78.073
düzenleme
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
2. satır: | 2. satır: | ||
= Şemme = | = Şemme = | ||
RİSALESİ | '''RİSALESİ''' | ||
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ | بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ | ||
28. satır: | 28. satır: | ||
وَ لَوِ اتَّبَعَ ال۟حَقُّ اَه۟وَٓاءَهُم۟ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَ ال۟اَر۟ضُ | وَ لَوِ اتَّبَعَ ال۟حَقُّ اَه۟وَٓاءَهُم۟ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَ ال۟اَر۟ضُ | ||
Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse dünyanın nizam ve intizamı fesada gider. | '''Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.''' | ||
Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki zannettiğin nimet nıkmet olmasın. Senin ne kıymetin var ki sineğin kanadına muvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin! | |||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cesedin bir uzvundaki bir hüceyrede yapılan tasarruf, en evvel cesedi tasavvur etmeye mütevakkıftır. Çünkü küllün nakışlarıyla, ahvaliyle cüzün çok alâka ve münasebetleri vardır. Öyle ise cüzde tasarruf, Hâlık-ı küll’ün emri altındadır. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cesedin bir uzvundaki bir hüceyrede yapılan tasarruf, en evvel cesedi tasavvur etmeye mütevakkıftır. Çünkü küllün nakışlarıyla, ahvaliyle cüzün çok alâka ve münasebetleri vardır. Öyle ise cüzde tasarruf, Hâlık-ı küll’ün emri altındadır. | ||
40. satır: | 40. satır: | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire himaye eden, inhilalden vikaye eden ve o tohumda incir ağacının teşkilatına lâzım olan esasları kemal-i ihtimam ile muhafaza eden, elbette ve elbette, halife-i arz unvanını alan nev-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire himaye eden, inhilalden vikaye eden ve o tohumda incir ağacının teşkilatına lâzım olan esasları kemal-i ihtimam ile muhafaza eden, elbette ve elbette, halife-i arz unvanını alan nev-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz! Lafızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâki kalır. Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır. Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır. Ceset ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa enaniyet genç kalır. Çokluk, cemaat dağılır amma vâhid-i fert bâki kalır. Kesret bozulur, vahdet bâkidir. Madde kırılır, nur bâkidir. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Lafızların tebeddülüyle mana tebeddül etmez, bâki kalır. Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır. Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır. Ceset ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa enaniyet genç kalır. Çokluk, cemaat dağılır amma vâhid-i fert bâki kalır. Kesret bozulur, vahdet bâkidir. Madde kırılır, nur bâkidir. | ||
Binaenaleyh ömrün bidayetinden sonuna kadar devam eden mana, çok cesetleri tebeddül ve tavırdan tavıra intikal ve devirden devire yuvarlandığı halde vahdetini, bekasını muhafaza ettiği gibi ölüm hendeğini de atlayarak salimen ebed yoluna devam edecektir. | |||
Maahâzâ her vakit “Fenaya hazır ol!” emrini intizar eden zeval ve bekasız maddiyatta, şu hıfz ve muhafaza düsturu, beka ile çok münasebettar olan ruh ve manada da caridir. | Maahâzâ her vakit “Fenaya hazır ol!” emrini intizar eden zeval ve bekasız maddiyatta, şu hıfz ve muhafaza düsturu, beka ile çok münasebettar olan ruh ve manada da caridir. | ||
76. satır: | 76. satır: | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hâlık’ın vahdetini gösteren âyineler ve delillerini okutan sahifelerin pek çok çeşitleri olduğu gibi merkezleri bir ve birbirinin içine dâhil olmuşlardır. Binaenaleyh bir âyinede göründü veya bir sahifede okundu mu, hepsinde de görünür ve okunur. Fakat birisinde görünmemesi, hepsinde görünmemesini istilzam etmez. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hâlık’ın vahdetini gösteren âyineler ve delillerini okutan sahifelerin pek çok çeşitleri olduğu gibi merkezleri bir ve birbirinin içine dâhil olmuşlardır. Binaenaleyh bir âyinede göründü veya bir sahifede okundu mu, hepsinde de görünür ve okunur. Fakat birisinde görünmemesi, hepsinde görünmemesini istilzam etmez. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sahifeyi yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sahifeyi yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir kelimeyi yazan harfini yazanın gayrısı, bir sahifeyi yazan satırı yazanın gayrısı, kitabı yazan sahifeyi yazanın gayrısı olması mümkün olmadığı gibi; karıncayı halk eden cins-i hayvanı halk edenin gayrısı, hayvanı yaratan arzı yaratanın gayrısı, arzı halk eden, Rabbü’l-âlemîn’in gayrısı olması muhaldir. | ||
Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır. Bir kısmında bir kelâm, bir kısmında bir kitap yazılıdır. Mesela, o kitapta bahir, şecer, arz birer harf makamındadırlar. Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır. Hattâ Yâsin suretinde tam Yâsin Suresi yazıldığı gibi bazı masnuatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnuun suresi ve kitabı yazılmıştır. | Rububiyet-i âmmenin işaretlerindendir ki kâinat kitabında öyle büyük harfler vardır ki o harflerin bir kısmında bir kelime yazılıdır. Bir kısmında bir kelâm, bir kısmında bir kitap yazılıdır. Mesela, o kitapta bahir, şecer, arz birer harf makamındadırlar. Birinci harfte semek kelimesi, ikincisinde şecer kelâmı, üçüncüsünde hayvan kitabı yazılmıştır. Hattâ Yâsin suretinde tam Yâsin Suresi yazıldığı gibi bazı masnuatta, bir kelime olan isminde, çekirdeğinde o masnuun suresi ve kitabı yazılmıştır. | ||
82. satır: | 82. satır: | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Yıldızlar, şemsler arasında mümaselet olduğu gibi filcümle müsavat da vardır. Binaenaleyh onlardan biri ötekilere Rab olamaz. Ve onlardan birine Rab olan, hepsine de Rab olur. Ve keza her şeye de Rab olur. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Yıldızlar, şemsler arasında mümaselet olduğu gibi filcümle müsavat da vardır. Binaenaleyh onlardan biri ötekilere Rab olamaz. Ve onlardan birine Rab olan, hepsine de Rab olur. Ve keza her şeye de Rab olur. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Mesela, | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Mesela, her bir hâsse için bir ibadet vardır. Onun hilafında kullanılması dalalettir. Mesela, baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalalettir. Kezalik şuaranın hayalen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalalettir. Hayal, onun ile fâsık olur. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani me’lufları olan şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar tâ onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im’an-ı nazar edebilsinler. | ||
Bunların meseli deniz kenarında durup denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü’l-bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir. | Bunların meseli deniz kenarında durup denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuâatından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü’l-bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki Kur’an, âyetleriyle insanların nazarını me’lufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârıku’l-âdât mu’cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Aralarında münasebet, muamele, hattâ mükâleme bulunan iki şeyin, birbirine müşabih veya müsavi olmasını istilzam etmez. Mesela, yağmurun bir katresi veya semerenin bir çiçeğinin –küçüklüğüyle beraber– şems ile münasebeti ve muamelesi vardır. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Aralarında münasebet, muamele, hattâ mükâleme bulunan iki şeyin, birbirine müşabih veya müsavi olmasını istilzam etmez. Mesela, yağmurun bir katresi veya semerenin bir çiçeğinin –küçüklüğüyle beraber– şems ile münasebeti ve muamelesi vardır. | ||
94. satır: | 94. satır: | ||
Binaenaleyh ey insan! Senin hakaretin, seni Hallak-ı âlem’in nazar-ı inayetinden setredecek bir sebep olamaz. | Binaenaleyh ey insan! Senin hakaretin, seni Hallak-ı âlem’in nazar-ı inayetinden setredecek bir sebep olamaz. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Denizlerde vukua gelen medd ve cezir gibi evliya arasında da bast-ı zaman, (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'râc, bu hakikatin vücûdunu isbât eder ve bilfiil vukû'unu gösteriyor. Mi'râc'ın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihâtası ve uzunluğu vardır. Çünkü Mi'râc yoluyla bekà âlemine girdi. Bekà âleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Denizlerde vukua gelen medd ve cezir gibi evliya arasında da bast-ı zaman, '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Mi'râc, bu hakikatin vücûdunu isbât eder ve bilfiil vukû'unu gösteriyor. Mi'râc'ın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihâtası ve uzunluğu vardır. Çünkü Mi'râc yoluyla bekà âlemine girdi. Bekà âleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. | ||
<br> | <br> | ||
Hem, bu hakikate binâen bazı evliyâ bir dakikada bir günlük işi görmüş. Bazıları, bir saatte bir senelik vazifesini yapmış. Bazıları, bir dakikada bir hatme-i Kur'âniyeyi okumuş oldukları gibi, Risale-i Nur'un te'lifinde de bu bast-ı zaman hakikati çok defa vukû'a gelmiş. | Hem, bu hakikate binâen bazı evliyâ bir dakikada bir günlük işi görmüş. Bazıları, bir saatte bir senelik vazifesini yapmış. Bazıları, bir dakikada bir hatme-i Kur'âniyeyi okumuş oldukları gibi, Risale-i Nur'un te'lifinde de bu bast-ı zaman hakikati çok defa vukû'a gelmiş. | ||
<br> | <br> | ||
'''Ezcümle:''' Ondokuzuncu Mektûb yüzelli sahifedir. Üçyüzden fazla mu'cizâtı, kitaplara müracaat edilmeden, ezber olarak dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer saat meşgul olmakla mecmûu oniki saatte te'lif edilmesi, Ramazan Risalesi kırk dakikada te'lif edilmesi, Yirmisekizinci Söz, yirmi dakikada te'lif edilmesi, bast-ı zamanın vukû'unu isbât etmiştir. ﴾ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ﴿ âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi ﴾ اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿ âyeti de bast-ı zamanı gösterir.</ref>) tayy-ı mekân meselesi şöhret bulmuştur. Ezcümle: Kitab-ı Yevakit’in rivayetine göre, İmam-ı Şa’ranî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir. | '''Ezcümle:''' Ondokuzuncu Mektûb yüzelli sahifedir. Üçyüzden fazla mu'cizâtı, kitaplara müracaat edilmeden, ezber olarak dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer saat meşgul olmakla mecmûu oniki saatte te'lif edilmesi, Ramazan Risalesi kırk dakikada te'lif edilmesi, Yirmisekizinci Söz, yirmi dakikada te'lif edilmesi, bast-ı zamanın vukû'unu isbât etmiştir. ﴾ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ﴿ âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi ﴾ اِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿ âyeti de bast-ı zamanı gösterir.</ref>)''' tayy-ı mekân meselesi şöhret bulmuştur. Ezcümle: Kitab-ı Yevakit’in rivayetine göre, İmam-ı Şa’ranî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir. | ||
Bu gibi vukuat, istiğrab ile inkâr edilmesin. Zira bu gibi garib meseleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur. Mesela, rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur’an okumuş olsa idin, birkaç hatim okumuş olurdun. | Bu gibi vukuat, istiğrab ile inkâr edilmesin. Zira bu gibi garib meseleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur. Mesela, rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur’an okumuş olsa idin, birkaç hatim okumuş olurdun. | ||
104. satır: | 104. satır: | ||
Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri sürat-ı ruh mizanıyla cereyan eder. | Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri sürat-ı ruh mizanıyla cereyan eder. | ||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir bürhan ile elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti’zam ile dar zihinlerine sıkıştıramazlar veya bozuk hayalleri tahammül edemez. Bu hale karşı o kat’î, sahih bürhanı reddetmek üzere | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir bürhan ile elde edilen netice-i tevhidi bazı insanlar isti’zam ile dar zihinlerine sıkıştıramazlar veya bozuk hayalleri tahammül edemez. Bu hale karşı o kat’î, sahih bürhanı reddetmek üzere “Bu neticeyi, bu kadar azametiyle şu bürhan (onu) intac edemez.” diye bahaneler ile kabul etmez. O miskin bilmez mi ki neticenin kayyumu imandır. Bürhan ancak onu görmek için bir menfezdir veya bir süpürge gibi o neticeye konan vehimleri süpürür. Maahâzâ bürhan bir değildir, bin değildir. Zerrat-ı âlem adedince bürhanlar vardır. | ||
Fesübhanallah! | |||
Mülk ile melekût arasındaki hicab ne kadar incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür. Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlim ile cehil arasındaki hicab ne kadar latîf ve ne kadar kalındır. İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir. İbadetle masiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır. Halbuki araları cennet ile nârın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa emel ne kadar uzundur. Evet, hal ile mazi arasında öyle ince bir perde vardır ki ruhun mazi cihetine geçmesine mani değildir. Cesede nisbeten bitmez bir mesafedir. | |||
Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalp için şeffaf, ehl-i heva için kesif, ince bir perde vardır. Kezalik gece ile gündüz arasında latîf bir perde var ki gözün kapanmasıyla gece olup açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i maneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır; gözü maneviyata açılırsa neharı inkişaf eder. | |||
Kezalik Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa ilim zannettiği şey de cehil olur. | |||
Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir. | |||
Kezalik ef’al-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyet ile Allah’ın hesabına olursa tecelliyata ma’kes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa zulmetli bir manzarayı göstermiş olur. | |||
Kezalik hayatın da iki vechi vardır. Biri siyah, dünyaya bakar. Diğeri şeffaf, âhirete nâzırdır. Nefis, siyah vechin altına girer. Şeffaf veche terettüp eden saadet-i ebediyeyi ister. | |||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de manen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan “ene” namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat, “ene” de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık ise de manen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan “ene” namında bir miftahı insanın eline vermiştir. Fakat, “ene” de kapısı kapalı bir bilmecedir. Bunun kapısı açılıyorsa kâinatın da kapıları açılıyor. | ||
124. satır: | 124. satır: | ||
Evet, Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vâhid-i kıyasî yapsın. | Evet, Cenab-ı Hak insana bir benlik, bir nevi hürriyet vermiştir ki Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine ait evsafı bilmek için mevhum, farazî bir vâhid-i kıyasî yapsın. | ||
Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan | Mahiyet-i beşerde pek ince bir ip, insanın vücudunda şuurlu bir kıl, şahsın kitabında bir elif kıymetinde ve miktarında olan “ene”nin iki vechi vardır. Biri hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabil-i feyizdir, fâil değildir. Diğer vechi ise şerre bakar. Bu vecihle kendisini fâil bilir. | ||
“Ene”nin mahiyeti mevhumedir, rububiyeti hayalîdir. Vücudu bir şeye hâmil olamaz. Ancak mizanü’l-hararet gibi Vâcibü’l-vücud’un rububiyetine ait sıfât-ı mutlaka-i muhitayı bilmek için bir mizan vazifesini görüyor. | |||
Eğer insan, benliğine mizan nazarıyla bakarsa kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sayede | Eğer insan, benliğine mizan nazarıyla bakarsa kâinattan zihnine akıp gelen âfakî malûmatı kendi malûmatı ile tasarrufat ve sıfât-ı İlahiyeyi de kendi sıfâtıyla tasdik eder. Yine merciine iade eder. Ve bu sayede | ||
136. satır: | 136. satır: | ||
Eğer vaktiyle o “ene”nin şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücudunu yutar. Eğer milletin de enaniyeti inzimam ederse Sâni’in emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam manasıyla bir şeytan olur. Sonra halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dâhil eder, büyük bir şirke düşer. El-iyazü billah! | Eğer vaktiyle o “ene”nin şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücudunu yutar. Eğer milletin de enaniyeti inzimam ederse Sâni’in emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam manasıyla bir şeytan olur. Sonra halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dâhil eder, büyük bir şirke düşer. El-iyazü billah! | ||
Mühim bir mesele: “Ene”nin iki vechi vardır. Bir vechini nübüvvet almıştır. Bir vechini de felsefe almıştır. | |||
Birinci vecih, ubudiyet-i mahzaya menşedir. Mahiyeti harfiye olup müstakil değildir. Vücudu tebeî olup aslî değildir. Mâlikiyeti vehmî olup hakiki değildir. Vazifesi, Hâlık’ın sıfâtını fehmetmek için bir mizan ve bir mikyas olmaktır. Enbiya aleyhimüsselâm enaniyetin bu vechine bakmakla, mülkü tamamen Allah’a teslim ederek ne mülkünde, ne rububiyetinde, ne uluhiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir. Ene’nin bu vechinden Cenab-ı Hak, şecere-i tûba-i ubudiyeti inbat edip dal ve budakları kâinat bahçesinde enbiya, evliya, sıddıkîn gibi mübarek semereleri vermiştir. | |||
İkinci vechi alan felsefe, enenin vücudunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakiki olduğunu zu’metmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zatıyla tekemmül-ü hayattır. Ene’nin bu siyah yüzünden envaen şirkler, dalaletler çıkmıştır. | |||
Ezcümle: Kuvve-i behimiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gazabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyyun, maddiyyun, felasife çıkmışlardır ki Vâcibü’l-vücud’a bir mahluk-u vâhidi verir. Bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler. | Ezcümle: Kuvve-i behimiye dalında sanemler doğmuşlardır. Kuvve-i gazabiye gusnundan firavunlar, nemrutlar çıkmıştır. Kuvve-i akliyeden dehriyyun, maddiyyun, felasife çıkmışlardır ki Vâcibü’l-vücud’a bir mahluk-u vâhidi verir. Bâki kalan mülkünü gayra taksim ederler. | ||
Hülâsa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken verilen ehemmiyete göre mayi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlık’ın evamirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde yani insanda ene, büyük insanda yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tağutlardandır. | |||
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta bulur. | '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta bulur. |
düzenleme