Emirdağ Lahikası 2. Kitap 3. Mektup
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim Safranbolu, Eflani havalisi Nur şakirdleri!
Sizlere, gönderdiğiniz Nur eczalarının hediyesine bin bârekellah, mâşâallah deriz. Cenab-ı Hak sizleri iki cihanda mesud eylesin, âmin!
Nur’un mübarek, fedakâr şakirdlerinin her biri bir kısım risaleleri güzelce yazıp bu sırada bana hediye etmeleri ve bir kısım tatlı teberrük ile beraber, şiddetli hastalığım ve sıkıntılarım içinde garib bir tarzda bana gelmesi, eskiden beri mukabelesiz hediyeyi kabul etmemek kaidem iken o kaidenin aksine olarak kemal-i sevinç ve memnuniyetle kabul ettiğime sebep, üç manidar ve garib hâdiselerdir:
Birincisi: Bir kısım paramla aldığım bana mahsus makine mahsulü on bir mecmua ve elmas kalemli Nur’un kıymettar üç şakirdinin yazdıkları tam bir takım Risale-i Nur’u Diyanet Riyasetinin beş altı defa musırrane istemesi üzerine hazırladığım aynı zamanda ve bir derece yabani kalan müftüler ve hocalara bir manevî hediye ve müşevvik olarak göndermek teşebbüsü zamanında böyle çok ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev’i buraya istiyordum. Halbuki vaziyetim müşkül bir halde, çok merak ediyordum. Birden küçük bir Hüsrev olan kahraman Sungur aynı vakitte geldi. Beni çok endişe ve telaşlardan ve masraflardan kurtardığı gibi bu vazife, iki sene mütemadiyen yanımda hizmeti kadar kıymettar olduğu için kat’î kanaatim geldi ki bu da Nur’un neşrindeki muvaffakiyetin bir kerametidir.
İkinci hâdise: Ben kendime ait nüshalarımı Diyanet Riyasetine gönderdiğim aynı zamanda, aynen mizanla ziyade noksan olmayarak tartılsa aynen o kadar Nur’un Safranbolu, Eflani havalisindeki Nur’un küçük kahramanları gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ı hal ile bana dediler: “Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik. O zayiatın yerini doldurduk.” Ben de ruh u canla kabul ettim ve gönderenleri tebrik ettim, daha teberrükleri bana dokunmadı.
Üçüncü hâdise: O mübarek hediyeler odama geldiği zamandan on dakika evvel, serçe kuşuna benzer bir kuş yatağımın ayağı altında gördüm. Halbuki pencereler ve kapı kapalı, hiçbir delik yok ki o kuş girebilsin. Baktım benden kaçmıyor. Bir parça ekmek verdim, yemedi. Kalben dedim: “Üç dört sene evvel aynı burada kuşların müjde vermesi gibi bu da müjde veriyor.” Hakikaten aynı zamanda o mübarek nurlu hediye geldiği gibi üç senedir haber almadığım müftü kardeşim Abdülmecid’den güzel bir mektup aldım. Bana hizmet eden Halil geldi. “Bu kuşa bak, bu da eski kuşlar gibi bir müjdecidir.” dedim. Sonra pencereyi açtık, gitsin; gitmiyordu. Yukarıda beş altı defa uçtu, gitmedi. Sonra Sungur da geldi: “İşte sen de gör.” dedik, o da gördü. Yarım saat sonra, nasıl görülmesi hârika oldu, bulunmaması da hârika oldu. Pencereden çıkmadan Halil ile aradık, bulamadık; kayboldu.
Hattâ bu manevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetişmesi, ehemmiyetini göstermeye bir kat’î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel –demek o evden çıktığı gün– Halil rüyada görüyor ki: Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmişler; büyük bir hâdise ve şaşaalı bir merasim yapılmış. Benden “Tabiri nedir?” diye sordu. Ben de merak ettim: “Sen ne için bu rüyayı bana söyledin? Acaba onların başına bir zarar mı gelmiş?” diye bir gece sabaha kadar endişe ile müteessirdim. O rüya-yı sadıka az bir tabir ile çıktı.