82.102
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
384. satır: | 384. satır: | ||
Meşrutiyetin Bediüzzamanı | Meşrutiyetin Bediüzzamanı | ||
Şimdikinin de Bid’atüzzamanı | Şimdikinin de Bid’atüzzamanı | ||
'''Said Nursî''' | |||
== HÂTİME == | |||
Vatandaşlarıma ve kardeşlerime burada birkaç söz söylemezsem bence bahis nâtamam kalır. | |||
Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-yı vahşette yatmakla, gaflet sizi yağma edecektir. | |||
Hikmet denilen makine-i âlemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme uzanan ve dal budak salan kanun-u nurani-yi İlahiyenin müessisi olan hikmet-i İlahiye, ufk-u ezelden kaderin parmağını kaldırmış, size emrediyor ki: Tefrika ile müteferrik su gibi katre katre zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle yani İslâmiyet milliyeti ile tevhid ve mezc ederek zerratın cazibe-i cüz’iyeleri gibi bir cazibe-i umumî-i vatanî teşkil ile bu kütle-i azîmi, küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiyenin cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba ile muvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza ediniz. | |||
Hem de hürriyet-i şer’iye denilen yüksek bir hakikat-i içtimaiye, Sübhan ve Ağrı Dağları gibi istikbalin cibal-i şâhikasının tepesinde ayağa kalkmış ve esaret-i nefis altına girmeyi yasak etmiş ve gayra tecavüzü tecviz etmeyerek şeriata istinad etmiş olan sultan-ı hürriyet-i şer’iye, yüksek sadâ ile sizin gibi mazinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik insanlara “Fen ve sanat silahıyla cehalet ve fakra hücum ediniz!” emrini veriyor. | |||
Hem de ihtiyaç denilen medeniyetin pederi ve terakkiyatın müessisi olan üstad-ı ihtiyaç, sillesini kaldırmış, size hükmediyor ki ya hayat-ı hürriyetinizi bu sahra-yı vahşette yağmacılara vereceksiniz veyahut meydan-ı medeniyette fen ve sanat balonuna ve şimendiferine binerek istikbali istikbal ve ecnebi ellerine geçen o emval-i müttefikayı istirdad ederek kâbe-i kemalâta koşacaksınız. | |||
Hem de İslâmiyet milliyeti denilen mazi derelerinde ve hal sahralarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan ve Salahaddin-i Eyyübî ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zâl gibi ecdadlarınızdan emsalleri gibi dâhî kahramanlar ile bir çadırda oturan bir aile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve hayat-ı ulviyenin enmuzeci olan İslâmiyet milliyeti size emr-i kat’î ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum İslâm’ın ma’kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâm’ın ferdî bir misal-i müşahhası olunuz. Zira maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teali eder. | |||
Hem de meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi, istibdat ve tahakkümün belasından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mâyesiyle mayalandıran meşrutiyet-i meşrua, sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki sinn-i rüşde büluğunuzu ve vâsîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihatla gösteriniz ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi, milletin kalp ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek ve şehadetname-i hürriyeti elinize vermeyecektir. | |||
Evet, mazinin sahralarında keşmekeşliğinize sebebiyet veren her birinizdeki meylü’l-ağalık ve fikr-i hodserane ve enaniyet, şimdi istikbalin saadet-saray-ı medeniyetinde fikr-i icada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikr-i hürriyete inkılab edecektir, inşâallah… | |||
Hattâ diyebilirim ki: Ey Şark Vilayetlerindeki vatandaşlarım! Başkalarının sükûtî medreselerine nisbeten, sizin gürültülü olan medreseleriniz bir meclis-i mebusan-ı ilmiyeyi gösteriyor. Hem Şafiî olduğunuzdan ve imam arkasında kıraat-ı Fatiha ile semavî ve ruhanî vızıltılarınız sizi mezheben ve medreseten ve fıtraten وَ اَن۟ لَي۟سَ لِل۟اِن۟سَانِ اِلَّا مَا سَعٰى nın başka bir unvanı olan teşebbüs-ü şahsiyeye teşvik ediyor. | |||
Hem de her bir kemalin müessis ve hâmisi olan cesaret ve namus-u millet-i İslâmiye sizlere emrediyor ki: Nasıl ki şimdiye kadar dimağdan kalbe mecra açmakla, aklı kuvvete mezc ederek maarifinizi kılınçlarınızın hutut-u cevherinden öğrenmekle şecaat-i maddiyede terakki ettiniz. Şimdi ise kalpten fikre karşı menfez açınız. Kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz. Tâ ki şecaat-i akliye-i medeniyet meydanında, namus-u millet-i İslâmiye pâyimal olmasın. Kılınçlarınızı, fen ve sanat ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’aniye cevherinden yapmalısınız. | |||
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى | |||
'''Bediüzzaman Said Nursî''' | |||
== [[Hutbe-i_Şamiye#Yaşasın_Şeriat-ı_Ahmedî_(A.S.M)|Yaşasın Şeriat-ı Ahmedî]] == | |||
== [[Hutbe-i_Şamiye#Sadâ-yı_Hakikat|Sadâ-yı Hakikat]] == | |||
== Yaşasın Kur’an-ı Kerîm’in Kanun-u Esasîleri == | |||
(Kırk beş sene evvel dinî ceridelerde neşredilen, Eski Said’in o dindar mebuslara hitaben bir makalesidir.) | |||
29 Şubat 1324 | |||
Mart 1909 | |||
Dinî ceride No: 73 | |||
Ey mebusan! Uzunluğu ile beraber gayet mûciz bir tek cümle söyleyeceğim. Dikkat ediniz, zira itnabında yani uzunluğunda îcaz var. Şöyle ki: | |||
Cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasî denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem’-i kuvvet, bu unvan ile beraber asıl mâlik-i hakiki ve sahib-i unvan-ı muhteşem olan | |||
ve müessir ve adalet-i mahzayı mutazammın bulunan | |||
ve nokta-i istinadımızı temin eden | |||
ve meşrutiyeti ve cumhuriyeti bir esas-ı metine istinad ettiren | |||
ve evham ve şükûk sahibini varta-i hayretten kurtaran | |||
ve istikbal ve âhiretimizi tekeffül eden | |||
ve menafi-i umumiye olan hukukullahı izinsiz tasarruftan sizi tahlis eden | |||
ve hayat-ı milliyemizi muhafaza eden | |||
ve umumî ezhanı manyetizmalandıran | |||
ve ecanibe karşı metanetimizi ve kemalimizi ve mevcudiyetimizi gösteren | |||
ve sizi muaheze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran | |||
ve maksat ve neticede ittihad-ı umumiyeyi tesis eden | |||
ve o ittihadın ruhu olan efkâr-ı âmmeyi tevlid eden | |||
ve çürük mesavî-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden | |||
ve bizi Avrupa dilenciliğinden kurtaran | |||
ve geri kaldığımız uzun mesafe-i terakkiyi, sırr-ı i’caza binaen bir zaman-ı kāsırda tayyettiren | |||
ve Arap ve Turan ve İran ve Samileri yani beraber olanları tevhid ederek az zaman içinde bize bir büyük kıymet verdiren | |||
ve şahs-ı manevî-i hükûmeti Müslüman gösteren | |||
ve kanun-u esasînin ruhunu ve On Birinci Madde’yi muhafaza ile sizi hıns-ı yeminden (yemin bozmaktan) kurtaran | |||
ve Avrupa’nın eski zann-ı fâsidlerini tekzip eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın Hâtemü’l-enbiya ve şeriatının ebedî olduğunu tasdik ettiren | |||
ve muharrib-i medeniyet olan ve anarşiliğe yol açan dinsizliğe karşı set çeken | |||
ve zulmet-i tebayün-ü efkârı ve teşettüt-ü ârâyı safha-i nuranisi ile ortadan kaldıran | |||
ve umum ulema ve vaizleri ittihat ve saadet-i millete ve icraat-ı hükûmeti meşruta-i meşruaya hâdim eden | |||
ve adalet-i mahzası merhametli olduğundan anâsır-ı gayr-ı müslimeyi daha ziyade telif ve rabteden | |||
ve en cebîn ve âmî adamı en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakiki-i terakki ile ve fedakârlık ve hubb-u vatanla mütehassis eden | |||
ve hēdim-i medeniyet olan sefahet ve israfattan ve havaic-i gayr-ı zaruriyeden bizi halâs eden | |||
ve muhafaza-i âhiretle beraber imar-ı dünya etmekle sa’ye neşat veren | |||
ve hayat-ı medeniye olan ahlâk-ı hasene ve hissiyat-ı ulviyenin düsturlarını öğreten | |||
ve her birinizi ey mebuslar elli bin kişinin takazasını yani haklarını sizden dava etmelerini hakkınızda tebrie eden | |||
ve sizi icma-ı ümmete küçük bir misal-i meşru gösteren | |||
ve hüsn-ü niyete binaen a’malinizi ibadet gibi ettiren | |||
ve üç yüz milyon Müslüman’ın hayat-ı maneviyesine sû-i kasddan ve cinayetten sizi tahlis eden | |||
ol Kur’an-ı Mukaddes’in düsturları unvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize me’haz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaid ile beraber ne gibi bir şey kaybedeceksiniz? Vesselâm… | |||
Yaşasın Kur’an’ın kanun-u esasîleri! | |||
'''Said Nursî''' | |||
== Hürriyete Hitap == | |||
Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun, benim gibi bir şarklıyı tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan bu millet-i mazlumenin de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse… | |||
El-azametü lillah ve’l-minnetü lehü ki bizi kabr-i vahşet ve istibdattan ihraç ve cennet-i ittihat ve muhabbet-i milliyeye davet etti. | |||
Yâ Rab! Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki ve’l-ba’sü ba’de’l-mevt hakikatinin küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki: | |||
Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler يَا لَي۟تَنٖى كُن۟تُ تُرَابًا demeye başladılar. Yeni Hükûmet-i Meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için inşâallah bir seneye kadar تَكَلَّمَ فِى ال۟مَه۟دِ صَبِيًّا sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilane, sabûrane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki azapsız cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlali olan kanun-u şer’î, hâzin-i cennet gibi bizi duhûle davet ediyor. | |||
Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dâhil olalım! | |||
'''Birinci''' kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb | |||
'''İkincisi''', muhabbet-i milliye | |||
'''Üçüncüsü''', maarif | |||
'''Dördüncüsü''', sa’y-i insanî | |||
'''Beşincisi''', terk-i sefahettir. | |||
Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zira davete icabet vâcibdir. | |||
Bu inkılab-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki: | |||
Bu inkılab, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidad-ı terakkiye karşı setleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevahir-i insaniyeti izhar ve âzade olarak kâbe-i kemalâta doğru gönderdiği gibi hâtimesi de yani otuz sene kadar rengârenk sefahet ve israfat ve hevesat ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, hükûmet-i müstebide gibi inkıraza sevk eden umûrlar maddeten zararını ihsas edeceğinden o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan şems-i şeriat ve ma’kesi olan kamer-i medeniyet berrak ve saf ve esasatta Asya’yı ve Rumeli’ni tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemalin tohumları hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bularak rengârenk elvan ile tezyin edeceğini bu fâl-i hayır bize müjde veriyor. | |||
Bir mu’cize-i Peygamberîdir (asm) ve bu millet-i mazlumeye bir inayet-i İlahîdir ve cemiyet-i milliyenin niyet-i hâlisanesinin bir kerametidir ki bu maden-i saadet ve hürriyet olan şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen girdi. Milel-i saire milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyat ve âmâl ve müyulat-ı âliye-i milliyemizi ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen (cezbe tutmuş mevlevî gibi) meczup cevvalin sımahında tanin-endaz ve umum milleti sürur ile bir garib ihtizaza getiren sadâ-yı hürriyet ve adalet, nefh-i sûr-u İsrafil gibi hayatlandırıyor. | |||
Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; şeriat-ı garra üzerine müesses olan kanun-u esasî Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü. | |||
Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî (asm) ile şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri zaman-ı kāsırada tekemmül-ü mebâdi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. | |||
Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik. | |||
Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki: | |||
Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. (<ref>Hâşiye: Evet, daha dehşetli bir istibdat ile pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.</ref>) Zira hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdab-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşv ü nema bulur. Sadr-ı evvelin yani sahabe-i kiramın o zamanda âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hüküm-ferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeaya bir bürhan-ı bâhirdir. | |||
Yoksa hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve heva-i nefse ittibada serbestiyet ile tefsir ve amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatini gösterir. Zira sefih mahcurdur. | |||
Geniş ve müşa’şa olan yeni hürriyet-i şer’iyeye adem-i liyakat (zira çocuğa geniş olmaz) şanlı olan ittihad-ı millîyi, bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecektir. Zira ehl-i takva ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır. | |||
Biz millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i istidad-ı milliyemize kadınların libası gibi süslü sefahet ve hevesat ve israfat yakışmıyor. Binaenaleyh aldanmayalım خُذ۟ مَا صَفَا دَع۟ مَا كَدَرَ kaidesini düsturu’l-amel yapalım. Şöyle ki: | |||
Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız. | |||
Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki ecnebilerde mehasin-i medeniye-i kesîresiyle muhat olduğu için çirkinliğini o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû-i tâli’ cihetiyle ve sû-i intihab tarîkıyla müşkilü’t-tahsil mehasin-i medeniyeti terk edip çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes gibi (yani kadınlaşmış erkek gibi) veya mütereccile gibi (yani erkekleşmiş kadın gibi) oluruz. Kadın, erkek gibi giyinse maskara olur. Erkek, kadın gibi süslense muhannesliktir, yakışmaz. Mert ve âlîhimmet, zîb ü zîverle muzahref, cilveli hanım gibi olmamalı. | |||
'''Elhasıl:''' Zünub ve mesavî-i medeniyeti, hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülâl-i ayni’l-hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. | |||
Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bulduğu için iki cihetle sarılmak zarurîdir. | |||
Ey hamiyetli ebna-yı vatan! Cemiyet-i millî ruhlarını feda etmekle saadetimize yol açtılar. Biz de bazı lezaizimizi terk ile onlara yardım edeceğiz. Zira o sofra-yı nimete beraber oturuyoruz. Efkâr-ı fâside sahibi yani hürriyet altında istibdadı ve mezalimi arzu edenler, mevt-i ebedîye mazhar olan ve zaman-ı mazinin çukurunda medfun olan istibdadatı veyahut seyl-i hurûşan-ı zaman içinde yuvarlanmış olan mezalimi, bir daha temaşa etmemek için tarih-i hayat-ı hürriyetin beyanıyla, mazi ve hal meyanında delinmez bir sedd-i âhenîn çekmek istiyorum. Şöyle ki: | |||
Bu inkılab, doğurduğu hürriyeti eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. Eğer veba-yı ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa istibdad-ı mutlaka dönecek, o çocuk ölecek. Hürriyet tam zamanında doğdu. Ahval ve ilcaat-ı zaman tam terbiyesine hizmet ister. Sun’î ve ihtiyarî değil tâ ki çok külfete muhtaç olsun. Eski zaman gibi bu kadar tazyikatın tesiriyle meyusiyet ve mahv olmak şanından olmayan hamiyet-i İslâmiye o kadar galeyana gelmiş ki güya hürriyet rahm-ı maderde tekmil yaşa kadar gelmiş. Kadem-nihade-i saha-i vücud olduğu anda hüküm-fermalığını ilan ve hiçbir müsademata karşı tezelzüle ve delmeye uğramayacak bir sedd-i âhenîn gibi veyahut taht-ı Belkısî gibi beş hakaik-i sabite üzerine teessüs edecek. | |||
'''Birinci Hakikat:''' Mecmuda bir kuvvet bulunur, hiçbir fert o kuvvete mâlik olamaz. Bir kalın şerit ile eczasından kalın bir telin kuvveti gibi veyahut efkâr-ı umumiyeyi mutazammın yeni hükûmetimiz ve eski hükûmetimiz gibi. Ey millet! Biz şimdi kalın şeridiz. Her kim muhalefet ile veyahut hodserane ile bunu zayıf etse umumun hakkına affolunamaz bir cinayettir. | |||
'''İkinci Hakikat:''' Zaman-ı salifte yani galebe-i vahşet vaktinde âlemde hüküm-ferma, vahşetin mahsulü ve tedenni ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebrin saltanatı idi. Herhangi devletin deveran-ı demmi yerine girmiş ise öyle devletlerin sahaif-i tarihiyeleri baykuşların âşiyaneleri gibi satırları inkırazlarını çağırıyorlar, bağırıyorlar. Tasallut-u medeniyetin zamanında âlemin hükümranı, ilim ve marifettir. Müvellidi medeniyet ve şanı tezayüd ve ömrü ebedî olduğundan herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuş ise o hükûmeti, kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına istidat vermiş. Kitab-ı Avrupa sahaifi bunu alenen gösteriyor. | |||
Eğer denilse: Şimdiye kadar bu hükûmet-i zaîfeyi âdi adamlar idare edebilirlerdi. Fakat bu kadar metin ve dehşetli, kaviyyen emel ettiğimiz yeni hükûmeti omuzunda taşıyacak hârika ve dâhî adamlar lâzımken Asya ve Rumeli tarlası acaba öyle mahsulat verecek mi? | |||
Buna cevap: Eğer başka inkılablar başa gelmezse evet. | |||
Ve '''Üçüncü Hakikat’'''e dikkat et. Şöyle ki: | |||
Bu zaman-ı mazide insan, istidad-ı gayr-ı mütenahîye mâlik iken o kadar dar ve mahdud daire içinde hareket ediyordu ki: Güya insan iken hayvan gibi yaşadığından efkâr ve ahlâkı, o daire nisbetinde tedenni etmiş ve mahsur kalmıştı. Şimdi bu şer’î hürriyet-i âdilane eğer yaşasa ve bozulmazsa fikr-i beşerin ağır zincirlerini paralamakla ve istidad-ı terakkiye karşı setleri herc ü merc ederek o küçük daireyi dünya kadar tevsi edebilir. | |||
Hattâ benim gibi bir köylü adam, süreyya kadar ulvi olan idare-i umumîyi nazara alacak. Âmâl ve müyulatın filizlerini orada bağlayacak. Ve her bir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zîmedhal bulunacağından, himmeti Süreyya kadar teali ve ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü edeceğinden Eflatunları, İbn-i Sinaları ve Bismarkları, Dekartları ve Taftazanîleri inşâallah geri bırakacak. | |||
Bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası çok şübban-ı vatan mahsulü vereceğinden kaviyyen ümitvarız. | |||
Lâsiyyema şu memalik-i Osmaniye umum enbiyanın mahall-i zuhuru ve devlet-i mütemeddine-i sâlifenin mehd-i teşekkülü ve şems-i İslâmiyet’in maşrık-ı tulûu olduğundan insanların fıtratlarında ektikleri bu üç istidadat-ı kemal, bu hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bulsa herkesin istidadı ve fikr-i münevverinin dal ve budakları şecere-i tûba gibi her tarafa açacaktır. Ve şarkın garba nisbetini, seherin gurûba nisbeti gibi edecektir. Eğer sûs-ü ataletle ve sümum-u ağraz ile kurutulmazsa. | |||
'''Dördüncü Hakikat:''' Şeriat-ı garra Kelâm-ı Ezelî’den geldiğinden ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmal-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadın telahuk-u efkârla hasıl olan netaicinin teşerrüb ve tagaddi ile büyümesi nisbetinde, şeriat-ı garra aynen maddî zîhayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden ezelden gelip ebede gideceğine bürhan-ı bâhirdir. Asr-ı saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsavatı bâhusus o zamanda delil-i kat’îdir ki şeriat-ı garra müsavatı ve adaleti ve hakiki hürriyeti cemi’ revabıt ve levazımatıyla câmi’dir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salahaddin-i Eyyübî âsârı bu müddeaya delil-i alenîdir. | |||
Buna binaen kat’iyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, sû-i ahvalimiz dört sebepten gelmiş: | |||
1- Şeriat-ı garranın adem-i müraat-ı ahkâmından | |||
2- Bazı müdahinlerin keyfe-mâyeşa sû-i tefsirinden | |||
3- Zahir-perest âlim-i cahilin veyahut cahil-i âlimin taassubat-ı nâ-be-mahallinden | |||
4- Sû-i tâli’ cihetiyle ve sû-i intihab tarîkıyla müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub ve mesavî-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini îfa etse memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdi ise bu heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor. | |||
'''Beşinci Hakikat:''' Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i mebusan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir. Ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misal; eski hükûmet-i müstebide, yeni hükûmet-i meşrutadır. | |||
Üçüncü Hakikat’in bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle üç şey ihtar ediyorum. | |||
'''Birincisi:''' Bir cisim birden zerrattan tahallül ve yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref’ ve yenilerini ikame eylemesi muhal olmasa da müteazzirdir. Binaenaleyh istidad-ı habîs ve kabil-i ıslah olmayan adamları zaten cism-i devlet def’-i tabiî ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar zaten güneş garptan tulû etmediğinden tövbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak kırk sene lâzım. Yoksa umumu aleyhinde itale-i lisan ve terzil etmek, bu şanlı olan ittihad-ı milleti –bozulmuş bazı efkâr ve ahlâklarına binaen– bir hastalığa hedef edecektir. | |||
'''İkincisi:''' Ben Şark’ın dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilafeti güzel tahayyül ediyordum. Vaktâ ki bundan yedi sekiz ay mukaddem Dersaadet’e geldim. Gördüm ki İstanbul tevahhuş ve tenafür-ü kulûb sebebiyle medeni libası giymiş vahşi bir adama benzerdi. Şimdi ittihad-ı millî sebebiyle medeni adam fakat yarı medeni, yarı vahşi libasında bize arz-ı dîdar ediyor. Evvel Şarkta fenalığın sebebi, Şarkın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki hasta olan İstanbul’u gördüm. Nabzını tuttum. Teşrih ettim. Anladım ki kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım, bir divanelikle taltif edildim. | |||
Hem de gördüm ki medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hazıradan geri kalmış. Güya İslâmiyet sû-i ahlâkımızdan darılmış mazi tarafına dönüp gidiyor, zaman-ı saadete bizi şikayet edecektir. | |||
Bunun en büyük sebebi; istibdattan sonra, mürşid-i umumî üç büyük şubenin –ki cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif veyahut | |||
عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَ حُس۟نُكَ وَاحِدٌ | |||
وَ كُلٌّ اِلٰى ذَاكَ ال۟جَمَالِ يُشٖيرُ | |||
beytinin mâsadakı olan ehl-i medrese ve ehl-i mektep ve ehl-i tekyenin– tebayün-ü efkâr ve tehalüf-ü meşaribidir. | |||
Bu tebayün-ü efkâr ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış, ittihad-ı milleti çatallaştırmış, terakkiyat-ı medeniyeden geri bırakmıştır. Zira biri ifrat ile diğerini tekfir ve tadlil ediyor. Öteki tefrit ile onu techil ve gayr-ı mutemed addediyor. Bunun çaresi, tevhid ile ve efkârlarının mabeyninde teyid ile münasebet ile musalahadır. Tâ itidal noktasında musafaha ile birleşmeli ki aheng-i terakkiyi ihlâl etmesinler. | |||
'''Üçüncüsü:''' Ben vaizleri dinledim. Nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka üç sebep buldum: | |||
Birincisi: Zaman-ı hazırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için ispat-ı müddea ve müteharri-i hakikati ikna lâzım iken ihmal ediyorlar. | |||
İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar. | |||
Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar. | |||
'''Hasıl-ı kelâm:''' Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı tâ ispat ve ikna etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı tâ muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i mukni olmalı tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olmaları da şarttır. | |||
Yaşasın şeriat-ı garra!.. Yaşasın adalet-i İlahî!.. Yaşasın ittihad-ı millî!.. Ölsün ihtilaf!.. Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!.. Yaşasın şecaat-i mücessem askerler!.. Yaşasın satvet-i müşahhas ordular!.. Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i Ahrar ve Nur talebeleri! | |||
'''Said Nursî''' | |||
'''Hâşiye:''' Medar-ı ibret ve hayrettir ki kırk üç sene evvel hürriyetin üçüncü gününde İstanbul’da hem sonra Selanik’te Meydan-ı Hürriyet’te binler siyasîlere karşı dava ettiği ve bütün kuvvetiyle şeriatı istediği ve hürriyeti ve meşrutiyeti şeriata hizmetkâr yaptığı ve sonra 31 Mart’ta Hareket Ordusu gayet dehşet ve şiddetle şeriat isteyenleri mes’ul ettikleri zamanda Divan-ı Harb-i Örfîde Said’in bu münteşir nutuklarından tam beraet verildiği halde; şimdi ise siyaseti otuz seneden beri bıraktığı ve o nutuklarına nisbeten siyasete pek az teması için yirmi yedi sene dinsizlik hesabına işkenceler ve gaddarane azap ve cezalar verenler, elbette din namına zulmettiklerini ve engizisyonlardan daha zalim olduklarını ispat eder. | |||
'''Said Nursî''' | '''Said Nursî''' |
düzenleme