İçeriğe atla

Lâsiyyemalar: Revizyonlar arasındaki fark

126 bayt kaldırıldı ,  29 Ekim 2023
düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
= Lâsiyyemalar =
= Lâsiyyemalar =
(Onuncu Söz’ün bir cihette esası ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamıdır.)
'''(Onuncu Söz’ün bir cihette esası ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamıdır.)'''


Kâinatın bütün zerratı müctemian ve münferiden lisan-ı acz ve fakr ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettikleri Sâni’-i Hakîm’e hamdler, senalar, şükürler olsun. Ve kâinatın tılsımını açıp âyâtını keşif ve beyan eden Resulü ile âl ü ashabına ve sair enbiya ve mürselîn ihvanına ve ibad-ı salihîne salât ü selâmlar olsun.
Kâinatın bütün zerratı müctemian ve münferiden lisan-ı acz ve fakr ile vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettikleri Sâni’-i Hakîm’e hamdler, senalar, şükürler olsun. Ve kâinatın tılsımını açıp âyâtını keşif ve beyan eden Resulü ile âl ü ashabına ve sair enbiya ve mürselîn ihvanına ve ibad-ı salihîne salât ü selâmlar olsun.
15. satır: 15. satır:
'''Diğeri:''' Makuledir ki bir şeyin yaşadığı bir ömürde mürur-u zamanla değiştirdiği muhtelif maddî suretlerin içtimaından tasavvur edilen bir suret-i vehmiyedir. Bir ateşin süratle tedvirinden hasıl olan daire-i vehmiye gibi her şeyin tarih-i hayatını bildiren ve kadere medar olan ve mukadderat-ı eşya denilen şu ikinci suret, makuledir.
'''Diğeri:''' Makuledir ki bir şeyin yaşadığı bir ömürde mürur-u zamanla değiştirdiği muhtelif maddî suretlerin içtimaından tasavvur edilen bir suret-i vehmiyedir. Bir ateşin süratle tedvirinden hasıl olan daire-i vehmiye gibi her şeyin tarih-i hayatını bildiren ve kadere medar olan ve mukadderat-ı eşya denilen şu ikinci suret, makuledir.


Suret-i maddiye itibarıyla her şeyin bir nihayeti, bir gayesi olduğu gibi suret-i maneviye itibarıyla da bir nihayeti ve gizli bazı hikmetler için bir gayesi de vardır. '''Binaenaleyh her şeyin suret-i maddiyesinde kudret-i Rabbanî ustadır, kader mühendistir. Suret-i maneviyesinde ise kader mistardır, yani teşekkülatın çizgilerini çizer; kudret masdardır, yani o çizgiler üstünde yapılan teşekkülat, kudretten sudûr eder.'''
Suret-i maddiye itibarıyla her şeyin bir nihayeti, bir gayesi olduğu gibi suret-i maneviye itibarıyla da bir nihayeti ve gizli bazı hikmetler için bir gayesi de vardır. Binaenaleyh her şeyin suret-i maddiyesinde kudret-i Rabbanî ustadır, kader mühendistir. Suret-i maneviyesinde ise kader mistardır, yani teşekkülatın çizgilerini çizer; kudret masdardır, yani o çizgiler üstünde yapılan teşekkülat, kudretten sudûr eder.


Ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün! '''Bir zerreye, bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır? Kendine hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbab, her şeyin muhtelif ve mütenevvi suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır?'''
Ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün! Bir zerreye, bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır? Kendine hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbab, her şeyin muhtelif ve mütenevvi suretlerini biçip dikmesine kudretleri var mıdır?


Bak, ey gözden mahrum kâfir! '''Şecere-i hilkatin semeresi ve kuvvet ve ihtiyarca esbabdan üstün olan insan, terziliğin bütün kabiliyetlerini, bilgilerini cem’edip dikenli bir şecerenin azalarına uygun bir gömleği dikemez. Halbuki Sâni’-i Hakîm, her şeyin neması zamanında pek muntazam, cedid ve taze taze gömlekleri ve yeşil yeşil hulleleri kemal-i sürat ve suhuletle yapar, giydirir. Fesübhanallah!'''
Bak, ey gözden mahrum kâfir! Şecere-i hilkatin semeresi ve kuvvet ve ihtiyarca esbabdan üstün olan insan, terziliğin bütün kabiliyetlerini, bilgilerini cem’edip dikenli bir şecerenin azalarına uygun bir gömleği dikemez. Halbuki Sâni’-i Hakîm, her şeyin neması zamanında pek muntazam, cedid ve taze taze gömlekleri ve yeşil yeşil hulleleri kemal-i sürat ve suhuletle yapar, giydirir. Fesübhanallah!


'''Evet münezzehtir, her şeyin vücudu emrine bağlı olan Allah münezzehtir. Her şeyin içyüzü elinde bulunan Sâni’ münezzehtir. Bütün mahlukata merci olan Sâni’ münezzehtir.'''
Evet münezzehtir, her şeyin vücudu emrine bağlı olan Allah münezzehtir. Her şeyin içyüzü elinde bulunan Sâni’ münezzehtir. Bütün mahlukata merci olan Sâni’ münezzehtir.


Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni’-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup o mevcudun Sâni’-i Ehad ve Samed’in mülkü ve eser-i sanatı olduğuna şehadet ediyorlar.
'''Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni’-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup o mevcudun Sâni’-i Ehad ve Samed’in mülkü ve eser-i sanatı olduğuna şehadet ediyorlar.'''


Evet, gayr-ı mütenahî ehadiyet sikkelerinden ve Samedaniyet hâtemlerinden, yalnız bahar mevsiminde sahife-i arza darbedilen sikkeye bak ki şu zikredilecek müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar.
Evet, gayr-ı mütenahî ehadiyet sikkelerinden ve Samedaniyet hâtemlerinden, yalnız bahar mevsiminde sahife-i arza darbedilen sikkeye bak ki şu zikredilecek müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar.
63. satır: 63. satır:
Geçen fıkraların her birisinde, her şeyin tek bir Sâni’in sun’u ve sanatı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavet ile kuvve-i iktisadiye arasında ve sürat ile mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek ancak kudreti hadsiz bir Sâni’-i Kadîr’e mahsustur.
Geçen fıkraların her birisinde, her şeyin tek bir Sâni’in sun’u ve sanatı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavet ile kuvve-i iktisadiye arasında ve sürat ile mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek ancak kudreti hadsiz bir Sâni’-i Kadîr’e mahsustur.


'''Hülâsa:''' Her bir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zâhir bir tarîk-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan
Hülâsa: Her bir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zâhir bir tarîk-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan


وَلَئِن۟ سَاَل۟تَهُم۟ مَن۟ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ
وَلَئِن۟ سَاَل۟تَهُم۟ مَن۟ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ


âyet-i kerîmesinin sırrı zâhir oldu. Yani o inatlı münkire '''“Hâlık-ı semavat ve arz kimdir?”''' diye sorulduğu zaman çâr ü nâçâr '''“Allah’tır.”''' diyecektir.
âyet-i kerîmesinin sırrı zâhir oldu. Yani o inatlı münkire “Hâlık-ı semavat ve arz kimdir?” diye sorulduğu zaman çâr ü nâçâr “Allah’tır.” diyecektir.


'''Arkadaş! Uluhiyet, risalet, âhiret, kâinat arasında hakikatte telazum vardır.'''
'''Arkadaş! Uluhiyet, risalet, âhiret, kâinat arasında hakikatte telazum vardır.'''


'''Yani bunlardan birisinin vücud ve sübutu, ötekisinin de vücud ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı icab ettirir. Evet mesela, her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelî’nin vücub-u vücuduna bağlıdır. Sarhoş olmayanlar ancak Nakkaş-ı Ezelî’ye iman etmekle kitab-ı kâinata şahit olabilirler.'''
Yani bunlardan birisinin vücud ve sübutu, ötekisinin de vücud ve sübutunu istilzam eder. Birisine iman, ötekisine de imanı icab ettirir. Evet mesela, her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, kâtipsiz vücudu mümkün değildir. Kâinat kitabı da Nakkaş-ı Ezelî’nin vücub-u vücuduna bağlıdır. Sarhoş olmayanlar ancak Nakkaş-ı Ezelî’ye iman etmekle kitab-ı kâinata şahit olabilirler.


Ve keza pek çok sanat hârikalarına ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın bâni ve sâni’siz vücudu mümkün olmadığı gibi bu âlemin vücudu da Sâni’in vücuduna tabidir. Dalalet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler.
Ve keza pek çok sanat hârikalarına ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın bâni ve sâni’siz vücudu mümkün olmadığı gibi bu âlemin vücudu da Sâni’in vücuduna tabidir. Dalalet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler.
79. satır: 79. satır:
'''Ve keza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise irsal-i rusül ile olur.'''
'''Ve keza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise irsal-i rusül ile olur.'''


'''Ve keza hadd-i kemale bâliğ olan en yüksek bir cemalin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için resullerin tarifi lâzımdır.'''
Ve keza hadd-i kemale bâliğ olan en yüksek bir cemalin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için resullerin tarifi lâzımdır.


'''Ve keza kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat, resullerin delâletiyle olur.'''
Ve keza kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat, resullerin delâletiyle olur.


'''Ve keza rububiyet-i âmme, ubudiyet-i külliye ister. Bu da zülcenaheyn resullerin vahdet-i İlahiyeyi halka ilan etmeleri ile mümkün olur.'''
Ve keza rububiyet-i âmme, ubudiyet-i külliye ister. Bu da zülcenaheyn resullerin vahdet-i İlahiyeyi halka ilan etmeleri ile mümkün olur.


Ve keza bir hüsün sahibinin isteği olmasa ve bir âyine bulunmasa ve tarif edici bir şahıs tavassut etmezse onun hüsnünün görünmesi, gösterilmesi mümkün değildir. Bu da ancak resuller vasıtasıyla olur. Çünkü resul, ubudiyetiyle Hâlık’ın hüsnüne âyinedir; risaleti cihetiyle de halka izhar ve ilan eder.
Ve keza bir hüsün sahibinin isteği olmasa ve bir âyine bulunmasa ve tarif edici bir şahıs tavassut etmezse onun hüsnünün görünmesi, gösterilmesi mümkün değildir. Bu da ancak resuller vasıtasıyla olur. Çünkü resul, ubudiyetiyle Hâlık’ın hüsnüne âyinedir; risaleti cihetiyle de halka izhar ve ilan eder.
91. satır: 91. satır:
Arkadaş! Bu sıfatları haiz, bu vazifeleri en mükemmel görebilecek Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan başka âlemde bir şahıs yoktur. En câmi’ en kâmil en fâzıl o zattır. Tam tamına teşhir, tebliğ, tarif, tavsif, izhar, ilan eden o zattır.
Arkadaş! Bu sıfatları haiz, bu vazifeleri en mükemmel görebilecek Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan başka âlemde bir şahıs yoktur. En câmi’ en kâmil en fâzıl o zattır. Tam tamına teşhir, tebliğ, tarif, tavsif, izhar, ilan eden o zattır.


Aziz kardeş! '''“İman-ı billah”''' ile '''“âhiret imanı”''' arasındaki telazuma geldik. Hazır ol, dinle!
'''Aziz kardeş! “İman-ı billah” ile “âhiret imanı” arasındaki telazuma geldik. Hazır ol, dinle!'''


Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de mücazat etmezse saltanatı inhidama yüz çevirir. Ve keza bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lâzımdır. Mükâfat, merhametin iktizasıdır. Terbiye de mücazatı ister. Mükâfat ve mücazat menzilleri âhirettir.
Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de mücazat etmezse saltanatı inhidama yüz çevirir. Ve keza bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lâzımdır. Mükâfat, merhametin iktizasıdır. Terbiye de mücazatı ister. Mükâfat ve mücazat menzilleri âhirettir.


Ve keza yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir sultan, saltanatının şanını kusurdan saklamak üzere, kendisine iltica edenleri taltif ve hâkimiyetinin haşmetini göstermek için milletinin hukukunu muhafaza eder. '''Bu cihetlerin mühim bir kısmı âhirette olur.'''
Ve keza yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir sultan, saltanatının şanını kusurdan saklamak üzere, kendisine iltica edenleri taltif ve hâkimiyetinin haşmetini göstermek için milletinin hukukunu muhafaza eder. Bu cihetlerin mühim bir kısmı âhirette olur.


Ve keza lebâleb dolu hazinelere mâlik ve sehavet-i mutlakaya sahip olan bir sultan için umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır. Ve ayrı ayrı ihtiyaç sahiplerinin devam ve bekalarını ister. '''Bu da ancak âhirette olur.'''
Ve keza lebâleb dolu hazinelere mâlik ve sehavet-i mutlakaya sahip olan bir sultan için umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır. Ve ayrı ayrı ihtiyaç sahiplerinin devam ve bekalarını ister. Bu da ancak âhirette olur.


Ve keza bir cemal sahibi, daima hüsün ve cemalini görmek ve göstermek ister. Bu ise âhiretin vücudunu ister. '''Çünkü daimî bir cemal, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da âhireti ister.'''
Ve keza bir cemal sahibi, daima hüsün ve cemalini görmek ve göstermek ister. Bu ise âhiretin vücudunu ister. Çünkü daimî bir cemal, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da âhireti ister.


Ve keza yardım isteyenlere yardım ve dua edenlere cevap vermek hususunda, pek rahîmane bir şefkat sahibi olan bir sultan –ki edna bir mahlukun edna bir isteğini derhal yapar, verir– elbette bütün mahlukatın en büyük bir ihtiyacını kemal-i suhuletle yapar. '''Böyle umumî ve en mühim bir ihtiyaç ancak âhirettir.'''
Ve keza yardım isteyenlere yardım ve dua edenlere cevap vermek hususunda, pek rahîmane bir şefkat sahibi olan bir sultan –ki edna bir mahlukun edna bir isteğini derhal yapar, verir– elbette bütün mahlukatın en büyük bir ihtiyacını kemal-i suhuletle yapar. Böyle umumî ve en mühim bir ihtiyaç ancak âhirettir.


Ve keza icraatından, faaliyetinden anlaşılan pek hârika bir ihtişam içinde bir saltanatı varken, milletinin içtimaları için yalnız dar bir misafirhane yapılmış; daimî olarak milleti istiab edemez, daima dolar boşalır. Ve bir imtihan meydanı var; her vakit değişir, tebeddül eder. Ve sultanın bazı âsâr-ı sanatına ve ihsanatına bazı numuneler göstermek için meclisleri var, zaman zaman tahavvül eder.
Ve keza icraatından, faaliyetinden anlaşılan pek hârika bir ihtişam içinde bir saltanatı varken, milletinin içtimaları için yalnız dar bir misafirhane yapılmış; daimî olarak milleti istiab edemez, daima dolar boşalır. Ve bir imtihan meydanı var; her vakit değişir, tebeddül eder. Ve sultanın bazı âsâr-ı sanatına ve ihsanatına bazı numuneler göstermek için meclisleri var, zaman zaman tahavvül eder.
119. satır: 119. satır:
Ve keza şu muvakkat menzillerin saltanat-ı daimeye makar olacak bir şekle gireceğine pek çok deliller, bürhanlar vardır. Maahâzâ, bu âlemi icad edip öteki âlemi icad etmemek ve bu kâinatı vücuda getirip öteki kâinatı getirmemek, bu dünyayı yaratıp öteki dünyayı yaratmamak imkânı yoktur. Çünkü rububiyetin saltanatı mükâfat ve mücazatı ister.
Ve keza şu muvakkat menzillerin saltanat-ı daimeye makar olacak bir şekle gireceğine pek çok deliller, bürhanlar vardır. Maahâzâ, bu âlemi icad edip öteki âlemi icad etmemek ve bu kâinatı vücuda getirip öteki kâinatı getirmemek, bu dünyayı yaratıp öteki dünyayı yaratmamak imkânı yoktur. Çünkü rububiyetin saltanatı mükâfat ve mücazatı ister.


Ve keza Sâni’-i âlem’in her şeyi içine almış ve her şeyi istila ve istiab etmiş bir rahmet-i vâsiası vardır. Validelerin, hattâ bir cihette nebatatın evladına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının suhulet-i rızıkları, o rahmet deryasından bir katredir. O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fâni dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belalar ile karışık, zâil ve gayr-ı sabit olan şu nimetler ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur. Ve aynı zamanda, '''iade edilmemek üzere zeval; nimeti nıkmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalbeder.'''
Ve keza Sâni’-i âlem’in her şeyi içine almış ve her şeyi istila ve istiab etmiş bir rahmet-i vâsiası vardır. Validelerin, hattâ bir cihette nebatatın evladına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının suhulet-i rızıkları, o rahmet deryasından bir katredir. O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fâni dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belalar ile karışık, zâil ve gayr-ı sabit olan şu nimetler ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur. Ve aynı zamanda, iade edilmemek üzere zeval; nimeti nıkmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalbeder.


Ve keza âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki Sâni’-i âlem’in pek yüksek, celalli, izzetli bir haysiyeti vardır ki ubudiyetle Sâni’i tazim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te’diblerini tehir ve imhal etse bile ihmal etmez.
Ve keza âlemde görünen tasarrufattan anlaşılıyor ki Sâni’-i âlem’in pek yüksek, celalli, izzetli bir haysiyeti vardır ki ubudiyetle Sâni’i tazim etmeyenlerin veya istihfaf edenlerin te’diblerini tehir ve imhal etse bile ihmal etmez.
141. satır: 141. satır:
İşte böyle bir şefkat sahibi, nev-i beşerin en büyük en lâzım en zarurî, şedit bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği cenneti ve saadet-i ebediyeyi ve ba’sü ba’de’l-mevt’i yapacaktır. Bilhassa o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevi’l-hayat, bütün mahlukat “Âmin, âmin!” diyorlar.
İşte böyle bir şefkat sahibi, nev-i beşerin en büyük en lâzım en zarurî, şedit bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği cenneti ve saadet-i ebediyeyi ve ba’sü ba’de’l-mevt’i yapacaktır. Bilhassa o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevi’l-hayat, bütün mahlukat “Âmin, âmin!” diyorlar.


'''Bak, o zat öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki insanı ve bütün mahlukatı, esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvi vazifeye, mektubat-ı Samedaniye olması derecesine çıkarıyor. Bak hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip vecde getirip duasına “Âmin Allahümme âmin!” dedirtiyor.'''
Bak, o zat öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki insanı ve bütün mahlukatı, esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvi vazifeye, mektubat-ı Samedaniye olması derecesine çıkarıyor. Bak hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip vecde getirip duasına “Âmin Allahümme âmin!” dedirtiyor.


'''Acaba bütün benî-Âdem’i arkasına alıp, şu arz üstünde durup, arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-i ubudiyetini câmi’ hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye (asm) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i kâinat ne istiyor, dinleyelim. Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, cennet istiyor. Hem mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor; o esmadan şefaat talep ediyor, görüyorsun.'''
Acaba bütün benî-Âdem’i arkasına alıp, şu arz üstünde durup, arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-i ubudiyetini câmi’ hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye (asm) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i kâinat ne istiyor, dinleyelim. Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, cennet istiyor. Hem mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor; o esmadan şefaat talep ediyor, görüyorsun.


'''Eğer âhiretin hesapsız esbab-ı mûcibesi, delail-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîm’in kudretine hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti. Demek nasıl ki o zatın risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi.'''
Eğer âhiretin hesapsız esbab-ı mûcibesi, delail-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîm’in kudretine hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti. Demek nasıl ki o zatın risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi.


لَو۟لَاكَ لَو۟لَاكَ لَمَا خَلَق۟تُ ال۟اَف۟لَاكَ sırrına mazhar oldu, onun gibi ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi.
لَو۟لَاكَ لَو۟لَاكَ لَمَا خَلَق۟تُ ال۟اَف۟لَاكَ sırrına mazhar oldu, onun gibi ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi.
159. satır: 159. satır:
Ve keza bu âlemin geliş ve gidişatında ve bütün mahlukatın bir hedefe sevkinde ve semavî, süflî bütün ecramın bir kudrete bağlı ve musahhar olmasında pek büyük bir saltanat eseri görünüyor. Ve bundan anlaşılıyor ki bu mevcudatta tasarruf eden Sâni’in azîm rububiyetinde hârika bir saltanatı vardır. Halbuki bu dünya menzili tahavvülata, zevale maruzdur. Sanki misafirler için yapılmış bir handır ki daima dolup boşalıyor. Ne kendisinin sabit bir şekli vardır ve ne de içinde oturanların bir kararı vardır. Ve Sâni’-i âlem’in garib ve acib sanatlarının numunelerini teşhir ve ilan için tahavvülden hâlî kalmayan bir meşherdir. Bu itibarla o handa ve o meşherde içtima eden insanlar sabit kalacak değiller. Çünkü meskenleri sabit değildir.
Ve keza bu âlemin geliş ve gidişatında ve bütün mahlukatın bir hedefe sevkinde ve semavî, süflî bütün ecramın bir kudrete bağlı ve musahhar olmasında pek büyük bir saltanat eseri görünüyor. Ve bundan anlaşılıyor ki bu mevcudatta tasarruf eden Sâni’in azîm rububiyetinde hârika bir saltanatı vardır. Halbuki bu dünya menzili tahavvülata, zevale maruzdur. Sanki misafirler için yapılmış bir handır ki daima dolup boşalıyor. Ne kendisinin sabit bir şekli vardır ve ne de içinde oturanların bir kararı vardır. Ve Sâni’-i âlem’in garib ve acib sanatlarının numunelerini teşhir ve ilan için tahavvülden hâlî kalmayan bir meşherdir. Bu itibarla o handa ve o meşherde içtima eden insanlar sabit kalacak değiller. Çünkü meskenleri sabit değildir.


'''İşte bu hal ve şu vaziyet, bu fâni menzilden sonra o sermedî saltanata karargâh olmak üzere sabit, bâki, ebedî, sermedî saadetlerin, cennetlerin ve sarayların olacağına kat’î bir delâletle şehadet eder.''' Çünkü fâni, bâkiye makam ve medar olamaz. Evet, bir melikin gelip giden misafirleri için yolda yaptığı şu menzile ve o menzilde oturan misafirlere bakıldığı zaman görülüyor ki milyonlarca lira ile yapılan o menzil, pek az bir zaman içindir. Ve ondaki ziynetler, kıymetli şeyler, hep suret ve örneklerdir. Ve misafirler o nefis taam ve yemeklerin yalnız tadına bakıp karınlarını doyuracak derecede yemiyorlar. Ve her bir misafir, hususi makinesiyle o menzildeki ziynetlerin resimlerini alırlar. Ve melikin de gizli memurları onların bütün harekât, ef’al ve muamelelerini yazıyorlar. Ve o melik, her mevsimde milyonlarca o ziynetleri, o güzel şeyleri yeni gelecek misafirler için tahrip ve tecdid ediyor. Ve hâkeza pek çok garib ve acib şeyler görünüyor.
İşte bu hal ve şu vaziyet, bu fâni menzilden sonra o sermedî saltanata karargâh olmak üzere sabit, bâki, ebedî, sermedî saadetlerin, cennetlerin ve sarayların olacağına kat’î bir delâletle şehadet eder. Çünkü fâni, bâkiye makam ve medar olamaz. Evet, bir melikin gelip giden misafirleri için yolda yaptığı şu menzile ve o menzilde oturan misafirlere bakıldığı zaman görülüyor ki milyonlarca lira ile yapılan o menzil, pek az bir zaman içindir. Ve ondaki ziynetler, kıymetli şeyler, hep suret ve örneklerdir. Ve misafirler o nefis taam ve yemeklerin yalnız tadına bakıp karınlarını doyuracak derecede yemiyorlar. Ve her bir misafir, hususi makinesiyle o menzildeki ziynetlerin resimlerini alırlar. Ve melikin de gizli memurları onların bütün harekât, ef’al ve muamelelerini yazıyorlar. Ve o melik, her mevsimde milyonlarca o ziynetleri, o güzel şeyleri yeni gelecek misafirler için tahrip ve tecdid ediyor. Ve hâkeza pek çok garib ve acib şeyler görünüyor.


İşte bu vaziyet gösterir ki o muvakkat menzil sahibinin pek yüksek kıymetli menzilleri, daireleri ve ebedî, sermedî sarayları vardır. Bu küçük menzilde görünen şeyler, haller misafirleri ebedî menzillerdeki yüksek şeylere teşvik için gösterilen numunelerdir.
İşte bu vaziyet gösterir ki o muvakkat menzil sahibinin pek yüksek kıymetli menzilleri, daireleri ve ebedî, sermedî sarayları vardır. Bu küçük menzilde görünen şeyler, haller misafirleri ebedî menzillerdeki yüksek şeylere teşvik için gösterilen numunelerdir.


Kezalik bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların ahvaline dikkat edilirse anlaşılıyor ki: '''Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın ebedî ve sermedî olan “Dârü’s-selâm” menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur. Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir. Çünkü visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.'''
Kezalik bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların ahvaline dikkat edilirse anlaşılıyor ki: Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın ebedî ve sermedî olan “Dârü’s-selâm” menziline davetlisi olan mahlukatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur. Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir. Çünkü visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.


Maahâzâ o lezzetlerden hiç kimse tam manasıyla muradına nâil olamaz. Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veya insanın ömrü kısa olduğundan muradına yetişemez. Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir. Çünkü onlar Cenab-ı Hakk’ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakiki nimetlere numunelerdir.
Maahâzâ o lezzetlerden hiç kimse tam manasıyla muradına nâil olamaz. Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veya insanın ömrü kısa olduğundan muradına yetişemez. Ancak, o lezzetler ve o nefis şeyler ibret ve şükre sevk içindir. Çünkü onlar Cenab-ı Hakk’ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakiki nimetlere numunelerdir.
171. satır: 171. satır:
Evet, onların ölümleri fena olsa bile, yalnız bir cihetten fenaya gider, çok cihetlerden bâki kalır. Mesela, kudret-i Ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak! Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zâhiren fenaya giderse de Allah’ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitaplarda milyonlarca timsalleri kaldığı gibi akıllarda da akıllar adedince manaları kalır. Kezalik o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hâfızalarında ve halefiyle hamile olan tohumlarında suretleri, manaları bâkidir. Demek o gülün tohumu olsun, kuvve-i hâfızalar olsun; o gül çiçeğinin suretini, ziynetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.
Evet, onların ölümleri fena olsa bile, yalnız bir cihetten fenaya gider, çok cihetlerden bâki kalır. Mesela, kudret-i Ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak! Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zâhiren fenaya giderse de Allah’ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitaplarda milyonlarca timsalleri kaldığı gibi akıllarda da akıllar adedince manaları kalır. Kezalik o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hâfızalarında ve halefiyle hamile olan tohumlarında suretleri, manaları bâkidir. Demek o gülün tohumu olsun, kuvve-i hâfızalar olsun; o gül çiçeğinin suretini, ziynetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.


'''Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve ef’ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a’malinin neticeleri hıfzediliyor ki muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın.'''
Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahipsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve ef’ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a’malinin neticeleri hıfzediliyor ki muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın.


Hülâsa: Her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izinlerdir.
'''Hülâsa:''' Her güz mevsiminde yapılan tahribat, gelecek bahar mevsimlerinde gelen yeni misafirler için yer tedarik etmek ve bir nevi terhis ve izinlerdir.


Ve keza bu âlemde tasarruf eden Sâni’in öyle bir kitab-ı mübini vardır ki ne küçük ve ne büyük, o kitapta yazılıp hıfzedilmemiş hiçbir şey yoktur. O kitabın maddelerinden âlemde görünen yalnız nizam ve mizan maddelerine bak! Evet, görüyoruz ki herhangi muvazzaf bulunan bir şey, vazifesinden terhis edilmekle daire-i vücuddan çıkarsa Fâtır-ı Hakîm onun çok suretlerini “Levh-i Mahfuz”larda tesbit eder. Ve tarih-i hayatını, tohumunda ve neticesinde nakşeder ve pek çok gaybî âyinelerde ibka eder.
Ve keza bu âlemde tasarruf eden Sâni’in öyle bir kitab-ı mübini vardır ki ne küçük ve ne büyük, o kitapta yazılıp hıfzedilmemiş hiçbir şey yoktur. O kitabın maddelerinden âlemde görünen yalnız nizam ve mizan maddelerine bak! Evet, görüyoruz ki herhangi muvazzaf bulunan bir şey, vazifesinden terhis edilmekle daire-i vücuddan çıkarsa Fâtır-ı Hakîm onun çok suretlerini “Levh-i Mahfuz”larda tesbit eder. Ve tarih-i hayatını, tohumunda ve neticesinde nakşeder ve pek çok gaybî âyinelerde ibka eder.
191. satır: 191. satır:
Maahâzâ, insanların haşri nebatatın haşri gibidir. Bunu gören onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan vaadi ise bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların icmaıyla sabit olduğu gibi Kur’an-ı Kerîm’in lisanıyla da sabittir.
Maahâzâ, insanların haşri nebatatın haşri gibidir. Bunu gören onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan vaadi ise bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların icmaıyla sabit olduğu gibi Kur’an-ı Kerîm’in lisanıyla da sabittir.


'''Ezcümle:'''
Ezcümle:


اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَيَج۟مَعَنَّكُم۟ اِلٰى يَو۟مِ ال۟قِيَامَةِ لَا رَي۟بَ فٖيهِ
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَيَج۟مَعَنَّكُم۟ اِلٰى يَو۟مِ ال۟قِيَامَةِ لَا رَي۟بَ فٖيهِ
207. satır: 207. satır:
Ve keza bu âlemin mutasarrıfı, dar ve muvakkat şu arz meydanında, âlem-i âhiretin büyük meydanının çok misallerini, numunelerini her vakit gösteriyor.
Ve keza bu âlemin mutasarrıfı, dar ve muvakkat şu arz meydanında, âlem-i âhiretin büyük meydanının çok misallerini, numunelerini her vakit gösteriyor.


'''Ezcümle:''' Bahar mevsiminde, arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır. Evet altı gün zarfında, o karışık nebatatın tohumlarından ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesetleri galatsız, haltsız kema fi’s-sâbık inşa ve iade etmekle, arz meydanında nebatî haşirleri yapan kudret, semavat ve arzı altı günde halk etmesinden âciz değildir. Ve o kudrete nazaran göz işareti kadar kolay olan haşr-i insanîyi yapmamak imkânı var mıdır? Evet, haşr-i nebatîde kelimeleri, yazıları tamamen silinmiş üç yüz bin kadar sahifeleri; birlikte, bilâ-halt ve bilâ-galat kısa bir zamanda eski yazılarını iade eden bir kudrete, tek bir sahifeden ibaret bulunan haşr-i insanî ağır gelir mi? Hâşâ!
Ezcümle: Bahar mevsiminde, arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır. Evet altı gün zarfında, o karışık nebatatın tohumlarından ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesetleri galatsız, haltsız kema fi’s-sâbık inşa ve iade etmekle, arz meydanında nebatî haşirleri yapan kudret, semavat ve arzı altı günde halk etmesinden âciz değildir. Ve o kudrete nazaran göz işareti kadar kolay olan haşr-i insanîyi yapmamak imkânı var mıdır? Evet, haşr-i nebatîde kelimeleri, yazıları tamamen silinmiş üç yüz bin kadar sahifeleri; birlikte, bilâ-halt ve bilâ-galat kısa bir zamanda eski yazılarını iade eden bir kudrete, tek bir sahifeden ibaret bulunan haşr-i insanî ağır gelir mi? Hâşâ!


İşte o kudret sahibi, lisan-ı Kur’an ile emrettiği
İşte o kudret sahibi, lisan-ı Kur’an ile emrettiği
223. satır: 223. satır:
Öyle ise o sultanın memleketinde daimî mekânlar, sabit meskenler, daimî ve mukim sakinler bulunmazsa şu görünen hikmet, inayet, merhamet ve adaletin, kalp ve fikir sahiplerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı zamanda o ef’al-i hakîmane sahibinin –hâşâ– sefih, zalim olmasını istilzam eder. Bu ise hakikati zıddına kalbeden bir muhaldir.
Öyle ise o sultanın memleketinde daimî mekânlar, sabit meskenler, daimî ve mukim sakinler bulunmazsa şu görünen hikmet, inayet, merhamet ve adaletin, kalp ve fikir sahiplerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı zamanda o ef’al-i hakîmane sahibinin –hâşâ– sefih, zalim olmasını istilzam eder. Bu ise hakikati zıddına kalbeden bir muhaldir.


Ey sözlerimi dinleyen arkadaş! Haşrin vücuduna ve vukuuna dair delillerin, şu zikredilen kısma, emarelere münhasır olduğunu zannetme. Kur’an-ı Kerîm’in gösterdiği gayr-ı mütenahî emarelerden istihraç edilen hakikat şudur ki: Hâlık’ımız, şu muvakkat dünya meşherlerinde daimî olan rububiyetinin sabit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir.
'''Ey sözlerimi dinleyen arkadaş!''' Haşrin vücuduna ve vukuuna dair delillerin, şu zikredilen kısma, emarelere münhasır olduğunu zannetme. Kur’an-ı Kerîm’in gösterdiği gayr-ı mütenahî emarelerden istihraç edilen hakikat şudur ki: Hâlık’ımız, şu muvakkat dünya meşherlerinde daimî olan rububiyetinin sabit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir.


Ve yine zannetme ki haşir ve âhireti iktiza eden, esma-i hüsnadan yalnız “Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz” isimleridir. Belki kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir isim, âhiret ve haşri iktiza eder.
Ve yine zannetme ki haşir ve âhireti iktiza eden, esma-i hüsnadan yalnız “Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz” isimleridir. Belki kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir isim, âhiret ve haşri iktiza eder.