İçeriğe atla

On Dördüncü Reşha: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
MU’CİZE-İ KÜBRADAN BİRKAÇ KATREYİ TAZAMMUN EDEN
'''MU’CİZE-İ KÜBRADAN BİRKAÇ KATREYİ TAZAMMUN EDEN'''


= ON DÖRDÜNCÜ REŞHA =
= ON DÖRDÜNCÜ REŞHA =
25. satır: 25. satır:
Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilaflarıyla tebeddül eder. Noksan ve fazlalaşır. Mesela, havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hâcet, her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç, ale’l-ekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkeza…
Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilaflarıyla tebeddül eder. Noksan ve fazlalaşır. Mesela, havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hâcet, her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç, ale’l-ekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkeza…


Kezalik manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. '''Her anda “Allah” kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit “Besmele”ye her saatte “Lâ ilahe illallah”a ihtiyaç vardır. Ve hâkeza…'''
Kezalik manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda “Allah” kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit “Besmele”ye her saatte “Lâ ilahe illallah”a ihtiyaç vardır. Ve hâkeza…


Binaenaleyh âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işarettir.
Binaenaleyh âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işarettir.
44. satır: 44. satır:


=== Birinci Nükte: ===
=== Birinci Nükte: ===
S: Ne için Kur’an da hikmet ve felsefe gibi kâinattan bahsetmiyor?
'''S:''' Ne için Kur’an da hikmet ve felsefe gibi kâinattan bahsetmiyor?


C: Felsefe hakikatten udûl etmiş, kâinata mana-yı ismiyle bakarak kâinatı, kâinat hesabına istihdam ediyor. Kur’an ise Hak’tan hak ile nâzil olmuş, hakikate gidiyor. Mevcudata mana-yı harfiyle bakarak Hâlık’ının hesabına istihdam ediyor.
'''C:''' Felsefe hakikatten udûl etmiş, kâinata mana-yı ismiyle bakarak kâinatı, kâinat hesabına istihdam ediyor. Kur’an ise Hak’tan hak ile nâzil olmuş, hakikate gidiyor. Mevcudata mana-yı harfiyle bakarak Hâlık’ının hesabına istihdam ediyor.


S: Ulvi ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzım iken mübhem bırakılmıştır?
'''S:''' Ulvi ve süflî ecramın mahiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyanat gibi beyan lâzım iken mübhem bırakılmıştır?


C: Bu gibi meselelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemil ve güzeldir. Çünkü Kur’an, istitradî ve tebeî olarak Cenab-ı Hakk’ın zatına, sıfâtına istidlal için kâinattan bahsediyor. İstidlalin birinci şartı, delilin neticeden daha zâhir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız.” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. Halbuki irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek icab eder.
'''C:''' Bu gibi meselelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemil ve güzeldir. Çünkü Kur’an, istitradî ve tebeî olarak Cenab-ı Hakk’ın zatına, sıfâtına istidlal için kâinattan bahsediyor. İstidlalin birinci şartı, delilin neticeden daha zâhir ve malûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız.” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. Halbuki irşad ve hidayet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek icab eder.


Maahâzâ ekseriyete yapılan müraattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez. Çünkü onlar da istifade ediyorlar. Amma mesele makûse olursa ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünkü fehimleri kāsırdır.
Maahâzâ ekseriyete yapılan müraattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez. Çünkü onlar da istifade ediyorlar. Amma mesele makûse olursa ekseriyet mahrum kalır, istifade edemez. Çünkü fehimleri kāsırdır.
67. satır: 67. satır:
وَجَعَل۟نَا ( الشَّم۟سَ ) سِرَاجًا
وَجَعَل۟نَا ( الشَّم۟سَ ) سِرَاجًا


S: Ne için şems “sirac”la tavsif edilmiştir. Halbuki ehl-i fence şems, arza tabi değildir ki ona sirac olsun. Belki arz ile seyyarat kendisine tabi olan bir merkezdir?
'''S:''' Ne için şems “sirac”la tavsif edilmiştir. Halbuki ehl-i fence şems, arza tabi değildir ki ona sirac olsun. Belki arz ile seyyarat kendisine tabi olan bir merkezdir?


C: “Sirac” tabiri şöyle bir tasvire işarettir ki: Âlem bir saray gibidir. Mevcudatı, o sarayın müştemilatı, tezyinatı makamında olduğu gibi şems de o saray halkını tenvir eden İlahî bir lüküstür.
'''C:''' “Sirac” tabiri şöyle bir tasvire işarettir ki: Âlem bir saray gibidir. Mevcudatı, o sarayın müştemilatı, tezyinatı makamında olduğu gibi şems de o saray halkını tenvir eden İlahî bir lüküstür.


Ve keza “sirac” tabiri Cenab-ı Hakk’ın rububiyetinden doğan vüs’at-i rahmetine ve o rahmet içinde derece-i in’am ve ihsanına bir ihtar ve azamet-i saltanatı içinde vahdaniyetine bir ilandır ki müşriklerin mabud ittihaz ettikleri kocaman şems, âlem sarayında lüküs vazifesiyle muvazzaf, musahhar bir memur ve bir hizmetkârdır. Malûmdur ki lamba hizmetini gören camid bir şeyin ibadete, yani mabud olmaya hiç liyakati var mıdır?
Ve keza “sirac” tabiri Cenab-ı Hakk’ın rububiyetinden doğan vüs’at-i rahmetine ve o rahmet içinde derece-i in’am ve ihsanına bir ihtar ve azamet-i saltanatı içinde vahdaniyetine bir ilandır ki müşriklerin mabud ittihaz ettikleri kocaman şems, âlem sarayında lüküs vazifesiyle muvazzaf, musahhar bir memur ve bir hizmetkârdır. Malûmdur ki lamba hizmetini gören camid bir şeyin ibadete, yani mabud olmaya hiç liyakati var mıdır?
85. satır: 85. satır:


== ALTINCI KATRE ==
== ALTINCI KATRE ==
Kur’an başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren; '''mütekellim, muhatap, maksat, makam''' olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; kāiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.
Kur’an başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münasebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren; mütekellim, muhatap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; kāiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.


Evet mesela, o kelâm emir veya nehiy olursa irade ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezauf ediyor. Mesela, Kur’an’ın
Evet mesela, o kelâm emir veya nehiy olursa irade ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezauf ediyor. Mesela, Kur’an’ın
93. satır: 93. satır:
Ve keza arz ve semaya اِئ۟تِيَا طَو۟عًا اَو۟ كَر۟هًا âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat insanların camidata verdikleri emirler, mütekellimindeki irade ve kudretin zafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.
Ve keza arz ve semaya اِئ۟تِيَا طَو۟عًا اَو۟ كَر۟هًا âyetiyle verilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i ulviyeti tebarüz eder. Fakat insanların camidata verdikleri emirler, mütekellimindeki irade ve kudretin zafiyeti nisbetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.


'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’ın '''“A’lem, Ekber, Erham, Ahsen”''' gibi esma ve sıfât ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünkü maksat, bizzat ve hakiki bir mevsufu gayr-ı hakiki veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufa tafdil etmektir.
'''İ’lem eyyühe’l-aziz!''' Cenab-ı Hakk’ın “A’lem, Ekber, Erham, Ahsen” gibi esma ve sıfât ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünkü maksat, bizzat ve hakiki bir mevsufu gayr-ı hakiki veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufa tafdil etmektir.


Ve keza izzet-i İlahiyeye de münafî değildir. Çünkü maksat, sıfât ve ahval-i İlahiye ile mahlukatın sıfât ve ef’ali arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani ikisini bir seviyede tuttuğundan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki sıfât-ı İlahiyeye bir naks olsun.
Ve keza izzet-i İlahiyeye de münafî değildir. Çünkü maksat, sıfât ve ahval-i İlahiye ile mahlukatın sıfât ve ef’ali arasında bir muvazene yapmak değildir. Yani ikisini bir seviyede tuttuğundan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki sıfât-ı İlahiyeye bir naks olsun.