Barla Lahikası 241. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:
    • Türkçe

    بِاس۟مِهٖ وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ

    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

    Aziz, ciddi, sıddık kardeşlerim, hizmet-i Kur’aniyede samimi ve kuvvetli arkadaşlarım Sabri, Hüsrev, Ali, Re’fet, Bekir, Lütfü, Rüşdü!

    Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki sizleri hudutsuz bir sahra-yı hakikatte bana enis arkadaş ve yoldaş vermiş. Bu acib sahradaki hareket ve sülûk, bazen pek ince, ehemmiyetsiz görünen bir şeyde mühim istifadeler edilir. Onun için zâhir nazarda malayani zannedilen bazı meselelerde, fazla takip ediyorum ve ziyade nazar-ı dikkatinizi celbediyorum. Ezcümle; Onuncu Söz’deki elif tevafukatı, mühim bir mesele gibi nazar-ı dikkatinize gösteriyorum. Bunun sırrı şudur ki:

    Bir iltifat-ı hâssaya gizliden gizliye bir işaret bulunduğunu kat’î hissettiğim için ihtiyarsız olarak kemal-i sürur ve ferahımdan taşkıncasına bağırarak “Aman geliniz, siz de görünüz.” diyorum. Evet, nasıl ki bir padişahın has bir edna işaretine mazhar olmak, kanun-u umumîyle bir müşiriyet teveccühünden fazla medar-ı sürurdur. Öyle de Hâlık-ı Zülcelal’in hususi iltifatını îma eden en gizli bir işarete, yüz bin can olsa ve feda edilse ve yüz bin sene ömür var ise o yolda sarf edilse yine ucuzdur.

    İşte bu sırdan gelen sürurun verdiği cezbekârane taşkınlıkla, dikkatsizlere malayani ve israf sayılan böyle tevafukata dair bahisler açıyorum. İşte bir bahis daha açacağım.

    Onuncu Söz, Kur’an’ın bir sülüsünü inkâr etmek niyetiyle, haşr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek fikrinde bulunan zındıkları susturmakla, hârika bir şule-i i’caz-ı Kur’anîyi gösterdiği gibi; daha müteaddid emareler ile manevî i’caz-ı Kur’an hesabına fevkalâde bir mahiyeti bulunduğunu icmalen hissetmiştik. Ve şimdi yeniden tekrar Onuncu Söz’e nazar-ı dikkat-i âmmeyi celbetmek için ihtiyarsız olarak onunla meşgul edildim ve baktım.

    Bu defa lafzullahın en birinci harfi olan elif, Onuncu Söz’de öyle bir tevafuk gösterdi ki kat’iyen tesadüfe havale edilmediği gibi başka emareler ile o tevafukta gaybî bir işareti kat’iyen hissettim. Sonra işaretlerini koydum. Hem işarete medar olmak için hârikulâde olmak lâzım değildir. Çünkü çok âdi perdeler içinde mühim işaretler verilir, ehli anlar.

    Madem işaret-i gaybiye var; elbette tesadüf içinden kaçar, daha hükmedemez, en cüz’î rakamları da o işarete mal edilir. Madem mecmuunda işaret var, bütün eczası o işaretin hikmetine tabidir, tesadüf orada oynayamaz. Hattâ yirmi dokuzuncu sahifede Üçüncü Hakikat’teki elif sayılmamak lâzım gelirken sehven saymıştım. Sonra anladım ki bana saydırılmış. Baştaki Onuncu Söz kelimesi ile şu Üçüncü Hakikat ikisi sahife başında bulundukları için hakları sayılmaktı. Onların sair arkadaşları sahife rakamları gibi bazı vazifeyi gördürmek için bir cihette saymak işareti olarak haberim olmadan bana yazdırılmış. Her ne ise… Kendimin tereddüdü için değil çünkü kat’î kanaatim gelmiş, belki başkasının şüphe ve tereddüdünü izale için bazı muvazeneler yaptım:

    Onuncu Söz’ün âhirinde yazıldığı gibi altı yüz sahifeden ziyade bir mübarek kitabın tevafukatı yüz yirmi beş çıktı. Üç yüz elli sahifeden ibaret diğer bir kitabı yine saydım, elli tevafuk çıkmadı. Yine eskiden kendi telifatım Türkçe ve Arabî olan iki yüz seksen sahifeden ibaret bulunan kitabın eliflerini saydım, tevafukatı kırkı tecavüz etmedi.

    Demek bu Onuncu Söz’de ve İşaratü’l-İ’caz’daki ekseriyet-i mutlakanın tevafukatı, gizli bir işaret-i gaybiyeyi tazammun ediyorlar. Mecmuunda işaret bulunsa yeter. Her cüzünde işareti göstermek lâzım değildir fakat her cüz işaretin malıdır ve onun hikmetine tabidir. Size acele edip en evvelki işaret olunan nüshayı göndermiştim. Az hâşiyeleri sonra ilâve ettik. Bu defa Süleyman Efendi ile gönderilen nüsha ile mukabele ediniz, tekmil ediniz ve Halil İbrahim Efendi ile gönderilen nüsha ile yine bu nüsha ile mukabele ederek sonra Âsım Bey’e gönderiniz.

    Bu defaki Hulusi Bey’in mektubunu size gönderdim. İşaret ettiğim iki kavis içerisinde bulunan kısım, Yirmi Yedinci Mektup’un Dördüncü Zeylinde yazılacak. Kavisler haricinde bulunan ve üzerlerine kırmızı çizgi çekilenler yazılmayacaktır. Hâfız Ahmed ve Mehmed Celal ve Hâfız Veli gibi kalbi cezbeli dostlarıma ve tarîk-i hakikatte sair kardeşlerimize selâm ediyorum. Hâfız Veli ile çendan geç görüştük fakat Hâfız Veli’nin burada Mehmed Usta isminde, on senelik hâlis bir dostu bulunduğundan ve o Mehmed Usta benim sekiz senedir tarîk-i âhirette gayet ciddi bir kardeşim olduğundan, Hâfız Veli’ye de o münasebetle eski dost nazarıyla bakıyorum. O bana mektup yazmıştı, vakit bulamıyorum ki mektubuna cevap vereyim. Ehl-i kalp için bazen sükût dahi bir konuşmaktır.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Kardeşiniz

    Said Nursî

    Kardeşlerim, affedersiniz, bu intizamsız perişan mektupla sizinle konuşmak istemiyorum. Fakat müteaddid işlerle ve tetkikatla meşgul olduğumuz anda, süratli bir surette fikrimizin bir köşesiyle yazdık. Keçeli kâtibin hali malûm. Kafasını başka yerde bırakmıştı, mektup perişan oldu, onun için kusura bakmayınız.

    Tevafuktaki müdahale-i gaybiyeyi bir mektupta size böyle bir temsil ile beyan etmiştim: Mesela benim avucumda nohut, leblebi, üzüm, buğday gibi maddeler bulunsa ben onları yere atsam; üzüm üzüme, leblebi leblebiye karşı sıralansa hiç şüphe kalır mı ki elimden çıktıktan sonra, gaybî bir el müdahale edip sıralamasın. İşte hurufat ve kelimat o maddelerdir, ağzımız o avuçtur.



    Barla Lahikası 240. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 242. Mektup