68.052
düzenleme
(Sayfa çeviriden kaldırıldı) |
Değişiklik özeti yok |
||
1. satır: | 1. satır: | ||
<languages/> | |||
<translate> | |||
= Yirminci Söz = | = Yirminci Söz = | ||
7. satır: | 9. satır: | ||
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ | بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ | ||
وَاِذ۟ قُل۟نَا لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اس۟جُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِب۟لٖيسَ | وَاِذ۟ قُل۟نَا لِل۟مَلٰٓئِكَةِ اس۟جُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِب۟لٖيسَ اِنَّ اللّٰهَ يَا۟مُرُكُم۟ اَن۟ تَذ۟بَحُوا بَقَرَةً ثُمَّ قَسَت۟ قُلُوبُكُم۟ مِن۟ بَع۟دِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَال۟حِجَارَةِ اَو۟ اَشَدُّ قَس۟وَةً | ||
اِنَّ اللّٰهَ يَا۟مُرُكُم۟ اَن۟ تَذ۟بَحُوا بَقَرَةً | |||
ثُمَّ قَسَت۟ قُلُوبُكُم۟ مِن۟ بَع۟دِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَال۟حِجَارَةِ اَو۟ اَشَدُّ قَس۟وَةً | |||
Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden '''üç nükte''' ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki: | Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden '''üç nükte''' ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki: | ||
Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de Âdem’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde | Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de Âdem’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde اَفَلَا يَع۟قِلُونَ der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var? | ||
اَفَلَا يَع۟قِلُونَ der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var? | |||
İlham olunan nüktelerin sureti şudur: | İlham olunan nüktelerin sureti şudur: | ||
=== Birinci Nükte === | === Birinci Nükte === | ||
'''Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor.''' Nasıl ki عَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: | '''Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor.''' Nasıl ki عَلَّمَ اٰدَمَ ال۟اَس۟مَٓاءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem’in melâikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: | ||
29. satır: | 26. satır: | ||
=== İkinci Nükte === | === İkinci Nükte === | ||
Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor. | Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor. | ||
38. satır: | 36. satır: | ||
=== Üçüncü Nükte === | === Üçüncü Nükte === | ||
ثُمَّ قَسَت۟ قُلُوبُكُم۟ مِن۟ بَع۟دِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَال۟حِجَارَةِ اَو۟ اَشَدُّ قَس۟وَةً وَاِنَّ مِنَ ال۟حِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِن۟هُ ال۟اَن۟هَارُ وَاِنَّ مِن۟هَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخ۟رُجُ مِن۟هُ ال۟مَٓاءُ وَاِنَّ مِن۟هَا لَمَا يَه۟بِطُ مِن۟ خَش۟يَةِ اللّٰهِ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَع۟مَلُونَ | ثُمَّ قَسَت۟ قُلُوبُكُم۟ مِن۟ بَع۟دِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَال۟حِجَارَةِ اَو۟ اَشَدُّ قَس۟وَةً وَاِنَّ مِنَ ال۟حِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِن۟هُ ال۟اَن۟هَارُ وَاِنَّ مِن۟هَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخ۟رُجُ مِن۟هُ ال۟مَٓاءُ وَاِنَّ مِن۟هَا لَمَا يَه۟بِطُ مِن۟ خَش۟يَةِ اللّٰهِ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَع۟مَلُونَ | ||
48. satır: | 47. satır: | ||
Evet, i’caz-ı Kur’an’ın bir esası olan îcaz hem hidayet-i Kur’an’ın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki Kur’an’ın muhatapları içinde ekseriyeti teşkil eden avama karşı küllî hakikatleri ve derin ve umumî düsturları, me’luf ve cüz’î suretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avama karşı, muazzam hakikatlerin yalnız uçları ve basit bir sureti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufat-ı İlahiye, icmalen gösterilsin. İşte bu sırra binaendir ki Kur’an-ı Hakîm şu âyetle diyor: | Evet, i’caz-ı Kur’an’ın bir esası olan îcaz hem hidayet-i Kur’an’ın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki Kur’an’ın muhatapları içinde ekseriyeti teşkil eden avama karşı küllî hakikatleri ve derin ve umumî düsturları, me’luf ve cüz’î suretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avama karşı, muazzam hakikatlerin yalnız uçları ve basit bir sureti gösterilsin. Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufat-ı İlahiye, icmalen gösterilsin. İşte bu sırra binaendir ki Kur’an-ı Hakîm şu âyetle diyor: | ||
Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki kalpleriniz taştan daha camid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki o pek sert ve pek camid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evamir-i İlahiyeye karşı mutî ve musahhar ve icraat-ı Rabbaniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece suhuletle cereyan ediyor. Öyle de tahte’z-zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece suhulet ve intizam ile hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntazam su cetvelleri '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelal tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek ancak Kur’an’a yakışır. | Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki kalpleriniz taştan daha camid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki o pek sert ve pek camid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evamir-i İlahiyeye karşı mutî ve musahhar ve icraat-ı Rabbaniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece suhuletle cereyan ediyor. Öyle de tahte’z-zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece suhulet ve intizam ile hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntazam su cetvelleri '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelal tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi beyan etmek ancak Kur’an’a yakışır. <br> '''İşte birinci vazifesi:''' Toprağın kudret-i Rabbaniye ile nebatata analık edip yetiştirdiği gibi kudret-i İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor. <br> '''İkinci vazifesi:''' Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelanına hizmetidir. <br> '''Üçüncü vazife-i fıtriyesi:''' Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntazam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir. Evet taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde, delail-i vahdaniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.</ref>)''' ve su damarları, kemal-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebatat ve ağaçların dallarının suhuletle suret-i intişarı gibi o derece suhuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümanaat görmeyerek evamir-i İlahî ile muntazaman intişar ettiğini Kur’an işaret ediyor ve geniş bir hakikati, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile o kasavetli kalplere bu manayı veriyor ve remzen diyor: | ||
<br> | |||
'''İşte birinci vazifesi:''' Toprağın kudret-i Rabbaniye ile nebatata analık edip yetiştirdiği gibi kudret-i İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor. | |||
<br> | |||
'''İkinci vazifesi:''' Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntazam cevelanına hizmetidir. | |||
<br> | |||
'''Üçüncü vazife-i fıtriyesi:''' Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntazam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedarlık etmektir. Evet taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat suretinde, delail-i vahdaniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor.</ref>)''' ve su damarları, kemal-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebatat ve ağaçların dallarının suhuletle suret-i intişarı gibi o derece suhuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümanaat görmeyerek evamir-i İlahî ile muntazaman intişar ettiğini Kur’an işaret ediyor ve geniş bir hakikati, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile o kasavetli kalplere bu manayı veriyor ve remzen diyor: | |||
Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalp taşıyorsunuz ki öyle bir zatın evamirine karşı o kalp kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o zatın evamiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfa ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevi’l-hayata, âb-ı hayatla beraber sair medar-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki Hakîm-i Zülcelal’in dest-i kudretinde, bal mumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve azamet-i kudretine karşı secdededir. | Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalp taşıyorsunuz ki öyle bir zatın evamirine karşı o kalp kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o zatın evamiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfa ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevi’l-hayata, âb-ı hayatla beraber sair medar-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki Hakîm-i Zülcelal’in dest-i kudretinde, bal mumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve azamet-i kudretine karşı secdededir. | ||
106. satır: | 99. satır: | ||
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ | ||
اَللّٰهُمَّ فَهِّم۟نَا اَس۟رَارَ ال۟قُر۟اٰنِ كَمَا تُحِبُّ وَ تَر۟ضٰى وَ وَفِّق۟نَا لِخِد۟مَتِهٖ | اَللّٰهُمَّ فَهِّم۟نَا اَس۟رَارَ ال۟قُر۟اٰنِ كَمَا تُحِبُّ وَ تَر۟ضٰى وَ وَفِّق۟نَا لِخِد۟مَتِهٖ اٰمٖينَ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ | ||
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنُ ال۟حَكٖيمُ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ | |||
== Yirminci Söz’ün İkinci Makamı == | |||
'''Mu’cizat-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’caz-ı Kur’an''' | '''Mu’cizat-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’caz-ı Kur’an''' | ||
133. satır: | 122. satır: | ||
'''İkinci kısım''' '''şudur ki:''' Bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle: | '''İkinci kısım''' '''şudur ki:''' Bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde işaret eder. Ezcümle: | ||
قُتِلَ اَص۟حَابُ ال۟اُخ۟دُودِ اَلنَّارِ ذَاتِ ال۟وَقُودِ اِذ۟ هُم۟ عَلَي۟هَا قُعُودٌ | قُتِلَ اَص۟حَابُ ال۟اُخ۟دُودِ اَلنَّارِ ذَاتِ ال۟وَقُودِ اِذ۟ هُم۟ عَلَي۟هَا قُعُودٌ وَهُم۟ عَلٰى مَا يَف۟عَلُونَ بِال۟مُؤ۟مِنٖينَ شُهُودٌ '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Şu cümle işaret ediyor ki şimendiferdir. Âlem-i İslâm’ı esaret altına almıştır. Kâfirler onunla İslâm’ı mağlup etmiştir.</ref>)''' وَمَا نَقَمُوا مِن۟هُم۟ اِلَّٓا اَن۟ يُؤ۟مِنُوا بِاللّٰهِ ال۟عَزٖيزِ ال۟حَمٖيدِ | ||
Keza فِى ال۟فُل۟كِ ال۟مَش۟حُونِ وَخَلَق۟نَا لَهُم۟ مِن۟ مِث۟لِهٖ مَا يَر۟كَبُونَ gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.</ref>)''' âyeti, pek çok envara, esrara işaretle beraber elektriğe dahi remzediyor. | |||
Keza | |||
فِى ال۟فُل۟كِ ال۟مَش۟حُونِ وَخَلَق۟نَا لَهُم۟ مِن۟ مِث۟لِهٖ مَا يَر۟كَبُونَ | |||
gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi | |||
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِش۟كٰوةٍ فٖيهَا مِص۟بَاحٌ اَل۟مِص۟بَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَو۟كَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِن۟ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَي۟تُونَةٍ لَا شَر۟قِيَّةٍ وَلَا غَر۟بِيَّةٍ يَكَادُ زَي۟تُهَا يُضٖٓىءُ وَلَو۟ لَم۟ تَم۟سَس۟هُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَه۟دِى اللّٰهُ لِنُورِهٖ مَن۟ يَشَٓاءُ '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓئُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ cümlesi, o remzi ışıklandırıyor.</ref>)''' | |||
âyeti, pek çok envara, esrara işaretle beraber elektriğe dahi remzediyor. | |||
Şu ikinci kısım hem çok zatlar onlarla uğraştığından hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan; şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifa edip o kapıyı açmayacağım. | Şu ikinci kısım hem çok zatlar onlarla uğraştığından hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan; şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifa edip o kapıyı açmayacağım. | ||
152. satır: | 131. satır: | ||
=== Mukaddime: === | === Mukaddime: === | ||
İşte Kur’an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın her birisinin eline bazı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor. | İşte Kur’an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın her birisinin eline bazı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor. | ||
164. satır: | 144. satır: | ||
Şimdi misal olarak o çok vâsi menbadan yalnız birkaç numunelerini beyan edeceğiz: | Şimdi misal olarak o çok vâsi menbadan yalnız birkaç numunelerini beyan edeceğiz: | ||
Mesela, '''Hazret-i Süleyman''' aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden | Mesela, '''Hazret-i Süleyman''' aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden وَ لِسُلَي۟مٰنَ الرّٖيحَ غُدُوُّهَا شَه۟رٌ وَرَوَاحُهَا شَه۟رٌ âyeti “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi katetmiştir.” der. İşte bunda işaret ediyor ki beşere yol açıktır ki havada böyle bir mesafeyi katetsin. “Öyle ise ey beşer! Madem sana yol açıktır. Bu mertebeye yetiş ve yanaş.” | ||
وَ لِسُلَي۟مٰنَ الرّٖيحَ غُدُوُّهَا شَه۟رٌ وَرَوَاحُهَا شَه۟رٌ | |||
âyeti “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi katetmiştir.” der. İşte bunda işaret ediyor ki beşere yol açıktır ki havada böyle bir mesafeyi katetsin. “Öyle ise ey beşer! Madem sana yol açıktır. Bu mertebeye yetiş ve yanaş.” | |||
Cenab-ı Hak, şu âyetin lisanıyla manen diyor: “Ey insan! Bir abdim, heva-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden güzelce istifade etseniz siz de binebilirsiniz.” | Cenab-ı Hak, şu âyetin lisanıyla manen diyor: “Ey insan! Bir abdim, heva-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden güzelce istifade etseniz siz de binebilirsiniz.” | ||
Hem '''Hazret-i Musa''' aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden | Hem '''Hazret-i Musa''' aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden فَقُل۟نَا اض۟رِب۟ بِعَصَاكَ ال۟حَجَرَ فَان۟فَجَرَت۟ مِن۟هُ اث۟نَتَا عَش۟رَةَ عَي۟نًا …اِلٰى اٰخِرِ | ||
فَقُل۟نَا اض۟رِب۟ بِعَصَاكَ ال۟حَجَرَ فَان۟فَجَرَت۟ مِن۟هُ اث۟نَتَا عَش۟رَةَ عَي۟نًا …اِلٰى اٰخِرِ | |||
Bu âyet işaret ediyor ki zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden basit âletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celbedilebilir. İşte şu âyet, bu mana ile beşere der ki: “Rahmetin en latîf feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi çalış, bul!” | Bu âyet işaret ediyor ki zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden basit âletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celbedilebilir. İşte şu âyet, bu mana ile beşere der ki: “Rahmetin en latîf feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi çalış, bul!” | ||
182. satır: | 156. satır: | ||
İşte beşer terakkiyatının mühimlerinden birisi, bir âletin icadıdır ki ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri, nihayat ve gayat-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki hal-i hazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir. | İşte beşer terakkiyatının mühimlerinden birisi, bir âletin icadıdır ki ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri, nihayat ve gayat-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki hal-i hazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir. | ||
Hem mesela, '''Hazret-i İsa''' aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair | Hem mesela, '''Hazret-i İsa''' aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair وَاُب۟رِئُ ال۟اَك۟مَهَ وَال۟اَب۟رَصَ وَاُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى بِاِذ۟نِ اللّٰهِ Kur’an, Hazret-i İsa aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de şu elindeki sanat-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbanîye, remzen tergib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.” | ||
وَاُب۟رِئُ ال۟اَك۟مَهَ وَال۟اَب۟رَصَ وَاُح۟يِى ال۟مَو۟تٰى بِاِذ۟نِ اللّٰهِ | |||
Kur’an, Hazret-i İsa aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de şu elindeki sanat-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbanîye, remzen tergib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.” | |||
Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim. Biri, manevî dertlerin dermanı; biri de maddî dertlerin ilacı. İşte ölmüş kalpler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilacıyla şifa buluyor. Sen de benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette ararsan bulursun.” | Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim. Biri, manevî dertlerin dermanı; biri de maddî dertlerin ilacı. İşte ölmüş kalpler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilacıyla şifa buluyor. Sen de benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette ararsan bulursun.” | ||
202. satır: | 172. satır: | ||
İşte beşerin sanat cihetinde en ileri gitmesi ve maddî kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi, telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir. Âyette nühas “kıtr” ile tabir edilmiş. Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatin ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tembellerine şiddetle ihtar ediyor. | İşte beşerin sanat cihetinde en ileri gitmesi ve maddî kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi, telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir. Âyette nühas “kıtr” ile tabir edilmiş. Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatin ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tembellerine şiddetle ihtar ediyor. | ||
Hem mesela, Hazret-i Süleyman aleyhisselâm taht-ı Belkıs’ı yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim.” olan hâdise-i hârikaya delâlet eden şu âyet | Hem mesela, Hazret-i Süleyman aleyhisselâm taht-ı Belkıs’ı yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim.” olan hâdise-i hârikaya delâlet eden şu âyet قَالَ الَّذٖى عِن۟دَهُ عِل۟مٌ مِنَ ال۟كِتَابِ اَنَا اٰتٖيكَ بِهٖ قَب۟لَ اَن۟ يَر۟تَدَّ اِلَي۟كَ طَر۟فُكَ فَلَمَّا رَاٰهُ مُس۟تَقِرًّا عِن۟دَهُ …اِلٰى اٰخِرِ İşaret ediyor ki uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vakidir ki risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman aleyhisselâm hem masumiyetine hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek, Cenab-ı Hakk’a itimat edip Süleyman aleyhisselâmın lisan-ı ismetiyle istediği gibi o da lisan-ı istidadıyla Cenab-ı Hak’tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir. | ||
قَالَ الَّذٖى عِن۟دَهُ عِل۟مٌ مِنَ ال۟كِتَابِ اَنَا اٰتٖيكَ بِهٖ قَب۟لَ اَن۟ يَر۟تَدَّ اِلَي۟كَ طَر۟فُكَ فَلَمَّا رَاٰهُ مُس۟تَقِرًّا عِن۟دَهُ …اِلٰى اٰخِرِ | |||
İşaret ediyor ki uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vakidir ki risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman aleyhisselâm hem masumiyetine hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek, Cenab-ı Hakk’a itimat edip Süleyman aleyhisselâmın lisan-ı ismetiyle istediği gibi o da lisan-ı istidadıyla Cenab-ı Hak’tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir. | |||
Demek taht-ı Belkıs Yemen’de iken Şam’da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i surete ve savta haşmetli bir surette işaret ediyor ve manen diyor: | Demek taht-ı Belkıs Yemen’de iken Şam’da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i surete ve savta haşmetli bir surette işaret ediyor ve manen diyor: | ||
230. satır: | 196. satır: | ||
İşte beşerin, sanat ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faydalı suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi bazen kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır. | İşte beşerin, sanat ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faydalı suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi bazen kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır. | ||
Hem temessül-ü ervaha işaret eden, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler hem | Hem temessül-ü ervaha işaret eden, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler hem فَاَر۟سَل۟نَٓا اِلَي۟هَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا misillü bazı âyetler, ruhanîlerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i ervaha dahi işaret ediyorlar. Fakat işaret olunan celb-i ervah-ı tayyibe ise medenilerin yaptığı gibi hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara, o pek ciddi ve ciddi bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil belki ciddi olarak ve ciddi bir maksat için Muhyiddin-i Arabî gibi zatlar ki istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velayet misillü onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrub etmekle ruhaniyetlerinden manevî istifade etmektir ki âyetler ona işaret eder. Ve işaret içinde bir teşviki ihsas ediyorlar ve bu nevi sanat ve fünun-u hafiyenin en ileri hududunu çiziyor ve en güzel suretini gösteriyorlar. | ||
Hem mesela, '''Hazret-i Davud''' aleyhisselâmın mu’cizelerine dair اِنَّا سَخَّر۟نَا ال۟جِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّح۟نَ بِال۟عَشِىِّ وَال۟اِش۟رَاقِ يَا جِبَالُ اَوِّبٖى مَعَهُ وَالطَّي۟رَ وَاَلَنَّا لَهُ ال۟حَدٖيدَ ve عُلِّم۟نَا مَن۟طِقَ الطَّي۟رِ âyetler delâlet ediyor ki: Cenab-ı Hak, Hazret-i Davud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. | |||
Hem mesela, '''Hazret-i Davud''' aleyhisselâmın mu’cizelerine dair | |||
اِنَّا سَخَّر۟نَا ال۟جِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّح۟نَ بِال۟عَشِىِّ وَال۟اِش۟رَاقِ يَا جِبَالُ اَوِّبٖى مَعَهُ وَالطَّي۟رَ وَاَلَنَّا لَهُ ال۟حَدٖيدَ | |||
ve عُلِّم۟نَا مَن۟طِقَ الطَّي۟رِ âyetler delâlet ediyor ki: Cenab-ı Hak, Hazret-i Davud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı. | |||
Acaba bu mümkün müdür, hakikat mıdır? | Acaba bu mümkün müdür, hakikat mıdır? | ||
281. satır: | 239. satır: | ||
=== Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm === | === Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm === | ||
Şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemalât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun’iyeyi “talim-i esma” unvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle latîf bir remz-i ulvi var ki: | Şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemalât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun’iyeyi “talim-i esma” unvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle latîf bir remz-i ulvi var ki: | ||
295. satır: | 254. satır: | ||
İşte Kur’an-ı Hakîm, şu âyetle beşeri, şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi arş ileri!” diyor. Bu âyetin hazine-i uzmasından şimdilik bu cevherle iktifa ederek o kapıyı kapıyoruz. | İşte Kur’an-ı Hakîm, şu âyetle beşeri, şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi arş ileri!” diyor. Bu âyetin hazine-i uzmasından şimdilik bu cevherle iktifa ederek o kapıyı kapıyoruz. | ||
Hem mesela, hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı ve Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üsluplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden | Hem mesela, hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı ve Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üsluplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden قُل۟ لَئِنِ اج۟تَمَعَتِ ال۟اِن۟سُ وَال۟جِنُّ عَلٰٓى اَن۟ يَا۟تُوا بِمِث۟لِ هٰذَا ال۟قُر۟اٰنِ لَا يَا۟تُونَ بِمِث۟لِهٖ وَلَو۟ كَانَ بَع۟ضُهُم۟ لِبَع۟ضٍ ظَهٖيرًا gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu’cize-i ebediyenin vücuh-u i’cazından en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip azîm bir teşvik ile şiddetli bir tergib ile dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazirini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor. | ||
قُل۟ لَئِنِ اج۟تَمَعَتِ ال۟اِن۟سُ وَال۟جِنُّ عَلٰٓى اَن۟ يَا۟تُوا بِمِث۟لِ هٰذَا ال۟قُر۟اٰنِ لَا يَا۟تُونَ بِمِث۟لِهٖ وَلَو۟ كَانَ بَع۟ضُهُم۟ لِبَع۟ضٍ ظَهٖيرًا | |||
gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu’cize-i ebediyenin vücuh-u i’cazından en zâhir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip azîm bir teşvik ile şiddetli bir tergib ile dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazirini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor. | |||
Hem öyle bir surette o mu’cizeyi nazargâh-ı enama koyuyor; güya insanın bu dünyaya gelişinden gaye-i yegânesi, o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir. | Hem öyle bir surette o mu’cizeyi nazargâh-ı enama koyuyor; güya insanın bu dünyaya gelişinden gaye-i yegânesi, o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir. | ||
320. satır: | 275. satır: | ||
==== '''Birincisi:''' ==== | ==== '''Birincisi:''' ==== | ||
'''Eğer desen:''' “Madem Kur’an, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remiz ile hafî bir îma ile hafif bir işaretle zayıf bir ihtar ile iktifa ediyor?” | '''Eğer desen:''' “Madem Kur’an, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remiz ile hafî bir îma ile hafif bir işaretle zayıf bir ihtar ile iktifa ediyor?” | ||
332. satır: | 288. satır: | ||
Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı sanat cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse o vakit, bir tek sinek onlara “Susunuz!” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyarıyla kesbedilen bütün ince sanatlar ve bütün nazik cihazlar toplansa benim küçücük vücudumdaki ince sanat ve nâzenin cihazlar kadar acib olamaz. | Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı sanat cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse o vakit, bir tek sinek onlara “Susunuz!” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyarıyla kesbedilen bütün ince sanatlar ve bütün nazik cihazlar toplansa benim küçücük vücudumdaki ince sanat ve nâzenin cihazlar kadar acib olamaz. | ||
اِنَّ الَّذٖينَ تَد۟عُونَ مِن۟ دُونِ اللّٰهِ لَن۟ يَخ۟لُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اج۟تَمَعُوا لَهُ …اِلٰى اٰخِرِ | اِنَّ الَّذٖينَ تَد۟عُونَ مِن۟ دُونِ اللّٰهِ لَن۟ يَخ۟لُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اج۟تَمَعُوا لَهُ …اِلٰى اٰخِرِ âyeti sizi susturur.” | ||
âyeti sizi susturur.” | |||
Eğer o hârikalar, daire-i ubudiyete gidip o daireden haklarını isterlerse o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki: “Sizin münasebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir. En ehemm ve en elzem işler, takdim edilecektir. | Eğer o hârikalar, daire-i ubudiyete gidip o daireden haklarını isterlerse o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki: “Sizin münasebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir. En ehemm ve en elzem işler, takdim edilecektir. | ||
341. satır: | 295. satır: | ||
==== İkinci suale cevap: ==== | ==== İkinci suale cevap: ==== | ||
Eğer desen: “Şimdi şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki Kur’an’da sair hakaikle beraber, medeniyet-i hazıranın hârikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan her şey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’an, onları sarahatle zikretmiyor, tâ muannid kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?” | Eğer desen: “Şimdi şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki Kur’an’da sair hakaikle beraber, medeniyet-i hazıranın hârikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan her şey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’an, onları sarahatle zikretmiyor, tâ muannid kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?” | ||
359. satır: | 314. satır: | ||
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا | رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا | ||
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ وَ بَارِك۟ وَ كَرِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا وَ مَو۟لٰينَا مُحَمَّدٍ عَب۟دِكَ | اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ وَ بَارِك۟ وَ كَرِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا وَ مَو۟لٰينَا مُحَمَّدٍ عَب۟دِكَ وَ نَبِيِّكَ وَ رَسُولِكَ النَّبِىِّ ال۟اُمِّىِّ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ وَ اَز۟وَاجِهٖ وَ ذُرِّيَّاتِهٖ وَ عَلَى النَّبِيّٖينَ وَ ال۟مُر۟سَلٖينَ وَ ال۟مَلٰئِكَةِ ال۟مُقَرَّبٖينَ وَ ال۟اَو۟لِيَاءِ وَ الصَّالِحٖينَ اَف۟ضَلَ صَلَاةٍ وَ اَز۟كٰى سَلَامٍ وَ اَن۟مٰى بَرَكَاتٍ بِعَدَدِ سُوَرِ ال۟قُر۟اٰنِ وَ اٰيَاتِهٖ وَ حُرُوفِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ وَ مَعَانٖيهِ وَ اِشَارَاتِهٖ وَ رُمُوزِهٖ وَ دَلَالَاتِهٖ وَاغ۟فِر۟لَنَا وَار۟حَم۟نَا وَ ال۟طُف۟ بِنَا يَا اِلٰهَنَا يَا خَالِقَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ | ||
وَ نَبِيِّكَ وَ رَسُولِكَ النَّبِىِّ ال۟اُمِّىِّ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَص۟حَابِهٖ وَ اَز۟وَاجِهٖ | |||
وَ ذُرِّيَّاتِهٖ وَ عَلَى النَّبِيّٖينَ وَ ال۟مُر۟سَلٖينَ وَ ال۟مَلٰئِكَةِ ال۟مُقَرَّبٖينَ وَ ال۟اَو۟لِيَاءِ | |||
وَ الصَّالِحٖينَ اَف۟ضَلَ صَلَاةٍ وَ اَز۟كٰى سَلَامٍ وَ اَن۟مٰى بَرَكَاتٍ بِعَدَدِ سُوَرِ ال۟قُر۟اٰنِ وَ اٰيَاتِهٖ وَ حُرُوفِهٖ وَ كَلِمَاتِهٖ وَ مَعَانٖيهِ وَ اِشَارَاتِهٖ وَ رُمُوزِهٖ وَ دَلَالَاتِهٖ وَاغ۟فِر۟لَنَا وَار۟حَم۟نَا وَ ال۟طُف۟ بِنَا يَا اِلٰهَنَا | |||
يَا خَالِقَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ | |||
وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ اٰمٖينَ | وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ اٰمٖينَ | ||
376. satır: | 323. satır: | ||
<center> [[On Dokuzuncu Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi Birinci Söz]] </center> | <center> [[On Dokuzuncu Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi Birinci Söz]] </center> | ||
------ | ------ | ||
</translate> |
düzenleme