Emirdağ Lahikası 2. Kitap 88. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    Ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzında hakikat-i hali beyan etmektir

    Dinî hissiyatı siyasete âlet ediyorum diye ithamlarına karşı deriz:

    Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki değil dini siyasete âlet, belki siyasî olduğum zamanda dahi bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tabi yapmaya çalıştığımı, bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehadet ettikleri gibi; Hürriyet’in başında şeriat isteyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusunun dehşetli Divan-ı Harb-i Örfîsinde, aynı günde on beş adam asıldığı bir zamanda, Divan-ı Harb-i Örfî reisi ve azaları dediler ki: “Sen mürtecisin, şeriat istemişsin!” sözlerine mukabil demiş: “Şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım. Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilaf-ı şeriat hareket ise bütün dünya şahit olsun ki ben mürteciyim.” diyen bir adam, idama beş para ehemmiyet vermeyen ve dünyasını, her şeyini şeriata feda eden hiç mümkün müdür ki dini, şeriatı bir şeye ve bir siyasete âlet yapsın. Buna ihtimal veren sofestaî de olamaz.

    Hem bir masumun hatırı, bu vatanda on zalim gaddarlara siyaset yolu ile ilişmek büyük bir hata bilen, on zalim cinayetkâr ve kendine işkence edenlere karşı mukabele etmeyen, hattâ beddua da etmeyen bir adam ve asayişe ilişmemek hayatına bir düstur yapan bir adamı, dini siyasete ve dolayısıyla asayişe dokunur manasında ittiham etmek, elbette dehşetli bir garaz ile ittiham eder. Yirmi sekiz senede emsalsiz ihanetler, işkenceler, azaplar verildiği halde mahkemelerin tahkikatı ile yüz binler fedakâr dostları varken, altı vilayetin ve altı mahkemenin tahkikatı ile bir vukuat talebesinde bulunmayan bir adam, asayişe ya vatana, siyasete zararı var diyen, elbette yerden göğe kadar haksızdır.

    Zannetmesinler ki ben bu zalimane ithamlara karşı kendimi mes’uliyetten veya mahkûmiyetten kurtarmak içindir. Sizi temin ediyorum ki beni tam bilen dostlarım da tasdik ediyorlar ki bu yirmi sekiz senede ölüm, hayattan ziyade bana faydalı ve kabir, on defa bana hapisten ziyade medar-ı rahat ve hapis, on defa bu çeşit serbestiyetten daha istirahatime faydalı olduğunu kat’iyen kanaatim var. Eğer bazı dostlarım mahzun olmasaydı ben daimî hapiste kalacaktım.

    Eğer şer’an intihar caiz olsaydı elbette Rus’un Başkumandanının ve İstanbul’u işgal eden İtilafçıların Başkumandanlarının kendini idam etmek vaziyetlerine ve divan-ı riyasette elli mebusun huzurunda ilk Reisicumhurun şiddetli hiddetine karşı tezellüle tenezzül etmeyen bir adam, elbette pek çok defa bir âdi jandarma ve gardiyanın ve âdi bir memurun tahkirkârane ihanetleri ve iftiraları ve tazipleri ve ağır tacizlerini gören adama, elbette ölüm yüz defa hayattan daha ziyade ona hoş gelir.

    Madem Rehber’i bahane edip böyle hiç hatır ve hayale gelmeyen bir evham ile ittiham ediliyorum. Ben ve kardeşlerim Rehber’in hakikatiyle hem imanımızı hem ahlâkımızı tehlikeden kurtardığımız için deriz ki:

    Rehber on beş sene evvel telif edilmiş, üç defa tab ile binler nüshası ve el yazısı ile on binler nüshası bu vatanda iştiyak ile okunmak suretinde intişar ettiği halde; yüz bin adam okuyucu hiç kimseden muvafık, muhalif, dindar, dinsizden hiçbirisi dememiş “Ondan zarar gördük.” veya “Vatan ve millete zararı var.” işitmedik. Öyle bir zarar olsaydı, bu ehemmiyetli bir mesele olduğu için intişar edecekti. Halbuki bundan yüz bine yakın şahit gösteririz ki “Biz ondan imanımızı kurtardık, seciye-i milliyemizi onunla düzelttik, istifade ettik.” diye yüz bin şahidi bu davamıza lüzum olsa göstereceğiz.

    Acaba bir adamın on hasenesi olsa bir küçük yanlışı nazara alınmadığı halde, böyle yüz bin hasene ve fayda sahibi bir eserin vehmî, asılsız bir kusur tevehhümüyle medar-ı mes’uliyet olabilir mi? Hiç, dünyada hayat-ı içtimaiyeye temas eden hiçbir kanun böyle bir hale suç diyebilir mi?

    O eseri tetkik eden ulûm-u İslâmiye ve diniyeye mâlik olmayan ehl-i vukufun suç unsuru diye gösterdikleri:

    Birincisi: “Laikliğe aykırıdır, dini siyasete âlet ediyor.”

    Halbuki müellifi otuz beş seneden beri siyaseti terk edip bir gazeteyi okumamış ve şakirdlerine de “Siyasetle meşgul olmayınız.” daima demesi, bu suç unsurunu tamamıyla keser.

    İkincisi: “Dinî tedrisata taraftar olmak” bir suç gösterilmiş.

    Buna karşı deriz: Dünyada buna suç diyen hiçbir ehl-i iman bulunmaz. Hususan hapisteki olanlar içindeki bîçarelere teselli suretinde ders vermiş. Tedrisata taraftarlığını o zaman söylemiş. Bu ise o cümleyi de bütün bütün manasız olduğunu gösterir. Hattâ hapisteki üç yüz adamın az bir zamanda Risale-i Nur’la ıslah olması, cinayetlerden tövbe ederek ve bütün onlar namaz kılmaları, alâkadar memurların nazar-ı dikkatlerini celbetmiş. O memurların bir kısmı demişler: “On beş sene hapiste kalmasının faydası kadar, on beş hafta Risale-i Nur fayda vermiş.” Bunu hapisteki Rehber’i yazana söylemişler.

    Müellifi de demiş: Yüz otuz kitaptan ibaret olan Risale-i Nur ve onun küçük bir parçası olan Rehber’i, tamamıyla olmasa da okuyan adam, elbette on beş sene hapisteki cezadan, medresede ders okumak kadar istifade eder, ıslah-ı hal eder, fenalıklardan tövbe eder.

    Acaba böyle bir temenni, bir teşvik ve beni hapse sokanlar da tasdik ettikleri halde, suç olabilir mi?

    Üçüncüsü: “Tesettür ve terbiye-i İslâmiye taraftarıdır.” diye suç göstermiş.

    Bu ise hem Eskişehir hem Denizli hem Afyon’da hem Afyon’un Mahkemesinin kararnamesinde de neşredildiği gibi; on beş sene evvel Eskişehir’de tesettür taraftarlığım için Mahkeme bana ilişmiş. Ben de hem Mahkemeye hem Mahkeme-i Temyize bu cevabı vermişim:

    Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon Müslümanların kudsî bir düstur-u hayat-ı içtimaîsi ve üç yüz elli bin tefsirin manalarının ittifaklarına iktidaen ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdadlarımızın itikadlarına ittibaen tesettür hakkındaki bir âyet-i kerîmeyi tefsir eden bir adamı ittiham eden, elbette zemin yüzünde adalet varsa bu ittihamı şiddetle reddeder ve o ittihama göre hüküm verilse nakz ve reddedecek.

    Bu âyet-i kerîmenin tesettür emri kadınlara büyük bir merhamet olduğunu ve kadınları sefaletten kurtardığını, Risale-i Nur kat’î ispat ettiği gibi Sebilürreşad’ın 115’inci sayısındaki: “Ehl-i iman âhiret hemşirelerime” unvanı olan bir makalem ispat eder.

    Dördüncüsü: “Şahsî nüfuz temin etmek” bir suç unsuru gösterilmiş. Sebebi de “Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi namına konuşuyorum.” demesi ve “Kalbe ihtar edildi.”, “Hatırıma geldi.”, “Kalbime geldi.”, “Risale-i Nur hem mektep hem medrese hem tekke faydasını veriyormuş.” Ehl-i vukuf bu cümleyi medar-ı ittiham etmiş.

    Cevaben deriz: Bir adam kabir kapısında seksenden geçmiş, kırk seneden beri kendisini inzivaya alıştırmış, yirmi sekiz seneden beri tecrid-i mutlak ve hapis ve nefiy içinde bütün bütün dünyadan küsmüş, otuz beş sene gazeteleri okumamış, dinlememiş. Mukabelesiz, ömründe hediye kabul etmemiş. En yakın akrabasından hattâ kardeşinden hiç mukabelesiz bir şey kabul etmemiş, hürmetten, teveccüh-ü nâstan kaçmak için halklarla görüşmemek için zaruret olmadan kendine düstur yapmış. Ve bütün dostların medihlerini kendi şahsına almayarak ya Nurcuların heyetine ya Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsine havale etmiş. Ve dermiş: “Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım, çekirdek gibi çürüdüm gittim. Risale-i Nur ise Kur’an-ı Hakîm’in tefsiridir, manasıdır.”

    Hemen herkesin dediği gibi, hatırıma geldi yahut fikrime geldi yahut fikrime ihtar edildi gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: Benim hünerim, benim zekâm değil. Sünuhat kabîlinden demektir. Bu da herkesin dediği gibi bir sözdür. Eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mana ilham da olsa; hayvanattan tut tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nevi ilhama ve sünuhata mazhar oldukları, ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzım gelir.

    Beşincisi: “Müellif cazibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risale-i Nur’dan meded umanlara verdiği cevaplarla kurtaracağına kanidir.”

    Ehl-i vukuf bu cümleyi de medar-ı ittiham etmişler. Yüz bin şahitle ispat edilen ve meydana gelen zâhir bir hakikati kanaat ettim, demesini medar-ı suç yapmak, ne derece manasız olduğunu dikkat eden anlar.

    Altıncısı: “Siyasiyyun, içtimaiyyun, ahlâkiyyunların kulakları çınlasın!” demesini bir suç mevzuu göstermişler.

    Halbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kısa ve rahat bir çareyi keşfettiğini siyasiyyun, ahlâkiyyun da bunu terviç etsinler manasında demiş: “Kulakları çınlasın!” Buna suç diyen, insaniyet itibarıyla çok suçlu olmak gerektir.

    Yedincisi: “Fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidadkâr bir şahs-ı manevînin mevcud olduğunu ve bu manevî şahsın hayaline göründüğünü söylemekte fakat kim olduğunu bildirmemektedir.”

    Ehl-i vukuf medar-ı ittiham etmişler. Acaba dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemişler mi ki manasız ilişiyorlar. Madem manevî demiş, madem kim olduğunu bildirmemiş, dünyada hiçbir mahkeme böyle manevî bir adama, yani bir şeytana hakaret ettin diye seni mahkemeye vereceğiz diyen, elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez bir hezeyan hükmündedir.

    Sekizincisi: “Doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur esaslarına dayandığı, müellif tarafından mükerreren ve musırrane beyan ve iddia edilmekte ve böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinad ettiğini söylemekle suç unsuru gösterilmektedir.”

    Bunu bütün Risale-i Nur’u okuyanların tasdikiyle hususan meşhur Mısır, Şam, Bağdat, Pakistan ve Diyanet Riyasetinin dairesinin uleması tasdik ile Risale-i Nur doğrudan doğruya hakiki bir tefsir-i Kur’anîdir ve Kur’an’ın malı ve lemaatıdır, dedikleri halde bu cümleyi medar-ı suç yapanlardan mahkeme-i kübra-i haşirde bu hatasının sebebi sorulacak.

    حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ

    Hasta

    Said Nursî


    Emirdağ Lahikası 2. Kitap 87. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 2. Kitap 89. Mektup