İçeriğe atla

BİRİNCİ MAKALE: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
= Unsur-u Hakikat =
<languages/>
<translate>
== Unsur-u Hakikat ==
 
== BİRİNCİ MAKALE ==


= BİRİNCİ MAKALE =
Maksada urûc etmek için mukaddimelerden istimdad etmek, ehl-i tahkikin düsturlarındandır. Öyle ise biz de on iki basamaklı bir merdiven yapacağız.
Maksada urûc etmek için mukaddimelerden istimdad etmek, ehl-i tahkikin düsturlarındandır. Öyle ise biz de on iki basamaklı bir merdiven yapacağız.


= BİRİNCİ MUKADDİME =
== BİRİNCİ MUKADDİME ==
 
Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte akıl, asıl itibar ve nakil, tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.
Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte akıl, asıl itibar ve nakil, tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.


41. satır: 45. satır:
'''Elhasıl:''' Bu hakikati pîş-i nazara getiremeyen ve âyetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî gibi ki namazın terkinde taallül yolunda demiş: “Kur’an diyor: لَا تَق۟رَبُوا الصَّلٰوةَ İlerisine de hâfız değilim.” Nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.
'''Elhasıl:''' Bu hakikati pîş-i nazara getiremeyen ve âyetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî gibi ki namazın terkinde taallül yolunda demiş: “Kur’an diyor: لَا تَق۟رَبُوا الصَّلٰوةَ İlerisine de hâfız değilim.” Nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.


= İKİNCİ MUKADDİME =
== İKİNCİ MUKADDİME ==
 
Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir.
Mazide nazarî olan bir şey, müstakbelde bedihî olabilir.


Şöyle tahakkuk etmiştir: Âlemde meylü’l-istikmal vardır. (*<ref>* Bizim bir Kürt demiştir:<br>
Şöyle tahakkuk etmiştir: Âlemde meylü’l-istikmal vardır. (*<ref>* Bizim bir Kürt demiştir:<br>
Her zerrede temayül ayândır tekâmüle<br>
Her zerrede temayül ayândır tekâmüle<br>
Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile<br>
Her soyda füyuz-u hüveyda-nüma ile<br>
Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,<br>
Bir nokta-i kemale şitab üzre kâinat,<br>
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.<br>
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.<br>
Kahriyyat </ref>) Onun ile hilkat-i âlem, kanun-u tekâmüle tabidir. İnsan ise âlemin semerat ve eczasından olduğundan onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuddur. Bu meyil ise telahuk-u efkârdan istimdad ile neşv ü nema bulur. Telahuk-u efkâr ise tekemmül-ü mebâdi ile inbisat eder. Tekemmül-ü mebâdi ise fünun-u ekvanın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiye-gerdesi bir zemine ilka ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neşv ü nema bulur.
Kahriyyat </ref>) Onun ile hilkat-i âlem, kanun-u tekâmüle tabidir. İnsan ise âlemin semerat ve eczasından olduğundan onda dahi meylü’l-istikmalden bir meylü’t-terakki mevcuddur. Bu meyil ise telahuk-u efkârdan istimdad ile neşv ü nema bulur. Telahuk-u efkâr ise tekemmül-ü mebâdi ile inbisat eder. Tekemmül-ü mebâdi ise fünun-u ekvanın tohumlarını sulb-ü hilkatten zamanın terbiye-gerdesi bir zemine ilka ile telkîh eder. O tohumlar ise tedricî tecrübeler ile büyür ve neşv ü nema bulur.


82. satır: 82. satır:
'''Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.'''
'''Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.'''


= ÜÇÜNCÜ MUKADDİME =
== ÜÇÜNCÜ MUKADDİME ==


İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilale verdiler. Şöyle ki:
İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilale verdiler. Şöyle ki:
116. satır: 116. satır:
'''Elhasıl:''' İfrat gibi tefrit de muzırdır belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebep olduğundan daha kabahatlidir. Evet, ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkit, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse hak ve insaf mıdır ki umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin?
'''Elhasıl:''' İfrat gibi tefrit de muzırdır belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebep olduğundan daha kabahatlidir. Evet, ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkit, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse hak ve insaf mıdır ki umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin?


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Bu mukaddimeden maksadım, efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’an istiyor. Evet, her zamanın bir hükmü var. '''Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir.''' Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, her biri bir fende mütehassıs muhakkikîn-i ulemadan müntehab bir meclis-i mebusan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri telif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem’etmelidirler. Evet meşrutiyettir, her şeyde meşveret hüküm-fermadır. Efkâr-ı umumiye dahi dîdebandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti, buna hüccettir.
Bu mukaddimeden maksadım, efkâr-ı umumiye bir tefsir-i Kur’an istiyor. Evet, her zamanın bir hükmü var. '''Zaman dahi bir müfessirdir. Ahval ve vukuat ise bir keşşaftır. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir.''' Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, her biri bir fende mütehassıs muhakkikîn-i ulemadan müntehab bir meclis-i mebusan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri telif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem’etmelidirler. Evet meşrutiyettir, her şeyde meşveret hüküm-fermadır. Efkâr-ı umumiye dahi dîdebandır. İcma-ı ümmetin hücciyeti, buna hüccettir.


= DÖRDÜNCÜ MUKADDİME =
== DÖRDÜNCÜ MUKADDİME ==


Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki:
Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki:
133. satır: 134. satır:
Ey hakikati çıplak görmek isteyen zat! Bu mukaddimeye dikkat et, zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meylü’t-terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin Efendi’ye de: “Bu garib sözler umumen senin midir?” Elbette sana diyecektir: “Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım, onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder.” Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.
Ey hakikati çıplak görmek isteyen zat! Bu mukaddimeye dikkat et, zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. Hem de kıssadan hisse ve meylü’t-terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin Efendi’ye de: “Bu garib sözler umumen senin midir?” Elbette sana diyecektir: “Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım, onların zekâtını da bana verseler razıyım ve kâfidir. Fazlasını istemem. Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder.” Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir.


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalata müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cemiyete dâhil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa malını kıymetsiz ettiği gibi haczetmesine dahi sebep olur.
İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakikat bir harman hayalata müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. Cemiyete dâhil olan, cemiyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zatındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa malını kıymetsiz ettiği gibi haczetmesine dahi sebep olur.


Şimdi bu noktalara istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avam-perestane terviç ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zatlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet, hak müstağnidir. Hakikat ise zengindir. Tenvir-i kulûbe ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur’an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.
Şimdi bu noktalara istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avam-perestane terviç ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zatlara isnad etmek büyük bir cehalettir. Evet, hak müstağnidir. Hakikat ise zengindir. Tenvir-i kulûbe ziyaları kâfidir. Müfessir-i Kur’an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz.


= BEŞİNCİ MUKADDİME =
== BEŞİNCİ MUKADDİME ==


Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar. Şöyle ki:
Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate inkılab eder, hurafata kapı açar. Şöyle ki:
156. satır: 158. satır:
Ey benim şu müşevveş sözlerimden usanmayan zat! Bu mukaddimeye dahi dikkat et. Bir hurdebîn ile bak. Zira bu asıl üzerine pek çok hurafat ve hilafat tevellüd ederler. Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.
Ey benim şu müşevveş sözlerimden usanmayan zat! Bu mukaddimeye dahi dikkat et. Bir hurdebîn ile bak. Zira bu asıl üzerine pek çok hurafat ve hilafat tevellüd ederler. Mantığı ve belâgatı rehber etmek gerektir.


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Mana-yı hakikinin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın muvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa mecazı hakikat ve hakikati mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet, her şeyi zâhire hamlettire ettire nihayet Zâhiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meylü’t-tefrit ne derecede muzır ise öyle de her şeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe’ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.
Mana-yı hakikinin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın muvazenesinden hasıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa mecazı hakikat ve hakikati mecaz suretiyle görmek, göstermek; cehlin istibdadına kuvvet vermektir. Evet, her şeyi zâhire hamlettire ettire nihayet Zâhiriyyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meylü’t-tefrit ne derecede muzır ise öyle de her şeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra nihayette Bâtıniyyunun mezheb-i bâtılasını intac etmek şe’ninde olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.


Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir. Evet, hikmet derim çünkü hayr-ı kesîrdir. Şerri vardır fakat cüz’îdir. Usûl-ü müsellemedendir ki: Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenü’ş-şerri ihtiyar elzemdir. Evet, eski hikmetin hayrı az, hurafatı çok, ezhan istidatsız, efkâr taklit ile mukayyed, cehil avamda hüküm-ferma olduklarından selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat şimdiki hikmet ona nisbeten maddî cihetinde hayrı çok, yalanı az; efkâr dahi hür, marifet hüküm-fermadır. Zaten her zamanın bir hükmü olmak gerektir.
Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantık ile hikmettir. Evet, hikmet derim çünkü hayr-ı kesîrdir. Şerri vardır fakat cüz’îdir. Usûl-ü müsellemedendir ki: Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenü’ş-şerri ihtiyar elzemdir. Evet, eski hikmetin hayrı az, hurafatı çok, ezhan istidatsız, efkâr taklit ile mukayyed, cehil avamda hüküm-ferma olduklarından selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat şimdiki hikmet ona nisbeten maddî cihetinde hayrı çok, yalanı az; efkâr dahi hür, marifet hüküm-fermadır. Zaten her zamanın bir hükmü olmak gerektir.


= ALTINCI MUKADDİME =
== ALTINCI MUKADDİME ==


Mesela, tefsirde mezkûr olan her bir emir, tefsirden olmak lâzım gelmez. İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır.
Mesela, tefsirde mezkûr olan her bir emir, tefsirden olmak lâzım gelmez. İlim ilme kuvvet verir. Tahakküm etmemek şarttır.
191. satır: 194. satır:
Elbette isyan eden, cehenneme müstahak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine imtisal edemediğimizden cehennem-i cehil ile muazzeb olduk. Bu azaptan bizi kurtaracak, taksimü’l-a’mal kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksimü’l-a’malin ameli ile cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır.
Elbette isyan eden, cehenneme müstahak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine imtisal edemediğimizden cehennem-i cehil ile muazzeb olduk. Bu azaptan bizi kurtaracak, taksimü’l-a’mal kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksimü’l-a’malin ameli ile cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır.


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle Müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitaplarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir, şeriat kitaplarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zira onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur.
Bir gayr-ı müslim yalnız mescide girmekle Müslüman olmasına kâfi olmadığı gibi; tefsirin veya şeriatın kitaplarına, hikmet veya coğrafya veya tarih gibi bir fennin meselesi girmesiyle tefsir veya şeriat olamaz. Hem de bir müfessir veya fakîh mütehassıs olmak şartıyla, hükmü yalnız nefs-i şeriat ve tefsirde hüccettir. Yoksa tufeylî olarak izinsiz tefsir, şeriat kitaplarına girmiş emirlerde hüccet değildir. Zira onlarda tufeylî olabilir. Nâkile itab yoktur.


202. satır: 206. satır:
Ben de dava ederim: Tefsirin ve şeriatın ne kadar hakaik-i esasiyesi varsa birer birer nazar-ı tetkike getirilse görülür ki hakikatten çıkıp, hikmet ile tartılıp hak olarak hakka munsarıftır. Ne kadar şüpheli noktalar varsa umumen cerbezeli zihinlerden çıkıp sonra da onlara karışmış. Kimin asl-ı hakikatlerine bir şüphesi varsa işte meydan kendini izhar etsin!
Ben de dava ederim: Tefsirin ve şeriatın ne kadar hakaik-i esasiyesi varsa birer birer nazar-ı tetkike getirilse görülür ki hakikatten çıkıp, hikmet ile tartılıp hak olarak hakka munsarıftır. Ne kadar şüpheli noktalar varsa umumen cerbezeli zihinlerden çıkıp sonra da onlara karışmış. Kimin asl-ı hakikatlerine bir şüphesi varsa işte meydan kendini izhar etsin!


= YEDİNCİ MUKADDİME =
== YEDİNCİ MUKADDİME ==


Mübalağa ihtilalcidir. Şöyle ki:
Mübalağa ihtilalcidir. Şöyle ki:
226. satır: 230. satır:
Dikkat olunsun ki böyle mücazifler nasihat ettikleri vakitte nazar-ı hakikatte ne derece çirkin oluyorlar. Ezcümle: Bunlardan birisi bir mecma-ı azîmde müskirattan tenfir yolunda zecr-i şer’î ile kanaat etmeden öyle bir şey demiş ki yazmasından ben hicab ettim. Yazdıktan sonra çizdim. Ey herif! Bu sözlerinle şeriata adâvet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ı ahmak olursun. Adüvvü’d-dinden daha muzırsın.
Dikkat olunsun ki böyle mücazifler nasihat ettikleri vakitte nazar-ı hakikatte ne derece çirkin oluyorlar. Ezcümle: Bunlardan birisi bir mecma-ı azîmde müskirattan tenfir yolunda zecr-i şer’î ile kanaat etmeden öyle bir şey demiş ki yazmasından ben hicab ettim. Yazdıktan sonra çizdim. Ey herif! Bu sözlerinle şeriata adâvet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ı ahmak olursun. Adüvvü’d-dinden daha muzırsın.


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Ey hariçten ve uzaktan İslâmiyet’i tenkit etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın, muhakeme edin, nazar-ı sathî ile iktifa etmeyiniz. Zira şu sizin bahanelerinize sebep olanlar, lisan-ı şeriatta ulema-i sû ile müsemmadırlar. Onların muvazenesizlik, zâhir-perestliklerinden neş’et eden hicabın maverasına bakınız. Göreceksiniz ki her bir hakikat-i İslâmiye, necm-i münir gibi bürhan-ı neyyirdir. Nakş-ı ezel ve ebed üzerinde görünüyor. Evet kelâm-ı ezelîden gelen, ebede gidecektir.
Ey hariçten ve uzaktan İslâmiyet’i tenkit etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın, muhakeme edin, nazar-ı sathî ile iktifa etmeyiniz. Zira şu sizin bahanelerinize sebep olanlar, lisan-ı şeriatta ulema-i sû ile müsemmadırlar. Onların muvazenesizlik, zâhir-perestliklerinden neş’et eden hicabın maverasına bakınız. Göreceksiniz ki her bir hakikat-i İslâmiye, necm-i münir gibi bürhan-ı neyyirdir. Nakş-ı ezel ve ebed üzerinde görünüyor. Evet kelâm-ı ezelîden gelen, ebede gidecektir.


233. satır: 238. satır:
Ey muteriz ağa! Ağlamak isteyen çocuk gibi veya intikam isteyen kînedar düşman gibi bahane mahane aramakla hilaf-ı şeriatla vücuda gelen ahvali ve sû-i tefehhümden neş’et eden şübehatı senet tutmak, İslâmiyet’e leke getirmek pek büyük insafsızlıktır. Zira bir müslimin her bir sıfatı İslâmiyet’ten neş’et etmek lâzım gelmez.
Ey muteriz ağa! Ağlamak isteyen çocuk gibi veya intikam isteyen kînedar düşman gibi bahane mahane aramakla hilaf-ı şeriatla vücuda gelen ahvali ve sû-i tefehhümden neş’et eden şübehatı senet tutmak, İslâmiyet’e leke getirmek pek büyük insafsızlıktır. Zira bir müslimin her bir sıfatı İslâmiyet’ten neş’et etmek lâzım gelmez.


= SEKİZİNCİ MUKADDİME =
== SEKİZİNCİ MUKADDİME ==


'''Temhid:'''
'''Temhid:'''
273. satır: 278. satır:
Eğer istersen istikbal içine gir, bak! Hakikatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezaret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasıl birden mağlup ve münhezim oluyor.
Eğer istersen istikbal içine gir, bak! Hakikatlerin meydanında hikmetin taht-ı nezaret ve murakabesinde teslis içinde tevhidi arayanlar, safsata ederek asıl tevhid-i mahz ve itikad-ı kâmil ve akl-ı selim kabul ettiği akide-i hak ile mücehhez ve seyf-i bürhan ile mütekallid olanlarla mübareze ve muharebe ederse; nasıl birden mağlup ve münhezim oluyor.


Kur’an’ın üslub-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasâra’yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir. Hem de İslâmiyet’i daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyet’in hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor: اَفَلَا يَن۟ظُرُونَ ve فَان۟ظُرُوا ve
Kur’an’ın üslub-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasâra’yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir. Hem de İslâmiyet’i daima tecelli ve inbisat-ı efkâr nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyet’in hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhan ile takallüdü ve akıl ile meşvereti ve taht-ı hakikat üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin desatirine mutabakat ve muhakâtıdır. Acaba görülmüyor: Âyâtın ekser fevatih ve havatiminde nev-i beşeri vicdana havale ve aklın istişaresine hamlettiriyor. Diyor: اَفَلَا يَن۟ظُرُونَ ve فَان۟ظُرُوا ve اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ve اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ve تَفَكَّرُوا ve مَا يَش۟عُرُونَ ve يَع۟قِلُونَ ve مَا يَع۟قِلُونَ ve يَع۟لَمُونَ ve فَاع۟تَبِرُوا يَا اُولِى ال۟اَل۟بَابِ
Ben dahi derim: فَاع۟تَبِرُوا يَٓا اُولِى ال۟اَب۟صَارِ


اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ve اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ve تَفَكَّرُوا ve مَا يَش۟عُرُونَ ve يَع۟قِلُونَ ve مَا يَع۟قِلُونَ ve يَع۟لَمُونَ ve فَاع۟تَبِرُوا يَا اُولِى ال۟اَل۟بَابِ
== Hâtime ===


Ben dahi derim: فَاع۟تَبِرُوا يَٓا اُولِى ال۟اَب۟صَارِ
== Hâtime ==
فَاع۟تَبِرُوا يَا اُولِى ال۟اَل۟بَابِ
فَاع۟تَبِرُوا يَا اُولِى ال۟اَل۟بَابِ


Zâhirden ubûr ediniz! Hakikat sizi bekliyor. Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz. Esahh ve lâzım!
Zâhirden ubûr ediniz! Hakikat sizi bekliyor. Fakat gördüğünüz vakit incitmeyiniz. Esahh ve lâzım!


= DOKUZUNCU MUKADDİME =
== DOKUZUNCU MUKADDİME ==


Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz’îdir. Şöyle görünüyor ki:
Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebeîdir. Hayır küllî, şer cüz’îdir. Şöyle görünüyor ki:
308. satır: 311. satır:
İnsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir, sair kâinata benzemez; intizamsız olamaz. Evet, ebede namzet olan büyüktür; mühmel kalamaz, abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, cennet dahi âğuş-u nazendaranesini açıp bekliyorlar.
İnsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir, sair kâinata benzemez; intizamsız olamaz. Evet, ebede namzet olan büyüktür; mühmel kalamaz, abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, cennet dahi âğuş-u nazendaranesini açıp bekliyorlar.


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
İslâm’ın ve Asya’nın istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor. Çünkü Asya’nın hâkim-i evvel ve âhiri olan İslâmiyet’in galebesi için dört beş mukavemetsûz kuvvetler ittifak ve ittihat etmektedirler.
İslâm’ın ve Asya’nın istikbali, uzaktan gayet parlak görünüyor. Çünkü Asya’nın hâkim-i evvel ve âhiri olan İslâmiyet’in galebesi için dört beş mukavemetsûz kuvvetler ittifak ve ittihat etmektedirler.


337. satır: 341. satır:
'''Velhasıl:''' Onların yükleri ağır, bizimki hafif olduğundan yetişip geçeceğiz. Eğer tevfik refik ola…
'''Velhasıl:''' Onların yükleri ağır, bizimki hafif olduğundan yetişip geçeceğiz. Eğer tevfik refik ola…


== Hâtimenin Hâtimesi ==
=== Hâtimenin Hâtimesi ===
 
Asya’nın bahtını, İslâmiyet’in tâli’ini açacak yalnız meşrutiyet ve hürriyettir fakat şeriat-ı garranın terbiyesinde kalmak şartıyla…
Asya’nın bahtını, İslâmiyet’in tâli’ini açacak yalnız meşrutiyet ve hürriyettir fakat şeriat-ı garranın terbiyesinde kalmak şartıyla…


344. satır: 349. satır:
Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir.
Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir.


= ONUNCU MUKADDİME =
== ONUNCU MUKADDİME ==


Bir kelâmda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muaheze olunmaz. Zira mesûk-u lehü’l-kelâmdan başka mefhumlar irade ile deruhte eder. İrade etmezse itab olunmaz. Fakat garaz ve maksada mutlaka zâmindir.
Bir kelâmda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muaheze olunmaz. Zira mesûk-u lehü’l-kelâmdan başka mefhumlar irade ile deruhte eder. İrade etmezse itab olunmaz. Fakat garaz ve maksada mutlaka zâmindir.
376. satır: 381. satır:
ذٰلِكَ ال۟كِتَابُ لَا رَي۟بَ فٖيهِ
ذٰلِكَ ال۟كِتَابُ لَا رَي۟بَ فٖيهِ


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Sa’b olan bir kelâmın iğlak ve işkâli, ya lafız ve üslubun perişanlığından neş’et eder –bu kısım Kur’an-ı Vâzıhu’l-Beyan’a yanaşmamıştır– veyahut mananın dakik, derin veyahut kıymettar veyahut gayr-ı me’luf, gayr-ı mebzul olduğundan güya fehme karşı nazlanmak ve şevki artırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehemmiyet vermek ister; müşkülat-ı Kur’aniye bu kısımdandır.
Sa’b olan bir kelâmın iğlak ve işkâli, ya lafız ve üslubun perişanlığından neş’et eder –bu kısım Kur’an-ı Vâzıhu’l-Beyan’a yanaşmamıştır– veyahut mananın dakik, derin veyahut kıymettar veyahut gayr-ı me’luf, gayr-ı mebzul olduğundan güya fehme karşı nazlanmak ve şevki artırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehemmiyet vermek ister; müşkülat-ı Kur’aniye bu kısımdandır.


383. satır: 389. satır:
Hadîs-i şerifte vârid olduğu gibi her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttala’ı ve her had ve muttala’ın çok şücûn ve gusûnu vardır. Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin her birinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahüm yoktur. Fakat iştibak, iştibahı intac eder. Nasıl daire-i esbab daire-i akaide karıştırılsa ya tevekkül namıyla bir betalet veya müraat-ı esbab namıyla bir İtizal’i intac eder. Öyle de devair ve meratib tefrik olunmaz ise böyle neticeleri verir.
Hadîs-i şerifte vârid olduğu gibi her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttala’ı ve her had ve muttala’ın çok şücûn ve gusûnu vardır. Ulûm-u İslâmiye buna şahittir. Bu meratibin her birinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahüm yoktur. Fakat iştibak, iştibahı intac eder. Nasıl daire-i esbab daire-i akaide karıştırılsa ya tevekkül namıyla bir betalet veya müraat-ı esbab namıyla bir İtizal’i intac eder. Öyle de devair ve meratib tefrik olunmaz ise böyle neticeleri verir.


= ON BİRİNCİ MUKADDİME =
== ON BİRİNCİ MUKADDİME ==


Kelâm-ı vâhidde ahkâm-ı müteaddide olabilir. Bir sadef, çok cevahiri tazammun edebilir.
Kelâm-ı vâhidde ahkâm-ı müteaddide olabilir. Bir sadef, çok cevahiri tazammun edebilir.
401. satır: 407. satır:
Binaenaleyh her eve kendi kapısıyla gitmek lâzımdır. Zira her evin bir kapısı var. Ve her kilidin bir anahtarı vardır…
Binaenaleyh her eve kendi kapısıyla gitmek lâzımdır. Zira her evin bir kapısı var. Ve her kilidin bir anahtarı vardır…


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Bu üç kaziye hadîste cereyanı gibi âyette de cereyan eder. Zira umumîdir. Fakat kaziye-i ûlâda bir fark-ı dakik vardır. Ve bundan başka, bir kelâmda çok ahkâm-ı zımniye bulunur. Fakat hususidir. Her biri ayrı bir asıl, ayrı bir semeresi olabilir.
Bu üç kaziye hadîste cereyanı gibi âyette de cereyan eder. Zira umumîdir. Fakat kaziye-i ûlâda bir fark-ı dakik vardır. Ve bundan başka, bir kelâmda çok ahkâm-ı zımniye bulunur. Fakat hususidir. Her biri ayrı bir asıl, ayrı bir semeresi olabilir.


410. satır: 417. satır:
وَ اِلَى اللّٰهِ ال۟مُش۟تَكٰى
وَ اِلَى اللّٰهِ ال۟مُش۟تَكٰى


= ON İKİNCİ MUKADDİME =
== ON İKİNCİ MUKADDİME ==


Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan, hayalata sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.
Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan, hayalata sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.
450. satır: 457. satır:
Ey şu perişan sözlerime nazar eden talib-i hak! Senin mahiyetinde ekilmiş olan müyulat, şu On İki Mukaddime’de sükûnuyla beraber cereyan eden şems-i hakikatin ziyasıyla neşv ü nema bulup çiçekler açacaktır…
Ey şu perişan sözlerime nazar eden talib-i hak! Senin mahiyetinde ekilmiş olan müyulat, şu On İki Mukaddime’de sükûnuyla beraber cereyan eden şems-i hakikatin ziyasıyla neşv ü nema bulup çiçekler açacaktır…


== Hâtime ==
=== Hâtime ===
 
Seyyid olmayan “Seyyidim.” ve seyyid olan “Değilim.” diyenler, ikisi de günahkâr ve duhûl ile huruç haram oldukları gibi; hadîs ve Kur’an’da dahi ziyade veya noksan etmek memnûdur. Fakat ziyade etmek, nizamı bozduğu ve vehme kapı açtığı için daha zararlıdır. Noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur değildir. Kezalik dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir. Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın muzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.
Seyyid olmayan “Seyyidim.” ve seyyid olan “Değilim.” diyenler, ikisi de günahkâr ve duhûl ile huruç haram oldukları gibi; hadîs ve Kur’an’da dahi ziyade veya noksan etmek memnûdur. Fakat ziyade etmek, nizamı bozduğu ve vehme kapı açtığı için daha zararlıdır. Noksana, cehil bir derece özür olur. Fakat ziyade etmek, ilim ile olur. Âlim olan mazur değildir. Kezalik dinden bir şeyi fasl veya olmayanı vasletmek, ikisi de caiz değildir. Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın muzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.


=== Hâtimenin Hâtimesi ===
==== Hâtimenin Hâtimesi ====
 
Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki istidadı sanatta intişar ve tedahül ve sanatın mekayisine ihtiram ve muhabbet ve nevamisine temessül ve imtisal... Elhasıl, fena fi’s-sanat olmaktır. Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla sanatın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu sanata olan meyliyle, teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî sanatın suretini çirkin eder. Zira bi’l-kuvve olan meyil ve bilfiil olan sanatın imtizaçsızlığı için bir keşmekeş olur.
Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir. Zira şanı odur ki istidadı sanatta intişar ve tedahül ve sanatın mekayisine ihtiram ve muhabbet ve nevamisine temessül ve imtisal... Elhasıl, fena fi’s-sanat olmaktır. Vazife-i hilkat bu iken, bu yolsuzlukla sanatın suret-i lâyıkasını tağyir eder ve nevamisini incitir. Ve asıl müstaid olduğu sanata olan meyliyle, teşebbüs ettiği gayr-ı tabiî sanatın suretini çirkin eder. Zira bi’l-kuvve olan meyil ve bilfiil olan sanatın imtizaçsızlığı için bir keşmekeş olur.


464. satır: 473. satır:
Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye ( اٰلِيَه ) maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye ( عَالِيَه ) mühmel kaldığı gibi libas-ı mana hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zapt ederek, asıl maksud olan ilim ise tebeî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir.
Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye ( اٰلِيَه ) maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye ( عَالِيَه ) mühmel kaldığı gibi libas-ı mana hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zapt ederek, asıl maksud olan ilim ise tebeî kalmakla beraber ibareleri bir derece mebzul olan ve silsile-i tahsile resmen geçen kitaplar; evkat, efkârı kendine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir.


=== '''Ey birader-i vicdan!''' ===
==== '''Ey birader-i vicdan!''' ====
 
Zannediyorum: Şimdi şu mukaddimat üzerine terettüp edecek olan kütüb-ü selâseyi, ne mahiyette olduklarını görmek istiyorsun fakat daha sabret. Şimdilik sana bir mevzu söyleyeceğim ki: O kütübün bir zemin-i icmalîsini, tabir-i diğer ile küçük bir fotoğrafını veya icmalî bir haritasını teşkil eder. Hem de o kütübde sekiz dokuz meseleyi, acele edip sana takdim edeceğim. Üçüncü Makale’den sonra eğer meşiet-i İlahiye taalluk etse ve tevfik-i Rabbanî refik olsa tafsilatını zikretmek fikrindeyim. İşte mevzu ve zemin budur:
Zannediyorum: Şimdi şu mukaddimat üzerine terettüp edecek olan kütüb-ü selâseyi, ne mahiyette olduklarını görmek istiyorsun fakat daha sabret. Şimdilik sana bir mevzu söyleyeceğim ki: O kütübün bir zemin-i icmalîsini, tabir-i diğer ile küçük bir fotoğrafını veya icmalî bir haritasını teşkil eder. Hem de o kütübde sekiz dokuz meseleyi, acele edip sana takdim edeceğim. Üçüncü Makale’den sonra eğer meşiet-i İlahiye taalluk etse ve tevfik-i Rabbanî refik olsa tafsilatını zikretmek fikrindeyim. İşte mevzu ve zemin budur:


487. satır: 497. satır:
Hakikatlerini beyan edeceğim tâ dinin düşmanlarının gözleri kapatılsın ve dostlarının gözleri dahi açılsın. İşte başlıyorum:
Hakikatlerini beyan edeceğim tâ dinin düşmanlarının gözleri kapatılsın ve dostlarının gözleri dahi açılsın. İşte başlıyorum:


= BİRİNCİ MESELE =
== BİRİNCİ MESELE ==
 
Senin munsif olan zihnine malûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına, muhakkikîn-i İslâm –eğerçi ittifak-ı sükûtîyle olsa– ittifak etmişlerdir.
Senin munsif olan zihnine malûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına, muhakkikîn-i İslâm –eğerçi ittifak-ı sükûtîyle olsa– ittifak etmişlerdir.


518. satır: 529. satır:
Zaaf-ı akideye veyahut sofestaî mezhebine olan meyle; veyahut daha almamış, yeni müşteri olmasına işaret eden umûrun biri de “Bu hakikat, dine münafîdir.” olan kelime-i hamkadır. Zira bürhan-ı kat’î ile sabit olan bir şeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduğuna ihtimal veren ve münafatından havf eden adam, hâlî değil ya dimağında bir sofestaî gizlenmiş, karıştırıyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilal ediyor veyahut yeniden dine müşteri olmuş, tenkit ile almak istiyor.
Zaaf-ı akideye veyahut sofestaî mezhebine olan meyle; veyahut daha almamış, yeni müşteri olmasına işaret eden umûrun biri de “Bu hakikat, dine münafîdir.” olan kelime-i hamkadır. Zira bürhan-ı kat’î ile sabit olan bir şeyi hak ve hakikat olan dine muhalif olduğuna ihtimal veren ve münafatından havf eden adam, hâlî değil ya dimağında bir sofestaî gizlenmiş, karıştırıyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilal ediyor veyahut yeniden dine müşteri olmuş, tenkit ile almak istiyor.


= İKİNCİ MESELE =
== İKİNCİ MESELE ==


Pûşide olmasın, Sevr ve Hut’un kıssa-i meşhuresi İslâmiyet’in dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen Mukaddime-i Sâlise’ye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyet’e dâhil olmuştur. Amma İbn-i Abbas’a olan nisbetin ittisali ise Dördüncü Mukaddime’nin âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: “Arz, sevr ve hut üzerindedir.” Hadîs olarak rivayet ediliyor.
Pûşide olmasın, Sevr ve Hut’un kıssa-i meşhuresi İslâmiyet’in dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen Mukaddime-i Sâlise’ye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyet’e dâhil olmuştur. Amma İbn-i Abbas’a olan nisbetin ittisali ise Dördüncü Mukaddime’nin âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: “Arz, sevr ve hut üzerindedir.” Hadîs olarak rivayet ediliyor.
550. satır: 561. satır:
Zira yerin imareti nev-i beşer iledir. Nev-i beşerden olan ehl-i kura’nın menba-i hayatları ziraat iledir. Ziraat ise öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin a’zam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri balığın cevfinde ve hutun üstündedir. كُلُّ الصَّي۟دِ فٖى جَو۟فِ ال۟فَرَا meselesine mâsadaktır. Bu latîf bir cevaptır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler.
Zira yerin imareti nev-i beşer iledir. Nev-i beşerden olan ehl-i kura’nın menba-i hayatları ziraat iledir. Ziraat ise öküzün omuzu üstündedir ve zimmetindedir. Kısm-ı diğeri olan ehl-i sevahilin a’zam-ı maişetleri, belki ehl-i medeniyetin büyük bir maden-i ticaretleri balığın cevfinde ve hutun üstündedir. كُلُّ الصَّي۟دِ فٖى جَو۟فِ ال۟فَرَا meselesine mâsadaktır. Bu latîf bir cevaptır. Mizah da olsa haktır. Zira mizah etse de yalnız hak söyler.


Faraza sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmişse fenn-i beyanda olan
Faraza sâil keyfiyet-i hilkatten sual etmişse fenn-i beyanda olan تَلَقَّى السَّامِعُ بِغَي۟رِ ال۟مُتَرَقَّبِ kaidesinin üslub-u hakîmanesiyle, lâzım ve istediği cevabı vermiştir. Yoksa hasta olan sâil iştiha-i kâzibiyle istediği cevabı vermemiştir.
 
تَلَقَّى السَّامِعُ بِغَي۟رِ ال۟مُتَرَقَّبِ kaidesinin üslub-u hakîmanesiyle, lâzım ve istediği cevabı vermiştir. Yoksa hasta olan sâil iştiha-i kâzibiyle istediği cevabı vermemiştir.


Ve يَسَ۟ٔلُونَكَ عَنِ ال۟اَهِلَّةِ قُل۟ هِىَ مَوَاقٖيتُ لِلنَّاسِ bu hakikate bir beraatü’l-istihlaldir.
Ve يَسَ۟ٔلُونَكَ عَنِ ال۟اَهِلَّةِ قُل۟ هِىَ مَوَاقٖيتُ لِلنَّاسِ bu hakikate bir beraatü’l-istihlaldir.
562. satır: 571. satır:
Bunu bildikten sonra insafla dikkat et! Beşinci Mukaddime’nin sırrıyla ehl-i hayalin ihtira-kerdesi olan kıssa-i acibe-i meşhurede acaba hikmet-i ezeliyeye isnad-ı abesiyet ve sanat-ı İlahiyede ispat-ı israf ve bürhan-ı Sâni’ olan nizam-ı bedîi ihlâl etmekten başka ne ile tevil olunacaktır? Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne…
Bunu bildikten sonra insafla dikkat et! Beşinci Mukaddime’nin sırrıyla ehl-i hayalin ihtira-kerdesi olan kıssa-i acibe-i meşhurede acaba hikmet-i ezeliyeye isnad-ı abesiyet ve sanat-ı İlahiyede ispat-ı israf ve bürhan-ı Sâni’ olan nizam-ı bedîi ihlâl etmekten başka ne ile tevil olunacaktır? Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne…


= ÜÇÜNCÜ MESELE =
== ÜÇÜNCÜ MESELE ==


<center>'''Kaf Dağı’dır'''</center>
'''Kaf Dağı’dır'''


'''İşaret:'''
'''İşaret:'''
572. satır: 581. satır:
'''Tenbih:'''
'''Tenbih:'''


Vaktâ ki bu böyledir. “Kaf”a işaret eden kat’iyyü’l-metinlerden yalnız قٓ وَ ال۟قُر۟اٰنِ ال۟مَجٖيدِ dir. Halbuki caizdir “Kaf” “Sad” gibi olsun. Dünyanın şarkında değil belki ağzın garbındadır. Şu ihtimal ile delil yakîniyetten düşer. Hem de kat’iyyü’d-delâlet bundan başka olmadığının bir delili, Şer’in müçtehidlerinden olan Karafî’nin
Vaktâ ki bu böyledir. “Kaf”a işaret eden kat’iyyü’l-metinlerden yalnız قٓ وَ ال۟قُر۟اٰنِ ال۟مَجٖيدِ dir. Halbuki caizdir “Kaf” “Sad” gibi olsun. Dünyanın şarkında değil belki ağzın garbındadır. Şu ihtimal ile delil yakîniyetten düşer. Hem de kat’iyyü’d-delâlet bundan başka olmadığının bir delili, Şer’in müçtehidlerinden olan Karafî’nin لَا اَص۟لَ لَهُ demesidir. Lâkin İbn-i Abbas’a isnad olunan keyfiyet-i meşhuresi, Dördüncü Mukaddime’ye bak, vech-i nisbeti sana temessül edecektir. Halbuki İbn-i Abbas’ın her söylediği sözü, hadîs olması lâzım gelmediği gibi her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lâzım gelmez. Zira İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.
 
لَا اَص۟لَ لَهُ demesidir. Lâkin İbn-i Abbas’a isnad olunan keyfiyet-i meşhuresi, Dördüncü Mukaddime’ye bak, vech-i nisbeti sana temessül edecektir. Halbuki İbn-i Abbas’ın her söylediği sözü, hadîs olması lâzım gelmediği gibi her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lâzım gelmez. Zira İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.


'''Eğer dersen:''' “Muhakkikîn-i sofiye “Kaf”a dair pek çok tasviratta bulunmuşlardır.”
'''Eğer dersen:''' “Muhakkikîn-i sofiye “Kaf”a dair pek çok tasviratta bulunmuşlardır.”
594. satır: 601. satır:
'''Ve râbian:''' Neden caiz olmasın ki “Kaf” daire-i ufuktan tecelli eden silsile-i a’zamdan ibaret ola... Nasıl ufkun ismi de “Kaf”a me’haz olabilir. Zira devair-i mütedâhile gibi nereye bakılırsa silsilelerden bir daire görülür. Gide gide nazar kalır, hayale teslim eder. En-nihayet hayal ise selâsil-i cibalden bir daire-i muhiti tahayyül eder ki semanın etrafına temas ediyor. Küreviyet sırrıyla, beş yüz sene de uzak olursa yine muttasıl görünür.
'''Ve râbian:''' Neden caiz olmasın ki “Kaf” daire-i ufuktan tecelli eden silsile-i a’zamdan ibaret ola... Nasıl ufkun ismi de “Kaf”a me’haz olabilir. Zira devair-i mütedâhile gibi nereye bakılırsa silsilelerden bir daire görülür. Gide gide nazar kalır, hayale teslim eder. En-nihayet hayal ise selâsil-i cibalden bir daire-i muhiti tahayyül eder ki semanın etrafına temas ediyor. Küreviyet sırrıyla, beş yüz sene de uzak olursa yine muttasıl görünür.


= DÖRDÜNCÜ MESELE =
== DÖRDÜNCÜ MESELE ==


<center>'''Sedd-i Zülkarneyn’dir'''</center>
'''Sedd-i Zülkarneyn’dir'''


Nasıl bildin ki: Bir şeyin vücudunu bilmek, o şeyin keyfiyet ve mahiyetini bilmekten ayrıdır. Hem de bir kaziye, çok ahkâmı tazammun eder. O ahkâmın bazısı zarurî ve bazısı dahi nazarî ve “muhtelefün fîha”dır.
Nasıl bildin ki: Bir şeyin vücudunu bilmek, o şeyin keyfiyet ve mahiyetini bilmekten ayrıdır. Hem de bir kaziye, çok ahkâmı tazammun eder. O ahkâmın bazısı zarurî ve bazısı dahi nazarî ve “muhtelefün fîha”dır.
632. satır: 639. satır:
Bundan sonra On İkinci Mukaddime’nin fatihasında bir tevil-i âher sana feth-i bab eder. Şöyle: Kur’an hısası için kısası zikrettiği gibi ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’aniyeden bir maksadına münasip noktaları intihab ve rabt-ı maksada ittisal ettiriyor. Eğerçi hariçte ve husulde birbirinin nârı veya nuru birbiriyle görünmediği halde, zihninde ve üslupta teanuk ve musahabet edebilirler.
Bundan sonra On İkinci Mukaddime’nin fatihasında bir tevil-i âher sana feth-i bab eder. Şöyle: Kur’an hısası için kısası zikrettiği gibi ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’aniyeden bir maksadına münasip noktaları intihab ve rabt-ı maksada ittisal ettiriyor. Eğerçi hariçte ve husulde birbirinin nârı veya nuru birbiriyle görünmediği halde, zihninde ve üslupta teanuk ve musahabet edebilirler.


Hînâ ki kıssa hisse içindir, sana ne lâzım teşrihatı; nasıl olursa olsun sana taalluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de Onuncu Mukaddime’den istizhar et. Göreceksin: Mecaz mecaza kapı açar ve
Hînâ ki kıssa hisse içindir, sana ne lâzım teşrihatı; nasıl olursa olsun sana taalluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de Onuncu Mukaddime’den istizhar et. Göreceksin: Mecaz mecaza kapı açar ve تَغ۟رُبُ ( الشَّم۟سُ ) فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ zâhir-perestleri dışarıya sürüyor.
 
تَغ۟رُبُ ( الشَّم۟سُ ) فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ zâhir-perestleri dışarıya sürüyor.


Malûm olsun ki: Esalib-i Arap’ta tecelli eden hüccetullahın miftahı, yalnız istiare ve mecaz üzerine müesses ve asl-ı i’caz olan belâgattır. Yoksa şöhret sebebiyle yalancı hadsle lakîta olunan ve rızaları olmadığı halde esdaf-ı âyâtta saklanan boncuklar değildir. İstersen Onuncu Mukaddime’nin Hâtimesi’ni istişmamla zevk et. Zira hitamı misktir ve içinde baldır.
Malûm olsun ki: Esalib-i Arap’ta tecelli eden hüccetullahın miftahı, yalnız istiare ve mecaz üzerine müesses ve asl-ı i’caz olan belâgattır. Yoksa şöhret sebebiyle yalancı hadsle lakîta olunan ve rızaları olmadığı halde esdaf-ı âyâtta saklanan boncuklar değildir. İstersen Onuncu Mukaddime’nin Hâtimesi’ni istişmamla zevk et. Zira hitamı misktir ve içinde baldır.
648. satır: 653. satır:
Şu tafsilden maksat; tefsiri tevilden, kat’îyi zannîden, vücudu keyfiyetten, hükmü etrafın teşrihatlarından, manayı mâsadaktan, vukuu imkândan temyiz ve tefrik ile bir yol açmaktır.
Şu tafsilden maksat; tefsiri tevilden, kat’îyi zannîden, vücudu keyfiyetten, hükmü etrafın teşrihatlarından, manayı mâsadaktan, vukuu imkândan temyiz ve tefrik ile bir yol açmaktır.


= BEŞİNCİ MESELE =
== BEŞİNCİ MESELE ==


Meşhurdur: “Cehennem yer altındadır.” Fakat biz Ehl-i Sünnet ve Cemaat kat’an ve yakînen yerini tayin edemeyiz. Lâkin zâhir olan tahtiyettir ve yer altında olmasıdır. Buna binaen derim:
Meşhurdur: “Cehennem yer altındadır.” Fakat biz Ehl-i Sünnet ve Cemaat kat’an ve yakînen yerini tayin edemeyiz. Lâkin zâhir olan tahtiyettir ve yer altında olmasıdır. Buna binaen derim:
668. satır: 673. satır:
Umum fünunun gösterdiği intizamın şehadetiyle ve hikmetin istikra-i tammının irşadıyla ve cevher-i insaniyetin remziyle ve âmâl-i beşerin tenahîsizliğinin îmasıyla, yevm ve sene gibi çok envada olan birer nevi kıyamet-i mükerrerenin telmihiyle ve adem-i abesiyetin delâletiyle ve hikmet-i ezeliyenin telvihiyle ve rahmet-i bîpâyan-ı İlahiyenin işaretiyle ve Nebiyy-i Sadık’ın lisan-ı tasrihiyle ve Kur’an-ı Mu’ciz’in hidayetiyle, cennet-âbâd olan saadet-i uhreviyeden nazar-ı aklın temaşası için sekiz kapı, iki pencere açılır.
Umum fünunun gösterdiği intizamın şehadetiyle ve hikmetin istikra-i tammının irşadıyla ve cevher-i insaniyetin remziyle ve âmâl-i beşerin tenahîsizliğinin îmasıyla, yevm ve sene gibi çok envada olan birer nevi kıyamet-i mükerrerenin telmihiyle ve adem-i abesiyetin delâletiyle ve hikmet-i ezeliyenin telvihiyle ve rahmet-i bîpâyan-ı İlahiyenin işaretiyle ve Nebiyy-i Sadık’ın lisan-ı tasrihiyle ve Kur’an-ı Mu’ciz’in hidayetiyle, cennet-âbâd olan saadet-i uhreviyeden nazar-ı aklın temaşası için sekiz kapı, iki pencere açılır.


= ALTINCI MESELE =
== ALTINCI MESELE ==


Muhakkaktır ki: Tenzil’in hâssa-i cazibedarı, i’cazdır. İ’caz ise belâgatın yüksek tabakasından tevellüd eder. Belâgat ise hasais ve mezaya, bâhusus istiare ve mecaz üzere müessesedir. Kim istiare ve mecaz dürbünüyle temaşa etmezse mezayasını göremez. Zira ezhan-ı nâsın te’nisi için esalib-i Arap’ta yenabi-i ulûmu isale eden Tenzil’in içinde tenezzülat-ı İlahiye tabir olunan müraat-ı efhâm ve ihtiram-ı hissiyat ve mümaşat-ı ezhan vardır.
Muhakkaktır ki: Tenzil’in hâssa-i cazibedarı, i’cazdır. İ’caz ise belâgatın yüksek tabakasından tevellüd eder. Belâgat ise hasais ve mezaya, bâhusus istiare ve mecaz üzere müessesedir. Kim istiare ve mecaz dürbünüyle temaşa etmezse mezayasını göremez. Zira ezhan-ı nâsın te’nisi için esalib-i Arap’ta yenabi-i ulûmu isale eden Tenzil’in içinde tenezzülat-ı İlahiye tabir olunan müraat-ı efhâm ve ihtiram-ı hissiyat ve mümaşat-ı ezhan vardır.
686. satır: 691. satır:
Hem de eğer vehim ile bu kasr-ı müşeyyed-i âlemden tecerrüd edip uzaktan hikmet dürbünüyle mehd-i beşer olan yere ve sakf-ı merfu’ olan semaya temaşa edersen sonra silsile-i cibalde temessül ve etraf-ı semaya temas eden daire-i ufuk ile mahdud olan semayı, bir fustat gibi yerin üstüne vaz’ ve cibal evtadıyla rabtolunmuş bir çadır kubbesini tahayyül ve tevehhüm edersen müttehem edemezler. Sekizinci Mesele’nin Tenbih’inde bir iki misal daha gelecektir.
Hem de eğer vehim ile bu kasr-ı müşeyyed-i âlemden tecerrüd edip uzaktan hikmet dürbünüyle mehd-i beşer olan yere ve sakf-ı merfu’ olan semaya temaşa edersen sonra silsile-i cibalde temessül ve etraf-ı semaya temas eden daire-i ufuk ile mahdud olan semayı, bir fustat gibi yerin üstüne vaz’ ve cibal evtadıyla rabtolunmuş bir çadır kubbesini tahayyül ve tevehhüm edersen müttehem edemezler. Sekizinci Mesele’nin Tenbih’inde bir iki misal daha gelecektir.


= YEDİNCİ MESELE =
== YEDİNCİ MESELE ==
 
Kur’an’da zikrolunan: دَحٰيهَا ve سُطِحَت۟ ve فُرِّشَت۟ ve


تَغ۟رُبُ ( الشَّم۟سُ ) فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ ve emsalleri gibi bazı ehl-i zâhir tağlit-ı ezhan için onlar ile temessük ederler. Lâkin müdafaaya biz muhtaç değiliz. Zira müfessirîn-i izam, âyâtın zamairindeki serairleri izhar eylemişlerdir. Bize hâcet bırakmamışlar fakat bir ders-i ibret vermişler ve sermeşk yazmışlar.
Kur’an’da zikrolunan: دَحٰيهَا ve سُطِحَت۟ ve فُرِّشَت۟ ve تَغ۟رُبُ ( الشَّم۟سُ ) فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ ve emsalleri gibi bazı ehl-i zâhir tağlit-ı ezhan için onlar ile temessük ederler. Lâkin müdafaaya biz muhtaç değiliz. Zira müfessirîn-i izam, âyâtın zamairindeki serairleri izhar eylemişlerdir. Bize hâcet bırakmamışlar fakat bir ders-i ibret vermişler ve sermeşk yazmışlar.


وَلٰكِن۟ بَكَو۟ا قَب۟لٖى فَهَيَّجُوا لِىَ ال۟بُكَاءَ
وَلٰكِن۟ بَكَو۟ا قَب۟لٖى فَهَيَّجُوا لِىَ ال۟بُكَاءَ
وَ هَي۟هَاتَ ذُو رَح۟مٍ يَرُقُّ لِبُكَائٖى
وَ هَي۟هَاتَ ذُو رَح۟مٍ يَرُقُّ لِبُكَائٖى


700. satır: 702. satır:
Eğer denilse: “Bakınız nasıl arz küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuştur, denizin tasallutundan kurtulmuş.” Veyahut “Nasıl şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor.” Veyahut “Nasıl binler sene ile uzak olan şems, ayn-ı hamiede gurûb ediyor.” Maânî-i âyât kinayetten sarahate çıkmış oluyor. Evet, şu garabet noktaları, belâgat nükteleridir.
Eğer denilse: “Bakınız nasıl arz küreviyetiyle beraber musattaha ve size mehd olmuştur, denizin tasallutundan kurtulmuş.” Veyahut “Nasıl şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor.” Veyahut “Nasıl binler sene ile uzak olan şems, ayn-ı hamiede gurûb ediyor.” Maânî-i âyât kinayetten sarahate çıkmış oluyor. Evet, şu garabet noktaları, belâgat nükteleridir.


= SEKİZİNCİ MESELE =
== SEKİZİNCİ MESELE ==


'''İşaret:'''
'''İşaret:'''
730. satır: 732. satır:
'''Yedinci Bela:''' Muarrefi münekker eden biri de: Hareke gibi bir arazı, zatiye ve ayniyeye hasrettiklerinden “gayr-ı men hüve leh” olan vasf-ı cariyi inkâr etmek lâzım geldiğinden şems-i hakikat tarz-ı cereyanından çıkarılmıştır. Acaba böyleler Arapların üsluplarına hiç nazar etmemişlerdir ki nasıl diyorlar: Dağlar bize rast geldi. Sonra bizden ayrıldı. Başka bir dağ başını çıkardı. Sonra gitti, bizden müfarakat eyledi. Deniz dahi güneşi yuttu ilh… “Miftah-ı Sekkakî”de beyan olunduğu gibi pek çok yerlerde sanat-ı beyaniyeden olan kalb-i hayali, esrar-ı beyaniye için istimal etmektedirler. Bu ise deveran sırrıyla mağlata-i vehmiye üzerine müesses bir letafet-i beyaniyedir. Şimdi sermeşk olarak iki misal-i mühimmeyi beyan edeceğim. Tâ ki o minval üzerine işleyesin. Şöyle:
'''Yedinci Bela:''' Muarrefi münekker eden biri de: Hareke gibi bir arazı, zatiye ve ayniyeye hasrettiklerinden “gayr-ı men hüve leh” olan vasf-ı cariyi inkâr etmek lâzım geldiğinden şems-i hakikat tarz-ı cereyanından çıkarılmıştır. Acaba böyleler Arapların üsluplarına hiç nazar etmemişlerdir ki nasıl diyorlar: Dağlar bize rast geldi. Sonra bizden ayrıldı. Başka bir dağ başını çıkardı. Sonra gitti, bizden müfarakat eyledi. Deniz dahi güneşi yuttu ilh… “Miftah-ı Sekkakî”de beyan olunduğu gibi pek çok yerlerde sanat-ı beyaniyeden olan kalb-i hayali, esrar-ı beyaniye için istimal etmektedirler. Bu ise deveran sırrıyla mağlata-i vehmiye üzerine müesses bir letafet-i beyaniyedir. Şimdi sermeşk olarak iki misal-i mühimmeyi beyan edeceğim. Tâ ki o minval üzerine işleyesin. Şöyle:


وَ يُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِن۟ جِبَالٍ فٖيهَا مِن۟ بَرَدٍ ۝
وَ يُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِن۟ جِبَالٍ فٖيهَا مِن۟ بَرَدٍ ۝وَ الشَّم۟سُ تَج۟رٖى لِمُس۟تَقَرٍّ
 
وَ الشَّم۟سُ تَج۟رٖى لِمُس۟تَقَرٍّ


Şu iki âyet gayet şâyan-ı dikkattirler. Zira zâhire cümud, belâgatın hakkını cühud demektir. Zira birinci âyette olan istiare-i bedîa, o derece hararetlidir ki buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zâhir perdesini berk gibi yırtar. İkinci âyette belâgat o kadar müstekar ve muhkem ve parlaktır ki seyri için güneşi durdurur.
Şu iki âyet gayet şâyan-ı dikkattirler. Zira zâhire cümud, belâgatın hakkını cühud demektir. Zira birinci âyette olan istiare-i bedîa, o derece hararetlidir ki buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zâhir perdesini berk gibi yırtar. İkinci âyette belâgat o kadar müstekar ve muhkem ve parlaktır ki seyri için güneşi durdurur.
756. satır: 756. satır:
'''Sâlisen:''' Şemsin müstekarrı denilen taht-ı revanıyla ve seyyarat denilen asakir-i seyyaresiyle göçüp sahra-yı âlemde seyr ü seferi, mukteza-yı hikmet görünüyor. Zira kudret-i İlahiye her şeyi hay ve müteharrik kılmıştır ve sükûn-u mutlak ile hiçbir şeyi mahkûm etmemiştir. Mevtin biraderi ve ademin ammizadesi olan atalet-i mutlak ile rahmeti bırakmamış ki kaydedilsin. Öyle ise şems de hürdür. Kanun-u İlahîye itaat etmek şartıyla serbesttir, gezebilir. Fakat başkasının hürriyetini bozmamak gerektir ve şarttır. Evet şems, emr-i İlahîye temessül eden ve her bir hareketini meşiet-i İlahiyeye tatbik eden bir çöl paşasıdır. Evet cereyan, hakiki ve zatî olduğu gibi arazî ve hissî de olabilir. Nasıl hakikidir, öyle de mecazîdir. Bu mecazın menarı تَج۟رٖى dir. Üslubun ukde-i hayatiyesine telvih eden lafız لِمُس۟تَقَرٍّ dir.
'''Sâlisen:''' Şemsin müstekarrı denilen taht-ı revanıyla ve seyyarat denilen asakir-i seyyaresiyle göçüp sahra-yı âlemde seyr ü seferi, mukteza-yı hikmet görünüyor. Zira kudret-i İlahiye her şeyi hay ve müteharrik kılmıştır ve sükûn-u mutlak ile hiçbir şeyi mahkûm etmemiştir. Mevtin biraderi ve ademin ammizadesi olan atalet-i mutlak ile rahmeti bırakmamış ki kaydedilsin. Öyle ise şems de hürdür. Kanun-u İlahîye itaat etmek şartıyla serbesttir, gezebilir. Fakat başkasının hürriyetini bozmamak gerektir ve şarttır. Evet şems, emr-i İlahîye temessül eden ve her bir hareketini meşiet-i İlahiyeye tatbik eden bir çöl paşasıdır. Evet cereyan, hakiki ve zatî olduğu gibi arazî ve hissî de olabilir. Nasıl hakikidir, öyle de mecazîdir. Bu mecazın menarı تَج۟رٖى dir. Üslubun ukde-i hayatiyesine telvih eden lafız لِمُس۟تَقَرٍّ dir.


'''Elhasıl:''' Maksad-ı İlahîsi, nizam ve intizamı göstermektir. Nizam ise şems gibi parlıyor. كُلِ ال۟عَسَلَ وَلَا تَسَل۟ kaidesine binaen, nizamı intac
'''Elhasıl:''' Maksad-ı İlahîsi, nizam ve intizamı göstermektir. Nizam ise şems gibi parlıyor. كُلِ ال۟عَسَلَ وَلَا تَسَل۟ kaidesine binaen, nizamı intac eden hareket-i şems veyahut deveran-ı arz, hangisi olursa olsun, asıl maksadı ihlâl etmediği için sebeb-i aslînin taharrisine mecbur değiliz. Mesela قَالَ nin elifiyle hiffet hasıldır. Aslı ne olursa olsun, vav’a bedel kaf dahi olsa fark etmez. Yine elif, elif ve hafiftir.
 
eden hareket-i şems veyahut deveran-ı arz, hangisi olursa olsun, asıl
 
maksadı ihlâl etmediği için sebeb-i aslînin taharrisine mecbur değiliz. Mesela قَالَ nin elifiyle hiffet hasıldır. Aslı ne olursa olsun, vav’a bedel kaf dahi olsa fark etmez. Yine elif, elif ve hafiftir.


'''İşaret:'''
'''İşaret:'''
790. satır: 786. satır:
Âyâtın delail-i i’cazının miftahı ve esrar-ı belâgatın keşşafı, yalnız belâgat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir.
Âyâtın delail-i i’cazının miftahı ve esrar-ı belâgatın keşşafı, yalnız belâgat-ı Arabiyenin madenindendir. Yoksa felsefe-i Yunaniyenin destgâhından değildir.


<nowiki>*</nowiki> * *
=== Ey birader! ===


== Ey birader! ==
Vaktâ ki keşf-i esrar merakı bizi şu makama kadar getirdi. Biz de seni beraber çektik. Seni taciz ettik. Hem senin çok yorgunluğunu dahi biliriz. Şimdi Unsuru’l-Belâgat ve i’cazın miftahı olan İkinci Makale’nin içerisine seni gezdirmek istiyorum. Sakın o makalenin iğlak-ı üslubu ve içinde cilveger olan mesailin elbiselerinin perişaniyeti, seni temaşasından müteneffir etmesin. Zira iğlak eden, manasındaki dikkat ve kıymettir. Ve perişan eden ve ziynet-i zâhiriyeden müstağni eden, manasındaki cemal-i zatiyesidir.
Vaktâ ki keşf-i esrar merakı bizi şu makama kadar getirdi. Biz de seni beraber çektik. Seni taciz ettik. Hem senin çok yorgunluğunu dahi biliriz. Şimdi Unsuru’l-Belâgat ve i’cazın miftahı olan İkinci Makale’nin içerisine seni gezdirmek istiyorum. Sakın o makalenin iğlak-ı üslubu ve içinde cilveger olan mesailin elbiselerinin perişaniyeti, seni temaşasından müteneffir etmesin. Zira iğlak eden, manasındaki dikkat ve kıymettir. Ve perişan eden ve ziynet-i zâhiriyeden müstağni eden, manasındaki cemal-i zatiyesidir.


803. satır: 798. satır:
<center> [[Muhakemat/Mukaddime|Mukaddime]] ⇐ | [[Muhakemat]] | ⇒ [[İKİNCİ MAKALE]] </center>
<center> [[Muhakemat/Mukaddime|Mukaddime]] ⇐ | [[Muhakemat]] | ⇒ [[İKİNCİ MAKALE]] </center>
------
------
</translate>