İçeriğe atla

Yedinci Şuâ/en: Revizyonlar arasındaki fark

"The making of a single apple, and the generous giving of it to a man as true sustenance and provision, can be accomplished only by a Being Who causes the seasons, the nights and the days to rotate, Who causes the globe to revolve like a cargo ship, and thus brings the fruits of the seasons within reach of those needy guests of the earth who stand waiting for them. For the stamp of its nature, the seal of wisdom, the imprint of eternal besoughtedness,..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("The bee is, with respect to its disposition and function, such a miracle of God’s power that a whole sura, Sura al-Nahl, has been named after it. For to inscribe in the minute head of that little honey-machine a complete programme for the fulfilment of its important task; to place in its diminutive stomach the most delicious of foods and to ripen it there; to place in its sting poison capable of destroying and killing animate beings, without causing an..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği
("The making of a single apple, and the generous giving of it to a man as true sustenance and provision, can be accomplished only by a Being Who causes the seasons, the nights and the days to rotate, Who causes the globe to revolve like a cargo ship, and thus brings the fruits of the seasons within reach of those needy guests of the earth who stand waiting for them. For the stamp of its nature, the seal of wisdom, the imprint of eternal besoughtedness,..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 59 değişikliği gösterilmiyor)
645. satır: 645. satır:
The manifestation, workings and comprehensiveness of so miraculous a dominical art and so wise a Divine deed, all over the face of the globe and in the countless hearts and breasts of innumerable mothers of hundreds of thousands of species, in the same instant, the  same fashion, with the same wisdom and the  same  care  —  this too constitutes a self-evident proof of God’s unity.
The manifestation, workings and comprehensiveness of so miraculous a dominical art and so wise a Divine deed, all over the face of the globe and in the countless hearts and breasts of innumerable mothers of hundreds of thousands of species, in the same instant, the  same fashion, with the same wisdom and the  same  care  —  this too constitutes a self-evident proof of God’s unity.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Third Verse:''' From the fruits of the date-palm  and the vine you take sugar and fine nourishment; verily therein is a sign for a people possessing intelligence.(*<ref>*Qur’an, 16:67.</ref>)
'''Üçüncü âyet:'''
وَمِن۟ ثَمَرَاتِ النَّخٖيلِ وَال۟اَع۟نَابِ تَتَّخِذُونَ مِن۟هُ سَكَرًا وَرِز۟قًا حَسَنًااِنَّ فٖى ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَو۟مٍ يَع۟قِلُونَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This verse invites our attention to the date and to grapes, saying, “For those of intelligence, there is great proof, argument and evidence of the Divine unity in these two fruits. These two fruits yield nurture and sustenance, fresh and dry fruit, and give rise  to  most  delicious forms of food; yet the trees that  bear  them stand in waterless sand and dry soil, and are thus miracles of power and wonders of wisdom. They are each of them like a factory producing sweet sugar, a machine manufacturing honeylike  syrup, a work of art  created  with  perfect order and sensitive  balance, wisdom and care; hence anyone with a grain of intelligence will say on contemplating them, ‘The one who made them in this fashion may very well be the Creator of the whole cosmos.’”
Bu âyet, nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celbedip der ki: “Aklı bulunanlara, bu iki meyvede tevhid için büyük bir âyet, bir delil ve bir hüccet vardır.” Evet, bu iki meyve hem gıda ve kut hem fakihe ve yemiş hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mu’cize-i kudret ve bir hârika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir sanattırlar ki zerre kadar aklı bulunan bir adam “Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan zat olabilir.” demeye mecburdur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For in front of our eyes each vine branch the thickness of a finger will hold twenty bunches of grapes, and each bunch will in turn contain hundreds of sugary grapes, each like a litle pump emitting syrup. To clothe the surface of each grape with a fine, delicate, thin, and colourful protection; to place in its delicate and soft heart seeds with their hard shells, which are like its retentive faculty, programme, and the story of its life; to manufacture in its stomach a sweetmeat like the helva of Paradise, a honey like the water of Kawthar; to create an infinite number of such grapes over the face of the entire earth, with the same care and wisdom and wonderful art, and at the same time and in the same fashion — this proves in self-evident  fashion that the one who fulfils these tasks is the Creator of the whole cosmos, and this  deed, requiring as it does infinite power and limitless wisdom, can be only His deed.
Çünkü mesela, bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var ve her salkımda şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve latîf ve renkli bir mahfazayı giydirmek ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hâfızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı hârika-i sanatı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette bedahetle gösterir ki bu işi yapan; bütün kâinatın Hâlık’ıdır ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu fiil ancak onun fiilidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, blind and stray, disorderly and unconscious, aimless, aggressive, and anarchic forces, nature and  causality,  cannot  have  anything to do with this  most  sensitive balance, this most skilful art, this most wise scheme. They cannot even stretch out their hands toward it. It  falls to them only to be employed through the dominical command as passive objects, as curtainholders.
Evet, bu çok hassas mizana ve çok maharetli sanata ve çok hikmetli intizama, kör ve serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilacı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar ve sebepler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, mef’uliyette ve kabulde ve perdedarlıkta, emr-i Rabbanî ile istihdam olunuyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just like the three points proving Divine unity  contained in the three truths indicated in the three verses, the countless manifestations and workings of infinite dominical deeds attest unanimously the unity  of a Single One of Unity, the All- Glorious One.
İşte bu üç âyetin işaret ettikleri üç hakikatin tevhide delâlet eden üç nüktesi gibi hadsiz ef’al-i Rabbaniyenin hadsiz cilveleri ve tasarrufları, ittifakla bir tek vâhid-i ehad, bir Zat-ı Zülcelal’in vahdetine şehadet ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE THIRD TRUTH:'''
'''ÜÇÜNCÜ HAKİKAT'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The creation of beings, particularly plants and animals, with absolute speed and absolute orderliness; with absolute ease and extreme skill, talent, ability, and order; with great value and distinction, despite extreme abundance and intermingling.
Mevcudatın ve bilhassa nebatat ve hayvanatın, sürat-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ve intizam-ı mutlak ile ve suhulet-i mutlaka içinde gayet hüsn-ü sanat ve maharet ve itkan ve intizam ile ve mebzuliyet-i mutlaka ve ihtilat-ı mutlak içinde gayet kıymettarlık ve tam imtiyaz ile icadlarıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, to produce with extreme swiftness and in extreme abundance, most skilfully and  artistically, with  great  ease  and  facility  combined  with  the  utmost  care  and orderliness, with great value and distinction despite abundance and intermingling, without any form of confusion or deficiency — this can be  achieved  only by a Unique Being Whose power is such that  nothing appears difficult to it. For that power it is as easy to create stars as atoms, the greatest as the smallest, a whole species as a single member of a species, a sublime and comprehensive universal as a  restricted and petty particular; it is as easy for Him to revivify and quicken the whole earth as to do the same with a tree or to erect a tree as tall as a mountain as it is to produce a seed no bigger than a fingernail. All of these deeds He performs in front of our eyes.
Evet, gayet çokluk ile gayet çabukluk hem gayet sanatkârane ve mahirane ve dikkat ve intizam ile gayet kolay ve rahatça hem gayet mebzuliyet ve karışıklık içinde gayet kıymetli ve farikalı olarak bulaşmadan ve bulaştırmadan ve bulandırmadan yapmak ancak ve ancak bir tek vâhid zatın öyle bir kudretiyle olabilir ki o kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Ve o kudrete nisbeten, yıldızlar zerreler kadar ve en büyük en küçük kadar ve efradı hadsiz bir nevi, bir tek fert kadar ve azametli ve muhit bir küll, has ve az bir cüz kadar ve koca zeminin ihyası ve diriltilmesi, bir ağaç kadar ve dağ gibi bir ağacın inşası, tırnak gibi bir çekirdek kadar kolay ve rahatça ve suhuletli olmak gerektir. Tâ ki gözümüzün önünde yapılan bu işleri yapabilsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So the exposition, the solution, the uncovering and proof of the mystery of this degree of the assertion of the Divine unity, this Third Truth, this word of unity — the mystery that the greatest universal is like the smallest particular without the slightest difference  between  them —this beneficial wisdom, this supreme talisman, this riddle beyond the reach of the intellect, this most significant foundation of Islam, this most profound source of faith, this greatest basis of the Divine unity— the setting forth of all this opens the talisman of the  Qur’an, and makes it possible to know the most secret  and unknowable  riddle of the creation of all beings, a  riddle  that  reduces philosophy to impotence.
İşte bu mertebe-i tevhidin ve bu üçüncü hakikatin ve kelime-i tevhidin bu ehemmiyetli sırrını, yani en büyük bir küll, en küçük bir cüz’î gibi olması ve en çok ve en az farkı bulunmaması hem bu hayretli hikmetini ve bu azametli tılsımını ve tavr-ı aklın haricindeki bu muammasını ve İslâmiyet’in en mühim esasını ve imanın en derin bir medarını ve tevhidin en büyük bir temelini beyan ve hall ve keşif ve ispat etmekle Kur’an’ın tılsımı açılır ve hilkat-i kâinatın en gizli ve bilinmez ve felsefeyi idrakinden âciz bırakan muamması bilinir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thanks and praise one hundred thousand times the letters of the Risale-i Nur be to the Compassionate  Creator that  the  Risale-i Nur has solved, uncovered  and established this wondrous talisman,  this  wondrous riddle. It  has been proven with decisive arguments, to the same degree of certainty that twice two is four, particularly in the discussion of “He is powerful over all things” toward the end of the Twentieth Letter; in the section concerning God’s being an all-powerful agent in the Twenty- Ninth Word, one devoted to  the  resurrection; and in the section proving the Divine power in the degrees of “God is Most  Great” in the Twenty-Ninth Flash, written in Arabic.
Hâlık-ı Rahîm’ime yüz bin defa Risaletü’n-Nur’un hurufatı adedince şükür ve hamdolsun ki Risaletü’n-Nur bu acib tılsımı ve bu garib muammayı hall ve keşif ve ispat etmiş. Ve bilhassa Yirminci Mektup’un âhirlerinde وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَى۟ءٍ قَدٖيرٌ bahsinde ve haşre dair Yirmi Dokuzuncu Söz’ün “Fâil muktedirdir.” bahsinde, Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’nin “Allahu ekber” mertebelerinden kudret-i İlahiyenin ispatında, kat’î bürhanlarla, iki kere iki dört eder derecesinde ispat edilmiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For that reason we assign to those parts of the Risale-i Nur the exposition of this matter, wishing, however, to set out briefly the foundations and proofs that solve this mystery and to allude to thirteen mysteries that resemble thirteen steps, or a list of contents. I have indeed written the first and second mysteries, but unfortunately two powerful obstacles, material and  immaterial, have caused me to abandon the remainder.
Onun için izahı onlara havale etmekle beraber, bir fihriste hükmünde bu sırrı açan esasları ve delilleri icmalen beyan ve on üç basamak olarak on üç sırra işaret etmek istedim. Birinci ve ikinci sırları yazdım. Fakat maatteessüf hem maddî hem manevî iki kuvvetli mani, beni şimdilik mütebâkisinden vazgeçirdiler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First Mystery:''' If something be essential, its opposite cannot have access to the essence defined by that thing. For that would be equivalent to the union of opposites, which is an absurdity. Now with regard to this principle, since God’s power is related to His Essence and is an essential concomitant of His Most Sacred Essence, impotence —the opposite of power— cannot in any way gain access to that All-Powerful Essence.
'''Birinci Sır:''' Bir şey zatî olsa onun zıddı o zata ârız olamaz. Çünkü içtimaü’z-zıddeyn olur, o da muhaldir. İşte bu sırra binaen, madem kudret-i İlahiye zatiyedir ve Zat-ı Akdes’in lâzım-ı zarurîsidir. Elbette o kudretin zıddı olan acz, o Zat-ı Kadîr’e ârız olması mümkün olmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, the  existence of degrees within a thing  comes about  through  the intervention in it of its opposite. For example, strong and weak degrees of light result from the  intervention of darkness; high and low degrees of heat proceed from the admixture of coldness; and greater and lesser amounts of strength are determined by the intervention and  opposition of resistance. It is therefore impossible that degrees should exist in that power of the Divine Essence. He creates all things as if they were but a single thing.
Ve madem bir şeyde mertebelerin bulunması, o şeyin içinde zıddının tedahülü iledir. Mesela, ziyanın kavî ve zayıf gibi mertebeleri, zulmetin müdahalesi ile ve hararetin ziyade ve aşağı dereceleri, soğuğun karışması ile ve kuvvetin şiddet ve noksan miktarları, mukavemetin karşılaması ve mümanaatıyladır. Elbette o kudret-i zatiyede mertebeler bulunmaz. Bütün eşyayı, bir tek şey gibi icad eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since degrees do not exist in the power of the Divine Essence and it does not admit of weakness or deficiency, no obstacle can in any way obstruct it nor can the creation of anything cause it difficulty.
Ve madem o kudret-i zatiyede mertebeler bulunmaz ve zaaf ve noksan olamaz, elbette hiçbir mani onu karşılayamaz ve hiçbir icad ona ağır gelmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since, then, nothin is difficult for God’s power, He creates the supreme resurrection with the same ease as spring; spring with the same facility as a tree; and a tree with as little trouble as a flower. Further, He creates a flower as artistically as a tree; a tree as miraculously as a spring; and a spring as  comprehensively and wondrously as a resurrection. All of this He accomplishes in front of our eyes.
Ve madem hiçbir şey ona ağır gelmez, elbette haşr-i a’zamı bir bahar kadar kolay ve bir baharı bir ağaç kadar suhuletli ve bir ağacı bir çiçek kadar zahmetsiz icad ettiği gibi; bir çiçeği bir ağaç kadar sanatlı, bir ağacı bir bahar kadar mu’cizatlı ve bir baharı bir haşir gibi cem’iyetli ve hârikalı halk eder ve gözümüzün önünde halk ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It has been proved in the Risale-i Nur with decisive and strong proofs that if there were no  Divine unity, the making of a flower would be as difficult as a tree or even more difficult; the making of a tree would be as hard a spring or even more difficult; and creation would even lose its value and artistic quality. An animate being that now takes a minute to produce would  be produced with difficulty in one year, or maybe never at all.
Risale-i Nur’da kat’î ve kuvvetli çok bürhanlar ile ispat edilmiş ki: Eğer vahdet ve tevhid olmazsa bir çiçek, bir ağaç kadar belki daha müşkülatlı ve bir ağaç, bir bahar kadar belki daha suubetli olmakla beraber; kıymet ve sanatça bütün bütün sukut edeceklerdi. Ve şimdi bir dakikada yapılan bir zîhayat, bir senede ancak yapılacaktı, belki de hiç yapılmayacaktı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is then on account of this mystery that these fruits, flowers, trees and animals, that are extremely valuable despite their ubiquitousness and abundance, and extremely artistic despite  the  swiftness and ease of their fashioning, emerge in regular fashion onto  the plain of being and assume their functions. Proclaiming  God’s glory, they accomplish their duties and depart, leaving behind their seed in their stead.
İşte bu mezkûr sırra binaendir ki: Gayet mebzuliyet ve çoklukla beraber gayet kıymettar ve gayet çabuk ve kolaylıkla beraber gayet sanatlı olan bu meyveler, bu çiçekler, bu ağaçlar ve hayvancıklar muntazaman meydana çıkıyorlar ve vazife başına geçiyorlar ve tesbihatlarını yapıp, bitirip, tohumlarını yerlerinde tevkil ederek gidiyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Second Mystery:''' Through the mystery of luminosity, transparency, and obedience, just as through the manifestation of its essential power, a single sun reflects it light in a single mirror, so  too, through  the Divine command and due to the extensive activity of that unrestricted power, it can easily bestow the same reflection—together with its  light and heat—  on innumerable mirrors, shining  objects, and droplets. Great and small are the same, there is no difference between them.
'''İkinci Sır:''' Nasıl ki nuraniyet ve şeffafiyet ve itaat sırrıyla ve kudret-i zatiyenin bir cilvesiyle bir tek güneş, bir tek âyineye ziyalı akis verdiği gibi; hadsiz âyinelere ve parlak şeylere ve katrelere o kayıtsız kudretinin geniş faaliyetinden ziyalı ve hararetli olan ayn-ı aksini emr-i İlahî ile kolayca verebilir. Az ve çok birdir, farkı yoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, like a single word can enter the ear of one man without trouble, so too due to the infinite breadth of boundless creativity, it may enter a million ears, with dominical permission.
Hem bir tek kelime söylense nihayetsiz hallakıyetin nihayetsiz vüs’atinden, o bir tek kelime bir tek adamın kulağına zahmetsiz girdiği gibi bir milyon kulakların kafalarına da izn-i Rabbanî ile zahmetsiz girer. Binlerle dinleyen ile bir tek dinleyen müsavidir, fark etmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And a single light like an eye, or a single luminous spirit being like  Gabriel, through the infinite breadth of dominical activity within the manifestation of mercy, may be present in, or look at, or enter thousands of places through Divine power, as easily as they look at or enter a single place. There is no difference between many and few.
Hem göz gibi bir tek nur veya Cebrail gibi nurani bir tek ruhanî; tecelli-i rahmet içinde olan faaliyet-i Rabbaniyenin kemal-i vüs’atinden bir tek yere suhuletle baktığı ve gittiği ve bir tek yerde suhuletle bulunduğu gibi binler yerlerde de kudret-i İlahiye ile suhuletle bulunur, bakar, girer; az, çok farkı yoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The pre-eternal power of God’s essence is the most subtle and choicest of lights, the light of all lights; the quiddities, essences and inner dimensions of all things are luminous and lustrous as mirrors; all things, from the atom, the plant, and the animate creature to the stars, the suns and the moons, are extremely obedient and submissive to the command of that power of the Divine Essence and subordinate to the orders of that pre-eternal power. It is for  all of these reasons entirely natural that innumerable things should be created with the same ease as a single thing and placed side by side with each other. No concern or task interferes with another. Great and small, many and few, particular and universal — all are the same for that power, for which nothing is difficult.
Aynen öyle de kudret-i zatiye-i ezeliye, en latîf, en has bir nur ve bütün nurların nuru olduğundan ve eşyanın mahiyetleri ve hakikatleri ve melekûtiyet vecihleri şeffaf ve âyine gibi parlak olduğundan ve zerrattan ve nebatattan ve zîhayattan tâ yıldızlara ve güneşlere ve aylara kadar her şey, o kudret-i zatiyenin hükmüne gayet derecede itaatli, inkıyadlı ve o kudret-i ezelînin emirlerine nihayet derecede mutî ve musahhar bulunduğundan, elbette hadsiz eşyayı bir tek şey gibi icad eder ve yanlarında bulunur. Bir iş bir işe mani olmaz. Büyük ve küçük, çok ve az, cüz’î ve küllî birdir. Hiçbiri ona ağır gelmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As was  said in the Tenth and Twenty-Ninth  Words, through the mysteries of order, equilibrium, obedience to command and submission to order, that power causes a great ship as big as a hundred houses, to move and advance as a child’s finger pushes his toy.
Hem nasıl ki Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde denildiği gibi; intizam ve muvazene ve hükme itaat ve emirleri imtisal sırlarıyla, yüz hane kadar bir büyük sefineyi bir çocuğun parmağıyla oyuncağını çevirdiği gibi döndürür, gezdirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As a commander will send a single infantryman into battle with an order from his throne, so too he may throw a whole obedient army into the fray with the same single order.
Hem bir âmir, bir “Arş!” emriyle bir tek neferi hücum ettirdiği gibi muntazam ve mutî bir orduyu dahi o tek emriyle hücuma sevk eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Let us suppose that two mountains are in a state of equilibrium in a large and sensitive balance. In the same way that a single walnut would cause one pan to rise and the other to fall if placed on one side of a balance containing two eggs, it would produce the same result with the scale containing the mountains; through a wise law it would cause one pan with its mountain to rise to the mountain-top, and the other to descend with its mountain to the bottom of the valley.
Hem pek büyük bir hassas mizanın iki gözünde, iki dağ muvazene vaziyetinde bulunsalar iki kefesinde iki yumurta bulunan diğer mizanın, bir tek ceviz, bir kefesini yukarıya kaldırması, birini aşağı indirmesi gibi; o tek ceviz, bir kanun-u hikmetle öteki büyük mizanın bir gözünü dağ ile beraber dağın başına ve öbür dağı, derelerin dibine indirebilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since there is to be found in God’s absolute, infinite, luminous, essential and eternal power a  Divine justice and unending wisdom that is the origin, source, fundament and beginning of all order, regularity and equilibrium in creation; and since all things, particular and universal, small and great, are obedient to the command of that power and submissive to its workings — it follows that God causes the stars to revolve and to move, through the wisdom of His order, as easily as He rotates and moves the atoms.
Aynen öyle de kayıtsız, nihayetsiz, nurani, zatî, sermedî olan kudret-i Rabbaniyede ve beraberinde bütün intizamatın ve nizamların ve muvazenelerin menşei, menbaı, medarı, masdarı olan nihayetsiz bir hikmet ve gayet hassas bir adalet-i İlahiye bulunduğundan ve cüz’î ve küllî ve büyük ve küçük her şey ve bütün eşya, o kudretin hükmüne musahhar ve tasarrufuna münkad olduğundan, elbette zerreleri kolayca tedvir ve tahrik ettiği gibi yıldızları dahi nizam-ı hikmet sırrıyla kolayca döndürür, çevirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In spring, just as He brings to life a single fly with a single order, so too He bestows life with the same ease and the same command on the whole species of fly, as well as all the hosts of plants and animals, through the mystery of the wisdom and equilibrium inherent in His power, and then sends them forth onto the plain of life.
Ve baharda, bir emir ile suhuletle bir sineği ihya ettiği gibi; bütün sineklerin taifelerini ve bütün nebatatı ve hayvancıkların ordularını, kudretindeki hikmet ve mizanın sırrıyla, aynı emirle, aynı kolaylıkla diriltip meydan-ı hayata sevk eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way that he swiftly gives life to a tree in spring and infuses vitality in its bones, with His wise and just absolute power, He also resurrects in the spring the corpse of  the vast  earth  and brings  into  being hundreds of thousands of different specimens of resurrection similar to the tree, all this with the greatest of ease.
Ve bir ağacı baharda çabuk diriltmek ve kemiklerine hayat vermek gibi o hikmetli, adaletli kudret-i mutlaka ile koca arzı ve zemin cenazesini, baharda o ağaç gibi kolayca ihya edip yüz bin çeşit haşirlerin misallerini icad eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
With His creative command, He brings the earth back to life. By the decree of, There will be but a single cry, then they shall all be brought nigh unto Us;(*<ref>*Qur’an, 36:53.</ref>)that is, “all men and jinn, with a single cry and command shall be brought to Us and made present at the plain of resurrection.”
Ve bir emr-i tekvinî ile arzı dirilttiği gibi اِن۟ كَانَت۟ اِلَّا صَي۟حَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُم۟ جَمٖيعٌ لَدَي۟نَا مُح۟ضَرُونَ fermanıyla yani “Bütün ins ve cin, bir tek sayha ve emir ile yanımızda meydan-ı haşre hazır olurlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Again, by His command,The hour shall be but a blinking of the eye, or even closer;(*<ref>*Qur’an, 16:77</ref>)
Hem وَمَٓا اَم۟رُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَم۟حِ ال۟بَصَرِ اَو۟ هُوَ اَق۟رَبُ ferman etmesiyle yani “Kıyamet ve haşrin işi ve yapılması gözünü kapayıp hemen açmak kadardır belki daha yakındır.” der.
that is, the bringing about of resurrection and the gathering that follows upon it shall take no longer than the opening and closing of an eye, or even less.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then there is the verse,Your creation and resurrection is as a single soul,(*<ref>*Qur’an, 31:28.</ref>)
Hem مَا خَل۟قُكُم۟ وَلَا بَع۟ثُكُم۟ اِلَّا كَنَف۟سٍ وَاحِدَةٍ âyetiyle yani “Ey insanlar! Sizin icad ve ihyanız ve haşir ve neşriniz, bir tek nefsin ihyası gibi kolaydır. Kudretime ağır gelmez.” mealinde bulunan şu üç âyetin sırrıyla, aynı emir ile aynı kolaylıkla bütün ins ve cinleri ve hayvanı ve ruhanî ve melekleri haşr-i ekberin meydanına ve mizan-ı a’zamın önüne getirir. Bir iş bir işe mani olmaz.
meaning the following: “O men! To create you and to bring you to life, to resurrect and gather you, is as easy for me as bringing one soul to life; it presents no problem to My power.” According to the inner sense of these three verses, God will bring all men and jinn, all animals, spirit beings and angels to the field of the Supreme Gathering and the great balance with a single command and with great ease. One concern does not interfere with another.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The remaining Mysteries, from the third and fourth as far as the thirteenth, have been postponed to another time in a fashion disagreeable to me.
Üçüncü ve dördüncüden tâ on üçüncü sırra kadar, arzuma muhalif olarak başka vakte ta’lik edildi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE FOURTH TRUTH:'''
'''DÖRDÜNCÜ HAKİKAT'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The existence and appearance of all beings proclaim the Divine unity in a self-evident fashion through their numerous points of unity and convergence, such as being simultaneously together and yet separate and unique; resembling one another; being the miniature or magnified versions of each other; being  some,  universals and species, and  some, particulars and  individuals; resembling each other in the stamp of innate disposition; having affinity in the  impress of artistry; and aiding and complementing each other with respect to their innate  functions. They establish the unity of their Maker. And with respect to dominicality, make it clear that the cosmos is a universal and a whole that may not be divided or fragmented.
Mevcudatın vücudları ve zuhurları, beraberlik ve birbiri içinde birlik ve birbirine benzemeklik ve birbirinin misal-i musağğarı ve numune-i ekberi ve bir kısım küll ve küllî ve diğer kısım onun cüzleri ve fertleri ve birbirine sikke-i fıtratta müşabehet ve nakş-ı sanatta münasebet ve birbirine yardım etmek ve birbirinin vazife-i fıtriyesini tekmil etmek gibi çok cihetü’l-vahdet noktalarında; bedahet derecesinde tevhidi ilan ve Sâni’lerinin vâhid olduğunu ispat etmek ve kâinatın rububiyet cihetinde, tecezzi ve inkısam kabul etmez bir küll ve küllî hükmünde bulunduğunu izhar etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, in each spring, to create, order and sustain the innumerable members of the four hundred thousand different  species of plants and animals, together and intermingled, in a single moment and in the same  fashion, without any error or mistake, with the utmost wisdom and perfection of artistry;
Evet mesela, her baharda nebatattan ve hayvanattan dört yüz bin nev’in hadsiz efradlarını, beraber ve birbiri içinde, bir anda ve bir tarzda, yanlışsız, hatasız, kemal-i hikmet ve hüsn-ü sanatla icad etmek ve idare ve iaşe etmek...
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
to create all the different species of bird, from flies, which are like birds in miniature, to eagles which are the supreme specimens of the species, then to  equip them with the means of flight and subsistence and to cause them to journey through the realm of the air; to imprint on the countenances of each of the birds in miraculous fashion a stamp of artistry, on the body of each of them a  seal of wisdom,  and in the quiddity of each of them, in sustaining fashion, a sign of God’s unity;
Hem kuşların misal-i musağğarları olan sineklerden tâ numune-i ekberleri olan kartallara kadar hadsiz efradlarını yaratmak ve hava âleminde, seyahat ve yaşamalarına yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şenlendirmekle beraber, yüzlerinde mu’cizane birer sikke-i sanat ve cisimlerinde müdebbirane birer hâtem-i hikmet ve mahiyetlerinde mürebbiyane birer turra-i ehadiyet koymak...
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
to cause wisely and mercifully particles of food to hasten to the aid of the cells of the body, plants to rush to the assistance of animals, and all mothers to go swiftly to the help of their powerless infants;
Hem zerrat-ı taamiyeyi hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına ve nebatatı hayvanatın imdadına ve hayvanatı insanların yardımına ve umum valideleri iktidarsız yavruların muavenetine hakîmane, rahîmane koşturmak, göndermek…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
to work on all  things, particular  and universal,  from the Milky Way, the solar  system and the elements of the earth, down to the veils of the pupil of the eye, the petals of the rose, the husk of the corn, the seeds of the melon, like a series of intersecting circles, with the same regularity, perfection of artistry, the same deed, and plenitude of wisdom — to do all this establishes the following with self-evident certainty:
Hem daire-i Kehkeşan’dan ve manzume-i şemsiyeden ve anâsır-ı arziyeden tâ göz hadekasının perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır sümbülünün gömleklerine ve kavunun çekirdeklerine kadar mütedâhil daireler gibi cüz’î ve küllî hükmünde aynı intizam ve hüsn-ü sanat ve aynı fiil ve kemal-i hikmetle tasarruf etmek, elbette bedahet derecesinde ispat eder ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He who performs these deeds is One and unique; His imprint is on all things.
Bu işleri yapan hem vâhiddir, birdir, her şeyde sikkesi var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way that He is not in any place, he is present in every place.
Hem de hiçbir mekânda olmadığı gibi her mekânda hazırdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Like the sun, all things are distant from Him, but He is close to all things.
Hem güneş gibi; her şey ondan uzak, o ise her şeye yakındır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as the greatest objects, such as the Milky Way and the solar system, are not difficult for Him, so too the cells in man’s blood and the thoughts that pass across his heart are not secret from Him nor beyond the reach of His power.
Hem daire-i Kehkeşan ve manzume-i şemsiye gibi en büyük şeyler ona ağır gelmediği gibi kandaki küreyvat, kalpteki hatırat ondan gizlenmez; tasarrufundan hariç kalmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However great and multitudinous a thing may be, it is as easy for Him as the smallest and scarcest thing, for He creates with ease a fly on the model of an eagle, a seed in the form of a tree, a tree in the shape of a garden, a garden with the artistry of a spring, and a spring on  the scale of a resurrection.
Hem her şey ne kadar büyük ve çok olursa olsun, en küçük, en az bir şey gibi ona kolaydır ki sineği kartal sisteminde ve çekirdeği ağacın mahiyetinde ve bir ağacı bir bahçe suretinde ve bir bahçeyi bir bahar sanatında ve bir baharı bir haşir vaziyetinde suhuletle icad eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Things most valuable in their artistry He gives to us and bestows upon us most cheaply. The price that He asks of us is merely to say “In the name of God” and “Praise be to God.” In other words, the accepted price for all those numerous precious bounties is to say at the beginning of all things, “In the Name of God, the Merciful, the Compassionate,” and at their end, “Praise be to God.
Ve sanatça çok kıymettar şeyleri, bize çok ucuz verir, ihsan eder. İstediği fiyat ise bir “Bismillah” ve bir “Elhamdülillah”tır. Yani, o çok kıymettar nimetlerin makbul fiyatları, başta “Bismillahirrahmanirrahîm” ve âhirinde “Elhamdülillah” demektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since this Fourth Truth is explained and proved elsewhere in the Risale-i Nur, we content ourselves here with this brief allusion.
Bu Dördüncü Hakikat dahi Risale-i Nur’da izah ve ispat edildiğinden bu kısacık işaretle iktifa ediyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
perceived by our traveller at the second stage:
Bizim seyyahın ikinci menzilde gördüğü
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_HAKİKAT"></span>
=== BEŞİNCİ HAKİKAT ===
===THE FIFTH TRUTH===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the existence in the entirety of the cosmos, its pillars and parts and all the beings contained in it, of the most  perfect order and regularity; the sameness of the substances and purposive beings that are  the  means of the rotation and administration of that vast kingdom and are connected to its general scheme; the fact that the Divine Names and deeds that are at work in that magnificent  city, that vast exhibition, encompass and comprehend all things or most things, despite their being one within the other, and of the same nature, and the same, and their being the same Name and deed in every place; the  fact  that  the  elements  and  species  that  are  the  means  for  the  administration, inhabiting, and construction of that well-adorned palace, cover the whole face of the earth in their diffusion, despite their being one within the other, of the same nature, and  the same element  and the same species being found everywhere — all of this demands, proves, and affirms, necessarily and self-evidently, the following:
Kâinatın mecmuunda ve erkânında ve eczasında ve her mevcudunda bir intizam-ı ekmelin bulunması ve o memleket-i vâsianın tedvir ve idaresine medar olan ve heyet-i umumiyesine taalluk eden maddeler ve vazifedarlar birer vâhid olması ve o haşmetli şehir ve meşherde tasarruf eden isimler ve fiiller, birbiri içinde ve birer ve bir mahiyet ve vâhid ve her yerde aynı isim ve aynı fiil olmakla beraber, her şeyi veya ekser eşyayı ihataları ve şümulleri ve o ziynetli sarayın tedbirine ve şenlenmesine ve binasına medar olan unsurlar ve neviler, birbiri içinde ve birer ve bir mahiyet-i vâhide ve her yerde aynı unsur ve aynı nevi bulunmakla beraber zeminin yüzünü ve ekserisini intişar ile ihata etmeleri elbette bedahetle ve zaruretle iktiza eder ve delâlet eder ve şehadet eder ve gösterir ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Maker and Disposer of this cosmos, the Monarch and Nurturer of this realm, the Master and Builder of this palace, is one, unique, sole. He has neither like nor peer, neither minister nor aide. He has neither partner nor opposite, he has neither inability nor deficiency.
Bu kâinatın sâni’i ve müdebbiri ve bu memleketin sultanı ve mürebbisi ve bu sarayın sahibi ve bânisi birdir, tektir, vâhiddir, ehaddir. Misli ve naziri olamaz ve veziri ve muîni yoktur. Şeriki ve zıddı olamaz, aczi ve kusuru yoktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, order is in itself a perfect expression of unity; it demands a single orderer. It leaves no place for the assignment of partners to God, the source of dispute and dissension.
Evet, intizam tam bir vahdettir, bir tek nazzamı ister. Münakaşaya medar olan şirki kaldırmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is a wise and precise order inherent in all things, whether  universal or particular, from the total scheme of the cosmos and the daily and annual rotation of the earth down to the physiognomy of man, the complex of senses in man’s head and the circulation of white and red cells in man’s blood. Nothing other than One Absolutely Powerful and  Absolutely Wise can stretch out its hand intentionally and creatively toward any thing, nor interfere with it. On the contrary, all things are recipients, means of manifestation, and passive.
Madem bu kâinatın heyet-i mecmuasından, arzın yevmî ve senevî deveranından tâ insanın simasına ve başının duygular manzumesine ve kandaki beyaz ve kırmızı küreyvatın deveranına ve cereyanına kadar, küllî olsun cüz’î olsun her bir şeyde hikmetli ve dikkatli bir intizam var. Elbette bir Kadîr-i Mutlak’tan ve bir Hakîm-i Mutlak’tan başka hiçbir şey, kasd ve icad suretiyle elini hiçbir şeye uzatamaz ve karışamazlar. Belki yalnız kabul ederler, mazhar ve münfail olurlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, ordering, the pursuit of certain purposes and the bestowal of regularity with a view to  certain benefits, can be done only by means of knowledge and wisdom and performed only with will and choice.
Ve madem tanzim etmek ve bilhassa gayeleri takip etmek ve maslahatları gözeterek bir intizam vermek, yalnız ilim ve hikmetle olur ve irade ve ihtiyar ile yapılır. Elbette ve herhalde, bu hikmet-perverane intizam ve bu gözümüz önündeki maslahatkârane, çeşit çeşit, hadsiz intizamat-ı mahlukat, bedahet derecesinde delâlet ve şehadet eder ki bu mevcudatın hâlıkı ve müdebbiri birdir, fâildir, muhtardır. Her şey onun kudretiyle vücuda gelir, onun iradesiyle birer vaziyet-i mahsusa alır ve onun ihtiyarıyla bir suret-i muntazama giyer.
Certainly and in all events, this wisdom-nurturing regularity, this infinitely varied ordering of the cosmos that before our very eyes assures various benefits, proves and affirms to a self-evident degree that the Creator and Disposer of all beings is one, an agent possessing will  and choice. Everything comes into being through His power, assumes a particular state through His will, and takes on a particular form through His choice.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The heat-giving lamp of this hospice that is the world is one; its candle that is the basis for the reckoning of time is one; its merciful sponge is one; its fiery cook is one; its life-giving beverage is one; its well-guarded field is one, as well as a thousand and one other  instances of oneness. It follows from all of these instances of oneness that the Maker and  Master of this hospice is also one, that He is extremely generous and hospitable, for He  employs numerous high-ranking  and great officials  to  serve the animate guests of His hospice.
Hem madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lambası birdir ve rûznameli kandili birdir ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir ve himayetli tarlası birdir… Bir, bir, bir… Tâ bin bir birler kadar... Elbette bu bir birler bedahetle şehadet eder ki bu misafirhanenin sâni’i ve sahibi birdir. Hem gayet kerîm ve misafirperverdir ki bu yüksek ve büyük memurlarını, zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatlerine çalıştırıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Names such as All-Wise, Compassionate, Giver of Forms, Disposer, Quickener, and  Nurturer, the impresses and manifestations of which are to be seen at work in every corner of the world, attributes such as wisdom, mercy, and grace, and acts such as formation, disposition and nurturing, are all one. They embrace every place in the utmost degree, each Name and act being present there.
Hem madem dünyanın her tarafında tasarruf eden ve nakışları ve cilveleri görünen “Hakîm, Rahîm, Musavvir, Müdebbir, Muhyî, Mürebbi” gibi isimler ve “hikmet ve rahmet ve inayet” gibi şe’nler ve “tasvir ve tedvir ve terbiye” gibi fiiller birdirler. Her yerde aynı isim, aynı fiil birbiri içinde hem nihayet mertebede hem ihatalıdırlar. Hem birbirinin nakşını öyle tekmil ederler ki güya o isimler ve o fiiller ittihat edip kudret ayn-ı hikmet ve rahmet ve hikmet ayn-ı inayet ve hayat oluyor.
They also complement the imprint of each other in such a way that it is as if those Names and deeds were uniting in such fashion that  power becomes identical with wisdom and mercy, and wisdom becomes identical with grace and life.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, as soon as the  activity of the Name of Quickener  appears in a thing, the activity of numerous other Names such as Creator, Giver of Form, and Provider, also appears at the same instant, everywhere, and in the same system. This of a certainty and self- evidently establishes and proves that that which is designated by the Names and the Doer of the comprehensive deeds that appear  everywhere in the same fashion must also be one, single and unique. In this we believe and to this we give our assent!
Mesela, hayat verici ismin bir şeyde tasarrufu göründüğü anda, yaratıcı ve tasvir edici ve rızık verici gibi çok isimlerin aynı anda, her yerde, aynı sistemde tasarrufatları görünüyor. Elbette ve elbette ve bedahetle şehadet eder ki o ihatalı isimlerin müsemması ve her yerde aynı tarzda görünen şümullü fiillerin fâili birdir, tektir, vâhiddir, ehaddir. Âmennâ ve saddaknâ!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The elements that are the substance and material of creation encompass the whole earth. Each of the species of creation that bears an imprint attesting unity is diffused throughout the  earth in unity and, so to speak, conquers it. This also proves to the degree of being self-evident that those elements together with what they embrace, and those species, together with their separate members, are the product and property of a single being. They are the products and servants of so Unique and Powerful a One that He employs those vast and and imperious elements as obedient servants and those species diffused throughout the earth as well-disciplined soldiers.
Hem madem masnuatın maddeleri ve mâyeleri olan unsurlar zemini ihata ederler. Ve mahlukattan, vahdeti gösteren çeşit çeşit sikkeleri taşıyan nevilerin her biri bir iken rûy-i zeminde intişar edip istila ederler. Elbette bedahetle ispat eder ki o unsurlar müştemilatıyla ve o neviler efradıyla bir tek zatın malıdır, mülküdür. Ve öyle bir Vâhid-i Kadîr’in masnuları ve hizmetkârlarıdır ki o koca istilacı unsurları, gayet itaatli bir hizmetçi ve o zeminin her tarafına dağılan nevileri gayet intizamlı bir nefer hükmünde istihdam eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since this truth also has been established and explained in other places in the Risale-i Nur, we content ourselves here with this brief indication.
Bu hakikat dahi Risaletü’n-Nur’da ispat ve izah edildiğinden burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz. Bizim yolcu, bu beş hakikatten aldığı feyz-i imanî ve zevk-i tevhidî neşesiyle müşahedatını hülâsa ve hissiyatını tercüme ederek kalbine diyor:
In summary of the witnessings that he derived from these Five Truths, through the superabundance of faith and the joy of Divine unity, and in expression of his feelings, our traveller said to his heart:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Look upon the coloured page of the cosmic book;
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See what forms the golden pen of power has traced.
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
No dark point remains for the gaze of the heart’s eye;
Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbabına
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is as if God has inscribed His signs with light.
Sanki âyâtın Hudâ, nur ile tahrir eylemiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Know too that:
Hem bil ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The leaves in the world’s book are dimensions infinite;
Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The lines of time’s events are works innumerable.
Sutûr-u hâdisat-ı dehirdir âsâr-ı nâma’dud
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Written on the workbench of the Preserved Tablet of reality,
Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatte
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A meaningful embodied word, is every being in this world.
Mücessem lafz-ı manidardır, âlemde her mevcud.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Listen also to this:
Hem dinle:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
When all things proclaim, “No god but God,” they will in unison say, “O Truth  and Reality!” and beseech in harmony,
چُو لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ بَرَابَر۟ مٖيزَنَن۟د۟ هَر۟ شَى۟
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“O Living One!” Yes, in all things there is a sign pointing to the fact that He is One.
دَمَادَم۟ جُويَدَن۟د۟ يَا حَق۟ سَرَاسَر۟ گُويَدَن۟د۟ يَا حَى۟
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Hearkening to this his heart and soul affirmed the truth of what they heard and said, “Yes, indeed!”
نَعَم۟ وَ فٖى كُلِّ شَى۟ءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ
diyerek, kalbiyle beraber nefsi dahi tasdik ederek “Evet, evet” dediler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In brief allusion to the Five Truths of Unity observed by our traveller through the world, our voyager through the cosmos, at this Second Stopping-Place, it was said in the Second Chapter of the First Station:
İşte dünya misafiri ve kâinat seyyahının ikinci menzilde müşahede ettiği beş hakikat-i tevhidiyeye kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın ikinci babında ikinci menzile ait''' böyle denilmiş:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is no god but God, the One, the Unique, to Whose Unity in Necessary Existence points the witnessing of the truth of Grandeur and Sublimity, its perfection and comprehensiveness; the witnessing of the truth of the appearance of deeds in absolute fashion, in infinitude, without any limitation except that of God’s will and  wisdom; the witnessing of the truth of the creation of beings in absolute multiplicity with absolute swiftness, the creation of creatures in absolute ease  with absolute perfection, the  origination  of  things  made in absolute plenitude with utter perfection of artistry and value; the witnessing of the truth of the  existence of beings in universal and comprehensive  fashion, joined, interconnected and interrelated; the witnessing of the truth of universal order, an order incompatible with the assignation of partners to God; the witnessing of the unity of the sources of cosmic order, a unity that clearly attests the unity of their Maker; the unity of the Names and deeds that  comprehend and permeate the universe; and the unity  of  the  elements  and  species  dispersed  over  the  face  of the  earth  in imperious fashion.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وَح۟دَتِهٖ فٖى وُجُوبِ وُجُودِهٖ مُشَاهَدَةُ حَقٖيقَةِ ال۟كِب۟رِيَاءِ وَ ال۟عَظَمَةِ فِى ال۟كَمَالِ وَ ال۟اِحَاطَةِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَقٖيقَةِ ظُهُورِ ال۟اَف۟عَالِ بِال۟اِط۟لَاقِ وَ عَدَمُ النِّهَايَةِ لَا تُقَيِّدُهَا اِلَّا ال۟اِرَادَةُ وَ ال۟حِك۟مَةُ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَقٖيقَةِ اٖيجَادِ ال۟مَو۟جُودَاتِ بِال۟كَث۟رَةِ ال۟مُط۟لَقَةِ فِى السُّر۟عَةِ ال۟مُط۟لَقَةِ وَ خَل۟قُ ال۟مَخ۟لُوقَاتِ بِالسُّهُولَةِ ال۟مُط۟لَقَةِ فِى ال۟اِت۟قَانِ ال۟مُط۟لَقِ وَ اِب۟دَاعُ ال۟مَص۟نُوعَاتِ بِال۟مَب۟ذُولِيَّةِ ال۟مُط۟لَقَةِ فٖى غَايَةِ حُس۟نِ الصَّن۟عَةِ وَ غُلُوِّ ال۟قِي۟مَةِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَقٖيقَةِ وُجُودِ ال۟مَو۟جُودَاتِ عَلٰى وَج۟هِ ال۟كُلِّ وَ ال۟كُلِّيَّةِ وَ ال۟مَعِيَّةِ وَ ال۟جَامِعِيَّةِ وَ التَّدَاخُلِ وَ ال۟مُنَاسَبَةِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَقٖيقَةِ ال۟اِن۟تِظَامَاتِ ال۟عَامَّةِ ال۟مُنَافِيَةِ لِلشِّر۟كَةِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ وَح۟دَةِ مَدَارَاتِ تَدَابٖيرِ ال۟كَائِنَاتِ الدَّالَّةِ عَلٰى وَح۟دَةِ صَانِعِهَا بِال۟بَدَاهَةِ وَ كَذَا وَح۟دَةُ ال۟اَس۟مَاءِ وَ ال۟اَف۟عَالِ ال۟مُتَصَرِّفَةِ ال۟مُحٖيطَةِ . وَ كَذَا وَح۟دَةُ ال۟عَنَاصِرِ وَ ال۟اَن۟وَاعِ ال۟مُن۟تَشِرَةِ ال۟مُس۟تَو۟لِيَةِ عَلٰى وَج۟هِ ال۟اَر۟ضِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That world traveller voyaging through different ages chanced upon the school of the  Renewer of the Second Millenium, Imam-i Rabbani, Ahmad Faruqi. He entered and listened to the lesson being taught by the Imam:
Sonra o seyyah-ı âlem asırlarda gezerken müceddid-i elf-i sânî, İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî’nin medresesine rast geldi, girdi; onu dinledi. O İmam, ders verirken diyordu:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“The most important result yielded by all the Sufi paths is the unfolding of the truths of belief. The unfolding in clarity of a single truth of belief is preferable to a thousand miraculous deeds and mystical visions.” The Imam said too:
“Bütün tarîkatların en mühim neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır.” ve “Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin keramata ve ezvaka müreccahtır.” Hem diyordu:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“In former  times, great persons said that someone will arise from among the theologians and the scholars of the science of theology. He will prove all the truths of belief and Islam with rational proofs and the utmost clarity. I wish to be that man and maybe I am.”(*<ref>*Time has proven that the man referred to here is not in fact an individual, but the Risale-i Nur itself. It maybe that the people of unveiling happened to notice the insignificant interpreter and proclaimer of the Risale-i Nur and hence came to speak of “a man.”        </ref>)He continued his instruction by saying that belief and the assertion of Divine unity were the foundation, substance, light and life of all human perfection; that the Hadith “An hour’s reflective thought is better than a year’s worship”(<ref>*al-‘Ajluni, Kashf al-Khafa’, i,310.</ref>)refers to reflection on belief; and that the  silent mode of invocation practised in the Naqshbandi Order is a form of this most excellent reflection.
Eski zamanda, büyük zatlar demişler ki: “Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delail-i akliye ile kemal-i vuzuh ile ispat edecek.” Ben istiyorum ki ben o olsam belki '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Zaman ispat etti ki o adam, adam değil, Risale-i Nur’dur. Belki ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve nâşiri suretinde –keşiflerinde– müşahede etmişler “bir adam” demişler. </ref>)''' o adamım, diye iman ve tevhid bütün kemalât-ı insaniyenin esası, mâyesi, nuru, hayatı olduğunu ve
تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَي۟رٌ مِن۟ عِبَادَةِ سَنَةٍ düsturu, tefekkürat-ı imaniyeye ait bulunması ve Nakşî tarîkatında hafî zikrin ehemmiyeti ise bu çok kıymettar tefekkürün bir nevi olmasıdır, diye talim ederdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The traveller listened with utmost care. He turned and addressed himself as follows: “It is thus that this heroic Imam speaks. To increase the strength of one’s belief by as much as an atom is worth more than a ton of gnosis or other form of perfection and sweeter than the honey of a hundred visionary experiences.
Seyyah tamamıyla işitti. Döndü, nefsine dedi ki: Madem bu kahraman imam böyle diyor ve madem bir zerre kuvvet-i imaniyenin ziyadeleşmesi, bir batman marifet ve kemalâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvakın balından daha tatlıdır. Ve madem bin seneden beri iman ve Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarı, medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz.
“On the other hand, the philosophers of Europe have  leagued together for a thousand years to invent  objections and doubts in their hostility to faith and the Qur’an, and to attack the believers. They wish to shake the pillars of belief that are the key, the  source, the foundation of everlasting  felicity, of life immortal, of eternal Paradise. We ought therefore to strengthen our belief by making it one of realization instead of one of imitation.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So come, let us advance! In order to bring the twenty-nine degrees of faith that we have found, each as powerful as a mountain, to the blessed number of thirty-three, the number of litanies that follow upon
Öyle ise haydi ileri! Gel, bulduğumuz birer dağ kuvvetindeki bu yirmi dokuz mertebe-i imaniyeyi namazın mübarek tesbihatının mübarek adedi olan otuz üç mertebesine iblağ etmek fikriyle, bu ibretgâhın bir üçüncü menzilini daha görmek için Bismillahirrahmanirrahîm’in anahtarı ile zîhayat âlemindeki idare ve iaşe-i rabbaniyenin kapısını çalmalıyız ve açmalıyız, diyerek mahşer-i acayip ve mecma-ı garaib olan bu üçüncü menzilin kapısını istirhamla çaldı, Bismillahilfettah ile açtı. Üçüncü menzil göründü. Girdi, gördü ki '''dört hakikat-i muazzama ve muhita''' o menzili ışıklandırıyorlar ve güneş gibi tevhidi gösteriyorlar.
prayer, and in order to see a third stopping-place in this realm of instruction, let us knock at the door of the dominical sustenance of the animate world and open it with the key of ‘In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.’” Speaking thus he beseechingly  knocked at the  gate  of this  Third  Stopping-Place, a compendium of wonders, and a spectacle of marvels. Saying, “In the Name of  God, the Opener,”  he  opened the gate. The Third Stopping-Place became visible to him. He entered and saw that it was illumined by four great and encompassing truths that demonstrated the Divine unity as brightly as the sun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE FIRST TRUTH: the Truth of Opening'''
'''BİRİNCİ HAKİKAT: “Fettahiyet” hakikatidir.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is, the opening up from a single simple substance of innumerable varied and separate forms, together, everywhere, in a single instant and by a single deed, through the manifestation of the Name of Opener.
Yani Fettah isminin tecellisiyle basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz, muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır. Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı; çiçekler misillü, Fettah ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtaze kudret-i Fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de fakat daha mu’cizatlı olarak; zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi her birisine gayet sanatlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtaze vermiş.
Yes, in the same way that God’s creative power has opened up innumerable beings like flowers in the garden of the cosmos, and endowed each with an orderly form and distinct identity, through the manifestation of the Name of Opener, so too, although in more miraculous fashion, he has given to the four hundred thousand species of animate beings in the garden of the earth each its symmetrical, adorned and distinct form.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He creates  you in the wombs of your mothers, creation after creation in three darknesses. That is God, your Sustainer. His is the sovereignty; there is no god other than He. Where, then, will you turn?(*<ref>*Qur’an, 39:6.</ref>)Nought is hidden from God, neither on earth nor in the heavens. He it is Who forms you in the wombs as He wills; there is no god but He, the Mighty, the Wise.(*<ref>*Qur’an, 3:5-6.</ref>)
يَخ۟لُقُكُم۟ فٖى بُطُونِ اُمَّهَاتِكُم۟ خَل۟قًا مِن۟ بَع۟دِ خَل۟قٍ فٖى ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُم۟ لَهُ ال۟مُل۟كُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاَنّٰى تُص۟رَفُونَ ۝اِ نَّ اللّٰهَ لَا يَخ۟فٰى عَلَي۟هِ شَى۟ءٌ فِى ال۟اَر۟ضِ وَلَا فِى السَّمَٓاءِ ۝ هُوَ الَّذٖى يُصَوِّرُكُم۟ فِى ال۟اَر۟حَامِ كَي۟فَ يَشَٓاءُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ال۟عَزٖيزُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As these two verses indicate, the strongest proof of Divine unity and the most remarkable  miracle  of Divine  Power  is  God’s  opening  up  of forms. Because  the opening of forms is repeatedly established and expounded in different ways elsewhere in the Risale-i Nur, and particularly in the Sixth and Seventh Degrees of the First Chapter of the Second Station of this treatise, we refer the discussion of this matter to those places and restrict ourselves here to the following:
âyetlerin ifadesiyle tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mu’cizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrar ile –birkaç suretlerde– Risaletü’n-Nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamı’nın Birinci Bab’ında altıncı ve yedinci mertebelerinde ispat ve beyan edilmesinden onlara havale edip burada bu kadar deriz ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
According to the testimony of botany and biology, based on profound research, there is in the opening and unfolding of forms, such comprehen siveness and  artistry that other than a Single and Unique One,  One  Absolutely Powerful, able to  see and do all things  in all things, no one could undertake this comprehensive and all-embracing deed. For this deed of the unfolding of forms demands a wisdom, an attention and a comprehensiveness that are present at all times and are contained within an infinite power. This power, in turn, can be found only in that Unique Being Who administers the whole cosmos.
Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve sanat var ki bir tek Vâhid-i Ehad’den ve her şeyde her şeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlak’tan başka hiçbir şey bu cem’iyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü bu feth-i suver fiili ise her yerde ve her anda bulunan nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise ancak bütün kâinatı idare eden bir tek zatta bulunabilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As is decreed in the above-quoted verses, God’s attribute of ‘opening’ expressed in the opening and creation of the forms of men from their mother’s wombs, within three darknesses, separately, with equilibrium, distinctness, and order, without  any error, confusion, or mistake; this truth of the unfolding of the forms of all men and animals, all  over the earth,  with the same power, the same wisdom and the same artistry, is a most powerful proof of God’s unity. For to comprehend and embrace all things is itself a form of unity that leaves no room for the assignation of partners to God.
Evet mesela, mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı sanatla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikati; vahdaniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır. Çünkü ihata etmek bir vahdettir, şirke yer bırakmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as the nineteen Truths of the First Chapter bearing witness to the necessary existence of God also attest the existence of the Creator through their own existence, so too they bear witness to His unity through their comprehensiveness.
Ve Birinci Bab’da vücub-u vücuda şehadet eden on dokuz hakikat nasıl ki vücudlarıyla Hâlık’ın vücuduna delâlet ederler, öyle de ihatalarıyla da vahdete şehadet ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Our traveller then saw the following Second Truth in the Third Stopping-Place:
Bizim yolcunun üçüncü menzilde gördüğü
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE SECOND TRUTH: the Truth of Mercifulness'''
'''İKİNCİ HAKİKAT: “Rahmaniyet” hakikatidir.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We see with our own eyes that there is one who has covered the face of the earth with thousands of gifts of mercy, and made it into a feasting-place. He has laid out a spread of hundreds of thousands of the different delicious foods of Mercifulness, and made the inside of the earth a storehouse containing thousands of precious bounties of compassionateness and  wisdom.
Yani gözümüzle görüyoruz, birisi var ki bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve rahmaniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahîmiyet ve hakîmiyetin binlerle kıymettar ihsanlarını câmi’ bir mahzen yapmış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That Being sends to us also the earth, in its yearly rotation, like a ship or a train,  laden with the finest of the hundreds of thousands of vital human necessities, proceeding from the World of the Unseen; and He sends to us too the spring, like a waggon carrying food and clothing for us. Thus does he nurture us, with utmost compassion. In order for us to profit from those gifts and bounties, He has  moreover  given  us hundreds and thousands of appetities, needs, feelings, sensations and senses.
Ve zemini devr-i senevîsinde bir ticaret gemisi hükmünde her sene âlem-i gaybdan levazımat-ı insaniye ve hayatiyenin yüz bin çeşitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi sefine veya şimendifer gibi ve her baharı ise erzak ve elbisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gönderir. Bizi gayet rahîmane beslettirir. Ve bütün o hediyelerden, o nimetlerden istifade etmemiz için bize de yüzlerle ve binlerle iştihalar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyatlar, hisler vermiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As was set forth in the Fourth Ray concerning the verse on the sufficiency of God, He has given us a stomach that can take pleasure in infinite varieties of food.
Evet, Âyet-i Hasbiye’ye dair olan Dördüncü Şuâ’da izah ve ispat edildiği gibi bize öyle bir mide vermiş ki hadsiz taamlardan lezzet alır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He has given us such a life that  through the senses associated with it we can derive benefit from the innumerable bounties of the vast corporeal world, just as if it were some bounteous spread.
Ve öyle bir hayat ihsan etmiş ki duyguları ile –bir sofra-i nimet gibi– koca cismanî âlemde hadsiz nimetlerinden istifade eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He has favoured us with the human state so that we delight in the boundless gifts of both the spiritual and material worlds, through instruments such as the intellect and the heart.
Ve öyle bir insaniyet bize lütfetmiş ki akıl ve kalp gibi çok âletleri ile hem maddî hem manevî âlemin nihayetsiz hediyelerinden zevk alır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He has conveyed Islam to us so that we derive light from the boundless treasuries of the Unseen and Manifest Realms.
Ve öyle bir İslâmiyet bize bildirmiş ki âlem-i gayb ve âlem-i şehadetin nihayetsiz hazinelerinden nur alır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He has guided us to faith so that we are illumined by the innumerable lights and gifts  of  this  world  and  the  hereafter.
Ve öyle bir iman hidayet etmiş ki dünya ve âhiret âlemlerinin hasra gelmez envarından ve hediyelerinden tenevvür edip müstefid eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This cosmos is like a palace fitted out and adorned by the Divine quality of mercy with innumerable antiques and valuable items, which then gives to man’s hands the keys to open all the chests and chambers in that palace, as well as bestowing on man’s nature all the needs and senses that will enable him to make use of them.
Güya rahmet tarafından bu kâinat hadsiz antika ve acib ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır. Ve bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak anahtarlar insanın ellerine verilmiş ve bütün onlardan istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar insanın fıtratına verilmiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This mercy that embraces this world and the hereafter, and indeed all things, is without doubt a manifestation of oneness within unity.
İşte böyle dünyayı ve âhireti ve her şeyi kaplamış bir rahmet, elbette o rahmet, vâhidiyet içinde bir ehadiyetin cilvesidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as the light of the sun is a parable of unity, through its comprehending all things that face it, every bright and transparent object that receives the reflection of the light, heat, and  seven colours of the sun, is also a parable and a symbol of oneness. Hence, whoever sees its all-embracing light will conclude that the sun of this earth is one and unique. Witnessing the warm and luminous reflection of the sun in all bright objects, and even in drops of water, he will say that the oneness of the sun, or the sun itself, is present with its attributes close to all things; it is at the mirrorlike heart of all things.
Yani nasıl ki güneşin ziyası, mukabilindeki umum eşyayı ihata etmesi ile vâhidiyete bir misal olduğu gibi parlak ve şeffaf her bir şey dahi kabiliyetine göre güneşin hem ziyasını hem hararetini hem ziyasındaki yedi rengini hem aks-i misalini almakla ehadiyete bir misal olduğundan elbette o ihatalı ziyayı gören adam, arzın güneşi vâhiddir, bir tektir diye hükmeder. Ve her parlak şeyde hattâ katrelerde güneşin ışıklı, hararetli aksini müşahede eden o adam, güneşin ehadiyetini, yani bizzat güneşi sıfatlarıyla her şeyin yanındadır ve her şeyin âyine-i kalbindedir diye, bilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So too the encompassing of all things by the extensive mercy of the Merciful One of Beauty, like a light, demonstrates the unity of that Merciful One and that He in no way has any partner. Similarly, the fact that under the veil of that all-embracing mercy the lights of most  of the Merciful One’s Names and a sort of manifestation of His essence are found in  everything,  and especially in all living  beings,  and in man in particular, and the fact that this gives each individual a comprehensiveness arising from life which causes him to look to and  be  related  to the whole universe, proves the oneness of the Merciful One and that He is present with all things and does all things in all things.
Aynen öyle de Rahman-ı Zülcemal’in geniş rahmeti dahi ziya gibi umum eşyayı ihatası, o Rahman’ın vâhidiyetini ve hiçbir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi her şeyde hususan her bir zîhayatta ve bilhassa insanda o cem’iyetli rahmetin perdesi altında o Rahman’ın ekser isimlerinin ışıkları ve bir nevi cilve-i zatiyesi bulunarak her ferde, bütün kâinata baktıracak ve münasebettarlık verecek bir cemiyet-i hayatiye vermesi dahi o Rahman’ın ehadiyetini ve her şeyin yanında hazır ve her şeyin her şeyini yapan o olduğunu ispat eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the Merciful One shows the splendour  of His glory in the whole of the cosmos and all over the earth through the unity and comprehensiveness of His mercy. With the  manifestation of His oneness, He gathers together in every member of all animate species, and particularly man, specimens of all His bounties, orders the tools and instruments of animate beings, and proclaims the special solicitude of His beauty to each individual, this without shattering the wholeness of the universe. As for man, it is in him that God makes known in concentrated form the various forms of His bounty.
Evet nasıl ki o Rahman, o rahmetin vâhidiyetiyle ve ihatasıyla, kâinatın mecmuunda ve zeminin yüzünde celalinin haşmetini gösteriyor. Öyle de ehadiyetin cilvesiyle her bir zîhayatta, hususan insanda bütün nimetlerin numunelerini o fertte toplayıp o zîhayatın âlât ve cihazatına geçirip, tanzim ederek mecmu-u kâinatı parçalanmadan o tek ferde, bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesiyle dahi cemalinin hususi şefkatini ilan eder ve insanda enva-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, a melon can be said to be concentrated in its seed; the being that makes the seed must necessarily be he who makes the melon. Then, with the special balance of his knowledge and the particular law of his wisdom, he draws the seed out from it, gathers it together and clothes it in a body. Nothing other than the one and unique master craftsman who makes  the  melon is able to make its seed. That would  be impossible.
Hem nasıl ki bir kavunun mesela her bir çekirdeğinde, o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan zat elbette odur ki o kavunu yapar, sonra ilminin hususi mizanıyla ve hikmetinin ona mahsus kanunuyla o çekirdeği ondan sağar, toplar, tecessüm ettirir. Ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiçbir şey, o çekirdeği yapamaz ve yapması muhaldir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since through the manifestation of Mercifulness the cosmos becomes like a tree or a garden, the earth becomes like a fruit or a melon, and man becomes like a seed, of a certainty the Creator and Sustainer of the smallest animate being must be the Creator of all the earth and all the cosmos.
Aynen öyle de rahmaniyetin tecellisiyle kâinat bir ağaç, bir bostan ve zemin bir meyve, bir kavun ve zîhayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan elbette en küçük bir zîhayatın Hâlık’ı ve Rabb’i, bütün zeminin ve kâinatın Hâlık’ı olmak lâzım gelir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:''' just as the making and unfolding from a simple substance of the regular and orderly forms of all beings through the truth of Opening, which is comprehensive, proves unity to the point of being self-evident, so too the truth of Mercifulness, which encompasses all  things, through its nurturing  of all animate  beings that  come into existence and enter  the life of this  world, particularly  the newly arrived, with the utmost order and regularity,  causing all necessities to reach them, forgetting none of them, this same mercy reaching  all individuals everywhere at the same instant demonstrates both unity, and oneness within unity.
'''Elhasıl:''' Nasıl ki ihatalı olan fettahiyet hakikatiyle bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle ispat eder. Öyle de her şeyi ihata eden rahmaniyet hakikati dahi vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemal-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet, her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle bedahetle hem vahdeti hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the Risale-i Nur is a manifestation of the name of All-Wise and the name of Compassionate, and the various points and manifestations of the essence of mercy are explained and established in numerous places throughout the Risale-i Nur, we will be content here with this indication of a drop from the ocean, and cut short an extremely long story.
Risale-i Nur, ism-i Hakîm ve ism-i Rahîm’in mazharı olduğundan Risale-i Nur’un birçok yerlerinde, hakikat-i rahmetin nükteleri ve cilveleri izah ve ispat edildiğinden, burada bu katre ile o bahre işaret edip o pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Our traveller then witnessed the following Third Truth in the Third Stopping- Place
Seyyahımızın üçüncü menzilde müşahede ettiği
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE THIRD TRUTH: the Truth of Disposing and Administering'''
'''ÜÇÜNCÜ HAKİKAT: “Müdebbiriyet ve idare” hakikatidir.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is, to administer with complete order and equilibrium both the awesome and swift-moving  heavenly  bodies  and  imperious, interfering  elements, and  the  needy, weak  denizens of earth; to cause them to aid each other; to administer them jointly with each other; to take all necessary measures concerning them; and to make this vast world like a perfect kingdom, a magnificent city, a well-adorned palace.
Yani, gayet dehşetli ve süratli ecram-ı semaviyeyi ve gayet istilacı ve karıştırıcı unsurları ve gayet ihtiyaçlı, zafiyetli mahlukat-ı arziyeyi kemal-i intizam ve muvazene ile idare etmek, birbirlerine muavenettar yapmak ve imtizaçkârane idare etmek ve tedbirlerini görmek ve bu koca âlemi bir mükemmel memleket, bir muhteşem şehir, bir müzeyyen saray gibi yapmak hakikatidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Leaving side the vast spheres of this imperious and merciful administration, since it is explained and proved in important sections of the Risale-i Nur such as the Tenth Word, we  will show, by means of a comparison, a single page and stage of that administration as it manifests itself in the spring on the face of the earth.
İşte bu cebbarane ve rahmanane idarenin büyük dairelerini bırakıp yalnız baharda zemin yüzünde cereyan eden o idarenin bir tek sahife ve safhasını Risaletü’n-Nur, Onuncu Söz gibi mühim risalelerinde izah ve ispat etmesine binaen, kısa bir suretini bir temsil ile göstereceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Let us suppose, for example, that some wondrous world conqueror assembled an army from four hundred thousand different groups and nationalities, and supplied the clothes and weapons, the instructions and dismissals and salaries of every group and nationality, separately and variously, without any defect or shortcoming, without error or mistake, at the proper time, without any delay or confusion, with the utmost regularity and in most perfect form, no cause other than the  extraordinary power of that wondrous commander could stretch out is hand to attempt that vast, complex, subtle, balanced, multitudinous and just administration. Were it to stretch out its hand, it would destroy the equilibrium and cause confusion.
Mesela ve faraza, hârika ve cihangir bir zat, dört yüz bin ayrı ayrı milletlerden, taifelerden bir ordu teşkil etse her milletin ve her taifenin neferlerine ait elbiselerini hem silahlarını hem yemeklerini hem talimat hem terhisatlarını hem hidematlarını, birbirinden ayrı ayrı hem çeşit çeşit olarak bütün o muhtelif cihazatı noksansız, kusursuz, yanlışsız, hatasız, vakti vaktine, gecikmeden, karıştırmadan kemal-i intizamla ve gayet mükemmel bir tarzda o mu’cizatlı kumandan verse; elbette o gayet geniş ve karışık ve ince ve muvazeneli ve kesretli ve adaletli idareye, o hârika kumandanın fevkalâde kudretinden başka hiçbir sebep elini uzatamaz. Eğer uzatsa muvazeneyi bozar ve karıştırır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So too we see with our own eyes that an unseen hand creates and administers every spring a magnificent army composed of four hundred thousand different species. In the autumn —an example of the day of resurrection— it dismisses three hundred thousand out of those four hundred thousand species of plants and animals from their duties, and they go on leave through the activity of death and in the name of decease.. In spring —a sample of the gathering that follows resurrection— it constructs three hundred thousand examples of raising from the dead in the space of a few weeks, with the utmost  order and discipline. In the case of the tree, four such resurrections take place with  respect to the tree itself, its leaves, its flowers, and its fruits. After showing spring to our eyes exactly like the preceding one, it gives each species and group in that army of glory that  contains four hundred thousand different species its appropriate sustenance and provision, its defensive weapons and distinctive garments, its orders and dismissals, and all the tools and  instruments it needs, with the utmost order  and  regularity, without error or slip, without confusion or omission, in unexpected  fashion and at the proper  time. It thus proves its  unity, oneness, uniqueness, and infinite power and boundless mercy within perfection of dominicality, sovereignty and wisdom, and writes with the pen of Divine Determining this proclamation of Divine unity on the face of the earth, on the page of every spring.
Aynen öyle de gözümüzle görüyoruz ki bir dest-i gaybî, her baharda dört yüz bin muhtelif nevilerden mürekkeb bir muhteşem orduyu icad edip idare ediyor. Kıyamete numune olan güz mevsiminde, o dört yüz binden üç yüz bin nebatî ve hayvanî nevilerini vefatlar suretinde ve mevtler namında terhis edip vazifelerinden paydos ediyor. Ve haşir ve neşre numune olan baharda haşr-i a’zamın üç yüz bin misalini birkaç hafta zarfında kemal-i intizamla inşa edip hattâ bir tek ağaçta dört küçük haşirleri, yani kendini ve yapraklarını ve çiçeklerini ve meyvelerini, gitmiş baharın aynı gibi neşirlerini gözümüze gösterdikten sonra, o dört yüz bin envaa bâliğ olan ordu-yu Sübhanînin her nev’e, her taifeye mahsus ve münasip ayrı ayrı rızıklarını ve çeşit çeşit müdafaa silahlarını ve ayrı ayrı libaslarını ve ayrı ayrı talimlerini ve terhislerini ve ayrı ayrı bütün cihazat ve levazımatlarını, kemal-i intizamla, sehivsiz, hatasız, karıştırmadan ve hiçbirini unutmadan, umulmadık yerlerden, vakti vaktine vermekle kemal-i rububiyet ve hâkimiyet ve hikmet içinde vahdaniyetini ve ehadiyetini ve ferdiyetini ve nihayetsiz iktidarını ve hadsiz rahmetini ispat ederek bu tevhid fermanını zemin yüzünde, her bahar sahifesinde, kalem-i kader ile yazar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
After reading only a single page of this proclamation of one spring, our traveller said to himself:
Bizim seyyah, yalnız bir baharda bu fermanın bir tek sahifesini okuduktan sonra, nefsine dedi ki: Böyle her baharda haşr-i ekberden daha garib binlerle haşirleri inşa eden, mükâfat ve mücazat için kudretine nisbeten bir bahardan daha kolay olan haşri yapacağını ve kıyameti getireceğini umum enbiyasına binlerle defa vaad ve ahdeden ve Kur’an’da haşrin vukuuna binlerle işaretle beraber, bin adet âyetlerinde sarahaten hükmedip tehdit ve taahhüd eden bir Kadîr-i Cebbar’ın, bir Kahhar-ı Zülcelal’in o kadar vaadlerini tekzip ve kudretini inkâr hükmünde olan inkâr-ı haşir hatasını irtikâb edenlere cehennem azabı ayn-ı adalettir diye hükmetti, nefsi dahi “Âmennâ” dedi.
“The torment of Hell-fire is pure justice for those who  commit the  error of denying resurrection. For such denial would be to refute the numerous promises and to deny the power of One Powerful and Compelling, a Wrathful One of Glory, Who has promised and assured all of His prophets thousands of times and set forth in thousands of verses of the Qur’an, explicity and by way of allusion, that He will bring about a resurrection  and  gathering far easier for Him than the  thousands of miraculous gatherings that occur every spring, each more wondrous than the Supreme Gathering.” His soul responded: “We believe in what you say.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
1.084. satır: 875. satır:
</div>
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''THE FOURTH TRUTH, which forms the Thirty-Third Degree:'''the Truth of Compassionateness and Bestowal of Provision
'''DÖRDÜNCÜ HAKİKAT olan Otuz Üçüncü Mertebe: “Rahîmiyet ve rezzakıyet” hakikatidir.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is, the giving, over the whole face of the globe, within the earth, in the air above it and the ocean around it, to all animate beings, especially those endowed with spirit, and among  them especially the impotent, the weak and the young, all of their necessary sustenance, material and immaterial, in the most solicitous manner, deriving it from dry and rude soil, from solid, bonelike dry pieces of wood, and in the case of the most delicate of all forms of  sustenance, from between blood and urine, at the proper time, in orderly fashion, without  any  omission or confusion, in front of our eyes, by an unseen hand.
Yani umum zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve denizinde bütün zîhayatın ve bilhassa zîruhun ve bilhassa âciz ve zayıfların ve bilhassa yavruların hem maddî ve midevî hem manevî bütün rızıklarını, şefkatkârane, kuru ve basit bir topraktan ve camid ve kemik gibi kuru odun parçalarından yapılan ve bilhassa en latîfi kan ve fışkı ortasından gelen ve bir dirhem kemik gibi bir tek çekirdekten yapılan binlerle okka taamların, vakti vaktine mukannen bir surette hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak gözümüz önünde bir dest-i gaybî tarafından verilmesi hakikatidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the verse, God is the Provider, the firm possessor of strength,(*<ref>*Qur’an, 3:5-6.</ref>)restricts to God the task of sustaining and providing, and the verse, There is no moving thing on earth but depends on God for its sustenance; He knows its resting-place and storage-place; all is in a book perspicuous(*<ref>*Qur’an, 11:6.</ref>)provides a dominical guarantee  and  pledge to furnish  provision for all men and animals. Similarly, the verse, The beasts do not carry their sustenance; God sustains them and you, and He is All- Hearing, All-Knowing,(*<ref>*Qur’an, 29:60.</ref>)establishes and proclaims that it is God Who guarantees and provides for all impotent, powerless, weak and wretched creatures that  are  unable  to  secure their own sustenance, in an unexpected fashion, indeed from the Unseen or even out of nothing; it is He for example Who provides for insects on the ocean bed and their young. This proclamation is directed in particular to those men who worship causes and are unaware that it is He Who bestows provision  from behind the veil of causality. Numerous other verses of the Qur’an and innumerable pieces of cosmic evidence unanimously demonstrate that it is the compassionateness of a single Glorious Provider that nurtures all animate beings.
Evet اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو ال۟قُوَّةِ ال۟مَتٖينُ âyeti, iaşeyi ve infakı Ce­nab-ı Hakk’a tahsis edip hasrettiği gibi وَمَا مِن۟ دَٓابَّةٍ فِى ال۟اَر۟ضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِز۟قُهَا وَيَع۟لَمُ مُس۟تَقَرَّهَا وَمُس۟تَو۟دَعَهَا كُلٌّ فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyeti dahi bütün insanların ve hayvanların rızıklarını taahhüd ve tekeffül-ü Rabbanî altına aldığı hem وَكَاَيِّن۟ مِن۟ دَٓابَّةٍ لَا تَح۟مِلُ رِز۟قَهَا اَللّٰهُ يَر۟زُقُهَا وَاِيَّاكُم۟ وَ هُوَ السَّمٖيعُ ال۟عَلٖيمُ âyeti de rızkı tedarik edemeyen, âciz ve iktidarsız olan zayıf bîçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, belki gaybdan belki hiçten –mesela, denizin dibindeki böceklere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve bütün hayvanlara her baharda âdeta sırf gaybdan– infaklarını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahede vermekle; esbab-perest insanlara dahi esbab perdesi altında yine o veriyor diye ispat ve ilan ettiği gibi pek çok âyât-ı Kur’aniye ve hadsiz şevahid-i kevniye, bi’l-ittifak her bir zîhayatın bir tek Rezzak-ı Zülcelal’in rahîmiyeti ile beslendiklerini gösteriyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now the trees require a certain form of sustenance but have neither power nor will. They remain therefore in  their places, trusting in God, and their provision  comes hastening to them. So too the sustenance of  infants flows to  their mouths from wondrous small pumps, aided by the solici tude and tenderness of their mothers. Then when the infants acquire a little power and will, the milk ceases. These various instances clearly prove that licit sustenance is not proportionate to  will and power, but comes in relation to weakness and impotence, which induce trust in God.
Evet, bir nevi rızık isteyen ağaçlar iktidarsız ve ihtiyarsız olduklarından onlar, yerlerinde mütevekkilane dururken rızıkları onlara koşup gelmesi ve âciz yavruların nafakaları hayret-nümun tulumbacıklardan ağızlarına akması ve o yavrulara bir parça iktidar ve azıcık bir ihtiyar gelmesiyle süt kesilmesi, hususan insan yavrularına analarının şefkatleri yardımcı verilmesi, bedahetle ispat eder ki helâl rızık, iktidar ve ihtiyar ile mütenasiben değildir belki tevekkül veren zaaf ve acze nisbeten geliyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Will, power and cleverness frequently incite greed, which is a source of loss, and often  push certain learned men toward a form of beggary, whereas by contrast the trusting  weakness of the boorish, crude and common man may cause him to attain riches.
Ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden iktidar ve ihtiyar ve zekâvet, bir kısım büyük ediblerde o edibleri bir nevi dilenciliğe kadar sevk ettiği gibi zekâvetsiz, kaba, çok âmî adamların tevekkülvari iktidarsızlıkları dahi onları zenginliğe îsal etmesi ve كَم۟ عَالِمٍ عَالِمٍ اَع۟يَت۟ مَذَاهِبُهُ وَ جَاهِلٍ جَاهِلٍ تَل۟قَاهُ مَر۟زُوقًا darb-ı mesel olması ispat eder ki rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiyacına acıyan bir şefkat canibinden ihsan edilir. Fakat '''rızık ikidir''':
The proverb, “How many a learned man has striven in vain, and how many an ignoramus gained rich provision,” establishes that licit provision is not won by power and will, but by a mercy that finds working and striving acceptable; it is bestowed by a tenderness that takes pity on need. Now provision and sustenance is of two kinds:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First''' is true and natural provision, that required for life; this is guaranteed by the  Sustainer. It is indeed so regular and well-ordered  that this natural provision, stored in the body in the form of fat and other things, is enough to ensure survival for at least twenty days, even if nothing is eaten. Those who apparently die of hunger before the twenty or thirty days are up and before the provision stored up in their body is exhausted, die in reality not from a lack of provision, but from a disease arising from lack of caution and the disturbance of fixed habit.
'''Biri:''' Yaşamak için hakiki ve fıtrî rızıktır ki taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki bedende yağ vesaire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade bir şey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek, yirmi otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler, rızıksızlıktan değil belki sû-i itiyaddan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Second Form of Provision: metaphorical and artifical provision, arising due to addiction from habit, wastefulness  and misuse, but acquiring the appearance of necessity. This form is not guaranteed by the Sustainer, but depends on His generosity: sometimes He may give it, sometimes He may not give it.
'''İkinci kısım rızık:''' İtiyad, israf ve sû-i istimalat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun’î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd-ü Rabbanî altında değil belki ihsana tabidir. Kâh verir kâh vermez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
With respect to this second form of provision and sustenance, happy is he who regards  his frugality —a  source of happiness and pleasure— contentment  and licit striving, as a form of worship and active prayer for sustenance. He accepts God’s bounty gratefully and appreciatively, and passes his life in happpy fashion.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki medar-ı saadet ve lezzet olan iktisat ve kanaatle sa’y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerek müteşekkirane ve minnettarane o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârane geçirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Wretched is he who on account of prodigality —the source of wretchedness and loss— and greed, abandons licit striving, knocks at every door, passes his life in sloth, oppression and wretchedness, and indeed puts his own life to death.
Ve bedbaht odur ki medar-ı şakavet ve hasaret ve elem olan israf ve hırs ile sa’y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup tembelkârane ve zalimane ve müştekiyane hayatını geçirir, belki öldürür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way that a stomach requires sustenance, so too the subtle capacities and senses of man, his heart, spirit, intelligence, eye, ear and mouth, also request their sustenance from the Compassionate Provider and gratefully receive it. To each of them separately and in appropriate form is presented such provision from the treasury of mercy as will rejoice them and give  them pleasure. Indeed, the Compassionate  Provider, in order to give to them provision in more generous measure has created each of man’s subtle capacities —eye and ear, heart, imagination, and intellect— in the form of a key to His treasury of mercy.
Nasıl ki mide bir rızık ister, öyle de kalp ve ruh ve akıl ve göz ve kulak ve ağız gibi insanın latîfeleri ve duyguları dahi Rezzak-ı Rahîm’den rızıklarını isterler ve müteşekkirane alırlar. Her birisine ayrı ayrı ve onlara lâyık ve onları memnun ve mütelezziz eden rızıkları, hazine-i rahmetten ihsan edilir. Belki Rezzak-ı Rahîm, onlara daha geniş rızık vermek için göz ve kulak, kalp ve hayal ve akıl gibi o latîfelerin her birisini, hazine-i rahmetinin birer anahtarı hükmünde yaratmış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, the eye is a key to the treasury containing such precious jewels as the fairness and beauty to be seen on the face of the universe, and the same holds true of all the others mentioned; they all  benefit through faith. To resume after our digression:
Mesela göz, kâinat yüzündeki hüsün ve cemal gibi kıymettar cevher hazinelerinin bir anahtarı olduğu misillü ötekiler dahi her biri birer âlemin anahtarı olur, iman ile istifade eder. Yine sadedimize dönüyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Powerful and Wise One Who created this cosmos created also life as a comprehensive summary of the cosmos, and concentrated all of His purposes and the manifestations of His Names therein. So too, within the realm of life, he made of provision a comprehensive centre of activity and created within animate beings the taste for provision, thus causing animate beings to respond to His dominicality and love with a permanent and universal gratitude, thankfulness, and worship that is one of the  significant purposes and instances of  wisdom inherent in the creation of the universe.
Bu kâinatı yaratan Zat-ı Kadîr-i Hakîm, nasıl ki kâinattan hayatı bir hülâsa-i câmia olarak halk edip umum maksatlarını ve isimlerinin cilvelerini onda temerküz ettiriyor. Öyle de hayat âleminde dahi rızkı bir cem’iyetli merkez-i şuunat yaparak, iştiha ihtiyacını ve zevk-i rızkîyi zîhayatta halk ederek hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli bir gayesi ve bir hikmeti olan daimî ve küllî bir teşekkür ve minnettarlık ve perestişlik ile rububiyetine ve sevdirmesine karşı mukabele ettiriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, it is one of the activities of dominicality to cause every area of the broad  realm of dominicality to rejoice — the heavens are caused to rejoice with the angels and spirit beings, the World of the Unseen with spirits, and the material world, particularly the air and the earth, with the existence of all animate beings, particularly birds, great and small, at all times and places. Through the wisdom of this causing to rejoice and the infusion of life and spirit, animals and men are, as it were, whipped by the need for provision and the pleasure they take therein to pursue their provision and sustenance, thus being delivered from sloth. This too is one of the wise activities of dominicality. Were it not for such  significant instances of wisdom, the provision destined for animals would be caused instinctively to hasten toward them to satisfy their needs, without any effort on their part, just as provision and sustenance is caused to hasten toward the tree.
Mesela, çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melâike ve ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi hususan hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki, pek kuvvetli bir kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tembellikten ve ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim hikmetler olmasa idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi hayvanların da mukannen olan tayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hâcetlerini koşturacaktı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Were there to  be an eye capable of witnessing  and comprehending the whole surface of the earth at one time, in order to perceive the beauties of the Names of Compassionate and Provider and the witness they bear to Divine unity, it would see what  sweet beauty is  contained in the tender and solicitous manifestation of the Compassionate Provider Who sends to the caravans of animals at the end of winter, when their  provision  is about to be exhausted, extremely  delicious, abundant  and varied foods and bounties, drawn exclusively from His unseen treasury of mercy, as succour from the unseen and Divine generosity, placed in the hands of plants, the crowns of trees, and the breasts of mothers. The possessor of that all-seeing eye would realize the following:
İsm-i Rahîm ve Rezzak’ın cemallerini ve vahdaniyete şehadetlerini tam görmek için zemin yüzünü birden ihata edip müşahede edecek bir göz bulunsa kış âhirinde erzakları bitmek üzere olan hayvanat kafilelerine, imdad-ı gaybî ve ihsan-ı Rahmanî olarak nebatatın ellerine verilen ve ağaçların başlarına konulan ve validelerin sinelerine takılan ve sırf hazine-i gaybiye-i rahmetten gayet leziz ve gayet çok ve gayet mütenevvi taamları ve nimetleri gönderen Rezzak-ı Rahîm’in bu cilve-i şefkatinde ne kadar şirin bir güzellik, ne kadar tatlı bir cemal bulunduğunu görecek ve ondan bilecek ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The making of a single apple, and the generous giving of it to a man as true sustenance and provision, can  be accomplished  only by a Being Who causes the seasons, the nights and the days to rotate, Who causes the globe to revolve like a cargo ship, and thus brings the fruits of the seasons within reach of those needy guests of the earth who stand waiting for them. For the stamp of its nature, the seal of wisdom, the imprint of eternal besoughtedness, the signet of mercy that is to be found on the surface of the apple, is to be found also on all apples and other fruits, plants and animals. Hence the true Master and Maker of the apple is bound to be the Glorious Sovereign, the Beauteous Creator of all the  inhabitants of the world, who are the peers, the congeners and the brothers of the apple; of the vast earth that is the garden of the apple; of the tree of the cosmos that is its factory; of the seasons that are its workshop; and of the spring and summer that are its place of maturing.
Bir tek elmayı yapıp bir adama hakiki bir rızık olarak mün’imane veren, yalnız öyle bir zat yapar, verir ki mevsimleri, gece ve gündüzleri çevirir ve küre-i arzı bir sefine-i tüccariye gibi gezdirerek mevsimlerin mahsulatlarını onunla zemindeki muhtaç misafirlerine getirir. Çünkü o elmanın yüzünde bulunan sikke-i fıtrat ve hâtem-i hikmet ve turra-i samediyet ve mühr-ü rahmet, bütün elmalarda ve sair meyvelerde ve bütün nebatat ve hayvanatta bulunduğundan o tek elmanın hakiki mâliki ve sâni’i, elbette ve herhalde o elmanın emsali ve hemcinsi ve kardeşleri olan bütün sekene-i arzın ve onun bahçesi olan koca zeminin ve onun fabrikası olan ağacının ve onun tezgâhı olan mevsiminin ve onun terbiyegâhı olan bahar ve yazın Mâlik-i Zülcelal’i ve Hâlık-ı Zülcemal’i olacak, başka olamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In other words, every fruit is a seal of unity that makes known the Writer and Maker of the earth, its  tree, and of the book of the universe, its garden; it demonstrates His unity, and shows to the number of fruits, the seal affixed to the decree of unity.
Demek, her bir meyve öyle bir mühr-ü vahdettir ki onun ağacı olan arzın ve onun bahçesi olan kâinat kitabının kâtibini ve sâni’ini bildirir ve vahdetini gösterir ve meyveler adedince vahdaniyet fermanının mühürlendiğine işaret eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the Risale-i Nur is a manifestation of the Names of All-Compassionate and All-Wise, and numerous flashes and mysteries of the truth of Compassionateness have been  expounded and proved in many parts of the  Risale-i Nur, we  leave  further discussion of the matter to those parts and content ourselves with this brief indication, out of a vast treasury, on account of the unfavourable circumstances from which we are now suffering.
Risaletü’n-Nur ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm’in mazharı olduğundan, bu rahîmiyet hakikatinin çok lem’alarını ve çok sırlarını Risaletü’n-Nur çok eczalarında beyan ve ispat ettiğinden ona havale ile bu pek büyük hazineden halimin müsaadesizliği cihetiyle bu kısa işaretle iktifa edildi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Our traveller now says: “Praise be to God! I have seen and heard Thirty-Three Truths bearing witness to the necessary existence and unity of the Creator and Sovereign I was everywhere seeking and enquiring after. Each of the truths is bright as the sun and leaves no darkness behind. It is as strong and unshakeable as a mountain. Each of them, with its verifications, bears decisive witness to His existence, and with its comprehensiveness proves His unity in manifest fashion. While proving implicitly all the pillars  of faith,  the totality and consensus of these truths causes our belief to advance from imitation to realization, from realization to knowledge of certainty, from knowledge of certainty to vision of certainty, and from vision of certainty to absolute certainty. Praise be to God; this is from the bounty of my Sustainer.
İşte bizim seyyah diyor ki: Elhamdülillah her yerde aradığım ve her şeyden sorduğum Hâlık’ımın ve Mâlik’imin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eden otuz üç hakikati gördüm ve dinledim. Her bir hakikat, güneş gibi parlak, karanlık bırakmaz; dağ gibi kuvvetli ve sarsılmaz. Ve her biri tahakkukuyla vücuduna gayet kat’î şehadet eder ve ihatasıyla vahdetine gayet zâhir delâlet eder. Ve sair erkân-ı imaniyeyi dahi içinde kuvvetli ispat etmekle beraber mecmu hakikatlerin icmaı ve ittifakı, imanımızı taklitten tahkike ve tahkikten ilmelyakîne ve ilmelyakînden aynelyakîne ve aynelyakînden hakkalyakîne iblağ ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Praise be to God Who guided us to this;
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
verily we would not have been guided  unless God had guided us. The messengers of God have come to us with the truth.(*<ref>*Qur’an, 7:43.</ref>)
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ الَّذٖى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَه۟تَدِىَ لَو۟لَٓا اَن۟ هَدٰينَا اللّٰهُ لَقَد۟ جَٓاءَت۟ رُسُلُ رَبِّنَا بِال۟حَقِّ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In extremely brief allusion to the lights of belief derived by our inquisitive traveller from the four sublime truths he witnessed at the Third Stopping-Place, it was said in the Second Chapter of the First Station, concerning the truths of the Third Stopping- Place:
İşte bu pür-merak seyyahın bu üçüncü menzilde müşahede ettiği dört muazzam hakikatlerden aldığı envar-ı imaniyeye gayet kısa bir işaret olarak '''Birinci Makam’ın ikinci babında üçüncü menzilin hakikatlerine dair''' şöyle denilmiş:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is no god other than God, the One, the Unique, to Whose Unity in Necessary Existence points the witnessing of the sublimity of the comprehensiveness of the truth of opening, through the unfolding of different forms of four hundred thousand species of living beings, perfect and without defect, according to the testimony of biology and botany; the witnessing of the sublimity of the comprehensiveness of the truth of  mercifulness, all-embracing and regular, without any deficiency, as the eye can see; the witnessing of the sublimity of the truth of administering, that encompasses in orderly fashion all living beings, without error or defect; the witnessing of the sublimity of the comprehensivness of the truth of compassionateness and sustaining, embracing all consumers of sustenance, at every time of need, without any mistake or forgetfulness; Glory be unto Him, the Provider, the Merciful, the Compassionate, the Solicitous, the Generous; His gifts are universal, and His Generosity is all-embracing; there is no god but He!
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وَح۟دَتِهٖ فٖى وُجُوبِ وُجُودِهٖ مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ ال۟فَتَّاحِيَّةِ بِفَت۟حِ الصُّوَرِ لِاَر۟بَعِ مِاَةِ اَل۟فِ نَو۟عٍ مِن۟ ذَوِى ال۟حَيَاةِ ال۟مُكَمَّلَةِ بِلَا قُصُورٍ بِشَهَادَةِ فَنِّ النَّبَاتِ وَ ال۟حَيَوَانِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ الرَّح۟مَانِيَّةِ ال۟وَاسِعَةِ ال۟مُن۟تَظَمَةِ بِلَا نُق۟صَانٍ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَ ال۟عِيَانِ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَقٖيقَةِ ال۟اِدَارَةِ ال۟مُحٖيطَةِ لِجَمٖيعِ ذَوِى ال۟حَيَاةِ وَ ال۟مُن۟تَظَمَةِ بِلَا خَطَاءٍ وَ لَا نُق۟صَانٍ . وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقٖيقَةِ الرَّحٖيمِيَّةِ وَ ال۟اِعَاشَةِ الشَّامِلَةِ لِكُلِّ ال۟مُر۟تَزِقٖينَ ال۟مُقَنَّنَةِ فٖى كُلِّ وَق۟تِ ال۟حَاجَةِ بِلَا سَه۟وٍ وَ لَا نِس۟يَانٍ ۝ جَلَّ جَلَالُ رَزَّاقِهَا الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ ال۟حَنَّانِ ال۟مَنَّانِ وَ عَمَّ نَوَالُهُ وَ شَمِلَ اِح۟سَانُهُ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You; we have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise.(*<ref>*Qur’an, 2:32.</ref>)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O our Sustainer! For the sake of ‘In the name of God, the Merciful, the Compassionate,’ O God, O Merciful One, O Compassionate One! Bestow peace and blessings upon our master Muhammad, his Family and all his Companions, to the number of all the letters in the Risale-i Nur, multiplied by ten times the number of minutes in all of our lives in this world and the hereafter, and then by the number of particles in my body throughout the course of my life. Forgive me, and those who aid me in sincerity in the copying and distribution of the Risale-i Nur, and our fathers, our masters, our shaykhs, our sisters, our brothers, and
يَا رَبِّ بِحَقِّ بِس۟مِ اللّٰهِ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ يَا اَللّٰهُ يَا رَح۟مٰنُ يَا رَحٖيمُ صَلِّ وَسَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَاَص۟حَابِهٖ اَج۟مَعٖينَ بِعَدَدِ جَمٖيعِ حُرُوفِ رَسَائِلِ النُّورِ ال۟مَض۟رُوبِ تِل۟كَ ال۟حُرُوفُ فٖى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ جَمٖيعِ عُم۟رِنَا فِى الدُّن۟يَا وَال۟اٰخِرَةِ مَعَ ضَر۟بِ مَج۟مُوعِهَا فٖى ذَرَّاتِ وُجُودٖى فٖى مُدَّةِ حَيَاتٖى وَاغ۟فِر۟لٖى وَلِمَن۟ يُعٖينُنٖى فٖى نَش۟رِ رَسَائِلِ النُّورِ وَكِتَابَتِهَا بِصَدَاقَةٍ بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا وَ لِاٰبَائِنَا وَلِسَادَاتِنَا وَشُيُوخِنَا وَ لِاَخَوَاتِنَا وَاِخ۟وَانِنَا وَلِطَلَبَةِ رِسَالَةِ النُّورِ الصَّادِقٖينَ وَبِال۟خَاصَّةِ لِمَن۟ يَك۟تُبُ وَيَس۟تَن۟سِخُ هٰذِهِ الرِّسَالَةَ بِرَح۟مَتِكَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ اٰمٖينَ وَ اٰخِرُ دَع۟وٰيهُم۟ اَنِ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
the sincere students of the Risale-i Nur, particularly those who write and copy this treatise; by Your Mercy, O Most Merciful of the Merciful, Amen. The conclusion of our prayer is, ‘Praise be to God, the Sustainer of All The Worlds!’
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İHTAR"></span>
=== İHTAR ===
===NOTE===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the other parts of the Risale-i Nur were not available in the place that saw the composition of the foregoing treatise, which was of necessity written down here, certain important matters of The Words and The Flashes have been mentioned also in The Supreme Sign, in what is an apparent repetition. In order to have the students of the  Risale-i Nur in this area  write  a  complete Risale-i Nur in miniature, we nonetheless had them write down all the present treatise.
Bu risalenin mahall-i zuhuru olan şu memleket muhitinde Risaletü’n-Nur’un sair risaleleri bulunmadığından ve ihtiyarsız olarak burada telif edildiğinden Âyetü’l-Kübra gibi risalelerde, zâhirî bir tekrar suretinde başka Sözlerin ve Lem’aların bir kısım mühim meseleleri zikredilmiş ve buralardaki şakirdlere nisbeten her biri birer küçük Risaletü’n-Nur hükmüne geçmek hikmetiyle böyle yazdırılmış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The revised copy of this rough draft was written by a certain blessed person. Even though he was ignorant of such matters, we saw in the copy prepared by him a subtle and  profound correspondence of the letters: there were six hundred and sixty-six alifs(*<ref>*Alif: the first letter of the Arabic alphabet, written as a vertical stroke, and the numerical value of which is one. [Tr.]</ref>)written at the beginning of the lines in his copy.
Bu müsveddenin birinci tebyizi bir mübarek zat tarafından oldu. O zatın tevafuktan haberi yokken yazdığı nüshada, kayda lâyık şöyle latîf ve manidar bir tevafuk gördük ki: O nüshanın satırları başında “Elif”ler altı yüz altmış altı olarak yazılmıştır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This number corresponds fully with the value according to the abjad of the title given to this treatise by Imam ‘Ali (May God  be pleased with him),  Ayat  al-Kubra (The Supreme Sign),  and thus demonstrates  the suitability of this title for the treatise. We also understood this numerical correspondence to be an indication that this treatise is a flash derived from the light of the verses of the Qur’an for they are six thousand six hundred and sixty- six in number.
Bu hal ise Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anh tarafından bu hususi risaleye verilen Âyetü’l-Kübra namının cifrî ve ebcedî makamı olan altı yüz altmış altı adedine tam tamına muvafakatı ve mutabakatı ile bu risalenin bu nama liyakatini gösterir. Hem âyât-ı Kur’aniyenin adedi olan altı bin altı yüz altmış altının dört mertebesinden üç mertebesine tevafuku dahi bu risalenin, âyâtın bir lem’ası olduğuna bir işarettir diye telakki ettik.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Bugünlerde,_manevî_bir_muhaverede_bir_sual_ve_cevabı_dinledim._Size_bir_hülâsasını_beyan_edeyim:"></span>
=== Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir hülâsasını beyan edeyim: ===
'''ON THE PURPOSE OF THE RISALE-I NUR'''
</div>
===Today, I listened to an imaginary exchange of question and answer. Let me set forth for you a summary of it.===


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Someone said: “The great mobilization and complete preparedness of the Risale-i Nur for the sake of belief and the proving of the Divine unity is constantly increasing. One hundredth part of its contents is enough to silence the most obstinate atheist; why then this further feverish mobilization and preparation?
'''Biri dedi:''' Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
They answered him: “The Risale-i Nur is not only repairing some minor damage or some small house; it is repairing vast damage and the all-embracing citadel which contains Islam, the stones of which are the size of mountains. And it is not striving to reform only a private heart and an individual  conscience; it is striving to cure with the medicines of the Qur’an and belief  and the Qur’an’s miraculousness the collective heart and generally-held ideas, which have been breached in awesome fashion by the tools of corruption prepared and stored up over a thousand years, and the general conscience, which  is facing corruption through the destruction of the foundations, currents, and marks of Islam which are the refuge of all and particularly the mass of believers. “Certainly, for  such  universal breaches and awesome wounds  proofs  and equipment of the utmost certitude and the strength of mountains, and well-proven medicines and  numberless drugs of the effectiveness of a thousand remedies are necessary. Emerging at this time from the miraculousness of the Qur’an of Miraculous Exposition, the Risale-i Nur performs this function, and is also the means of advancing and progressing through the infinite degrees of belief.”A long discussion ensued to which I listened, offering infinite thanks. I curtail the matter here.
'''Ona cevaben dediler:''' “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’an’ın ve imanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki bu zamanda Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Altıncı Şuâ]] ⇐ | [[Şualar]] | ⇒ [[Dokuzuncu Şuâ]] </center>
<center> [[Altıncı Şuâ/en|The Sixth Ray]] ⇐ | [[Şualar/en|The Rays]] | ⇒ [[Dokuzuncu Şuâ/en|The Ninth Ray]] </center>
------
------
</div>