Emirdağ Lahikası 2. Kitap 93. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ

    Aziz, sıddık kardeşlerim!

    Bir zat, uzunca bir mektup yeni hurufla bana yazmış, kendisinin kim olduğunu bildirmemiş. Üç noktada şüphe edip bir nevi itiraz gibi yanlış mana verdiği için güya bizi ikaz ediyor. Meşrebimiz münakaşa ve münazara olmadığından ve kusurumuzu hakiki olarak gösterenlerden memnun olduğumuzdan, bu meçhul zatın mektubunda üç esasın hakikatini gösterip yanlışını tashih etmek istedim:

    Birinci Esas: Risale-i Nur’un üstadı ve me’hazi ve Said’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir hizb-i Kur’anî suretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tabedilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukuf ulemaları ve hattâ Diyanet Riyaseti dairesi ve İstanbul’un fetva dairesindeki Tetkik-i Kütüb-ü Diniye Heyetinden hiçbir âlim ve ehl-i vukuf ulemaları itiraz etmemişler. Belki takdir edip tahsin etmişler. Çünkü başta sahabeler ve matbu Mecmuatü’l-Ahzab’da bulunan Hazret-i Üsame radıyallahu anh hizb-i Kur’anîsi ki her bir günde bir kısmını okumakla taksim edilmiştir. Ve aynı kitapta ve Mecmuatü’l-Ahzab’ın aynı cildinde İmam-ı Gazalî’nin radıyallahu anh bir hizb-i Kur’anîsi ve çok ehl-i velayetin kendi meşreplerine muvafık bazı sureleri ve âyetleri bir hizb-i mahsus-u Kur’anî yaptıkları meydandadır.

    On sene evvel şehiden vefat eden merhum Hâfız Ali gibi Nur’un kahramanlarından, benim hususi virdimi ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem’etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tabettirdiler. Çünkü herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya vakit bulamıyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur’anî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle hem sevapları çok ziyade olan âyetler ve sureler, içinde yazılmış.

    Zaten Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cizesi şudur ki ehl-i hakikatten ve kemalâttan her bir meslek sahibi, meşrebine muvafık, Kur’an’da bir Kur’an’ını, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadını bulur. Güya tek bir Kur’an’da binler Kur’an var.

    Bu mu’cizenin sırrı şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’in âyetlerinin ve kelâmlarının münasebetleri yalnız beraber olanlara değil belki pek çok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, bakıyor. İşaratü’l-İ’caz tefsir-i Nuriyede bu sır bir derece gösterilmiş. Demek başka kelâmlara benzemez. Her bir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var. Bu vaziyet-i Kur’aniye çok hakaike medardırlar. Ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikatin her bir kısmı kendi mesleğine göre, o küllî Kur’an içinde bir mahsus hizbleri var.

    İşte Risale-i Nur’un Hizb-i Kur’anî’si de o neviden birisidir. Bunu böyle neşretmek için evliyadan olan merhum Hâfız Ali bunun tabını acele etmek istedi. Çünkü tamam Kur’an’ın Risale-i Nur’un keşfiyatıyla hattında bir nevi mu’cize-i tevafukiye bulunmasından onu tabedip bastırmak için bu hizb-i Kur’anîyi bir mukaddimesi, bir müjdecisi olarak bastırdılar. Evet, şimdiki Hüsrev’in kalemiyle yazılan ve pek hârika olan ve tevafuk cihetinde mu’cizatlı olan Kur’an’ımızın on beş seneden beri tabına çalışıyoruz. Ve fakat ekser Nurcular fakirü’l-hal olduğundan ve fotoğrafla tabı lâzım geldiğinden ve yirmi beş bin banknot masraf lâzım olmasından Hizb-i Kur’an’ımız mukaddime olarak daha evvel, bu mu’cizeli Kur’an’ımızın bir müjdecisi olarak tabedildi.

    İşte bu mu’cizeli Kur’an’ımızı hem Diyanet Riyaseti tetkik etmiş, çok beğenmiş hem İstanbul’daki fetva dairesindeki tetkik-i mesahif uleması gayet güzel görmüş. Gayet güzelce tetkik edip musahhah olarak bize iade etmiş. İnşâallah yakında bu Kur’an’ımız basılarak bir hediye-i Nuriye olarak âlem-i İslâm’a neşredilecektir.

    O kendini bildirmeyen zatın şüphe ettiği

    İkinci Mesele: Pek çok Nurcuların haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarıyla benden zannettiği medar-ı iftihar sıfatları, yüz defa onların hatırlarını kırıp reddetmişim. Fakat yirmi sekiz sene siyasetçiler, Risale-i Nur’un sırf imanî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenileşmek fikirlerine müsait görmediklerinden yirmi sekiz senedir hapislerle, mahkemelerle, tarassudlarla, asılsız isnadlarla Nurcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risale-i Nur’u neşrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düşmüştüm. Yarım ümmi ve ittiham altında ve Nur şakirdlerini bütün bütün kaçırmamak için bana karşı medhi, şahsımdan reddedip medhiniz Nurlara ait olabilir. Ve gördüğünüz meziyetler benim değil Risale-i Nur’undur. O da Kur’an-ı Hakîm’in bir hakikatinin bir tefsiridir. Ve her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa şahs-ı manevîye karşı mağlup olmak kabildir. Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’an’ın feyziyle Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlahî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet Kur’an-ı Hakîm’in manası ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.

    Kendini bildirmeyen zatın

    Üçüncü Şüphesi: Büyük Cihad’ın ve Sebilürreşad’ın neşrettiği gibi ben ilan etmişim ki dine, imana hizmeti ve Risale-i Nur’u değil dünya siyasetine, belki kemalât-ı maneviye ve makamat-ı âliyeye âlet edemediğim gibi; herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve cehennemden kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur’un hakiki kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikiyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki: Sıddık-ı Ekber’in (ra) dediği olan “Mü’minler cehenneme gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum cehennemde büyüsün ki onların yerine azap çeksin.” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için iman ile cehennemden birkaç adamın kurtulmaları için cehenneme girmeyi kabul ederim, demişim. Zaten ibadet, cennete girmek ve cehennemden kurtulmak için kılınmaz; bozulur. Belki rıza-yı İlahî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

    Yine Hizb-i Kur’an’ımızın bahsine döneriz:

    Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın büyük bir kumandanı olan Hazret-i Üsame radıyallahu anh bir gün “hamd”e ait, bir gün “istiğfar”a ait âyetler, bir gün “tesbih”e ait, bir gün “tevekkül”e, bir gün de “selâm” lafzına, bir gün de “tevhid” ve “Lâ ilahe illâ hû”ya ait, bir gün de “Rab” kelimesine ait bütün Kur’an’dan müteferrik surelerden bir hizb-i Kur’anî çıkarmış, kendine bir vird eylemiş. Demek, böyle hizblere izn-i Peygamberî (asm) var.

    Hem bizim hizb-i Kur’an’ımız iman hakikatlerine dair âyetleri, hususan sureler başlarındaki âyetleri cem’ettiğinden başlarında بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ yazılmış. Bu hizb, tamam Kur’an’ı okumaya büyük bir şevk verir. Noksaniyet vermez. Hem yirmi günde okunacak arzu edilen bazı imanî âyetler bir iki günde bu hizbde okunduğundan, bir zaman bütün surelerin başında bir kısım âyetleriyle beraber, Risale-i Nur’un esasları olan bazı âyât-ı imaniyeyi kendime vird eylemiştim. Sonra bir hizb suretine girdi.

    O meçhul zat, izzet-i ilmiyeyi firavuncuklara karşı muhafazamı bir enaniyet tevehhüm etmiş. Nur talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını bütün bütün kırmadığımı bir benlik tahayyül etmiş. Ve iman hakikatlerine dair beyanatıma talebelerin tam itimat ve kanaatlerini temin etmek fikriyle, ehl-i velayetin ve bazı âyâtın kat’î kanaat ettiğim bine yakın emarat ve işaretlerinin izharına mecbur olduğum için bir kısmını has kardeşlerime beyan etmemi bir nevi hodfüruşluk zannetmiş.

    Evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i Nur’a hücumları zamanında onlara karşı tedafü vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek, büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur. Onlara karşı izzet-i diniyeyi ve şerafet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için kahramancasına bir sebat bir kuvve-i maneviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfüruşluk olur mu? Hiçbir şöhret-perestlik ve enaniyet olur mu ki o zat öyle tevehhüm etmiş.

    Hem Risale-i Nur’a muhtaç ve imanını kuvvetlendirmek ve kurtarmak için Nurları arayanlara karşı ki onda üçü veya dördü şahsıma bakmayıp Nur’daki kat’î hüccetlerle iktifa ettiği gibi beş altı tane hüccetlerin kıymetini bilmediği için benim şahsıma bakar. “Acaba bizi kandırdı mı, yoksa hakikat mi söylüyor?” diye şahsıma karşı hüsn-ü zanlarını kırmamaya mecbur olduğumdan, şahsımın gizli fenalıklarına perde çekmek bir enaniyet olur mu?

    وَمَٓا اُبَرِّئُ نَف۟سٖٓى اِنَّ النَّف۟سَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖى âyet-i kerîmesinin sırrıyla nefs-i emmareme itimat edemem. Nefis kusursuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumları ve tahribatları zamanında müdafaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hücum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on adet muhtaçlardan beş altı bîçareyi Nur’un ilaçlarından mahrum etmektir.

    Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime hiç itimat etmeyerek, yalnız hakikat-i Kur’aniye ve onun tefsiri olan hakaik-i imaniyedeki kuvvete istinaden dünyaya ilan ediyorum ki: Bütün dinsizler toplansalar ben onlara karşı çekinmeyerek meydan okuyorum. Ve başımı eğmiyorum ve izzet-i ilmiyeyi kırmıyorum. Eğer bu, bir benlik ise o hiçbir cihetle bana ait değil ve benlik olamaz. Salabet-i imaniye olur.

    Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum ve Risale-i Nur bunu kat’î ispat etmiş. Öyle de beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da tabiat gibi inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua nevinde samimi bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi, bir makbul dua hükmüne geçer. Onu da Cenab-ı Hak kabul eder, keşfiyat namındaki beşere lâzım olan hârikaları ihsan eder diye kat’î delillerle ilm-i usûlü’d-dinin uleması, kader ve cüz-i ihtiyarî bahsinde ispat ettikleri gibi; ben de aynelyakîn derecesinde kat’î kanaatle feyz-i Kur’anî ile Risale-i Nur’un hüccetleriyle evvela kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidarın, icad ve ihsan ve tevfik-i İlahînin yalnız bir perdesi olduklarını kat’î bildiğim için Nurlara ve kardeşlerime ilan etmişim ki:

    Ben bir çekirdektim, çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimi istemek ve fiilî dua etmek neticesinde Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nur’un mektubatındaki bütün medar-ı medih fıkralar, o nurani ağaca aittir. Benim hissem kat’iyen hiçbir cihette fahir olamaz. Belki yalnız ve yalnız şükürdür. Öyle ise kâinat adedince “Eşşükrülillah, Elhamdülillah.”

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî


    Emirdağ Lahikası 2. Kitap 92. Mektup ⇐ | Emirdağ Lahikası | ⇒ Emirdağ Lahikası 2. Kitap 94. Mektup