Kastamonu Lahikası 100. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Dün Emin, bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediğim ve Rus’un harbe devamını bilmediğim halde; Rusya’nın Kafkas’la ittisali kesilmesini söyledi. Ben onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi. Sonra bugün namazda ve tesbihatında iken manevî tarzda denildi ki: Küre-i arzda çarpışan, mücadele eden cereyanlardan herhalde birisi İslâmiyet’e ve Kur’an’a ve Risale-i Nur’a ve mesleğimize taraftar olacak; bu noktadan ona karşı bakmak gerektir. Bakmamak için bir iki mektupta yazdığım sebepler çendan kalbe, akla kâfidir fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi. Aynen tesbihatta ihtar edildi ki:

    Ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, taraftar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Halbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda, semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok masum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zalimane düsturu olan “Cemaat için fert feda edilir, milletin selâmeti için cüz’î hukuklara bakılmaz.” diye öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış.

    Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaate feda etmez; “Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz.” diye kanun-u semavî ve hakiki adalet noktasında Risale-i Nur şakirdleri gibi hakikat-i Kur’aniye ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için netice itibarıyla faydası bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zalimane tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur’an lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takip etmekle meşgul olmak münasip olmadığı için; nefis de akıl ve kalbe tabi olup merakını bırakmış diye anladım.

    İkinci Mesele: Risale-i Nur’un Isparta’da kat’î galebesi, zındıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazı zındıklar, o mağlubiyete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağıya kadar Kur’an ve Peygamber (asm) aleyhinde fakat perde altında, aynen münazara-i şeytaniye bahsinde hizbü’ş-şeytanın, Peygamber (asm) ve Kur’an hakkında mesleklerince söyledikleri tabiratı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş. Onun gibi Yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından ve Avrupa’nın zındıklarının eskiden beri Kur’an ve Peygamber’in (asm) hâlâtından medar-ı tenkit buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur’u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki şeytanette, şeytandan ileri gitmiş. Beni çok müteessir etti.

    Kardeşimiz Sabri’nin mektubunda, muannid mülhidlerin Risale-i Nur’un cereyanına karşı kurdukları çürük ve vâhî hud’aları, örümcek ağı ve yuvası gibi kuvvetsiz ve o şeytanet perdeleri kıymetsiz ve mukavemetsizdir, Risale-i Nur’a karşı yırtılır ve yırtılacak dediği gibi; bu zındık ve muannid ve mütemerrid ve ölen herifin ruh-u habîsi olan zındığın yazdığı ve zâhiren Müslümanlara Türkçülük lehinde fakat hakikatte Kur’an ve Peygamber’in (asm) azamet ve haşmet-i maneviyelerini kırmak ve hiçe indirmek ve âdileştirmek niyetiyle yazılan bu matbu eser de Mu’cizat-ı Kur’aniye ve Mu’cizat-ı Ahmediye’ye (asm) karşı örümcek ağı da olamaz, parçalanır. Fakat binler teessüf ki Risale-i Nur’u görmeyenlere kat’î zarar verdiği gibi Risale-i Nur’u görenler de merak edip “Acaba ne var?” demekle, safi kalplerini bulandırır. Lâekall vesvese ve evham verir.

    Risale-i Nur’un kahraman şakirdleri böyle şeylere karşı müteyakkız davranmak ve faaliyetlerini ziyadeleştirmek lâzım geliyor. Fena şeyle zihnen meşgul olmak da fena olduğu için kısa kesiyorum. Sakın ona ehemmiyet vermekle halkları meraklandırıp baktırılmasın. Belki ehemmiyetsiz, dinsizcesine, yalnız esma-i mübareke ve âyât-ı mübarekenin bazı meali içinden hariç kalmak itibarıyla ehemmiyetsiz bir paçavradır, bilinsin.

    Bu herifin ne derece haddinden tecavüz ettiğini bu temsilden anlayınız. Mesela çok uzak bir mecliste, mütehassıs ve müdakkik âlimlerin okudukları ve tetkik ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zata, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkit eden, divanece hezeyan eder.

    Cenab-ı Hak ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirdlerini böylelerin şerrinden muhafaza eylesin, âmin!

    Said Nursî


    Kastamonu Lahikası 99. Mektup ⇐ | Kastamonu Lahikası | ⇒ Kastamonu Lahikası 101. Mektup