Kastamonu’ya nefyim şüphesiz, nefsime giran gelmiş ve hattâ yeis ve teessüre kapılmıştım. Bilmiyordum ki bu nefyim ile وَعَسٰٓى اَن۟ تَك۟رَهُوا شَي۟ئًا وَهُوَ خَي۟رٌ لَكُم۟ وَعَسٰٓى اَن۟ تُحِبُّوا شَي۟ئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُم۟ وَاللّٰهُ يَع۟لَمُ وَاَن۟تُم۟ لَا تَع۟لَمُونَ ۝ فَعَسٰٓى اَن۟ تَك۟رَهُوا شَي۟ئًا وَيَج۟عَلَ اللّٰهُ فٖيهِ خَي۟رًا كَثٖيرًا âyetlerinin sırrına mazhar edecek ve iltiyamı ümit ve imkânsız gördüğüm manevî yaralarımın tedavisine muktedir doktorların ve yanlarındaki kuvvetli mualecenin eserini, varlığını ve ism-i Hay ve Hakîm’in cilvesini şefkaten göstermek suretiyle, bana minnet üstünde minnet-i uhrevî yapmak içindir. Bu mülevves ahlâkımla ben neciyim ki bu ihsan-ı azîme nâil olayım diye şaştım. Fakat lehü’l-hamdü ve’l-minne مَن۟ طَلَبَنٖى وَجَدَنٖى ۝ وَكَانَ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ رَحٖيمًا ۝ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا رَحٖيمًا gibi işarat-ı celile hatırıma gelmekle, bir derece müteselli oldum.

    Ey yaramın doktoru! Ve ey dalalet uçurumunda yuvarlanan ruhumun halâskârı! Ve ey İlahî ve kudsî yolların rehberi!

    Evvelden hiç muarefemiz yokken seni kale üstünde ilk ve tesadüfen gördüğümde “Dalaletten halâsın, Allah’ın rahmetine vusulün en kısa yolu var mı?” diye sordum. “Çok kısa bir çare-i Kur’aniye vardır.” diye buyurdunuz. Fakat dalaletim, gafletim, enaniyetim itibarıyla bu kısa ve merdane cevaptaki hikmet-i azîme, nebean-ı rahmete dikkat etmedim. Ruhuma ihanet ederek aldırmadım. Ve felaket-i maneviyede bir müddet daha kalmış oldum.

    Vaktâ ki Risale-i Nur hattâ enhar-ı Nur demesine şayeste olan mektuplardan, yine tesadüfen elime geçen bir nüshayı görünce ve münderecatındaki hakaike dalınca, inayet-i Rabbanî, mu’cizat-ı Kur’anî, himemat-ı Sübhanî, keramat-ı ruhanî eseri olmalıdır ki kasî kalbime, âsi ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakîm düşünceme “tâk” diye bir tokmak vuruldu. Bir intibah halkası takıldı. Hemen düşündüm. Ulemanın midad-ı aklâmı, şühedanın kanından mübecceldir ve اَل۟عُلَمَاءُ وَرَثَةُ ال۟اَن۟بِيَاءِ ۝ عُلَمَاءُ اُمَّتٖى كَاَن۟بِيَاءِ بَنٖى اِس۟رَائٖيلَ gibi hadîsler ile Hazret-i İsa’nın (as) Havariyyun’a, Hazret-i Muhammed’in (asm) Ensar’a tekliflerini ve onların icabetini hatırladım.

    Âdeta fetret devri denmeye seza olan bu zamanda, irsiyet-i nübüvvet makamında, i’lâ-yı kelimetullah uğrunda maddeten uğraşan, seyl-i dalaletle kapanmış olan râh-ı Hakk’a çığır açan bir recül-ü fedakâra iltihak ve muavenet etmek ve bu vesile ile fırsatı ganimet bilerek, zulümattan nura mazhar olmak lüzumunu his ve intikal ettim. Pek âdi bir mahluk olduğum ve kalbime müstevli, ağır dalalet darbesi, kalın perdesi altında hasta bulunduğum için fazileti, maneviyatı anlamam. Zira fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür.

    Yalnız bunca mesavî ve mütereddid hareketlerimle huzur-u sâmîlerine lütfen kabulümde, yüksek ruhunuzdan yağan samimi şefkat, hakiki re’fet, halîmane iltifat, kerîmane hüsn-ü kabulünüz beni birtakım ümitlere, ihtiyarsız muhabbetlere sevk ve büyük sürurlara gark etti. Ancak Allah’ın en âciz en aşağı en günahkâr en zalim bir mahlukunu arkadaşlığına kabul ve tahammül eden bir şahsiyet, alelâde olamayıp kuvvetli püştibana, fütur götürmez bir mesnede mâlik olmak lâzım geldiğini teyakkun edebildim.

    وَاب۟تَغُوا اِلَي۟هِ ال۟وَسٖيلَةَ وَجَاهِدُوا فٖى سَبٖيلِهٖ ۝ وَ حَسُنَ اُولٰٓئِكَ رَفٖيقًا

    Riyakârlık olmasın, selim fikrinizden, ciddi tavrınızdan, Kur’an’a ittiba ve temessük yolundaki doğru irşadınızdan, hakiki sözlerinizden, samimi telkininizden, umumî hayırhah hissiyatınızdan kalbime, mecruh ruhuma uzanan tîg-i şifa, neşter-i ümidin tesiriyle dilşâd ve mutmain oldum. Türlü türlü evhamın açtıkları menfezlerden rahnedar kalan ruhuma tamam ve muvafık buldum. Zira وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذٖٓى اُن۟زِلَ مَعَهُ ۝ وَالَّذٖينَ يُمَسِّكوُنَ بِال۟كِتَابِ ۝ وَاع۟تَصِمُوا بِحَب۟لِ اللّٰهِ جَمٖيعًا ۝ وَمَن۟ يَع۟تَصِم۟ بِاللّٰهِ فَقَد۟ هُدِىَ اِلٰى صِرَاطٍ مُس۟تَقٖيمٍ ۝ فَقَدِ اس۟تَم۟سَكَ بِال۟عُر۟وَةِ ال۟وُث۟قٰى ۝ وَنُنَزِّلُ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَح۟مَةٌ ۝ هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَ هُدًى وَ مَو۟عِظَةٌ لِل۟مُتَّقٖينَ ۝ تِل۟كَ حُدُودُ اللّٰهِ ۝ قَد۟ جَٓاءَكُم۟ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبٖينٌ ۝ وَاَنَّ هٰذَا صِرَاطٖى مُس۟تَقٖيمًا ۝ مَنِ اتَّبَعَ رِض۟وَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ vesaire gibi hakikatler dimağıma yerleşti.

    Elbette bu keyfiyet bana hacc-ı ekber, râh-ı saadet, ömr-ü ebed, tayr-ı devlet, enfal-i ganimet sebebi olunca, sürurumdan ne kadar kabarsam ve siz halâskâr ve hekîm-i derdime ne kadar teşekkür ve izhar-ı mahmidet eylesem hakkım olmaz mı?

    İşte bu vesiledir ki beni Kur’an dellâlının, Risale-i Nur müellifinin şakirdliğine tahsis ve kabul ettirmek gibi azîm lütuflarına mazhar kılan Rabb-i Rahîm’ime karşı, dünyada kaldığım ve imkân bulduğum müddetçe kalemimi, hayatımı bu uğurda istimal etmeye söz ve karar verdirdi.

    Fazlaca söz söylemeye salahiyetim ve o mertebeye istihkakım olmadığından şimdilik kısa kesiyorum. Hizmetiniz umumî ve müessir, âmâliniz muvaffak, himmetiniz âlî ve daim, emeğiniz makbul, sa’yiniz meşkûr, hayatınız mesud, ömrünüz efzûn, sıhhatiniz mahfuz olsun. Sonsuz minnettarlığımın kabulünü, manevî himmet ve teveccühünüzün devamını rica eder, nur ile meşgul nurlu ellerinizi öperim, Efendimiz, Büyüğümüz.

    (15 Şubat 1359)

    Talebe namzedi, sefil

    Yusuf Toprak



    Barla Lahikası 284. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 286. Mektup