Kastamonu Lahikası 63. Mektup

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Diğer diller:

    Bugünlerde iki ince mesele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlere birer işaret ederiz:

    Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediyedir (asm) ve velayet-i Ahmediyenin (asm) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.

    Sonra bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye (asm) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

    Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nurani bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra سُب۟حَانَ اللّٰهِ ، سُب۟حَانَ اللّٰهِ deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın muvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle سُب۟حَانَ اللّٰهِ ، سُب۟حَانَ اللّٰهِ der.

    Sonra o serzâkirin emr-i manevîsiyle ona ittibaen اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ ، اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dairesi bulunan hatme-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın dairesinde yüz milyon müridlerin اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ ، اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ ile iştirak eder ve hâkeza…

    اَللّٰهُ اَك۟بَرُ ، اَللّٰهُ اَك۟بَرُ ve duadan sonra لَۤا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ، لَۤا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ otuz üç defa o tarîkat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sâbık mana ile o ihvan-ı tarîkatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâma müteveccih olup اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ عَلَي۟كَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ der diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm.

    Demek, tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

    İkinci Mesele: Otuz birinci âyetin işaretinin beyanında يَس۟تَحِبُّونَ ال۟حَيٰوةَ الدُّن۟يَا bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hâssası şudur ki hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:

    Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa yaralansa, sair aza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

    Hem nasıl ki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mestûre hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakiki vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki insanın ulvi latîfelerini ve kalp ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

    Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terk eder.

    Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki edna bir hâcet-i hayatiyeyi, büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.

    Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tiryak-misal ilaçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler.

    Öyle ise her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatle, tam metanet ve ciddi ihlas ve tam itimat ile ona yapışmak lâzım ki o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.

    Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.


    Kastamonu Lahikası 62. Mektup ⇐ | Kastamonu Lahikası | ⇒ Kastamonu Lahikası 64. Mektup