İçeriğe atla

Yirmi Sekizinci Lem'a: Revizyonlar arasındaki fark

Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
<languages/>
<translate>
= Yirmi Sekizinci Lem’a =
= Yirmi Sekizinci Lem’a =
Bazı kısımları buraya dercedilen bu risalenin tamamı,


Hatt-ı Kur’an Lem’alar mecmuasında neşredilmiştir.
Bazı kısımları buraya dercedilen bu risalenin tamamı, Hatt-ı Kur’an Lem’alar mecmuasında neşredilmiştir.


== İkinci Nükte ==
== İkinci Nükte ==
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


11. satır: 14. satır:
Şu âyet-i kerîmenin zâhir manası çok tefsirlerin beyanına göre yüksek ifade-i i’caz-ı Kur’anîyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu. Kur’an’ın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek manalarından üç vechini icmalen beyan edeceğiz.
Şu âyet-i kerîmenin zâhir manası çok tefsirlerin beyanına göre yüksek ifade-i i’caz-ı Kur’anîyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu. Kur’an’ın feyzinden gelen gayet güzel ve yüksek manalarından üç vechini icmalen beyan edeceğiz.


=== Birincisi: ===
'''Birincisi:''' Cenab-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazen kendine isnad eder.
Cenab-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazen kendine isnad eder.


İşte burada da: “Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil sizden bir ecir ve ücret ve mükâfat, bir it’am istemez.” manasında “Ben sizi ibadet için halk etmişim, bana rızık vermek ve it’am etmek için değil.” mealindeki âyet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ait it’am ve irzakı murad etmek gerektir. Yoksa gayet bedihî bir malûmu i’lam kabîlinden olur, i’caz-ı Kur’an’ın belâgatına uygun gelmez.
İşte burada da: “Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil sizden bir ecir ve ücret ve mükâfat, bir it’am istemez.” manasında “Ben sizi ibadet için halk etmişim, bana rızık vermek ve it’am etmek için değil.” mealindeki âyet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ait it’am ve irzakı murad etmek gerektir. Yoksa gayet bedihî bir malûmu i’lam kabîlinden olur, i’caz-ı Kur’an’ın belâgatına uygun gelmez.


=== İkinci Vecih: ===
'''İkinci Vecih:''' İnsan rızka çok müptela olduğu için rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerîme diyor ki: “Siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhte ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızık ve it’amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünkü Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz!”
İnsan rızka çok müptela olduğu için rızka çalışmak bahanesi, ubudiyete mani tevehhüm edip, kendine bir özür bulmamak için âyet-i kerîme diyor ki: “Siz ubudiyet için halk olunmuşsunuz. Netice-i hilkatiniz ubudiyettir. Rızka çalışmak, emr-i İlahî noktasında bir nevi ubudiyettir. Benim mahlukatım ve rızıklarını deruhte ettiğim nefisleriniz ve iyaliniz ve hayvanatınızın rızkını tedarik etmek, âdeta bana ait rızık ve it’amı ihzar etmek için yaratılmamışsınız. Çünkü Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terk etmeyiniz!”


Eğer bu mana olmazsa Cenab-ı Hakk’a rızık vermek ve it’am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan, i’lam-ı malûm kabîlinden olur. İlm-i belâgatta bir kaide-i mukarreredir ki: '''Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tabii muraddır.''' Mesela sen, birisine desen: “Sen hâfızsın.” O, malûmunu i’lam kabîlinden olur. Demek, maksud manası budur ki: “Ben senin hâfız olduğunu biliyorum.” Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.
Eğer bu mana olmazsa Cenab-ı Hakk’a rızık vermek ve it’am etmek muhaliyeti bedihî ve malûm olduğundan, i’lam-ı malûm kabîlinden olur. İlm-i belâgatta bir kaide-i mukarreredir ki: '''Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tabii muraddır.''' Mesela sen, birisine desen: “Sen hâfızsın.” O, malûmunu i’lam kabîlinden olur. Demek, maksud manası budur ki: “Ben senin hâfız olduğunu biliyorum.” Bildiğimi bilmediği için ona bildiriyorum.
23. satır: 24. satır:
İşte bu kaideye binaen, âyet Cenab-ı Hakk’a rızık vermeyi ve it’am etmeyi nefyetmekten kinaye olan mana şudur: “Bana ait olup ve rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evamirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir.”
İşte bu kaideye binaen, âyet Cenab-ı Hakk’a rızık vermeyi ve it’am etmeyi nefyetmekten kinaye olan mana şudur: “Bana ait olup ve rızıklarını taahhüd ettiğim mahlukatıma rızık yetiştirmek için halk olunmamışsınız. Belki asıl vazifeniz ubudiyettir. Evamirime göre rızka çabalamak da bir nevi ibadettir.”


=== Üçüncü Vecih: ===
'''Üçüncü Vecih:''' Sure-i İhlas’ta nasıl ki لَم۟ يَلِد۟ وَ لَم۟ يُولَد۟ zâhir manası malûm ve bedihî olduğundan o mananın bir lâzımı muraddır. Yani “Valide ve veledi bulunanlar, ilah olamazlar.” manasında ve Hazret-i İsa (as) ve Üzeyr (as) ve melâike ve nücumların ve gayr-ı hak mabudların uluhiyetlerini nefyetmek kasdıyla, ezelî ve ebedî manasında Cenab-ı Hakk’ın لَم۟ يَلِد۟ وَ لَم۟ يُولَد۟ gayet bedihî ve malûm hükmettiği gibi aynen onun gibi bu misalimizde de “Rızık ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar.” manasında, Mabud’unuz olan Rezzak-ı Zülcelal sizden kendine rızık istemez ve siz onu it’am için yaratılmamışsınız mealindeki âyet; rızka muhtaç ve it’am edilen mevcudat, mabudiyete lâyık değiller, demektir.
Sure-i İhlas’ta nasıl ki لَم۟ يَلِد۟ وَ لَم۟ يُولَد۟ zâhir manası malûm ve bedihî olduğundan o mananın bir lâzımı muraddır. Yani “Valide ve veledi bulunanlar, ilah olamazlar.” manasında ve Hazret-i İsa (as) ve Üzeyr (as) ve melâike ve nücumların ve gayr-ı hak mabudların uluhiyetlerini nefyetmek kasdıyla, ezelî ve ebedî manasında Cenab-ı Hakk’ın لَم۟ يَلِد۟ وَ لَم۟ يُولَد۟ gayet bedihî ve malûm hükmettiği gibi aynen onun gibi bu misalimizde de “Rızık ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar.” manasında, Mabud’unuz olan Rezzak-ı Zülcelal sizden kendine rızık istemez ve siz onu it’am için yaratılmamışsınız mealindeki âyet; rızka muhtaç ve it’am edilen mevcudat, mabudiyete lâyık değiller, demektir.


'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== اَو۟ هُم۟ قَٓائِلُونَ ۝  بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ===
 
۝ اَو۟ هُم۟ قَٓائِلُونَ


Re’fet اَو۟ هُم۟ قَٓائِلُونَ âyet-i celilesindeki قَٓائِلُونَ kelimesinin manasını merak edip sorması münasebetiyle ve hapiste sabah namazından sonra sairler gibi yatmasından gelen rehavet dolayısıyla, elmas gibi kalemini atalete uğratmamak için yazılmıştır.
Re’fet اَو۟ هُم۟ قَٓائِلُونَ âyet-i celilesindeki قَٓائِلُونَ kelimesinin manasını merak edip sorması münasebetiyle ve hapiste sabah namazından sonra sairler gibi yatmasından gelen rehavet dolayısıyla, elmas gibi kalemini atalete uğratmamak için yazılmıştır.


Uyku üç nevidir:
'''Uyku üç nevidir:'''


'''Birincisi:''' Gayluledir ki fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır.
'''Birincisi:''' Gayluledir ki fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır.
51. satır: 49. satır:


=== “Bu da güzeldir.” ===
=== “Bu da güzeldir.” ===
اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ


cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latîf bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım fakat işaret nevinden bir iki cümlesini söyleyeceğim.
اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ cümlesi, namaz tesbihatında okunurken inkişaf eden latîf bir nükteyi uzaktan uzağa gördüm. Tamamını tutamadım fakat işaret nevinden bir iki cümlesini söyleyeceğim.


Gördüm ki gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (asm) hayalen müşahede ettim.
Gördüm ki gece âlemi, dünyanın yeni açılmış bir menzili gibidir. Yatsı namazında o âleme girdim. Hayalin fevkalâde inbisatından ve mahiyet-i insaniyenin bütün dünya ile alâkadarlığından, koca dünyayı o gecede bir menzil gibi gördüm. Zîhayatlar ve insanlar o derece küçüldüler, görünmeyecek derecede küçüldüler. Yalnız o menzili şenlendiren ve ünsiyetlendiren ve nurlandıran tek şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (asm) hayalen müşahede ettim.


Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zatlara selâm ettiği gibi “Binler selâm '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Zat-ı Ahmediye’ye (asm) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî salât yerindedir. Acaba dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerîm’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zat-ı Risalet’teki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz.</ref>)''' sana yâ Resulallah!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selâm ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını selâm ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup, her birerlerinin namına bir selâmı, mezkûr manalarla takdim ettim.
Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman, menzildeki zatlara selâm ettiği gibi “Binler selâm (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Zat-ı Ahmediye’ye (asm) gelen rahmet, umum ümmetin ebedî zamandaki ihtiyacatına bakıyor. Onun için gayr-ı mütenahî salât yerindedir. Acaba dünya gibi koca, büyük ve gafletle karanlıklı, vahşetli ve hâlî bir haneye birisi girse ne kadar tedehhüş, tevahhuş, telaş eder ve birden o haneyi tenvir ederek enis, munis, habib, mahbub bir Yaver-i Ekrem sadırda görünüp, o hanenin Mâlik-i Rahîm-i Kerîm’ini o hanenin her eşyasıyla tarif edip tanıttırsa ne kadar sevinç, ünsiyet, sürur, ışık, ferah verdiğini kıyas ediniz. Zat-ı Risalet’teki salavatın kıymetini ve lezzetini takdir ediniz.</ref>) sana yâ Resulallah!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selâm ediyorum, yani sana tecdid-i biat, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evamirine teslim ve taarruzumuzdan selâmet bulacağını selâm ile ifade edip; benim dünyamın eczaları, zîşuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup, her birerlerinin namına bir selâmı, mezkûr manalarla takdim ettim.


Hem o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şâkirane bir mukabele nevinden “Binler salavat sana insin!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.
Hem o getirdiği nur ve hediye ile benim bu dünyamı tenvir ettiği gibi herkesin bu dünyadaki dünyalarını tenvir ediyor, nimetlendiriyor diye o hediyesine şâkirane bir mukabele nevinden “Binler salavat sana insin!” dedim. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz, belki Hâlık’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı izhar ediyoruz, manasını hayalen hissettim.
63. satır: 60. satır:
O Zat-ı Ahmediye (asm) ubudiyeti cihetiyle –halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle– rahmet manasındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle –Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle– selâm ister. Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten her birinin namına bir salâta lâyıktır.
O Zat-ı Ahmediye (asm) ubudiyeti cihetiyle –halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle– rahmet manasındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle –Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle– selâm ister. Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i biatı takdim ediyoruz. Öyle de semavat ehli adedince, hazine-i rahmetten her birinin namına bir salâta lâyıktır.


Çünkü getirdiği nur ile her bir şeyin kemali görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder ve her bir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve her bir masnûdaki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için her bir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi lisan-ı kāli de olsaydı
Çünkü getirdiği nur ile her bir şeyin kemali görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder ve her bir mahlukun vazife-i Rabbaniyesi müşahede olunur ve her bir masnûdaki makasıd-ı İlahiye tecelli eder. Onun için her bir şey, lisan-ı hal ile olduğu gibi lisan-ı kāli de olsaydı اَلصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ
 
اَلصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ
 
diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına
 
اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ
 
بِعَدَدِ ال۟جِنِّ وَ ال۟اِن۟سِ وَ بِعَدَدِ ال۟مَلَكِ وَ النُّجُومِ


manen deriz.
diyecekleri kat’î olduğundan biz umum onların namına اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ بِعَدَدِ ال۟جِنِّ وَ ال۟اِن۟سِ وَ بِعَدَدِ ال۟مَلَكِ وَ النُّجُومِ manen deriz.


فَيَك۟فٖيكَ اَنَّ اللّٰهَ صَلّٰى بِنَف۟سِهٖ وَ اَم۟لَاكَهُ صَلَّت۟ عَلَي۟هِ وَ سَلَّمَت۟
فَيَك۟فٖيكَ اَنَّ اللّٰهَ صَلّٰى بِنَف۟سِهٖ وَ اَم۟لَاكَهُ صَلَّت۟ عَلَي۟هِ وَ سَلَّمَت۟
79. satır: 68. satır:
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== Aziz kardeşim! ===
 
Aziz kardeşim!


Vahdetü’l-vücuda dair bir parça izahat istiyorsunuz. Bu meseleye dair Otuz Birinci Mektup’un bir Lem’a’sında, Hazret-i Muhyiddin’in bu meseledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevap vardır. Şimdilik bu kadar deriz ki:
Vahdetü’l-vücuda dair bir parça izahat istiyorsunuz. Bu meseleye dair Otuz Birinci Mektup’un bir Lem’a’sında, Hazret-i Muhyiddin’in bu meseledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevap vardır. Şimdilik bu kadar deriz ki:
104. satır: 91. satır:


=== Bir Suale Cevap ===
=== Bir Suale Cevap ===
Mustafa Sabri ile Musa Bekuf’un efkârlarını muvazene etmek için vaktim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki: “Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.” Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Musa Bekuf’e nisbeten haklıdır fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mu’cizesi bulunan bir zatı tezyifte haksızdır.
Mustafa Sabri ile Musa Bekuf’un efkârlarını muvazene etmek için vaktim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki: “Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.” Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Musa Bekuf’e nisbeten haklıdır fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mu’cizesi bulunan bir zatı tezyifte haksızdır.


112. satır: 100. satır:
Musa Bekuf ise ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümaşatkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu’l-Alâ-i Maarrî gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnet’e muhalefet eden meselelerine ziyade taraftarlığından, ziyade ifrat ediyor.
Musa Bekuf ise ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümaşatkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu’l-Alâ-i Maarrî gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnet’e muhalefet eden meselelerine ziyade taraftarlığından, ziyade ifrat ediyor.


قَالَ مُح۟يِى الدّٖينِ : تَح۟رُمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلٰى مَن۟ لَي۟سَ مِنَّا
قَالَ مُح۟يِى الدّٖينِ : تَح۟رُمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلٰى مَن۟ لَي۟سَ مِنَّا yani “Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın, zarar görür.” Evet, bu zamanda Muhyiddin’in kitapları, hususan vahdetü’l-vücuda dair meselelerini okumak, zararlıdır.
 
yani “Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın, zarar görür.” Evet, bu zamanda Muhyiddin’in kitapları, hususan vahdetü’l-vücuda dair meselelerini okumak, zararlıdır.


'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ===


Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbet-bînlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.
Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbet-bînlik adesesiyle, gayet şaşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum.
132. satır: 118. satır:
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ۝ اِنَّ النَّف۟سَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ ===
 
۝ اِنَّ النَّف۟سَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ
 
Meali: '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu parçanın da herkese faydası var.</ref>) “Nefis daima kötü şeylere sevk eder.”''' âyetinin hem de اَع۟دٰى عَدُوِّكَ نَف۟سُكَ الَّتٖى بَي۟نَ جَن۟بَي۟كَ mana-yı şerifi '''“Senin en zararlı düşmanın nefsindir.”''' hadîsinin bir nüktesidir.


Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zâhirî sevse de samimi sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Ve kusuru nefsine almaz belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile belki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre
Meali: (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu parçanın da herkese faydası var.</ref>) '''“Nefis daima kötü şeylere sevk eder.”''' âyetinin hem de اَع۟دٰى عَدُوِّكَ نَف۟سُكَ الَّتٖى بَي۟نَ جَن۟بَي۟كَ mana-yı şerifi '''“Senin en zararlı düşmanın nefsindir.”''' hadîsinin bir nüktesidir.


مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise aksü’l-amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür.
Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zâhirî sevse de samimi sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Ve kusuru nefsine almaz belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile belki yalanlarla nefsini medih ve tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise aksü’l-amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür.


Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır. Âkıbeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya müptela olan hisse ve heva-yı nefse mağlup olup yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Âdeta ders aldığı Amme Cüzü’nü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak ve hevasını memnun etmek ve hevesini tatmin etmek için ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip kârlı işlerde hasaret eder.
Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır. Âkıbeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya müptela olan hisse ve heva-yı nefse mağlup olup yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Âdeta ders aldığı Amme Cüzü’nü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak ve hevasını memnun etmek ve hevesini tatmin etmek için ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip kârlı işlerde hasaret eder.
146. satır: 128. satır:
اَللّٰهُمَّ اح۟فَظ۟نَا مِن۟ شَرِّ النَّف۟سِ وَالشَّي۟طَانِ وَمِن۟ شَرِّ ال۟جِنِّ وَال۟اِن۟سَانِ
اَللّٰهُمَّ اح۟فَظ۟نَا مِن۟ شَرِّ النَّف۟سِ وَالشَّي۟طَانِ وَمِن۟ شَرِّ ال۟جِنِّ وَال۟اِن۟سَانِ


<nowiki>*</nowiki> * *


'''Sual:''' Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman cehennemde hapis nasıl adalet olur?
'''Sual:''' Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman cehennemde hapis nasıl adalet olur?
156. satır: 137. satır:
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== Manidar Bir Tevafuk-u Latîfe ===


=== Manidar Bir Tevafuk-u Latîfe ===
Risale-i Nur şakirdlerini ittiham ettikleri ve cezalarını istedikleri 163’üncü maddesine, Risale-i Nur müellifinin medresesine, yüz elli bin lira verilmesine dair lâyihanın, 200 mebustan 163 mebusun adedine tevafuk edip, manen o tevafuk diyor ki: Hükûmet-i cumhuriyenin 163 mebusun takdirkârane imzaları, 163’üncü madde-i kanuniyenin hükmünü, onun hakkında iptal ediyor.
Risale-i Nur şakirdlerini ittiham ettikleri ve cezalarını istedikleri 163’üncü maddesine, Risale-i Nur müellifinin medresesine, yüz elli bin lira verilmesine dair lâyihanın, 200 mebustan 163 mebusun adedine tevafuk edip, manen o tevafuk diyor ki: Hükûmet-i cumhuriyenin 163 mebusun takdirkârane imzaları, 163’üncü madde-i kanuniyenin hükmünü, onun hakkında iptal ediyor.


Hem yine manidar tevafukat-ı latîfedendir ki Risale-i Nur’un 128 parçası, 115 parça kitap ediyor. Risale-i Nur’un şakirdlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27 Nisan 1935 tarihi ile mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 tarihi olmasına nazaran, 115 gün olup Risale-i Nur kitapları adedine tevafuk etmekle beraber, istintak edilen 115 suçlu gösterilen eşhasın da adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi gösteriyor ki: Risale-i Nur müellifinin ve şakirdlerinin başına gelen musibet, bir dest-i inayetle tanzim ediliyor. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Cây-ı dikkattir ki Risale-i Nur şakirdlerinin tevkiflerinin bir kısmı 25 Nisan 1935 tarihinde başlamış olup, kararnamede suçlu gösterilen 117 kimse ise de ikisinin ismi mükerrer olmasına nazaran bu suretle şakirdlerin adedi 117 adedine o kısmın tevkifinden hüküm tarihine kadar 117 gün olmakla tevafuk edip evvelki tevafukata bir letafet daha katmıştır.</ref>)'''
Hem yine manidar tevafukat-ı latîfedendir ki Risale-i Nur’un 128 parçası, 115 parça kitap ediyor. Risale-i Nur’un şakirdlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27 Nisan 1935 tarihi ile mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 tarihi olmasına nazaran, 115 gün olup Risale-i Nur kitapları adedine tevafuk etmekle beraber, istintak edilen 115 suçlu gösterilen eşhasın da adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi gösteriyor ki: Risale-i Nur müellifinin ve şakirdlerinin başına gelen musibet, bir dest-i inayetle tanzim ediliyor. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Cây-ı dikkattir ki Risale-i Nur şakirdlerinin tevkiflerinin bir kısmı 25 Nisan 1935 tarihinde başlamış olup, kararnamede suçlu gösterilen 117 kimse ise de ikisinin ismi mükerrer olmasına nazaran bu suretle şakirdlerin adedi 117 adedine o kısmın tevkifinden hüküm tarihine kadar 117 gün olmakla tevafuk edip evvelki tevafukata bir letafet daha katmıştır.</ref>)


<nowiki>*</nowiki> * *


Bu Lem’a’nın başında İmam-ı Ali (ra) Risale-i Nur’a işaret ettiğinden, bir kardeşimiz heyecanlı bir iştiyakla Risale-i Nur’a, Elmas Cevher Nur ismini takıp tekrar ederek yazmıştı. Bu Lem’a’nın âhirinde derci münasip görüldü:
Bu Lem’a’nın başında İmam-ı Ali (ra) Risale-i Nur’a işaret ettiğinden, bir kardeşimiz heyecanlı bir iştiyakla Risale-i Nur’a, Elmas Cevher Nur ismini takıp tekrar ederek yazmıştı. Bu Lem’a’nın âhirinde derci münasip görüldü:
185. satır: 164. satır:
'''Şefik'''
'''Şefik'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== Zekâi’nin Rüyası ===


=== Zekâi’nin Rüyası ===
Bu sabah rüyamda, İstanbul’un Tophane sahiline benzer saf ve berrak bir deniz kenarındayım. Kuşluk zamanında olduğunu zannettiğim güneşin ziyası, o derya-yı azîmin üzerinde hoş parıltılar husule getiriyor. Ben deryaya müteveccihim. Denizin orta ve cenubu tarafından yüze yüze sahile gelen bir genç, omuzundaki bir sabanı sahile çıkardı. Orada bütün kardeşlerimize (tahliyeden sonra) istikbal edilmekteler iken, sahil boyunu takiben, garptan dolu dizgin iki atlı geliyor. “Üstad geliyor!” dediler. Bu izdiham yarıldı, hiç durmaksızın bu mühib yağız atlı ve esmer çehreli iki zat, şarka doğru uzaklaştılar. Ben, o deryaya dalmak üzere iken uyandım.
Bu sabah rüyamda, İstanbul’un Tophane sahiline benzer saf ve berrak bir deniz kenarındayım. Kuşluk zamanında olduğunu zannettiğim güneşin ziyası, o derya-yı azîmin üzerinde hoş parıltılar husule getiriyor. Ben deryaya müteveccihim. Denizin orta ve cenubu tarafından yüze yüze sahile gelen bir genç, omuzundaki bir sabanı sahile çıkardı. Orada bütün kardeşlerimize (tahliyeden sonra) istikbal edilmekteler iken, sahil boyunu takiben, garptan dolu dizgin iki atlı geliyor. “Üstad geliyor!” dediler. Bu izdiham yarıldı, hiç durmaksızın bu mühib yağız atlı ve esmer çehreli iki zat, şarka doğru uzaklaştılar. Ben, o deryaya dalmak üzere iken uyandım.


'''Zekâi'''
'''Zekâi'''


<nowiki>*</nowiki> * *
=== Tarafgirane ve Risale-i Nur’a rakibane söylenen sözlere mukabildir. ===


=== Tarafgirane ve Risale-i Nur’a rakibane söylenen sözlere mukabildir. ===
Ger medhetmekse tefahurla kendinizi maksadın
Ger medhetmekse tefahurla kendinizi maksadın


232. satır: 209. satır:


== Yirmi Sekizinci Lem’a’nın Yirmi Sekizinci Nüktesi ==
== Yirmi Sekizinci Lem’a’nın Yirmi Sekizinci Nüktesi ==
 
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى ال۟مَلَاِ ال۟اَع۟لٰى وَيُق۟ذَفُونَ مِن۟ كُلِّ جَانِبٍ ۝ دُحُورًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ وَاصِبٌ ۝ اِلَّا مَن۟ خَطِفَ ال۟خَط۟فَةَ فَاَت۟بَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى ال۟مَلَاِ ال۟اَع۟لٰى وَيُق۟ذَفُونَ مِن۟ كُلِّ جَانِبٍ ۝ دُحُورًا وَلَهُم۟ عَذَابٌ وَاصِبٌ ۝ اِلَّا مَن۟ خَطِفَ ال۟خَط۟فَةَ فَاَت۟بَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ


۝ وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ
۝ وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ gibi âyetlerin mühim bir nüktesi, ehl-i dalaletin bir tenkidi münasebetiyle beyan edilecek. Şöyle ki:
 
gibi âyetlerin mühim bir nüktesi, ehl-i dalaletin bir tenkidi münasebetiyle beyan edilecek. Şöyle ki:


Cin ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi gaibden haber verenlere haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şüphe getirmemek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şahaplarla recm ve men’edildiğine dair olan mezkûr âyetler münasebetiyle gayet mühim üç başlı bir suale muhtasar bir cevaptır.
Cin ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi gaibden haber verenlere haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şüphe getirmemek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şahaplarla recm ve men’edildiğine dair olan mezkûr âyetler münasebetiyle gayet mühim üç başlı bir suale muhtasar bir cevaptır.
250. satır: 226. satır:
'''Elcevap:'''
'''Elcevap:'''


'''Evvela:''' On Beşinci Söz namındaki bir risalede yedi basamak namında, yedi kat’î mukaddime ile
'''Evvela:''' On Beşinci Söz namındaki bir risalede yedi basamak namında, yedi kat’î mukaddime ile وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyetinin ifade ettiği, yıldızlarla şeytan casuslarının semavattan ref’ ve tardı, öyle bir surette ispat edilmiş ki en muannid maddiyyunu dahi ikna eder, susturur ve kabul ettirir.
 
وَلَقَد۟ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّن۟يَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ
 
âyetinin ifade ettiği, yıldızlarla şeytan casuslarının semavattan ref’ ve tardı, öyle bir surette ispat edilmiş ki en muannid maddiyyunu dahi ikna eder, susturur ve kabul ettirir.


'''Sâniyen:''' Bu uzak zannedilen o üç hakikat-i İslâmiyeyi, kısa zihinlere yakınlaştırmak için bir temsil ile işaret edeceğiz.
'''Sâniyen:''' Bu uzak zannedilen o üç hakikat-i İslâmiyeyi, kısa zihinlere yakınlaştırmak için bir temsil ile işaret edeceğiz.
295. satır: 267. satır:
<center> [[Yirmi Yedinci Lem'a]] ⇐ [[Lem'alar]] | ⇒ [[Yirmi Dokuzuncu Lem'a]] </center>
<center> [[Yirmi Yedinci Lem'a]] ⇐ [[Lem'alar]] | ⇒ [[Yirmi Dokuzuncu Lem'a]] </center>
------
------
</translate>