İçeriğe atla

Yirmi Dördüncü Söz/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Twenty-Third Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Fifth Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("The angels who are in the position of shepherd and farmer do not bear any resemblance to human beings, for their supervision is purely for the sake of Almighty God, and in His name and through His power and command. Their supervision of animals consists only of beholding the manifestations of dominicality in the species where they are employed; studying the manifestations of power and mercy in it; making known to that species the Di..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Twenty-Third Word ⇐ | The Words | ⇒ The Twenty-Fifth Word </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 61 değişikliği gösterilmiyor)
295. satır: 295. satır:
These duties of the angels are meritorious actions of a sort by reason of the angels’ faculty of will. Indeed,  they  are a kind of worship and adoration. But the angels have no real power of disposal, for on everything is a stamp peculiar to the Creator of all things. Another’s hand cannot interfere in creation. That is to say, this sort of work of the angels forms their worship. It is not a custom like with human beings.
These duties of the angels are meritorious actions of a sort by reason of the angels’ faculty of will. Indeed,  they  are a kind of worship and adoration. But the angels have no real power of disposal, for on everything is a stamp peculiar to the Creator of all things. Another’s hand cannot interfere in creation. That is to say, this sort of work of the angels forms their worship. It is not a custom like with human beings.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Second Category''' of workers in this palace of the universe are animals. Since animals also have an appetitive soul and faculty of will, their work is not ‘purely for the sake of God;’ to some  extent,  they take a share for their souls. Therefore, since the Glorious and Munificent Lord of All Dominion is all-generous, He bestows a wage on them during their work so that their souls receive a  share. For example, the All-Wise
'''Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele:''' Hayvanattır. Hayvanat dahi iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-i ihtiyarîleri olduğundan amelleri hâlisen livechillah olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-ikram, Kerîm olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Mesela, meşhur bülbül kuşu (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bülbül şairane konuştuğu için şu bahsimiz de bir parça şairane düşüyor. Fakat hayal değil, hakikattir. </ref>) gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor:
Creator employs the famous nightingale,(*<ref>*Since the nightingale speaks poetically, our discussion also becomes poetic for a bit. But it is not imaginary, it is the truth.</ref>) renowned for his love of the rose, for five aims.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''First Aim:''' It is the official employed to proclaim in the name of the animal species the intense relationship that exists between them and the plant species.
'''Birincisi:''' Hayvanat kabileleri namına, nebatat taifelerine karşı olan münasebat-ı şedideyi ilana memurdur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Second Aim:'''It is a dominical orator from among the animals, who are like guests of the All-Merciful One needy for sustenance, employed to acclaim the gifts sent by the All- Generous Provider, and to announce their joy.
'''İkincisi:''' Rahman’ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanat tarafından bir hatib-i Rabbanîdir ki Rezzak-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla ve ilan-ı sürur etmekle muvazzaftır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Third Aim:''' It is to announce to everyone the welcome offered to plants, which are sent for the assistance of his fellow animals.
'''Üçüncüsü:''' Ebna-yı cinsine imdat için gönderilen nebatata karşı hüsn-ü istikbali, herkesin başında izhar etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fourth Aim:''' It is to announce, over the blessed heads and to the beautiful faces of plants, the intense need of the animal species for them, which reaches the degree of love and passion.
'''Dördüncüsü:''' Nev-i hayvanatın nebatata derece-i aşka vâsıl olan şiddet-i ihtiyacını, nebatatın güzel yüzlerine karşı mübarek başları üstünde beyan etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fifth Aim:''' It is to present with acute yearning at the Court of Mercy of the All- Glorious  and  Beauteous  and  Munificent  Lord  of  All  Dominion  a  most  graceful glorification inspired by the truly delicate face of the rose.
'''Beşincisi:''' Mâlikü’l-mülki Zülcelali ve’l-cemali ve’l-ikram’ın bârgâh-ı merhametine en latîf bir tesbihi, en latîf bir şevk içinde, gül gibi en latîf bir yüzde takdim etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There are further meanings similar to these five aims, and they are the purpose of the deeds the nightingale performs for the sake of Truth (All glory be unto Him and may He be exalted). The nightingale speaks in his own tongue, but we understand these meanings from his plaintive words. If he himself does not altogether know the meaning of his own song like the angels do, it does not impair our understanding. The saying, “One who listens understands better than the one who speaks” is well-known. Also, the nightingale does not show that he does not know these aims in detail, but this does not mean that they do not exist. At least he informs you of them like a clock informs you of the time. What
İşte şu beş gayeler gibi başka manalar da vardır. Şu manalar ve şu gayeler, bülbülün Hak Sübhanehu ve Teâlâ’nın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur. Biz şu manaları onun hazîn sözlerinden fehmediyoruz –melâike ve ruhaniyatın fehmettikleri gibi– kendisi kendi nağamatının manasını tamamen bilmese de fehmimize zarar vermez. “Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar.” meşhurdur. Hem bülbül, şu gayeleri tafsilatıyla bilmemesinden olmamasına delâlet etmiyor. Lâekall saat gibi sana evkatını bildirir, kendisi bilmiyor ne yapıyor. Bilmemesi senin bildiğine zarar vermez.
difference does it make if he does not know? It does not prevent you from knowing.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, the nightingale’s small wage is the delight he experiences from gazing on the smiling, beautiful roses, and the pleasure he receives from conversing with them and pouring out his woes. That is to say, his sorrowful song is not a complaint arising from animal grief, it is thanks in return for the gifts of the Most Merciful.
Amma o bülbülün cüz’î maaşı ise o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşahedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhavere ve konuşmak ve dertlerini dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nağamat-ı hazînesi, hayvanî teellümattan gelen teşekkiyat değil belki atâyâ-yı Rahmaniyeden gelen bir teşekkürattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Compare the bee, the spider, the ant, creeping insects, the male animals that are the means of reproduction, and the nightingales of all small creatures, with the nightingale: the deeds of all of them have numerous aims. For them, too, a particular pleasure, like a small wage, has been included in their duties. Through that pleasure, they serve the important aims contained in dominical art. Just as an  ordinary seaman acts as helmsman on an imperial ship and receives a small wage, so do the animals employed in duties of glorification each receive a small wage.
Bülbüle; nahli, fahli, ankebut ve nemli, yani arı ve vasıta-i nesil erkek hayvan ve örümcek ve karınca ve hevam ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et. Her birinin amellerinin bülbül gibi çok gayeleri var. Onlar için de birer maaş-ı cüz’î hükmünde birer zevk-i mahsus, hizmetlerinin içinde dercedilmiştir. O zevk ile sanat-ı Rabbaniyedeki mühim gayelere hizmet ediyorlar. Nasıl ki bir sefine-i Sultaniyede bir nefer dümencilik edip bir cüz’î maaş alır. Öyle de hizmet-i Sübhaniyede bulunan bu hayvanatın birer cüz’î maaşları vardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''An Addendum to the Discussion on the Nightingale:'''
'''Bülbül bahsine bir tetimme'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, do not suppose this  proclaiming  and  heralding  and  these  songs  of  glorification  are  peculiar  to  the nightingale. In most species there is a class similar to the nightingale that consists of a fine individual or individuals which represent the finest feelings of that species with the finest glorification and finest poetry. The nightingales of flies and insects, in particular, are both numerous and various. Through their humming  poetry they make all animals with ears, from the  largest  to  the  smallest,  hear  their  glorifications,  and  give  them pleasure.
Sakın zannetme ki bu ilan ve dellâllık ve tesbihatın nağamatıyla teganni, bülbüle mahsustur. Belki ekser envaın her bir nevinin bülbül-misali bir sınıfı var ki o nev’in en latîf hissiyatını, en latîf bir tesbih ile en latîf sec’alarla temsil edecek birer latîf ferdi veya efradı bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur hem çeşit çeşittirler ki onlar bütün kulağı bulunanların en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başlarında tesbihatlarını güzel sec’alarla onlara işittirip onları mütelezziz ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of them are nocturnal. These poetry-declaiming friends of all small animals are their sweet-voiced orators when all beings are plunged into the silence and tranquillity of the night. Each is the centre of a circle of silent recollection, an assembly in solitude, to which all the others listen, and, in a fashion, recollect and extol the All-Glorious Creator in their own hearts.
Onlardan bir kısmı leylîdir. Gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanların kasidehân enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudatın sükûtunda onların tatlı sözlü nutuk-hânlarıdır. Ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutubdur ki her birisi onu dinler, kendi kalpleriyle Fâtır-ı Zülcelallerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Another sort are diurnal. By day, in spring and summer, they proclaim the mercy of the Most Merciful and Compassionate One to all animate beings from the pulpits of the trees with their ringing voices, subtle songs, and poetic glorifications. It is as if, like the leader of a gathering for the recitation  of God’s Names induces the ecstasy of those participating, all the creatures listening start to praise the All-Glorious Creator each in its own special tongue and with a particular chant.
Diğer bir kısmı neharîdir. Gündüzde ağaçların minberlerinde, bütün zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek âvâzlarıyla, latîf nağamat ile sec’alı tesbihat ile Rahmanu’r-Rahîm’in rahmetini ilan ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki o vakit işitenlerin her birisi lisan-ı mahsusuyla ve bir âvâz-ı hususi ile Fâtır-ı Zülcelalinin zikrine başlar. Demek, her bir nevi mevcudatın hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve nur-efşan bir bülbülü var.
That is to say, every sort of being, and even the stars, have a chief-reciter and light- scattering  nightingale.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But the most excellent, the most noble, the most luminous, the most dazzling, the greatest  and the most honourable nightingale, whose voice was the most ringing, whose attributes the most  brilliant, whose recitation the most complete, whose thanks the most universal, whose essence was the most perfect, and whose form the most beautiful, who brought all the beings of the heavens and the earth in the garden of the universe to ecstasy and rapture through his subtle poetry, his sweet song, his exalted glorification, was the glorious nightingale of human kind, the nightingale of the Qur’an: Muhammad the Arabian,
Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etem ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latîf secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdem’in bülbül-ü zü’l-Kur’an’ı: Muhammed-i Arabî’dir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Upon whom and upon whose Family and those who resemble him be the best of blessings and peace.
عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَم۟ثَالِهٖ اَف۟ضَلُ الصَّلَاةِ وَ اَج۟مَلُ التَّس۟لٖيمَاتِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''To Conclude:''' The animals, who serve in the palace of the universe, conform with complete  obedience to the creational commands and display perfectly in the name of Almighty God the aims  included in their natures. The glorification and worship they perform by carrying out the duties related to their lives in this wonderful fashion through the power of God Almighty, are gifts and salutations which they present to the Court of the All-Glorious Creator, the Bestower of Life.
'''Elhasıl:''' Kâinat sarayında hizmet eden hayvanat, kemal-i itaatle evamir-i tekviniyeye imtisal edip, fıtratlarındaki gayeleri güzel bir vecihle ve Cenab-ı Hakk’ın namıyla izhar ederek hayatlarının vazifelerini bedî’ bir tarz ile Cenab-ı Hakk’ın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbihat ve ibadat, onların hedâya ve tahiyyatlarıdır ki Fâtır-ı Zülcelal ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdim ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Third Category of Workers are plants and inanimate creatures. Since they have no faculty of will, they receive no wage. Their work is ‘purely for the sake of God,’ and in His name, on His account, and through His will, power and strength. However, it may be perceived from their growth and development that they receive a sort of pleasure from their duties of pollination and producing seeds and fruits. But they experience no pain at all. Due to their will, animals experience pain as well as pleasure. Since will does not enter into the work of plants and inanimate beings, their work is more perfect than that of animals, who have will. Among those who possess will, the work of creatures like the bee which are enlightened by revelation and inspiration is more perfect than the work of those animals which rely on their faculty of will.
'''Üçüncü kısım ameleleri:''' Nebatat ve cemadattır. Onların cüz-i ihtiyarîleri olmadığı için maaşları yoktur. Amelleri hâlisen livechillahtır ve Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle ve ismiyle ve hesabıyla ve havl ve kuvvetiyledir. Fakat nebatatın gidişatlarından hissolunuyor ki onların vezaif-i telkîh ve tevlidde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit telezzüzatları var. Fakat hiç teellümata mazhar değiller. Hayvan muhtar olduğu için lezzet ile beraber elemi de var. Cemadat ve nebatatın amellerinde ihtiyar gelmediği için eserleri de ihtiyar sahibi olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyar sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahiy ve ilham ile tenevvür edenlerin amelleri, cüz-i ihtiyarîsine itimat edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
All the species of plants in the field of the face of the earth pray and ask of the All- Wise Creator through their tongues of disposition and potentiality: “O our Sustainer! Give us strength so that by raising the flag of our species in every part of the earth, we may proclaim the splendour of Your dominicality; and grant us prosperity so that we may worship You in every corner of the mosque of the earth; and bestow on us the power to spread and travel in order to exhibit through our particular  tongue the embroideries of Your Most Beautiful Names and Your wonderful, antique arts.”
Yeryüzünün tarlasında nebatatın her bir taifesi, lisan-ı hal ve istidat diliyle Fâtır-ı Hakîm’den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: “Yâ Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki yeryüzünün her bir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilan edelim. Ve rûy-i arz mescidinin her bir köşesinde sana ibadet etmek için bize tevfik ver. Ve meşhergâh-ı arzın her bir tarafında senin esma-i hüsnanın nakışlarını, senin bedî’ ve antika sanatlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahate iktidar ver.” derler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Creator answers their silent prayer and bestows on the seeds of one species tiny wings made of hair: they fly away spreading everywhere. They cause the Divine Names to be read in the name of their species. (Like the seeds of most thorned plants and some yellow flowers.) He gives to some species beautiful flesh that is either necessary or pleasant for human beings; He causes man to  serve them and plant them everywhere. To some He gives, covering a hard and indigestible bone, flesh that animals eat so that they disperse the seeds over a wide area. On some He bestows small claws that grip onto all who touch them; moving on to other places, they raise the flag of the species and exhibit the antique art of the All-Glorious Maker. And to some species, like to the bitter melon, He gives the force  of a buckshot rifle so that, when the time is ripe, the small melons which are its fruits, fall and fire out their seeds like shot to a distance of several metres, and sow them. They work so that numerous tongues will glorify the All- Glorious Creator and recite His Beautiful Names. You may think of other examples in the same way.
Fâtır-ı Hakîm onların manevî dualarını kabul edip ki bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir, her tarafa uçup gidiyorlar. Taifeleri namına esma-i İlahiyeyi okutturuyorlar (Ekser dikenli nebatat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi). Ve bir kısmına da insana lâzım veya hoşuna gidecek güzel et veriyor. İnsanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor. Bazı taifelerine de hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanlar yutacak bir et veriyor ki hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar. Bazılara da çengelcikleri verip her temas edene yapışıyor. Başka yerlere giderek taifesinin bayrağını dikerler, Sâni’-i Zülcelal’in antika sanatını teşhir ediyorlar. Ve bir kısmına da acı düğelek denilen nebatat gibi saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki vakti geldiği zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi birkaç metre yerlere tohumcuklarını atar, zer’eder. Fâtır-ı Zülcelal’in zikir ve tesbihini kesretli lisanlarla söylettirmeye çalışırlar ve hâkeza kıyas et.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Creator, Who is All-Powerful and  All-Knowing, has  created everything beautifully and with perfect order. He has fitted them out beautifully, turned their faces towards beautiful aims, employed them in beautiful duties, caused them to utter beautiful glorifications and to worship beautifully. O man! If  indeed  you are a human being, do not confuse nature, chance, futility, and misguidance with these beautiful matters. Do not make them ugly. Do not act in an ugly fashion. Do not be ugly!
'''Fâtır-ı Hakîm ve Kādir-i Alîm, kemal-i intizamla her şeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen şu güzel işlere, tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalaleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fourth Category''' are human beings. Human beings, who are servants of a sort in the palace of the universe, resemble both angels and animals. They resemble angels in universality of worship, extensiveness of supervision, comprehensiveness of knowledge, and in being heralds of Divine dominicality. However, man is more comprehensive in his worship, but since he has an appetitive soul that is disposed towards evil, contrary to the angels, he is subject to progress and decline, which is of great importance. Also, since in his work man seeks pleasure for his soul and a share for himself, he resembles an animal. Since this is so, man receives two wages: the first is insignificant, animal, and immediate; the second, angelic, universal, and postponed.
'''Dördüncü kısım:''' İnsandır. Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer hem hayvanata benzer. Melâikeye ubudiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerire ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan melâikenin hilafına olarak pek mühim terakkiyat ve tedenniyata mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zatı için bir hisse aradığı için hayvana benzer. Öyle ise insanın iki maaşı var: Biri; cüz’îdir, hayvanîdir, muacceldir. İkincisi; melekîdir, küllîdir, müecceldir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, man’s duty and his wages, and his progress and decline, have been discussed in part in all thirty-three of the Words, and have been explained in greater detail in the Eleventh  and  Twenty-Third  Words  in  particular.  We  shall  therefore  cut  short  the discussion here and close the door. And beseeching the Most Merciful to open to us the gates of His mercy, and seeking forgiveness for our faults and errors, we conclude it here.
Şimdi, insanın vazifesiyle maaşı ve terakkiyat ve tedenniyatı, geçen yirmi üç adet Sözlerde kısmen geçmiştir. Hususan On Birinci ve Yirmi Üçüncü’de daha ziyade beyan edilmiş. Onun için şurada ihtisar ederek kapıyı kapıyoruz. Erhamü’r-Râhimîn’den rahmet kapılarını bize açmasını ve şu Söz’ün tekmiline tevfikini refik eylemesini niyaz ile kusurumuzun ve hatamızın affını talep ile hatmediyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_DAL"></span>
== BEŞİNCİ DAL ==
==FIFTH BRANCH==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Fifth Branch has five ‘Fruits’.
Beşinci Dal’ın '''beş meyve'''si var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİRİNCİ_MEYVE"></span>
=== BİRİNCİ MEYVE ===
===FIRST FRUIT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O my self-worshipping soul! O my world-worshipping friend! Love is the cause of the universe’s existence, and what binds it; and it is both the light of the universe and its life. Since man is the most comprehensive fruit of the universe, a love that will conquer the  universe  has  been  included  in  his  heart, the  seed  of that  fruit. Thus, only one possessing infinite perfection may be worthy of such an infinite love.
Ey nefis-perest nefsim, ey dünya-perest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için kâinatı istila edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul and O friend! Two faculties, through which one may experience fear and love, have been included in man’s nature. This love and fear are bound to be turned towards either  creatures or Creator. However, fear of creatures is a grievous affliction, while love for them is a calamitous tribulation.
İşte ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında dercolunmuştur. Alâküllihal o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık’a müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise elîm bir beliyyedir. Halka muhabbet dahi belalı bir musibettir. Çünkü sen öylelerden korkarsın ki sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir beladır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For you will fear people who will neither pity you nor accept your pleas for mercy. So fear is a grievous calamity. As for love, the one you love will either not recognize you or will depart without bidding you farewell. Like your youth and property. Or else he will despise you because of your love. Have you not noticed that in ninety-nine out of a hundred cases of metaphorical love, the lover complains about the beloved. For to love and idol ize worldly beloveds with the inner heart, which is the mirror of the Eternally Besought One, oppresses the beloved, and he finds it disagreeable and rejects it. Because man’s nature rejects and casts away things that are contrary to it and unworthy of it. (Physical loves are outside our discussion.)
Muhabbet ise sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allah’a ısmarladık demeyip gider –gençliğin ve malın gibi– ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, maşukundan şikâyet eder. Çünkü Samed âyinesi olan bâtın-ı kalp ile sanem-misal dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvanî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, the things you love either will not recognize you, or they will scorn you, or they will not accompany you. They will part from you in spite of you. Since this is so, direct your fear and love to the One by Whom your fear will become pleasurable abasement, and your love, shadowless happiness.
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor ya seni tahkir ediyor ya sana refakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki senin havfın lezzetli bir tezellül olsun. Muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, to fear the Glorious Creator means finding a way to His compassionate mercy, and taking  refuge in it. Fear is a whip; it drives you into the embrace of His mercy. It is well-known that a mother gently scares her infant, for example, and draws it to her breast. The fear is most pleasurable for the child, because it drives him to her tender embrace. Whereas the tenderness of all mothers is but a flash of Divine mercy.
Evet, Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki bir valide, mesela, bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celbediyor. Halbuki bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlahiyenin bir lem’asıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means there is a supreme pleasure in fear of God. If there is such pleasure in fear of God, it is clear what infinite pleasure there is to be found in  love  of  God. Moreover,  one  who  fears  God  is  saved  from  the  calamitous  and distressing fear of others. Also, because it is for God’s sake, the love he has for creatures is not tinged with sorrow and separation.
Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır. Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belalı havfından kurtulur. Hem Allah hesabına olduğu için mahlukata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Indeed, man loves firstly himself, then his relations, then his nation, then living creatures, then the universe, and the world. He is connected with all these spheres. He may receive pleasure at their pleasure and pain at their pain. However, since nothing is stable in this world of upheavals and revolutions swift as the wind, man’s wretched heart is constantly wounded. The things his hands cling onto tear at them as they depart, even severing  them. He  remains  in  perpetual  distress,   or  else  plunges  into  heedless drunkenness.
Evet, insan evvela nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlukları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin her birisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ızdırap içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since it is thus, my soul, if you have sense, gather together all those loves and give them to their true owner; be saved from those calamities. These infinite loves are particular to One possessing infinite perfection and beauty. When you give it to its true owner, you will be able to love everything without distress in His name and as His mirrors. That means this love  should not be spent directly on the universe. Otherwise, while being a delicious bounty, it becomes a grievous affliction.
Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakiki sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namıyla ve onun âyinesi olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elîm bir nıkmet olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is another aspect besides, O soul! and it is the most important. You spend all your love on yourself. You make your own soul your object of worship and beloved. You sacrifice  everything  for  your soul.  Simply, you  ascribe  to  it  a sort of dominicality. Whereas the cause of love is either perfection, because perfection is loved for itself, or it is benefit, or it is pleasure, or it is goodness, or causes like these.
Bir cihet kaldı ki en mühimmi de odur ki ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mabud ve mahbub yapıyorsun. Her şeyi nefsine feda ediyorsun, âdeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zatında sevilir. Yahut menfaattir, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, O soul! In several of the Words we have proved decisively that your essential nature is kneaded out of fault, deficiency, poverty, and impotence, and like the relative degree of darkness and obscurity shows the brightness of light, with regard to opposites, you act as a mirror through them to the perfection, beauty, power, and mercy of the Beauteous Creator.
Şimdi ey nefis! Birkaç Söz’de kat’î ispat etmişiz ki asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi zıddiyet itibarıyla sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal’in kemal, cemal, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means O soul, that it is not love you should have for your soul, but enmity, or you should pity it, or after it is at peace, have compassion on it. If you love your soul because it is the source of pleasure and benefit and you are captivated by their delights, do not prefer the pleasure and benefit of the soul, which is a mere jot, to infinite pleasure and benefits. Do not resemble a fire-fly. For it drowns all your friends and the things you love in the darkness of desolation and suffices with a tiny glimmer in itself. You should love a  Pre-Eternal Beloved on Whose gracious favours are dependent all the pleasures and benefits of your soul together with all the benefits and bounties and creatures of the universe with which you are  connected and from which you profit and through whose happiness you are happy, so then you may  take pleasure at both your own and their happiness, and receive an infinite pleasure from the love of the Absolutely Perfect One.
Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil belki adâvet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen –çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir, sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun– o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acık ile iktifa eder. Zira nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa’ ettiğin ve saadetleriyle mesud olduğun mevcudatın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tabi bir Mahbub-u Ezelî’yi sevmekliğin lâzımdır. Tâ hem kendinin hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem Kemal-i Mutlak’ın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Anyway, your intense love for yourself and your soul is love for the Divine Essence which you misuse and spend on your own self. In which case, rend the egotism in your soul and show Him. All your loves dispersed through the universe are love given to you to spend on His Names and attributes. You have used it wrongly and you are suffering the penalty. For the penalty for an illicit, mis-spent love  is merciless torment. For sure, one particle of the love of a Pre-Eternal Beloved Who, through the  Names of Most Merciful and Compassionate, has prepared a dwelling like Paradise adorned with houris for you in which all your bodily desires will be gratified, and through others of His Names has readied for you in that Paradise everlasting favours that will satisfy all the longings of your spirit, heart, mind, and other subtle inner faculties, and in all of Whose Names are contained many treasuries of grace and munificence – one particle of His love may take the place of the whole universe. But the universe cannot take the place of even a particular manifestation of His love. In which case, heed this Pre-Eternal Decree which that Pre-Eternal Beloved caused His own Beloved to announce, and follow it:
Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, onun zatına karşı muhabbet-i zatiyedir ki sen sû-i istimal edip kendi zatına sarf ediyorsun. Öyle ise nefsindeki eneyi yırt, hüveyi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, onun esma ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen sû-i istimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünkü yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmanu’r-Rahîm ismiyle, hurilerle müzeyyen cennet gibi senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismanî hevesatına ihzar eden ve sair esmasıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letaifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanatını o cennette sana müheyya eden ve her bir isminde manevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî’nin elbette bir zerre muhabbeti, kâinata bedel olabilir. Kâinat onun bir cüz’î tecelli-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise o Mahbub-u Ezelî’nin kendi Habib’ine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittiba et:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If you love God, follow me, and God will love you.(*<ref>*Qur’an, 3:31.</ref>)
اِن۟ كُن۟تُم۟ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُح۟بِب۟كُمُ اللّٰهُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İKİNCİ_MEYVE"></span>
=== İKİNCİ MEYVE ===
===SECOND FRUIT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul! Worship is  not the introduction to additional rewards, but the result of previous bounties. Yes, we have received our wage, and are accordingly charged with the duties of service and  worship.
Ey nefis! Ubudiyet, mukaddime-i mükâfat-ı lâhika değil belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Because, O soul!, since the All-Glorious Creator, Who clothed you in existence which is pure  good, has given you a stomach and appetite, through His Name of Provider, He has placed before you all foods on a table of bounties.
Çünkü ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat’umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then, since He has given you a life decked out with senses, life too requires sustenance like a stomach; all your senses like eyes and ears are like hands before which He has placed a table of bounties as broad as the earth.
Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then, because He has given you humanity, which requires many immaterial foods  and bounties, He has laid out before that stomach of humanity, in so far as the hand of the mind can reach, an extensive table of bounties as broad as the worlds of both the inner and outer dimensions of things.
Sonra manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then, since He has given you Islam and belief, which require infinite bounties and are nourished  through countless fruits of mercy and are supreme humanity, He has opened up before you a table of bounties, pleasure, and happiness which includes the sphere of contingency together with the sphere of His sacred Names and attributes.
Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyet’i ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then, through giving you love, which is a light of belief, He has bestowed on you an endless table of bounties, happiness, and pleasure.
Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenahî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, with regard to your corporeality you are an insignificant, weak, impotent, lowly, restricted, limited particular, but through His favour, you have as though risen from being an insignificant particular to being a universal, luminous whole. For by giving you life, He has raised you from particularity to a sort of universality; and by giving you humanity, to true universality; and by bestowing Islam on you, to an exalted, luminous universality; and by giving you knowledge and love of Him, He has elevated you to an all-encompassing light.
Yani, cismaniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüzsün. Onun ihsanıyla cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-ü nurani hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakiki külliyete ve İslâmiyet’i vermekle ulvi ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul! You have received this wage, and you are charged with the pleasurable, bountiful, easy, and light duty of worship. But you are lazy in this too. If you perform it half-heartedly, it  is as though the former wages are insufficient for you and you are overbearingly wanting greater things. Also, you are complaining: “Why was my prayer not accepted?” But your right is not complaint, it is supplication. Through His pure grace and munificence, Almighty God bestows Paradise and eternal happiness. So seek refuge in His mercy and munificence constantly. Trust in Him and heed this decree:
İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi çok büyük şeyleri mütehakkimane istiyorsun. Ve hem “Niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve şu fermanı dinle:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Say: “In the bounty of God, and His mercy –in that let them rejoice;” that is better than the [wealth] they hoard.(*<ref>*Qur’an, 10:58.</ref>)
قُل۟ بِفَض۟لِ اللّٰهِ وَبِرَح۟مَتِهٖ فَبِذٰلِكَ فَل۟يَف۟رَحُوا هُوَ خَي۟رٌ مِمَّا يَج۟مَعُونَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If you say:''' “How can I respond to these countless, universal bounties with my limited and partial thanks?
'''Eğer desen:''' Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdud ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:''' With a universal intention and boundless belief...
'''Elcevap:''' Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, a man enters a king’s presence with a gift worth five kurush, and he sees that other gifts worth millions have arrived from acceptable people, and have been lined up there. It occurs to him: “My present is nothing. What shall I do?” Then he says suddenly: “My Lord! I offer you all these valuable gifts in my name. For you are worthy of them. If I had the power, I would have given you gifts equal to them.” Thus, the king, who has need of nothing and accepts his subjects’ gifts as a sign of their loyalty and respect, accepts that wretched man’s universal intention and wish, and the worthiness of his elevated belief as though it was the greatest gift.
Mesela, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In exactly the same way, while performing the five daily prayers an impotent servant of Almighty God declares: “Salutations be to God!” That is, “I offer You on my own account all the gifts of worship all creatures offer you through their lives. If I had been able, I would have offered You as many salutations as them, for You are worthy of them, and worthy of more besides.” Such an intention and belief comprise extensive universal thanks. The seeds and grains of plants are their intentions.
Aynen öyle de âciz bir abd, namazında اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ der. Yani bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And for example, the melon utters a thousand intentions in its heart in the form of the nuclei of its seeds: “O my Creator! I want to proclaim the embroideries of Your Most Beautiful Names in many places on the earth.” Since Almighty God knows how future things  will come  about,  He  accepts their  intention as  actual worship.  The  rule,  “A believer’s intention is better than his actions”(*<ref>*al-Manawi, al-Fayd al-Qadr, vi, 291, No: 9295.</ref>) alludes to this mystery. The wisdom in offering glorifications in also  infinite numbers  is understood from this mystery.
Hem mesela kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki “Yâ Hâlık’ım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilan etmek isterim.” Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” şu sırra işaret eder. Hem سُب۟حَانَكَ وَ بِحَم۟دِكَ عَدَدَ خَل۟قِكَ وَ رِضَاءَ نَف۟سِكَ وَ زِنَةِ عَر۟شِكَ وَ مِدَادِ كَلِمَاتِكَ وَ نُسَبِّحُكَ بِجَمٖيعِ تَس۟بٖيحَاتِ اَن۟بِيَائِكَ وَ اَو۟لِيَائِكَ وَ مَلٰئِكَتِكَ gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For instance: Glory and praise be unto You to the number of Your creatures, that may be as pleasing to You as the extent of Your Throne and the ink of Your words, and we glorify You with all the glorifications of Your prophets and saints and angels.(*<ref>*Muslim, Dhikr, 79; Tirmidhi, Da’wat, 103; Nasa’i, Sahw, 94;  Musnad, i, 258, 353.</ref>) Just as an officer presents all the duties of his soldiers to the king in his own name, so man, who acts as officer to other creatures, commands the animals and plants, has the capacity to be vicegerent over  the beings of the earth, and in his own world considers himself to represent everyone, declares: You alone do we worship, and from You alone do we seek help;(*<ref>*Qur’an, 1:4.</ref>) He offers the worship and seeking of help of all creation to the All-Glorious True Object of Worship in his own name. He also says: O God!  Grant  blessings  to  Muhammad  to  the  number  of  the  particles  in existence and all their compounds! He offers benedictions for the Prophet (PBUH) in the name of everything. Because everything is  connected with the Muhammadan Light. Thus, you may understand the wisdom in the countless numbers mentioned in the glorifications and benedictions for the Prophet (PBUH).
Hem nasıl bir zabit, bütün neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de mahlukata zabitlik eden ve hayvanat ve nebatata kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususi âleminde kendini herkese vekil telakki eden insan اِيَّاكَ نَع۟بُدُ وَاِيَّاكَ نَس۟تَعٖينُ der. Bütün halkın ibadetlerini ve istianelerini, kendi namına Mabud-u Zülcelal’e takdim eder. Hem سُب۟حَانَكَ بِجَمٖيعِ تَس۟بٖيحَاتِ جَمٖيعِ مَخ۟لُوقَاتِكَ وَ بِاَل۟سِنَةِ جَمٖيعِ مَص۟نُوعَاتِكَ der. Bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir. Hem اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ ال۟كَائِنَاتِ وَ مُرَكَّبَاتِهَا der. Her şey namına bir salavat getirir. Çünkü her şey, nur-u Ahmedî (asm) ile alâkadardır. İşte tesbihatta, salavatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÜÇÜNCÜ_MEYVE"></span>
=== ÜÇÜNCÜ MEYVE ===
===THIRD FRUIT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul! If, in a brief life, you want to do something that will profit you infinitely in the hereafter, and you want every moment of your life to be as beneficial as a life-time, and if you want to transform your habitual actions into worship and your heedlessness into awareness of the Divine presence, follow  the Illustrious Practices of the Prophet (PBUH). For when you apply your actions to the rulings of the Shari’a, it affords a sort of awareness of God’s presence; it becomes worship of a sort and yields many fruits for the hereafter.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen sünnet-i seniyeye ittiba et. Çünkü bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For  example, you  bought  something. The  moment  you  applied  what  is acceptable and required by the Shari’a, that ordinary act of shopping acquired the value of worship. Recalling the injunctions of the Shari’a calls to mind Revelation. And by thinking of the Lawgiver, you are turned towards God. And that makes you aware of His presence.
Mesela, bir şeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi Şâri’i düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi bir huzur verir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That means, in applying the Illustrious Sunna to your actions, are advantages like making this fleeting life the means of gaining an  everlasting life which produces eternal fruits.
Demek, sünnet-i seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faydalar elde edilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Heed the decree: So believe in God and His Messenger, the unlettered Prophet, who believes in God and His Word: follow him that you may be guided.(*<ref>*Qur’an, 7:158.</ref>) Try to  reflect  comprehensively the  effulgence  and  manifestation of all  of the  Most Beautiful Names, whose manifestations are diffused within the ordinances of the Shari’a and Illustrious Sunna...
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ ال۟اُمِّىِّ الَّذٖى يُؤ۟مِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهٖ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُم۟ تَه۟تَدُونَ fermanını dinle. '''Şeriat ve sünnet-i seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın her bir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DÖRDÜNCÜ_MEYVE"></span>
=== DÖRDÜNCÜ MEYVE ===
===FOURTH FRUIT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul! Do not look at the worldly, and especially the dissipated and the unbelievers, and be deceived by their superficial glitter and illicit pleasures; do not imitate them. For even if you do imitate them, you will not be like them; you will decline immeasurably. You cannot be an animal even. For the intellect in  your head becomes an inauspicious tool which constantly beats you over the head.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima dövecektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, there is a palace and in one of its large apartments is a powerful electric lamp. Small electric lights which branch out from it  and are attached to it  have been divided among its small apartments. Now, someone  touches the switch of the big light and turns it  off; all the apartments are plunged into deep darkness and desolation. Another palace has small electric lights in all its apartments which are not connected to the large light. If the owner of the latter palace presses the switch of the large electric light and turns it off, there may still be lights on in the other apartments by which he can carry out his work, and which will  not allow thieves to profit from the darkness.
Mesela, nasıl ki bir saray bulunsa büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lambası bulunur. O elektrikten teşaub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lambasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa bütün menziller, derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lambasıyla merbut olmayan küçük elektrik lambaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lambasının düğmesini çevirerek kapatsa sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O soul! The  first  palace  is  a  Muslim  and  the  Prophet  Muhammad  (Peace  and blessings be upon him) is the large electric light in his heart. If he forgets him, or (I seek refuge with God from Satan the Accursed) he expels him from his heart, he will accept none of the other prophets, indeed, no place will remain in his spirit for any perfection. He will  not  even recognize His Sustainer. All the apartments and subtle faculties in his nature will be plunged  into darkness, and there will be a terrible destruction and desolation in his heart. How will he profit in the face of this destruction and desolation, where will he find familiarity? What benefit will he secure  which will repair the damage?
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslüman’dır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lambasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabb’ini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler, karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, Europeans resemble the second palace; even if they cast out from their hearts the light of the Prophet Muhammad (Peace and blessings be upon him), lights of a sort may remain, or they suppose they remain. They may continue to have a sort of belief in their Creator and in Moses and Jesus (Peace be upon them), which will allow them to attain good morals and character.
Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalplerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O my evil-commanding soul! If you say: “I am not a European and I want to be an animal,” how many times have I told you: “You cannot be an animal. For there is intelligence in  your head, and it strikes your face, eyes, and head with the pains of the past and fears of the future,  and  beats you. It adds a thousand pains to one pleasure. Whereas animals receive pleasure without pain. So first pluck out your intelligence and throw it away, then be an animal! You will also receive the  chastening slap of ‘Like
Ey nefs-i emmare! Eğer desen: “Ben, ecnebi değil hayvan olmak isterim.Sana kaç defa söylemiştim: “Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokadıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise evvela aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem كَال۟اَن۟عَامِ بَل۟ هُم۟ اَضَلُّ sille-i te’dibini gör.”
cattle, nay, they are further astray.’”(*<ref>*Qur’an, 7:179.</ref>)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_MEYVE"></span>
=== BEŞİNCİ MEYVE ===
===FIFTH FRUIT===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O my soul! As we have stated repeatedly, since man is the fruit of the tree of creation, he is a creature which, like a fruit, is the furthest and most comprehensive and looks to everything, and bears the seed of a heart which holds within it the aspects of unity of everything, and whose face looks to multiplicity, transience, and the world. As for worship, it is a line of union which turns his face from transience to permanence, from creation to Creator, from multiplicity to unity, and from the extremity to the source, or it is a point of union between the source and the extremity.
Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalp çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenaya, dünyaya bakan bir mahluktur. Ubudiyet ise onun yüzünü fenadan bekaya, halktan Hakk’a, kesretten vahdete, müntehadan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde ve münteha ortasında bir nokta-i ittisaldir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If a valuable, conscious fruit which will form a seed looks to the living creatures beneath the tree, and relying on its beauty throws itself into their hands; if being heedless, it falls; it will fall to their hands and be smashed, and will go  for  nothing like a common fruit. But if the fruit finds its point of support, and it is able to think that by the seed within it holding the aspects of unity of the whole tree, it will be the means of tree’s  continuance and the continued existence of the tree’s reality, then a single seed within that single fruit  will manifest a perpetual universal truth within an everlasting life.
Nasıl ki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi bir tek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa içindeki çekirdek, bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber ağacın bekasına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde bir tek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way, if man plunges into multiplicity, is drowned in the universe and intoxicated by love of the world, is deceived by the smiles of ephemeral beings and casts himself into their arms, he certainly falls into infinite loss. He falls into both transitoriness, and ephemerality, and non-existence. In effect he sentences himself to death. But if he listens with the ear of his heart to the lessons in belief from the tongue of the Qur’an and raises his head and turns towards unity, he may rise through the ascension of worship to the throne of perfections. He may become an eternal man.
Öyle de insan, eğer kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa elbette nihayetsiz bir hasarete düşer. Hem fena hem fâni hem ademe düşer. Hem manen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’an’dan kalp kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemalâta çıkabilir. Bâki bir insan olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O my soul! Since the reality is thus, and since you are a member of the nation of Abraham (Peace be upon him), like Abraham, say: “I love not those that set.”(*<ref>*Qur’an, 6:76.</ref>)
Ey nefsim! Madem hakikat böyledir ve madem millet-i İbrahimiyedensin (as), İbrahimvari لَٓا اُحِبُّ ال۟اٰفِلٖينَ de ve Mahbub-u Bâki’ye yüzünü çevir ve benim gibi şöyle ağla:
Turn your face to the Eternal Beloved and weep the following lines like me.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Persian verses to be included here have been included in the Second Station of the Seventeenth Word, and have not been repeated here.
(Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı’nda yazılmakla burada yazılmamıştır.)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi Üçüncü Söz]] ⇐ | [[Sözler]] | ⇒ [[Yirmi Beşinci Söz]] </center>
<center> [[Yirmi Üçüncü Söz/en|The Twenty-Third Word]] ⇐ | [[Sözler/en|The Words]] | ⇒ [[Yirmi Beşinci Söz/en|The Twenty-Fifth Word]] </center>
------
------
</div>