İçeriğe atla

On Üçüncü Lem'a: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
("On Üçüncü Lem’a اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ sırrına dairdir. وَقُل۟ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِن۟ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ ۝ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَن۟ يَح۟ضُرُونِ Şeytandan istiaze sırrına dairdir. On üç işaret yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmi Altıncı Söz gibi bir..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
On Üçüncü Lem’a
= On Üçüncü Lem’a =
 
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ sırrına dairdir.
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ sırrına dairdir.


9. satır: 8. satır:
Şeytandan istiaze sırrına dairdir. On üç işaret yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmi Altıncı Söz gibi bir kısım risalelerde beyan ve ispat edildiğinden burada yalnız icmalen bahsedilecek.
Şeytandan istiaze sırrına dairdir. On üç işaret yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmi Altıncı Söz gibi bir kısım risalelerde beyan ve ispat edildiğinden burada yalnız icmalen bahsedilecek.


Birinci İşaret
== Birinci İşaret ==
'''Sual:''' Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizbü’ş-şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?


Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizbü’ş-şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?
'''Elcevap:''' Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şer, menfîdir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir.
 
Elcevap: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şer, menfîdir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir.


Herkesçe malûmdur ki yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrip eder. Evet, bütün aza-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için “Et-tahribü eshel” durub-u emsal hükmüne geçmiş.
Herkesçe malûmdur ki yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrip eder. Evet, bütün aza-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için “Et-tahribü eshel” durub-u emsal hükmüne geçmiş.
19. satır: 17. satır:
İşte bu sırdandır ki ehl-i dalalet, hakikaten zayıf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler وَال۟عَاقِبَةُ لِل۟مُتَّقٖينَ sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise şeriat-ı Muhammediye (asm) ve sünnet-i Ahmediyedir (asm).
İşte bu sırdandır ki ehl-i dalalet, hakikaten zayıf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazen galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler وَال۟عَاقِبَةُ لِل۟مُتَّقٖينَ sırrıyla ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise şeriat-ı Muhammediye (asm) ve sünnet-i Ahmediyedir (asm).


İkinci İşaret
== İkinci İşaret ==
 
'''Sual:''' Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-Hakk’ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?
Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-Hakk’ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?


Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.
Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.


Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz’î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var, mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa melâikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nevinde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.
'''Elcevap:''' Şeytanın vücudunda cüz’î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var, mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa melâikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nevinde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.


Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir.
Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir.
33. satır: 30. satır:
Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesidir. Ve silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.
Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesidir. Ve silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.


Üçüncü İşaret
== Üçüncü İşaret ==
'''Sual:''' Kur’an-ı Hakîm’de ehl-i dalalete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zâhirine göre adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslubundaki itidaline ve istikametine münasip düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz’î bir hareketi için binler cinayet etmiş gibi tehdit ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde, mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?


Sual: Kur’an-ı Hakîm’de ehl-i dalalete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zâhirine göre adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslubundaki itidaline ve istikametine münasip düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz’î bir hareketi için binler cinayet etmiş gibi tehdit ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde, mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?
'''Elcevap:''' Onun sır ve hikmeti şudur ki şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete sülûk ettikleri için küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar.
 
Elcevap: Onun sır ve hikmeti şudur ki şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete sülûk ettikleri için küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar.


Nasıl ki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa’ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve iptaline sebebiyet verdiği için o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikâyetler edip dehşetli tehdit ediyor ve onun o cüz’î hareketini değil belki o hareketin müthiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zatına değil belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar.
Nasıl ki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa’ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve iptaline sebebiyet verdiği için o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikâyetler edip dehşetli tehdit ediyor ve onun o cüz’î hareketini değil belki o hareketin müthiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zatına değil belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar.
45. satır: 41. satır:
Malûmdur ki böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye iltica etmeyen, çok perişan olur.İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavî kale, Kur’an’dır. İçine gir, kurtul.
Malûmdur ki böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye iltica etmeyen, çok perişan olur.İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavî kale, Kur’an’dır. İçine gir, kurtul.


Dördüncü İşaret
'''Dördüncü İşaret'''


Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şer ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası, mâyesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir. Hem bilmüşahede sabittir ki bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve inhidamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur.
Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şer ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası, mâyesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir. Hem bilmüşahede sabittir ki bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve inhidamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur.
57. satır: 53. satır:
İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müthiş tahribatına karşı en mühim silahınız ve cihazat-ı tamiriyeniz, istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kaleniz sünnet-i seniyedir.
İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müthiş tahribatına karşı en mühim silahınız ve cihazat-ı tamiriyeniz, istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kaleniz sünnet-i seniyedir.


Beşinci İşaret
'''Beşinci İşaret'''


Cenab-ı Hak, kütüb-ü semaviyede beşere karşı cennet gibi azîm mükâfatı ve cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizbü’ş-şeytanın mükâfatsız çirkin zayıf desiselerine karşı mağlup olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk’ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor?
Cenab-ı Hak, kütüb-ü semaviyede beşere karşı cennet gibi azîm mükâfatı ve cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizbü’ş-şeytanın mükâfatsız çirkin zayıf desiselerine karşı mağlup olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk’ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor?
71. satır: 67. satır:
İşte bunun içindir ki Cenab-ı Hakk’ın “Gafur”, “Rahîm” gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’an-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor. بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını melce ve tahassungâh gösteriyor ve فَاس۟تَعِذ۟ emriyle اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ kelimesini siper yapıyor.
İşte bunun içindir ki Cenab-ı Hakk’ın “Gafur”, “Rahîm” gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’an-ı Hakîm’de peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor. بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını melce ve tahassungâh gösteriyor ve فَاس۟تَعِذ۟ emriyle اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ kelimesini siper yapıyor.


Altıncı İşaret
'''Altıncı İşaret'''


Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalp insanlara tahayyül-ü küfrîyi, tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zatîyi, imkân-ı aklî şeklinde gösterip imandaki yakînine münafî bir şek tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, yeise düşer, o yeisle şeytana maskara olur. Şeytan hem yeisini hem o zayıf damarını hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahut “Herçi bâd âbâd.” der, dalalete gider.
Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalp insanlara tahayyül-ü küfrîyi, tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zatîyi, imkân-ı aklî şeklinde gösterip imandaki yakînine münafî bir şek tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, yeise düşer, o yeisle şeytana maskara olur. Şeytan hem yeisini hem o zayıf damarını hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahut “Herçi bâd âbâd.” der, dalalete gider.
89. satır: 85. satır:
لَا عِب۟رَةَ لِل۟اِح۟تِمَالِ ال۟غَي۟رِ النَّاشِئِ عَن۟ دَلٖيلٍ
لَا عِب۟رَةَ لِل۟اِح۟تِمَالِ ال۟غَي۟رِ النَّاشِئِ عَن۟ دَلٖيلٍ


Yani “Bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zatî ise bir imkân-ı zihnî olmaz ki şüphe verip ehemmiyeti olsun.” İşte bu desise-i şeytaniyeye maruz olan bîçare adam, hakaik-i imaniyeye yakînini, böyle zatî imkânlar ile kaybediyor zanneder.
Yani '''“Bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zatî ise bir imkân-ı zihnî olmaz ki şüphe verip ehemmiyeti olsun.”''' İşte bu desise-i şeytaniyeye maruz olan bîçare adam, hakaik-i imaniyeye yakînini, böyle zatî imkânlar ile kaybediyor zanneder.


Mesela, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm hakkında beşeriyet itibarıyla çok imkân-ı zatiye hatırına geliyor ki imanın cezim ve yakînine zarar vermez. Fakat o, zarar verdi zanneder, zarara düşer.
Mesela, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm hakkında beşeriyet itibarıyla çok imkân-ı zatiye hatırına geliyor ki imanın cezim ve yakînine zarar vermez. Fakat o, zarar verdi zanneder, zarara düşer.
99. satır: 95. satır:
İşte şeytanın evvelki desiselerine karşı mü’minin tahassungâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hudutları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı, istiaze ile ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celbettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle manevî yaralarına tiryak ve merhem, sünnet-i seniyedir.
İşte şeytanın evvelki desiselerine karşı mü’minin tahassungâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hudutları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı, istiaze ile ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celbettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle manevî yaralarına tiryak ve merhem, sünnet-i seniyedir.


Yedinci İşaret
== Yedinci İşaret ==
 
'''Sual:''' Mutezile imamları, şerrin icadını şer telakki ettikleri için küfür ve dalaletin hilkatini Allah’a vermiyorlar. Güya onunla Allah’ı takdis ediyorlar. “Beşer kendi ef’alinin hâlıkıdır.” diye dalalete gidiyorlar.
Sual: Mutezile imamları, şerrin icadını şer telakki ettikleri için küfür ve dalaletin hilkatini Allah’a vermiyorlar. Güya onunla Allah’ı takdis ediyorlar. “Beşer kendi ef’alinin hâlıkıdır.” diye dalalete gidiyorlar.


Hem derler: “Bir günah-ı kebireyi işleyen bir mü’minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk’a itikad ve cehennemi tasdik etmek, öyle günahı işlemekle kabil-i tevfik olamaz. Çünkü dünyada gayet cüz’î bir hapis korkusuyla kendini hilaf-ı kanun her şeyden muhafaza eden adam, ebedî bir azab-ı cehennemi ve Hâlık’ın gazabını nazar-ı ehemmiyete almayacak derecede büyük günahları işlerse, elbette imansızlığa delâlet eder.”
Hem derler: “Bir günah-ı kebireyi işleyen bir mü’minin imanı gider. Çünkü Cenab-ı Hakk’a itikad ve cehennemi tasdik etmek, öyle günahı işlemekle kabil-i tevfik olamaz. Çünkü dünyada gayet cüz’î bir hapis korkusuyla kendini hilaf-ı kanun her şeyden muhafaza eden adam, ebedî bir azab-ı cehennemi ve Hâlık’ın gazabını nazar-ı ehemmiyete almayacak derecede büyük günahları işlerse, elbette imansızlığa delâlet eder.”


Elcevap:
'''Elcevap:'''


Birinci şıkkın cevabı şudur ki Kader Risalesi’nde izah edildiği gibi: Halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü halk ve icad, umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu, çok hayırlı neticelere mukaddime olduğu için o şerrin icadı, neticeler itibarıyla hayır olur, hayır hükmüne geçer.
'''Birinci şıkkın cevabı şudur ki''' Kader Risalesi’nde izah edildiği gibi: Halk-ı şer, şer değil; belki kesb-i şer, şerdir. Çünkü halk ve icad, umum neticelere bakar. Bir şerrin vücudu, çok hayırlı neticelere mukaddime olduğu için o şerrin icadı, neticeler itibarıyla hayır olur, hayır hükmüne geçer.


Mesela, ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar sû-i ihtiyarıyla ateşi kendilerine şer yapmakla “Ateşin icadı şerdir.” diyemezler.
Mesela, ateşin yüz hayırlı neticeleri var. Fakat bazı insanlar sû-i ihtiyarıyla ateşi kendilerine şer yapmakla “Ateşin icadı şerdir.” diyemezler.
115. satır: 110. satır:
İşte Mutezile bu sırrı anlamadıkları için “Halk-ı şer şerdir ve çirkinin icadı çirkindir.” diye Cenab-ı Hakk’ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalalete düşmüşler. وَ بِال۟قَدَرِ خَي۟رِهٖ وَ شَرِّهٖ olan bir rükn-ü imanîyi tevil etmişler.
İşte Mutezile bu sırrı anlamadıkları için “Halk-ı şer şerdir ve çirkinin icadı çirkindir.” diye Cenab-ı Hakk’ı takdis için şerrin icadını ona vermemişler, dalalete düşmüşler. وَ بِال۟قَدَرِ خَي۟رِهٖ وَ شَرِّهٖ olan bir rükn-ü imanîyi tevil etmişler.


İkinci şık ki “Günah-ı kebireyi işleyen, nasıl mü’min kalabilir?” diye suallerine cevap ise:
'''İkinci şık ki “Günah-ı kebireyi işleyen, nasıl mü’min kalabilir?” diye suallerine cevap ise:'''


Evvela: Sâbık işaretlerde onların hatası kat’î bir surette anlaşılmıştır ki tekrara hâcet kalmamıştır.
Evvela: Sâbık işaretlerde onların hatası kat’î bir surette anlaşılmıştır ki tekrara hâcet kalmamıştır.
137. satır: 132. satır:
İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın muhkemat kalesine gir ve sünnet-i seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..
İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın muhkemat kalesine gir ve sünnet-i seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..


Sekizinci İşaret
== Sekizinci İşaret ==
 
'''Sual:''' Sâbık işaretlerde ispat ettiniz ki dalalet yolu, kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için çoklar o yola sülûk ediyorlar. Halbuki sair risalelerde kat’î deliller ile ispat etmişsiniz ki küfür ve dalalet yolu o kadar müşkülatlı ve suubetlidir ki hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değil. Ve iman ve hidayet yolu o kadar kolay ve zâhirdir ki herkes ona girmeli idi.
Sual: Sâbık işaretlerde ispat ettiniz ki dalalet yolu, kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için çoklar o yola sülûk ediyorlar. Halbuki sair risalelerde kat’î deliller ile ispat etmişsiniz ki küfür ve dalalet yolu o kadar müşkülatlı ve suubetlidir ki hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değil. Ve iman ve hidayet yolu o kadar kolay ve zâhirdir ki herkes ona girmeli idi.


Elcevap: Küfür ve dalalet iki kısımdır. Bir kısmı amelî ve fer’î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki bu tarz dalalet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir, bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki risalelerde kolay gösterilmiş.
'''Elcevap:''' Küfür ve dalalet iki kısımdır. Bir kısmı amelî ve fer’î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki bu tarz dalalet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir, bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki risalelerde kolay gösterilmiş.


İkinci kısım ise amelî ve fer’î olmayıp belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise bâtılı kabuldür, hakkın aksini ispattır. Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve nakîzi değil, imanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki kolay olsun, belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi ispat etmekle kabul edilebilir. اَل۟عَدَمُ لَا يُث۟بَتُ kaidesiyle: Ademin ispatı elbette kolay değildir.
İkinci kısım ise amelî ve fer’î olmayıp belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise bâtılı kabuldür, hakkın aksini ispattır. Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve nakîzi değil, imanın zıddıdır. Adem-i kabul değil ki kolay olsun, belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi ispat etmekle kabul edilebilir. اَل۟عَدَمُ لَا يُث۟بَتُ kaidesiyle: Ademin ispatı elbette kolay değildir.
147. satır: 141. satır:
İşte sair risalelerde imtina derecesinde suubetli ve müşkülatlı gösterilen küfür ve dalalet bu kısımdır ki zerre miktar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır. Hem bu yol, risalelerde kat’î ispat edildiği gibi o kadar dehşetli elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.
İşte sair risalelerde imtina derecesinde suubetli ve müşkülatlı gösterilen küfür ve dalalet bu kısımdır ki zerre miktar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır. Hem bu yol, risalelerde kat’î ispat edildiği gibi o kadar dehşetli elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.


Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkülatlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?
'''Eğer denilse:''' Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkülatlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?


Elcevap: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letaif-i insaniyeye galebe ettikleri için çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.
'''Elcevap:''' İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letaif-i insaniyeye galebe ettikleri için çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.


Sual: Eğer denilse: Dalalette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalı idi. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firak-ı lâyezalî ve zeval-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve müfarakat-ı ebediye suretinde gözü önünde daima küfür vasıtasıyla gören insan, nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?
'''Sual:''' Eğer denilse: Dalalette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalı idi. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firak-ı lâyezalî ve zeval-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve müfarakat-ı ebediye suretinde gözü önünde daima küfür vasıtasıyla gören insan, nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?


Elcevap: Acib bir mağlata-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Surî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsil ile onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:
'''Elcevap:''' Acib bir mağlata-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Surî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsil ile onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:


Deniliyor: Deve kuşuna demişler “Kanatların var, uç!” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim.” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: “Madem deveyim diyorsun, yük götür!” O zaman kanatlarını açıvermiş “Ben kuşum.” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.
'''Deniliyor:''' Deve kuşuna demişler “Kanatların var, uç!” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim.” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: “Madem deveyim diyorsun, yük götür!” O zaman kanatlarını açıvermiş “Ben kuşum.” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.


Aynen onun gibi; kâfir, Kur’an’ın semavî ilanatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: “Madem mevt ve zevali, bir idam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde… Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?” O adam, Kur’an’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil, ihtimal beka var.” Veyahut deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!
Aynen onun gibi; kâfir, Kur’an’ın semavî ilanatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: “Madem mevt ve zevali, bir idam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde… Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?” O adam, Kur’an’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil, ihtimal beka var.” Veyahut deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!


Elhasıl: O meşkuk küfür vasıtasıyla deve kuşu gibi mevt ve zevali idam manasında gördüğü vakit Kur’an ve semavî kitapların iman-ı bi’l-âhirete dair kat’î ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: “Madem bâki bir âleme gidilecek, o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.”
'''Elhasıl:''' O meşkuk küfür vasıtasıyla deve kuşu gibi mevt ve zevali idam manasında gördüğü vakit Kur’an ve semavî kitapların iman-ı bi’l-âhirete dair kat’î ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: “Madem bâki bir âleme gidilecek, o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.”


O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur, yok için neden çalışayım?” Yani vaktâ ki o hükm-ü Kur’an’ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkuk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur, ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur.
O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur, yok için neden çalışayım?” Yani vaktâ ki o hükm-ü Kur’an’ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkuk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur, ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur.
169. satır: 163. satır:
İşte ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’an’ın himayeti altına mü’minane ve mutemidane giriniz ve sünnet-i seniyesinin dairesine teslimkârane ve müstahsinane dâhil olunuz, dünya şakavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz!
İşte ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’an’ın himayeti altına mü’minane ve mutemidane giriniz ve sünnet-i seniyesinin dairesine teslimkârane ve müstahsinane dâhil olunuz, dünya şakavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz!


Dokuzuncu İşaret
== Dokuzuncu İşaret ==
 
'''Sual:''' Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlahiye ve imdad-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa hizbü’ş-şeytan olan ehl-i dalalete mağlup olmuşlar?
Sual: Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlahiye ve imdad-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa hizbü’ş-şeytan olan ehl-i dalalete mağlup olmuşlar?


Hem Hâtemü’l-enbiya’nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a’zam gibi tesirli i’caz-ı Kur’anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur’aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Hem Hâtemü’l-enbiya’nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a’zam gibi tesirli i’caz-ı Kur’anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur’aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?


Elcevap: Bu iki şık müthiş sualin halli için derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
'''Elcevap:''' Bu iki şık müthiş sualin halli için derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:


Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelal’inin hem cemalî hem celalî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celalî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıtları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tagayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tabi kıldığı için o şecere-i hilkatin câmi’ bir semeresi olan insan nevinde, o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizbü’ş-şeytana bazı cihazat vermiş.
Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelal’inin hem cemalî hem celalî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celalî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıtları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tagayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tabi kıldığı için o şecere-i hilkatin câmi’ bir semeresi olan insan nevinde, o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizbü’ş-şeytana bazı cihazat vermiş.
185. satır: 178. satır:
Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın meslek-i kudsîsi; hem vücudî hem sübutî hem tamir hem hareket hem hudutta istikamet hem âkıbeti düşünmek hem ubudiyet hem nefs-i emmarenin firavuniyetini, serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki Medine-i Münevvere’de bulunan o zamanın münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dâfiaya kapılıp dalalette kalmışlar.
Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın meslek-i kudsîsi; hem vücudî hem sübutî hem tamir hem hareket hem hudutta istikamet hem âkıbeti düşünmek hem ubudiyet hem nefs-i emmarenin firavuniyetini, serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki Medine-i Münevvere’de bulunan o zamanın münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dâfiaya kapılıp dalalette kalmışlar.


Eğer denilirse: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm madem Habib-i Rabbü’l-âlemîn’dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu’cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbanî, nasıl oluyor Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidayetinde mağlup oluyor?
'''Eğer denilirse:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm madem Habib-i Rabbü’l-âlemîn’dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu’cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbanî, nasıl oluyor Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidayetinde mağlup oluyor?


Elcevap: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemal’in kavanin-i meşietine itaate alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu’cizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
'''Elcevap:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemal’in kavanin-i meşietine itaate alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu’cizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.


İşte bu sır içindir ki yalnız davasını tasdik ettirmek için ara sıra inde’l-hace, münkirlerin inkârını kırmak için mu’cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evamir-i İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile tesis edilen âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi “Sipere giriniz!” emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamıyla hikmet-i İlahiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaati göstersin.
İşte bu sır içindir ki yalnız davasını tasdik ettirmek için ara sıra inde’l-hace, münkirlerin inkârını kırmak için mu’cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evamir-i İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile tesis edilen âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi “Sipere giriniz!” emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamıyla hikmet-i İlahiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaati göstersin.


Onuncu İşaret
== Onuncu İşaret ==
 
İblisin en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir. Şu zamanda, hususan maddiyyunların felsefeleriyle zihni bulananlar, bu bedihî meselede tereddüt gösterdikleri için şeytanın bu desisesine karşı bir iki söz söyleyeceğiz. Şöyle ki:
İblisin en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir. Şu zamanda, hususan maddiyyunların felsefeleriyle zihni bulananlar, bu bedihî meselede tereddüt gösterdikleri için şeytanın bu desisesine karşı bir iki söz söyleyeceğiz. Şöyle ki:


199. satır: 191. satır:
Malûmdur ki a’lâ bir şey bozulsa, edna bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Mesela, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazen zehir gibi olur. Öyle de mahlukatın en mükerremi, belki en a’lâsı olan insan, eğer bozulsa bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşerat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi dalalet bataklığındaki şerler ve habîs ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.
Malûmdur ki a’lâ bir şey bozulsa, edna bir şeyin bozulmasından daha ziyade bozuk olur. Mesela, nasıl ki süt ve yoğurt bozulsalar yine yenilebilir. Yağ bozulsa yenilmez, bazen zehir gibi olur. Öyle de mahlukatın en mükerremi, belki en a’lâsı olan insan, eğer bozulsa bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşerat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi dalalet bataklığındaki şerler ve habîs ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinayetlerden lezzet alırlar, âdeta şeytanın mahiyetine girerler. Evet, cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.


Sâniyen: Yirmi Dokuzuncu Söz’de yüzer delil-i kat’î ile ruhanî ve meleklerin vücudunu ispat eden umum o deliller, şeytanların dahi vücudunu ispat ederler. Bu ciheti o Söz’e havale ediyoruz.
'''Sâniyen:''' Yirmi Dokuzuncu Söz’de yüzer delil-i kat’î ile ruhanî ve meleklerin vücudunu ispat eden umum o deliller, şeytanların dahi vücudunu ispat ederler. Bu ciheti o Söz’e havale ediyoruz.


Sâlisen: Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ı edyan ile sabit olduğu gibi umûr-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umûrdaki kavaninin medarları olan ervah-ı habîse ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir; belki umûr-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyade lâzımdır. Çünkü Yirmi İkinci Söz’ün başında denildiği gibi:
'''Sâlisen:''' Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ı edyan ile sabit olduğu gibi umûr-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umûrdaki kavaninin medarları olan ervah-ı habîse ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir; belki umûr-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyade lâzımdır. Çünkü Yirmi İkinci Söz’ün başında denildiği gibi:


Herkes, her şeyin hüsn-ü hakikisini göremediği için zâhirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelal’e karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkit etmemek ve haksız şekva etmemek için zâhirî bir vasıtayı perde ederek tâ itiraz ve tenkit ve şekva, o perdelere gidip Hâlık-ı Kerîm ve Hakîm-i Mutlak’a teveccüh etmesin. Nasıl ki vefat eden ibadın küsmesinden Hazret-i Azrail’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş. Öyle de Hazret-i Azrail’i (as) kabz-ı ervaha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o haletlerden gelen şekvalar, Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmesin.
Herkes, her şeyin hüsn-ü hakikisini göremediği için zâhirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelal’e karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkit etmemek ve haksız şekva etmemek için zâhirî bir vasıtayı perde ederek tâ itiraz ve tenkit ve şekva, o perdelere gidip Hâlık-ı Kerîm ve Hakîm-i Mutlak’a teveccüh etmesin. Nasıl ki vefat eden ibadın küsmesinden Hazret-i Azrail’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş. Öyle de Hazret-i Azrail’i (as) kabz-ı ervaha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o haletlerden gelen şekvalar, Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmesin.
207. satır: 199. satır:
Öyle de daha ziyade bir kat’iyetle şerlerden ve fenalıklardan gelen itiraz ve tenkit, Hâlık-ı Zülcelal’e teveccüh etmemek için hikmet-i Rabbaniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiştir.
Öyle de daha ziyade bir kat’iyetle şerlerden ve fenalıklardan gelen itiraz ve tenkit, Hâlık-ı Zülcelal’e teveccüh etmemek için hikmet-i Rabbaniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiştir.


Râbian: İnsan küçük bir âlem olduğu gibi âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan, o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır. İnsanda bulunan numunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Mesela, nasıl ki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz’un vücuduna kat’î delildir.
'''Râbian:''' İnsan küçük bir âlem olduğu gibi âlem dahi büyük bir insandır. Bu küçük insan, o büyük insanın bir fihristesi ve hülâsasıdır. İnsanda bulunan numunelerin büyük asılları, insan-ı ekberde bizzarure bulunacaktır. Mesela, nasıl ki insanda kuvve-i hâfızanın vücudu, âlemde Levh-i Mahfuz’un vücuduna kat’î delildir.


Öyle de insanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyarına zıt ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir.
Öyle de insanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiplerinin ihtiyarına zıt ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir.
213. satır: 205. satır:
Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.
Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.


On Birinci İşaret
== On Birinci İşaret ==
 
Ehl-i dalaletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anâsır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur’an-ı Hakîm mu’cizane ifade ediyor. Yani kavm-i Nuh’un başına gelen tufan ile semavat ve arzın hücumunu ve kavm-i Semud ve Âd’in inkârından hava unsurunun hiddetini ve kavm-i Firavun’a karşı su unsurunun ve denizin galeyanını ve Karun’a karşı toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı âhirette تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ ال۟غَي۟ظِ sırrıyla cehennemin gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalalete karşı hiddetini gösterip ilan ederek gayet müthiş bir tarzda ve i’cazkârane ehl-i dalalet ve isyanı zecrediyor.
Ehl-i dalaletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anâsır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur’an-ı Hakîm mu’cizane ifade ediyor. Yani kavm-i Nuh’un başına gelen tufan ile semavat ve arzın hücumunu ve kavm-i Semud ve Âd’in inkârından hava unsurunun hiddetini ve kavm-i Firavun’a karşı su unsurunun ve denizin galeyanını ve Karun’a karşı toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı âhirette تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ ال۟غَي۟ظِ sırrıyla cehennemin gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalalete karşı hiddetini gösterip ilan ederek gayet müthiş bir tarzda ve i’cazkârane ehl-i dalalet ve isyanı zecrediyor.


Sual: Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?
'''Sual:''' Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?


Elcevap: Bazı risalelerde ve sâbık işaretlerde ispat edildiği gibi küfür ve dalalet, müthiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü hilkat-i kâinatın bir netice-i a’zamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatle mukabeledir.
'''Elcevap:''' Bazı risalelerde ve sâbık işaretlerde ispat edildiği gibi küfür ve dalalet, müthiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü hilkat-i kâinatın bir netice-i a’zamı, ubudiyet-i insaniyedir ve rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatle mukabeledir.


Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a’zamı reddettikleri için umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın her biri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip camid, fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
Halbuki ehl-i küfür ve dalalet ise küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a’zamı reddettikleri için umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın her biri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukut ettirip camid, fâni, manasız bir mahluk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlukatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
225. satır: 216. satır:
İşte enva-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.
İşte enva-ı dalalet derecatına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbaniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için ehl-i isyana ve ehl-i dalalete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlukat öfkeleniyor.


Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi; Kur’an-ı Hakîm’in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’an’ın mübelliği olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesine ittibadır. Gir ve tabi ol!
'''Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlukatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi; Kur’an-ı Hakîm’in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’an’ın mübelliği olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesine ittibadır. Gir ve tabi ol!'''
 
On İkinci İşaret


== On İkinci İşaret ==
Dört sual ve cevaptır.
Dört sual ve cevaptır.


Birinci Sual: Mahdud bir hayatta, mahdud günahlara mukabil, hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir cehennem nasıl adalet olur?
'''Birinci Sual:''' Mahdud bir hayatta, mahdud günahlara mukabil, hadsiz bir azap ve nihayetsiz bir cehennem nasıl adalet olur?


Elcevap: Sâbık işaretlerde, hususan bundan evvelki On Birinci İşaret’te kat’iyen anlaşıldı ki küfür ve dalalet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür.
Elcevap: Sâbık işaretlerde, hususan bundan evvelki On Birinci İşaret’te kat’iyen anlaşıldı ki küfür ve dalalet cinayeti, nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür.


İkinci Sual: Şeriatta denilmiştir ki: “Cehennem ceza-yı ameldir fakat cennet fazl-ı İlahî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
'''İkinci Sual:''' Şeriatta denilmiştir ki: “Cehennem ceza-yı ameldir fakat cennet fazl-ı İlahî iledir.” Bunun sırr-ı hikmeti nedir?


Elcevap: Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki insan, icadsız bir cüz-i ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi; nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes’uliyetini, o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer ademî olduğu için abd ona fâil oldu. Cenab-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azap ile çekmeye müstahak olur.
'''Elcevap:''' Sâbık işaretlerde tebeyyün etti ki insan, icadsız bir cüz-i ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile bir emr-i ademî veya bir emr-i itibarî teşkil ile ve sübut vermekle müthiş tahribata ve şerlere sebebiyet verdiği gibi; nefsi ve hevası daima şerlere ve zararlara meyyal olduğu için o küçük kesbin neticesinden hasıl olan seyyiatın mes’uliyetini, o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer ademî olduğu için abd ona fâil oldu. Cenab-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinayetin mes’uliyetini, nihayetsiz bir azap ile çekmeye müstahak olur.


Amma hasenat ve hayrat ise mademki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan, onda hakiki fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata taraftar değildir, belki rahmet-i İlahiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız insan, iman ile arzu ile niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlahiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlahî ile verilecek cennet ise fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazıldır.
Amma hasenat ve hayrat ise mademki vücudîdirler, kesb-i insanî ve cüz-i ihtiyarî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsan, onda hakiki fâil olamaz. Ve nefs-i emmaresi de hasenata taraftar değildir, belki rahmet-i İlahiye onları ister ve kudret-i Rabbaniye icad eder. Yalnız insan, iman ile arzu ile niyet ile sahip olabilir. Ve sahip olduktan sonra, o hasenat ise ona evvelce verilmiş olan vücud ve iman nimetleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlahiyeye bir şükürdür, geçmiş nimetlere bakar. Vaad-i İlahî ile verilecek cennet ise fazl-ı Rahmanî ile verilir. Zâhirde bir mükâfattır, hakikatte fazıldır.