İçeriğe atla

İlk Hayatı: Revizyonlar arasındaki fark

düzenleme özeti yok
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1.143. satır: 1.143. satır:
Bir salih âlim, kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti. Siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik etti.  
Bir salih âlim, kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti. Siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik etti.  
<br />
<br />
Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said: اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ  dedi, otuz beş seneden beri (şimdi kırk beş sene oldu) siyaseti terk etti. '''(Hâşiye)'''
Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said: اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ  dedi, otuz beş seneden beri (şimdi kırk beş sene oldu) siyaseti terk etti. '''(Hâşiye 1)'''
<br />
<br />
'''Hâşiye:''' Üstadımızın yüz otuz parça kitabı ve mektupları, üç mahkeme ve hükûmet memurları tarafından tam tetkik edildiği ve aleyhinde çalışan zalim mürted ve münafıklara karşı mecbur da olduğu halde, hattâ idamı için gizli emir verildiği halde, dini siyasete âlet ettiğine dair en ufak bir emare bulamamaları, dini siyasete âlet etmediğini kat’î ispat ediyor. Ve hayatını yakından tanıyan biz Nur şakirdleri ise bu fevkalâde hale karşı hayranlık duymakta ve Risale-i Nur’un dairesindeki hakiki ihlasa bir delil saymaktayız.  
'''Hâşiye 1:''' Üstadımızın yüz otuz parça kitabı ve mektupları, üç mahkeme ve hükûmet memurları tarafından tam tetkik edildiği ve aleyhinde çalışan zalim mürted ve münafıklara karşı mecbur da olduğu halde, hattâ idamı için gizli emir verildiği halde, dini siyasete âlet ettiğine dair en ufak bir emare bulamamaları, dini siyasete âlet etmediğini kat’î ispat ediyor. Ve hayatını yakından tanıyan biz Nur şakirdleri ise bu fevkalâde hale karşı hayranlık duymakta ve Risale-i Nur’un dairesindeki hakiki ihlasa bir delil saymaktayız.  
<br />
<br />
'''Nur Şakirdleri'''</ref>''')'''
'''Nur Şakirdleri'''</ref>''')'''
1.155. satır: 1.155. satır:


DÖRDÜNCÜ KELİME
'''DÖRDÜNCÜ KELİME'''


Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat’î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki:
Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat’î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki:


Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.
'''Muhabbete''' en lâyık şey muhabbettir ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.




BEŞİNCİ KELİME
'''BEŞİNCİ KELİME'''


Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazen büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazen bir kalmıyor. Belki bazen binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:
Meşveret-i şer’iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazen büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazen bir kalmıyor. Belki bazen binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:


Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, hakiki milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi, kalesi hükmündedir. Arap-Türk hakiki iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdır.
Hürriyet-i şer’iye ile meşveret-i meşrua, '''hakiki milliyetimiz'''in hâkimiyetini gösterdi. Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet’tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi, kalesi hükmündedir. Arap-Türk hakiki iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdır.


İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit, alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.
İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit, alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.
1.203. satır: 1.203. satır:
Yani kimin himmeti yalnız nefsi ise o, insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenidir. Ebna-yı cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Mesela, bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşamadığından ebna-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olmasından ve onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur olduğundan fıtratıyla medeniyet-perverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese hakiki özrü olsa o müstesna!
Yani kimin himmeti yalnız nefsi ise o, insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenidir. Ebna-yı cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Mesela, bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşamadığından ebna-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olmasından ve onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur olduğundan fıtratıyla medeniyet-perverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese hakiki özrü olsa o müstesna!


ALTINCI KELİME
'''ALTINCI KELİME'''


Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. وَاَم۟رُهُم۟ شُورٰى بَي۟نَهُم۟ âyet-i kerîmesi, şûrayı esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki nev-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıta olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.
Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, '''meşveret-i şer’iyedir.''' وَاَم۟رُهُم۟ شُورٰى بَي۟نَهُم۟ âyet-i kerîmesi, şûrayı esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki nev-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” unvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıta olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.


Asya Kıtası’nın ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıtalar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki üç yüz belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki o hürriyet-i şer’iye, âdab-ı şer’iye ile süslenip Garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye, iki esası emreder:
Asya Kıtası’nın ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıtalar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki üç yüz belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki o hürriyet-i şer’iye, âdab-ı şer’iye ile süslenip Garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye, iki esası emreder:
1.221. satır: 1.221. satır:
اَل۟مَلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هَوٰى وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى
اَل۟مَلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هَوٰى وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ ال۟هُدٰى


Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûra kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tabi olanlara olsun. Selâm ve selâmet hüdaya tabi olanların üstüne olsun, âmin!
'''Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûra kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret, heva hevese tabi olanlara olsun. Selâm ve selâmet hüdaya tabi olanların üstüne olsun, âmin!'''


<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *
1.229. satır: 1.229. satır:
Hürriyet’in başında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle vilayat-ı şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektepli mütefennin arkadaşla bir mübahase oldu.
Hürriyet’in başında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle vilayat-ı şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektepli mütefennin arkadaşla bir mübahase oldu.


Benden sual ettiler ki: “Hamiyet-i diniye mi yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?”
'''Benden sual ettiler ki:''' “Hamiyet-i diniye mi yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?”


Dedim: Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman hamiyet-i diniye, avam ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine –yani menfaat-i şahsiyesini millete feda edene– münhasır kalır. Öyle ise hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kalesi olmalı.
'''Dedim:''' Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir. İtibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman hamiyet-i diniye, avam ve havassa şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine –yani menfaat-i şahsiyesini millete feda edene– münhasır kalır. Öyle ise hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kalesi olmalı.


Hususan biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplerde hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı saadet ve tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.
Hususan biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplerde hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı saadet ve tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.
1.265. satır: 1.265. satır:
İşte kâinat içindeki maddî ve manevî bütün bu silsileler, imansız ehl-i dalalete hücum ediyor, tehdit ediyor, korkutuyor, kuvve-i maneviyesini zîr ü zeber ediyor. Ehl-i imana değil tehdit ve korkutmak belki sevinç, saadet, ünsiyet, ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü ehl-i iman, imanla görüyor ki o hadsiz silsileleri, maddî ve manevî şimendiferleri, seyyar kâinatları mükemmel intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevk eden bir Sâni’-i Hakîm onları çalıştırıyor. Zerre miktar vazifelerinde şaşırmıyorlar, birbirine tecavüz edemiyorlar. Ve kâinattaki kemalât-ı sanata ve tecelliyat-ı cemaliyeye mazhar olduklarını görüp kuvve-i maneviyeyi tamamıyla eline verip saadet-i ebediyenin bir numunesini iman gösteriyor.
İşte kâinat içindeki maddî ve manevî bütün bu silsileler, imansız ehl-i dalalete hücum ediyor, tehdit ediyor, korkutuyor, kuvve-i maneviyesini zîr ü zeber ediyor. Ehl-i imana değil tehdit ve korkutmak belki sevinç, saadet, ünsiyet, ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü ehl-i iman, imanla görüyor ki o hadsiz silsileleri, maddî ve manevî şimendiferleri, seyyar kâinatları mükemmel intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevk eden bir Sâni’-i Hakîm onları çalıştırıyor. Zerre miktar vazifelerinde şaşırmıyorlar, birbirine tecavüz edemiyorlar. Ve kâinattaki kemalât-ı sanata ve tecelliyat-ı cemaliyeye mazhar olduklarını görüp kuvve-i maneviyeyi tamamıyla eline verip saadet-i ebediyenin bir numunesini iman gösteriyor.


İşte ehl-i dalaletin imansızlıktan gelen dehşetli elemlerine ve korkularına karşı hiçbir şey, hiçbir fen, hiçbir terakkiyat-ı beşeriye bir teselli veremez, kuvve-i maneviyeyi temin edemez. Cesareti zîr ü zeber olur. Fakat muvakkat gaflet perde çeker, aldatır.
'''İşte ehl-i dalaletin imansızlıktan gelen dehşetli elemlerine ve korkularına karşı hiçbir şey, hiçbir fen, hiçbir terakkiyat-ı beşeriye bir teselli veremez, kuvve-i maneviyeyi temin edemez. Cesareti zîr ü zeber olur.''' Fakat muvakkat gaflet perde çeker, aldatır.


Ehl-i iman, iman cihetiyle değil korkmak, kuvve-i maneviyesi kırılmak belki o temsildeki masum çocuk gibi fevkalâde bir kuvve-i maneviye ve bir metanetle ve imandaki hakikatle onlara bakıyor. Bir Sâni’-i Hakîm’in hikmet dairesinde tedbir ve idaresini müşahede eder, evham ve korkulardan kurtulur. “Sâni’-i Hakîm’in emri ve izni olmadan bu seyyar kâinatlar hareket edemezler, ilişemezler.” deyip anlar. Kemal-i emniyetle hayat-ı dünyeviyesinde derecesine göre saadete mazhar olur.
Ehl-i iman, iman cihetiyle değil korkmak, kuvve-i maneviyesi kırılmak belki o temsildeki masum çocuk gibi fevkalâde bir kuvve-i maneviye ve bir metanetle ve imandaki hakikatle onlara bakıyor. Bir Sâni’-i Hakîm’in hikmet dairesinde tedbir ve idaresini müşahede eder, evham ve korkulardan kurtulur. “Sâni’-i Hakîm’in emri ve izni olmadan bu seyyar kâinatlar hareket edemezler, ilişemezler.” deyip anlar. Kemal-i emniyetle hayat-ı dünyeviyesinde derecesine göre saadete mazhar olur.
1.285. satır: 1.285. satır:
<nowiki>*</nowiki> * *
<nowiki>*</nowiki> * *


Bediüzzaman Said Nursî’nin Gönüllü
== Bediüzzaman Said Nursî’nin Gönüllü ==


Alay Kumandanı olarak vatan ve millete fedakârane hizmetleri
== Alay Kumandanı olarak vatan ve millete fedakârane hizmetleri ==
Bediüzzaman, Kafkas Cephesi’nde Enver Paşa ve Fırka Kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van’a çekildi. Van’ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım talebeleriyle Van Kalesi’nde şehit oluncaya kadar müdafaaya kat’î karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Bey’in ısrarıyla, Vastan kasabasına çekildi. Vali, Kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmişti. Molla Said, Van’dan kaçan ahalinin mal ve çoluk çocuklarının düşman eline geçmemesi için otuz kırk kadar kaçamamış asker ve bir kısım talebeleriyle o Kazaklara karşı koymuş ve hepsinin kurtulmasını sağlamıştır. Hattâ hücum eden Kazaklara dehşet vermek için geceleyin onların üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzında çıkıyor, güya büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannettirerek, Kazakları oyalayıp ilerletmiyordu. Böylelikle Vastan’ın Rus istilasından kurtulmasına sebep olmuştur.
 
O muharebe zamanlarında sipere döndüğü vakit, kıymettar talebesi Molla Habib ile İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirini telif ediyordu. Bazen avcı hattında, bazen at üzerinde, bazen de sipere girdikleri zaman; kendisi söylüyor, Molla Habib de yazıyordu. İşaratü’l-İ’caz’ın büyük bir kısmı bu vaziyette telif edilmiştir. '''(Hâşiye'''<ref>'''Hâşiye:''''''Tenbih:''' Bu “İşaratü’l-İ’caz” tefsiri, Eski Harb-i Umumî’nin birinci senesinde, cephe-i harpte, me’hazsiz olarak, kitap mevcud olmadığı halde telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka, dört sebebe binaen gayet muhtasar ve îcazlı bir tarzda yazılmış; “Fatiha” ve nısf-ı evvel daha mücmel, daha muhtasar kalmıştır.
 
'''Evvela:''' O zaman, izaha müsaade etmiyordu. Eski Said, îcazlı ve kısa tabiratla ifade-i meram ediyordu.
 
'''Sâniyen:''' Gayet zeki olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşünüyordu, başkaların anlamalarını düşünmüyordu.
 
'''Sâlisen:''' Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur’an’da îcazlı olan i’cazı beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise Yeni Said nazarıyla mütalaa ettim. Elhak, Eski Said’in bütün hatîatıyla beraber, şu tefsirdeki tetkikat-ı ilmiyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehit olmaya hazırlandığı için hâlis bir niyet ile ve belâgatın kanunlarına ve ulûm-u Arabiyenin düsturlarına tatbik ederek yazdığı için hiçbirini cerh edemedim. Belki Cenab-ı Hak, bu eseri ona bir keffaretü’z-zünub yapacak ve bu tefsiri tam anlayacak adamları da yetiştirecek inşâallah.
 
Eğer Birinci Harb-i Umumî gibi maniler olmasaydı tefsirin şu birinci cildi, i’caz vücuhundan olan i’caz-ı nazmîyi beyan ettiği gibi diğer cüzler ve mektuplar da müteferrik tefsir hakikatlerini içine alsaydı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a güzel bir tefsir-i câmi’ olurdu. Belki inşâallah, şu cüz-ü tefsir yüz otuz adet “Sözler” ve “Lem’alar” ve “Mektubat” risaleleriyle beraber me’haz olursa ileride bahtiyar bir heyet öyle bir tefsir-i Kur’anî yazsın, inşâallah.
 
'''Said Nursî'''


Bediüzzaman, Kafkas Cephesi’nde Enver Paşa ve Fırka Kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van’a çekildi. Van’ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım talebeleriyle Van Kalesi’nde şehit oluncaya kadar müdafaaya kat’î karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Bey’in ısrarıyla, Vastan kasabasına çekildi. Vali, Kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmişti. Molla Said, Van’dan kaçan ahalinin mal ve çoluk çocuklarının düşman eline geçmemesi için otuz kırk kadar kaçamamış asker ve bir kısım talebeleriyle o Kazaklara karşı koymuş ve hepsinin kurtulmasını sağlamıştır. Hattâ hücum eden Kazaklara dehşet vermek için geceleyin onların üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzında çıkıyor, güya büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannettirerek, Kazakları oyalayıp ilerletmiyordu. Böylelikle Vastan’ın Rus istilasından kurtulmasına sebep olmuştur.
Hem İstanbul’da Fetva Emini Ali Rıza Efendi, çok zaman bu tefsiri mütalaa ile yanına gelen dostlarına müteaddid defalar: “Bu İşaratü’l-İ’caz, bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir!” diye yemin ederek ilan ediyordu.  


O muharebe zamanlarında sipere döndüğü vakit, kıymettar talebesi Molla Habib ile İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirini telif ediyordu. Bazen avcı hattında, bazen at üzerinde, bazen de sipere girdikleri zaman; kendisi söylüyor, Molla Habib de yazıyordu. İşaratü’l-İ’caz’ın büyük bir kısmı bu vaziyette telif edilmiştir. (Hâşiye) Bu hârika tefsirin başındaki “İfade-i Meram”ı tefsir hakkında bir derece malûmat vermesi itibarıyla aynen dercediyoruz.29
Şark uleması, Şam ve Bağdat’ta büyük âlimler: “İşaratü’l-İ’caz gayet hârika ve emsalsiz bir tefsirdir.” diye istihsan etmişlerdir.</ref>''')''' Bu hârika tefsirin başındaki “İfade-i Meram”ı tefsir hakkında bir derece malûmat vermesi itibarıyla aynen dercediyoruz.


İfade-i Meram
İfade-i Meram