İçeriğe atla

Kastamonu Lahikası 139. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

Bu sürüm çeviri için işaretlendi
Değişiklik özeti yok
(Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
 
1. satır: 1. satır:
<languages/>
<languages/>
<translate>
<translate>
<!--T:1-->
'''Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!'''
'''Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!'''


<!--T:2-->
Sabri’nin tabiriyle, Risale-i Nur’un zülfikarı olan Hizbü’l-Ekber-i Nurî elhak me’mulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sıhhatli ve yanlışları pek az bir tarzda Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle vücuda gelmiş. Hâfız Ali, Tahirî, Hâfız Mustafa bu vazifede elhak tam çalışmışlar. Risale-i Nur’un eline bir elmas kılınç verdiler.
Sabri’nin tabiriyle, Risale-i Nur’un zülfikarı olan Hizbü’l-Ekber-i Nurî elhak me’mulümüzün fevkinde gayet parlak ve güzel ve dikkatli ve sıhhatli ve yanlışları pek az bir tarzda Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle vücuda gelmiş. Hâfız Ali, Tahirî, Hâfız Mustafa bu vazifede elhak tam çalışmışlar. Risale-i Nur’un eline bir elmas kılınç verdiler.


<!--T:3-->
Kardeşlerim! Bu kudsî hediyeniz bu şehre girdiği aynı zamanda, daha biz haber almadan, memleketimizde talebeler bir kitaba başladığı zaman, Kürtçe meftihane namında bir ziyafet verdiklerine tam bir misal olarak, Risale-i Nur’un beş talebesi, ayrı ayrı köylerde, ne biz ne onlar postadan haberimiz yokken, güya bu kudsî kitabın meftihanesi olarak her biri, ayrı ayrı taamdan mürekkeb bir küçük ziyafet getirdikleri nevinde, hiçbir sebep yokken, bütün bütün âdete muhalif bir tarzda o beşlerin bu noktada ittifakı ve tevafukları, beşimiz (Ben, Emin, Feyzi, Hilmi, Tevfik) müttefikan karar verdik ki tesadüf kat’iyen imkânı yok. Demek buradaki Medrese-i Nuriyenin meftihanesi olarak rahmet-i İlahiye tarafından bir keramet-i Nuriyedir.
Kardeşlerim! Bu kudsî hediyeniz bu şehre girdiği aynı zamanda, daha biz haber almadan, memleketimizde talebeler bir kitaba başladığı zaman, Kürtçe meftihane namında bir ziyafet verdiklerine tam bir misal olarak, Risale-i Nur’un beş talebesi, ayrı ayrı köylerde, ne biz ne onlar postadan haberimiz yokken, güya bu kudsî kitabın meftihanesi olarak her biri, ayrı ayrı taamdan mürekkeb bir küçük ziyafet getirdikleri nevinde, hiçbir sebep yokken, bütün bütün âdete muhalif bir tarzda o beşlerin bu noktada ittifakı ve tevafukları, beşimiz (Ben, Emin, Feyzi, Hilmi, Tevfik) müttefikan karar verdik ki tesadüf kat’iyen imkânı yok. Demek buradaki Medrese-i Nuriyenin meftihanesi olarak rahmet-i İlahiye tarafından bir keramet-i Nuriyedir.


<!--T:4-->
Hem otuz günden beri İnebolu’dan her hafta bir iki defa geldikleri halde; hiçbiri gelmeden, birden, sebepsiz, bir has talebe üç günde yayan olarak Hizbü’l-Ekber’le beraber geldi. İkinci gün, güya onun için gönderilmiş gibi matbu Hizbü’l-Ekber-i Nuriye’nin bir kısmını aldı, götürdü.
Hem otuz günden beri İnebolu’dan her hafta bir iki defa geldikleri halde; hiçbiri gelmeden, birden, sebepsiz, bir has talebe üç günde yayan olarak Hizbü’l-Ekber’le beraber geldi. İkinci gün, güya onun için gönderilmiş gibi matbu Hizbü’l-Ekber-i Nuriye’nin bir kısmını aldı, götürdü.


<!--T:5-->
'''Aziz Kardeşlerim!''' Bu Hizb-i Nuriye benim şahsıma ait pek büyük bir keramet-i maneviyesi var. Şimdi beyan etmek zamanı geldi:
'''Aziz Kardeşlerim!''' Bu Hizb-i Nuriye benim şahsıma ait pek büyük bir keramet-i maneviyesi var. Şimdi beyan etmek zamanı geldi:


<!--T:6-->
Yirmi üç sene evvel Eski Said, Yeni Said’e inkılab ettiği zaman, tefekkür mesleğinde gittiği için تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَي۟رٌ مِن۟ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrını aradım. Her bir iki senede o sır ya Arabî ya Türkçe bir risaleyi netice verip suret değişiyordu. Arabî Katre Risalesi’nden tâ Âyetü’l-Kübra Risalesi’ne kadar, o hakikat devam edip suretler değiştirerek tâ Hizbü’l-Ekber-i Nuriye suret-i daimesine girdi. Yirmi üç seneden beridir ki ne vakit sıkılsam ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse bu hizbin bir kısmını mütefekkirane okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izale ediyordu. Hattâ bilâ-istisna, her gece sabaha yakın dört beş saat meşguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.
Yirmi üç sene evvel Eski Said, Yeni Said’e inkılab ettiği zaman, tefekkür mesleğinde gittiği için تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَي۟رٌ مِن۟ عِبَادَةِ سَنَةٍ sırrını aradım. Her bir iki senede o sır ya Arabî ya Türkçe bir risaleyi netice verip suret değişiyordu. Arabî Katre Risalesi’nden tâ Âyetü’l-Kübra Risalesi’ne kadar, o hakikat devam edip suretler değiştirerek tâ Hizbü’l-Ekber-i Nuriye suret-i daimesine girdi. Yirmi üç seneden beridir ki ne vakit sıkılsam ve fikir ve kalbe yorgunluk ve usanç gelse bu hizbin bir kısmını mütefekkirane okumuşsam, o sıkıntıyı ve usanç ve yorgunluğu izale ediyordu. Hattâ bilâ-istisna, her gece sabaha yakın dört beş saat meşguliyetten gelen usanç ve yorgunluk, o hizbin altısından birisini okumasıyla hiçbir eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiş.


<!--T:7-->
Mühim bir hakikati, bu hakikat münasebetiyle bu zamanda ehl-i medreseye ve hocalara taalluk eden bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:
Mühim bir hakikati, bu hakikat münasebetiyle bu zamanda ehl-i medreseye ve hocalara taalluk eden bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki:


<!--T:8-->
Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi, tekyeler taifesine serfürû etmiş yani inkıyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvak-ı imaniyeyi ve envar-ı hakikati aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli şeyhinin elini öper, tabi olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. '''Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha safi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarîk-i velayet; ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnet’in ilm-i kelâmında bulunmasını Risale-i Nur, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş, meydandadır.'''
Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi, tekyeler taifesine serfürû etmiş yani inkıyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında ezvak-ı imaniyeyi ve envar-ı hakikati aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin küçük bir veli şeyhinin elini öper, tabi olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar. '''Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envarına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha safi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarîk-i velayet; ilimde, hakaik-i imaniyede ve Ehl-i Sünnet’in ilm-i kelâmında bulunmasını Risale-i Nur, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın mu’cize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş, meydandadır.'''


<!--T:9-->
İşte Risale-i Nur’a herkesten ziyade kemal-i şevk ile taraftarane ve müftehirane medrese taifesinden olan ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar bâki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillahi’l-hamd şimdi tam tamına başladılar. Sözler mecmuası hem hocaları hem muallimleri Nurlara çekti.
İşte Risale-i Nur’a herkesten ziyade kemal-i şevk ile taraftarane ve müftehirane medrese taifesinden olan ulemaların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymettar bâki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillahi’l-hamd şimdi tam tamına başladılar. Sözler mecmuası hem hocaları hem muallimleri Nurlara çekti.


<!--T:10-->
Hizb-i Nuriye başındaki Türkçe parçasının “tam Arabî bilen” kelimesinden sonra bu yazılsın: “Veyahut Âyetü’l-Kübra ve Münâcat ve Yirminci Mektup Risaleleri yanında bulunan ve okuyan.” Hem dördüncü sahifenin nihayetinden ikinci satırın başındaki لِل۟اَو۟قَاتِ , و takaddüm etmiş, لِل۟اَق۟وَاتِ yazılsın, kut’un cem’idir.
Hizb-i Nuriye başındaki Türkçe parçasının “tam Arabî bilen” kelimesinden sonra bu yazılsın: “Veyahut Âyetü’l-Kübra ve Münâcat ve Yirminci Mektup Risaleleri yanında bulunan ve okuyan.” Hem dördüncü sahifenin nihayetinden ikinci satırın başındaki لِل۟اَو۟قَاتِ , و takaddüm etmiş, لِل۟اَق۟وَاتِ yazılsın, kut’un cem’idir.


<!--T:11-->
Hem yirmi ikinci sahifenin dördüncü satırında فٖى صَحٖيفَةِ حَسَنَاتِنَا وَ فٖى صَحٖيفَةِ kelimesinden sonra Hâfız Ali ve Tahirî ve Hâfız Mustafa ve Nazif ilâve edilecek. وَ اَم۟ثَالِهٖ kelimesi de وَ اَم۟ثَالِهِم۟ yazılacak.
Hem yirmi ikinci sahifenin dördüncü satırında فٖى صَحٖيفَةِ حَسَنَاتِنَا وَ فٖى صَحٖيفَةِ kelimesinden sonra Hâfız Ali ve Tahirî ve Hâfız Mustafa ve Nazif ilâve edilecek. وَ اَم۟ثَالِهٖ kelimesi de وَ اَم۟ثَالِهِم۟ yazılacak.


<!--T:12-->
------
------
<center> [[Kastamonu Lahikası 138. Mektup]] ⇐ | [[Kastamonu Lahikası]] | ⇒ [[Kastamonu Lahikası 140. Mektup]] </center>
<center> [[Kastamonu Lahikası 138. Mektup]] ⇐ | [[Kastamonu Lahikası]] | ⇒ [[Kastamonu Lahikası 140. Mektup]] </center>
------
------
</translate>
</translate>