İçeriğe atla

Onuncu Risale: Revizyonlar arasındaki fark

223 bayt kaldırıldı ,  29 Ekim 2023
düzenleme özeti yok
("= Onuncu Risale = بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ وَجَعَل۟نَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ '''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Şu âyet-i kerîmenin yüksek semasına çıkıp sırrını fehmetmek için yedi basamaklı bir merdiven kuruyoruz. '''Birinci Basamak:''' Semavatın, melâike ile tesmiye edilen münasip sakinleri vardır. Çünkü küre-i arzın semaya nisbeten küçük..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
Değişiklik özeti yok
20. satır: 20. satır:
يَا مَع۟شَرَ ال۟جِنِّ وَال۟اِن۟سِ اِنِ اس۟تَطَع۟تُم۟ اَن۟ تَن۟فُذُوا مِن۟ اَق۟طَارِ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ فَان۟فُذُوا لَا تَن۟فُذُونَ اِلَّا بِسُل۟طَانٍ
يَا مَع۟شَرَ ال۟جِنِّ وَال۟اِن۟سِ اِنِ اس۟تَطَع۟تُم۟ اَن۟ تَن۟فُذُوا مِن۟ اَق۟طَارِ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ فَان۟فُذُوا لَا تَن۟فُذُونَ اِلَّا بِسُل۟طَانٍ


Yani '''“Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.”'''
Yani “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.”


Kur’an-ı Kerîm bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilan zımnında nida ediyor:
Kur’an-ı Kerîm bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilan zımnında nida ediyor:
46. satır: 46. satır:
Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihraçtır. Bu hakikate vâkıf olan ârif:
Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihraçtır. Bu hakikate vâkıf olan ârif:


'''“Yâ İlahî! Hasenatım senin atâ’ndandır. Seyyiatım da senin kazandandır. Eğer atâ’n olmasa idi, helâk olurdum.”''' der.
“Yâ İlahî! Hasenatım senin atâ’ndandır. Seyyiatım da senin kazandandır. Eğer atâ’n olmasa idi, helâk olurdum.” der.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Esma-i hüsnayı tazammun eden bazı fezlekeler ile âyetlere hâtime verilmekte ne gibi bir sır vardır?
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Esma-i hüsnayı tazammun eden bazı fezlekeler ile âyetlere hâtime verilmekte ne gibi bir sır vardır?
54. satır: 54. satır:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha selâmettir.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha selâmettir.


Ehl-i sülûk, tarîk-i hafâda letaif-i aşere üzerine, tarîk-i cehrde nüfus-u seb’a üzerine sülûk etmişlerdir. Bu fakir, âciz ise dört hatveden ibaret hem kısa hem sehil bir tarîkı, Kur’an’ın feyzinden istifade etmiştir.
Ehl-i sülûk, tarîk-i hafâda letaif-i aşere üzerine, tarîk-i cehrde nüfus-u seb’a üzerine sülûk etmişlerdir. Bu fakir, âciz ise '''dört hatve'''den ibaret hem kısa hem sehil bir tarîkı, Kur’an’ın feyzinden istifade etmiştir.


'''Birinci hatve''' فَلَا تُزَكُّٓوا اَن۟فُسَكُم۟ âyetinden
Birinci hatve فَلَا تُزَكُّٓوا اَن۟فُسَكُم۟ âyetinden


'''İkinci hatveyi''' وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ âyetinden
İkinci hatveyi وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ âyetinden


'''Üçüncü hatveyi''' مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ âyetinden
Üçüncü hatveyi مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ âyetinden


'''Dördüncü hatveyi''' كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyetinden ahzetmiştir.
Dördüncü hatveyi كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyetinden ahzetmiştir.


'''Bunların izahı:'''
Bunların izahı:


'''Birinci Hatve:''' İnsan, yaratılışında kendi nefsine muhib olarak yaratılmıştır. Hattâ bizzat nefsi kadar bir şeye sevgisi yoktur. Kendisini ancak Mabud’a lâyık senalar ile medhediyor. Nefsini bütün ayıplardan, kusurlardan tenzih etmekle, –haklı olsun haksız olsun– kemal-i şiddetle müdafaa ediyor. Hattâ Cenab-ı Hakk’ı hamd ü sena için kendisinde yaratılan cihazatı, kendi nefsine hamd ü sena için sarf ediyor ve
'''Birinci Hatve:''' İnsan, yaratılışında kendi nefsine muhib olarak yaratılmıştır. Hattâ bizzat nefsi kadar bir şeye sevgisi yoktur. Kendisini ancak Mabud’a lâyık senalar ile medhediyor. Nefsini bütün ayıplardan, kusurlardan tenzih etmekle, –haklı olsun haksız olsun– kemal-i şiddetle müdafaa ediyor. Hattâ Cenab-ı Hakk’ı hamd ü sena için kendisinde yaratılan cihazatı, kendi nefsine hamd ü sena için sarf ediyor ve
78. satır: 78. satır:
لَهُ ال۟مُل۟كُ وَلَهُ ال۟حَم۟دُ yü kendisine vird ittihaz etmektir.
لَهُ ال۟مُل۟كُ وَلَهُ ال۟حَم۟دُ yü kendisine vird ittihaz etmektir.


Ve keza vahdetü’l-vücud ehli, kâinatı nefyetmekle idam ediyorlar. Vahdetü’ş-şuhud halkı ise bütün mevcudatı –kürek cezalılar gibi– nisyan zindanında ebedî hapse mahkûm ediyorlar.
'''Ve keza''' vahdetü’l-vücud ehli, kâinatı nefyetmekle idam ediyorlar. Vahdetü’ş-şuhud halkı ise bütün mevcudatı –kürek cezalılar gibi– nisyan zindanında ebedî hapse mahkûm ediyorlar.


Kur’an’ın ifham ettiği tarîk; kâinatı, mevcudatı hem idamdan hem hapisten kurtarır. Esma-i hüsnaya mazhariyetle âyinedarlık etmek gibi vazifelerde istihdam ediyor. Fakat kâinatı, istiklaliyetten ve kendi hesabına çalışmaktan azlediyor.
Kur’an’ın ifham ettiği tarîk; kâinatı, mevcudatı hem idamdan hem hapisten kurtarır. Esma-i hüsnaya mazhariyetle âyinedarlık etmek gibi vazifelerde istihdam ediyor. Fakat kâinatı, istiklaliyetten ve kendi hesabına çalışmaktan azlediyor.


'''Ve keza insanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü hem nebatîdir hem hayvanîdir hem insanîdir hem imanî. Tezkiye muamelesi bazen tabaka-i imaniyede olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazen de yirmi dört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki olur. İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir.'''
'''Ve keza''' insanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü hem nebatîdir hem hayvanîdir hem insanîdir hem imanî. Tezkiye muamelesi bazen tabaka-i imaniyede olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazen de yirmi dört saat zarfında her dört tabakada muamele vaki olur. İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riayet etmemektir.


خُلِقَ لَنَا مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا ya istinaden insaniyetin mide-i hayvaniye ve nebatiyeye münhasır olduğunun zannıyla galat ediyor. Sonra bütün gayelerin nefsine ait olduğunun hasrıyla galat ediyor. Sonra her şeyin kıymeti, menfaati nisbetinde olduğunun takdiriyle galat ediyor. Hattâ Zühre yıldızını kokulu bir zühreye mukabil almaz. Çünkü kendisine menfaati dokunmuyor.
خُلِقَ لَنَا مَا فِى ال۟اَر۟ضِ جَمٖيعًا ya istinaden insaniyetin mide-i hayvaniye ve nebatiyeye münhasır olduğunun zannıyla galat ediyor. Sonra bütün gayelerin nefsine ait olduğunun hasrıyla galat ediyor. Sonra her şeyin kıymeti, menfaati nisbetinde olduğunun takdiriyle galat ediyor. Hattâ Zühre yıldızını kokulu bir zühreye mukabil almaz. Çünkü kendisine menfaati dokunmuyor.
110. satır: 110. satır:
Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar fakat içinde boğulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vâsıl olur.
Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar fakat içinde boğulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vâsıl olur.


'''Demek, insanın seyr-i ruhanîsinde çok tabakalar vardır. Bir tabakada, insanlara huzur u tevhid pek suhuletle nasib ü müyesser olur. Bir tabakasına da gaflet ü evham öyle istila eder ki kesret içinde gark olmakla tam manasıyla tevhidi unutmuş olur.'''
Demek, insanın seyr-i ruhanîsinde çok tabakalar vardır. Bir tabakada, insanlara huzur u tevhid pek suhuletle nasib ü müyesser olur. Bir tabakasına da gaflet ü evham öyle istila eder ki kesret içinde gark olmakla tam manasıyla tevhidi unutmuş olur.


'''Sukutu suud, tedenniyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medeniler ikinci tabakadaki insanlardandır. Onlar, hakaik-i imaniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.'''
Sukutu suud, tedenniyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medeniler ikinci tabakadaki insanlardandır. Onlar, hakaik-i imaniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İsm-i Celal, ale’l-ekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemal ise mevcudatın cüz’iyatına tecelli eder. Bu itibarla nevilerdeki cûd-u mutlak, celalin tecellisidir. Cüz’iyatın nakışları, eşhasın güzellikleri cemalin tecelliyatındandır.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İsm-i Celal, ale’l-ekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemal ise mevcudatın cüz’iyatına tecelli eder. Bu itibarla nevilerdeki cûd-u mutlak, celalin tecellisidir. Cüz’iyatın nakışları, eşhasın güzellikleri cemalin tecelliyatındandır.


Ve keza celal, vâhidiyetin tecellisinden, cemal dahi ehadiyetin tecellisinden zâhir olur. Bazen de cemal, celalden tecelli eder. Evet, cemalin gözünde celal ne kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir.
Ve keza celal, vâhidiyetin tecellisinden, cemal dahi ehadiyetin tecellisinden zâhir olur. Bazen de cemal, celalden tecelli eder. '''Evet, cemalin gözünde celal ne kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir.'''


İ'''’lem eyyühe’l-aziz! Basar masnuatı görüp de basîret Sâni’i görmezse çok garib ve pek çirkin düşer. Çünkü o halde Sâni’in manen, kalben görünmemesi, ya basîretin fıkdanındandır veya kalp gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan’dır. Ve illâ Sâni’in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.'''
İ'''’lem eyyühe’l-aziz!''' Basar masnuatı görüp de basîret Sâni’i görmezse çok garib ve pek çirkin düşer. Çünkü o halde Sâni’in manen, kalben görünmemesi, ya basîretin fıkdanındandır veya kalp gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan meseleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan’dır. Ve illâ Sâni’in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir tarlaya zer’edilen bir tohum, manevî bir sur ve bir duvardır. O tarlayı tohum sahibine mal eder, başkasının tasarrufuna mani olur. Kezalik küre-i arz tarlasına zer’edilen nebatat, hayvanat tohumları manevî bir sur ve bir settir ki şirketi men’ediyor; gayrı, müdahaleden tard eder.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bir tarlaya zer’edilen bir tohum, manevî bir sur ve bir duvardır. O tarlayı tohum sahibine mal eder, başkasının tasarrufuna mani olur. Kezalik küre-i arz tarlasına zer’edilen nebatat, hayvanat tohumları manevî bir sur ve bir settir ki şirketi men’ediyor; gayrı, müdahaleden tard eder.
124. satır: 124. satır:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Tabiatları latîf, ince ve latîf sanatlara meftun bazı insanlar, bilhassa has bahçelerinde pek güzel hendesevari bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letafetin, o güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam –mağara ve dağ heykelleri gibi– şeyleri de ilâve ediyorlar ki onların çirkinliğiyle, adem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letafeti fazlaca parlasın. Çünkü
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Tabiatları latîf, ince ve latîf sanatlara meftun bazı insanlar, bilhassa has bahçelerinde pek güzel hendesevari bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letafetin, o güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam –mağara ve dağ heykelleri gibi– şeyleri de ilâve ediyorlar ki onların çirkinliğiyle, adem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letafeti fazlaca parlasın. Çünkü


اِنَّمَا ال۟اَش۟يَاءُ تُع۟رَفُ بِاَض۟دَادِهَا Lâkin müdakkik bir kimse o ezdadı cem’eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki o çirkin, kaba şeyler kasden yapılmıştır ki güzellik, intizam, letafet artsın. '''Zira güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir.''' Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamı nisbetinde bahçenin intizamı artar.
اِنَّمَا ال۟اَش۟يَاءُ تُع۟رَفُ بِاَض۟دَادِهَا Lâkin müdakkik bir kimse o ezdadı cem’eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki o çirkin, kaba şeyler kasden yapılmıştır ki güzellik, intizam, letafet artsın. Zira güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamı nisbetinde bahçenin intizamı artar.


Kezalik dünya bahçesinde nizam ve intizamın son sisteminde bulunan mahlukat ve masnuat arasında –hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemadatta olsun– bazı çirkin, intizamdan hariç şeyler bulunur. Bunların çirkinliği, intizamsızlıkları, dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir ziynet, bir süs olmak üzere Sâni’-i Hakîm tarafından kasden yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şairane bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilir.
Kezalik dünya bahçesinde nizam ve intizamın son sisteminde bulunan mahlukat ve masnuat arasında –hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemadatta olsun– bazı çirkin, intizamdan hariç şeyler bulunur. Bunların çirkinliği, intizamsızlıkları, dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir ziynet, bir süs olmak üzere Sâni’-i Hakîm tarafından kasden yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şairane bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilir.
130. satır: 130. satır:
Maahâzâ o gibi şeyler kasdî olmasaydı şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasd ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara simaca muhalefeti buna delildir.
Maahâzâ o gibi şeyler kasdî olmasaydı şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasd ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara simaca muhalefeti buna delildir.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevi’l-hayatın Vâhibü’l-hayat’a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. '''Yani insan, kendi kelâmını fehmettiği gibi iman kulağıyla zevi’l-hayatın da belki cemadatın da bütün tesbihlerini fehmeder.'''
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevi’l-hayatın Vâhibü’l-hayat’a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani insan, kendi kelâmını fehmettiği gibi iman kulağıyla zevi’l-hayatın da belki cemadatın da bütün tesbihlerini fehmeder.


Demek her şey, sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri esma-i hüsnanın delillerini fehmeder. Binaenaleyh her şeyin kıymeti, kendisine göre cüz’îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir fert iken bir nevi gibi olur. وَاللّٰهُ اَع۟لَمُ بِالصَّوَابِ
Demek her şey, sağır adam gibi yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri esma-i hüsnanın delillerini fehmeder. Binaenaleyh her şeyin kıymeti, kendisine göre cüz’îdir. İnsanın kıymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir fert iken bir nevi gibi olur. وَاللّٰهُ اَع۟لَمُ بِالصَّوَابِ
136. satır: 136. satır:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da hakikate bakılırsa aralarında büyük uzaklık vardır.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da hakikate bakılırsa aralarında büyük uzaklık vardır.


Mesela, âmiyane olan tevhid-i zâhirî, '''hiçbir şeyi Allah’ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir.''' Böyle bir nefiy, sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakiki tevhidleri ise '''her şeyi Cenab-ı Hakk’a isnad etmekle beraber her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu, huzuru ispat, gafleti nefyeder.'''
Mesela, âmiyane olan tevhid-i zâhirî, hiçbir şeyi Allah’ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy, sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakiki tevhidleri ise her şeyi Cenab-ı Hakk’a isnad etmekle beraber her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu, huzuru ispat, gafleti nefyeder.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hayat-ı dünyeviyeye kasden ve bizzat teveccüh edip bağlanan kâfirin, imhal-i ikabında ve bilakis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakiyetindeki hikmet nedir?
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Hayat-ı dünyeviyeye kasden ve bizzat teveccüh edip bağlanan kâfirin, imhal-i ikabında ve bilakis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakiyetindeki hikmet nedir?
148. satır: 148. satır:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanı gaflete düşürtmekle Allah’a ubudiyetine mani olan, cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmektir. Evet, cüz’iyat içerisine düşüp cüz’îlere hasr-ı nazar eden, o cüz’î şeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman, edna bir cüz’înin en büyük bir sebepten sudûruna cevaz veremez.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanı gaflete düşürtmekle Allah’a ubudiyetine mani olan, cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmektir. Evet, cüz’iyat içerisine düşüp cüz’îlere hasr-ı nazar eden, o cüz’î şeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman, edna bir cüz’înin en büyük bir sebepten sudûruna cevaz veremez.


Mesela, cüz’î rızkını bazı esbaba isnad edebilir. Fakat menşe-i rızık olan arzın, kış mevsiminde kupkuru, kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızık ile dolu olduğuna baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevi’l-hayatın rızıklarını veren Allah’tan maada kendi rızkını verecek bir şey bulunmadığına kanaati hasıl olur. Ve keza evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazı esbaba isnad edebilirsin. Amma o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menbau’l-envar’ın nuruyla muttasıl olduğuna vâkıf olduğun zaman anlarsın ki '''kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden ancak leyl ve neharı birbirine kalbeden Fâtır-ı Hakîm’dir.'''
Mesela, cüz’î rızkını bazı esbaba isnad edebilir. Fakat menşe-i rızık olan arzın, kış mevsiminde kupkuru, kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızık ile dolu olduğuna baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevi’l-hayatın rızıklarını veren Allah’tan maada kendi rızkını verecek bir şey bulunmadığına kanaati hasıl olur. Ve keza evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazı esbaba isnad edebilirsin. Amma o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menbau’l-envar’ın nuruyla muttasıl olduğuna vâkıf olduğun zaman anlarsın ki kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden ancak leyl ve neharı birbirine kalbeden Fâtır-ı Hakîm’dir.


Ve keza senin vücudunun zuhur ve vuzuhça Hâlık’ın vücuduna nisbeti, Hâlık’ın vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü sen bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun. Amma Hâlık’ın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delâlet ediyor. Öyle ise onun vücudu senin vücudundan, âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.
'''Ve keza''' senin vücudunun zuhur ve vuzuhça Hâlık’ın vücuduna nisbeti, Hâlık’ın vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü sen bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun. Amma Hâlık’ın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delâlet ediyor. Öyle ise onun vücudu senin vücudundan, âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.


Ve keza seni nefsini sevmeye sevk eden esbab:
'''Ve keza''' seni nefsini sevmeye sevk eden esbab:


'''1- Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.'''
1- Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.


'''2- Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.'''
2- Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.


'''3- İnsana en karib (yakın) nefistir, diyorsun.'''
3- İnsana en karib (yakın) nefistir, diyorsun.


'''Pekâlâ. Fakat o fâni lezzetlere mukabil, lezaiz-i bâkiyeyi veren Hâlık’ı daha ziyade ubudiyetle sevmek lâzım değil midir? Nefis, vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise o vücudu icad eden ve o vücudun kayyumu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstahak olmaz mı? Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu, sebeb-i muhabbet olursa bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi’, Bâki ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyık değil midir? Binaenaleyh bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetin ile beraber mahbub-u hakiki olan Fâtır-ı Hakîm’e ihda etmek lâzımdır.'''
Pekâlâ. Fakat o fâni lezzetlere mukabil, lezaiz-i bâkiyeyi veren Hâlık’ı daha ziyade ubudiyetle sevmek lâzım değil midir? Nefis, vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise o vücudu icad eden ve o vücudun kayyumu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstahak olmaz mı? Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu, sebeb-i muhabbet olursa bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi’, Bâki ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyık değil midir? Binaenaleyh bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetin ile beraber mahbub-u hakiki olan Fâtır-ı Hakîm’e ihda etmek lâzımdır.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Senin önünde çok korkunç, büyük meseleler vardır ki insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Senin önünde çok korkunç, büyük meseleler vardır ki insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.
168. satır: 168. satır:
'''İkincisi:''' Dehşetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.
'''İkincisi:''' Dehşetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.


'''Üçüncüsü: Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır.'''
'''Üçüncüsü:''' Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır.


'''Öyle ise bu gaflet, nisyan nedir? Deve kuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin veya sen onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?'''
Öyle ise bu gaflet, nisyan nedir? Deve kuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin veya sen onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’a hamdler, şükürler olsun ki mesail-i nahviyeden “isim” ile “harf” arasındaki manevî fark ile çok mühim meseleleri bana öğretmiştir. Şöyle ki:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’a hamdler, şükürler olsun ki mesail-i nahviyeden “isim” ile “harf” arasındaki manevî fark ile çok mühim meseleleri bana öğretmiştir. Şöyle ki:
176. satır: 176. satır:
Harf, gayrın manasını izah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi; şu mevcudat da esma-i hüsnanın tecelliyatını izhar, ifham, izah için birtakım İlahî mektuplardır ki içlerinde yazılı delail, berahin, havârık mu’cize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alınması; ilim, iman, hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa küfran ve cehl-i mürekkeb olur.
Harf, gayrın manasını izah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi; şu mevcudat da esma-i hüsnanın tecelliyatını izhar, ifham, izah için birtakım İlahî mektuplardır ki içlerinde yazılı delail, berahin, havârık mu’cize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alınması; ilim, iman, hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa küfran ve cehl-i mürekkeb olur.


Ve keza mesail-i mantıkıyeden “küllî” ile “küll” arasındaki fark ile rububiyete dair çok meseleleri öğrenmiş bulunuyorum. Cemal ile ehadiyet كُلِّىٌّ ذُو جُز۟ئِيَّاتٍ şümulüne dâhildir. Celal ile vâhidiyet
'''Ve keza''' mesail-i mantıkıyeden “küllî” ile “küll” arasındaki fark ile rububiyete dair çok meseleleri öğrenmiş bulunuyorum. Cemal ile ehadiyet كُلِّىٌّ ذُو جُز۟ئِيَّاتٍ şümulüne dâhildir. Celal ile vâhidiyet


كُلٌّ ذُو اَج۟زَاءٍ unvanına dâhildir.
كُلٌّ ذُو اَج۟زَاءٍ unvanına dâhildir.
190. satır: 190. satır:
Evet, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duyguların ile âlem-i şehadet üzerinde cevelan etmekle filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza insaniyet i’tasıyla bi’l-kuvve “küll” hükmündesin. Ve keza iman ve İslâmiyet ihsanıyla bi’l-kuvve “küllî” olmuşsun. Ve keza marifet ve muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.
Evet, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duyguların ile âlem-i şehadet üzerinde cevelan etmekle filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza insaniyet i’tasıyla bi’l-kuvve “küll” hükmündesin. Ve keza iman ve İslâmiyet ihsanıyla bi’l-kuvve “küllî” olmuşsun. Ve keza marifet ve muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.


'''Binaenaleyh dünyaya ve cismanî lezaize meyledersen âciz, zelil bir cüz’î olursun. Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen bir küllî ve bir küll olursun.'''
Binaenaleyh dünyaya ve cismanî lezaize meyledersen âciz, zelil bir cüz’î olursun. Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen bir küllî ve bir küll olursun.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bu kadar elîm firak ve ayrılıklara maruz kalmakla çektiğin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü o muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. Eğer o muhabbetleri cem’edip Vâhid-i Ehad’e tevcih ve onun hesabıyla, izniyle sarf edersen bütün mahbubların ile beraber bir anda birleşip sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksın.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Bu kadar elîm firak ve ayrılıklara maruz kalmakla çektiğin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü o muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. Eğer o muhabbetleri cem’edip Vâhid-i Ehad’e tevcih ve onun hesabıyla, izniyle sarf edersen bütün mahbubların ile beraber bir anda birleşip sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksın.
204. satır: 204. satır:
İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılıyor ki zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyaleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyle ise bu fâni dünyada mevt, fena, devair-i gaybiyede safi bir bekaya intikal ederek bâki kalır.
İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılıyor ki zamanın seyliyle beraber gelip geçen eşya-yı seyyaleden ve geçen günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takallübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapılmaktadır. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasında dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyle ise bu fâni dünyada mevt, fena, devair-i gaybiyede safi bir bekaya intikal ederek bâki kalır.


Evet, rivayetlerde vardır ki '''insanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler.'''
Evet, rivayetlerde vardır ki insanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile avdet ederler.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Görüyoruz ki Sâni’-i Hakîm’in, efrad ve cüz’iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet, hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardır. Cenab-ı Hakk’ın şu tefennünde takip ettiği hikmet:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Görüyoruz ki Sâni’-i Hakîm’in, efrad ve cüz’iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet, hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardır. Cenab-ı Hakk’ın şu tefennünde takip ettiği hikmet:


'''1- Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.'''
1- Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.


'''2- Kudret mektupları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.'''
2- Kudret mektupları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.


'''3- Kudretin kemalini izhar etmektir.'''
3- Kudretin kemalini izhar etmektir.


'''4- Celalî ve cemalî her iki nevi sanatı ibraz etmektir.'''
4- Celalî ve cemalî her iki nevi sanatı ibraz etmektir.


Maahâzâ pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve ta’mim için bir kısmını küçük harfler ile bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizası yerine getirilmiştir.
Maahâzâ pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve ta’mim için bir kısmını küçük harfler ile bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizası yerine getirilmiştir.
246. satır: 246. satır:
Esna-yı irşadda bir adama rast gelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayâb olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeye âlet ve vasıta olur.
Esna-yı irşadda bir adama rast gelir. Zavallı adamın arka tarafında korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafında da sehpa ağacı kurulduğu gibi her iki yanında da dehşetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilaç vardır. Ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. Onları istimal ederse şifayâb olur. Ve o arslan, ata inkılab eder; burak gibi bineği olur. O sehpa ağacı da daima teceddüd etmekte olan ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeye âlet ve vasıta olur.


O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor: '''“Yahu nedir o ilaçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at, keyfine bak.”'''
O sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor: “Yahu nedir o ilaçları, tılsımları saklıyorsun? Onları at, keyfine bak.”


Adamcağız: '''“Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def’ol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü'''
Adamcağız: “Yok baba! Bu ilaçlar ve tılsımların hıfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduğum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayıcı ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını kapatabilirsen ve hayatımın maruz kaldığı fena ve zeval yaralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ gözümün önünden def’ol git. Sen ancak kendin gibi sarhoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. Dünyanıza, keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü


'''حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ ۝ نِع۟مَ ال۟مَو۟لٰى وَنِع۟مَ النَّصٖيرُ bana yeter.”'''
حَس۟بُنَا اللّٰهُ وَنِع۟مَ ال۟وَكٖيلُ ۝ نِع۟مَ ال۟مَو۟لٰى وَنِع۟مَ النَّصٖيرُ bana yeter.”


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebi âdetlerine ittiba ile şeair-i İslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur’an Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebi âdetlerine ittiba ile şeair-i İslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur’an Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar:


'''Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa pekâlâ, dini de terk ediniz, şeairi de kaldırınız. Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız.'''
Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa pekâlâ, dini de terk ediniz, şeairi de kaldırınız. Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız.


'''Bakınız, arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdit ediyor. Eğer iman kulağıyla Kur’an’ın sadâsını dinleyecek olursan o ecel arslanı bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahman’a ulaştıracaktır. Ve illâ o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Bâtıl itikadınız gibi ebedî bir firak ile dağıtacaktır.'''
Bakınız, arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdit ediyor. Eğer iman kulağıyla Kur’an’ın sadâsını dinleyecek olursan o ecel arslanı bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahman’a ulaştıracaktır. Ve illâ o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Bâtıl itikadınız gibi ebedî bir firak ile dağıtacaktır.


'''Ve keza önümüzde idam sehpaları kurulmuştur. Eğer iman, îkanla Kur’an’ın irşadını dinlersen, o sehpa ağaçlarından sefine-i Nuh gibi sahil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır.'''
Ve keza önümüzde idam sehpaları kurulmuştur. Eğer iman, îkanla Kur’an’ın irşadını dinlersen, o sehpa ağaçlarından sefine-i Nuh gibi sahil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır.


'''Ve keza sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır. Eğer Kur’an’ın ilaçlarıyla tedavi edersen fakrımız, rahmet-i Rahman’ın ziyafetine şevk u iştiyaka inkılab edecektir. Acz ve zaafımız da Kadîr-i Mutlak’ın dergâh-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.'''
Ve keza sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır. Eğer Kur’an’ın ilaçlarıyla tedavi edersen fakrımız, rahmet-i Rahman’ın ziyafetine şevk u iştiyaka inkılab edecektir. Acz ve zaafımız da Kadîr-i Mutlak’ın dergâh-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.


'''Ve keza bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur’an’ın güneşinden, Rahman’ın hazinesinden tedarik edilebilir.''' Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa pekâlâ. Ve illâ sükût ediniz, Kur’an’ı dinleyelim, bakalım ne emrediyor:
Ve keza bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur’an’ın güneşinden, Rahman’ın hazinesinden tedarik edilebilir. Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa pekâlâ. Ve illâ sükût ediniz, Kur’an’ı dinleyelim, bakalım ne emrediyor:


فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَا وَلَايَغُرَّنَّكُم۟ بِاللّٰهِ ال۟غَرُورُ
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَا وَلَايَغُرَّنَّكُم۟ بِاللّٰهِ ال۟غَرُورُ
300. satır: 300. satır:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَن۟تُمُ ال۟فُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَن۟تُمُ ال۟فُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِ


'''İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi acz ve fakr ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hâcat, enva-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir.'''
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi acz ve fakr ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hâcat, enva-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir.


'''Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise dergâh-ı izzetine kusurlarını “Estağfirullah” ve “Sübhanallah” ile ilan etmektir.'''
Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise dergâh-ı izzetine kusurlarını “Estağfirullah” ve “Sübhanallah” ile ilan etmektir.


<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *
310. satır: 310. satır:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Her bir insan için hayat seferinde iki yol vardır. Bu iki yolun uzunluğu kısalığı birdir. Amma birisinde ehl-i şuhud ve ehl-i vukufun şehadet ve tasdikleriyle onda dokuz menfaat ihtimali var. İkinci yolda mesele makûsedir. Onda dokuz zarar ihtimali vardır. İkinci yol ile gidenin ne silahı var, ne zahîresi. Tabiî yolda pek çok korkulara maruz kalacağı gibi ihtiyaçlarını def’ için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silahı hem erzakı beraberdir. Pek serbestane gider. Birinci yol Kur’an yoludur, ikinci yol ise dalalet yoludur.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Her bir insan için hayat seferinde iki yol vardır. Bu iki yolun uzunluğu kısalığı birdir. Amma birisinde ehl-i şuhud ve ehl-i vukufun şehadet ve tasdikleriyle onda dokuz menfaat ihtimali var. İkinci yolda mesele makûsedir. Onda dokuz zarar ihtimali vardır. İkinci yol ile gidenin ne silahı var, ne zahîresi. Tabiî yolda pek çok korkulara maruz kalacağı gibi ihtiyaçlarını def’ için çoklara minnet altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silahı hem erzakı beraberdir. Pek serbestane gider. Birinci yol Kur’an yoludur, ikinci yol ise dalalet yoludur.


Evet ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki '''iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir.''' Ve bilâhare merkez-i hükûmete ulaştığında onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat dalalet zulümatı içinde yürüyenler; esna-yı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı bir şeyi dünyevî, edna bir hiffet için tercih etmez.
Evet ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şehadetleriyle sabittir ki iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhare merkez-i hükûmete ulaştığında onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır. Fakat dalalet zulümatı içinde yürüyenler; esna-yı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Binaenaleyh aklı olan, zararlı bir şeyi dünyevî, edna bir hiffet için tercih etmez.


Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velayet sahibi, avamın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. Kur’an yolu ile gidenlerin silah ve zahîreleri ise '''Kadîr-i Mutlak’a, Ganiyy-i Kerîm’e olan tevekkül onları temin eder. Zira tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür.'''
Ehl-i şuhud dediğimizden maksat, evliyaullahtır. Zira velayet sahibi, avamın itikad ettiği şeyleri gözle müşahede ediyor. Kur’an yolu ile gidenlerin silah ve zahîreleri ise Kadîr-i Mutlak’a, Ganiyy-i Kerîm’e olan tevekkül onları temin eder. Zira tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür.


'''Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini îfa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libasları ve sair hayat lâzımeleri hazine-i Rahman’dan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür.'''
Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini îfa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libasları ve sair hayat lâzımeleri hazine-i Rahman’dan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür.


<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *
320. satır: 320. satır:
وَمَا هٰذِهِ ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَٓا اِلَّا لَه۟وٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ ال۟اٰخِرَةَ لَهِىَ ال۟حَيَوَانُ
وَمَا هٰذِهِ ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَٓا اِلَّا لَه۟وٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ ال۟اٰخِرَةَ لَهِىَ ال۟حَيَوَانُ


'''İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.'''
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.


'''Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarf ediyor. Halbuki o levazımattan lâekall onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarf etmek gerektir.'''
Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarf ediyor. Halbuki o levazımattan lâekall onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bâkiyeye sarf etmek gerektir.


Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükûmete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi?
Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dâhil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükûmete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi?
336. satır: 336. satır:
Amma gerek nefsine, gerek evlat ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah’ın vazifesidir. Evet, madem hayatı veren odur. O hayatı koruyacak levazımatı da o verecektir. Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem’ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi Cenab-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı, küre-i arz ofisinde yaratıp cem’ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.
Amma gerek nefsine, gerek evlat ve taallukatına hayat malzemesini tedarik etmek Allah’ın vazifesidir. Evet, madem hayatı veren odur. O hayatı koruyacak levazımatı da o verecektir. Yalnız, hükûmetin asker için ofislerde cem’ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği, öğüttürdüğü, pişirttirdiği gibi Cenab-ı Hak da hayat için lâzım olan levazımatı, küre-i arz ofisinde yaratıp cem’ettikten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana yaptırır ki insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve atalet, betalet azabından kurtulsun.


'''Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü, leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!'''
Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü, leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!


'''Hülâsa: Allah’ı itham etmekle işini terk edip Allah’ın işine karışma ki nankör âsiler defterine kaydolmayasın.'''
'''Hülâsa:''' Allah’ı itham etmekle işini terk edip Allah’ın işine karışma ki nankör âsiler defterine kaydolmayasın.


<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *
350. satır: 350. satır:
Cenab-ı Hakk’ın duaların icabetine vaad etmesi ise icabet ayn-ı kabul değildir. Yani icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise Mücîb’in hikmetine tabidir. Mesela, doktoru çağırdığın zaman, herhalde: “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat: “Bu yemeği veya bu ilacı bana ver.” dediğin vakit, bazen verir bazen hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.
Cenab-ı Hakk’ın duaların icabetine vaad etmesi ise icabet ayn-ı kabul değildir. Yani icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsız bırakılmaz. Matluba olan is’af ise Mücîb’in hikmetine tabidir. Mesela, doktoru çağırdığın zaman, herhalde: “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat: “Bu yemeği veya bu ilacı bana ver.” dediğin vakit, bazen verir bazen hastalığına, mizacına mülayim olmadığından vermez.


'''Adem-i kabul esbabından biri de duayı ibadet kasdıyla yapmayıp matlubun tahsiline tahsis ettiğinden aksü’l-amel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.'''
Adem-i kabul esbabından biri de duayı ibadet kasdıyla yapmayıp matlubun tahsiline tahsis ettiğinden aksü’l-amel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnkılablar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılabat cinslerine göre şekilleri, mahiyetleri mütebayin; isimleri mütenevvi olur.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnkılablar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılabat cinslerine göre şekilleri, mahiyetleri mütebayin; isimleri mütenevvi olur.
372. satır: 372. satır:
Sonra iman ve yakîn ile Cenab-ı Hakk’ın likasından sonra, rızasından sonra, rü’yetinden sonra mü’minler için hasıl olan lezzetlerin derecelerine bak! Hattâ cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için âsiye kâfirin cehennem-i manevîsine nisbeten cennet gibidir.
Sonra iman ve yakîn ile Cenab-ı Hakk’ın likasından sonra, rızasından sonra, rü’yetinden sonra mü’minler için hasıl olan lezzetlerin derecelerine bak! Hattâ cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için âsiye kâfirin cehennem-i manevîsine nisbeten cennet gibidir.


'''Arkadaş!''' Âlem-i bekaya delâlet eden berahinden maada, arkasında saflar teşkil edip dualarına bir ağızdan “Âmin, âmin!” söyleyen enbiya, evliya, sıddıkîn imamları, Mahbub-u Ezelî’nin Habib-i Ekremi Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın tazarruatı, duaları, âlem-i bekada insanın bekasına pek büyük bürhan ve kâfi bir vesiledir. Çünkü kâinatı serâpa istila eden şu hüsünler, güzellikler, cemaller, kemaller; o Habib’in tazarruatını işitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek bir şeye müsaade eder mi? Cenab-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberra değil midir? Elbette münezzehtir.
Arkadaş! Âlem-i bekaya delâlet eden berahinden maada, arkasında saflar teşkil edip dualarına bir ağızdan “Âmin, âmin!” söyleyen enbiya, evliya, sıddıkîn imamları, Mahbub-u Ezelî’nin Habib-i Ekremi Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın tazarruatı, duaları, âlem-i bekada insanın bekasına pek büyük bürhan ve kâfi bir vesiledir. Çünkü kâinatı serâpa istila eden şu hüsünler, güzellikler, cemaller, kemaller; o Habib’in tazarruatını işitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek bir şeye müsaade eder mi? Cenab-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberra değil midir? Elbette münezzehtir.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetleri söyleyip ilan ve tahdis-i nimet etmek, bazen gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kasdıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki:
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetleri söyleyip ilan ve tahdis-i nimet etmek, bazen gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kasdıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyh ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki:
382. satır: 382. satır:
Binaenaleyh tevazu ancak birinci vecihle tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi ikinci vecihle manevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet şöylece bir içtimaları var:
Binaenaleyh tevazu ancak birinci vecihle tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi ikinci vecihle manevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet şöylece bir içtimaları var:


Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama başka bir adam '''“Ne kadar güzel oldun.”''' dediğine karşı '''“Güzellik paltonundur.”''' dediği zaman, tevazu ile tahdis-i nimeti cem’etmiş olur.
Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama başka bir adam “Ne kadar güzel oldun.” dediğine karşı “Güzellik paltonundur.” dediği zaman, tevazu ile tahdis-i nimeti cem’etmiş olur.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz! Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hattâ tembel olan adam, çalışkanı sever. Zayıf olan, kavîyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun.'''
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Ücret alındığı zaman veya mükâfat tevzi edildiği vakit rekabet, kıskançlık mikrobu oynamaya başlar. Fakat iş zamanında, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hattâ tembel olan adam, çalışkanı sever. Zayıf olan, kavîyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalışmasını ister ki iş hafif olsun, zahmetten kurtulsun.


'''Dünya da umûr-u diniyeye ve a’mal-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı düşünür. Zavallı, düşünmüyor ki o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile iptal eder. Çünkü sevap i’tasında ve ücret aldığında nâsı, Rabb-i nâs’a şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.'''
Dünya da umûr-u diniyeye ve a’mal-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı düşünür. Zavallı, düşünmüyor ki o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile iptal eder. Çünkü sevap i’tasında ve ücret aldığında nâsı, Rabb-i nâs’a şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakip olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazen Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazen olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakip olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazen Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazen olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.
398. satır: 398. satır:
وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Tesbihat, ibadat, gayr-ı mahdud envalarıyla her şeyde vardır. Fakat her şeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çünkü husul, huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mabud-u Mutlak’ın ilmi kâfidir. İnsandan maada mahlukatta teklif olmadığından onlara niyet lâzım değildir. Ve keza amellerinin sıfatını bilmek de lâzım değildir.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Tesbihat, ibadat, gayr-ı mahdud envalarıyla her şeyde vardır. Fakat her şeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. '''Çünkü husul, huzuru istilzam etmez.''' Tesbih ve ibadet edenler, yalnız yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfatı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mabud-u Mutlak’ın ilmi kâfidir. İnsandan maada mahlukatta teklif olmadığından onlara niyet lâzım değildir. Ve keza amellerinin sıfatını bilmek de lâzım değildir.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği sanat-ı âliye ile esma-i hüsnadan in’ikas eden cilvelerin nakışları nisbetindedir. İnsan-ı kâfirin kıymeti ise et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği sanat-ı âliye ile esma-i hüsnadan in’ikas eden cilvelerin nakışları nisbetindedir. İnsan-ı kâfirin kıymeti ise et, kemikten ibaret fâni ve sâkıt maddesinin kıymetiyle ölçülür.
406. satır: 406. satır:
Kur’an’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebarüz eder: وَجَعَلَ الشَّم۟سَ سِرَاجًا Bu hükm-ü Kur’anî esma-i hüsnanın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle ki:
Kur’an’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduğu, şu misal ile tebarüz eder: وَجَعَلَ الشَّم۟سَ سِرَاجًا Bu hükm-ü Kur’anî esma-i hüsnanın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle ki:


'''Ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhardır. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlik’iniz var ki bu şems onun bir lambası olup misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandırıyor.'''
Ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhardır. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle pişirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlik’iniz var ki bu şems onun bir lambası olup misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandırıyor.


'''Felsefenin hikmetince şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor. Arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır. Cazibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.'''
Felsefenin hikmetince şems büyük bir ateştir, yerinde dönüyor. Arz ile seyyarat, ondan uçan parçalardır. Cazibe ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın Cenab-ı Hak’tan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilakis daima ona şükretmeye medyundur. Çünkü mülk onundur. İnsan onun memlûküdür.'''
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' İnsanın Cenab-ı Hak’tan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Bilakis daima ona şükretmeye medyundur. Çünkü mülk onundur. İnsan onun memlûküdür.


'''* * *'''
<nowiki>*</nowiki> * *