İçeriğe atla

Yirmi Dördüncü Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

"And since through the comprehensiveness of his essential nature he was the most perfect locus for the manifestation of all the divine names;" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("'''The Third Sort of Supplication:'''This is the supplication of conscious beings, which arises from need. It is of two kinds:" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("And since through the comprehensiveness of his essential nature he was the most perfect locus for the manifestation of all the divine names;" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 15 değişikliği gösterilmiyor)
371. satır: 371. satır:
written by Süleyman Çelebi, who died in Bursa 780/1378.</ref>)]
written by Süleyman Çelebi, who died in Bursa 780/1378.</ref>)]


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Nükte"></span>
=== Birinci Nükte ===
===First Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Süleyman Efendi, in the Mevlid which he wrote, recounts a sad love story about Buraq,  which was brought from Paradise. Since Süleyman Efendi was one of the saints and the story is based on narrations, it must surely express a truth.
Cennetten getirilen Burak’a dair, Mevlid yazan Süleyman Efendi, hazîn bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat, ehl-i velayet olduğu ve rivayete bina ettiği için elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor. Hakikat şu olmak gerektir ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The truth of the matter must be this: the creatures of the Eternal Realm  are closely  connected with the light of God’s Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace). For it is through the light that he brought that Paradise and the world of the hereafter will be inhabited by mankind and the jinn. If it had not been for him, there would have been no eternal happiness, and mankind and the jinn, who have the ability to benefit from all the creatures of Paradise, would not have dwelt there; in that sense it would have remained empty, a wasteland.
Âlem-i bekanın mahlukları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünkü onun getirdiği nur iledir ki cennet ve dâr-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı o saadet-i ebediye olmazdı ve cennetin her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahipsiz, virane kalacaktı.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As is explained in the Fourth Branch of the Twenty-Fourth Word, a sort of nightingale  has been chosen from each of the animal species to  proclaim  the intense  need of the species – and passion even – for the caravans of plant species which,  proceeding from the treasury of mercy, bear their provisions. The chief of these are the nightingale and the rose. The songs of these dominical orators, and the love-song of the  nightingale for the rose, are a welcoming, an applause, glorifying God, before the most beautiful of the plants.
Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dal’ında beyan edildiği gibi: Nasıl ki bülbülün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka bâliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşk-nümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kafile-i nebatata karşı ilan etmek için bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbül-ü gül ve her neviden bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi nebatatın en güzellerinin başlarında hoşâmedî nevinden tesbihkârane bir hüsn-ü istikbaldir, bir alkışlamadır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, Gabriel (Upon whom be peace), one of the angels, served with perfect love  Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace), who was the reason for the creation of the spheres, the cause of happiness in this world and the next, and the beloved of the Sustainer of All the Worlds. He thus demonstrated the obedience and submission of the  angels to Adam (Upon whom be peace) and the reason for their prostrating before him. Similarly, the people of Paradise – and some of its animals even – feel a connection with  Muhammad (UWBP), and this found expression in the passionate feelings of Buraq, whom he mounted.
Aynen bunun gibi sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma karşı, nasıl ki melâike nevinden Hazret-i Cebrail aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melâikelerin Hazret-i Âdem aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor; öyle de ehl-i cennetin hattâ cennetin hayvanat kısmının dahi o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Nükte"></span>
=== İkinci Nükte ===
===Second Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
One  of  the  adventures  during  the  Ascension  concerned  Almighty  God’s transcendent  love  for His  Most  Noble Messenger  (Upon whom  be blessings and peace),  which  was  expressed  by the  phrase: “I  am  your  lover.” In  its  common meaning, such  words are inappropriate for the Necessarily Existent One’s holiness and  His  essential  self-sufficiency. Süleyman Efendi’s  Mevlid  has  enjoyed  great popularity; it may be understood from this that, as one of the people of sainthood and reality, his allusion is correct. Its meaning is this:
Mi’rac-ı Nebeviyedeki maceralardan birisi: Cenab-ı Hakk’ın Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma karşı muhabbet-i münezzehesi, “Sana âşık olmuşum.” tabiriyle ifade edilmiş. Şu tabirat, Vâcibü’l-vücud’un kudsiyetine ve istiğna-i zatîsine, mana-yı örfî ile münasip düşmüyor. Madem Süleyman Efendi’nin Mevlid’i, rağbet-i âmmeye mazhariyeti delâletiyle o zat, ehl-i velayettir ve ehl-i hakikattir; elbette irae ettiği mana sahihtir. Mana da budur ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Necessarily Existent One possesses infinite beauty and perfection, for all the varieties of them dispersed through the universe are the signs and indications of His beauty and  perfection.
Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un hadsiz cemal ve kemali vardır. Çünkü bütün kâinatın aksamına inkısam etmiş olan cemal ve kemalin bütün envaı, onun cemal ve kemalinin emareleri, işaretleri, âyetleridir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Those who possess beauty and perfection clearly love them. Similarly, the All-Glorious One greatly loves His beauty, and He loves it in a way that befits Himself. Furthermore, He loves His names, which are the rays of His beauty, and since He loves  them, He surely loves His art, which displays their beauty. In which case, He also loves His creatures, which are mirrors reflecting His beauty and perfection. Since He loves the  creatures  that display them, He certainly loves the creatures’ fine qualities, which point to the beauty and perfection of His names. The All-Wise Qur’an alludes to these five sorts of love with its verses.
İşte herhalde cemal ve kemal sahibi, bilbedahe cemal ve kemalini sevmesi gibi Zat-ı Zülcelal dahi cemalini pek çok sever. Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. Hem cemalinin şuâatı olan esmasını dahi sever. Madem esmasını sever, elbette esmasının cemalini gösteren sanatını sever. Öyle ise cemal ve kemaline âyine olan masnuatını dahi sever. Madem cemal ve kemalini göstereni sever, elbette cemal ve kemal-i esmasına işaret eden mahlukatının mehasinini sever. Bu beş nevi muhabbete, Kur’an-ı Hakîm âyâtıyla işaret ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, since the Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) was the most perfect of creatures and the most excellent of beings;
İşte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, madem masnuat içinde en mükemmel ferttir ve mahlukat içinde en mümtaz şahsiyettir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since he displayed and applauded divine art with a clamour of glorification and recitation of God’s names;
Hem sanat-ı İlahiyeyi, bir velvele-i zikir ve tesbih ile teşhir ediyor ve istihsan ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since he opened through the tongue of the Qur’an the treasuries of beauty and perfection found in the names;
Hem esma-i İlahiyedeki cemal ve kemal hazinelerini lisan-ı Kur’an ile açmıştır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And  since, through  the  tongue  of  the  Qur’an  he  expounded  brilliantly  and compellingly the evidences for the Maker’s perfection in the creational signs of the universe;
Hem kâinatın âyât-ı tekviniyesinin, Sâni’inin kemaline delâletlerini, parlak ve kat’î bir surette lisan-ı Kur’an’la beyan ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And  since  through  his  universal  worship  he  acted  as  a  mirror  to  divine dominicality;
Hem küllî ubudiyetiyle rububiyet-i İlahiyeye âyinedarlık ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since through the comprehensiveness of his essential nature he was the most perfect locus for the manifestation of all the divine names;
Hem mahiyetinin câmiiyetiyle bütün esma-i İlahiyeye bir mazhar-ı etem olmuştur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It surely may be said that since the All-Beauteous One of Glory loves His own beauty, He loves Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace), the most  perfectly conscious mirror to His beauty.
Elbette bunun için denilebilir ki Cemil-i Zülcelal, kendi cemalini sevmesiyle o cemalin en mükemmel âyine-i zîşuuru olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since He loves His names, He loves  Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace), who was the most brilliant mirror to the names, and He loves those who, according to their degree, resemble him.
Hem kendi esmasını sevmesiyle o esmanın en parlak âyinesi olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since He loves His art, He certainly loves Muhammad the Arabian (Upon whom  be  blessings  and  peace),  who  proclaimed  His  art  to  the  universe  in reverberating voice, making it ring in the ears of the heavens, and who with a tumult of glorification and recitation of the divine praises, brought to ecstasy the land and the sea; and He loves too those who follow him.
Hem sanatını sevdiği için elbette onun sanatını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinatta neşreden ve semavatın kulağını çınlatan, berr ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbih ile ilan eden Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve ona ittiba edenleri de sever.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since He loves His artefacts, He loves living beings, the most perfect of His artefacts, and intelligent beings, the most perfect of living beings, and human beings, the most superior of intelligent beings, and He surely loves most of all Muhammad the Arabian (Upon whom  be blessings and peace), who as is agreed by all was the most perfect of human beings.
Hem masnuatını sevdiği için o masnuatın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuuru ve zîşuurun en efdali olan insanları ve insanların bi’l-ittifak en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı elbette daha ziyade sever.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And since He loves the moral virtues of His creatures, He loves Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace), whose moral qualities were at the very highest degree, as is agreed unanimously, and He loves too those who, as far as they can,  resemble him.   This  means  that  like  His  mercy,  Almighty  God’s  love encompasses the universe.
Hem kendi mahlukatının mehasin-i ahlâkiyelerini sevdiği için mehasin-i ahlâkiyede bi’l-ittifak en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmı sever ve derecata göre ona benzeyenleri dahi sever. Demek Cenab-ı Hakk’ın rahmeti gibi muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, it was because among all those innumerable beloveds, the ultimate degree in every respect of the above-mentioned five aspects was unique to Muhammad the Arabian (Upon whom be blessings and peace) that he was given the name of God’s Beloved.
İşte o hadsiz mahbublar içindeki mezkûr beş vechinin her bir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma mahsustur ki “Habibullah” lakabı ona verilmiş.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This was the reason Süleyman Efendi expressed this highest rank of being God’s beloved  with the words: “I am  your lover.” The expression is meant to provoke thought; it is a distant allusion to this truth. Nevertheless,since it conjures up associations unfitting to the attributes of dominicality, it is best to say instead: “I am pleased with you.”
İşte bu en yüksek makam-ı mahbubiyeti, Süleyman Efendi “Ben sana âşık olmuşum.” tabiriyle beyan etmiştir. Şu tabir, bir mirsad-ı tefekkürdür, gayet uzaktan uzağa bu hakikate bir işarettir. Bununla beraber madem bu tabir, şe’n-i rububiyete münasip olmayan manayı hayale getiriyor; en iyisi, şu tabir yerine: “Ben senden razı olmuşum.” denilmeli.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Nükte"></span>
=== Üçüncü Nükte ===
===Third Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The adventures of the Ascension cannot express those sacred, transcendent truths through allusions that we understand. Its exchanges are like observation posts, means to reflective thought, indications of profound and elevated truths, reminders for some of the truths of faith, and allusions to inexpressible meanings. They are not adventures in the sense that we know. We cannot reach those truths through our imaginations; we rather feel a pleasurable excitement in our hearts through our faith, a luminous joy of the spirit.
Mi’raciye’deki maceralar, malûmumuz olan manalarla o kudsî ve nezih hakikatleri ifade edemiyor. Belki o muhavereler; birer unvan-ı mülahazadır, birer mirsad-ı tefekkürdür ve ulvi ve derin hakaike birer işarettir ve imanın bir kısım hakaikine birer ihtardır ve kabil-i tabir olmayan bazı manalara birer kinayedir. Yoksa malûmumuz olan manalar ile bir macera değil. Biz, hayalimiz ile o muhaverelerden o hakikatleri alamayız; belki kalbimizle heyecanlı bir zevk-i imanî ve nurani bir neşe-i ruhanî alabiliriz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For just as Almighty God has no like or match or peer in His essence and attributes, so He has no like in His dominicality and its qualities. Nor does His love resemble the love of creatures, or His attributes resemble theirs. So, holding such expressions to be metaphors, we say this: In a  manner  that  befits  His  necessary existence  and  holiness  and  in  a  form
Çünkü nasıl Cenab Hakk’ın zat ve sıfâtında nazir ve şebih ve misli yoktur, öyle de şuunat-ı rububiyetinde misli yoktur. Sıfâtı nasıl mahlukat sıfâtına benzemiyor, muhabbeti dahi benzemez. Öyle ise şu tabiratı, müteşabihat nevinden tutup deriz ki: Zat-ı Vâcibü’l-vücud’un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine münasip bir tarzda ve istiğna-i zatîsine ve kemal-i mutlakına muvafık bir surette, muhabbeti gibi bazı şuunatı var ki mi’raciye macerasıyla onu ihtar ediyor. Mi’rac-ı Nebeviyeye dair Otuz Birinci Söz, hakaik-i mi’raciyeyi usûl-ü imaniye dairesinde izah etmiştir. Ona iktifaen burada ihtisar ediyoruz.
appropriate to His essential self-sufficiency and absolute perfection, the Necessarily Existent  One possesses certain qualities, like love, which are recalled through the adventures in the section of the Mevlid about the Ascension. The Thirty-First Word about the Prophet’s Ascension explains and expounds its reality in the context of the principles of belief. Deeming that to be sufficient, we leave the present discussion at this.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Nükte"></span>
=== Dördüncü Nükte ===
===Fourth Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The words, “He saw Almighty God beyond  seventy thousand veils”(*<ref>*See, al-Qastalani, al-Mawahib al-Ladunniya (Sharh: al-Zarghani), vi, 93-100.</ref>)express distance,  whereas  the  Necessarily  Existent  One  is  free  of space;  He  is  closer  to everything than anything else. What does this mean?
“Yetmiş bin perde arkasında Cenab-ı Hakk’ı görmüş.” tabiri, bu’diyet-i mekânı ifade ediyor. Halbuki Vâcibü’l-vücud mekândan münezzehtir, her şeye her şeyden daha yakındır. Bu ne demektir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''This truth has been explained in detail and with proofs in the Thirty-First Word, so here we only say this:
'''Elcevap:''' Otuz Birinci Söz’de mufassalan, bürhanlar ile o hakikat beyan edilmiştir. Burada yalnız şu kadar deriz ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Almighty God is utterly near to us, but we are utterly distant from Him. The sun is near to us through the mirror we are holding, and all transparent objects on the earth are a sort of throne for it and a sort of dwelling. If the sun had consciousness, it would converse with us by means  of our mirror, despite our being four thousand  years distant from it. Without drawing any comparisons, we can say that the Pre-Eternal Sun is closer to everything than anything else, for He is the Necessarily Existent, he is free of space; nothing at all can be a veil to Him. But everything is infinitely distant from Him.
Cenab-ı Hak bize gayet karibdir, biz ondan gayet derecede uzağız. Nasıl ki güneş, elimizdeki âyine vasıtasıyla bize gayet yakındır ve yerde her bir şeffaf şey, kendine bir nevi arş ve bir çeşit menzil olur. Eğer güneşin şuuru olsaydı bizimle âyinemiz vasıtasıyla muhabere ederdi. Fakat biz ondan dört bin sene uzağız. Bilâ-teşbih velâ-temsil; Şems-i Ezelî, her şeye her şeyden daha yakındır. Çünkü Vâcibü’l-vücud’dur, mekândan münezzehtir. Hiçbir şey ona perde olamaz. Fakat her şey nihayet derecede ondan uzaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This is the mystery underlying the long distance of the Ascension on the one hand, and the absence of distance expressed by, “And We are closer to him than his jugular vein,”(50:16) on the other. God’s Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace) made the Ascension and traversed a vast distance, yet he  returned  in  a  single  instant.  The  Ascension  was  his  spiritual  journeying, an expression of his sainthood. For through their spiritual journeying from forty days to forty years, the saints advance to the degree of “absolute certainty” among the degrees of faith.
İşte mi’racın uzun mesafesiyle, وَ نَح۟نُ اَق۟رَبُ اِلَي۟هِ مِن۟ حَب۟لِ ال۟وَرٖيدِ in ifade ettiği mesafesizliğin sırrıyla hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın gitmesinde, çok mesafeyi tayyederek gitmesi ve ân-ı vâhidde yerine gelmesi sırrı, bundan ileri geliyor. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mi’racı, onun seyr ü sülûkudur, onun unvan-ı velayetidir. Ehl-i velayet, nasıl ki seyr ü sülûk-u ruhanî ile kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile derecat-ı imaniyenin hakkalyakîn derecesine çıkıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Similarly, God’s Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace), the lord  of all the saints, opened up a mighty highway with his Ascension, which lasting forty minutes rather than forty years, was the supreme wonder of sainthood, and which he made not only with his heart and spirit, but also with his body and his senses and his subtle faculties.  He rose to the ultimate degrees of the truths of faith. He mounted by the steps of the Ascension to the divine throne, and at the station of “the distance of two bow-lengths”  witnessed with his own eyes with the vision of certainty belief in God and belief in the  hereafter, the principal truths of faith; he entered Paradise and saw eternal happiness. Then  he  left open the highway he had disclosed through the door of the Ascension, and all the  saints of his communit y travel on their spiritual journeyings under its shadow, with the  spirit  and heart, in accordance with their degrees.
Öyle de bütün evliyanın sultanı olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm; değil yalnız kalbi ve ruhu ile belki hem cismiyle hem havassıyla hem letaifiyle kırk seneye mukabil kırk dakikada, velayetinin keramet-i kübrası olan mi’racı ile bir cadde-i kübra açarak hakaik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş, mi’rac merdiveniyle arşa çıkmış, “Kab-ı Kavseyn” makamında, hakaik-i imaniyenin en büyüğü olan iman-ı billah ve iman-ı bi’l-âhireti aynelyakîn gözüyle müşahede etmiş, cennete girmiş, saadet-i ebediyeyi görmüş, o mi’racın kapısıyla açtığı cadde-i kübrayı açık bırakmış; bütün evliya-yı ümmeti seyr ü sülûk ile derecelerine göre, ruhanî ve kalbî bir tarzda o mi’racın gölgesi içinde gidiyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Nükte"></span>
=== Beşinci Nükte ===
===Fifth Point===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The  recitation  of  the  Prophet’s  (UWBP)  Mevlid and  its  section  about  his Ascension is a fine, beneficial custom and admirable Islamic practice. It strengthens in a  pleasant, shining, and agreeable way the fellowship of Islamic social life; it is gratifying and  pleasurable instruction in the truths of faith; and is an effective and stimulating way of depicting and encouraging the lights of belief, and love of God, and love for the Prophet (UWBP).
Mevlid-i Nebevî ile Mi’raciye’nin okunması, gayet nâfi’ ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet latîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki imanın envarını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyic ve müessir bir vasıtadır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
May Almighty God cause this custom to continue to eternity, and may He grant mercy to the writers of Mevlids like Süleyman Efendi, and a place in Paradise. Amen.
Cenab-ı Hak, bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi mevlid yazanlara Cenab-ı Hak rahmet etsin, yerlerini cennetü’l-firdevs yapsın, âmin!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Hâtime"></span>
== Hâtime ==
==Conclusion==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since  the  Creator  of  the  universe  created  in  every  species  an  outstanding individual, including in it all the species’ perfections and making it the pride of the species, He would surely create – through the manifestation of His Greatest Name – an individual  who  within the universe would  be exceptional and  perfect. Just as among His names there is a Greatest Name, so among His creatures there should be a pre-eminent individual in whom He would bring together all the perfections dispersed through the universe, and through whom He would draw gazes upon Himself.
Madem şu kâinatın Hâlık’ı, her nevide bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve câmi’ halk edip o nev’in medar-ı fahri ve kemali yapar. Elbette esmasındaki ism-i a’zam tecellisiyle, bütün kâinata nisbeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halk edecek. Esmasında bir ism-i a’zam olduğu gibi masnuatında da bir ferd-i ekmel bulunacak ve kâinata münteşir kemalâtı o fertte cem’edip kendine medar-ı nazar edecek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Such an individual would surely be from among living creatures, for among the species and realms of beings in the universe, the most perfect are living beings. And among the animate species, the individual would be an intelligent being, for among living  beings  the  most  perfect  are  those  with  intelligence. And  certainly,  that exceptional individual would be a human being, for among intelligent beings, the one capable  of  endless  progress  is  man. And  among  men,  that  individual  would  be Muhammad (Upon whom be blessings and  peace). For no era in history, from the time of Adam to the present, has produced his like, and cannot and will not produce such a one.
O fert herhalde zîhayattan olacaktır. Çünkü enva-ı kâinatın en mükemmeli zîhayattır. Ve herhalde zîhayat içinde o fert, zîşuurdan olacaktır. Çünkü zîhayatın envaı içinde en mükemmeli zîşuurdur. Ve herhalde o ferd-i ferîd, insandan olacaktır. Çünkü zîşuur içinde hadsiz terakkiyata müstaid, insandır. Ve insanlar içinde herhalde o fert Muhammed aleyhissalâtü vesselâm olacaktır. Çünkü zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For taking half the globe of the earth and a fifth of mankind under his spiritual rule, he has perpetuated it magisterially for one thousand three hundred and fifty years, and for all who seek perfection has become a universal master in  ever y sort of truth and  reality.  As agreed  by friend  and  foe alike, he possessed  moral qualities of the very highest order. At the start of his mission, he challenged the whole world  singlehanded. The person who brought the Qur’an of Miraculous Exposition, which  is  constantly recited  by more  than  a  hundred  million  men, is  surely that excellent individual; it could be no one else. He is both the seed, and the fruit, of this world.
Zira o zat, küre-i arzın yarısını ve nev-i beşerin beşten birisini, saltanat-ı maneviyesi altına alarak bin üç yüz elli sene kemal-i haşmetle saltanat-ı maneviyesini devam ettirip bütün ehl-i kemale, bütün enva-ı hakaikte bir “Üstad-ı Küll” hükmüne geçmiş. Dost ve düşmanın ittifakıyla ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip olmuş. Bidayet-i emrinde, tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş. Her dakikada yüz milyondan ziyade insanların vird-i zebanı olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı göstermiş bir zat, elbette o ferd-i mümtazdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği hem meyvesi odur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Blessings and peace be upon him to the number of the species of the universe and all their beings!
عَلَي۟هِ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَح۟بِهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ بِعَدَدِ اَن۟وَاعِ ال۟كَائِنَاتِ وَ مَو۟جُودَاتِهَا
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
You  may understand  then  what  a  pleasurable, honourable, luminous, joyful, auspicious, and elevated religious entertainment it  is for believers to  listen to the Mevlid and Ascension of that Being whom they look on as their chief, master, leader, and intercessor; that is, to hear about the beginning and end of his progress; that is, to learn the story of his spiritual life.
İşte böyle bir zatın mevlid ve mi’racını dinlemek, yani terakkiyatının mebde ve müntehasını işitmek, yani tarihçe-i hayat-ı maneviyesini bilmek, o zatı kendine reis ve seyyid ve imam ve şefî telakki eden mü’minlere; ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, neşeli, hayırlı bir müsamere-i ulviye-i diniye olduğunu anla.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O our Sustainer! In veneration of Your Most Noble Beloved (Upon whom be blessings  and peace) and for the sake of Your Greatest Name, make the hearts  of  those who publish this treatise, and  those of their companions, manifest the lights of belief, and make their pens disseminate the mysteries of the Qur’an, and set them on the Straight Path! Amen.
Yâ Rab! Habib-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hürmetine ve ism-i a’zam hakkına, şu risaleyi neşredenlerin ve rüfekasının kalplerini, envar-ı imaniyeye mazhar ve kalemlerini esrar-ı Kur’aniyeye nâşir eyle ve onlara sırat-ı müstakimde istikamet ver, âmin!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise!(2:32)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Eternal One, He is the Eternal One!
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Said Nursî'''
'''Said Nursî'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi Üçüncü Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Yirmi Beşinci Mektup]] </center>
<center> [[Yirmi Üçüncü Mektup/en|The Twenty-Third Letter]] ⇐ | [[Mektubat/en|The Letters]] | ⇒ [[Yirmi Beşinci Mektup/en|The Twenty-Fifth Letter ]] </center>
------
------
</div>