Barla Lahikası 169. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    (Eğirdir Müftüsüne son ihtar.)

    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

    Eski bir dost ve ilim noktasında bir arkadaş olmak üzere sizinle bir hasbihal edeceğim. İkimize taalluk eden mühim bir musibet-i diniyeyi size haber veriyorum. Bunun telafisine mümkün olduğu kadar beraber çalışmalıyız. Şöyle ki:

    Zatınız, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf meçhul sebeplerle aksimize tarafgirane ve bize karşı soğukça rakibane baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleştirip ona dost ahbap buldurmak için çalıştınız. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hasıl olmuş ki mahiyetini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünkü اَلسَّبَبُ كَال۟فَاعِلِ kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiattan siz mes’ulsünüz.

    Zehire tiryak namı vermekle, tiryak olmadığı gibi; zındıka hissiyatını veren ve dinsizliğe zemin ihzar eden bir heyetin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, Genç Yurdu denilsin, hattâ Mübarekler Yurdu denilsin, ne denilirse denilsin o mana değişmez. Başka yerlerde, Genç Yurdu ve Türklük Meclisi, Teceddüd Mahfeli gibi isim ve unvanlarla bulunan heyetler, başka şekillerde zararsız bir surette bulunabilirler. Fakat bu köyde madem sekiz senedir ki sırf esasat-ı imaniye ve usûl-ü hakaik-i diniye ile meşgulüz. Elbette bu köyde bize karşı muannidane bir heyetin takip edeceği esas, imansızlığa ve usûl-ü diniyeye muhalif, hattâ zındıka hesabına bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çıkar.

    Çünkü bu havalide umumca tebeyyün etmiş ki siyaset cereyanlarıyla alâkadar değilim, belki yalnız hakaik-i diniye ile meşgulüz. Şimdi burada birisi bize muhalif hareket etse hükûmet hesabına olamaz çünkü mesleğimiz siyasî değil. Hem yeni bid’alar hesabına da olamaz çünkü hakiki meşgalemiz, esasat-ı imaniye ve Kur’aniyedir. Hem resmî Diyanet Dairesinin emirleri hesabına dahi değil. Çünkü emirlerini tenkit ve muhalefet meşgalesi bizi kudsî hizmetimizden men’ettiği için o meşgaleyi başkasına bırakıp onunla meşgul olmuyoruz. Mümkün olduğu kadar o emirlere karşı temas ettirmemeye çalışıyoruz.

    Öyle ise sekiz sene bu cereyan-ı imanî merkezi olan bu köyde, bize karşı muhalefetkârane ve mütecavizane vaziyet alan, ne nam verilirse verilsin, muhalefeti zındıka hesabına ve imansızlık namına kaydedilecek.

    İşte sizin ilminize ve makam-ı içtimaînize ve mensab-ı fetvanıza ve bu havalideki nüfuzunuza ve evlat hakkındaki müfrit şefkatinizden gelen teşvikkârane muavenetinize istinad ederek; burada hem beni hem seni pek ciddi alâkadar edecek bir vaziyet vücuda geliyor.

    Ben kendim burada muvakkatım, ıslahına da mükellef değilim, belki bir derece mes’uliyetten kurtulabilirim. Fakat zatınız hem sebep hem nokta-i istinad olduğunuzdan o vaziyetten gelen müthiş meyveler, defter-i a’malinize geçmemek için her şeyden evvel bu vaziyeti ıslah etmelisiniz veyahut oğlunu buradan çek. O daimî senin manevî zararına günah işleyecek tezgâhı tebdil etmeye çalış.

    Zatınıza bu tezgâhın mahsulatından numune olarak sizin hesabınıza, bana muhalefet suretinde gelen yalnız iki küçük numuneyi göstereceğim:

    Birincisi: Beni haddimden çok fazla hüsn-ü zanda bulunan ve harekâtımı herkesten ziyade hak telakki eden bir ehl-i ilim, sana itimaden oğlunuza meslekçe dostluk etmiş. O adam bir gün yanıma geldi. Hususi odamda namazımı kılmak vakti geldi. Benimle beraber cemaatle kılmak onun yanında çok ehemmiyetli olduğu halde, gizli ezan-ı Muhammedîyi işitmekten kulağı müteneffirane, havftan gelen bir istikrah ile kalktı kaçtı. Bu işe sen fetva ver. Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın en nurani, leziz, kudsî kelimatını işitmekten kaçan bir kulağın altında olan kalpte bulunan iman, ne hale girdiğini sen söyle!

    Bu böyle olsa başka cahil yahut gençler, o meslekte nasıl boya alırlar, kıyas ediniz. Benimle beraber bu işe ağlayınız.

    İkincisi: Bir dostum var idi, takvası ifrat derecesinde idi. Benim yanıma geldiği vakit, âhirete ait en güzel parçaları bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zatınız onu bir derece benden soğutmak ve senin oğluna dost yapmak suretinde onunla konuşmuşsunuz.

    İşte o zat, o telkinattan sonra geçen ramazanda bir gün, bana Hülâgu ve Cengiz vakıalarını okutmak için gösterdi. “Aman bunları oku!” dedi. Ben kemal-i taaccüb ve hayretten dedim: “Kardeşim sen divane mi oldun? Benim Delail-i Hayrat’ı okumaya vaktim yok. Böyle azlemlerin sergüzeşte-i zalimanelerini bu ramazan-ı şerifte bana okutmak hissini nereden kaptın?” dedim. Haftada iki defa yanıma gelen o has dostumu, iki ayda bir defa daha göremedim. Fakat hakkında inayet vardı, o halden kurtuldu.

    Her ne ise… Bu neviden olan elîm hâdiseler çoktur. Hakikatli bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haşinane değil, mülayimane bir surette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî


    Hâşiye: Hiç kimseye söylemediğim, hattâ düşünmesini de istemediğim, Kur’anî hizmetimize zarar veren bir haleti söyleyeceğim:

    Zatınız bir zaman bize dost göründüğünüzden senin oğlun talebe gibi yanıma geliyordu, ciddi istifadeye çalışıyordu. Değil bana sıkıntı vermek, belki ihtaratımı ciddi telakki ediyordu. Vaktâ ki zatınız bana karşı rakibane bir vaziyet aldınız, oğlunuz da o vaziyetin tesiriyle öyle bir şekle girdi ki en mutî talebeden, en merhametsiz bir düşman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiğim sıkıntıların ve hizmet-i Kur’aniyemize gelen zararların kısm-ı a’zamı, oğlunuzun yüzünden ve senin o rakibane vaziyetinden geldiğine şüphe kalmadı. Senin nüfuzun ve şerefin olmasa idi, oğlun böyle şeylere müdahale edemezdi.

    Her ne ise… Sizi bütün bütün gücendirmemek için kısa kesiyorum. Kardeşim Hakkı Efendi’nin hatırı için ben hakkımı helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur’an-ı Hakîm’in darbesinden korkmalı, belki o helâl etmez.



    Barla Lahikası 168. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 170. Mektup