İçeriğe atla

On Dokuzuncu Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

"------ <center> The Eighteenth Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Twentieth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("Again before his prophetic mission, one time God’s Messenger (UWBP) returned from a trading journey he made together with Khadija’s servant, Maysara, when Khadija saw two angels shading him like clouds. She mentioned this to her servant Maysara, and he replied: “I observed the same thing throughout our journey.”(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 368; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 318; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 753; Bayhaq..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("------ <center> The Eighteenth Letter ⇐ | The Letters | ⇒ The Twentieth Letter </center> ------" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 207 değişikliği gösterilmiyor)
1.888. satır: 1.888. satır:
inclined over his head, twisting back and shading him.(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 368; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 318; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 753.</ref>)
inclined over his head, twisting back and shading him.(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 368; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 318; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 753.</ref>)


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Eighth:'''When the Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) was small, he stayed in Abu Talib’s house. Whenever he ate together with Abu Talib and his household, they would eat to repletion; whereas when he was not present, they were not satisfied.(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 367; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 315; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 751; Abu Nu’aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 166.</ref>)
'''Sekizincisi:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ufak iken, Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zat yemekte bulunmazsa tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur hem kat’îdir.
This is both well-known and definite.(*<ref>*Ibn Sa’d, al-Tabaqat al-Kubra, i, 119-20; Abu Nu^aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 166; Suyuti, al- Khasa’is al-Kubra, i, 205.</ref>)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, Umm Ayman, who looked after and served the Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) when he was small, said: “God’s Messenger (UWBP) never complained about being hungry or thirsty, neither when small nor when he was older.”(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 368; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 325; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 752; Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, vi, 125.</ref>)
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Ninth:'''It is both well-known and definite that unlike other members of her tribe, his wet-nurse Halima al-Sa‘diya’s goats and posses sions were very productive and abundant.(*<ref>*al-Sa’ati, al-Fath al-Rabbani, xx, 192-3; al-Haythami, Majma’ al-Zawa’id, viii, 220-1; Abu Nu^aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 111-3; Ibn Kathir, al-Bidaya wa’l-Nihaya, ii, 273; Qadi Iyad, al- Shifa’, i, 366; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 750; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 313.</ref>)
'''Dokuzuncusu:''' Murdiası olan Halîme-i Sa’diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilafına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur hem kat’îdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, flies  did  not bother him; they never alighted on his clothes or blessed body(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 368; al-Khafaji, Sharh al-Shifa’, iii, 319; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 753; Sha’rani, al-Tabaqat al-Kubra, i, 109.</ref>)– just as  one of his progeny,  Sayyid  ‘Abd al-Qadir Gilani,  received this legacy from his forefather, for flies never alighted on him either.(*<ref>*Nabhani, Jami’ Karamat al-Awliya’, ii, 203.</ref>)
Hem sinek onu taciz etmezdi, onun cesed-i mübareğine ve libasına konmazdı. Nasıl ki evladından olan Seyyid Abdülkadir-i Geylanî (ks) dahi ceddinden o hali irsiyet almıştı, sinek ona da konmazdı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Tenth:''' After God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) was born, and especially on the night of his birth, there was a great increase in falling stars.(*<ref>*al-Haythami, Majma’ al-Zawa’id, viii, 220; Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, i, 111; Qadi Iyad, al- Shifa’, i, 366; Halabi, al-Sirat al-Halabiya, i, 207-8.</ref>)As shown with decisive proofs in the Fifteenth Word, falling stars are a sign of jinns and devils  being barred  from receiving news of the Unseen.
'''Onuncusu:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dünyaya geldikten sonra, bâhusus veladet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki şu hâdise On Beşinci Söz’de kat’iyen bürhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere; şu yıldızların sukutu, şeyatîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, since God’s Messenger (Upon whom be blessings and peace) had appeared in the world together with revelation, it was necessary to prevent the knowledge about the Unseen being transmitted by soothsayers, diviners, and jinn, which was inaccurate and mixed with lies, so that their  knowledge should not cause any doubts about revelation, and should not resemble it.
İşte madem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına set çekmek lâzımdır ki vahye bir şüphe îras etmesinler ve vahye benzemesin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Before  the prophetic mission, soothsaying was widespread. Then with its revelation, the Qur’an brought it to an end. Indeed, many soothsayers accepted Islam, for they could no longer find their informers, who were jinns. That is, the Qur’an  had  put an end to  it.
Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’an hâtime çekmişti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And these days a new type of soothsaying has appeared in the form of mediums among the spiritualists of the West. But we shall not go into that now.
İşte eski zaman kâhinleri gibi şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''Very many events occurred and persons appeared confirming and causing others to confirm the prophethood of the Noble Messenger (Upon whom be blessings and  peace) before the commencement of his mission.
'''Elhasıl:''' Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For sure, before the appearance of the one who was going to be the ruler of the world(*<ref>*Yes, the Sultan of Lawlak* was such a leader that his rule has been continuing for one thousand three hundred and fifty years. Every century after the first, he has had at least 350 million followers and subjects. With half the globe under his banner, every day his followers renew their allegiance to him in perfect submission by calling down on him peace and blessings, and obey his commands.•’Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 6. [See also, fn. 298].</ref>)and would change the world’s spiritual shape, and would make this world into the tillage for the next, and proclaim the high value of the creatures of the world, and show to man and jinn the way to eternal happiness and save them from everlasting extinction, and solve the obscure talisman of the  world and riddle of the wisdom in its creation, and would know and make known the purposes of the universe’s Creator, and recognize the Creator and acquaint Him to  all men –  before such a one appeared, surely everything, all species and realms of beings would be happy at his coming, would await him and welcome and applaud him, and if his coming was  made known to them by their Creator, they in turn would announce it. Indeed, we saw in the above Signs and examples how each realm of creature displayed his miracles as if welcoming  him, and confirmed his prophethood through the tongue of miracles.
Evet, dünyaya manen reis olacak '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Evet Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda lâekall üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve tebaası, kemal-i teslimiyetle ona her gün salât ü selâm ile tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.</ref>)''' ve dünyanın manevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlukatının kıymetlerini ilan edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlakını ve muammasını açacak ve Hâlık-ı kâinat’ın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlık’ı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat; elbette o daha gelmeden her şey her nevi her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlık’ı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki sâbık işaretlerde ve misallerde gördük ki her bir nev-i mahlukat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizatını gösteriyorlar; mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_YEDİNCİ_İŞARET"></span>
== ON YEDİNCİ İŞARET ==
==SEVENTEENTH SIGN==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
After the Qur’an, the greatest miracle of God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings  and peace) was his own self. That is, the elevated moral virtues brought together in his person, which as friend and foe agreed was in all respects of the ver y highest degree. A hero of the greatest bravery, ‘Ali, said again and again: “Whenever the fighting grew fierce, we would take refuge behind God’s Messenger (Upon whom be blessings and peace).”(*<ref>*Musnad, i, 86; al-Hakim, al-Mustadrak, ii, 143; Kanz al-‘Ummal, xii, 419.</ref>)Like this, his was the highest and unattainable degree of all praiseworthy qualities. For this greatest miracle, we refer readers to the al-Shifa’ al-Sharif of Qadi Iyad, the learned scholar of the Maghrib, for he described  and proved beautifully this miracle of praiseworthy moral qualities.
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Kur’an’dan sonra en büyük mu’cizesi, '''kendi zatıdır.''' Yani onda içtima etmiş ahlâk-ı âliyedir ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyorlar. Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali, mükerreren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasına iltica edip tahassun ediyorduk.” Ve hâkeza… Bütün ahlâk-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye mâlik idi. Şu mu’cize-i ekberi, Allâme-i Mağrib Kadı İyaz’ın Şifa-i Şerif’ine havale ediyoruz. Elhak o zat, o mu’cize-i ahlâk-ı hamîdeyi pek güzel beyan edip ispat etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A further great miracle of Muhammad (UWBP) which is verified by friend and foe alike  is his illustrious Shari‘a, the like of which neither came before it nor will come after it. For a partial explanation of it, we refer readers to the thirty-three Words, thirty-three Letters, thirty-one Flashes, and thirteen Rays which we have written.
Hem pek büyük ve dost ve düşmanla musaddak bir mu’cize-i Ahmediye (asm) '''şeriat-ı kübrasıdır''' ki ne misli gelmiş ve ne de gelecek. Şu mu’cize-i a’zamın bir derece beyanını, bütün yazdığımız otuz üç Söz ve otuz üç Mektup’a ve otuz bir Lem’a’ya ve on üç Şuâ’ya havale ediyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Among his greatest miracles, a certain  one,  the  many  reports  of  which  are unanimous, is the Splitting of the Moon. This miracle is related through many chains of transmission from many of the leading Companions like Ibn Mas‘ud, Ibn ‘Abbas, Ibn ‘Umar, ‘Ali, Anas, and Hudhayfa. In addition, the Qur’an announced this supreme miracle to the whole world with the verse:The Hour is nigh, and the moon split.(54:1) The obdurate idolators of the Quraysh at that time could not deny what this verse  states; they could  only declare  that  it  was  “magic.”(*<ref>*Tirmidhi, Tafsir al-Qur’an, 54:5; Musnad, iv, 82.</ref>)That  is  to  say,  the unbelievers also confirmed the splitting of the moon as certain. For this supreme miracle, we refer readers to the Addendum of the Thirty-First Word.
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mütevatir ve kat’î bir mu’cize-i kübrası, '''şakk-ı kamerdir'''. Evet şu inşikak-ı kamer; çok tarîklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahabeden müteaddid tarîklerle haber verilmekle beraber, nass-ı Kur’an’la اِق۟تَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ âyeti, o mu’cize-i kübrayı âleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler; belki yalnız “Sihirdir.” demişler. Demek, kâfirlerce dahi kamerin inşikakı kat’îdir. Şu mu’cize-i kübrayı, şakk-ı kamere dair yazdığımız Otuz Birinci Söz’e zeyl olan Şakk-ı Kamer Risalesi’ne havale ederiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, just as the Noble Messenger (UWBP) showed the inhabitants of the earth the miracle of the Splitting of the Moon, so too he showed the inhabitants of the heavens his supreme miracle of the Ascension. Referring that greatest miracle to the Treatise on the Ascension, the Thirty-First Word, which demonstrates with decisive proofs – even to deniers – how luminous, exalted, and true a miracle it was, we shall mention here only his journey to Jerusalem, the preliminary part of the miracle of the Ascension.
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de semavat ahalisine '''mi’rac''' mu’cize-i ekberini göstermiştir. İşte mi’rac denilen şu mu’cize-i a’zamı, Otuz Birinci Söz olan Mi’rac Risalesi’ne havale ederiz. Çünkü o risale, o mu’cize-i kübrayı, ne kadar nurani ve âlî ve doğru olduğunu kat’î bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da ispat etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For it was a miracle too that  when asked by the Quraysh the following morning, he  provided  them  with  a  description  of  the  Masjid  al-Aqsa. It  was  as follows:
Yalnız mu’cize-i mi’racın mukaddimesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi, ondan Beytü’l-Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The morning after the night of the Ascension, he informed the Quraysh about the Ascension. They dismissed it as false, and said: “If you really went to the Masjid al- Aqsa in  Jerusalem, then describe to us its doors, walls, and condition.The Noble Messenger (UWBP) later said:
Mi’rac Gecesinin sabahında, mi’racını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdis’e gitmiş isen Beytü’l-Makdis’in kapılarını ve duvarlarını ve ahvalini bize tarif et!Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman ediyor ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
فَكَرَب۟تُ كَر۟بًا لَم۟ اَك۟رُب۟ مِث۟لَهُ قَطُّ فَجَلَّى اللّٰهُ لٖى بَي۟تَ ال۟مَق۟دِسِ وَكَشَفَ ال۟حُجُبَ بَي۟نٖى وَبَي۟نَهُ حَتّٰى رَاَي۟تُهُ فَنَعَتُّهُ وَ اَنَا اَن۟ظُرُ اِلَي۟هِ
فَكَرَب۟تُ كَر۟بًا لَم۟ اَك۟رُب۟ مِث۟لَهُ قَطُّ فَجَلَّى اللّٰهُ لٖى بَي۟تَ ال۟مَق۟دِسِ وَكَشَفَ ال۟حُجُبَ بَي۟نٖى وَبَي۟نَهُ حَتّٰى رَاَي۟تُهُ فَنَعَتُّهُ وَ اَنَا اَن۟ظُرُ اِلَي۟هِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“I was annoyed by their question and denial in a way that I had never been annoyed before. Suddenly, God Almighty lifted the veil between me and the Masjid al-Aqsa and showed it to me; I looked at it, and saw and described it.”(*<ref>*Bukhari, Manaqib al-Ansar, 41; Tafsir Sura, 17:3; Muslim, Iman, 276, 278; Tafsir Sura, 17:3;Musnad, i, 309; iii, 377; Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 191.</ref>)Then the Quraysh understood  that he was giving the correct and complete description.
Yani “Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi; ben de Beytü’l-Makdis’e bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum.” İşte o vakit Kureyş baktılar ki Beytü’l-Makdis’ten doğru ve tam haber veriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
God’s Noble Messenger (UWBP) also told them: “During the journey, I saw one of your caravans. It will arrive here tomorrow at such-and-such a time.” They waited for the caravan. It was delayed for an hour, so in order that the Messenger’s (UWBP) prediction should be right, the sun was arrested for an hour, as is confirmed by those who investigated the event. That is to say, in order to prove what he said was right, the earth stopped its journeying, its duty, for an hour, and its immobility was shown as the sun being arrested in its motion.(*<ref>*Qadi Iyad, al-Shifa’, i, 284; ‘Ali al-Qari, Sharh al-Shifa’, i, 591-2; Suyuti, al-Durar al-Muntathira,193; al-Haythami, Majma’ al-Zawa’id, viii, 296; al-Sa’ati, al-Fath al-Rabbani, vi, 155; al-Albani,
Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm, kafileniz yarın filan vakitte gelecek.” Sonra o vakit, kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ihbarı doğru çıkmak için ehl-i tahkikin tasdikiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz, onun sözünü doğru çıkarmak için vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili, güneşin sükûnetiyle göstermiştir.
Silsilat al-Ahadith al-Da’ifa, 972.</ref>)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, the mighty earth abandoned its duty in order to confirm a single statement of Muhammad the Arabian (UWBP), and the mighty sun witnessed it. So you may understand how unfortunate are those who do not affirm him nor obey his commands, and how fortunate are those who affirm him and say: “We have heard and we obey!” Now offer praise and thanks to God for Islam and belief!
İşte Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın bir tek sözünün tasdiki için koca arz vazifesini terk eder, koca güneş şahit olur. Böyle bir zatı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine سَمِع۟نَا وَ اَطَع۟نَا diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلَى ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟اِس۟لَامِ de.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_SEKİZİNCİ_İŞARET"></span>
== ON SEKİZİNCİ İŞARET ==
==EIGHTEENTH SIGN==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The greatest miracle of God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace),  an  eternal  one,  is  the  All-Wise  Qur’an,  which  comprises  hundreds  of evidences of his prophethood, and forty aspects of whose own miraculousness have been proven.
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın en büyük ve ebedî ve yüzer delail-i nübüvveti câmi’ ve kırk vecihle i’cazı ispat edilmiş bir mu’cizesi dahi '''Kur’an-ı Hakîm’'''dir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Twenty-Fifth Word has explained concisely and proved those forty aspects in its  approximately  one hundred and fifty pages. Therefore, referring that supreme miracle, a treasury of miracles, to that Word, here we shall explain only one or two points.
İşte şu mu’cize-i ekberin beyanına dair Yirmi Beşinci Söz takriben yüz elli sahifede, kırk vech-i i’cazını icmalen beyan ve ispat etmiştir. Öyle ise şu mahzen-i mu’cizat olan mu’cize-i a’zamı o Söz’e havale ederek yalnız iki üç nükteyi beyan edeceğiz:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİRİNCİ_NÜKTE"></span>
=== BİRİNCİ NÜKTE ===
===First Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If it is asked:'''The miraculousness of the Qur’an lies in its eloquence. But all classes of men have the right to a share of its understanding, and only one learned scholar out of a thousand can understand the miraculousness in its eloquence?
'''Eğer denilse:''' İ’caz-ı Kur’an belâgattadır. Halbuki umum tabakatın hakları var ki i’cazında hisseleri bulunsun. Halbuki belâgattaki i’cazı, binde ancak bir muhakkik âlim anlayabilir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The All-Wise Qur’an has a different kind of miraculousness corresponding to  the understanding of each class; it  indicates the existence of its miraculousness to each in a different way.
'''Elcevap:''' Kur’an-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir nevi i’cazı vardır. Ve bir tarzda, i’cazının vücudunu ihsas eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, to the scholars of rhetoric and eloquence, it exhibits the miraculousness of its extraordinary eloquence.
Mesela, ehl-i belâgat ve fesahat tabakasına karşı, hârikulâde belâgattaki i’cazını gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To the poets and orators, it shows its exalted, beautiful, and  original  style, which  no  one can imitate although it pleases everyone. The passage of time does not cause its style to age; it always remains fresh and new. Its prose and word-order are so well-ordered that it is both elevated and pleasant.
Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı; garib, güzel, yüksek üslub-u bedî’in i’cazını gösterir. O üslup herkesin hoşuna gittiği halde, kimse taklit edemiyor. Mürur-u zaman o üslubu ihtiyarlatmıyor, daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki hem âlî hem tatlıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To soothsayers and other diviners of the Unseen, it displays its miraculousness in its extraordinary reports concerning the Unseen.
Hem kâhinler ve gaibden haber verenler tabakasına karşı, hârikulâde ihbarat-ı gaybiyedeki i’cazını gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To historians, it  demonstrates  its  miraculousness  by  giving  information  concerning events of past ages, as well as those of the future, and of the Intermediate Realm and the hereafter.
Ve ehl-i tarih ve hâdisat-ı âlem uleması tabakasına karşı, Kur’an’daki ihbarat ve hâdisat-ı ümem-i sâlife ve ahval ve vakıat-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i’cazını gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To social and political scientists, it  shows the miraculousness in its sacred  principles. Yes, the  Supreme  Shari‘a, which  proceeds  from  the  Qur’an, indicates that mystery of miraculousness.
Ve içtimaiyat-ı beşeriye uleması ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kur’an’ın desatir-i kudsiyesindeki i’cazını gösterir. Evet, o Kur’an’dan çıkan şeriat-ı kübra, o sırr-ı i’cazı gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To those occupied with knowledge of God and cosmic truths, it shows the miraculousness of the sacred divine  truths in the Qur’an, or else it indicates the existence of that miraculousness.
Hem maarif-i İlahiye ve hakaik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı, Kur’an’daki hakaik-i kudsiye-i İlahiyedeki i’cazı gösterir veya i’cazın vücudunu ihsas eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To the Sufis  and saints, it  shows  the  miraculousness  in  the  hidden  mysteries  of its  verses, which constantly rise and fall like waves in the sea of the Qur’an. And so on. To each of forty  classes  of  men,  it  opens  up  a  window  and  shows  its  miraculousness.
Ve ehl-i tarîkat ve velayete karşı, Kur’an bir deniz gibi daima temevvücde olan âyâtının esrarındaki i’cazını gösterir ve hâkeza… Kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’cazını gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The ordinary people even, who only listen to the Qur’an understanding a little of its meaning, confirm that it does not resemble any other  book. They say: “The Qur’an is either inferior to all the other books we have heard read, which not even an enemy could claim – just as it is impossible – or it is superior to all of  them and is thus a miracle.” Now, in order to help him, we shall explain  further  the  miraculousness  which  the  ordinary  man  understood  by  just listening. It is as follows:
Hattâ yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana fehmeden avam tabakasına karşı, Kur’an’ın okunmasıyla başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmî der ki: “Ya bu Kur’an bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır. Bu ise hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhaldir. Öyle ise bütün işitilen kitapların fevkindedir. Öyle ise mu’cizedir.” İşte bu kulaklı âmînin fehmettiği i’cazı, ona yardım için bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
When  the  Qur’an  of  Miraculous  Exposition  appeared  challenging  the  whole world, it aroused passionate feelings of two kinds in people:
Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan meydana çıktığı vakit bütün âleme meydan okudu ve insanlarda iki şiddetli his uyandırdı:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First:'''In friends, the desire to imitate it; that is, the desire to resemble the style of their beloved Qur’an, and a wish to speak like it.
'''Birisi:''' Dostlarında hiss-i taklidi, yani sevgili Kur’an’ın üslubuna karşı benzemeklik arzusu ve onun gibi konuşmak hissi…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Second:'''In enemies, the desire to criticize and dispute it; that is, the wish to invalidate its claim of miraculousness by competing with its style.
'''İkincisi:''' Düşmanlarda bir hiss-i tenkit ve muaraza, yani Kur’an üslubuna mukabele etmekle dava-yı i’cazı kırmak hissi…
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, because of these two intense emotions, millions of books were written in Arabic,  and are to be seen. Now, whoever listens to the most eloquent, the most brilliant, of these books being read together with the Qur’an is bound to say that it does not resemble any of them. That means that the Qur’an is not of the same level as them. In which case, it must  either  be inferior to all of them, which together with being impossible a hundred times over, no one, not even Satan, could claim, or the Qur’an of Miraculous Exposition is superior to all of them.
İşte bu iki hiss-i şedit ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydandadır. Şimdi bütün bu kitapların en beliğleri, en fasihleri Kur’an’la beraber okunduğu vakit, her kim dinlese kat’iyen diyecek ki Kur’an bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur’an, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise herhalde, ya Kur’an umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhal olmakla beraber, hiç kimse hattâ şeytan bile olsa diyemez. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yirmi Altıncı Mektup’un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izahıdır.</ref>)''' Öyle ise Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, yazılan umum kitapların fevkindedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, the All-Wise  Qur’an demonstrates  its miraculousness before the uneducated mass of people, who do not understand its meaning, by not wearying them. Indeed, they say: “If I hear the finest and best known poems two or three times, I become bored  of them. But the Qur’an never wearies me; the more I listen to it, even, the more it pleases me. It cannot therefore be written by man.”
Hattâ manayı da fehmetmeyen cahil, âmî tabakaya karşı da Kur’an-ı Hakîm, usandırmamak suretiyle i’cazını gösterir. Evet o âmî, cahil adam der ki: “En güzel, en meşhur bir beyti iki üç defa işitsem bana usanç veriyor. Şu Kur’an ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyade dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu, insan sözü değildir.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
To children who try to memorize it, the All-Wise  Qur’an shows its miraculousness by settling in their memories with the greatest of ease, despite their small, delicate, weak and simple heads being unable to retain for long a single page of other books, and many of the verses and phrases of that large Qur’an resembling one another, which should cause muddle and confusion.
Hem hıfza çalışan çocukların tabakasına karşı dahi Kur’an-ı Hakîm o nazik, zayıf, basit ve bir sahife kitabı hıfzında tutamayan o çocukların küçük kafalarında, o büyük Kur’an ve çok yerlerinde iltibas ve müşevveşiyete sebebiyet veren birbirine benzeyen âyetlerin ve cümlelerin teşabühüyle beraber; kemal-i suhuletle, kolaylıkla o çocukların hâfızalarında yerleşmesi suretinde, i’cazını onlara dahi gösterir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Even to the sick and the dying, who are disturbed by the slightest sound and noise, the murmuring sound of the Qur’an makes felt a sort of its miraculousness, by being as sweet and agreeable for them as Zamzam water.
Hattâ az sözden ve gürültüden müteessir olan hastalara ve sekeratta olanlara karşı Kur’an’ın zemzemesi ve sadâsı; zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihetle, bir nevi i’cazını onlara da ihsas eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''The All-Wise Qur’an demonstrates its miraculousness to forty different classes and groups of people, or it indicates the  existence of its miraculousness. It neglects no one.
'''Elhasıl:''' Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Even for those who can comprehend only what their eyes see and who have no ear to hear with, no heart to feel with, and no knowledge to judge with, the Qur’an alludes to its miraculousness in a fashion.(*<ref>*Here the mention of the aspect of its miraculousness directed to those without ear, heart and knowledge, and who see only with their eyes, is extremely concise, abbreviated, and even deficient.But it has been demonstrated most clearly and brilliantly in the Twenty-Ninth and Thirtieth Letters,• so that even the blind can see it. We have had a copy of the Qur’an written that shows this aspect of miraculousness. God willing, it will be published, then everyone will be able to see it.*The Thirtieth Letter had been planned and intended, but it gave up its place to Isharat al-I‘jaz (Signs of Miraculousness), while itself never materialized. (Author)</ref>)It is like this:
Hattâ yalnız gözü bulunan '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zâhir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir. <br> * Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı.</ref>)'''kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the Qur’an of Miraculous Exposition handwritten by the calligrapher Hafiz Osman and later printed, many of the words look to one another.
Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, if a needle is passed  through the word “dog” in the phrase “they were seven, the dog being the eighth” in Sura al-Kahf (18:22)and through the underlying pages, with a slight deviation it will go through  the word “Qitmir” in Sura al-Fatir (35:13), thus establishing the dog’s name.
Mesela, Sure-i Kehf’de وَثَامِنُهُم۟ كَل۟بُهُم۟ kelimesi altında yapraklar delinse Sure-i Fâtır’daki قِط۟مٖيرٍ kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In a similar  way, the words “they will be all brought before us” (muhdarun-in) occur  twice  in Sura  Ya.  Sin.  (36:32, 53, 75),  the  first overlying the  second. The same words are again  repeated twice in Sura al-Saffat (37:57, 127), and these look both to each other and to those in Sura Ya. Sin.
Ve Sure-i Yâsin’de iki defa مُح۟ضَرُونَ birbiri üstüne, Ve’s-sâffat’taki مُح۟ضَرٖينَ ve مُح۟ضَرُونَ hem birbirine hem onlara bakıyor, biri delinse ötekiler az bir inhirafla görünecek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, the phrase “in pairs” (mathnà) occurs only three times in the Qur’an, and  two of these corresponding cannot be mere coincidence.(*<ref>*The phrase occuring towards the end of Sura al-Saba’ (34:46) corresponds to the same phrase as the beginning of Sura al-Fatir (35:1).</ref>)
Mesela, Sure-i Sebe’nin âhirinde, Sure-i Fâtır’ın evvelindeki iki مَث۟نٰى birbirine bakar. Bütün Kur’an’da yalnız üç مَث۟نٰى dan ikisi birbirine bakmaları tesadüfî olamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There are numerous similar examples.One word even coincides with slight deviation on five or six underlying pages.
Ve bunların emsali pek çoktur. Hattâ bir kelime, beş altı yerde yapraklar arkasında, az bir inhirafla birbirine bakıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I have seen a copy of the Qur’an in which passages looking to one another on facing pages were written in  red ink. At that time I said that that too indicated another sort of miracle. Some time later I saw that many phrases looked to others on the reverse of pages,  corresponding to one another in a meaningful  way.
Ve Kur’an’ın birbirine bakan iki sahifesinde, birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur’an’ı ben gördüm. “Şu vaziyet dahi bir nevi mu’cizenin emaresidir.” o vakit dedim. Daha sonra baktım ki Kur’an’ın müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var ki manidar bir surette birbirine bakar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, since the arrangement of the Qur’an in the writing  and script of printed copies of the Qur’an also is through the guidance of the Prophet (UWBP) and divine inspiration, it is a sort of sign of its miraculousness. For it is neither the work of chance, nor of the human mind. Sometimes there are deviations, but that is generally the fault  of the printing and if it had been absolutely in order, the words would have  corresponded to one another exactly.
İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, on every page of the Qur’an’s Suras of long and medium length which  were revealed in Medina, the word “Allah” has been repeated in the most wondrous manner. In addition to being repeated mostly five, six, seven, eight, nine or eleven times on the same page, the repetitions of  the two sides of the same page or on facing pages display beautiful and significant numerical relationships.(*<ref>*Also, for those who practise the recitation of the divine names and praises and supplicate God, the Qur’an&s adorned and rhymed words, and eloquent and artistic style, and the many virtues of its eloquence, which draw attention to itself, afford an elevated seriousness and sense of the divine presence, and  a collectedness of mind; they do not mar or spoil these. Whereas, rhetoric, artistic wording, rhyme and poetic composition of that sort usually weaken seriousness, make their elegance felt, disturb the sense of God’s presence, and distract attention. In fact, I used to recite Imam al- Shafi’i’s famous supplication frequently, for it is a most subtle and serious supplication, is composed in an elevated versified form, and once caused the end of dearth and famine in Egypt. On reading it, I observed that it was in verse and rhymed, and that this spoilt its lofty seriousness. I recited it constantly for eight or nine years, and I was unable to reconcile the verse and rhyme with its serious nature. I understood from this that there is a sort of miraculousness in the rhyming and ordering and qualities of the Qur’an’s words, which are particular and natural and original to it, that preserves completely the seriousness and sense of the divine presence, not spoiling them. Thus, even if those who recite supplications and the divine names and praises do not understand this sort of miraculousness with the mind, they perceive it with the heart.</ref>)
Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:'''(Hâşiye-1) Hem ehl-i zikir ve münâcâta karşı, Kur'ânın zînetli ve kafiyeli lafzı ve fesâhatli, san'atlı üslûbu ve nazarı kendine çevirecek belâğatın mezâyâsı çok olmakla beraber; ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem'iyet hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Hâlbuki o çeşit mezâyâ-yı fesâhat ve san'at-ı lafziye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarâfeti işmâm ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hattâ münâcâtın en latîfi ve en ciddisi ve en ulvî nazımlı ve Mısır'ın kaht u galâsının sebeb-i ref'i olan İmâm-ı Şâfiî'nin meşhûr bir münâcâtını çok defa okuyordum. Gördüm ki; nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcâtın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz-dokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki; Kur'ânın hàs, fıtrî, mümtâz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nev'i i'câzı var ki, hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhâfaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcât ve zikr, bu nev'i i'câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder. <br> (Hâşiye-2) Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân’ın manevî bir sırr-ı i'câzı şudur ki: Kur'ân, İsm-i A'zama mazhar olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derece-i îmânını ifâde ediyor. Hem, mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rubûbiyetin yüksek hakikatlerini beyân eden, gayet büyük ve geniş ve àlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifâde ediyor, ders veriyor. Hem Hàlık-ı Kâinâtın, Umum Mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitâbını ifâde ediyor.Elbette bu sûretteki ifâde-i Furkàn'a ve bu tarzdaki beyân-ı Kur'âna karşı﴿ قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ ﴾sırrıyla bütün ukùl-ü beşeriye ittihâd etse, bir tek akıl olsa dahi; karşısına çıkamaz; muâraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esâs nokta-i nazarında, kat'iyyen kàbil-i taklid değildir ve tanzîr edilmez! <br> (Hâşiye-3) Kur'ân-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihâyeti hitâm buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti, sahifeler için; Sûre-i İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhid-i kıyâsî ittihàz edildiğinden, Kur'ân-ı Hakîm'in bu güzel meziyeti ve i'câz alâmeti görülüyor. <br> (Hâşiye-4) Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nurun muvaffakıyeti noktasında gayet zînetli ve sevimli ve müşevvik kerâmetin, pek az ve cüz'î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emârelerine, acelelik belâsıyla iktifâ edilmiş. Hâlbuki, o büyük hakikat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmıyla beş-altı nev'ileri ile Risale-i Nurun bir silsile-i kerâmetini ve Kur'ânın göze görünen bir nev'i i'câzının lemeâtını ve rumûzât-ı gaybiyenin bir menba'-ı işârâtını teşkil ediyor. Sonradan, Kur'ânda "Lafzullâh" ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i'câzı gösteren yaldız ile bir Kur'ân yazdırıldı. Hem RumûzâtSemâniye nâmındaki sekiz küçük risaleler, hurûfât-ı Kur'âniyenin tevâfukâtından çıkan münâsebet-i latîfe ve işârâtgaybiyelerinin beyânında te'lif edildi. Hem Risale-i Nuru tevâfuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur'âniye nâmındaki beş aded risaleler yazıldı. Demek Mu'cizât-ı Ahmediye’nin te'lifinde o büyük hakikat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş; daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.</ref>)'''
, (*<ref>*Another aspect of the Qur’an of Miraculous Exposition’s miraculousness is that it expresses the most elevated and brilliant degree of the Noble Messenger’s (UWBP) belief, who manifested the
</div>
Greatest Name. It also expresses and instructs in a natural manner the religion of truth, which, being
most vast, extensive, and lofty, sets forth the lofty truths of the worlds of the hereafter and of dominicality like a sacred map. It conveys too in all its infinite glory and majesty, the address of the Creator of the universe, in respect of His being the Sustainer of all beings. Certainly, in the face of its exposition being thus, if, in accordance with the verse,“Say: If the whole of mankind and the jinn were to gather together to pro-duce the like of this Qur’an, they could not produce its like,”(17:88)all the minds of mankind were to unite and become a single mind, they could not contest it or oppose it. How could they? They are as distant from the Qur’an as the earth is from the Pleiades. For in view of the three above principles, it is certainly not possible to imitate the Qur’an, nor to compose its like.</ref>), (*<ref>*At the bottom of every page of the Qur’an, the verses are complete and they end rhyming in a fine way. The reason is this: when the verse called Mudayana (2:292) provides the standard for the pages, and the Suras Ikhlas and Kawthar, the standard for the lines, this fine quality of the All-Wise Qur’an and sign of its miraculousness become apparent.</ref>), (*<ref>*Because of unfortunate haste, we had to content ourselves in this section with some slight indications and brief instances and small signs of a highly important and magnificent wonder, one which from the point of view of the Risale-i Nur’s success is beautiful, illuminating, and encouraging. Now, that important truth and encouraging wonder – under the name of ‘coincidence’ (tevâfuk), and five or six sorts at that – forms a chain of wonders of the Risale-i Nur, and flashes of a visible sort of the Qur’an’s miraculousness, and a source of signs of the ciphers of the Unseen. Later, we had a copy of the Qur’an written that showed in gilded letters a flash of its miraculousness which appeared from the coinciding of the word Alla\h. And I wrote eight short pieces, called The Eight Symbols (RumûzatSemaniye), which explain the subtle relationships evident in the coinciding of the Qur’an’s letters, and their allusions concerning the Unseen. I also wrote five treatises, one about the wonders of Ghauth al- Gilani, three about those of ‘Ali, and one called Indications of the Qur’an (İşârâtKur’aniye), which by means of tevâfuk or coincidences, confirm, commend, and applaud the Risale-i Nur. That is to say, that important truth was perceived and written in summary fashion in the writing of The Miracles of Muhammad, but unfortunately the author saw and described only a tiny part of it; he continued without further pursuing it.</ref>)


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İKİNCİ_NÜKTE"></span>
=== İKİNCİ NÜKTE ===
===Second Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
At the time of Moses (Upon whom be peace), it was magic that was prevalent, so his most important miracles resembled it. And at Jesus (Upon whom be peace)’s time, it  was  medicine  that  was  prevalent  and  his  miracles  were  mostly  of  that  kind. Similarly, at the time of  the  Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace), in the Arabian Peninsula four things were prevalent:
Hazret-i Musa aleyhisselâmın zamanında sihrin revacı olduğundan mühim mu’cizatı, ona benzer bir tarzda geldiği ve Hazret-i İsa aleyhisselâmın zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan mu’cizatının galibi, o cinsten geldiği gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dahi zamanında Ceziretü’l-Arap’ta en ziyade revaçta dört şey idi:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The First: Eloquence and rhetoric.
'''Birincisi:''' Belâgat ve fesahat.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Second: Poetry and oratory.
'''İkincisi:''' Şiir ve hitabet.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Third: Soothsaying and divining matters of the Unseen.
'''Üçüncüsü:''' Kâhinlik ve gaibden haber vermek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Fourth: Knowledge of past events and cosmology.
'''Dördüncüsü:''' Hâdisat-ı maziyeyi ve vakıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, when the Qur’an of Miraculous Exposition appeared, it challenged those with knowledge of these four fields.
İşte Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sahiplerine karşı meydan okudu:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Firstly,''' it made the men of rhetoric and eloquence bow before it; they all listened to it in astonishment.
Başta ehl-i belâgata birden diz çöktürdü. Hayretle Kur’an’ı dinlediler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Secondly,''' it filled the poets and orators with amazement, that is, those who spoke well and  declaimed  fine poetry, so  that they bit  their fingers  in astonishment. It nullified the value of their finest poems inscribed in gold, causing them to remove the famous Seven Hanging Poems, their pride and glory, from the walls of the Ka‘ba.
İkincisi, ehl-i şiir ve hitabet yani muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki parmaklarını ısırttı. Altın ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâbe duvarlarına medar-ı iftihar için asılan meşhur “Muallakat-ı Seb’a”larını indirtti, kıymetten düşürdü.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It silenced the soothsayers and sorcerers, who  gave news of the Unseen, and made them forget the knowledge they had received. It drove away the jinns, and put an end to soothsaying.
Hem gaibden haber veren kâhinleri ve sahirleri susturdu. Onların gaybî haberlerini onlara unutturdu. Cinnîlerini tard ettirdi. Kâhinliğe hâtime çektirdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It saved those with knowledge of the past and cosmology from superstition and falsehood, and instructed them in true facts and luminous knowledge.
Hem ümem-i sâlifenin vekayiine ve hâdisat-ı âlemin ahvaline vâkıf olanları hurafattan ve yalandan kurtarıp hakiki hâdisat-ı maziyeyi ve nurlu olan vekayi-i âlemi onlara ders verdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, these  four  groups  bowed  before  the  Qur’an  in  perfect  wonder  and veneration, becoming its students. At no time could any of them attempt to contest it.
İşte bu dört tabaka, Kur’an’a karşı kemal-i hayret ve hürmetle onun önüne diz çökerek şakird oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit bir tek sureyle muarazaya kalkışamadılar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If it is asked:'''How do we know that no one could dispute or contest it?
'''Eğer denilse:''' Nasıl biliyoruz ki kimse muaraza edemedi ve muaraza kabil değil?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:''' If it had been possible to dispute it, for sure someone would have attempted it. For their religion, their possessions, their lives, and their families had been put into peril. If they had disputed it, they would have been saved. If it had been possible, they were bound to contest it. And if they had done so, since those who wished to do this, the unbelievers and dissemblers were many, and truly many, they were sure to have supported such a contest and would have advertised it widely. Just as they spread everything that was against Islam. And if someone had disputed the Qur’an and they had made it known to everyone, it would certainly have been recorded in the books of history in glittering terms.
'''Elcevap:''' Eğer muaraza mümkün olsaydı herhalde teşebbüs edilecekti. Çünkü muarazaya ihtiyaç şedit idi. Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor. Muaraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muaraza mümkün olsaydı herhalde muaraza edecektiler. Eğer muaraza edilseydi muaraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok hem pek çok olduğundan herhalde muarazaya taraftar çıkıp iltizam ederek herkese neşredeceklerdi. (Nasıl ki İslâmiyet’in aleyhinde her şeyi neşretmişler.) Eğer neşretseydiler ve muaraza olsaydı herhalde tarihlere, kitaplara şaşaalı bir surette geçecekti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But all the histories and books are in evidence; apart from a few passages about Musaylima the Liar, there is nothing in any of them. Whereas  for  twenty-three  years  the  All-Wise  Qur’an  continuously  taunted  and challenged them in a way that would increase their obduracy. It in effect said:
İşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseylime-i Kezzab’ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur’an-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu. Ve der idi ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“Let someone unlettered like Muhammad the Trustworthy compose the like of the Qur’an.
Şu Kur’an’ın Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmiden nazirini yapınız ve gösteriniz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You won’t be able to, so come on, not an unlettered person, let someone very learned and literary do it.
Haydi bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You won’t be able to do that either, so rather than a single person, gather  together all your scholars and men of eloquence, and let them assist one another, and the false gods on which you rely can also lend a hand.
Haydi bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zat olmasın, bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You won’t be able to do this either, so use the literary works of the past, and even call on those of the future to help you, and then compose the like of the Qur’an.
Haydi bununla da yapamayacaksınız; eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’an’ın nazirini gösteriniz, yapınız.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And if you can’t do this, don’t compose all the Qur’an, but only ten Suras.
Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur’an’ın mecmuuna olmasın da yalnız on suresinin nazirini getiriniz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You won’t be able to manage ten which are truly like the Qur’an’s Suras, so  put it together out of stories and fictitious tales; just produce something similar to the word-order and eloquence.
Haydi on suresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz. Yalnız nazmına ve belâgatına nazire olsun getiriniz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And don’t write a long Sura, just a short one.
Haydi bunu da yapamıyorsunuz, bir tek suresinin nazirini getiriniz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But if you can’t do this, your religion, lives, property, and families will all be in danger, both in this world and in the next!
Haydi sure uzun olmasın, kısa bir sure olsun nazirini getiriniz. Yoksa din, can, mal, iyalleriniz; dünyada da âhirette de tehlikeye düşecektir!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
With these eight alternatives, the Wise Qur’an has challenged and silenced men and jinn, not for twenty-three years, but for one thousand three hundred. Nonetheless, in those early  times,  those unbelievers did  not have recourse  to the easiest  way, dispute or contest, but chose the most difficult way, that of war, putting their lives, possessions, and families into danger. That means, it was not possible to dispute it.
İşte sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur’an-ı Hakîm yirmi üç senede değil belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyalini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek en kolay ve en kısa olan muaraza yolunu terk ettiler. Demek, muaraza yolu mümkün değildi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Wouldn’t any intelligent person, particularly the people of Arabia at that time – and the Quraysh, who were very clever – have ensured that one of their literary men composed a Sura  similar to one of the Qur’an’s and so be saved from its attacks; would they have abandoned the short and easy way, cast all they possessed into peril, and travelled the way most fraught with difficulties?
İşte hiçbir âkıl, hususan o zamanda Ceziretü’l-Arap’taki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; bir tek edibleri, Kur’an’ın bir tek suresine nazire yapıp Kur’an’ın hücumundan kurtulmasını temin ederek kısa ve kolay yolu terk edip can, mal, iyalini tehlikeye atıp en müşkülatlı yola sülûk eder mi?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''As the famous Jahiz put it: “Dispute with words was not possible, so they were compelled to fight with the sword.”
Elhasıl, meşhur Cahız’ın dediği gibi: “Muaraza-i bi’l-huruf mümkün olmadı, muharebe-i bi’s-süyufa mecbur oldular.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If it is asked:'''Some learned scholars have said that not one of the Qur’an’s Suras, but not a single of its verses can be disputed, nor even a single sentence or a word, nor have they been disputed. But this  appears to be exaggerated  and unacceptable to reason, for many human words resemble those of the Qur’an. Why do they say this?
'''Eğer denilse:''' Bazı muhakkik ulema demişler ki: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek âyetine hattâ bir tek cümlesine hattâ bir tek kelimesine muaraza edilmez ve edilmemiş.” Bu sözler mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünkü beşerin sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''There are two schools of thought concerning the Qur’an’s miraculousness and inimitability.
'''Elcevap:''' İ’caz-ı Kur’an’da iki mezhep var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The prevailing and preferred school states that the subtle qualities of eloquence and meaning in the Qur’an are beyond human power.
Mezheb-i ekser ve râcih odur ki Kur’an’daki letaif-i belâgat ve mezaya-yı maânî, kudret-i beşerin fevkindedir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The second and less preferred school states that it is within human ability to dispute one of the Qur’an’s Suras, but Almighty God has prevented this as a miracle of Muhammad (UWBP). Like a man may rise to his feet, but if a prophet tells him that he cannot and he is unable to, then it is a miracle. This opinion is called the Sarfa School. That is, Almighty God prevented men and jinn from successfully disputing a single of the Qur’an’s Suras.
İkinci mercuh mezhep odur ki Kur’an’ın bir suresine muaraza, kudret-i beşer dâhilindedir. Fakat Cenab-ı Hak, mu’cize-i Ahmediye (asm) olarak men’etmiş. Nasıl ki bir adam ayağa kalkabilir fakat eser-i mu’cize olarak bir nebi dese ki: “Sen kalkamayacaksın!” O da kalkamazsa mu’cize olur. Şu mezheb-i mercuha, Sarfe mezhebi denilir. Yani Cenab-ı Hak cin ve insi men’etmiş ki Kur’an’ın bir suresine mukabele edebilsinler. Eğer men’etmeseydi cin ve ins bir suresine mukabele ederdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
According to this school, scholars who state that a single of  its  words  cannot  be  disputed,  are  correct. Because  since  on  account  of  its miraculousness Almighty God prevented them, they could not so much as open their mouths to dispute it. And even if they had done so, they could  not  have uttered a word.
İşte şu mezhebe göre “Bir kelimesine de muaraza edilmez.” diyen ulemanın sözleri hakikattir. Çünkü madem Cenab-ı Hak, i’caz için onları men’etmiş; muarazaya ağızlarını açamazlar. Ağızlarını açsalar da izn-i İlahî olmazsa kelimeyi çıkaramazlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However,  according to  the  first-mentioned  prevalent  and  preferred  school of thought,  that  statement  of scholars  includes  the  following subtlety:  the  All-Wise Qur’an’s phrases and words look to one another.
Amma mezheb-i râcih ve ekser olan mezheb-i evvele göre dahi o ulemanın beyan ettiği fikrin şöyle bir ince vechi vardır ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It sometimes happens that a single word looks to ten places; in it are ten relationships and ten fine points of eloquence. We have pointed out examples of some of these in the commentary called Isharat al- I‘jaz (Signs of Miraculousness), in the phrases of Sura al-Fatiha and those of, “Alif. Lam. Mim. * This is the Book; in it is guidance sure, without doubt.”(2:1-2)
Kur’an-ı Hakîm’in cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bazı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belâgat, on münasebet bulunuyor. Nasıl ki İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirde, Fatiha’nın bazı cümleleri içinde ve الٓمٓ ۝ ذٰلِكَ ال۟كِتَابُ لَا رَي۟بَ فٖيهِ cümleleri içinde, şu nüktelerden bazı numuneleri göstermişiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For  example, take a  highly decorated palace;  to  situate in relation to  all the decorations a stone which is like the central point of many varied decorations, is dependent on knowing the entire wall together with all its decorations. And to situate the pupil of the eye in a human head is dependent on knowing its relations with the whole body and all the body’s wondrous functions, together with the eye’s position in the face of those duties.
Mesela, nasıl ki münakkaş bir sarayda, müteaddid, muhtelif nakışların düğümü hükmünde bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek; bütün o duvarı nukuşuyla bilmeye mütevakkıftır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In just the same way, the most advanced of the people of reality have demonstrated numerous  relationships between the Qur’an’s words and their aspects and connections, and other verses  and phrases. Scholars of the Hurufi School  in  particular  have  gone  further,  explaining and demonstrating  to  their followers a page of hidden meanings in a single of the Qur’an’s letters.
Hem nasıl ki insanın başındaki göz bebeğini yerinde yerleştirmek, bütün cesedin münasebatını ve vezaif-i acibesini ve gözün o vezaife karşı vaziyetini bilmekle oluyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, since it is the speech of the Creator of all things, each of its words may be like a heart or seed; that is, a heart contained in an immaterial body formed of mysteries, or the seed of an immaterial tree.
Öyle de ehl-i hakikatin çok ileri giden bir kısmı, Kur’an’ın kelimatında pek çok münasebatı ve sair âyetlerdeki cümlelere bakan vücuhları, alâkaları göstermişler. Hususan ulema-i ilm-i huruf daha ileri gidip bir harf-i Kur’an’da, bir sahife kadar esrarı, ehline beyan ederek ispat etmişler. Hem madem Hâlık-ı külli şey’in kelâmıdır; her bir kelimesi, kalp ve çekirdek hükmüne geçebilir. Etrafında, esrardan müteşekkil bir cesed-i manevîye kalp ve bir şecere-i maneviyeye çekirdek hükmüne geçebilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, words like those of the Qur’an, and even phrases or verses, may occur in man’s speech, but an all-encompassing knowledge is necessary to situate  them  exactly  as  they  are  in  the  Qur’an,  taking  into  account  the  many relationships.
İşte insanın sözlerinde, Kur’an’ın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, âyetler bulunabilir. Fakat Kur’an’da, çok münasebat gözetilerek bir tarz ile yerleştirildiği yerde; bir ilm-i muhit lâzım ki öyle yerli yerine yerleşsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÜÇÜNCÜ_NÜKTE"></span>
=== ÜÇÜNCÜ NÜKTE ===
===Third Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A brief but true reflection on the essential nature of the Qur’an of Miraculous Exposition was once inspired in my heart as a divine bounty.
Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hülâsatü’l-hülâsa bir icmal-i mahiyeti için bir vakit Arabî ibare ile bir tefekkür-ü hakikiyi, Cenab-ı Hak benim kalbime ihsan etmişti. Şimdi aynen o tefekkürü, Arabî olarak yazacağız, sonra manasını beyan edeceğiz. İşte:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
سُب۟حَانَ مَن۟ شَهِدَ عَلٰى وَح۟دَانِيَّتِهٖ وَصَرَّحَ بِاَو۟صَافِ جَمَالِهٖ وَجَلَالِهٖ وَكَمَالِهٖ اَل۟قُر۟اٰنُ ال۟حَكٖيمُ ال۟مُنَوَّرُ جِهَاتُهُ السِّتُّ اَل۟حَاوٖى لِسِرِّ اِج۟مَاعِ كُلِّ كُتُبِ ال۟اَن۟بِيَاءِ وَال۟اَو۟لِيَاءِ وَال۟مُوَحِّدٖينَ ال۟مُخ۟تَلِفٖينَ فِى ال۟اَع۟صَارِ وَال۟مَشَارِبِ وَال۟مَسَالِكِ ال۟مُتَّفِقٖينَ بِقُلُوبِهِم۟ وَعُقُولِهِم۟ عَلٰى تَص۟دٖيقِ اَسَاسَاتِ ال۟قُر۟اٰنِ وَكُلِّيَّاتِ اَح۟كَامِهٖ عَلٰى وَج۟هِ ال۟اِج۟مَالِ وَهُوَ مَح۟ضُ ال۟وَح۟ىِ بِاِج۟مَاعِ ال۟مُن۟زِلِ وَال۟مُن۟زَلِ وَال۟مُن۟زَلِ عَلَي۟هِ وَعَي۟نُ ال۟هِدَايَةِ بِال۟بَدَاهَةِ وَمَع۟دَنُ اَن۟وَارِ ال۟اٖيمَانِ بِالضَّرُورَةِ وَمَج۟مَعُ ال۟حَقَائِقِ بِال۟يَقٖينِ وَمُوصِلٌ اِلَى السَّعَادَةِ بِال۟عِيَانِ وَذُو ال۟اَث۟مَارِ ال۟كَامِلٖينَ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَمَق۟بُولُ ال۟مَلَكِ وَال۟اِن۟سِ وَال۟جَانِّ بِال۟حَد۟سِ الصَّادِقِ مِن۟ تَفَارٖيقِ ال۟اَمَارَاتِ وَال۟مُؤَيَّدُ بِالدَّلَائِلِ ال۟عَق۟لِيَّةِ بِاِتِّفَاقِ ال۟عُقَلَاءِ ال۟كَامِلٖينَ وَال۟مُصَدَّقُ مِن۟ جِهَةِ ال۟فِط۟رَةِ السَّلٖيمَةِ بِشَهَادَةِ اِط۟مِئ۟نَانِ ال۟وِج۟دَانِ وَال۟مُع۟جِزَةُ ال۟اَبَدِيَّةُ ال۟بَاقٖى وَج۟هُ اِع۟جَازِهٖ عَلٰى مَرِّ الزَّمَانِ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَال۟مُن۟بَسِطُ دَائِرَةُ اِر۟شَادِهٖ مِنَ ال۟مَلَأِ ال۟اَع۟لٰى اِلٰى مَك۟تَبِ الصِّب۟يَانِ يَس۟تَفٖيدُ مِن۟ عَي۟نِ دَر۟سٍ اَل۟مَلٰئِكَةُ مَعَ الصَّبِيّٖينَ وَ كَذَا هُوَ ذُو ال۟بَصَرِ ال۟مُط۟لَقِ يَرَى ال۟اَش۟يَاءَ بِكَمَالِ ال۟وُضُوحِ وَالظُّهُورِ وَيُحٖيطُ بِهَا وَيُقَلِّبُ ال۟عَالَمَ فٖى يَدِهٖ وَيُعَرِّفُهُ لَنَا كَمَا يُقَلِّبُ صَانِعُ السَّاعَةِ السَّاعَةَ فٖى كَفِّهٖ وَيُعَرِّفُهَا لِلنَّاسِ فَهٰذَا ال۟قُر۟اٰنُ ال۟عَظٖيمُ الشَّانِ هُوَ الَّذٖى يَقُولُ مُكَرَّرًا اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
سُب۟حَانَ مَن۟ شَهِدَ عَلٰى وَح۟دَانِيَّتِهٖ وَصَرَّحَ بِاَو۟صَافِ جَمَالِهٖ وَجَلَالِهٖ وَكَمَالِهٖ اَل۟قُر۟اٰنُ ال۟حَكٖيمُ ال۟مُنَوَّرُ جِهَاتُهُ السِّتُّ اَل۟حَاوٖى لِسِرِّ اِج۟مَاعِ كُلِّ كُتُبِ ال۟اَن۟بِيَاءِ وَال۟اَو۟لِيَاءِ وَال۟مُوَحِّدٖينَ ال۟مُخ۟تَلِفٖينَ فِى ال۟اَع۟صَارِ وَال۟مَشَارِبِ وَال۟مَسَالِكِ ال۟مُتَّفِقٖينَ بِقُلُوبِهِم۟ وَعُقُولِهِم۟ عَلٰى تَص۟دٖيقِ اَسَاسَاتِ ال۟قُر۟اٰنِ وَكُلِّيَّاتِ اَح۟كَامِهٖ عَلٰى وَج۟هِ ال۟اِج۟مَالِ وَهُوَ مَح۟ضُ ال۟وَح۟ىِ بِاِج۟مَاعِ ال۟مُن۟زِلِ وَال۟مُن۟زَلِ وَال۟مُن۟زَلِ عَلَي۟هِ وَعَي۟نُ ال۟هِدَايَةِ بِال۟بَدَاهَةِ وَمَع۟دَنُ اَن۟وَارِ ال۟اٖيمَانِ بِالضَّرُورَةِ وَمَج۟مَعُ ال۟حَقَائِقِ بِال۟يَقٖينِ وَمُوصِلٌ اِلَى السَّعَادَةِ بِال۟عِيَانِ وَذُو ال۟اَث۟مَارِ ال۟كَامِلٖينَ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَمَق۟بُولُ ال۟مَلَكِ وَال۟اِن۟سِ وَال۟جَانِّ بِال۟حَد۟سِ الصَّادِقِ مِن۟ تَفَارٖيقِ ال۟اَمَارَاتِ وَال۟مُؤَيَّدُ بِالدَّلَائِلِ ال۟عَق۟لِيَّةِ بِاِتِّفَاقِ ال۟عُقَلَاءِ ال۟كَامِلٖينَ وَال۟مُصَدَّقُ مِن۟ جِهَةِ ال۟فِط۟رَةِ السَّلٖيمَةِ بِشَهَادَةِ اِط۟مِئ۟نَانِ ال۟وِج۟دَانِ وَال۟مُع۟جِزَةُ ال۟اَبَدِيَّةُ ال۟بَاقٖى وَج۟هُ اِع۟جَازِهٖ عَلٰى مَرِّ الزَّمَانِ بِال۟مُشَاهَدَةِ وَال۟مُن۟بَسِطُ دَائِرَةُ اِر۟شَادِهٖ مِنَ ال۟مَلَأِ ال۟اَع۟لٰى اِلٰى مَك۟تَبِ الصِّب۟يَانِ يَس۟تَفٖيدُ مِن۟ عَي۟نِ دَر۟سٍ اَل۟مَلٰئِكَةُ مَعَ الصَّبِيّٖينَ وَ كَذَا هُوَ ذُو ال۟بَصَرِ ال۟مُط۟لَقِ يَرَى ال۟اَش۟يَاءَ بِكَمَالِ ال۟وُضُوحِ وَالظُّهُورِ وَيُحٖيطُ بِهَا وَيُقَلِّبُ ال۟عَالَمَ فٖى يَدِهٖ وَيُعَرِّفُهُ لَنَا كَمَا يُقَلِّبُ صَانِعُ السَّاعَةِ السَّاعَةَ فٖى كَفِّهٖ وَيُعَرِّفُهَا لِلنَّاسِ فَهٰذَا ال۟قُر۟اٰنُ ال۟عَظٖيمُ الشَّانِ هُوَ الَّذٖى يَقُولُ مُكَرَّرًا اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now I will give below a translation of that Arabic piece.
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The  six  aspects  of  the  Qur’an  of  Miraculous  Exposition  are  brilliant  and luminous; neither doubt nor misgiving can penetrate it. For its back leans on God’s Throne;  there is the light of revelation in that aspect. Before it and its goal is the happiness of this  world and the next; it has laid its hand on post-eternity and the hereafter, and contains the light of happiness and Paradise. Above it shines the seal of miraculousness. Beneath it lie the pillars of proof and evidence. Its inner face is pure guidance, while its right causes the mind to affirm it with phrases like “Will they not think?”  Providing  spiritual  sustenance  to  hearts,  its  left  causes  the  conscience  to testify to God’s blessings. So from what side, what corner, can the thieves of doubt and misgiving enter the Qur’an of Miraculous Exposition?
Yani Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünkü arkası arşa dayanıyor, o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i’caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı اَفَلَا يَع۟قِلُونَ ler ile ukûlü istintakla “Sadakte” dedirtiyor. Solunda; kalplere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek “Bârekellah” dediren Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the  Qur’an  of  Miraculous  Exposition  encompasses  all  the  points  of agreement found in the books of the prophets, the saints, and those who affirm divine unity, whose centuries, ways, and temperaments were all different; that is, those who sought the truth through either the intellect or the heart mentioned in their books the All-Wise Qur’an’s concise decrees and principles, in such a way as to confirm them. Thus, they are like the roots of the heavenly tree of the Qur’an.
Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Qur’an is also founded on revelation and is revelation. For the Glorious One who revealed it, demonstrated and proved it was revelation through the miracles of Muhammad (UWBP). And the Qur’an too, which reveals, shows through the miraculousness upon it that it comes from the Divine Throne. Then the alarm of the Most Noble Messenger  (Upon whom be blessings and peace) to whom it was revealed, when it was first revealed and his unconscious state during its revelation and his sincerity and veneration towards the Qur’an, which were greater than everyone’s, all demonstrate that it was revelation coming from pre-eternity; it was his guest.
Hem Kur’an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünkü Kur’an’ı nâzil eden Zat-ı Zülcelal, mu’cizat-ı Ahmediye (asm) ile Kur’an vahiy olduğunu gösterir, ispat eder. Ve nâzil olan Kur’an dahi üstündeki i’caz ile gösterir ki arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-ü vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur’an’a karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, the  Qur’an is  self-evidently pure guidance,  for  its opposite  is  the misguidance of unbelief. It is also of necessity the source of the lights of belief, and the reverse of this is of course, darkness. We have proved this decisively in many of the Words.
Hem o Kur’an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünkü onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir. Hem bizzarure Kur’an envar-ı imaniyenin madenidir. Elbette envar-ı imaniyenin aksi zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat’î olarak ispat etmişiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, the Qur’an is of a certaint y the assembly of truths; illusion and superstition cannot intrude on it. The elevated perfections which the world of Islam, to which it gave form, and the Shari‘a, which it put forward, display testify and prove that it is pure truth and contains no contradictions. Its discussions concerning the  world  of the Unseen testify to  this too, like those concerning the Manifest World.
Hem Kur’an bi’l-yakîn hakaikin mecmaıdır. Hayalat ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatli âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi âlem-i şehadetteki bahisleri gibi ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını ispat eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Without doubt, the Qur’an also leads to the happiness of this world and the next, and urges man to it. If anyone doubts this, let him read the Qur’an once and heed what it says. Moreover, the fruits the Qur’an produces are both perfect and living. In which case, the roots of the tree of the Qur’an are founded on reality and are living. For the life of the fruit points to the life of the tree. See, how many perfect, living, luminous fruits it has produced each century, such as the saints and purified scholars!
Hem Kur’an bi’l-ayân ve şüphesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevk eder. Kimin şüphesi varsa bir defa Kur’an’ı okusun ve dinlesin, ne diyor? Hem Kur’an’ın verdiği meyveler hem mükemmeldir hem hayattardır. Öyle ise Kur’an ağacının kökü hakikattedir, hayattardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın hayatına delâlet eder. İşte bak, her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil, zîhayat ve zînur meyveler vermiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, with a conviction arising from innumerable various signs, it may be said the Qur’an is accepted and sought after by both men, and jinn, and angels, for when it is recited, they gather around, drawn to it like moths.
Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş’et eden bir hads ve kanaatle, Kur’an hem ins hem cin hem meleğin makbulü ve mergubudur ki okunduğu vakit onlar, iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And  together  with  being  revelation, the  Qur’an  has  been  strengthened  and fortified with rational proofs; the unanimity of the wise and intelligent testifies to this. The great scholars of theology, and the geniuses of philosophy like Ibn Sina and Ibn Rushd unanimously demonstrated the Qur’anic principles, in accordance with their own methods and proofs.
Hem Kur’an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet, kâmil ukalânın ittifakı buna şahittir. Başta ulema-i ilm-i kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur’aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle ispat etmişler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Qur’an is also affirmed by all sound natures. So long as it is not corrupted in any way, human nature confirms it. For an easy conscience and peace of mind are to be found through its lights. That is to say, unspoilt human nature affirms it through the testimony of a tranquil conscience, and says to the Qur’an through the tongue of disposition: “Our natures cannot be  perfected without you!” We have proved this truth in many places.
Hem Kur’an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir arıza ve bir maraz olmazsa her bir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünkü itminan-ı vicdan ve istirahat-i kalp, onun envarıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur’an’a der: “Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!” Şu hakikati çok yerlerde ispat etmişiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The  Qur’an  is  also  observedly  and  self-evidently  an  eternal  and  perpetual miracle; it always displays its miraculousness. It never dies away like other miracles; its time never comes to an end; it is everlasting.
Hem Kur’an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu’cizedir. Her vakit i’cazını gösterir. Sair mu’cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, there  is  such  breadth  in  the  Qur’an’s  guidance  that  the  Angel Gabriel and a young child may listen to its same lesson side by side, and both receive their share. And a brilliant philosopher like Ibn Sina may study the same of its lessons side by side with an ordinary reciter, and they both will receive their instruction. It may even happen that due to the strength and purity of his belief, the common man may benefit more than Ibn Sina.
Hem Kur’an’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki bir tek dersinde, Hazret-i Cibril (as) bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmî bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazen olur ki o âmî adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina’dan daha ziyade istifade eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, there is in the Qur’an an eye that sees and encompasses the whole universe, and holds it before it like the pages of a book, describing its levels and worlds. Like a watchmaker turns, opens, shows, and describes his clock, the Qur’an does the same with the  universe, as though it were holding it in its hand. The Qur’an of Might y Stature is thus; it declares: “Know that there is no god but God,” and proclaims the divine unity.
Hem Kur’an’ın içinde öyle bir göz var ki bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin sanatkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur’an dahi elinde kâinatı tutmuş, öyle yapıyor. İşte şöyle bir Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, vahdaniyeti ilan eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Make the Qur’an our companion in this world, and a friend for us in the grave, and at the resurrection an intercessor, and on the Bridge a light, and from the Fire a shield and screen, and in Paradise a companion, and in all good works, a guide and leader. O God! Illuminate our hearts and graves with the light of belief and the Qur’an; and illumine the proof of the Qur’an for  the  sake  of  and  in  veneration  of  the  one  to  whom  the  Qur’an  was revealed, and grant blessings and peace to him and his Family from the Most Merciful One, the Gentle One. Amen.
اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ لَنَا فِى الدُّن۟يَا قَرٖينًا وَ فِى ال۟قَب۟رِ مُونِسًا وَ فِى ال۟قِيَامَةِ شَفٖيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِت۟رًا وَ حِجَابًا وَ فِى ال۟جَنَّةِ رَفٖيقًا وَ اِلَى ال۟خَي۟رَاتِ كُلِّهَا دَلٖيلًا وَ اِمَامًا
اَللّٰهُمَّ نَوِّر۟ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ ال۟اٖيمَانِ وَ ال۟قُر۟اٰنِ وَ نَوِّر۟ بُر۟هَانَ ال۟قُر۟اٰنِ بِحَقِّ وَ بِحُر۟مَةِ مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟قُر۟اٰنُ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ ال۟حَنَّانِ اٰمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_DOKUZUNCU_NÜKTELİ_İŞARET"></span>
== ON DOKUZUNCU NÜKTELİ İŞARET ==
==NINETEENTH SIGN==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It has been proved in the previous Signs most decisively and indubitably that the Most  Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) was God Almighty’s Messenger. His  messengership being thus established through thousands of certain evidences, Muhammad  the  Arabian (Upon whom be blessings and peace) was the most brilliant and conclusive proof of divine unity and eternal happiness.
Sâbık işaretlerde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Cenab-ı Hakk’ın resulü olduğu gayet kat’î ve şüphesiz bir surette ispat edildi. İşte risaleti binler delail-i kat’iye ile sabit olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, vahdaniyet-i İlahiyenin ve saadet-i ebediyenin en parlak bir delili ve en kat’î bir bürhanıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In this Sign, we  shall  offer  a  concise  and  summary definition  of  that  shining  evidence, that articulate proof. For since he is the proof and his conclusion is knowledge of God, we must  surely recognize  the  proof  and  learn the  manner  of  his  evidence. With  an extremely brief summary, therefore, we shall describe in what ways he is a proof of it and its correctness. It is as follows:
Biz şu işarette; o muşrık, parlak delile ve nâtık-ı sadık bürhana, hülâsatü’l-hülâsa bir icmal ile küçük bir tarif yapacağız. Çünkü madem o delildir ve neticesi marifet-i İlahiyedir elbette delili tanımak ve vech-i delâletini bilmek lâzımdır. Öyle ise biz de gayet muhtasar bir hülâsa ile vech-i delâletini ve sıhhatini beyan edeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Like all the beings in the universe, God’s Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) pointed through his own self to the Creator of the universe’s existence  and unity; and he proclaimed with his tongue that evidence of his self, together with the evidence offered by all beings. Since he himself was the evidence, we shall point in fifteen  Principles to his proof and integrity, his truthfulness and veracity.
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, şu kâinatın mevcudatı gibi Hâlık-ı kâinat’ın vücuduna ve vahdetine kendi zatı delâlet ettiği gibi o, kendi delâlet-i zatiyesini bütün mevcudatın delâletiyle beraber, lisanıyla ilan etmiştir. Madem delildir; biz o delilin hüccet ve istikametine ve sıdk ve hakkaniyetine, '''on beş esasta''' işaret ederiz:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Esas:"></span>
=== Birinci Esas: ===
===First Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This proof, who indicated the universe’s Maker with both his self, and his tongue, and his conduct, and his speech, was both verified by the reality of the universe, and  was veracious. For the evidence to divine unity made by all beings is surely confirmation of the one who proclaimed that unity.
Hem zatıyla hem lisanıyla hem delâlet-i haliyle hem kāliyle kâinatın Sâni’ine delâlet eden şu delil hem hakikat-i kâinatça musaddak hem sadıktır. Çünkü bütün mevcudatın vahdaniyete delâletleri, elbette vahdaniyeti söyleyen zatı tasdik hükmündedir. Demek, söylediği dava da umum kâinatça musaddaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, the cause he proclaimed is verified by the  whole universe. Also, since the perfection of divine unity and absolute good of eternal  happiness he expounded are in agreement and conformity with the beauty and perfection  of  all the truths  of the world, he was certainly veracious in his cause.
Hem beyan ettiği kemal-i mutlak olan vahdaniyet-i İlahiye ve hayr-ı mutlak olan saadet-i ebediye, bütün hakaik-i âlemin hüsün ve kemaline muvafık ve mutabık olduğundan o, davasında elbette sadıktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, the Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) was an articulate proof of divine unity and eternal happiness who was both veracious and verified.
Demek Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vahdaniyet-i İlahiyeye ve saadet-i ebediyeye bir bürhan-ı nâtık-ı sadık ve musaddaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Esas:"></span>
=== İkinci Esas: ===
===Second Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, since that veracious and verified proof performed thousands of miracles greater than all the previous prophets, came with a Shari‘a  that will never be abrogated, and his call was to all men and jinn, he was surely the chief of the prophets, and therefore gathered together in himself the essence and  unanimity  of  all  their  miracles.  That  means  the  strength  of  the  prophet’s consensus and the testimony of their miracles forms a support for his truthfulness and veracity.
Hem o delil-i sadık ve musaddak, madem umum enbiyanın fevkinde binler mu’cizat ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şâmil bir davet sahibi olduğundan elbette umum enbiyanın reisidir. Öyle ise umum enbiyanın mu’cizatlarının sırrını ve ittifaklarını câmi’dir. Demek, bütün enbiyanın kuvvet-i icmaı ve mu’cizatlarının şehadeti, onun sıdk ve hakkaniyetine bir nokta-i istinad teşkil eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He was also the master and leader of all the saints and purified scholars, who attained to perfection through his training and guidance and the light of his Shari‘a. In which  case,  gathered  together  in  him  were  the  mystery  of  their  wonders,  their unanimous affirmation, and the strength of their verifications. For they travelled the way their master opened up and left open, and they found the truth. In which case, all their wonder-working and verifications and consensus forms a support for their sacred master’s truthfulness and veracity.
Hem onun terbiyesi ve irşadı ve nur-u şeriatıyla kemal bulan bütün evliya ve asfiyanın sultanı ve üstadıdır. Öyle ise onların sırr-ı kerametlerini ve icmakârane tasdiklerini ve tahkiklerinin kuvvetini câmi’dir. Çünkü onlar üstadlarının açtığı ve kapıyı açık bıraktığı yolda gitmişler, hakikati bulmuşlar. Öyle ise onların bütün kerametleri ve tahkikatları ve icmaları, o mukaddes üstadlarının sıdk ve hakkaniyeti için bir nokta-i istinad temin eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, as was seen in the previous Signs, this proof of divine  unity was equipped with such certain, evident, and definite miracles and wondrous irhasat, and his prophethood was proved by such irrefutable evidences that their affirmation could not  be disputed, even if the whole universe were to unite against him.
Hem o bürhan-ı vahdaniyet, sâbık işaretlerde görüldüğü gibi o kadar kat’î, yakînî ve bâhir mu’cizeleri ve hârika irhasatları ve şüphesiz delail-i nübüvveti var ve o zatı öyle bir tasdik ediyor ki kâinat toplansa onların tasdikini iptal edemez!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Esas:"></span>
=== Üçüncü Esas: ===
===Third Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And in that herald of divine unity and giver of the tidings of eternal  happiness, who  was  himself  a  clear  miracle, were  such  elevated  moral qualities, and in  the duties of his messengership such sublime attributes, and in the Shari‘a he propagated  such  high  virtues, that even his most  bitter enemy had  to confirm them, being unable to deny them. Since the highest and best moral qualities, the most elevated and perfect attributes, and the most precious and acceptable virtues were present in his self, his duties, and his  religion, for sure, that person was the exemplar, model, personification, and master of the  perfections and elevated moral qualities in beings.
Hem o mu’cizat-ı bâhire sahibi olan vahdaniyet dellâlı ve saadet-i ebediye müjdecisi, kendi zat-ı mübareğinde öyle ahlâk-ı âliye ve vazife-i risaletinde öyle secaya-yı sâmiye ve tebliğ ettiği şeriat ve dininde öyle hasail-i gâliye vardır ki en şedit düşman dahi onu tasdik ediyor, inkâra mecal bulamıyor. Madem zatında ve vazifesinde ve dininde, en yüksek ve güzel ahlâkları ve en ulvi ve mükemmel seciyeleri ve en kıymettar ve makbul hasletleri bulunuyor; elbette o zat, mevcudattaki kemalâtın ve ahlâk-ı âliyenin misali ve mümessili ve timsali ve üstadıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In which case, those perfections in his  self, his duty, and his religion form a support for his veracity and truthfulness so powerful that it can in no way be shaken.
Öyle ise zatında ve vazifesinde ve dininde şu kemalât ise hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir nokta-i istinaddır ki hiçbir cihette sarsılmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Esas:"></span>
=== Dördüncü Esas: ===
===Fourth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And that herald of divine unity and happiness, who was the source of perfections and teacher of elevated virtues, did not speak of himself; he was made to speak. Yes, he was made to speak by the Creator of the universe. He received instruction from  his Pre-Eternal Master, then he taught. For the universe’s Creator showed through the thousands of proofs of his prophethood, in part described in the above Signs, through all those miracles He created through his hand, that he was not speaking on his own account, but conveying His speech.
Hem maden-i kemalât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet, kendi kendine söylemiyor belki söylettiriliyor. Evet, Hâlık-ı kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir. Çünkü sâbık işaretlerde kısmen beyan edilen binler delail-i nübüvvetle Hâlık-ı kâinat, bütün o mu’cizatı onun elinde halk etmekle gösterdi ki '''o, onun hesabına konuşuyor, onun kelâmını tebliğ ediyor.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, the Qur’an that came to him shows through its forty aspects of miraculousness, outer and inner, that he was Almighty God’s interpreter.
Hem ona gelen Kur’an ise içinde, dışında kırk vech-i i’caz ile gösterir ki o, Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, through all his  sincerity,  fear  of  God, seriousness,  reliability,  and  all  his  other  qualities  and conduct, he showed that he was not speaking his own ideas in his own name, but was speaking in the  name of his Creator.
Hem o kendi zatında bütün ihlasıyla ve takvasıyla ve ciddiyetiyle ve emanetiyle ve sair bütün ahval ve etvarıyla gösterir ki o, kendi namına kendi fikriyle demiyor belki Hâlık’ı namına konuşuyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In addition, all those who penetrate to realit y who heed him have affirmed him with the truths they have investigated and laid open; they have believed with knowledge of certainty (ilmelyakîn) that he was not speaking on his own behalf, but that the Creator of the universe was causing him to speak and teaching, teaching by means of him.
Hem onu dinleyen bütün ehl-i hakikat, keşif ve tahkik ile tasdik etmişler ve ilmelyakîn iman etmişler ki o, kendi kendine konuşmuyor, belki Hâlık-ı kâinat onu konuşturuyor, ders veriyor, onunla ders verdiriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In which case, his veracity and truthfulness are supported by the consensus of these four powerful principles.
Öyle ise onun sıdk ve hakkaniyeti, bu dört gayet kuvvetli esasların icmaına istinad eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Esas:"></span>
=== Beşinci Esas: ===
===Fifth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And that Interpreter of Pre-Eternal Speech saw spirit beings, conversed with angels, and offered guidance to men and jinn. He received knowledge surpassing the world of men and jinn, and even the worlds of spirits and the angels; he had access to, and relationships with, the realms that lie beyond theirs. The miracles mentioned  previously  and  the  story  of  his  life,  which  have  the  authenticity  of consensus, all prove this fact.
Hem o Tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî ervahları görüyor, melâikelerle sohbet ediyor, cin ve insi de irşad ediyor. Değil ins ve cin âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melâike fevkinde ders alıyor. Ve maverasında münasebeti var ve ıttılaı vardır. Sâbık mu’cizatı ve tevatürle kat’î macera-yı hayatı şu hakikati ispat etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In which case, unlike soothsayers and others who give news of the Unseen, no jinn, no spirit being, no angel, and apart from Gabriel, not even the highest angels in attendance on God Almighty, could interfere in the tidings he gave. And on some occasions, he even left Gabriel, his companion, behind.
Öyle ise kâhinler ve sair gaibden haber verenler gibi onun haberlerine değil cin, değil ervah, değil melâike, belki Cibril’den başka Melâike-i Mukarrebîn dahi karışamıyor. Hattâ ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrail’i dahi bazı geri bırakıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Altıncı_Esas:"></span>
=== Altıncı Esas: ===
===Sixth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And that person, the lord of the angels, jinn, and men, was the most illumined and perfect fruit of the tree of the universe, and the personification of divine mercy, and the exemplar of dominical love, and the most luminous proof of the Truth,  and  the  most  radiant  lamp  of  reality,  and  the  key to  the  talisman  of  the universe, and the solver of the riddle of creation, and the expounder of the wisdom of the world, and the herald of divine sovereignty, and the describer of the beauties of dominical art, and in regard to the comprehensiveness of his disposition, he was the most complete example of the perfections of beings.
Hem o melek, cin ve beşerin seyyidi olan zat, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve rahmet-i İlahiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbaniyenin misali ve Hakk’ın en münevver bürhanı ve hakikatin en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlahiyenin dellâlı ve mehasin-i sanat-ı Rabbaniyenin vassafı ve câmiiyet-i istidat cihetiyle o zat, mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In which case, these attributes of his and his spiritual personality indicate, indeed, show that this being was the ultimate cause of the universe’s existence; that is to say, the universe’s Creator looked to this being and created the universe. It may be said that if He had not  created him, He would not have created the universe. Yes, the truths of the Qur’an and lights of belief he brought to men and jinn, and the elevated virtues and exalted perfections apparent in his being are a decisive witness to this fact.
Öyle ise o zatın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder, belki gösterir ki o zat, kâinatın illet-i gayesidir. Yani o zata şu kâinatın Hâlık’ı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icad etmeseydi kâinatı dahi icad etmezdi denilebilir. Evet, cin ve inse getirdiği hakaik-i Kur’aniye ve envar-ı imaniye ve zatında görünen ahlâk-ı âliye ve kemalât-ı sâmiye, şu hakikate şahid-i kātı’dır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Yedinci_Esas:"></span>
=== Yedinci Esas: ===
===Seventh Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And that proof of the Truth and lamp of reality demonstrated a religion and Shari‘a that comprise principles ensuring the happiness of this world and the  next. Moreover, besides being comprehensive, they explain with complete correctness the universe’s truths and functions,and the Creator of the universe’s names and attributes.
Hem o bürhan-ı Hak ve sirac-ı hakikat, öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki iki cihanın saadetini temin edecek desatiri câmi’dir. Ve câmi’ olmakla beraber, kâinatın hakaikini ve vezaifini ve Hâlık-ı kâinat’ın esmasını ve sıfâtını, kemal-i hakkaniyetle beyan etmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, Islam and the Shari‘a are so comprehensive and perfect, and describe the universe and Himself in such a way, that anyone who studies them carefully is bound to understand that his religion is a declaration, a manifesto, describing both the One who made this beautiful universe, and the universe itself.
İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber tarif eder ki onun mahiyetine dikkat eden elbette anlar ki o din, bu güzel kâinatı yapan zatın o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way that a palace’s builder writes an instruction sheet suitable to the palace so  that he may describe himself through its features, the religion  and  Shari‘a  of  Muhammad  (UWBP) demonstrate  through  their  clear elevatedness, comprehensiveness, and truth that his religion proceeded from the pen of the One who creates and regulates the universe. Whoever ordered the universe so well is the One who ordered this religion equally well. Yes, the perfect order of the one requires the perfect order of the other.
Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar. Kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır; öyle de din ve şeriat-ı Muhammediyede (asm) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki kâinatı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise şu dini güzelce tanzim eden yine odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizinci_Esas:"></span>
=== Sekizinci Esas: ===
===Eighth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus qualified by the above-mentioned attributes and sustained by totally unshakeable, powerful supports, Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace) proclaimed his message over the heads of men and jinn in the name of the World  of the Unseen, turned to the Manifest World; he addressed the peoples and nations waiting beyond the centuries of the future; he called out to all jinn and men; he made all places and all times hear. Yes, we too hear!
İşte mezkûr sıfatlarla muttasıf ve her cihet ile sarsılmaz kuvvetli istinad noktalarına dayanan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, âlem-i şehadete müteveccih olarak âlem-i gayb namına, cin ve insin başları üzerine ilan ederek; istikbalde gelecek asırlar arkasında duran akvama ve milletlere hitap edip öyle bir nida eder ki umum cin ve inse, umum yerlere, umum asırlara işittiriyor. Evet işitiyoruz!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dokuzuncu_Esas:"></span>
=== Dokuzuncu Esas: ===
===Ninth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
His address is so elevated and powerful that all the centuries heed it. Yes, all the centuries hear the echo of his voice.
Hem öyle yüksek, kuvvetli hitap ediyor ki bütün asırlar onu dinler. Evet, aks-i sadâsını her bir asır işitiyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Onuncu_Esas:"></span>
=== Onuncu Esas: ===
===Tenth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is apparent from that person’s (UWBP) manner that he saw, and  spoke  accordingly. For  at  times  of  greatest  peril, he  spoke  unhesitatingly, fearlessly, with utter steadfastness. On occasion he challenged the whole world on his own.
Hem o zatın gidişatında görünüyor ki görüyor, öyle haber veriyor. Çünkü en tehlikeli vakitlerde, kemal-i metanetle tereddütsüz, telaşsız söylüyor. Bazı olur tek başıyla dünyaya meydan okuyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_Birinci_Esas:"></span>
=== On Birinci Esas: ===
===Eleventh  Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
With  all  his  strength  he  made  so  powerful  a  call  and summons that he caused half the earth and a fifth of mankind to respond to his voice, declaring: “Yes, we have heard and we obey!”
Hem bütün kuvvetiyle öyle kuvvetli davet edip çağırır ki yarı yeri ve nev-i beşerin beşte birini sesine karşı “Lebbeyk” dedirtti سَمِع۟نَا وَ اَطَع۟نَا söylettirdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_İkinci_Esas:"></span>
=== On İkinci Esas: ===
===Twelfth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He called with such seriousness and instructed so fundamentally that he inscribed his principles on the face of the centuries and on the very stones of all corners of the world; he engraved them on the face of time.
Hem öyle bir ciddiyetle davet ve öyle esaslı bir surette terbiye eder ki düsturlarını asırların cephesinde ve aktarın taşlarında nakşediyor ve dehirlerin yüzlerinde pâyidar ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_Üçüncü_Esas:"></span>
=== On Üçüncü Esas: ===
===Thirteenth  Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He  proclaimed  the  soundness  of  the  injunctions  he conveyed  with  such  confidence  and  sureness,  that  should  the  whole  world  have gathered, they could not have made him revoke or abjure a single of those precepts. Witness to this are all his life and his illustrious biography.
Hem tebliğ ettiği ahkâmın sağlamlığına öyle bir vüsuk ve güvenmekle söylüyor ve davet ediyor ki dünya toplansa onu bir hükmünden geri çevirip pişman edemez. Buna şahit, bütün tarih-i hayatı ve siyer-i seniyesidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_Dördüncü_Esas:"></span>
=== On Dördüncü Esas: ===
===Fourteenth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He called and summoned with such confidence and trust
Hem öyle bir itminan ile, bir itimat ile davet eder, tebliğ eder ki kimseden minnet almaz, hiçbir müşkülata karşı telaş etmez, tereddütsüz, kemal-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek getirdiği ahkâmı ilan eder. Buna şahit ise herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnası ve dünyanın fâni müzeyyenatına adem-i tenezzülüdür.
that he became obliged to no one and no difficulty upset him; with complete sincerit y and honesty, he accepted before anyone the precepts he had brought, and acted accordingly, and proclaimed them. Witness to this were his famous  asceticism  and  independence  and  his never stooping  to  the ephemeral glitter of this world, which were well-known by everyone, friend and foe.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="On_Beşinci_Esas:"></span>
=== On Beşinci Esas: ===
===Fifteenth Principle:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
His obedience to the religion he brought, and his worship of his  Maker, and  his  abstaining  from  whatever  was  forbidden, all  of  which  he performed to  a  greater degree than everyone else, demonstrate conclusively that he was the envoy and herald of the Monarch of Pre-Eternity and Post-Eternity; he was the most sincere servant of the One who is worshipped by right, and the interpreter of His pre-eternal word.
Hem getirdiği dine herkesten ziyade itaati ve Hâlık’ına karşı herkesten ziyade ubudiyeti ve menhiyata karşı herkesten ziyade takvası, kat’iyen gösterir ki o, Sultan-ı ezel ve ebed’in mübelliğidir, elçisidir ve o, Mabud-u Bi’l-hakk’ın en hâlis abdidir ve kelâm-ı ezelînin tercümanıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The conclusion of these fifteen Principles is this: the one qualified by the above-mentioned  attributes  proclaimed  divine unity with  all  his  strength repeatedly and constantly throughout his life, saying: “So know that there is no god but God.
Şu on beş adet esasların neticesi şudur ki: Mezkûr evsaf ile muttasıf şu zat; bütün kuvvetiyle, bütün hayatında mükerreren ve mütemadiyen فَاع۟لَم۟ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, vahdaniyeti ilan eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God, grant him blessings and peace to the number of good deeds of his community, and to his Family.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ عَدَدَ حَسَنَاتِ اُمَّتِهٖ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed You are All-Knowing, All-Wise!(2:32)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİR_İKRAM-I_İLAHÎ_VE_BİR_ESER-İ_İNAYET-İ_RABBANİYE"></span>
== BİR İKRAM-I İLAHÎ VE BİR ESER-İ İNAYET-İ RABBANİYE ==
==A Divine Gift And a Mark of Dominical Favour==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the hope of complying with the meaning of the verse, “But the favour of your Sustainer, rehearse and proclaim,”(93:11) I shall mention a mark of Almighty God’s favour and mercy that was apparent in the writing of this treatise, so that those who read it may understand its importance.
وَ اَمَّا بِنِع۟مَةِ رَبِّكَ فَحَدِّث۟ mazmununa mâsadak olmak emeliyle deriz: Şu risalenin telifinde, Cenab-ı Hakk’ın bir eser-i inayetini ve rahmetini zikredeceğim. Tâ şu risaleyi okuyanlar, ehemmiyetle baksınlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I had no intention of writing this treatise, for the Nineteenth and Thirty-First Words about  the messengership  of Muhammad  (UWBP) had  been written. Then suddenly I felt a compelling impulse to write it. Also my power of memory had been extinguished due to the calamities I had suffered. Moreover, in accordance with my way, I had not taken the path of narrative, that is, “he said that,” “it was said that,” in the works I had written. Furthermore, I had  no books of Hadith or the Prophet’s (UWBP) biography available to me. Nevertheless, saying: “I place my trust in God,” I began.
İşte şu risalenin telifi hiç kalbimde yoktu. Çünkü risalet-i Ahmediyeye (asm) dair Otuz Birinci ve On Dokuzuncu Sözler yazılmıştı. Birdenbire, şu risaleyi yazmak için mücbir bir hatıra kalbe geldi. Hem kuvve-i hâfızam, musibetler neticesi olarak sönmüştü. Hem meşrebimde, yazdığım eserlerde, nakil suretiyle –“Kāle-Kıyle” suretiyle– gitmemiştim. Hem yanımda kütüb-ü hadîsiye ve siyer kitapları yoktur. Bununla beraber “Tevekkeltü alallah” diyerek başladım.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It  was  extremely  successful  and  my memory  assisted  me  in  a  way  that surpassed even that of the Old Said. Thirty to forty pages were written at speed every two or three hours. Once fifteen pages were written in a single hour. It was mostly narrated from such books as Bukhari, Muslim, Bayhaqi, Tirmidhi, al-Shifa’ al-Sharif, Abu Nu‘aym, and Tabari. My heart was trembling, because if there had  been any error in relating them – since they are Hadiths – it would have been a sin. But it was clear that divine favour was with us and there was need for the treatise. God willing, what has been written is sound. If perhaps there are any errors in the wording of some of the Hadiths or in the names of the narrators, I request that my brothers will look on them tolerantly and correct them.
Öyle bir muvaffakiyet oldu ki Eski Said’in kuvve-i hâfızasından ziyade hâfızam yardım etti. Her iki üç saatte, süratle otuz kırk sahife yazıldı. Bir tek saatte, on beş sahife yazılıyordu. Ekser Buharî, Müslim, Beyhakî, Tirmizî, Şifa-i Şerif, Ebu Nuaym, Taberî gibi kitaplardan naklediliyor. Halbuki bu nakilde hata olsa –hadîs olduğu için– günah olması lâzım geldiğinden kalbim titriyordu. Fakat anlaşıldı ki inayet var ve şu risaleye ihtiyaç var. İnşâallah sahih bir surette yazılmıştır. Şayet bazı elfaz-ı hadîsiyede veya râvilerin isminde bir yanlış bulunsa tashih edilerek müsamaha ile bakmalarını ihvanlarımdan rica ediyorum.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Ustad Said Nursi, our master, dictated and we wrote the first draft. He had no books with him, nor did he refer to any. He would suddenly dictate at great speed, and we wrote. We would write thirty, forty, and sometimes more, pages in two or three hours. We formed the conviction that this ease was itself a wonder proceeding from the miracles of the Prophet Muhammad (UWBP).
Evet, biz müsveddeyi yazıyorduk, Üstadımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu, hiç müracaat da etmiyordu. Birdenbire gayet süratli söylüyordu, biz de yazıyorduk. İki üç saatte, otuz kırk, daha fazla sahife yazıyorduk. Bizim de kanaatimiz geldi ki bu muvaffakiyet, mu’cizat-ı Nebeviyenin bir kerametidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Abdullah Çavuş'''
Daimî hizmetkârı: '''Abdullah Çavuş'''
'''Süleyman Sami'''
Hizmetkârı ve müsvedde kâtibi: '''Süleyman Sami'''
'''Hâfız Hâlid'''
Müsvedde kâtibi ve âhiret kardeşi: '''Hâfız Hâlid'''
'''Hâfız Tevfik'''
Müsvedde ve tebyiz kâtibi: '''Hâfız Tevfik'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="MU’CİZAT-I_AHMEDİYE’NİN_BİRİNCİ_ZEYLİ"></span>
== MU’CİZAT-I AHMEDİYE’NİN BİRİNCİ ZEYLİ ==
==The First Addendum to The Miracles of Muhammad (UWBP)==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[The Nineteenth Word about the Messengership of Muhammad (UWBP) and the Miracle of the Splitting of the Moon have been included here because of their relevance]
On Dokuzuncu Söz, risalet-i Ahmediyeye (asm) ve zeyli, şakk-ı kamer mu’cizesine dair olduğundan makam münasebetiyle buraya alınmıştır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This Word consists of fourteen “Droplets,” and is also the Fourteenth Flash
On dört reşehatı tazammun eden On Dördüncü Lem’a’nın
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BİRİNCİ_REŞHASI"></span>
=== BİRİNCİ REŞHASI ===
===First Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There are three great and universal things which make known to us our Sustainer.
Rabb’imizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
One is the Book of the Universe, a jot of whose testimony we have heard from the thirteen Flashes  together  with  the  Thirteenth  Lesson  of  the  Arabic  Risale-Nur.
'''Birisi:''' Şu kitab-ı kâinattır ki bir nebze şehadetini on üç lem’a ile Nur risalesinden On Üçüncü Ders’ten işittik.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Another is the Seal of the Prophets (Upon whom be blessings and peace), the supreme sign of the book of the universe.
'''Birisi:''' Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hâtemü’l-enbiya aleyhissalâtü vesselâmdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And the other is the Qur’an of Mighty Stature.
'''Birisi de''' Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, we must become acquainted with the Seal of the Prophets (Upon whom be blessings and peace), who is the second, articulate, proof, and must listen to him.
Şimdi şu ikinci bürhan-ı nâtıkî olan Hâtemü’l-enbiya aleyhissalâtü vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, behold the collective personality of this proof! The face of the earth is his mosque, Mecca, his mihrab, and Medina, his pulpit. Our Prophet (Upon whom be blessings and  peace), this clear proof, is the leader of all believers, preacher to all mankind, the chief of all the prophets, the lord of all the saints, and the leader of a circle  for  the  remembrance  of  God  comprising  the  prophets  and  saints.  He  is  a luminous tree whose living roots are all the prophets, and fresh fruits are all the saints; whose claims all the prophets relying on their  miracles and all the saints relying on their wonder-working confirm and corroborate.
Evet, o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber… O bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm; bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzâkiri… Bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki her bir davasını, mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For he declares and claims: “There is no god but God!” All on left and right, that is, those luminous reciters of God’s names lined up in the past and the future, repeat the same words, and through their consensus as though declare: “You speak the truth and what you say is  right!” What false idea has the power to intrude on a claim that is thus affirmed and corroborated by thousands?
Zira o لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurani zâkirler aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek manen صَدَق۟تَ وَ بِال۟حَقِّ نَطَق۟تَ derler. Hangi vehmin haddi var ki böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İKİNCİ_REŞHA"></span>
=== İKİNCİ REŞHA ===
===Second Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as that luminous proof of divine unity is affirmed by the unanimity and consensus of those two wings, so was he confirmed and corroborated by hundreds of allusions in such revealed scriptures as the Torah and Bible.(*<ref>*In his Risale-i Hamidiye, Husain Jisri found one hundred and fourteen indications in those scriptures. If this many remained after the texts had been corrupted, there must surely have been many explicit mentions previously.</ref>)So too, the thousands of signs that appeared before the beginning of his mission, and the well-known tidings of the  voices  from the Unseen and the unanimous testimony of the soothsayers, the indications of the thousands of his miracles such as the Splitting of the Moon, and the justice of Shari‘a, all confirmed and corroborated him. Similarly, in his person, his laudable morals, which were at the peak of perfection; and in his duties, his complete confidence  and  elevated  qualities,  which  were  of the  highest  excellence; and  his extraordinary fear of God, worship,  seriousness, and fortitude, which demonstrated the strength of his belief, and his total certainty and his complete steadfastness – these all showed as clearly as the sun how utterly faithful he was to his cause.
O nurani bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenahın icma ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semaviyenin '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Hüseyin-i Cisrî “Risale-i Hamîdiye”sinde yüz on dört işaratı, o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa elbette daha evvel çok tasrihat varmış.</ref>)'''yüzler işaratı ve irhasatın binler rumuzatı ve hâtiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şehadatı ve şakk-ı kamer gibi binler mu’cizatının delâlatı ve şeriatın hakkaniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi; zatında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı gâliyesi ve kemal-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÜÇÜNCÜ_REŞHA"></span>
=== ÜÇÜNCÜ REŞHA ===
===Third Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If you wish, come! Let us go to Arabian Peninsula, to the Era of Bliss! In our imaginations, we shall see him at his duties and visit him. Look! We see a person distinguished by his fine character and beautiful form. In his hand is a miraculous book and on his tongue, a truthful address; he is delivering a pre-eternal sermon to all mankind,  indeed, to  man, jinn, and  the angels, and  to  all beings. He solves and expounds the obscure  riddle  of the world’s creation;  he discovers and solves the abstruse talisman which is the mystery of the universe; and he provides convincing and satisfying answers to the three awesomely difficult questions that are asked of all beings and have always bewildered and occupied minds: “Where do you come from? What are you doing here? Where are you going?”
Eğer istersen gel, asr-ı saadete, Ceziretü’l-Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak, hüsn-ü sîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zatı görüyoruz ki elinde mu’ciz-nüma bir kitap, lisanında hakaik-aşina bir hitap, bütün benî-Âdem’e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan muamma-i acibanesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlakını fetih ve keşfederek bütün mevcudattan sorulan, bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DÖRDÜNCÜ_REŞHA"></span>
=== DÖRDÜNCÜ REŞHA ===
===Fourth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See! He spreads such a light of truth that if you look at the universe as being outside the luminous sphere of his truth and guidance, you see it to be a place of general mourning, and beings strangers to one another and hostile, and inanimate beings to be like ghastly corpses and living creatures like orphans weeping at the blows of  death and separation.
Bak! Öyle bir ziya-yı hakikat neşreder ki eğer onun o nurani daire-i hakikat-i irşadından hariç bir surette kâinata baksan elbette kâinatın şeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatı birbirine ecnebi, belki düşman ve camidatı dehşetli cenazeler ve bütün zevi’l-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now look! Through the light he spreads, that place of universal mourning has been transformed into a place where God’s names and praises are recited in joy and ecstasy. The foreign, hostile beings have become friends and brothers. While the dumb, dead inanimate creatures all become familiar officials and docile servants. And the weeping, complaining orphans are seen to be either reciting God’s names and praises or offering thanks at being released from their duties.
Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile o matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılab etti. O ecnebi, düşman mevcudat, birer dost ve kardeş şekline girdi. O camidat-ı meyyite-i sâmite; birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı ve o ağlayıcı ve şekva edici kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretine girdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="BEŞİNCİ_REŞHA"></span>
=== BEŞİNCİ REŞHA ===
===Fifth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, through  his  light, the  motion  and  movement  of  the  universe, and  its variations, changes  and  transformations, cease  being  meaningless,  futile,  and  the playthings of chance and rise to the level of being dominical missives, pages inscribed with the signs of  creation, and mirrors to the divine names, while the world itself becomes a book of the Eternally Besought One’s wisdom.
Hem o nur ile kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tagayyürat; manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı esma-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedaniye mertebesine çıktılar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Man’s boundless weakness and  impotence  make  him  inferior  to  all  other  animals  and  his  intelligence, an instrument of grief, sorrow, and sadness, makes him more wretched, yet when he is illumined  with  that  light, he  rises  above  all  animals  and  all  creatures. Through entreaty, his  illuminated  impotence,  poverty,  and  intelligence  make  him  a  petted monarch; due to his complaints, he becomes a spoiled vicegerent of the earth.
Hem insanı bütün hayvanatın mâdûnuna düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr u ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan; bütün hayvanat, bütün mahlukat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzar ile nazdar bir halife-i zemin olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, if it were not for his light, the universe and man, and  all things, would be nothing. Yes, certainly such a  person  is  necessary  in  such a  wondrous  universe; otherwise it and the firmament would not be in existence.
'''Demek, o nur olmazsa kâinat da insan da hattâ her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ALTINCI_REŞHA"></span>
=== ALTINCI REŞHA ===
===Sixth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That person (UWBP) announces and brings the good news of eternal happiness; he is the discoverer and proclaimer of an infinite mercy, the herald and observer of the beauties of the sovereignty of dominicality, and the discloser and displayer of the treasures of the divine names. If you regard him in that way, that is in regard to his being a worshipful servant of  God, you will see him to be the model of love, the exemplar of mercy, the glory of mankind, and the most luminous fruit of the tree of creation. While if you look in this way, that is, in regard to his messengership, you see him to be the proof of God, the lamp of truth, the sun of guidance, and the means to happiness.
İşte o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi ve rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilancısı ve saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan –yani ubudiyeti cihetiyle– onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin. Şöyle baksan –yani risaleti cihetiyle– bir bürhan-ı Hak, bir sirac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And look! His light has lit up east and west like dazzling lightning! Half the earth and a fifth of mankind have accepted the gift  of  his  guidance  and  preserved  it  like  life  itself.  So  how  is  it  that  our  evil- commanding souls and satans do not accept with all its degrees, the basis of all such a person (UWBP) claimed, that is, “There is no god but God?
İşte bak, nasıl berk-i hâtıf gibi onun nuru, şarktan garbı tuttu ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki böyle bir zatın bütün davalarının esası olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ı, bütün meratibiyle beraber kabul etmesin?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="YEDİNCİ_REŞHA"></span>
=== YEDİNCİ REŞHA ===
===Seventh Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, consider how, eradicating in no time at all their evil, savage customs and habits  to  which  they were  fanatically attached,  he  decked  out  the  various  wild, unyielding peoples  of that broad peninsula with the finest virtues, and made them teachers of all the world and masters to the civilized nations. See, it was not just an outward domination; he conquered  and  subjugated their minds, spirits, hearts, and souls. He became the beloved of hearts, the teacher of minds, the trainer of souls, the ruler of spirits.
İşte bak, şu cezire-i vâsiada vahşi ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini def’aten kal’ u ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medeni ümeme üstad eyledi. Bak! Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="SEKİZİNCİ_REŞHA"></span>
=== SEKİZİNCİ REŞHA ===
===Eighth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You know that a small habit like cigarette smoking among a small nation can be eradicated permanently only by a powerful ruler with great effort. But look! This person  (UWBP)  eliminated  numerous  ingrained  habits  from  intractable, fanatical large nations with slight outward power and little effort in a short period of time, and in their place he so  established exalted qualities that they became as firm as if they had mingled with their very blood. He achieved very many extraordinary feats like this.
Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Halbuki bak bu zat; büyük ve çok âdetleri hem inatçı, mutaassıp büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’edip yerlerine öyle secaya-yı âliyeyi ki dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icraatı yapıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, we present the Arabian Peninsula as a challenge to those who refuse to see the testimony of the blessed  age of the  Prophet (UWBP). Let  them  each take a hundred philosophers, go there, and strive for a hundred years: would they be able to carry out in that time one hundredth of what he achieved in a year?
İşte şu asr-ı saadeti görmeyenlere Ceziretü’l-Arab’ı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zatın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="DOKUZUNCU_REŞHA"></span>
=== DOKUZUNCU REŞHA ===
===Ninth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, you  know  that  an  insignificant  man  of  small  standing among a  small community in a disputed matter of small importance cannot tell a small but shameful lie brazenfaced and fearlessly without displaying anxiety or disquiet enough to inform the enemies at his side of his deception. Now look at that person (UWBP); although he undertook a tremendous task which required an official of great authority and great standing and a situation of great security, can any contradiction at all be found in the words he uttered  among a  community of great  size in the face of great  hostility concerning  a  great  cause  and  matters  of  great  significance, with  great  ease  and freedom, without fear, hesitation, diffidence, or anxiety, with pure sincerity, great seriousness, and in an intense, elevated manner that angered his enemies? Is it at all possible that any trickery should have been involved? God forbid!
Hem bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münazaralı bir davada hicabsız, pervasız; küçük fakat hacalet-âver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaş göstermeden söyleyemez. Şimdi bak bu zata; pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüt, bilâ-hicab, telaşsız, samimi bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit, ulvi bir surette söylediği sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ! اِن۟ هُوَ اِلَّا وَح۟ىٌ يُوحٰى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“It is naught but Revelation inspired.”(53:4) The truth does not deceive, and one who perceives the truth is not deceived. His way which is truth is free of deception. How could a fancy appear to be truth to one who sees the truth, and deceive him?
Evet hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnidir; hakikatbîn gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ONUNCU_REŞHA"></span>
=== ONUNCU REŞHA ===
===Tenth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, look! What curiosity-arousing, attractive, necessary, and awesome truths he shows and matters he proves.
İşte bak, ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaiki gösterir ve mesaili ispat eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You know that what impels man most is curiosity. Even, if it were to be said to you: “Hand over half of your life and property, and someone will come from the moon and  Jupiter and tell you all about them. He will also tell you the truth about your future and  what will happen to you.” You would be sure to give them if you have any curiosity at all.
Bilirsin ki en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: “Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer’den ve Müşteri’den biri gelir, Kamer’de ve Müşteri’de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek.” Merakın varsa vereceksin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Whereas that person (UWBP) tells of a Monarch in whose realm, the moon flies round a moth like a fly, and the moth, the earth, flutters round a lamp, and the lamp, the sun, is merely one lamp among thousands in one of his guest- houses out of thousands.
Halbuki şu zat, öyle bir Sultan’ın ahbarını söylüyor ki memleketinde kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O arz olan o pervane ise bir lamba etrafında pervaz eder ve o güneş olan lamba ise o Sultan’ın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lambasıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, he speaks truly of a world so wondrous and a revolution so tremendous that if the earth were a bomb and exploded it would not be all that strange. Look! Listen to some of the Suras he is reciting: “When the sun is folded up.”(81:1) * “When the sky is cleft asunder.”(81:2) * “[The Day] of Noise and Clamour.”(101:1)
Hem öyle acayip bir âlemden hakiki olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki binler küre-i arz bomba olsa patlasalar o kadar acib olmaz. Bak, onun lisanında اِذَا الشَّم۟سُ كُوِّرَت۟ ۝ اِذَا السَّمَٓاءُ ان۟فَطَرَت۟ ۝ اَل۟قَارِعَةُ gibi sureleri işit.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, he speaks truly of a future in comparison with which the future in this world  is  a  tiny  mirage. And  he  describes  most  earnestly  such  happiness  that  it resembles an eternal sun in comparison with the fleeting lightning-flash of happiness in this world.
Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki bütün saadet-i dünyeviye, ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_BİRİNCİ_REŞHA"></span>
=== ON BİRİNCİ REŞHA ===
===Eleventh Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Surely wonders await us beneath the outer veil of the universe, which is thus strange  and  perplexing. So  one  thus  wonderful  and  extraordinary, a  displayer  of marvels, is necessary to tell of its wonders. It is apparent from that person’s conduct that he has seen them, and sees them, and says that he has seen them.
Böyle acib ve muamma-âlûd şu kâinatın perde-i zâhiriyesi altında elbette ve elbette böyle acayip bizi bekliyor. Böyle acayibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu’ciz-nüma bir zat lâzımdır. Hem bu zatın gidişatından görünüyor ki: O, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu semavat ve arzın İlahı bizden ne istiyor, marziyatı nedir, pek sağlam olarak bize ders veriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He instructs us most soundly concerning what the God of the heavens and the earth, who nurtures us with  His  bounties,  wants  and  desires  of  us.  Everyone, therefore, should  leave everything and hasten to  this person and  heed  the numerous other necessary and curiosity-arousing truths like these that he teaches. So how is it that most people are deaf and blind, and mad even, that they do not see this truth, and not listen to it and understand it?
Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzumlu hakaiki ders veren bu zata karşı her şeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken; ekser insanlara ne olmuş ki sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_İKİNCİ_REŞHA"></span>
=== ON İKİNCİ REŞHA ===
===Twelfth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Just as this person (UWBP) is an articulate proof and evidence as true as the unity of  the  Creator  of  beings;  so  he  is  a  decisive  proof  and  clear  evidence  for  the resurrection of  the dead and eternal happiness. Indeed, with his guidance he is the reason for eternal  happiness coming about and is the means of attaining it; so too, through his prayers and supplications, he is the cause of its existence and reason for its creation. We repeat here this  mystery, which is mentioned in the Tenth Word, because of its relevance (lit. station.)
İşte şu zat, şu mevcudat Hâlık’ının vahdaniyetine, hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi; haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-ı kātı’ı, bir delil-i sâtııdır. Belki nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Öyle de duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See! This Person (UWBP) prays with a prayer so supreme it is as if the Arabian Peninsula and the earth too perform the prayers through his majestic prayer, and offer entreaties.  See, he entreats in a congregation so vast  it  is as if all the  luminous, perfected members of mankind from the time of Adam till our age and until the end of time, are following him and  saying “Amen” to his supplications.
İşte bak, o zat öyle bir salât-ı kübrada dua ediyor ki güya şu cezire, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Bak hem öyle bir cemaat-i uzmada niyaz ediyor ki güya benî-Âdem’in zaman-ı Âdem’den asrımıza, kıyamete kadar bütün nurani kâmil insanlar, ona ittiba ile iktida edip duasına âmin diyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And see! He is beseeching for a need so universal that not only the dwellers of the earth, but those of the heavens, and all beings, join in his prayer, declaring: “Yes! O our Sustainer! Grant it to us! We too want it!” He supplicates with such want, so sorrowfully, in such a loving, yearning, and beseeching fashion(*<ref>*Tirmidhi, Da’awat, 30.</ref>)that he brings the whole cosmos to tears, making them join in his prayer.
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki değil ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat, niyazına: “Evet, yâ Rabbenâ ver, biz dahi istiyoruz.” deyip iştirak ediyorlar. Hem öyle fakirane, öyle hazînane, öyle mahbubane, öyle müştakane, öyle tazarrukârane niyaz ediyor ki bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See! The purpose and aim of his prayer is such that it raises man and the world, and all  creatures, from the lowest of the low, from inferiority, worthlessness, and uselessness to  the  highest  of the  high;  that  is, to  having value, permanence, and exalted duties.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki insanı ve âlemi, belki bütün mahlukatı esfel-i safilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan a’lâ-yı illiyyîne yani kıymete, bekaya, ulvi vazifeye çıkarıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
See! He seeks and pleads for help and mercy in a manner so elevated and sweet, it is as if he makes  all beings and the heavens and the earth hear, and bringing them to ecstasy, to exclaim: “Amen, O our God! Amen!”
Bak, hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile istiyor, yalvarıyor ki güya bütün mevcudata ve semavata ve arşa işittirip vecde getirip duasına “Âmin Allahümme âmin” dedirtiyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And see! He seeks his needs from One so Powerful, Hearing, and Munificent, One so Knowing, Seeing, and Compassionate, that He sees and hears the most secret need of the most obscure living being and its entreaties, accepts them, and has mercy on it. For He gives what is asked for, if only through the tongue of disposition. And He gives it  in so Wise, Seeing, and Compassionate a form that it leaves no doubt that His nurturing  and regulation  is  particular  to  Him,  the  All-Hearing  and  All-Seeing  One, the  Most Generous and Most Compassionate One.
Bak, hem öyle Semî’, Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hâcetini istiyor ki bilmüşahede en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini –velev lisan-ı hal ile olsun– verir ve öyle bir suret-i hakîmane, basîrane, rahîmanede verir ki şüphe bırakmaz bu terbiye ve tedbir öyle bir Semî’ ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hastır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_ÜÇÜNCÜ_REŞHA"></span>
=== ON ÜÇÜNCÜ REŞHA ===
===Thirteenth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
What does he want, this pride of the human race, who taking behind him all the eminent of mankind, stands on top of the world, and raising up his hands, is praying? What is this unique being, who is truly the glory of the cosmos, seeking? Listen!
Acaba bütün efazıl-ı benî-Âdem’i arkasına alıp arz üstünde durup arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor? Bak dinle:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He is seeking eternal  happiness. He is asking for eternal life, and to meet with God. He wants Paradise. And he wants all the sacred divine names, which display their beauty and decrees in the mirrors of beings.
Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, cennet istiyor. Hem meraya-yı mevcudatta ahkâmını ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Even if it were not for reasons for the fulfilment of those countless requests, like  mercy, grace, wisdom, and justice, a single of that Person’s (UWBP) prayers would have been sufficient for the construction of Paradise, the creation of which is as easy for divine power as the creation of the spring. Yes, just as his messengership was the reason for the opening of this place of examination and trial, so his worship and servitude of God were the reason of the opening of the next world.
Hattâ eğer rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi hesapsız o matlubun esbab-ı mûcibesi olmasa idi, şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti. Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de onun ubudiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Would the perfect order observed in the universe, which has caused scholars and the  intelligent to pronounce: “It is not possible for there to be anything better than what exists,”(*<ref>*Imam Gazâlî, Ihyâu Ulûmi’d-Din (Turk. trans.), iv, 258; Ibn ‘Arabi, al-Futuhat al-Makkiyya, i, 53; iv,154.</ref>)and the faultless beauty of art within mercy, the incomparable beauty of
Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَي۟سَ فِى ال۟اِم۟كَانِ اَب۟دَعُ مِمَّا كَانَ dediren şu meşhud intizam-ı faik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü sanat ve misilsiz cemal-i rububiyet; hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip îfa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.
dominicality, permit the ugliness, the cruelty, the lack of order of its hearing and responding to  the least significant, the least  important desires and voices, and its considering unimportant the most important, the most necessary wishes, and its not hearing or  understanding them, and not carrying them out? God forbid! A hundred thousand times, God forbid! Such a beauty would not permit such ugliness; it would not become ugly!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
My imaginary friend! That is enough for now, we must return. For if we remain a hundred  years  in  this  age  in  the  Arabian  Peninsula, we  still  would  comprehend completely only one hundredth of the marvels of that Person’s (UWBP) duties and the wonders he carried out, and we would never tire of watching him.
Yahu ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak yine o zatın garaib-i icraatını ve acayib-i vezaifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temaşasında doyamayız.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now, come! We shall look at the centuries, which will turn above us. See how each has opened like a flower through the effulgence it has received from that Sun of Guidance!  They  have  produced  millions  of  enlightened  fruits  like  Abu  Hanifa, Shafi‘i, Abu Bayazid Bistami, Shaikh ‘Abd al-Qadir Gilani, Shah Naqshband, Imam Ghazali and Shaikh Ahmad Sirhindi.
Şimdi gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o Şems-i Hidayet’ten aldıkları feyiz ile çiçek açmışlar. Ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bistamî, Şah-ı Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But postponing the details of our observations to another time, we must recite some  benedictions for that displayer of miracles and bringer of guidance, which mention a number of his certain miracles:
Meşhudatımızın tafsilatını başka vakte ta’lik edip o mu’ciz-nüma ve hidayet-edaya bir kısım kat’î mu’cizatına işaret eden bir salavat getirmeliyiz:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Endless peace and blessings be upon our master Muhammad, to the number of the  good deeds of his community, to whom was revealed the All-Wise Criterion  of  Truth  and  Falsehood,  from  One  Most  Merciful,  Most Compassionate,  from  the  Sublime  Throne;  whose  messengerhood  was foretold by the Torah and Bible, and told of by wondrous signs, the voices of jinn, saints of man, and soothsayers; at whose indication the moon split; our master  Muhammad!  Peace  and  blessings  be  upon  him  thousands  and thousands of times, to the number of the breaths of his community; at whose beckoning came the tree, on whose prayer rain swiftly fell,  and  whom the cloud shaded from the heat; who satisfied a hundred men with his food; from between whose fingers three times flowed water like the Spring of Kawthar; and to whom God made speak the lizard, the gazelle, the wolf, the torso, the arm, the camel, the mountain, the rock, and the clod; the one who made the Ascension  and  whose  eye  did  not  waver;  our  master  and  intercessor, Muhammad! Peace and blessings be upon him thousands and thousands of times,  to  the  number  of  the  letters  of  the  Qur’an  formed  in  the  words represented  with  the permission of the Most Merciful in the mirrors of the airwaves at the reciting of all the words of the Qur’an by all reciters from when it was first revealed to the end of time. And grant us forgiveness and have mercy on us, O God, for each of those blessings. Amen.
عَلٰى مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟فُر۟قَانُ ال۟حَكٖيمُ مِنَ الرَّح۟مٰنِ الرَّحٖيمِ مِنَ ال۟عَر۟شِ ال۟عَظٖيمِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ اَل۟فُ اَل۟فِ سَلَامٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّو۟رٰيةُ وَ ال۟اِن۟جٖيلُ وَ الزَّبُورُ ٠
وَ بَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ ال۟اِر۟هَاصَاتُ وَ هَوَاتِفُ ال۟جِنِّ وَ اَو۟لِيَاءُ ال۟اِن۟سِ وَ كَوَاهِنُ ال۟بَشَرِ ٠ وَ ان۟شَقَّ بِاِشَارَتِهِ ال۟قَمَرُ ٠ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ اَن۟فَاسِ اُمَّتِهٖ ٠ عَلٰى مَن۟ جَائَت۟ لِدَع۟وَتِهِ الشَّجَرُ وَ نَزَلَ سُر۟عَةً بِدُعَائِهِ ال۟مَطَرُ وَ اَظَلَّت۟هُ ال۟غَمَامَةُ مِنَ ال۟حَرِّ وَ شَبَعَ مِن۟ صَاعٍ مِن۟ طَعَامِهٖ مِأَتٌ مِنَ ال۟بَشَرِ
وَ نَبَعَ ال۟مَاءُ مِن۟ بَي۟نِ اَصَابِعِهٖ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ كَال۟كَو۟ثَرِ وَ اَن۟طَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَ الظَّب۟ىَ وَ ال۟جِذ۟عَ وَ الذِّرَاعَ وَ ال۟جَمَلَ وَ ال۟جَبَلَ وَ ال۟حَجَرَ وَ ال۟مَدَرَ صَاحِبِ ال۟مِع۟رَاجِ وَ مَازَاغَ ال۟بَصَرُ ٠ سَيِّدِنَا وَ شَفٖيعِنَا مُحَمَّدٍ اَل۟فُ اَل۟فِ صَلَاةٍ وَ سَلَامٍ بِعَدَدِ كُلِّ ال۟حُرُوفِ ال۟مُتَشَكِّلَةِ فِى ال۟كَلِمَاتِ ال۟مُتَمَثِّلَةِ بِاِذ۟نِ الرَّح۟مٰنِ فٖى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ ال۟هَوَاءِ عِن۟دَ قِرَائَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ ال۟قُر۟اٰنِ مِن۟ كُلِّ قَارِءٍ
مِن۟ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلٰى اٰخِرِ الزَّمَانِ وَ اغ۟فِر۟لَنَا وَ ار۟حَم۟نَا
يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِن۟هَا اٰمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[I  have  described  the  Evidences  for  Muhammad’s  (UWBP)  prophethood which I have here indicated briefly, in a Turkish treatise called ŞuaâtMârifeti’n-Nebî and in the Nineteenth Letter (The Miracles of Muhammad). There  too  aspects  of  the  All-Wise  Qur’an’s  miraculousness  have  been mentioned briefly. Again,  in  a  Turkish  treatise  called  Lemeât  and  in  the Twenty-Fifth Word (The Miraculousness of the Qur’an) I have explained concisely forty ways in which the Qur’an is a miracle and indicated forty aspects of its miraculousness. Of those forty aspects, only the eloquence in the word-order I have written in forty pages in an Arabic commentary called Signs of Miraculousness (Isharat al-I‘jaz). If you have the need,  you ma y refer to those three works.]
ŞuâatMarifeti’n-Nebi namındaki Türkçe bir risalede ve On Dokuzuncu Mektup’ta ve şu Söz’de icmalen işaret ettiğimiz delail-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) beyan etmişim. Hem onda Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazı icmalen zikredilmiş. Yine “Lemaat” namında Türkçe bir risalede ve Yirmi Beşinci Söz’de Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu icmalen beyan ve kırk vücuh-u i’cazına işaret etmişim. O kırk vecihte, yalnız nazımda olan belâgatı “İşaratü’l-İ’caz” namındaki bir tefsir-i Arabîde kırk sahife içinde yazmışım. Eğer ihtiyacın varsa şu üç kitaba müracaat edebilirsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ON_DÖRDÜNCÜ_REŞHA"></span>
=== ON DÖRDÜNCÜ REŞHA ===
===Fourteenth Droplet===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Qur’an, the treasury of miracles and supreme miracle, proves the prophethood of Muhammad (UWBP) together with divine unity so decisively that it leaves no  need for further proof. We shall therefore give its definition and indicate one or two flashes of its miraculousness which have been the cause of criticism.
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’an-ı Hakîm; nübüvvet-i Ahmediye ile vahdaniyet-i İlahiyeyi o derece kat’î ispat ediyor ki başka bürhana hâcet bırakmıyor. Biz de onun tarifine ve medar-ı tenkit olmuş bir iki lem’a-i i’cazına işaret ederiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The All-Wise Qur’an, which makes known to us our Sustainer, is as follows: it is the  pre-eternal  translator  of  the  great  book  of  the  universe;
İşte Rabb’imizi bize tarif eden Kur’an-ı Hakîm; şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the  discloser  of  the treasures of the divine names concealed in the pages of the earth and the heavens;
Şu sahaif-i arz ve semada müstetir künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the key  to  the  truths  hidden  beneath  the  lines  of  events;
Şu sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the  treasury  of  the  Most Merciful’s favours and of the pre-eternal addresses, which issue forth from the World of the Unseen beyond the veil of this Manifest World;
Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliyenin hazinesi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the sun, foundation, and plan of the spiritual world of Islam,
Şu âlem-i maneviye-i İslâmiyenin güneşi, temeli, hendesesi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and the map of the worlds of the hereafter;
Avâlim-i uhreviyenin haritası.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
the distinct expounder, lucid  exposition, articulate  proof,  and  clear  translator  of  the  divine essence,
Zat ve sıfât ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
attributes, and deeds; the instructor, true wisdom,  guide, and leader of the world of humanity;
Şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikisi, mürşid ve hâdîsi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
it is both a book of wisdom and law, and a book of prayer and worship, and a book of command and summons, and a book of invocation and divine knowledge – it is book for all spiritual needs; and it is a sacred library offering books appropriate to  the  ways of all the  saints and  veracious,  and the purified  and  the scholars, whose ways and paths are all different.
Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet hem bir kitab-ı emir ve davet hem bir kitab-ı zikir ve marifet gibi; beşerin bütün hâcat-ı maneviyesine karşı birer kitap ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin meşreplerine lâyık birer risale ibraz eden bir “Kütüphane-i Mukaddese”dir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Consider the flashes of miraculousness in its repetitions, which are imagined to be a  fault: since the Qur’an is both a book of invocation, and of prayer, and of summons, the repetition in it is desirable, indeed, it is essential and most eloquent. It is  not  as  the  faulty  imagine.  For  the  mark  of invocation  is  illumination through repetition.  The  mark  of  prayer  is  strengthening  through  repetition.  The  mark  of command and summons is confirmation through repetition.
'''Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’caza bak ki''' Kur’an, hem bir kitab-ı zikir hem bir kitab-ı dua hem bir kitab-ı davet olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzem ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil. Zira zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir; duanın şe’ni, terdad ile takrirdir; emir ve davetin şe’ni, tekrar ile tekiddir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, not everyone is capable of always reading the  whole  Qur’an, but mostly is able to read one Sura. Therefore, since the most important purposes of the Qur’an are included in the longer Suras, each is like a small Qur’an. That is to say, so that no one should be deprived, its purposes such as divine unity, the resurrection of the dead, and the story of Moses have been repeated.
Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye ekser uzun surelerde derc edilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve Kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, like bodily needs, spiritual needs are  various. Man is in need of some things each breath; like the body needs air, the spirit needs the word Hu\ (He). Some he is in need of each hour, like “In the Name of God.” And so on. This means  the  repetition  of  verses  arises  from  the  repetition  of  need.  It  makes  the repetition in order to point out the need and awaken and excite it, and to arouse desire and appetite.
Hem cismanî ihtiyaç gibi manevî hâcat dahi muhteliftir. Bazısına insan her nefes muhtaç olur; cisme hava, ruha Hû gibi. Bazısına her saat, Bismillah gibi ve hâkeza… Demek tekrar-ı âyet, tekerrür-ü ihtiyaçtan ileri gelmiş. O ihtiyaca işaret ederek ve uyandırıp teşvik etmek hem iştiyakı ve iştihayı tahrik etmek için tekrar eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, the Qur’an is a founder; it is the basis of the Clear Religion and the foundation of the world of Islam. It transformed human society, and is the answer to the repeated questions of its various classes. Repetition is necessary for a founder in order  to  establish  things. It  is  necessary  to  corroborate  them. Confirmation  and repetition are necessary to strengthen them.
Hem Kur’an müessistir. Bir din-i mübinin esasatıdır ve şu âlem-i İslâmiyet’in temelleridir ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi değiştirip muhtelif tabakatın mükerrer suallerine cevaptır. Müessise tesbit etmek için tekrar lâzımdır. Tekid için terdad lâzımdır. Teyid için takrir, tahkik, tekrir lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, it speaks of such mighty matters and minute truths that numerous repetitions are necessary in different forms to establish them in the hearts of everyone. However, they are only apparently repetitions, for each verse has numerous meanings, numerous benefits,  and many aspects and levels. Each place a verse is found, it is mentioned for a different meaning, benefit, and purpose.
Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-i dakikadan bahsediyor ki umumun kalplerinde yerleştirmek için çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâzımdır. Bununla beraber sureten tekrardır. Fakat manen her bir âyetin çok manaları, çok faydaları, çok vücuh ve tabakatı vardır. Her bir makamda ayrı bir mana ve fayda ve maksatlar için zikrediliyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, the Qur’an’s being unspecific and concise in certain cosmic matters is a flash of miraculousness, for the purpose of guidance. It is not a cause of criticism, nor a fault, as some atheists imagine.
'''Hem Kur’an’ın mesail-i kevniyenin bazısında ibham ve icmali ise''' irşadî bir lem’a-i i’cazdır. Ehl-i ilhadın tevehhüm ettikleri gibi medar-ı tenkit olamaz ve sebeb-i kusur değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''If you ask:'''“Why does the All-Wise Qur’an not speak of beings in the same way as philosophy and science? Why does it leave some matters in concise form, and speak of others simply and superficially so as to facilitate general understanding, and not wound people’s feelings or weary and tax the minds of ordinary people?”
'''Eğer desen:''' Acaba neden Kur’an-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesaili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir suret-i basitane-i zâhiranede söylüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
By way of answer we say: Philosophy has strayed from the path of truth, that’s why.  Also, of course you have understood from the previous Words and what they teach that the  All-Wise Qur’an speaks of the universe in order to make known the divine essence, attributes, and names. That is, it explains the meanings of the book of the  universe  to  make  known  its Creator. That  means it looks at beings, not for themselves but for their Creator. Also, it addresses everyone, while philosophy and science look at beings for themselves, and  address scientists in particular.
'''Cevaben deriz ki:''' Felsefe, hakikatin yolunu şaşırmış, onun için. Hem geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki Kur’an-ı Hakîm, şu kâinattan bahsediyor; tâ zat ve sıfât ve esma-i İlahiyeyi bildirsin. Yani bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp tâ Hâlık’ını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil belki mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem hususan ehl-i fenne hitap ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In which case, since the All-Wise Qur’an makes beings evidences and proofs, the evidence has to be superficial so that it will be quickly understood generally. And since the Qur’an of Guidance addresses all classes of men, the ordinary people, which form the most numerous class, want  guidance  which  is  concise  with  unnecessary  things  beings vague; in a way that brings subtle things close with comparisons, and does not change things  which  in  their  superficial  view  are  obvious, into  an  unnecessary  or  even harmful form, lest it causes them to fall into error.
Öyle ise mademki Kur’an-ı Hakîm, mevcudatı delil yapıyor, bürhan yapıyor. Delil zâhir olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem mademki Kur’an-ı Mürşid, bütün tabakat-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. Elbette irşad ister ki lüzumsuz şeyleri ibham ile icmal etsin ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin ve mağlatalara düşürmemek için zâhirî nazarlarında bedihî olan şeyleri, lüzumsuz belki zararlı bir surette tağyir etmemektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, it says about the sun: “The sun is a revolving lamp or lantern.” This is because it does not speak of the sun for itself and its nature, but because it is a sort of mainspring of an order and centre of a system, and order and systems are mirrors of the Maker’s skill. It says:The sun runs its course.(36:38)
Mesela, güneşe der: “Döner bir siracdır, bir lambadır.” Zira güneşten güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam ve nizam ise Sâni’in âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor. Evet, der: وَ الشَّم۟سُ تَج۟رٖى “Güneş döner.” Bu döner tabiriyle; kış, yaz, gece, gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufat-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sâni’i ifham eder. İşte bu dönmek hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc hem meşhud olan intizama tesir etmez.
that is, the sun revolves. Through calling to mind  the orderly disposals of divine power in the revolutions of winter and summer, and day and night with the phrase, “The sun revolves,” it makes known the Maker’s tremendousness. Thus, whatever the reality of this revolving, it does not affect the order, which is woven and observed, and which is the purpose.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It also says,And set the sun as a lamp.(71:16)Here, by depicting with the word “lamp” the world in the form of a palace, and the things within it as decorations, necessities, and provisions prepared for man and living beings, and the sun as a subjugated candleholder, it makes known the Creator’s mercy and bestowal.
Hem der: وَ جَعَلَ الشَّم۟سَ سِرَاجًا Şu sirac tabiriyle, âlemi bir kasır suretinde, içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’umat ve levazımat olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile rahmet ve ihsan-ı Hâlık’ı ifham eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now look and see what this foolish, prattling philosophy says:
Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“The sun is a vast burning liquid mass. It causes the planets which have been flung off from it to revolve around it. Its mass is such-and-such. It is this, it is that.” Apart from a terrible dread and fearful wonder, philosophy imparts to the spirit no knowledge that will perfect it. It does not speak of it as the Qur’an does. You may understand from this the value of the matters of philosophy, whose inside is hollow and outside, ostentatious. So do  not be deceived by its glittering exterior and be disrespectful towards the miraculous expositions of the Qur’an!
“Güneş, bir kitle-i azîme-i mayia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyaratı etrafında döndürüp cesameti bu kadar, mahiyeti böyledir şöyledir.” Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka ruha bir kemal-i ilmî vermiyor, bahs-i Kur’an gibi etmiyor. Buna kıyasen bâtınen kof, zâhiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surîsine aldanıp Kur’an’ın gayet mu’ciz-nüma beyanına karşı hürmetsizlik etme!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İhtar:"></span>
==== İhtar: ====
====NOTE:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[The six “Drops” of the Fourteenth Droplet in the Arabic Risale-i Nur, and especially the six “Points” of the fourth “Drop,” explain fifteen of the  approximately  forty  sorts  of  the  All-Wise  Qur’an’s  miraculousness. Deeming those to be sufficient, we have limited the discussion here. If you wish, refer to them, and you will find a treasury of miracles.]
Arabî Risaletü’n-Nur’da On Dördüncü Reşha’nın altı katresi var. Bâhusus Dördüncü Katre’nin altı nüktesi var. Kur’an-ı Hakîm’in kırk kadar enva-ı i’cazından on beşini beyan eder. Ona iktifaen burada ihtisar ettik. İstersen ona müracaat et, bir hazine-i mu’cizat bulursun.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Make the Qur’an healing for us, the writer of this and his peers, for all our ills, and a companion to us in our lives and after our deaths, and in this world, and in the grave, and at the Last Judgement an intercessor, and on the Bridge a light, and from the Fire a screen and shield, and in Paradise a friend, and in all good deeds a guide and leader, through Your grace and munificence  and  beneficence  and  mercy,  O Most Munificent of the Munificent and Most Merciful of the Merciful! Amen.
اَللّٰهُمَّ اج۟عَلِ ال۟قُر۟اٰنَ شِفَاءً لَنَا مِن۟ كُلِّ دَاءٍ وَ مُونِسًا لَنَا فٖى حَيَاتِنَا وَ بَع۟دَ مَمَاتِنَا وَ فِى الدُّن۟يَا قَرٖينًا وَ فِى ال۟قَب۟رِ مُونِسًا وَ فِى ال۟قِيَامَةِ شَفٖيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِت۟رًا وَ حِجَابًا وَ فِى ال۟جَنَّةِ رَفٖيقًا وَ اِلَى ال۟خَي۟رَاتِ كُلِّهَا دَلٖيلًا وَ اِمَامًا بِفَض۟لِكَ وَ جُودِكَ وَ كَرَمِكَ وَ رَح۟مَتِكَ يَا اَك۟رَمَ ال۟اَك۟رَمٖينَ وَ يَا اَر۟حَمَ الرَّاحِمٖينَ اٰمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings and peace to the one to whom was revealed the All- Wise Qur’an, the Distinguisher between Truth and Falsehood,
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى مَن۟ اُن۟زِلَ عَلَي۟هِ ال۟فُر۟قَانُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and to all his Family and Companions. Amen. Amen.
وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Eternal One, He is the Eternal One!
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ŞAKK-I_KAMER_MU’CİZESİNE_DAİRDİR"></span>
== ŞAKK-I KAMER  MU’CİZESİNE DAİRDİR ==
==About the Miracle of the Splitting of the Moon==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[Addendum to the Nineteenth and Thirty-First Words]
'''On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[Addendum to the Nineteenth and Thirty-First Words]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Hour is nigh, and the moon is split. * But if they see a sign, they turn away, and say: “This is evident magic.”(54:1-2)
اِق۟تَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ ۝ وَاِن۟ يَرَو۟ا اٰيَةً يُع۟رِضُوا وَ يَقُولُوا سِح۟رٌ مُس۟تَمِرٌّ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Philosophers and  their  unreasoning  imitators,  who  want  to  eclipse with their vicious  delusions  the  Splitting  of  the  Moon,  which  is  a  miracle  of  Muhammad (UWBP) that shines like the moon, say: “If the Splitting of the Moon had occurred, it would have been known to the whole world and would have been related throughout the subsequent history of man.”
Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (asm) olan inşikak-ı kameri, evham-ı fâside ile inhisafa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallidleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı kamer vuku bulsa idi umum âleme malûm olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi.”
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''Since the Splitting of the Moon was demonstrated as an evidence  of prophethood, and happened instantaneously at night when people were asleep, and before a gathering who, although they witnessed such an evidence, denied it; and since there were obstacles hindering the sighting of it such as mist, clouds, and time-differences between different parts of the world; and since at that time science and civilization were not widespread, and observation of the skies was very limited, and the event itself was exceptional, there was, therefore, nothing to necessitate that it should have been seen all over the world and been recorded in the general histories.(*<ref>*See, al-Nawawi, Sharh al-Sahih Muslim, xvii, 143; Ibn Qutayba, Ta’wil Mukhtalif al-Hadith, i, 21-5.</ref>)
'''Elcevap:''' İnşikak-ı kamer; dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden hem ihtilaf-ı metali’ ve sis ve bulut gibi rü’yete mani esbabın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For now, listen to five points out of many that will scatter those clouds of delusion concerning the Splitting of the Moon.
Şakk-ı kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik '''beş nokta'''yı dinle:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Nokta:"></span>
=== Birinci Nokta: ===
===First Point:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The extreme stubbornness of the unbelievers there at that time is  well-known  and  is  recorded  in  history.  And  yet,  when  the  All-Wise  Qur’an announced  this  event  to  the  whole  world  through  saying:  “And  the  moon  is split,”(54:1) not one of those unbelievers, who denied the Qur’an, spoke up to give the lie to this verse; that is, not one of them denied the event it was announcing. If the event had not been considered a definite fact by the unbelievers, they would have made the verse a pretext, denied it strenuously,  and  tried  to  attack  and  nullify  Muhammad’s  (UWBP)  claim  to prophethood.
O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur’an-ı Hakîm’in وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde, Kur’an’ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hâdise o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in iptal-i davasına hücum göstereceklerdi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, the biographies of the  Prophet  (UWBP)  and  histories mentioning the event relate nothing to suggest that the unbelievers denied it. The only thing  that history relates is, as the verse “And  [they] say, ‘This  is  evident magic’”(54:2) points out, the unbelievers who saw the event declared it to be magic, and said that if the caravans in other places had seen it, it was true, otherwise he had bewitched them. The caravans arriving the following morning from the Yemen and other places announced that they had seen such a happening. So the unbelievers said of the Pride of All the Worlds (UWBP) that, God forbid, the magic of Abu Talib’s orphan had affected the heavens.(*<ref>*Tirmidhi, Tafsir al-Qur’an, 54; Musnad, iii, 165; al-Tabari, Jami’ al-Bayan, xxvii, 84-5; al-Qurtubi,
Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız وَ يَقُولُوا سِح۟رٌ مُس۟تَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar “Sihirdir.” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (asm) hakkında –hâşâ– “Yetim-i Ebu Talib’in sihri, semaya da tesir etti.” dediler.
al-Jami’ li-Ahkam al-Qur’an, xvii, 126; al-Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, ii, 268.</ref>)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Nokta:"></span>
=== İkinci Nokta: ===
===Second Point:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The majority of the most illustrious scholars, like Sa‘d al- din  Taftazani, declared  that like the Prophet (UWBP) had satisfied the thirst of a whole army  with water flowing from his fingers, and the whole congregation had heard a dry wooden post against which he had leant while delivering the sermon weep on being separated from  him,  the Splitting of the Moon had  been transmitted by numerous authorities.(*<ref>*al-Iji, Kitab al-Mawaqif, iii, 405-6; al-Amidi, Ghayat al-Maram, i, 365; Ibn Taymiya, al-Jawab al- Sahih, i, 414; ii, 44; al-Shahristani, al-Farq bayn al-Firaq, i, 313; al-Taftazani, Sharh al-Maqasid, v, 17.</ref>)That is to say, these events had been passed down from group to group forming such a vast congregation that a conspiracy to lie would have been impossible. Like the appearance of the famous Haley’s Comet a thousand years ago had been unanimously reported, and the existence of the island of Ceylon was certain because of the unanimous reports concerning it, although we had not seen it.It  is  therefore  unreasonable  to  foster  baseless  doubts  about  such  certain, witnessed matters. It is enough that they are not impossible. And as for the Splitting of the Moon, it is quite as possible as a mountain’s splitting with a volcanic eruption.
Sa’d-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: İnşikak-ı kamer; parmaklarından su akması umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) ağlaması umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesîre nakletmiştir ki kizbe ittifakları muhaldir. Hâle gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendip Adası’nın vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir, demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Nokta:"></span>
=== Üçüncü Nokta: ===
===Third Point:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Miracles are for proving claims to prophethood and for convincing  those  who  deny  such  claims, they  are  not  for  compelling  people  to believe. They have therefore to be shown to those who hear such claims to an extent that will  persuade  them. It would be contrary to the All-Wise and Glorious One’s wisdom  to  display  them  all  over  the  world  or  in  so  self-evident  a  manner  that everyone would be compelled to believe. It would  also be contrary to  the mystery of man’s accountability. For this  requires “opening the door to the reason without cancelling the power of choice.
Mu’cize; dava-yı nübüvvetin ispatı için münkirleri ikna etmek içindir, icbar etmek için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafî olduğu gibi sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If the All- Wise Creator had left the moon split apart for a couple of hours so as to show it to the whole world as the philosophers wished, and it had been recorded in all the general histories of mankind, then it would have been like all other occurrences in the heavens and  would  not  have  been an  evidence  for  Muhammad’s (UWBP) claim  to prophethood, nor been special to it. Or  else  it would  have been so self-evident a miracle that it would have annulled the reason’s power to choose, and compelled it to accept it; it would have had to assent to his prophethood. People with coal-like spirits like Abu Jahl would have remained on the same level as people with diamond-like spirits like Abu Bakr the Veracious; the mystery of man’s accountability would have been lost.
Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı ve risalet-i Ahmediyeye (asm) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp sırr-ı teklif zayi olacaktı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It was due to this mystery that, being both instantaneous, and at nighttime, and at a time of sleep; and due to time differences, mist, and cloud and other factors concealing it, it was not shown to the whole world and did not pass into the histories.
İşte bu sır içindir ki hem âni hem gece hem vakt-i gaflet hem ihtilaf-ı metali’ ve sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Nokta:"></span>
=== Dördüncü Nokta: ===
===Fourth Point:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since this event occurred instantaneously at night while everyone  was sleeping, of course it was not seen all over the world. Even if some people had seen it, they would not have believed their eyes. And if it had made them believe, such a significant  event would not have become lasting material for future histories due to isolated individual reports.
Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken âni bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de gözüne inanmayacak. İnandırsa da elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vâhid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In some books it is written that after the moon split into two halves, it fell to earth,  but  veracious scholars  have rejected  such additions,  saying that they were perhaps added by dissemblers with the intention of disparaging this evident miracle, and depreciating it.(*<ref>*See, al-Wadi’i, al-Mu’alla, i, 80; Darwish al-H\t, Athna’ al-Matalib, i, 378, 1606; al-Madani, Tahdhir al-Muslimin, i, 163; ‘Ali al-Qari, al-Asrar al-Marfu’a, 398.</ref>)
Bazı kitaplarda “Kamer iki parça olduktan sonra yere inmiş.” ilâvesi ise ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş.” demişler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, in England and Spain, which were then enveloped in mists of ignorance, the time it occurred would have been just after sunset, in America it would have been daytime, and in China and Japan, morning. Elsewhere there would have been other obstacles preventing it  from being seen. Now consider those unreasoning objectors who  say  that  the  histories  of  peoples  like  the  English, Chinese, Japanese, and Americans do not mention it, and that therefore it did not occur. A thousand curses be on the heads of those who toady to Europe and repeat such things.
Hem mesela o vakit, cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanya’da yeni gurûb; Amerika’da gündüz; Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi başka yerlerde başka esbab-ı maniaya binaen elbette görülmeyecek. Şimdi bu akılsız muterize bak, diyor ki: “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerinin başına!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Nokta:"></span>
=== Beşinci Nokta: ===
===Fifth Point:===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Splitting of the Moon happened neither of its own accord due to certain causes, nor as a result of chance, nor was it a natural event that occurred through the ordinary laws of nature. It was rather something out of the ordinary which the All-Wise Creator of the sun and the moon caused  to  happen  in  order  to  confirm  His  Messenger’s  messengership  and  to illuminate his claim. As required  by the  mysteries  of  guidance  and  human  responsibility and  the wisdom of prophethood, it was shown as a convincing proof to a number of people specified by  dominical wisdom.
İnşikak-ı kamer, kendi kendine bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîm’i, Resulünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için hârikulâde olarak o hâdiseyi îka etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The mystery of wisdom required that it  was  not shown to people in every region of the world, who had not yet heard of Muhammad’s (UWBP) claim to prophethood. Numerous obstacles prevented them, therefore, such as mist, cloud, and time-differences, and the fact that in some countries the moon had not risen, and in others the sun had risen, while in others it was morning, and in yet others the sun had just set.
O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali’ haysiyetiyle; bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazıların güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mani pek çok esbaba binaen gösterilmemiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If it had been shown to all and sundry, it would have been shown as a sign of Muhammad (UWBP) and a miracle of his prophethood, in  which  case his messengership would have been so obvious that everyone would have been compelled to affirm it. Human reason and will would have been cancelled, and belief is attained through the  faculties of reason and will. Human responsibility and accountabilit y would have been  nullified. If it  had  been shown merely as an occurrence in the heavens, its connection with Muhammad’s (UWBP) messengership would have been cut, and there would have  been nothing about it that pertained to him.
Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (asm) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı. İman ise aklın ihtiyarıyladır. Sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi, risalet-i Ahmediye (asm) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''To Conclude:'''No doubt remains concerning the possibility of the Splitting of the  Moon;  it has been proved decisively. Now we shall mention six(*<ref>*That is to say, there are six proofs concerning the event in the form of a sixfold consensus. Unfortunately, the explanation of them is brief and they deserve more.</ref>)of the many evidences pointing to its occurrence.
'''Elhasıl:''' Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı, kat’î ispat edildi. Şimdi vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına '''(Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Yani altı defa icma suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken maatteessüf kısa kalmıştır.</ref>)''' işaret ederiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The concurrence of the Prophet’s (UWBP) Companions, who were all men of justice, on its occurrence.(*<ref>*See, al-Wahidi, al-Wajiz fi Tafsir al-Kitab al-‘Aziz, i, 370; al-Tabari, Jami’ al-Bayan, 2784-7; al- Qurtubi, al-Jami’ li-Ahkam al-Qur’an, xvii, 126-7; al-Suyuti, al-Durr al-Manthur, vii, 672.</ref>)
Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The agreement of all exacting commentators on the Qur’an in their explanations of the verse, “And the moon is split.
Ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittifakı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The fact that, relying on numerous different chains of authorities and lines of transmission, all the scholars of the prophetic traditions and transmitters of the sound narrations narrated the event.(*<ref>*Line of ‘Abdullah b. Mas’ud: Bukhari, Tafsir,(54:)1; Muslim, Sifat al-Munafiqin, 44-5; Tirmidhi, Tafsir, 54. Line of ‘Abdullah b. ‘Umar: Muslim, Sifat al-Munafiqin,45, 48; Tirmidhi, Tafsir, 54:1. Line of ‘Abdullah b. ‘Abbas: Bukhari, Manaqib, 27; Manaqib al-Ansar, 36; Tafsir (54:)1; Muslim, Sifat al- Munafiqin, 48. Line of Anas b. Malik: Bukhari, Manaqib, 27; Manaqib al-Ansar, 36; Tafsir (54:)1; Muslim, Sifat al-Munafiqin,48; Tirmidhi, Tafsir Sura 54. Line of Khuzayfa ibn al-Yaman: al-Tabari, Jami’ al-Bayan, xxvii, 51; ‘Abd al-Razzaq, al-Musannaf, iii, 193-4; Abu Nu’aym, Hilyat al-Awliya’, i,
Ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin pek çok senetlerle ve muhtelif tarîklerle vukuunu nakletmesi.
280-1. Line of Jubayr b. Mut’im: Tirmidhi, Tafsir Sura 54; Musnad, iv, 82; Ibn  Hibban, al-Sahih, xiv,
</div>
422.</ref>)


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The testimony of all the saints and the veracious, those who receive inspiration, and uncover the mysteries of the creation.
Ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The confirmation of learned scholars and theologians, whose ways differ greatly from one another.
Ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamlarının ve mütebahhir ulemanın tasdiki.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The fact that Muhammad’s (UWBP) Community accepted its occurrence, which, on an established principle, never agrees upon error.(*<ref>*Abu Da’ud, Fitan wa Malahim, 1; Tirmidhi, Fitan, 7; Ibn Maja, Fitan, 7.</ref>)These six evidences prove the Splitting of the Moon as clearly as the sun.
Ve nass-ı kat’î ile dalalet üzerine icmaları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (asm) o vak’ayı telakki-i bi’l-kabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri ispat eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Conclusion'''
'''Elhasıl:''' Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki:
Up to here this Addendum has aimed to establish the truth and to silence those enemies who deny it. The following sentences speak in the name of the truth and for the sake of belief. In the former, establishing the truth spoke; now the truth speaks:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Seal of the  Office of Prophethood, who  was the  luminous  moon of the heavens of messengership, proved his sainthood through his Ascension. It was his greatest wonder and the supreme miracle of sainthood, achieved through his worship, which was so  elevated as to make him God’s beloved. That is to say, by travelling with  his  earthly body  through  the  heavens,  his  superiority and  his  being  God’s beloved were demonstrated to the dwellers of the heavens and inhabitants of the loft y worlds.
Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu’cize-i kübrası olan mi’rac ile yani bir cism-i arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvi ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini ispat etti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
So too, through the moon, which is bound to the earth and suspended in the heavens, being split into two halves at the sign of an earth dweller, it displayed a miracle to the other inhabitants of the earth, which indicated the former’s messengership. Thus, the person of Muhammad  (UWBP) flew to  the  peak of perfections on the two luminous wings of messengership and sainthood – like the two luminous unfolded wings of the moon; he ascended to the distance of two  bow- lengths; he became the cause of pride of the dwellers of both the heavens and the earth.
Öyle de arza bağlı, semaya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki Zat-ı Ahmediye (asm) kamerin açılmış iki nurani kanadı gibi risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalâta uçmuş; tâ Kab-ı Kavseyn’e çıkmış hem ehl-i semavat hem ehl-i arza medar-ı fahir olmuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Upon him and upon his Family be blessings and peace such as will fill the earth and the heavens.
عَلَي۟هِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ التَّس۟لٖيمَاتُ مِل۟أَ ال۟اَر۟ضِ وَ السَّمٰوَاتِ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! we have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise.
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="MU’CİZAT-I_AHMEDİYE_(asm)_ZEYLİNİN_BİR_PARÇASIDIR"></span>
== MU’CİZAT-I AHMEDİYE (asm)  ZEYLİNİN BİR PARÇASIDIR ==
==The Third Addendum to The Miracles of Muhammad (UWBP)==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[This is about the Messengership of Muhammad (UWBP) and is the answer, in concise index-like form, to the first of the three questions and difficulties in the Third Principle of the Thirty-First Word, about his Ascension.]
Risalet-i Ahmediye (asm) delaili hakkında olup Mi’rac Risalesi’nin Üçüncü Esası’nın nihayetindeki üç mühim müşkülden birinci müşküle ait suale, muhtasar bir fihriste suretinde verilen cevaptır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Question:'''Why is this mighty Ascension special to Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace)?
'''Sual:''' Şu mi’rac-ı azîm, ne için Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma mahsustur?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer to your first difficulty:'''It has been analysed in detail in the first thirty Words, so here we shall set out a concise list briefly alluding to the perfections of Muhammad (UWBP), to the signs of his prophethood, and to the fact that he was the most worthy to make the Ascension. It is as follows.
'''Elcevap:''' Şu birinci müşkülünüz otuz üç adet Sözlerde tafsilen halledilmiştir. Yalnız şurada Zat-ı Ahmediye’nin (asm) kemalâtına ve delail-i nübüvvetine ve o mi’rac-ı a’zama en elyak o olduğuna icmalî işaretler nevinde, bir muhtasar fihriste gösteriyoruz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Firstly:'''Despite numerous corruptions in the texts of such Holy Scriptures as the Torah, Gospels, and Psalms, in recent times even, an exacting scholar like Husain Jisri found one hundred and fourteen  allusions to Muhammad’s (UWBP) prophethood; these good tidings he set forth in his Risale-i Hamidiye.(*<ref>*Husain Jisrî, Risâle-i Hamidiye (Turk. trans.), 52-94.</ref>)
'''Evvela:''' Tevrat, İncil, Zebur gibi kütüb-ü mukaddese pek çok tahrifata maruz oldukları halde, şu zamanda dahi Hüseyin-i Cisrî gibi bir muhakkik, nübüvvet-i Ahmediyeye (asm) dair o kitaplardan yüz on dört işarî beşaretleri çıkarıp “Risale-i Hamîdiye”de göstermiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Secondly:'''It  has  been  proved  historically  that  there  were  many  predictions accurately forecasting Muhammad’s  (UWBP)  prophethood,  like  those  of the  two soothsayers Shiqq and Satih, which, a while previously to it, gave news of it and the
'''Sâniyen:''' Tarihçe müsbettir ki Şıkk ve Satih gibi meşhur iki kâhinin, nübüvvet-i Ahmediyeden (asm) biraz evvel, nübüvvetine ve Âhir Zaman Peygamberi olduğuna beyanatları gibi çok beşaretler, sahih bir surette tarihen nakledilmiştir.
fact that he was to be the prophet of the end of time.(*<ref>*Ibn Hisham, al-Sirat al-Nabawiyya, i, 124-7, 158, 190, 192; al-Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, i, 126-
</div>
30; Abu Nu’aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 122-8.</ref>)


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Thirdly:'''There were hundreds of extraordinary happenings, famous in history, called irhasat, that is, signs forewarning men of a coming prophet. Among them were the idols in the Ka‘ba falling from their places on the night of Muhammad’s (UWBP) birth,(*<ref>*al-Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, i, 19; al-Suyuti, al-Khasa’is al-Kubra, i, 81.</ref>)and the famous palace of Chosroes the Persian being rent asunder.(*<ref>*al-Bayhaqi, Dala’il al-Nubuwwa, i, 19, 126; Abu Nu’aym, Dala’il al-Nubuwwa, i, 139.</ref>)
'''Sâlisen:''' Veladet-i Ahmediye (asm) gecesinde Kâbe’deki sanemlerin sukutu ile Kisra-yı Faris’in saray-ı meşhuresi olan Eyvan’ı inşikak etmesi gibi irhasat denilen yüzer hârikalar tarihçe meşhurdur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fourthly:'''History and the Prophet’s (UWBP) biographies show that he satisfied  the  thirst  of an  army with  water  flowing  from  his  fingers,(*<ref>*Bukhari, Wudu’, 32, 46; Manaqib, 25; Ashriba, 31; Muslim, Zuhd, 74; Fada’il, 4-6; Tirmidhi, Manaqib, 6.</ref>)that  in  the presence of a large  congregation in the  mosque, the dry wooden support  against which he (UWBP) used to lean moaned like a camel and wept on being separated from him when he mounted the pulpit,(*<ref>*Bukhari, Manaqib, 25; Jum’a, 26; Tirmidhi, Manaqib, 6; Jum^a, 10; Nasa’i, 17.</ref>)and that he was distinguished by close on a thousand  miracles  attested  to  by  such  verses of  the Qur’an  as, “And  the  moon split,(54:1) referring to  the  splitting  of  the  moon,(*<ref>*Bukhari, Manaqib, 27; Manaqib al-Ansar, 36; Tafsir, 54:1; Muslim, Sifat al-Munafiqin, 43-8.</ref>)and  verified  by  those  who
'''Râbian:''' Bir orduya parmağından gelen suyu içirmesi ve camide bir cemaat-i azîmenin huzurunda, kuru direğin, minberin naklinden dolayı müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) deve gibi enîn ederek ağlaması وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ nassı ile şakk-ı kamer gibi muhakkiklerin tahkikatıyla bine bâliğ olan mu’cizatıyla serfiraz olduğunu tarih ve siyer gösteriyor.
investigated them.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Fifthly:'''Anyone who considers the facts and is fair and just cannot hesitate to agree  that, as is unanimously agreed by friend and foe alike, good moral qualities were to be found at the highest degree in his person, and that, in accordance with the testimony of  all his dealings and actions, attributes and  character of the loftiest excellence were apparent in the way he performed his duties and proclaimed Islam. And in accordance with the fine qualities and conduct enjoined by the religion of Islam, laudable virtues of the highest order were to be found in the law he brought.
'''Hâmisen:''' Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin şahsında en yüksek derecede ve bütün muamelatının şehadetiyle secaya-yı sâmiye, vazifesinde ve tebliğatında en âlî bir derecede ve din-i İslâm’daki mehasin-i ahlâkın şehadetiyle, şeriatında en âlî hisal-i hamîde en mükemmel derecede bulunduğunu ehl-i insaf ve dikkat tereddüt etmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Sixthly:''' As is alluded to in the Second Indication of the Tenth Word, it is a requirement  of  wisdom  that  the  Godhead  be  manifested.  And  this  desire  to  be manifested  is  met  at  the  widest  level  and  in  the  most  brilliant  fashion  by  the comprehensive worship  performed by Muhammad  (UWBP) in the practice of his religion.
'''Sâdisen:''' Onuncu Söz’ün İkinci İşaret’inde işaret edildiği gibi uluhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede Zat-ı Ahmediye (asm) dinindeki a’zamî ubudiyetle en parlak bir derecede göstermiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, wisdom and truth require that the Creator of the world displays His beauty in its utter  perfection through some means. And the one who met that wish, and displayed and described the Creator’s beauty in the most perfect fashion was self- evidently the person of Muhammad (UWBP).
Hem Hâlık-ı âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak göstermek istemesine mukabil; en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe yine o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It was also clearly Muhammad (UWBP) who, in response to the desire of the world’s Maker to exhibit His perfect art and infinite beauty and attract attentive gazes towards them, heralded them with the loudest voice.
Hem Sâni’-i âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sanatı üzerine enzar-ı dikkati celbetmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Again it was necessarily Muhammad (UWBP) who, in response to the desire of the  Sustainer of All the Worlds to proclaim His unity in the levels of multiplicity, announced all the degrees of unity, each at its highest level.
Hem bütün âlemlerin Rabb’i, kesret tabakatında vahdaniyeti ilan etmek istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede bütün meratib-i tevhidi ilan eden, yine bizzarure o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And, as is indicated by the utter beauty of beings and is required by truth and wisdom, the world’s Owner desires to see His infinite essential beauty and the subtle qualities of  His  exquisiteness and  to  display them in mirrors.  Again it was self- evidently Muhammad  (UWBP) who in response to that desire acted as a mirror and displayed that beauty most radiantly, and loved it and made others love it.
Hem Sahib-i âlem’in nihayet derecede âsârındaki cemalin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zatîsini ve cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-yı hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil; en şaşaalı bir surette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip başkasına sevdiren, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And, in response to the desire of the Maker of the palace of this world to exhibit His hidden treasuries, filled as they are with wondrous miracles and priceless jewels, and through  them to describe and make known His perfections, it was again self- evidently Muhammad  (UWBP) who exhibited, described, and displayed them in the most comprehensively.
Hem şu saray-ı âlemin Sâni’i, gayet hârika mu’cizeler ile ve gayet kıymettar cevherler ile dolu hazine-i gaybiyelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını tarif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en a’zamî bir surette teşhir edici, tavsif edici ve tarif edici, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And,  since  the  Maker  of  the  universe  adorns  it  with  various  wonders  and embellishments and has included conscious creatures in it so that they might make tours and  excursions and ponder over it and take lessons, wisdom requires that He should desire to make known the meanings and value of those works of art to those who will observe and ponder over them. And it was again self-evidently Muhammad (UWBP) who, in response to this desire of the universe’s Maker, by means of the All- Wise Qur’an, acted as guide in the most comprehensive fashion to jinn and man, and to spirit beings and angels.
Hem şu kâinatın Sâni’i, şu kâinatı enva-ı acayip ve ziynetlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mahlukatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhal etmesi ve mukteza-yı hikmet olarak onlara o âsâr ve sanayiin manalarını, kıymetlerini ehl-i temaşa ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil; en a’zamî bir surette cin ve inse, belki ruhanîlere ve melâikelere de Kur’an-ı Hakîm vasıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, the All-Wise Ruler of the universe wishes, by means of an envoy, to cause conscious beings to unravel the obscure talisman containing the aim and purpose of the  change and transformations in the universe and to solve the riddle of the three perplexing questions: “Where do beings come from?”, “Where are they going?”, and “What  are  they?” And  again  it  was  self-evidently Muhammad  (UWBP)  who  in response to this wish of the  All-Wise Ruler unravelled the talisman and solved the riddle by means of the truths of the Qur’an, in the clearest and most comprehensive fashion.
Hem şu kâinatın Hâkim-i Hakîm’i, şu kâinatın tahavvülatındaki maksat ve gayeyi tazammun eden tılsım-ı muğlakını ve mevcudatın “Nereden? Nereye? Ve ne oldukları?” olan şu üç sual-i müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla umum zîşuurlara açtırmak istemesine mukabil, en vâzıh bir surette ve en a’zamî bir derecede hakaik-i Kur’aniye vasıtasıyla o tılsımı açan ve o muammayı halleden, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, the All-Glorious Maker of the universe desires to make Himself known to conscious beings by means of His fine artefacts and to make them love Him through all His precious bounties, and, most certainly, to make known to them by means of an envoy the divine wishes and what will please Him in return for those bounties. And again it was self-evidently Muhammad (UWBP) who, in response to this desire of the All-Glorious Maker, by means of the Qur’an, expounded those wishes and things that please Him by word and deed in the most exalted and perfect fashion.
Hem şu âlemin Sâni’-i Zülcelal’i, bütün güzel masnuatıyla kendini zîşuur olanlara tanıttırması ve kıymetli nimetler ile kendini onlara sevdirmesi, bizzarure onun mukabilinde zîşuur olanlara marziyatı ve arzu-yu İlahiyelerini bir elçi vasıtasıyla bildirmesini istemesine mukabil, en a’lâ ve ekmel bir surette, Kur’an vasıtasıyla o marziyat ve arzuları beyan eden ve getiren, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, since the Sustainer of All the Worlds has given to man, who is the fruit of the  universe, a comprehensive disposition which encompasses the universe and has prepared him for universal worship; and since, because of man’s faculties and senses, multiplicity and the  world afflict him; the Sustainer desires to turn his face from multiplicity to unity, from transience to permanence. And again it was self-evidently Muhammad (UWBP) who, in response to this desire, by means of the Qur’an, acted as guide in the most comprehensive and  complete fashion, and in the best way, and carried out the duty of prophethood in the most perfect manner.
Hem Rabbü’l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidat verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete, dünyaya müptela olduğundan bir rehber vasıtasıyla, yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en a’zam bir derecede, en eblağ bir surette, Kur’an vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda îfa eden, yine bilbedahe o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, among beings the most superior are animate beings, and among animate beings the most superior are conscious beings, and among conscious beings the most superior are true human beings, and among true human beings the one who carried out the above-mentioned  duties at the most comprehensive level and in the most perfect form, would of a certainty rise through an all-embracing Ascension to “the distance  of two bow-lengths,” knock at the door of eternal happiness, open  the treasury of mercy, and see the hidden truths of belief. Again it would be him.
İşte mevcudatın en eşrefi olan zîhayat ve zîhayat içinde en eşref olan zîşuur ve zîşuur içinde en eşref olan hakiki insan ve hakiki insan içinde geçmiş vezaifi en a’zamî bir derecede, en ekmel bir surette îfa eden zat; elbette bir mi’rac-ı a’zam ile Kab-ı Kavseyn’e çıkacak, saadet-i ebediye kapısını çalacak, hazine-i rahmeti açacak, imanın hakaik-i gaybiyesini görecek, yine o olacaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Seventhly:'''As is plain to see, beings are made beautiful with the very finest embellishment. This demonstrates that their Maker possesses a powerful will to make beautiful and intention to adorn. And this shows that the Maker necessarily possesses a strong desire and  holy love towards His art. And among beings it was again most certainly he who displayed altogether in himself the most comprehensive and subtle wonders of art, and knew them and  made them known and himself loved, and who appreciated the beauties to be found in other beings, declaring: “What wonders God has willed!”, and was most beloved in the sight of his Maker, who nurtures and loves His art.
'''Sâbian:''' Bilmüşahede şu masnuatta gayet güzel tahsinat, nihayet derecede süslü tezyinat vardır. Ve bilbedahe şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâni’inde gayet şiddetli bir irade-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise bizzarure o Sâni’de sanatına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuat içinde en câmi’ ve letaif-i sanatı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri “Mâşâallah” deyip istihsan eden, bilbedahe o sanat-perver ve sanatını çok seven Sâni’in nazarında en ziyade mahbub, o olacaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, it was again self-evidently he (UWBP) who, declaring: “All glory be to God! What wonders God has willed! God is most Great!” in the face of the exquisite qualities that  gild beings and the subtle perfections that illuminate them, causes the heavens to ring out, and who, through the strains of the Qur’an, causes the universe to reverberate, and  through  his  admiration  and  appreciation, his  contemplation  and display, his mentioning of the divine  names and affirmation of divine unity, brings land and sea to a state of ecstasy.
İşte masnuatı yaldızlayan mezaya ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemalâta karşı “Sübhanallah, Mâşâallah, Allahu ekber” diyerek semavatı çınlattıran ve Kur’an’ın nağamatıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile tefekkür ve teşhir ile zikir ve tevhid ile berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşahede o zattır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, in accordance with the saying “the cause is like the doer,”(*<ref>*This resembles the Hadith “Whoever points out an instance of good [to someone] will receive the same recompense as the one who performs it.” See, Tirmidhi, ‘Ilm, 14; Musnad, v, 357; Abu Hanifa, al-Musnad, i, 151.</ref>)it is pure truth
İşte böyle bir zat ki اَلسَّبَبُ كَال۟فَاعِلِ sırrınca bütün ümmetinin işlediği hasenatın bir misli, onun kefe-i mizanında bulunan ve umum ümmetinin salavatı, onun manevî kemalâtına imdat veren ve risaletinde gördüğü vezaifin netaicini ve manevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlahiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zat, elbette mi’rac merdiveniyle cennete, Sidretü’l-münteha’ya, arşa, Kab-ı Kavseyn’e kadar gitmek; ayn-ı hak, nefs-i hakikat, mahz-ı hikmettir.
and sheer wisdom that the one on whose scales shall be found the equivalent of all the good  deeds  performed  b y  his  community,  and  whose  spiritual  perfections  draw strength from  the benedictions of all his community,(*<ref>*See, Qur’an, 33:56; Bukhari, Adhan, 8; Tafsir (17:)11: Muslim, Salat, 14; Abu Da’ud, Salat, 37.</ref>)and who, as a result of the duties  he  discharged in his prophethood, received  immaterial  recompense  and boundless emanations of divine mercy and love, should advance by the stairway of the  Ascension as  far as Paradise, “the Lote-tree of the farthest  limit,” the divine throne, and “the distance of two bow-lengths.”(53:1-18)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
3.196. satır: 2.624. satır:
</div>
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="ÂYETÜ’L-KÜBRA_RİSALESİ’NİN_RİSALET-İ_AHMEDİYEDEN_BAHSEDEN_ON_ALTINCI_MERTEBESİ"></span>
== ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ’NİN  RİSALET-İ AHMEDİYEDEN BAHSEDEN ON ALTINCI MERTEBESİ ==
==[The Sixteenth Degree, on the Messengership of Muhammad
</div>
(UWBP),  from The Supreme Sign.]==


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
3.204. satır: 2.632. satır:
</div>
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Then that traveller through the world addressed his own intellect saying: “Since I am seeking my Master and Creator by means of the creatures of the cosmos, I ought before all else to visit the most celebrated of all these creatures, the greatest and most accomplished  commander  among  them,  according  to  the  testimony  even  of  his enemies, the most renowned ruler, the most exalted in speech and the most brilliant an intellect, who  has  illuminated  fourteen centuries with his excellence and with his Qur’an, Muhammad the  Arabian Prophet (May God’s peace and blessings be upon him).” In order thus to visit him and seek from him the answer to his quest, he entered the blessed age of the Prophet (UWBP) in his mind, and saw that age to be one of true felicity, thanks to that being.
Sonra o dünya seyyahı, kendi aklına dedi ki: Madem bu kâinatın mevcudatıyla Mâlik’imi ve Hâlık’ımı arıyorum. Elbette her şeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a’dasının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’an’ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için asr-ı saadete gitmeliyiz, diyerek aklıyla beraber o asra girdi. Gördü ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For through the light he had brought, he had turned the most primitive and illiterate of peoples into the masters and teachers of the world.
O asır, hakikaten o zat ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü en bedevî ve en ümmi bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkim eylemiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He said too to his own intellect, “Before asking him concerning our Creator, we should first learn the value of this extraordinary being, the veracity of his words and the truthfulness of his warnings.” Thus he began investigating, and of the numerous conclusive proofs that he  found we will briefly indicate here only nine of the most general ones.
Hem kendi aklına dedi: Biz, en evvel bu fevkalâde zatın bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz, sonra Hâlık’ımızı ondan sormalıyız, diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat’î delillerden burada yalnız '''dokuz küllîlerine''' birer kısa işaret edilecek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First:'''All excellent qualities and characteristics were to be found in that extraordinary being, according to the testimony even of his enemies. Hundreds of miracles were made manifest at his hands, according to explicit Qur’anic verses or
'''Birincisi:''' Bu zatta –hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi– bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması وَ ان۟شَقَّ ال۟قَمَرُ ۝ وَمَا رَمَي۟تَ اِذ۟ رَمَي۟تَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى âyetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması ve bir avucu ile a’dasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından akan kevser gibi suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi; nass-ı kat’î ile ve bir kısmı tevatür ile yüzer mu’cizatın onun elinde zâhir olmasıdır. Bu mu’cizatın üç yüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) namındaki hârika ve kerametli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildiğinden onları ona havale ederek dedi ki:
traditions enjoying the status of tawatur.(*<ref>*Tawatur is the kind of report that is transmitted by numerous authorities, about which there is consensus, and no room for doubt. (Tr.)</ref>)Examples of these miracles are his splitting of the moon, “And the moon split,”(54:1) with a single indication of his finger; his casting of a handful of dust into the eyes of his enemies, causing them to flee, “It was not your act when you threw, but God’s,”(8:17) and his giving his thirsting army to drink from the water that flowed forth from his five fingers like the Spring of Kawthar. Since some of those miracles, numbering more than three  hundred, have been set forth with decisive proofs in the  remarkable and wondrous work known as The Miracles of Muhammad (the Nineteenth Letter), we leave discussion of the miracles to that book, and permit the traveller to continue speaking:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“A being who in addition to noble characteristics and perfections has all these luminous miracles to demonstrate, must certainly be the most truthful in speech of all men. It is inconceivable that he would stoop to trickery, lies and error, the deeds of the vile.
Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemalâtla beraber bu kadar mu’cizat-ı bâhiresi bulunan bir zat, elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Second:'''He holds in his hand a decree from the Lord of the universe, a decree  accepted and affirmed in each century by more than three hundred million people. This  decree, the Qur’an of Mighty Stature, is wondrous in seven different ways. The fact that the Qur’an has forty different aspects of miraculousnes and that it is the word of the Creator of all beings has been set forth in detail with strong proofs in the Twent y-Fifth Word, The  Miraculousness of the Qur’an, a celebrated treatise that is like the sun of the Risale-i Nur.
'''İkincisi:''' Elinde bu kâinat sahibinin bir fermanı bulunduğu ve o fermanı, her asırda üç yüz milyondan ziyade insanların onu kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur’an-ı Azîmüşşan’ın yedi vecihle hârika olmasıdır. Ve bu Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu ve kâinat Hâlık’ının sözü bulunduğunu kuvvetli delilleriyle beraber Yirmi Beşinci Söz Mu’cizat-ı Kur’aniye namında ve Risale-i Nur’un bir güneşi olan meşhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden onu, ona havale ederek dedi:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We therefore leave such matters to that work and listen to the traveller as he says, “There can never be any possibility of lying on the part of the being who is the conveyor and proclaimer of this decree, for that would be a violation of the decree and treachery toward the One who issued it.
Böyle ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir zatta (asm) fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Third:'''Such a Sacred Law, an Islam, a code of worship, a cause, a summons, and a faith did that being bring forth that the like of them does not exist, nor could it exist. Nor does a more perfect form of them exist, nor could it exist.
'''Üçüncüsü:''' O zat (asm) öyle bir şeriat, bir İslâmiyet, bir ubudiyet, bir dua, bir davet, bir iman ile meydana çıkmış ki onların ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For the Law appearing with that unlettered being has no rival in its administration of one fifth of humanity for  fourteen centuries, in a just and  precise manner through its numerous injunctions.
Çünkü ümmi bir zatta zuhur eden o şeriat; on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilane hakkaniyet üzere, müdakkikane, hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover the Islam that emerged from the deeds, sayings, and inward states of that unlettered being has no peer, nor can it have, for in each century it has been for three hundred  million men a  guide and a refuge, the teacher and educator of their intellects and the illuminator and purifier of their hearts, the cause for  the  refinement  and  training  of  their  souls,  and  the  source  of  progress  and advancement of their spirits.
Hem ümmi bir zatın ef’al ve akval ve ahvalinden çıkan İslâmiyet, her asırda üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalplerinin münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkîsi ve ruhlarının medar-ı inkişafatı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Prophet (UWBP) is similarly unparalleled in the way in which he was the foremost in practising all the forms of worship found in his religion, and the first in piety and  the fear of God; in his observing the duties of worship  fully and with attention to their  profoundest dimensions, even while engaged in constant struggle and activity; in his practice of worship combining in perfect fashion the beginning and end of worship and servitude of God without imitation of anyone.
Hem dininde bulunan bütün ibadatın bütün envaında en ileri olması ve herkesten ziyade takvada bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalâde daimî mücahedat ve dağdağalar içinde, tam tamına ubudiyetin en ince esrarına kadar müraatı ve hiç kimseyi taklit etmeyerek tam manasıyla müptediyane fakat mükemmel olarak iptida ve intihayı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görülmemiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
With the Jaushan al-Kabir, from among his thousands of supplicatory prayers and  invocations, he describes his Sustainer with such a degree of gnosis that all the gnostics and  saints  who  have  come  after  him  have  been unable,  with their  joint efforts, to attain a similar degree of gnosis and accurate description. This shows that in prayer too he is without peer. Whoever looks at the section at the beginning of the Treatise on Supplicatory Prayer, which sets forth some part of the meaning of one of the ninety-nine sections of the Jaushan al-Kabir, will say that the Jaushan too has no peer.
Hem binler dua ve münâcatlarından yalnız Cevşenü’l-Kebir ile öyle bir marifet-i Rabbaniye ile öyle bir derecede Rabb’ini tavsif ediyor ki o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velayet, telahuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münâcat’ın başında, Cevşenü’l-Kebir’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkranın kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam “Cevşen’in dahi misli yoktur.” diyecek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In his  conveying  of  the  message  and  his  summoning  men  to  the  truth, he displayed  such steadfastness, firmness and  courage  that  although great states and religions, and even his own people, tribe and uncle opposed him in the most hostile fashion, he exhibited not the slightest trace of hesitation, anxiety or fear. The fact that he successfully challenged the whole world and made Islam the master of the world likewise proves that there is not and cannot be anyone like him in his conveying of the message and summons.
Hem tebliğ-i risalette ve nâsı hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki büyük devletler, büyük dinler, hattâ kavim ve kabilesi ve amcası ona şiddetli adâvet ettikleri halde, zerre miktar bir eser-i tereddüt, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyet’i dünyanın başına geçirmesi ispat eder ki tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In his faith, he had so extraordinary a strength, so marvellous a certainty, so miraculous a breadth, and so exalted a conviction, illumining the whole world, that none of the ideas and beliefs then dominating the world, and none of the philosophies of the sages and teachings of the religious leaders, was able, despite extreme hostility and denial, to induce in  his certaint y, conviction, trust and assurance, the slightest doubt, hesitation, weakness or  anxiety. Moreover, the saintly of all ages, headed by the Companions, the foremost in the degrees of belief, have all drawn on his fountain of belief and regarded him as representing the highest degree of faith. This proves that his faith too is matchless.
Hem imanda öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu’cizane bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulvi itikad taşımış ki o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları halde; onun ne yakînine ne itikadına ne itimadına ne itminanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden başta sahabeler, bütün ehl-i velayet her vakit onun mertebe-i imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları bilbedahe gösterir ki imanı dahi emsalsizdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Our traveller therefore  concluded, and affirmed with his intellect, that lying and duplicity have no place in the one  who has brought such a unique sacred law, such an unparalleled Islam, such a wondrous devotion to worship, such an extraordinary excellence in supplicatory prayer, such a universally acclaimed summons to the truth and such a miraculous faith.
İşte böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihan-pesendane bir davet ve mu’cizane bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fourth:'''In the same way that the consensus of the prophets is a strong proof for the  existence  and  unity of God, so too it is a firm  testimony to  the truthfulness and  messengerhood of this being. For all the sacred attributes, miracles and functions that indicate the truthfulness and messengerhood of the prophets (Upon whom be peace) existed in full measure in that being according to the testimony of history.
'''Dördüncüsü:''' Enbiyaların icmaı nasıl ki vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeye gayet kuvvetli bir delildir. Öyle de bu zatın doğruluğuna ve risaletine gayet sağlam bir şehadettir. Çünkü enbiya aleyhimüsselâmın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar olan ne kadar kudsî sıfatlar, mu’cizeler ve vazifeler varsa; o zatta en ileride olduğu tarihçe musaddaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The prophets have verbally  predicted the coming of that being and given good tidings thereof in the Torah, the Gospels, the Psalms, and other scriptures; more than twent y of the most conclusive examples of these glad tidings, drawn from the scriptures, have been set forth and proven in the Nineteenth Letter. Similarly, through all the deeds and miracles associated with their prophethood they have affirmed and – as it were – put their signature to the mission of that being which is the foremost and most perfect in the tasks and functions of  prophethood. Just as through verbal consensus they indicate the divine unity, through the unanimity of their deeds they bear witness to the truthfulness of that being. This too was understood by our traveller.
Demek, onlar nasıl ki lisan-ı kāl ile Tevrat, İncil ve Zebur ve suhuflarında bu zatın geleceğini haber verip insanlara beşaret vermişler ki kütüb-ü mukaddesenin o beşaretli işaratından yirmiden fazla ve pek zâhir bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup’ta güzelce beyan ve ispat edilmiş. Öyle de lisan-ı halleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu’cizeleriyle; kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri, en mükemmel olan bu zatı tasdik edip davasını imza ediyorlar. Ve lisan-ı kāl ve icma ile vahdaniyete delâlet ettikleri gibi lisan-ı hal ve ittifakla bu zatın sadıkıyetine şehadet ediyorlar, diye anladı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Fifth:'''Similarly, the thousands of saints who have attained truth, reality, perfection, wondrous deeds, unveiling and witnessing through the instruction of this being and following him, bear unanimous witness not only to the divine unit y but also to the truthfulness and messengerhood of this being. Again, the fact that they witness, through the light of sainthood, some of the truths he proclaimed concerning the World  of the Unseen, and that  they believe in and affirm all of those truths through the light of belief, either with ‘knowledge of certainty,’ or with the ‘vision of certainty,’ or with ‘absolute certainty.’  He saw that this too demonstates like the sun the degree of truthfulness and rectitude of that great being, their master.
'''Beşincisi:''' Bu zatın düsturlarıyla ve terbiyeti ve tebaiyetiyle ve arkasında gitmeleriyle hakka, hakikate, kemalâta, keramata, keşfiyata, müşahedata yetişen binler evliya vahdaniyete delâlet ettikleri gibi; üstadları olan bu zatın sadıkıyetine ve risaletine icma ve ittifak ile şehadet ediyorlar. Ve âlem-i gaybdan verdiği haberlerin bir kısmını nur-u velayetle müşahede etmeleri ve umumunu nur-u imanla ya ilmelyakîn veya aynelyakîn veya hakkalyakîn suretinde itikad ve tasdik etmeleri, üstadları olan bu zatın derece-i hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibi gösterdiğini gördü.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Sixth:'''The millions of purified, sincere, and punctilious scholars and faithful sages, who have reached the highest station of learning through the teaching and  instruction contained in the sacred  truths  brought by that being, despite his unlettered  nature, the exalted  sciences he invented and divine  knowledge he discovered – they not only prove and affirm, unanimously and with the strongest proofs, the  divine unity which is the foundation of his mission, but also  bear unanimous witness to the truthfulness of this supreme teacher and great master, and to the veracity of his words. This is a proof as clear as daylight. The Risale-i Nur too with its one hundred parts is but a single proof of his truthfulness.
'''Altıncısı:''' Bu zatın ümmiliğiyle beraber getirdiği hakaik-i kudsiye ve ihtira ettiği ulûm-u âliye ve keşfettiği marifet-i İlahiyenin dersiyle ve talimiyle, mertebe-i ilmiyede en yüksek makama yetişen milyonlar asfiya-i müdakkikîn ve sıddıkîn-i muhakkikîn ve dâhî hükema-i mü’minîn, bu zatın üssü’l-esas davası olan vahdaniyeti, kuvvetli bürhanlarıyla bi’l-ittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi; bu muallim-i ekberin ve bu üstad-ı a’zamın hakkaniyetine ve sözlerinin hakikat olduğuna ittifakla şehadetleri, gündüz gibi bir hüccet-i risaleti ve sadıkıyetidir. Mesela, Risale-i Nur yüz parçasıyla, sadakatinin bir tek bürhanıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Seventh:'''The Family and Companions of the Prophet – who with their insight, knowledge, and spiritual accomplishment are the most renowned, the most respected, the most celebrated, the most pious and the most keensighted of men after the prophets –  examined and scrutinized, with the utmost attention, seriousness and exactitude, all the states,  thoughts and conditions of this being, whether hidden or open. They came to the unanimous conclusion that he was the most truthful, exalted, and honest being in the world, and this, their unshakeable affirmation and firm belief, is a proof like the daylight attesting the reality of the sun.
'''Yedincisi:''' Âl ü ashab namında nev-i beşerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemalâtla en meşhur, en muhterem, en namdarı, en dindar, en keskin nazarlı taife-i azîmesi; kemal-i merak ile ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle, bu zatın bütün gizli ve aşikâr hallerini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharri ve teftiş ve tetkik etmeleri neticesinde, bu zatın dünyada en sadık ve en yüksek ve en haklı ve hakikatli olduğuna ittifakla, icma ile sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anladı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Eighth:'''The cosmos indicates its Maker, Inscriber, and Designer, who creates,  administers, and arranges it, and through determining its measure and form and regulating it, has disposal over it as though it was a palace, a book, an exhibition, a spectacle. And so too it indicates that it requires and necessitates an elevated herald, a truthful unveiler, a learned master, and a truthful teacher who will know and make known the divine purposes in the universe’s creation, teach the dominical instances of wisdom in its changes and transformations, give instruction in the results of its dutiful motions, proclaim its essential value and the perfections of the beings within it, and express the meanings of that mighty book; it indicates that he is certain to exist. Thus, the traveller knew that it testified to the truthfulness of this  being, who performed these functions better than anyone, and to his being a most elevated and loyal official of the universe’s Creator.
'''Sekizincisi:''' Bu kâinat nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi bir kitap gibi bir sergi gibi bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâni’ine ve kâtibine ve nakkaşına delâlet eder. Öyle de kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülatındaki Rabbanî hikmetleri talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilan edecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad ve bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zatın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlık’ının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Ninth:'''There is behind the veil One who wishes to demonstrate with these  ingenious  and wise  artefacts  the perfection of His talent and art; to  make Himself  known and loved by means  of these  countless adorned and  decorated creations;  to  evoke  praise  and thanks  through  the unnumbered  pleasurable  and valuable bounties that he bestows; to cause men to worship Him with gratitude and appreciation in the face of His  dominicality, through His solicitous and protective sustenance of life, and His provision of  nurture and bounty in such manner as to satisfy the most delicate of tastes and appetites; to manifest His Godhead through the change of seasons, the alternation of night and day, and  through all His magnificent and majestic deeds, all His awe-inspiring and wise acts and creativity, and thereby to cause men to believe in his Godhead, in submission, humility and obedience;
'''Dokuzuncusu:''' Madem bu sanatlı ve hikmetli masnuatıyla kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemalâtını teşhir etmek ve bu süslü ve ziynetli nihayetsiz mahlukatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamdettirmek ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile hattâ ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nevini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî it’amlar ve ziyafetlerle, kendi rububiyetine karşı minnettarane, müteşekkirane ve perestişkârane ibadet ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece ve gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallakıyet ile kendi uluhiyetini izhar ederek, o uluhiyete karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye ve fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and to demonstrate His justice and truthfulness by at  all times protecting  virtue  and the virtuous and destroying evil and the evil, by annihilating with blows from heaven the oppressor and the liar. There will of a certainty be at the side of this Unseen Being His most  beloved creature and most devoted bondsman, who, serving the purposes that have just been mentioned, discovers and unravels the talisman and riddle of the creation of the universe, who acts always in the name of that Creator, who seeks aid and success from Him, and who  receives them from Him – Muhammad of Quraysh (Peace and blessings be upon him!)
Elbette ve herhalde o gaybî zatın yanında en sevgili mahluku ve en doğru abdi, onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden ve daima o Hâlık’ının namına hareket eden ve ondan istimdad eden ve muvaffakiyet isteyen ve onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan Muhammed-i Kureyşî (asm) denilen bu zat olacak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The traveller further said, addressing his own intellect: “Since these nine truths
Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr dokuz hakikatler bu zatın sıdkına şehadet ederler; elbette bu âdem, benî-Âdem’in medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona Fahr-i Âlem ve Şeref-i benî-Âdem denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı Rahmanî olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın haşmet-i saltanat-ı maneviyesinin nısf-ı arzı istilası ve şahsî kemalâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki bu âlemde en mühim zat budur, Hâlık’ımız hakkında en mühim söz onundur.
bear witness to  the truthfulness of this being, he must be the source of glory of mankind and the source of honour for the world. If we therefore call him the Pride of the World and Glory of the Sons of Adam, it will be fitting. The fact that the awesome sovereignty of that decree of the Compassionate One, the Qur’an of Miraculous Exposition that he holds in his hand, has  conquered half the world, together with his individual perfections and exalted virtues,  shows  that  he  is  the  most  important  personage  in  the  world.  The  most important word concerning our Creator is that which he utters.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Now see: the foundation of the summons of this extraordinary being and the aim of all his life, based on the strength furnished by his hundreds of decisive and evident and manifest miracles, and the thousands of exalted, fundamental truths contained in his religion, was to prove and bear witness to the existence of the Necessary Existent, His  unity,  attributes  and  names,  to  affirm,  proclaim  and  announce  Him.
İşte gel bak! Bu hârika zatın yüzer zâhir ve bâhir kat’î mu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler âlî ve esaslı hakikatlerine istinaden bütün davalarının esası ve bütün hayatının gayesi, Vâcibü’l-vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmasına delâlet ve şehadet ve o Vâcibü’l-vücud’u ispat ve ilan ve i’lam etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
He  is therefore like a sun in the cosmos, the most brilliant proof of our Creator, this being whom we call the Beloved of God. There  are three forms of great and infallible consensus each of which affirms, confirms, and puts  its signature to the witness he bears.
Demek, bu kâinatın bir manevî güneşi ve Hâlık’ımızın en parlak bürhanı, bu Habibullah denilen zattır ki onun şehadetini teyid ve tasdik ve imza eden, aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icma var:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The First:''' the unanimous affirmation made by that luminous assembly known and celebrated throughout the world as the Family of Muhammad (Upon whom be blessings and peace) including thousands of poles and supreme saints of penetrating gaze and ability to  perceive the Unseen, such Imam ‘Ali (May God be pleased with him), who said, “Were the veil to be lifted, my certainty would not increase,(*<ref>*Ali al-Qari, al-Asrar al-Marfu’a, 193.</ref>)and ‘Abd al-Qadir al-Gilani, the Ghauth al-A‘zam (May his mystery be sanctified), who saw the Supreme Throne and the awesome form of Israfil while yet on the earth.(*<ref>*Gumushkhaneli Ahmed Ziya al-Din, Majmu’at al-Ahzab, i, 561.</ref>)
'''Birincisi:''' “Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek.diyen İmam-ı Ali (ra) ve yerde iken arş-ı a’zamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A’zam (ks) gibi keskin nazar ve gaybbîn gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azîmeyi câmi’ ve Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm namıyla şöhret-şiar-ı âlem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Second:'''the confirmation made with a strong faith that permitted men to sacrifice  their  lives  and  their  property, their  fathers  and  tribes, by the  renowned assembly known as the Companions, who found themselves among a primitive people and  in an unlettered  environment,  devoid  of all  social life  and  political thought, without any scripture and lost in the darkness of a period between prophets; and who in a very brief time  came to  be  the  masters, guides, and just  rulers of the  most civilized and politically and socially advanced  peoples and states, and to rule the world from east to west in universally approved fashion.
'''İkincisi:''' Bedevî bir kavim ve ümmi bir muhitte, hayat-ı içtimaiyeden ve efkâr-ı siyasiyeden hâlî ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medeni ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil olarak, şarktan garba kadar cihan-pesendane idare eden ve sahabe namıyla dünyada namdar olan cemaat-i meşhurenin ittifak ile; can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettiren bir kuvvetli iman ile tasdikleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Third:'''the confirmation provided with unanimous and certain knowledge by that lofty group of punctilious and profound scholars of whom in each age thousands spring forth, who advance in wondrous fashion in every science and work in different fields.
'''Üçüncüsü:''' Her asırda binlerle efradı bulunan ve her fende dâhiyane ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan ve ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir ulemasının cemaat-i uzmasının tevafuk ile ve ilmelyakîn derecesinde tasdikleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, the testimony brought by this being to the divine unity is not particular and individual, but general and universal and unshakeable. If all the demons that exist were to unite, they could not challenge it. Such was the conclusion reached by the traveller.
Demek, bu zatın vahdaniyete şehadeti şahsî ve cüz’î değil belki umumî ve küllî ve sarsılmaz ve bütün şeytanlar toplansa karşısına hiçbir cihetle çıkamaz bir şehadettir, diye hükmetti.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In reference to the lesson learned in the School of Light by that traveller from the world, that wayfarer in life, when he visited in his mind the blessed age of the Prophet (UWBP), we said at the end of the Sixteenth Degree of the First Station:
İşte asr-ı saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden aldığı derse kısa bir işaret olarak Birinci Makamın On Altıncı Mertebesi’nde böyle:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is no god but God, the Necessary Existent, the One, the Unique, the Necessity of Whose Existence in Unity is indicated by the Pride of the World and the Glory of the Sons of Adam, through the majesty of the sovereignty of his Qur’an, the splendour of the expanse of his religion, the multiplicity of his perfections, and the exaltedness of his characteristics, as confirmed even by the testimony of his enemies. He bears witness and brings proof through the strength of his hundreds of  manifest  and  evident miracles,  that both testify to truth and are themselves the object of true testimony; and through the strength of the thousands of luminous and conclusive truths contained in his religion, according to the consensus of all the  possessors of light, the agreement of his illumined Companions, and the unanimity of the scholars of his community, the possessors of proofs and luminous insight.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ال۟وَاجِبُ ال۟وُجُودِ ال۟وَاحِدُ ال۟اَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَح۟دَتِهٖ فَخ۟رُ ال۟عَالَمِ وَ شَرَفُ نَو۟عِ بَنٖى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَل۟طَنَةِ قُر۟اٰنِهٖ وَ حِش۟مَةِ وُس۟عَةِ دٖينِهٖ وَ كَث۟رَةِ كَمَالَاتِهٖ وَ عُل۟وِيَّةِ اَخ۟لَاقِهٖ حَتّٰى بِتَص۟دٖيقِ اَع۟دَائِهٖ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَر۟هَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ ال۟مُع۟جِزَاتِ الظَّاهِرَاتِ ال۟بَاهِرَاتِ ال۟مُصَدِّقَةِ ال۟مُصَدَّقَةِ
وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ دٖينِهِ السَّاطِعَةِ ال۟قَاطِعَةِ بِاِج۟مَاعِ اٰلِهٖ ذَوِى ال۟اَن۟وَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَص۟حَابِهٖ ذَوِى ال۟اَب۟صَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّقٖى اُمَّتِهٖ ذَوِى ال۟بَرَاهٖينِ وَ ال۟بَصَائِرِ النَّوَّارَةِ denilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[On Sekizinci Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirminci Mektup]] </center>
<center> [[On Sekizinci Mektup/en|The Eighteenth Letter]] ⇐ | [[Mektubat/en|The Letters]] | ⇒ [[Yirminci Mektup/en|The Twentieth Letter]] </center>
------
------
</div>