Emirdağ Lahikası 2. Kitap 72. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    اِفَادَةُ ال۟مَرَامِ

    اقول لما كان القراٰنُ جامعًا لاشتات العلوم وخطبةً لعامة الطبقات فى كل الاعصار لا يتحصّل له تفسيرٌ لائقٌ من فهم الفرد الذى قلّما يخلُص من التعصب لمسلكه ومشربه. اذ فهمُه يخصُّه ليس له دعوة الغير اليه إلّا ان يُعدّيَه قبولُ الجمهور. واستنباطُه –لا بالتشهي– له العملُ لنفسه فقط ولايكون حجة على الغير إلا أن يُصدّقه نوعُ اجماع. فكما لا بد لتنظيم الأحكام واطرادها ورفعِ الفوضى الناشئة من حرية الفكر مع إهمال الإجماع وجود هيئة عالية مِن العلماء المحققين الذين - بمظهريتهم لأمنية العموم و اعتمادِ الجمهور - يتقلّدون كفالةً ضمنية للأُمة فيصيرون مظهرَ سرِّ حجِّيةِ الإجماع الذى لاتصير نتيجةُ الاجتهاد شرعًا ودستورًا إلا بتصديقه وسِكته ، كذلك لا بد لكشف معانى القراٰن وجمعِ المحاسن المتفرقة فى التفاسير وتثبيت حقائقه المتجلية بكشف الفن و تمخيض الزمان من انتهاض هيئة عالية من العلماء المتخصصين المختلفين فى وجوه الاختصاص ولهم مع دقة نظر وُس۟عةُ فكرٍ لتفسيره.

    نتيجة المرام : إنه لا بد أن يكون مفسرُ القراٰن ذا دهاءٍ عال و اجتهاد نافذ

    وولاية كاملة. وما هو الاٰن إلا «الشخص المعنوى» المتولدُ من امتزاج الأرواح وتساندِها وتلاحقِ الافكار وتعاونها وتظافر القلوب واخلاصها وصميميَّتها من بين تلك الهيئة. فبسر «للكل حكم ليس لكل»

    كثيرا ما يُرى اٰثارُ الاجتهاد وخاصةُ الولاية ونورُه وضيائها من جماعةٍ خَلَت۟ منها أفرادُها. ثم إنى بينما كنت منتظرًا ومتوجهًا لهٰذا المقصد بتظاهر هيئة كذلك -وقد كان هٰذا غاية خيالى من زمان مديد- اذ سنح لقلبى من قبيل «الحس قبل الوقوع» تقرّبُ (١) زلزلة عظيمة ، فشرعتُ - مع عجزى وقصورى والإغلاق فى كلامى- فى تقييد ما سنَح لى من اشارات إعجاز القراٰن فى نظمه وبيان بعض حقائقه ، ولم يتيسر لى مراجعة التفاسير. فإن وافقها فبِها ونِع۟مَت۟ وإلّا فالُعهدةُ عليّ. فوقعت۟ هٰذه الطامةُ الكبري.. ففى أثناء أداء فريضة الجهاد كلما انتهزتُ فرصةً فى خط الحرب قيَّدتُ ما لاحَ لى فى الأودية والجبال بعبارات متفاوتة باختلاف الحالات. فمع احتياجها الى التصحيح والاصلاح لايرضى قلبى بتغييرها وتبديلها إذظهرت۟ فى حالةٍ من خلوص النية لا توجد الاٰن. فأعرِضُها لأنظار أهل الكمال لا لأنه تفسير للتنزيل بل ليصير- لو ظفر بالقبول- نوع مأخذٍ لبعض وجوه التفسير. وقد ساقنى شوقى الى ما هو فوق طوقى فإن استحسنوه شجعونى على الدوام. و من اللّه التوفيق.

    سعيد النورسى

    _______

    (١) وقد اخبرنا مرارًا فى اثناء الدرس وقوع زلزلة عظيمة ( بمعنى الحرب العمومية ) فوقعت كما اخبر.

    حمزة ، محمد شفيق ، محمد مهرى

    Kısa Bir Tercümesidir

    Şimdi bundan kırk bir sene evvel ve Eski Harb-i Umumî’nin az evvelinde başlamış olduğu İşaratü’l-İ’caz’ın ifadetü’l-meramında diyor ki:

    Madem Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan ulûm-u hakikiyenin envaına câmi’ ve umum asırlarda umum tabakat-ı beşeriyeye müteveccih bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette bir tek ferdin fehmi, ona lâyık ve mükemmel bir tefsir yapamaz ve mümkün olmuyor.

    Çünkü bir fert pek nadir olarak kendi hususi meslek ve meşrebinin tesirinden kendi fikrini kurtarabilir. Onun hususi meşrebi tesir ettikçe tam tamına hakikati safi olarak ifade edemez. Ferdin fehmi ve manası ona hastır. O fert, onu kabul eder. Fakat başkalarını ona davet edemez. Eğer cumhur-u ulema onun fehmini kabul ile başkalara şümulünü gösterse o vakit başkasını o manaya davet edebilir ve hakiki tam tefsir olabilir.

    Hem ferdin ahkâmda istinbatı ve içtihadında –hevesi karışmamak şartıyla– o kendi nefsi için amel edebilir fakat başkalarına hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icma o hükmü tasdik etsin.

    Nasıl ki ahkâm-ı şer’iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neş’et eden manevî anarşiliği kaldırmak için gayet lâzımdır ki ulema-i muhakkikînden bir heyet-i âliye bulunsun ki o heyet umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ulemanın onlara itimadıyla ümmet için bir nevi zımnî kefalet ve dava vekili hükmünde olmaları cihetinde icma-ı ümmet hüccetinin sırrına mazhar oluyorlar. O vakit içtihadın neticesi o icma ile şer’an düstur olabilir. Ve icmaın tasdik ve sikkesiyle umuma şâmil oluyor.

    Aynen onun gibi lâzımdır: Kur’an’ın manalarının keşfi ve tefsirlerde ayrı ayrı mehasininin cem’i hem zamanın çalkamasıyla ve fenlerin keşfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur’an’ın hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki: Muhakkikîn-i ulemadan her biri bir fende mütehassıs, geniş fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteşekkil bir heyet bu vazifeye sahip çıksın.

    Elhasıl: Kur’an’ı tefsir edene lâzım gelir ki gayet âlî bir deha ve nüfuzlu, derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zat ancak bir şahs-ı manevî olabilir ki o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın telahukundan ve birbirine yardımından ve kalplerin birbirine in’ikasından ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer.

    Evet “Mecmuunda bir hâssa bulunur ki ondaki her fertte bulunmaz.” düsturuyla çok defa içtihadın âsârı ve nur-u velayetin hâssaları ve ziyası bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin hangisine bakılsa o hâssa görünmüyor. Demek âmî adamların ihlasla tesanüdleri, bir velayet hâssasını veriyor.

    İşte bu hakikate binaen böyle bir maksat için bir heyetin çıkmasına muntazır ve daima bekliyordum. O ümit, küçüklüğümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kable’l-vuku kabîlinden kalbime bir sünuhat oldu ki:

    Maddî ve manevî iki zelzele-i azîme yaklaşıyordu. (*[1]) Ben de acz ve kusurumla, sözlerimdeki izahsızlık ve muğlaklık ile beraber Kur’an’ın nazmındaki i’cazın işaratını ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtın bazı imanî hakikatlerini yazmaya şiddetli bir ihtar-ı gaybî hissettim. Halbuki harpte acib bir vaziyette olduğumdan tefsirlere müracaat etmek kabil olmadı. Kur’an’dan başka merci yoktu. Ben de yazdım. Yazdıklarım tefsirlere muvafık geldiyse güzel bir nimet ve bir muvaffakiyet, yoksa mes’uliyet benim bîçare fehmime aittir.

    Aynı zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr heyetin yuvalarını tahrip eden manevî zelzele-i azîme meydana çıktı ki öyle bir heyet-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapılar kapandı. Ben de o noksan fehmimle Eski Harb-i Umumî’de farîza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acib ayrı ayrı haletlerin tesiriyle çeşit çeşit olmasından tashih ve ıslah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil ve tağyirine razı olmadı. Çünkü her dakika şehit olmaya hazırlandığımız için bir niyet-i hâlise ile yazılmış ki o halet her vakit bulunmuyor.

    Ben de o yazılarımı Tenzil’e bir tefsir olarak değil belki tefsirin bazı vücuhuna bir nevi me’haz olarak ehl-i kemal olan ulema-i muhakkikînin enzarına arz ediyorum. Hakikaten benim şevkim, benim tâkatimin pek fevkinde bir noktaya sevk etti. Eğer ehl-i tahkik istihsan etseler beni devama ve ileri gitmeye teşci ve tergib ederler.

    Said Nursî



    Emirdağ Lahikası 2. Kitap 71. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 2. Kitap 73. Mektup

    1. (*): Evet, Üstadımız mükerreren Birinci Harb-i Umumî’den evvel çok defa bize ulûm-u Arabiyeyi ders verdiği zaman bize kat’î bir tarzda “Büyük ve umumî bir zelzele yaklaşıyor, hazırlanınız. O zaman herkes benim gibi mücerredlere gıpta edecekler.” diye söylüyorlardı. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiği haber aynen çıktı.
      Horhor’daki eski talebeleri namına Medresetü’l-Vaizîn mezunlarından:
      Mehmed Sadık, Sabri, Mehmed Şefik, Mehmed Mihri, Hamza