Barla Lahikası 171. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    (Hulusi’nin fıkrasıdır.)

    18 Receb tarihli, Otuz Birinci Mektup’un Birinci, İkinci Lem’alarıyla Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Birinci Remzi’nin Birinci Makam’ını, şabanın birinci günü, yani yazıldığından on üç gün sonra aldım. Demek oluyor ki recebin 18 rakamına, 13 daha ilâve ederek, mübarek mektubun numarasını teyid etmek gibi gaybî bir işaret ibraz edilmiş oluyor. Bu nurlu mektuptan aldığım hisseyi, kendisinden evvel gelmiş olan manevî feyzinden, âlî affınıza güvenerek bahsetmek suretiyle arz edeceğim.

    Şöyle ki: Mektubun bura postahanesinde kaldığı gece, âlem-i menamda şöyle garib bir halet gördüm. Allah hayretsin. Kamer batn-ı arzdan süratle çıkarak, şakulen semavata yükselmeye başladı. Çıkışı ile süratle yükselişinde hiçbir ziya eseri görülmüyordu. Sükûnetle hareketi takip etmekle beraber, sanki gaybî bir ses bana “Alâmet-i kübra başladı!” diyor gibi geldi. Kamer bu hızla çıkışı esnasında, bir hadde geldi ki parladı, büyüdü. Bedr-i tam halinin birkaç misli cesamet arz etti. Bu vaziyette içinde bir insan şekli göründü. Kısa bir zaman sonra bu şekil ve kamer kayboldu. Cihan serâser zulmet içinde kaldı. Mağrib cihetinde, ufuktan bir mızrak boyu yüksekliğinde, şems sönük bir ziya ile göründü. Ufku takiben bir müddet şimale doğru gayet süratle gitti ve kayboldu. Tekrar zulmet başladı. Soğukkanlılığımı muhafaza etmekle beraber, kıyamet kopuyor diye uyandım.

    İşte bu dehşetli gecenin gündüzünde Otuz Birinci Mektup’un Bir ve İkinci Lem’alarını hâvi kıymetli eseri aldım, okudum. Kendi kendime geceki haleti düşündüm. Dedim: Bu mübarek mektup, bana şu dersi veriyor:

    Sen bir sefineye râkibsin ki o azametli sefinen baş döndürücü süratle, feza-yı nâmütenahîde koşturuluyor. Bu sefineyi böyle fırıl fırıl çeviren Kādir-i Kayyum, sana musahhar ettiği, muntazam tulû ve gurûb eden şems ile incelerek, büyüyerek mükemmel bir takvim-i semavî vaziyetini gösteren kamer gibi azîm cisimleri de istihdam ediyor. Bir küre “Kün feyekûn” emrini aldığı zaman, bu muazzam küreler gibi milyonlarca seyyarat birbirine karışacak, nizam-ı âlem bozulacak, her şey harap olacak. كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ لَهُ ال۟حُك۟مُ وَاِلَي۟هِ تُر۟جَعُونَ sırrı zâhir olacak.

    Öyle ise en metin en âlî en müzeyyen görünen bu saray-ı kâinatın bir anda yıkılacağı, harap olacağı, bütün sekenesinin mahv u nâbud olacaklarını düşün. Hiç-ender hiç olduğunu hatırla. Senin mini mini hayat tekneni, dağlar gibi dalgaları bulunan, kısacık ömrünün denizinde aldanarak boğdurma. Ve hayat-ı ebediyeni söndürmek isteyen, en büyük ve en yakın olan nefsinin hilesinden kurtulmaya çalış. Bunun için sana çok kolay ve ucuz, tesiri mücerreb ve kat’î ve

    لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَن۟تَ سُب۟حَانَكَ اِنّٖى كُن۟تُ مِنَ الظَّالِمٖينَ ۝

    رَبِّ اِنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَن۟تَ اَر۟حَمُ الرَّاحِمٖينَ

    gibi halâs ve şifa ve necat vasıtalarını tavsiye ederim. Bunlara bilhassa mağrib ve işâ ortasında, otuz üçer defa devam et, demekte olduğunu hissettim.

    O küçük rüyanın tabiri, muhterem Üstadıma aittir ve arzusuna bağlıdır. Bu defa manevî mahrumiyetin uzaması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim fakat garibdir ki bu mübarek mektubun bura postahanesine vürûdu gününün sabahında اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ emr-i celilinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu fakat meraktan da hasbe’l-beşeriye kurtulamadığımı nâtık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendi’ye göndermiştim.

    Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem’a, başıma tokmak vurarak: Ey bîçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa o Peygamber-i Zîşan’ın (as) sabırdaki kahramanlığını taklide çalış ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için رَبِّ اِنّٖى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَن۟تَ اَر۟حَمُ الرَّاحِمٖينَ duasını vird-i zeban et diye tenbih ve ikazda bulunduğuna yakîn hasıl ettim. Elhamdülillah dedim.

    Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Sekizinci Kısmı’nın Birinci Remzi’nin Birinci Makam’ının Birinci Babı, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü ve kıyamete kadar i’cazının devam edeceğine şüphe olmayan Kur’an-ı Kerîm’in otuz cüzünden otuzuncu, yüz on dört suresinden yüz onuncu, lafız itibarıyla küçük fakat makam ve mana itibarıyla âlî ve şümullü Suretü’n-Nasr’daki çok mühim sırlardan muazzez ve muhterem Üstadımız vasıtasıyla zâhir olan tevafukata münasebetli bir tek sırrından beyan buyrulan üç mesele, bana öyle bir kanaat getirdi ki bu küçük surenin üç âyetinden sülüs ve tamamında otuz cüz Kur’an’a, hattâ her harfinde bir sureye işaret ve delâlet mevcud olduğunu cezmettim.

    Bu nurani mektup hakkındaki muhtasar tahassüsatımı âcizane yukarıda arz ettim. Feyiz menbaına maddeten ve manen çok yakın olan kardeşlerime, şu perişan ifadatım kapı açmak ve buradan içeri geçmeye sizler lâyıksınız, diyecek kadar faidebahş olduğu hakkındaki emirlerinizden çok sevindim.

    Sevgili Üstadım! Allah için sevenler, Kur’an’a hâdim olmayı yürekten isteyenler, musibetin büyüğünü dine gelen mesaib bilenler, zâhiren ne kadar şaşaalı, mutantan görünse de her bid’akârane hareketten mutlak ve muhakkak Kur’an’a ve imana bir hücum hissedenler ilh. İşte bunlar niyetlerindeki ihlas, kalplerindeki safiyet ve imanlarındaki kuvvet ve Kur’an’a ciddi merbutiyetleri derecesinde, felillahi’l-hamd merkez-i menba ve masdar-ı feyze yakın bulunduruyorlar. Elbette böyle ulvi ruhlu, ciddi ihlaslı, metin imanlı kardeşlerimi çok sever ve mazhar oldukları niam-ı İlahiyeye şâkirînden olmalarını tazarru eylerim. Hasbe’l-kader dünyaya dalmış, masiyette bunalmış, hakikatte acıklı bir gurbete düşmüş olan bu bîçare kardeşlerine dua etmelerini rica ederim. Cümlesine ale’l-husus isimleri zikrolunan Galib, Hüsrev, Hâfız Ali, Süleyman Efendilere ve Nurların başkâtibi Şamlı Hâfız Tevfik, hasta olduğundan müteessir olduğum ve inşâallah iade-i âfiyet etmiş olan Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye ve sair mukarreblere selâm ve dualar ederim.

    Hulusi



    Barla Lahikası 170. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 172. Mektup