İçeriğe atla

Yirmi Birinci Söz/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Twentieth Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Second Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("You know that in regard to your abilities you are superior to all the animals, but in regard to procuring the necessities of worldly life you cannot compete with even a sparrow. So why can you not understand that your basic duty is not to labour like an animal, but to strive for a true, perpetual life, like a true human being." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Twentieth Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Second Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 41 değişikliği gösterilmiyor)
69. satır: 69. satır:
You know that in regard to your abilities you are superior to all the animals, but in regard to procuring the necessities of worldly life you cannot compete with even a sparrow. So why can you not understand that your basic duty is not to labour like an animal, but to strive for a true, perpetual life, like a true human being.
You know that in regard to your abilities you are superior to all the animals, but in regard to procuring the necessities of worldly life you cannot compete with even a sparrow. So why can you not understand that your basic duty is not to labour like an animal, but to strive for a true, perpetual life, like a true human being.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In addition, the things you call worldly occupations mostly do not concern you, and are trivial matters which  you meddle in officiously. You neglect the essential things and pass your time acquiring inessential information as though you were going to live for a thousand years. For example, you squander your  precious time on worthless things like learning what the rings around Saturn are like or how many chickens there are in America. As though you were becoming an expert in astronomy or statistics.
Bununla beraber meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malûmat ile vakit geçiriyorsun. Mesela, “Zühal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemal alıyorsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If you say:''' “What keeps me from the prayers and worship and causes me to be lax is not unnecessary things like that, but essential matters like earning a livelihood,”
'''Eğer desen:''' “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
then my answer is this: if you work for a daily wage of one hundred kurush, and someone comes to you and says: “Come and dig here for ten minutes, and you will find a brilliant and an emerald worth a hundred liras.” If you reply: “No, I won’t come, because ten kurush will be cut from my wage and my subsistence will be less,” of course you understand what a foolish pretext it would be.
'''Öyle ise ben de sana derim ki:''' Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan sonra biri gelse, dese ki: “Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona: “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak.desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In just the same way, you work in this orchard for  your livelihood. If you abandon the obligatory prayers, all the fruits of your effort will be restricted to only a worldly, unimportant, and unproductive livelihood. But if you spend your rest periods on the  prayers, which allow your spirit to relax and heart to take a breather, you  will  discover  two  mines  which  are  an  important  source, both  for  a productive worldly livelihood, and your livelihood and provisions of the hereafter.
Aynen onun gibi sen şu bağında, nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
First Mine: Through a sound intention, you will receive a share of the praises and glorifications offered by all the plants and trees, whether flowering or fruit-bearing, that you grow in the garden.(*<ref>*This First Station was a lesson for someone in a garden, so it was explained in this way.</ref>)
'''Birinci maden:''' Bütün bağındaki (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu makam, bir bağda bir zata bir derstir ki bu tarz ile beyan edilmiş. </ref>) yetiştirdiğin –çiçekli olsun, meyveli olsun– her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyet ile bir hisse alıyorsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Second Mine:''' Whatever is eaten of the garden’s produce, whether by animals or man, cattle or flies, buyers or thieves, it will become like almsgiving from you.(*<ref>*Bukhari, iii, 135; Muslim, ii, 1189; Ibn Hibban, v, 152; Musnad, iii, 184, 191.</ref>) But on condition you work in the name of the True Provider and within the bounds of what He permits, and see yourself as a distribution official giving His property to His creatures.
'''İkinci maden:''' Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese –hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun– sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki sen, Rezzak-ı Hakiki namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve onun malını, onun mahlukatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So see what a great loss is made by one who abandons the prescribed prayers. What significant  wealth he loses, and he is deprived of those two results and mines which would otherwise cause him to work eagerly and ensure his morale is strong; he becomes bankrupt. Even, as he grows old, he will grow weary of gardening and lose interest in it, saying, “What is it to me? I am anyway leaving this world, why should I put up with this much difficulty?” He will sink into idleness. But the first man says: “I shall work harder at both worship and licit activities in order to send even more abundant light to my grave and procure more provisions for my life in the hereafter.”
İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i manevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım.” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' O my soul! Know that yesterday has left you, and as for tomorrow, you have nothing to prove that it will be yours. In which case, know that your true life is the present day. So throw at least one of its hours into a mosque or prayer-mat, a coffer for the hereafter like a reserve fund, set up for the true future.
'''Elhasıl:''' Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise hakiki ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâekall günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Know too that for you and for everyone each new day is the door to a new world. If you do  not perform the prayers, your world that day will depart dark and wretched, and will testify against you  in the World of Similitudes. For everyone, every day, has a private world out of this world, and its nature is dependent on the person’s heart and actions. Like a splendid palace reflected in a mirror takes on the colour of the mirror; if it is black, it appears black; if it is red, it appears red. Also it takes on the qualities of the mirror; if the mirror is smooth, it shows the palace to be beautiful, and if it is not, it shows it to  be ugly. As it shows the most delicate things to be coarse, so you alter the shape of your own world with your heart, mind, actions, and wishes. You may make it testify either for you or against you.
Hem bil ki her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasıl ki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür. Kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde ya lehinde şehadet ettirebilirsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If you perform the five daily prayers, and through them you are turned towards that world’s Glorious Maker, all of a sudden your world, which looks to you, is lit up. Quite simply as though the prayers are an electric lamp and your intention to perform them touches the switch, they disperse the world’s darkness and show the changes and movements within the confused wretchedness of worldly chaos to be a wise and  purposeful order and a meaningful writing of Divine power.
Eğer namazı kılsan o namazın ile o âlemin Sâni’-i Zülcelal’ine müteveccih olsan birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın bir elektrik lambası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
They scatter one light of the light-filled verse, God is the Light of the Heavens and the Earth(*<ref>*Qur’an, 24:35.</ref>) over your heart, and your world on that day is illuminated through the light’s reflection. It will cause it to testify in your favour through its luminosity.
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَال۟اَر۟ضِ âyet-i pür-envarından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Beware, do not say:''' “What are my prayers in comparison with the reality of the prayers?”, because  like  the  seed  of a  date-palm describes  the  full-grown tree, your prayers describe your tree. The difference is only in the summary and details; like the prayers of a great saint, the prayers of ordinary people like you or me, even if they are not aware of it, have a share of that light. There is a mystery in this truth, even if the conscious  mind  does  not  perceive  it... but  the  unfolding  and  illumination  differs according to the degrees of those performing them. However many stages and degrees there are from the seed of a date-palm to the mature tree, the degrees of the prayers and
'''Sakın deme:''' “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin –velev hissetmezse– namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır, velev şuurun taalluk etmezse. Fakat derecata göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden, tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar meratib bulunur. Öyle de namazın derecatında da daha fazla meratib bulunabilir. Fakat bütün o meratibde, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.
their stages are even more numerous. But the essence of that luminous truth is present in all the degrees.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings and peace to the one who said: “The five daily prayers are the pillar of religion,”(*<ref>*Tirmidhi, Iman, 8; Ibn Maja, Fitan, 12; Musnad, v, 231, 237; al-Mustadrak, ii, 76.</ref>) and to all his Family and Companions.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ قَالَ «اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّٖينِ» وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ
</div>




<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="YİRMİ_BİRİNCİ_SÖZ’ÜN_İKİNCİ_MAKAMI"></span>
== YİRMİ BİRİNCİ SÖZ’ÜN İKİNCİ MAKAMI ==
==The Second Station of the Twenty-First Word==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[This comprises five cures for five of the heart’s wounds.]
'''Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And say: “O my Sustainer! I seek refuge with You from the suggestions of the evil ones * And I seek refuge with you, O my Sustainer, lest they should come near me.”(*<ref>*Qur’an, 23:97-8.</ref>)
رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِن۟ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ ۝ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَن۟ يَح۟ضُرُونِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O one afflicted with the sickness of scruples! Do you know what your scruples resemble? A calamity! The more importance they are given, the more they grow. If you give them no importance, they die away. If you see them as big, they grow bigger. If you see them as small, they grow smaller. If you  fear them, they swell and make you ill. If you do not fear them, they are light and remain hidden. If you do not know their true nature, they persist and become established. While if you do know them and recognize them, they disappear. And so, I shall explain only five ‘Aspects’ which, of the many sorts of these calamitous scruples, are those which most frequently occur. Perhaps it may be curative for you and for me, for these scruples are such that ignorance invites them and knowledge repulses them. If you do not recognize them they come, if you do recognize them they go.
Ey maraz-ı vesvese ile müptela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîrü’l-vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira '''şu vesvese öyle bir şeydir ki cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİRİNCİ_VECİH"></span>
=== BİRİNCİ VECİH ===
===FIRST ASPECT - FIRST WOUND===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Satan first casts a doubt into the heart. If the heart does not accept it, it turns from a doubt  into  abuse. It  depicts  before  the  imagination  some  unclean  memories  and unmannerly, ugly states which resemble abuse, and causes the heart to declare: “Alas!”, and fall into despair. The person suffering  from scruples supposes that he has acted wrongfully before his Sustainer and feels a terrible agitation and anxiety. In order to be saved from it, he flees from the Divine presence and wants to plunge into heedlessness.
Birinci yara, şeytan evvela şüpheyi kalbe atar. Eğer kalp kabul etmezse şüpheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edep çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah!” dedirtir, yeise düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabb’ine karşı sû-i edepte bulunuyor. Müthiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The cure for this wound is this:
'''Bu yaranın merhemi budur:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O wretched man suffering from scruples! Do not be alarmed! For what comes to your mind is not  abuse, but something imaginary. And like to imagine unbelief is not unbelief, to imagine abuse is not abuse either. For according to logic, an imagining is not a judgement, and abuse is a judgement. Moreover, those ugly words are not the words of your heart, because your heart is saddened and sorry at them. Rather they come from the inner faculty situated near the heart which is a means of Satanic whisperings. The harm of scruples is imagining the harm. That is, it is to suffer harm in the heart through imagining them to be harmful. For it is imagining to be reality an imagining which is devoid of judgement. Also, it is to attribute to the heart Satan’s works; to suppose his words to be from it. Such a person thinks it is harmful, so it becomes harmful. That is anyway what Satan wanted.
Bak ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünkü senin hatırına gelen şetim değil belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tahayyül-ü şetim dahi şetim değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetim ise hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği odur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İKİNCİ_VECİH"></span>
=== İKİNCİ VECİH ===
===SECOND ASPECT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is this: when meanings arise in the heart, they enter the imagination stripped of form; it is there  that they are clothed in an image or form. The imagination, always affected by some cause, weaves images of a sort. It leaves on the way the images of the things to which it gives importance. Whatever meaning passes through it, it either clothes it, or wears it, or taints it, or veils it. If the meanings are pure and clean, and the images, dirty and base, there is no clothing, but there is contact. The man with scruples confuses the contact with being clothed. He exclaims: “Alas! How corrupted my heart has become. This lowness has made me despicable!Satan takes advantage of this vein of his.
Budur ki: Manalar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir ya takar ya bulaştırır ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefis, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The cure for such a wound is as follows:
'''Şu yaranın merhemi şudur:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Listen, O you unfortunate! Just as outward cleanliness, which is the means to the correct conduct of your prayers, is not affected by the uncleanness of the inside of your inner organs, and is not spoiled  by it, so the sacred meanings being close to unclean forms does not harm them. For example, you are reflecting on some Divine signs when suddenly you feel ill, or an appetite, or a stimulation like a need to pass water. Of course your imagination will see whatever is necessary to cure the ill or answer the need, and will look at it, weave lowly forms appropriate to them, and the meanings that arise will pass  between  them. But there is no harm in their passing, nor soiling, nor error, nor injury. If there is any mistake, it is in paying them attention and imagining the harm.
Dinle ey bîçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de maânî-i mukaddesenin suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Mesela, sen âyât-ı İlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, deva-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen manalar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÜÇÜNCÜ_VECİH"></span>
=== ÜÇÜNCÜ VECİH ===
===THIRD ASPECT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is this: there are certain hidden connections between things. There are even the threads of connections between things you least expected. They are either there in fact, or your imagination made them according to the art with which it was preoccupied, and tied them together. It is due to this mystery of connections that sometimes seeing a sacred thing  calls  to  mind  a  dirty  thing.
Budur ki: Eşya mabeynlerinde, bazı münasebat-ı hafiye bulunur. Hattâ hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu sanata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki bazen bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As  stated  in  the  science  of  rhetoric,  “Although opposition is the cause of distance in the outer world, it is the cause of proximity in the imagination.” That is, an imaginary connection is the means of bringing together the images of two opposites. The recollection which arises from this connection is called the association of ideas. For example, while performing the prayers or reciting supplications before the Ka’ba in the Divine Presence, this association of ideas takes hold of you and drives you to the furthest, lowest trivia, although you are reflecting on Qur’anic verses.
Fenn-i beyanda beyan olunduğu gibi “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise hayalde sebeb-i kurbiyettir.” Yani iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedai-yi efkâr tabir edilir. Mesela, sen namazda, münâcatta, Kâbe karşısında, huzur-u İlahîde iken âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedai-yi efkâr, seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevk eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If your head is afflicted with  association of ideas in this way, beware, do not be alarmed. Rather, the moment you come to your senses, turn back. Do not say: “I’ve done a great wrong,and keep  playing  with  the  trigger,  lest  through  your  attention, that  tenuous  connection strengthens. For the more you feel regret, the more importance you give it and that faint memory of  yours  becomes  ingrained. It  becomes an imaginary sickness. Do  not be frightened, it is not a sickness of the heart. This sort of recollection is mostly involuntary. Especially in sensitive, nervous people it is more common. Satan works the mine of this
Senin başın, böyle bir tedai-yi efkâra müptela ise sakın telaş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. “Aman ne kusur ettim!deyip tetkikle meşgul olup durma. Tâ o zayıf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir.
sort of scruple a great deal.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The cure for this wound is as follows:
'''Şu yaranın merhemi şudur ki:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The association of ideas is mostly involuntary. One is not answerable for it. In association there is proximity; there is no touching or intermingling. Therefore the nature of the ideas do not pass to one another and do not harm one another. Just as Satan and the angel of inspiration being in proximity to one another around the heart, and sinners and the pious being close to one another in the same house cause no harm, so too, if at the prompting of the association of ideas, dirty imaginings  come and enter among clean thoughts, they cause  no  harm. Unless  it  is  intentional, or by imagining  them to  be harmful, one is over-occupied with them. And sometimes the heart becomes tired, and the mind occupies itself with anything it encounters in order to entertain itself. Then Satan finds an opportunity, and scatters dirty things before it, and eggs it on.
Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki şeytan ile melek-i ilham, kalp taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de tedai-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazen kalp yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DÖRDÜNCÜ_VECİH"></span>
=== DÖRDÜNCÜ VECİH ===
===FOURTH ASPECT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This is a scruple arising from searching for the best form of an action. Supposing it to be fear of God, the more rigorous it becomes, the more severe the condition becomes for the person. It even  reaches the point that while searching for even better forms of action, he deviates into what is unlawful. Sometimes searching for a Sunna makes him give up what is obligatory. He says: “I wonder if my act was sound?”, and repeats it. This state continues, and he falls into terrible despair. Satan takes advantage of this state of his, and wounds him.
Amelin en iyi suretini taharriden neş’et eden bir vesvesedir ki takva zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki o adam amelin daha evlâsını ararken harama düşer. Bazen bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet yeise düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There are two cures for such a wound.
'''Şu yaranın iki merhemi var:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The First Cure: Scruples like this are worthy of the Mu’tazilites, because they say: “Actions and things for which a person is responsible are either, of themselves and in regard to the hereafter, good, and because of this good they were commanded, or they are bad, and because they are bad they were prohibited. That means, from the point of view of reality and the hereafter, the good and bad in things is dependent on the things themselves, and the Divine command and prohibition follows this.” According to this school of thought, the following scruple arises in every action which a person performs: “I wonder if my action was performed in the good way that in essence it  is?”
'''Birinci merhem:''' Bu gibi vesvese Ehl-i İtizal’e lâyıktır. Çünkü onlar derler: “Medar-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zatında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubuh zatîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tabidir.” Bu mezhebe göre insan, her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefsü’l-emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
While the true school, the Sunni School, says: “Almighty God orders a thing, then it becomes good. He prohibits a thing, then it becomes bad.” That is, goodness becomes existent through command, and badness through prohibition. They look to the awareness of the one who performs the action, and are established according to that. And this good and bad is not in the apparent face which looks to this world, but in the face that looks to the hereafter.
Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubuh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubuh ise surî ve dünyaya bakan yüzünde değil belki âhirete bakan yüzdedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, you performed the prayers or took the ablutions and there was a cause that of itself would spoil them, but you were completely unaware of it. Your prayers and ablutions, therefore, are both sound and acceptable. However, the Mu’tazilites say: “In reality it was bad and  unsound. But it may be accepted from you because you were ignorant and did not know, so you have  an excuse.” Therefore, according to the Sunni School, do not say about an action which is conformable with the externals of the Shari’a: “I wonder if it was sound?”; do not have scruples about it. Say: “Was it accepted?”; do not become proud and conceited!
Mesela, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsü’l-emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir hem hasendir. Mutezile der: “Hakikatte kabih ve fâsiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var.” Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i şeriata muvafık olarak işlediğin ameline: “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de; gururlanma, ucbe girme.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Second Cure:This is:  “There is no difficulty in religion.”8  Since the four schools  of  law  are  true;  and  since  realizing  a  fault  which  leads  to  the  seeking  of forgiveness is  preferable –for the person afflicted with scruples– to seeing actions as good, which leads to pride, that is, it is better if such a person sees his action as faulty and seeks forgiveness, rather than considering it to be good and falling into pride;
'''İkinci merhem:''' Dinde harec yoktur. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine –böyle vesveseli adama– müreccahtır. '''Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense amelini kusurlu görse, istiğfar etse daha evlâdır.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
since it is thus, throw away your scruples and say to Satan: “This state is a difficulty. It is difficult to be aware of the reality of things. It is contrary to the ease in religion expressed  by: There is no difficulty in religion. It is contrary to the principle, Religion is facility. Certainly such an action is conformable with a true school of law. That is enough for me. And at least by admitting my inability to perform the worship in a way worthy of it, it is a means of taking refuge with Divine compassion through humbly beseeching forgiveness, and to meekly supplicating that my faulty actions be accepted.
Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ ۝ اَلدّٖينُ يُس۟رٌ esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâekall ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_VECİH"></span>
=== BEŞİNCİ VECİH ===
===FIFTH ASPECT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In matters of belief, what occurs to one in the form of doubts are scruples. The unhappy man suffering from scruples sometimes confuses conceptions in his mind with imaginings. That is, he  imagines a doubt that has occurred to his imagination to be a doubt that has entered his mind, and supposes that his beliefs have been damaged. Sometimes he supposes a doubt he has imagined to have harmed  his  belief. Sometimes  he  supposes  a  doubt  he  has  imagined  to  have  been confirmed by his reason. Sometimes he supposes pondering over a matter related to unbelief to be unbelief.
Mesail-i imaniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazen tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazen tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazen tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazen bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tetkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is, he supposes to be contrary to belief his exercising his ability to reflect in the form of understanding the causes of misguidance, and his ability to study and reason in impartial fashion. Then, taking fright at these  suppositions, which result from the whisperings of Satan, he exclaims: “Alas! My heart is corrupted and my beliefs spoiled.” Since those states are mostly involuntary, and he cannot put them to rights through  his faculty of will, he falls into despair.
İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş.” der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan cüz-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden yeise düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The cure for this wound is as follows:
'''Bu yaranın merhemi şudur ki:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as imagining unbelief is not unbelief, neither is fancying unbelief, unbelief. And just as imagining misguidance is not misguidance, so too reflecting on misguidance is not misguidance. For  both  imagining,  and  fancying,  and  supposing,  and  reflecting,  are different from confirmation with the reason and submission of the heart, they are other than them; they are free to an extent; they do not listen to the faculty of will; they are not included among the obligations of religion. But affirmation and submission are not like that; they are dependent on a balance. And just as imagining, fancying, supposing, and reflecting are not  affirmation or submission, so they cannot  be said to be doubt or hesitation. But if they are repeated unnecessarily and become established, then a sort of real doubt may be born of them. Also, continually taking the part of the opposing side calling it unbiased reasoning or being fair reaches the point that the person involuntarily favours the opposing side. His taking the part of the truth, which is incumbent on him, is destroyed. He too falls into danger. A state of mind becomes fixed in his head whereby he becomes an officious representative of Satan or the enemy.
Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir. Tasavvur-u dalalet, dalalet olmadığı gibi tefekkür-ü dalalet dahi dalalet değildir. Çünkü hem tahayyül hem tevehhüm hem tasavvur hem tefekkür; tasdik-i aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse o vakit hakiki bir nevi şüphe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The  most  important of this sort of scruple  is this: the person suffering  from it confuses something that is actually possible with something which is reasonably possible. That is, if he sees something which is of itself possible, he imagines it to be reasonably possible and reasonably doubtful. Whereas one of the principles of theology (kalam) is that something which is of itself possible is not opposed to certain knowledge and does not contradict the demands of reason. For example, the Black Sea sinking into the earth at this moment is of itself possible, but we judge with certainty that the sea is in its place, and we know this without doubting it, and that possibility which is actually possible causes us no  doubt and does not damage our certainty. And, for example, of itself it is possible  that  the  sun will  not  set  today or that  it  will not  rise  tomorrow. But  this possibility in no way damages our certainty that it will rise and gives rise to no doubt.
Şu nevi vesvesenin en mühimmi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zatî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani bir şeyi zatında mümkün görse o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki imkân-ı zatî ise yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Mesela, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zatında mümkündür ve o imkân-ı zatî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zatî, bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Mesela, şu güneş zatında mümkündür ki bugün gurûb etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, unfounded suspicions arising from possibilities of this sort about, for example, the setting of the life of this world and rising of the life of the hereafter, which are among the truths of belief, cause no  harm to the certainty of belief. Furthermore, the well-known rule, A possibility that does not arise from any proof or evidence is of no importance is one of the established principles of  both the sciences  of  the  principles of religion and  the principles of jurisprudence (fiqh).
İşte bunun gibi mesela, hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurûbuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zatî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem لَا عِب۟رَةَ لِل۟اِح۟تِمَالِ ال۟غَي۟رِ النَّاشِئِ عَن۟ دَلٖيلٍ yani “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur.” olan kaide-i meşhure hem usûlü’d-din hem usûlü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If you say:''' “What is the wisdom and purpose in scruples being visited on us, which are thus harmful and an affliction for believers?
'''Eğer desen:''' Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese, ne hikmete binaen bize bela olmuş?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''On condition they do not lead to excess or overwhelm a person, essentially scruples are the cause of vigilance, lead to seeking the best way, and give rise to seriousness. They banish indifference and repulse carelessness. Therefore, in this realm of examination and arena of competition, the Absolutely Wise One put them in the hand of Satan as a whip of encouragement  for  us. He strikes it  at  our heads. If it  hurts excessively, one must complain to the All-Wise and Compassionate One, and say: “I seek refuge with God from Satan the Accursed.
'''Elcevap:''' İfrata varmamak hem galebe çalmamak şartıyla asl-ı vesvese; teyakkuza sebeptir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehavünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّي۟طَانِ الرَّجٖيمِ demeli.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirminci Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi İkinci Söz]] </center>
<center> [[Yirminci Söz/en|The Twentieth Word]] ⇐ | [[Sözler/en|The Words]] | ⇒ [[Yirmi İkinci Söz/en|The Twenty-Second Word]] </center>
------
------
</div>