İçeriğe atla

Yirmi Dokuzuncu Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

"====The Ninth====" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
("Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise!(2:32)" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
("====The Ninth====" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 54 değişikliği gösterilmiyor)
876. satır: 876. satır:
===The Second Sign, that is, the SIXTH SIGN===
===The Second Sign, that is, the SIXTH SIGN===


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Mahdi’s luminous community will repair the destruction of the innovative regime  of  the secret society of the Sufyan, and will restore the Prophet’s (UWBP) glorious Sunna. That is to say, the secret society of the Sufyan will try to destroy the Shari‘a of Muhammad (UWBP) in the World of Islam with the intention of denying his messengership, and will be killed and routed by the miraculous immaterial sword of the Mahdi’s community.
Hazret-i Mehdi’nin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, sünnet-i seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyet’te risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (asm) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cemiyetinin mu’cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Moreover, in the world of humanity, the secret society of the Dajjal will overturn civilization and subvert all mankind’s sacred matters, with the intention of denying the Godhead. A zealous, self-sacrificing community known as a Christian communit y but worthy of being called “Muslim Christians,” will work to unite the true religion of Jesus (Upon whom be  peace) with the reality of Islam and will kill and rout that society of the Dajjal under the leadership of Jesus (UWP), thus saving humanity from atheism.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa aleyhisselâmın din-i hakikisini İslâmiyet’in hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” unvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This important mystery is very lengthy. Since we have discussed it briefly in other places, here we make do with this indication.
Şu mühim sır pek uzundur. Başka yerlerde bir nebze bahsettiğimizden burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="YEDİNCİ_İŞARET_yani_Üçüncü_Sual"></span>
=== YEDİNCİ İŞARET yani Üçüncü Sual ===
===SEVENTH SIGN===
</div>
That is, the Third Question.


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
They say: “Your former refutations and strivings in the way of Islam were not in your present style. Also you do not defend Islam against Europe in the manner of the philosophers and thinkers. Why have you changed the style of the Old Said? Why do you not act in the same way as those who strive for the cause of Islam by non-physical means?
'''Diyorlar ki:''' “Senin eski zamandaki müdafaatın ve İslâmiyet hakkındaki mücahedatın, şimdiki tarzda değil. Hem Avrupa’ya karşı İslâmiyet’i müdafaa eden mütefekkirîn tarzında gitmiyorsun. Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin? Neden manevî mücahidîn-i İslâmiye tarzında hareket etmiyorsun?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The Old Said and certain thinkers in part accepted the principles of human and European philosophy, and contested them with their own weapons; they accepted them to a degree. They submitted unshakeably to some of their principles in the form of the physical sciences, and therefore could not demonstrate the true worth of Islam. It was quite simply as though they were grafting Islam with the branches of philosophy, the roots of which they supposed to be ver y deep; as though strengthening it. But since this method produced few victories and it reduced Islam’s worth to a degree, I gave  it up,
'''Elcevap:''' Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip onların silahlarıyla onlarla mübareze ediyorlar; bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete suretinde lâyetezelzel teslim ediyorlar, o suretle İslâmiyet’in hakiki kıymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyet’i aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar. Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyet’in kıymetini bir derece tenzil etmek olduğundan o mesleği terk ettim.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
and I showed in fact that Islam’s principles are so profound  that the deepest  principles  of philosophy cannot reach them;  indeed, they remain superficial  beside them. The Thirtieth  Word, Twenty- Fourth Letter, and Twenty-Ninth Word have demonstrated this truth with proofs.
Hem bilfiil gösterdim ki: İslâmiyet’in esasları o kadar derindir ki felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz, Yirmi Dördüncü Mektup, Yirmi Dokuzuncu Söz bu hakikati bürhanlarıyla ispat ederek göstermiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the former way, philosophy was supposed to be profound and the matters of Islam, external; it was supposed that by binding it with the branches of  philosophy, Islam would be preserved and made to endure. As if the principles of philosophy could in any way reach the matters of Islam!
Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip ahkâm-ı İslâmiyeyi zâhirî telakki edip felsefenin dallarıyla bağlamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Halbuki felsefenin düsturlarının ne haddi var ki onlara yetişsin?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which you have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise!(2:32)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And they shall say: “Praise be to God, Who has guided us to this [felicity]; never  could we have found guidance, had it not been for the guidance of God; indeed, it was the truth that the prophets of our Sustainer brought to us!”(7:43)
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ الَّذٖى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَه۟تَدِىَ لَو۟لَٓا اَن۟ هَدٰينَا اللّٰهُ لَقَد۟ جَٓاءَت۟ رُسُلُ رَبِّنَا بِال۟حَقِّ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings to our master Muhammad and to the Family of our master Muhammad, as you granted blessings to our master Abraham and to the  Family of Abraham, in all the worlds; indeed, You are worthy of all praise, exalted!
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّي۟تَ عَلٰى سَيِّدِنَا اِب۟رَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِب۟رَاهٖيمَ فِى ال۟عَالَمٖينَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizinci_Kısım_Olan_Rumuzat-ı_Semaniye"></span>
== Sekizinci Kısım Olan Rumuzat-ı Semaniye ==
==The Eight Symbols, Which is the Eighth Section==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This treatise consists of eight symbols, that is, eight short treatises. The basis of these symbols  is coincidence (tevafuk), which is an important principle of the science of jafr, and a valuable key to the occult sciences, and to some of the Qur’an’s mysteries pertaining to the Unseen.
“Sekiz Remiz”dir, yani sekiz küçük risaledir. Şu remizlerin esası, ilm-i cifrin mühim bir düsturu ve ulûm-u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiye-i Kur’aniyenin mühim bir miftahı olan tevafuktur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It has not been included here since it is to be published in another collection.
İleride müstakillen neşredileceğinden buraya dercedilmedi.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dokuzuncu_Kısım_Telvihat-ı_Tis’a"></span>
== Dokuzuncu Kısım Telvihat-ı Tis’a ==
==The Ninth Section Nine Allusions==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the Name of God, the Merciful, the Compassionate.
اَلَٓا اِنَّ اَو۟لِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَو۟فٌ عَلَي۟هِم۟ وَلَاهُم۟ يَح۟زَنُونَ
Behold!  Verily  on  the  friends  of  God  there  is  no  fear,  nor  shall  they grieve.(10:62)
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[This section  is  about the paths  of sainthood, and consists of  nine allusions.]
Şu kısım, turuk-u velayet hakkında olup '''Dokuz Telvih'''tir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Telvih"></span>
=== Birinci Telvih ===
===First Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Underlying  the  terms  Sufism, path, sainthood, and  spiritual  journeying  is  an agreeable, luminous, joyful, and spiritual sacred truth. This truth has been proclaimed, taught, and described in thousands of books written by authoritative scholars among the people of illumination and unveiling, who have told the Muslim community and us about it.
“Tasavvuf”, “tarîkat”, “velayet”, “seyr ü sülûk” namları altında şirin, nurani, neşeli, ruhanî bir hakikat-i kudsiye vardır ki o hakikat-i kudsiyeyi ilan eden, ders veren, tavsif eden binler cilt kitap ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikati ümmete ve bize söylemişler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
May God  reward them abundantly! Now, because of some compelling circumstances at this time, we  shall point out a few droplets, like sprinklings, from that vast ocean.
جَزَاهُمُ اللّٰهُ خَي۟رًا كَثٖيرًا Biz, o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''Question?'''What is the Sufi path?
'''Sual:''' Tarîkat nedir?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''The aim and goal of the Sufi path is – knowledge of God and the unfolding  of the truths of faith – through a spiritual journeying with the feet of the heart  under the shadow of the Ascension of Muhammad (UWBP), to manifest the truths of faith and the Qur’an through tasting and certain enhanced states, and to an extent through direct vision; it is an elevated human mystery and perfection called the Sufi path or Sufism.
'''Elcevap:''' Tarîkatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, mi’rac-ı Ahmedînin (asm) gölgesinde ve sayesi altında kalp ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, zevkî, halî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye mazhariyet; “tarîkat”, “tasavvuf” namıyla ulvi bir sırr-ı insanî ve bir kemal-i beşerîdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, since man is a comprehensive index of the universe, his heart resembles a map  of  thousands  of  worlds. For  innumerable  human  sciences  and  fields  of knowledge show that man’s brain in his head is a sort of centre of the universe, like a telephone  and telegraph exchange for innumerable lines. Similarly, the millions of light-scattering books written by incalculable saints show man’s heart in his essential being to be the place of manifestation of innumerable cosmic truths, and to be their pivot, and seed.
Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi; insanın mahiyetindeki kalbi dahi hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nurani kitaplar gösteriyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the human heart and brain are thus central, and comprise the members of a mighty tree in the form of a seed, and within them are encapsulated the parts and  components of an eternal, majestic machine pertaining to  the hereafter, certainly the heart’s Creator willed that it should be worked and brought out from the potential to the actual, and  developed, and put into action, for that is what He did. Since He willed it, the heart will certainly work like the mind. And the most effective means of working it is to be turned towards the truths of faith on the Sufi path through the remembrance of God in the degrees of sainthood.
İşte madem kalp ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları, içinde dercedilmiştir. Elbette ve herhalde o kalbin Fâtır’ı, o kalbi işlettirmesini ve bi’l-kuvve tavırdan bilfiil vaziyetine çıkarmasını ve inkişafını ve hareketini irade etmiş ki öyle yapmış. Madem irade etmiş, elbette o kalp dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Telvih"></span>
=== İkinci Telvih ===
===Second Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The keys and means of this journeying of the heart and spiritual progress are remembrance of God and reflective thought. Their virtues are too numerous to be described. Apart from uncountable benefits in the hereafter and human attainments and  perfections, a  minor  benefit  pertaining  to  this  tumultuous  worldly  life  is  as follows:
Bu seyr ü sülûk-u kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlahî ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehasini, ta’dad ile bitmez. Hadsiz fevaid-i uhreviyeden ve kemalât-ı insaniyeden kat’-ı nazar, yalnız şu dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye ait cüz’î bir faydası şudur ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
everyone wants a  solace and seeks enjoyment in order to be saved a little from the upheavals of life and its  heavy burdens, and to take a breather; everyone searches out something friendly to banish the loneliness. For one or two people out of ten, the social gatherings in civilized life offer a temporary, but heedless and drunken familiarity, intimacy, and solace. But eighty per cent live solitary lives in mountains or valleys, or are driven to distant places in search of a  livelihood, or due to such agencies as calamities or old age which recall the hereafter, they are deprived of the companionship of human groups and societies. Their circumstances allow  them no familiarity, friendliness, or consolation.
'''H'''er insan, hayatın dağdağasından ve ağır tekâlifinden bir derece kurtulmak ve teneffüs etmek için herhalde bir teselli ister, bir zevki arar ve vahşeti izale edecek bir ünsiyeti taharri eder. Medeniyet-i insaniye neticesindeki içtimaat-ı ünsiyetkârane, on insanda bir ikisine muvakkat olarak, belki gafletkârane ve sarhoşçasına bir ünsiyet ve bir ülfet ve bir teselli verir. Fakat yüzde sekseni ya dağlarda, derelerde münferid yaşıyor ya derd-i maişet onu hücra köşelere sevk ediyor ya musibetler ve ihtiyarlık gibi âhireti düşündüren vasıtalar cihetiyle insanların cemaatlerinden gelen ünsiyetten mahrumdurlar. O hal onlara ünsiyet verip teselli etmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For such a person, true solace, intimacy, and sweet pleasure are to be found in addressing  his  own  heart  in  those  distant  places  and  desolate  mountains  and distressing valleys, in working it through remembrance of God and reflection. Calling on God  Almighty, he may become intimate with Him in his heart, and by virtue of that intimacy think of the things around him, which were regarding him savagely, as smiling on him  familiarly. He will say: “My Creator, whom I am recollecting, has innumerable servants here in my place of solitude, just as He has everywhere. I am not alone; loneliness has no meaning.” Thanks to his faith, he receives pleasure from that sense of familiarity. He grasps  the meaning of life’s happiness, and he offers thanks to God.
İşte böylelerin hakiki tesellisi ve ciddi ünsiyeti ve tatlı zevki; zikir ve fikir vasıtasıyla kalbi işletmek, o hücra köşelerde, o vahşetli dağ ve sıkıntılı derelerde kalbine müteveccih olup “Allah!” diyerek kalbi ile ünsiyet edip o ünsiyet ile etrafında vahşetle ona bakan eşyayı ünsiyetkârane tebessüm vaziyetinde düşünüp “Zikrettiğim Hâlık’ımın hadsiz ibadı her tarafta bulunduğu gibi bu vahşetgâhımda da çokturlar. Ben yalnız değilim, tevahhuş manasızdır.” diyerek imanlı bir hayattan ünsiyetli bir zevk alır. Saadet-i hayatiye manasını anlar, Allah’a şükreder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Telvih"></span>
=== Üçüncü Telvih ===
===Third Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Sainthood is a proof of divine messengership; the Sufi path is a proof of the Shari‘a. For the truths of belief which messengership preaches, sainthood sees and confirms with a sort of direct vision with the heart and tasting with the spirit at the degree of the vision of certainty. Its confirmation is a certain proof of  the veracity of messengership. Through the experiential knowledge of the Sufi path and its  unveilings, and through its benefits and effulgences, it is a clear proof of the truths and the matters which the Shari‘a teaches; it demonstrates that they are the truth and that they come from the truth.
Velayet, bir hüccet-i risalettir; tarîkat, bir bürhan-ı şeriattır. Çünkü risaletin tebliğ ettiği hakaik-i imaniyeyi, velayet bir nevi şuhud-u kalbî ve zevk-i ruhanî ile aynelyakîn derecesinde görür, tasdik eder. Onun tasdiki, risaletin hakkaniyetine kat’î bir hüccettir. Şeriat ders verdiği ahkâmın hakaikini, tarîkat zevkiyle, keşfiyle ve ondan istifadesiyle ve istifazasıyla o ahkâm-ı şeriatın hak olduğuna ve Hak’tan geldiğine bir bürhan-ı bâhirdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, just as sainthood and the Sufi path are evidence and proof of divine messengership and the Shari‘a, so they are a perfection of Islam and a means of attaining to its lights, and through Islam, a source of humanity’s progress and moral enlightenment.
Evet, nasıl ki velayet ve tarîkat, risalet ve şeriatın hücceti ve delilidir; öyle de İslâmiyet’in bir sırr-ı kemali ve medar-ı envarı ve insaniyetin İslâmiyet sırrıyla bir maden-i terakkiyatı ve bir menba-ı tefeyyüzatıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Although this vast mystery holds such importance, certain deviant sects have tended to  deny it. They have been deprived of those lights and they have caused others to be deprived.
İşte bu sırr-ı azîmin bu derece ehemmiyetiyle beraber, bazı fırak-ı dâlle onun inkârı tarafına gitmişler. Kendileri mahrum kaldıkları o envardan, başkalarının mahrumiyetine sebep olmuşlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The most regretable thing is that making a pretext of abuses and faults they have seen  committed by the followers of the Sufi path, some literalist Sunni scholars and some neglectful politicians who are also Sunnis are trying to close up that supreme treasury, indeed, to destroy it, and to dry up that source of Kawthar which distributes a sort of water of life.
En ziyade medar-ı teessüf şudur ki: Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in bir kısım zâhirî uleması ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e mensup bir kısım ehl-i siyaset gafil insanlar; ehl-i tarîkatın içinde gördükleri bazı sû-i istimalatı ve bir kısım hatîatı bahane ederek o hazine-i uzmayı kapatmak, belki tahrip etmek ve bir nevi âb-ı hayatı dağıtan o kevser menbaını kurutmak için çalışıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, there are few things and ways and paths that are without fault and are good in every respect. They are bound to contain some faults and abuses. For if the uninitiated embark on something, they are sure to misuse  it. But  as  with  the  accounting  of  deeds  in  the  hereafter, Almighty  God demonstrates His dominical justice through the weighing up of good deeds and bad deeds. That is to say, if good deeds preponderate and weigh heavier, He accepts them and grants reward; whereas if evil deeds preponderate, he punishes for them  and rejects them. The  balancing  of  good  and  evil  deeds  looks  to  quality  rather  than quantity. It sometimes happens that a single good deed will weigh heavier than a thousand evils, and cause them to be forgiven.
Halbuki eşyada, kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrepler, meslekler az bulunur. Alâküllihal bazı kusurlar ve sû-i istimalat olacak. Çünkü ehil olmayanlar bir işe girseler elbette sû-i istimal ederler. Fakat Cenab-ı Hak âhirette muhasebe-i a’mal düsturuyla, adalet-i Rabbaniyesini, hasenat ve seyyiatın muvazenesiyle gösteriyor. Yani hasenat râcih ve ağır gelse mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat râcih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiatın muvazenesi, kemiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiata tereccuh eder, affettirir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Divine justice judges thus and reality too considers it right. Thus, the evidence that the good deeds of the Sufi path – that is, paths within the bounds of the Prophet’s (UWBP) practices – definitely preponderate over their evils is that those who follow them preserve their belief when attacked by the people of misguidance. A sincere  ordinary follower of the Sufi path preserves himself  better  than  a  superficial, apparent  Muslim  with  a  modern, scientific background. Through the illumination of the Sufi path and the love of the saints, he saves  his  faith. If  he  commits  grievous  sins,  he  becomes  a  sinner  but  not  an unbeliever; he is not easily drawn into atheism. No power at all can refute the chain of shaikhs he accepts, with a strong love and firm belief, to be spiritual poles.And because no power can refute it, his confidence in them cannot be shaken. And so long as his confidence is not shaken, he will not accept atheism. In the face of the atheists’ stratagems at the present time, it has become difficult for a person unconnected with the Sufi path, whose heart has not been brought to action, to preserve himself completely, even if he is a learned scholar.
Madem adalet-i İlahiye böyle hükmeder ve hakikat dahi bunu hak görür; tarîkat, yani sünnet-i seniye dairesinde tarîkatın hasenatı, seyyiatına kat’iyen müreccah olduğuna delil; ehl-i tarîkat, ehl-i dalaletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Âdi bir samimi ehl-i tarîkat; surî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarîkat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebairle fâsık olur fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse zındıkaya giremez. Tarîkatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zat da olsa şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
There is another thing; the Sufi path should not be condemned because of the evils of  some orders that have adopted practices outside the bounds of taqwa, and even of Islam, and have wrongfully called themselves Sufi paths.
Bir şey daha var ki: Daire-i takvadan hariç, belki daire-i İslâmiyet’ten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarîkat namını haksız olarak kendine takanların seyyiatıyla, tarîkat mahkûm olamaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Quite apart from the elevated  religious and  spiritual fruits of the Sufi path and  those that  look to  the hereafter, Sufi  orders  were  the  first, and  most  effective  and  ardent, means  of spreading and strengthening brotherhood, the sacred bond of the Islamic world. They were also one of the three unassailable strongholds of Islam, which held out against the awesome attacks of the world of unbelief and the politics of Christendom.
Tarîkatın dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvi neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarîkatlar olduğu gibi; âlem-i küfrün ve siyaset-i Hristiyaniyenin, nur-u İslâmiyet’i söndürmek için müthiş hücumlarına karşı dahi üç mühim ve sarsılmaz kale-i İslâmiyeden bir kalesidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
What preserved Istanbul, the centre of the Caliphate for five hundred and fifty years against the whole Christian world, were the lights of belief that poured out of five  hundred places in Istanbul and the powerful faith of those who recited “Allah! Allah!” in the tekkes behind the big mosques, which were a firm source of support for the people of belief in that centre of Islam, and their spiritual love arising from knowledge of God, and their fervent murmurings.
Merkez-i hilafet olan İstanbul’u beş yüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beş yüz yerde fışkıran envar-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u hurûşlarıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O you unreasoning pseudo-patriots and false nationalists! What evils are there in the Sufi paths that can negate all this good in the life of your society? You say!
İşte ey akılsız hamiyet-füruşlar ve sahtekâr milliyet-perverler! Tarîkatın, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlarıdır, söyleyiniz?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Telvih"></span>
=== Dördüncü Telvih ===
===Fourth Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Together with being very easy, the way of sainthood is very difficult. Together with being very short, it is very long. In addition to being most valuable, it is very dangerous.  And  together with being very broad, it is very narrow.
Meslek-i velayet çok kolay olmakla beraber çok müşkülatlıdır, çok kısa olmakla beraber çok uzundur, çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlıdır, çok geniş olmakla beraber çok dardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is because of these points that some of those who take the path drown, others become harmful, and yet others return and lead other people astray.
İşte bu sırlar içindir ki o yolda sülûk edenler bazen boğulur, bazen zararlı düşer, bazen döner başkalarını yoldan çıkarır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''There are two ways on the Sufi path, known by the terms of inner journeying and outer journeying.
Ezcümle: Tarîkatta “seyr-i enfüsî” ve “seyr-i âfakî” tabirleri altında iki meşrep var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Inner Way starts from the self, and drawing the eyes away from the outer world, looks to the heart. It pierces egotism, opens up a way from the heart, and finds reality. Then it  enters the outer world. The outer world then looks luminous. The journey is completed quickly on this way. The reality seen in the inner world, is seen on a large scale in the outer world. Most of the paths that practise silent recollection take this way. Its essential principles are breaking the ego, renouncing the desires of the flesh, and killing the evil-commanding soul.
'''Birinci meşrep''', enfüsî meşrebidir; nefisten başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enaniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikati bulur. Sonra âfaka girer. O vakit âfakı nurani görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsî dairesinde gördüğü hakikati, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyenin çoğu bu yol ile gidiyor. Bunun da en mühim esası; enaniyeti kırmak, hevayı terk etmek, nefsi öldürmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Second Way starts from the outer world; it gazes on the reflections of the divine names and attributes in their places of manifestation in the greater sphere, then it enters the inner world. It observes their lights on a small scale in the sphere of the heart and opens up the shortest way within them. It sees that the heart is a mirror to the Eternally Besoughted One, and is united with the goal it is seeking.
'''İkinci meşrep'''; âfaktan başlar, o daire-i kübranın mezâhirinde cilve-i esma ve sıfâtı seyredip sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envarı müşahede edip onda en yakın yolu açar. Kalp, âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If people who travel the first way are unsuccessful  in  killing  the  evil- commanding soul, and if they cannot give up the desires of the flesh and break the ego, they  fall from the rank of thanks to that of pride, then descend from pride to conceit. If such a person feels the captivation of love and becomes intoxicated by it, he will make high-flown  claims far exceeding his mark, called ecstatic utterances. This is harmful both for himself and for others.
İşte birinci meşrepte sülûk eden insanlar; nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevayı terk edip enaniyeti kırmazsa şükür makamından fahir makamına düşer, fahirden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabdan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa “şatahat” namıyla haddinden çok fazla davalar ondan sudûr eder. Hem kendi zarar eder hem başkasının zararına sebep olur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, if a lieutenant becomes conceited out of pleasure at his position of command, he will suppose himself to be a field marshal and will confuse his small sphere with the universal one. He will confuse a sun that appears in a small mirror with the sun whose manifestation appears in all its splendour on the surface of the sea, due to their similarity in one respect.In just the same way, there are many people of sainthood who, resembling the difference between a fly and a peacock, see themselves as greater than those who in reality are greater than them to the same degree; that is how they see it and they think they are right.
Mesela, nasıl ki bir mülazım, kendinde bulunan kumandanlık zevkiyle ve neşesiyle gururlansa kendini bir müşir zanneder. Küçücük dairesini, o küllî daire ile iltibas eder. Ve bir küçük âyinede görünen bir güneşi, denizin yüzünde haşmetiyle cilvesi görünen güneşle bir cihet-i müşabehetle iltibasa sebep olur. Öyle de çok ehl-i velayet var ki bir sineğin bir tavus kuşuna nisbeti gibi kendinden o derece büyük olanlardan kendini büyük görür ve öyle de müşahede ediyor, kendini haklı buluyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I myself even saw someone whose heart had just been awakened and had faintly perceived in himself the mystery of sainthood; he supposed himself to be the supreme spiritual pole and assumed airs accordingly. I said to him: “My brother, just as the law of sovereignty has  particular and universal manifestations from the office of Prime Minister down to that of District Officer, so sainthood and the rank of spiritual pole have varying spheres and manifestations. Each station has many shades and shadows. You  have evidently seen the  manifestation of the rank of supreme spiritual pole, the equivalent of Prime Minister, in your own sphere, which is like that of a District Officer, and you have been deceived. What you saw was right, but your judgement of it was wrong. To a fly, a cup of water is a small sea.” The person came to his senses, God willing, as a result of this answer of mine, and was saved from the abyss.
Hattâ ben gördüm ki: Yalnız kalbi intibaha gelmiş, uzaktan uzağa velayetin sırrını kendinde hissetmiş, kendini kutb-u a’zam telakki edip o tavrı takınıyordu. Ben dedim: “Kardeşim! Nasıl ki kanun-u saltanatın, sadrazam dairesinden tâ nahiye müdürü dairesine kadar bir tarzda cüz’î küllî cilveleri var; öyle de velayetin ve kutbiyetin dahi öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Her bir makamın çok zılleri ve gölgeleri var. Sen, sadrazam-misal kutbiyetin a’zam cilvesini, bir müdür dairesi hükmünde olan kendi dairende o cilveyi görmüşsün, aldanmışsın. Gördüğün doğrudur fakat hükmün yanlıştır. Bir sineğe bir kap su, bir küçük denizdir.” O zat şu cevabımdan inşâallah ayıldı ve o vartadan kurtuldu.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I have also seen many people who thought themselves to be Mahdis of a sort, and they proclaimed their Mahdiship. Such people are not liars and deceivers, they are deceived. They  suppose  what  they  see  to  be  reality. As  the  divine  names  have manifestations from the sphere of the Sublime Throne down to an atom, and their places of manifestation differ to the same degree; so the  degrees of sainthood, which consist of manifesting the names, differ in the same way. The most important reason for the confusion is this:
Hem ben müteaddid insanları gördüm ki bir nevi Mehdi kendilerini biliyorlardı ve “Mehdi olacağım.” diyorlardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller, belki aldanıyorlar. Gördüklerini, hakikat zannediyorlar. Esma-i İlahînin nasıl ki tecelliyatı, arş-ı a’zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velayet dahi öyle mütefavittir. Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In some of the stations of the saints, the characteristics of the Mahdi’s function may be  observed, or a special relation may be formed with the Supreme Spiritual Pole, or with  Khidr; certain stations are connected with certain famous persons. In fact, the stations are called the station of Khidr, the station of Uwais, or the station of the Mahdi.
Makamat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u a’zama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hâssası olduğu gibi, bazı meşahirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara “Makam-ı Hızır”, “Makam-ı Üveys”, “Makam-ı Mehdiyet” tabir edilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Because of this, people who attain to these stations or to minor samples or shadows of them, suppose themselves to be the famous persons connected with them. They suppose themselves to be Khidr, or the Mahdi, or the Supreme Spiritual Pole.
İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir numunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakki eder veya Mehdi itikad eder veya kutb-u a’zam tahayyül eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
If such a person’s ego does not seek rank and position, he is not condemned to the state. His excessively high-flown claims are deemed ecstatic  utterances for which he is probably not responsible.
Eğer hubb-u câha talip enaniyeti yoksa o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla davaları, şatahat sayılır. Onunla belki mes’ul olmaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But if his ego is secretly set on acquiring rank and position, and if he defeated by it and leaves off thanks and becomes proud, from there he will gradually fall into arrogance, or descend to the depths of madness, or deviate from the path of truth. For he reckons the great saints to be like himself and his good opinion of them is spoiled, for however arrogant a soul is, it still perceives its own faults. Comparing those great saints with himself,  he  imagines  them to  be at  fault. His respect towards the prophets diminishes, even.
Eğer enaniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise o zat, enaniyete mağlup olup şükrü bırakıp fahre girse fahirden gitgide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tarîk-i haktan sapar. Çünkü büyük evliyayı, kendi gibi telakki eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira nefis ne kadar mağrur da olsa kendisi kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hattâ enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Those suffering from this should hold fast to the balance of the Shari‘a, and adopt the rules  of the scholars of the principles of religion, and take as their guides the instructions of such authoritative scholars from among the saints as Imam Ghazali and Imam-i Rabbani. They should constantly accuse their own souls, and attribute nothing to themselves other than fault,  impotence, and want.
İşte bu hale giriftar olanlar, mizan-ı şeriatı elde tutmak ve usûlü’d-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i evliyanın talimatlarını rehber etmek gerektir. Ve daima nefsini ittiham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Ecstatic utterances made by followers  of  this  way arise  from  love  of self, for  love-filled  eyes  see  no  faults. Because of his self-love, such a person supposes a faulty, unworthy fragment of glass to be a brilliant or a diamond.
Bu meşrepteki şatahat, hubb-u nefisten neş’et ediyor. Çünkü muhabbet gözü, kusuru görmez. Nefsine muhabbeti için o kusurlu ve liyakatsiz bir cam parçası gibi nefsini, bir pırlanta, bir elmas zanneder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The most dangerous of  all  these faults  is  that  he imagines the partial meanings which occur to his heart in the form of inspiration to be “God’s Word,” and  he calls them  “verses (âyât).” This  infers  disrespect  towards divine revelation, which is at the most holy and exalted degree. Yes, all inspirations from the inspirations of bees and animals to those of ordinary people and the elite among  men, and from the inspirations of ordinary angels to those of the sublime cherubim, are divine words of a sort. But they are dominical speech in conformity with the capacity of the places of manifestation and their stations; they are the varying manifestations of dominical address shining through seventy thousand veils.
Bu nevi içindeki en tehlikeli bir hata şudur ki kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz’î manaları “kelâmullah” tahayyül edip âyet tabir etmeleridir. Ve onunla, vahyin mertebe-i ulyâ-yı akdesine bir hürmetsizlik gelir. Evet, bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, tâ avam-ı nâsın ve havass-ı beşeriyenin ilhamatına kadar ve avam-ı melâikenin ilhamatından, tâ havass-ı kerrûbiyyunun ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı Rabbaniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelâm-ı Rabbanî, yetmiş bin perdede telemmu eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However, it is absolutely wrong to use the proper nouns “revelation” and “divine speech”  for such inspirations, and the word “verse,” which is a noun proper to the stars of the Qur’an – the most evident exemplification of God’s Word. As is explained and  proved  in  the  Twelfth,  Twenty-Fifth,  and  Thirty-First  Words,  the  relation between the inspiration in the hearts of those making the above claims and the verses of the  sun of the Qur’an, which is  divine speech directly, resembles the relation between the tiny, dim, obscure image of the sun appearing in the coloured mirror in your hand and the sun in the sky. Yes, if it is said  that the sun’s reflected images appearing in all mirrors are the sun’s and are related to it, it would be right, but the globe of the earth cannot be attached to the suns in those tiny mirrors, nor be bound by their attraction.
Amma vahiy ve kelâmullahın ism-i hâssı ve onun en bâhir misal-i müşahhası olan Kur’an’ın necimlerine ism-i has olan “âyet” namı öyle ilhamata verilmesi, hata-yı mahzdır. On İkinci ve Yirmi Beşinci ve Otuz Birinci Sözlerde beyan ve ispat edildiği gibi elimizdeki boyalı âyinede görünen küçük ve sönük ve perdeli güneşin misali, semadaki güneşe ne nisbeti varsa; öyle de o müddeîlerin kalbindeki ilham dahi doğrudan doğruya kelâm-ı İlahî olan Kur’an güneşinin âyetlerine nisbeti, o derecededir. Evet, her bir âyinede görünen güneşin misalleri, güneşindir ve onunla münasebettardır denilse haktır fakat o güneşçiklerin âyinesine küre-i arz takılmaz ve onun cazibesiyle bağlanmaz!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşinci_Telvih"></span>
=== Beşinci Telvih ===
===Fifth Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
An extremely important way within Sufism is the Unity of Witnessing, which is another name for the Unity of Existence. This restricts the gaze to the existence of the Necessarily Existent, and sees other beings to be so weak and shadow-like in relation to Him that it  declares that they do not deserve the name of existence. It envelops them in veils of  imagination, and in the station of abandoning all things other than God, counts them as nothing. It even imagines them to be non-existent, and goes so far  as  to  belittle  the  manifestations  of  the  divine  names, saying  they  are  mere imaginary mirrors.
Tarîkatın gayet mühim bir meşrebi olan “vahdetü’l-vücud” namı altındaki vahdetü’ş-şuhud, yani Vâcibü’l-vücud’un vücuduna hasr-ı nazar edip sair mevcudatı, o vücud-u Vâcib’e nisbeten o kadar zayıf ve gölge görür ki vücud ismine lâyık olmadığını hükmedip, hayal perdesine sarıp terk-i mâsiva makamında onları hiç saymak, hattâ ma’dum tasavvur etmek, yalnız cilve-i esma-i İlahiyeye hayalî bir âyine vaziyeti vermek kadar ileri gider.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A significant fact about this way is that due to the powerful faith it inculcates and the elevated sainthood of those on it advancing to the degree of absolute certainty, the existence of contingent beings is so diminished that nothing remains in its view other than imagination and non-existence; it is as though it denies the universe on account of the Necessarily Existent One.
İşte bu meşrebin ehemmiyetli bir hakikati var ki: Vâcibü’l-vücud’un vücudu, iman kuvvetiyle ve yüksek bir velayetin hakkalyakîn derecesinde inkişafıyla, vücud-u mümkinat o derece aşağıya düşer ki hayal ve ademden başka onun nazarında makamları kalmaz; âdeta Vâcibü’l-vücud’un hesabına kâinatı inkâr eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But this way holds dangers, the first of which is this: there are six pillars of faith, and such pillars as belief in the Last Day and belief in God require the existence of contingent beings. These firmly-founded pillars of belief cannot be constructed on imagination! For this reason, when a person following this way re-enters the world of sobriety from the worlds of ecstasy and intoxication, he should not bring them with him, nor should he act in accordance with them.
Fakat bu meşrebin tehlikeleri var. En birincisi şudur ki: Erkân-ı imaniye altıdır. İman-ı billahtan başka, iman-ı bi’l-yevmi’l-âhir gibi rükünler var. Bu rükünler ise mümkinatın vücudlarını ister. O muhkem erkân-ı imaniye, hayal üstünde bina edilmez! Onun için o meşrep sahibi, âlem-i istiğrak ve sekirden âlem-i sahve girdiği vakit, o meşrebi beraber almamak gerektir ve o meşrebin muktezasıyla amel etmemek lâzımdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Furthermore, he should not convert this way, which pertains to the heart and to illuminations and certain states, into a form that pertains to the reason, knowledge, and  words. For the laws and principles related to reason, knowledge, and speech, which proceed from the Qur’an and the practices of the Prophet (UWBP), cannot sustain that way and are inapplicable to it. For this reason, the four Rightly-Guided Caliphs, and the leading authorities and interpreters of the law, and  the authorities of the  first generations of Islam were not seen to practise it.
Hem kalbî ve halî ve zevkî olan bu meşrebi, aklî ve kavlî ve ilmî suretine çevirmemektir. Çünkü Kitap ve sünnetten gelen desatir-i akliye ve kavanin-i ilmiye ve usûl-ü kelâmiye o meşrebi kaldıramıyor, kabil-i tatbik olamıyor. Onun için Hulefa-yı Raşidîn’den ve Eimme-i Müçtehidîn’den ve selef-i salihînin büyüklerinden, o meşrep sarîhan görünmüyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This means that it is not the most elevated way. It may be elevated, but it is also deficient. It is very important, but it is also very perilous and difficult. Yet, it is still very pleasurable. Those who embark on it for the pleasure, do not want to leave it, and because of their self-centredness, they suppose it to be the highest degree.
Demek, en âlî bir meşrep değil. Belki yüksek fakat nâkıs. Çok ehemmiyetli fakat çok hatarlı. Çok ağır fakat çok zevklidir. O zevk için ona girenler, ondan çıkmak istemiyorlar, hodgâmlık ile en yüksek mertebe zannediyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We have explained the basis and nature of this way to an extent  in the treatise called Nokta Risalesi, and in some of the Words and Letters, and shall suffice with them. Here, we shall describe one of the serious hazards on that important way. It is  as follows:
Bu meşrebin esasını ve mahiyetini, Nokta Risalesi’nde ve bir kısım Sözlerde ve Mektubatta bir derece beyan ettiğimizden, onlara iktifaen, şurada o mühim meşrebin ehemmiyetli bir vartasını beyan edeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For the highest of the elite, who pass beyond the sphere of causes and renouncing everything other than God, sever their attachment to contingent beings and enter a state of complete absorption in God, this way is a righteous way. But, to present it in terms of intellectual knowledge to those who are submerged in causes, are enamoured of the world, and are plunged into materialist philosophy and nature, will drown them in nature and materiality and distance them from the reality of Islam.
O meşrep, daire-i esbabdan geçip terk-i mâsiva sırrıyla mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak haletinde mazhar olduğu salih bir meşreptir. Şu meşrebi, esbab içinde boğulanların ve dünyaya âşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir surette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-i İslâmiyeden uzaklaştırmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For those who love the world and are attached  to  the sphere of causes want to ascribe a sort of permanence to this transitory world. They do not want to lose their beloved. On the pretext of the Unity of Existence, they imagine it  to have permanent existence. On account of the world, their beloved, and by ascribing permanence and eternity to it, they make it an object of worship; and, I seek refuge with God, this paves the way to the abyss of denying God.
Çünkü dünyaya âşık ve daire-i esbaba bağlı bir nazar, bu fâni dünyaya bir nevi beka vermek ister. O dünya mahbubunu elinden kaçırmak istemiyor; vahdetü’l-vücud bahanesiyle ona bir bâki vücud tevehhüm eder, o mahbubu olan dünya hesabına ve beka ve ebediyeti ona tam mal etmesine binaen, bir mabudiyet derecesine çıkarır –neûzübillah– Allah’ı inkâr etmek vartasına yol açar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This century, materialism is so widespread, materiality is thought to be the source of  everything. If in such an age, the elite believers consider materiality to be so unimportant as to be non-existent, thus furthering the way of the Unity of Existence, the materialists will lay claim to it, saying: “We say the same thing.” Whereas, among all the ways in the world, the one furthest from that of the materialists and nature- worshippers, is the way of the Unity of Existence. For the followers of the Unity of Existence attach such importance, due to their belief, to the divine existence that they deny the universe and beings. Whereas the materialists attach so much importance to beings that on account of the universe they deny God. How can the two come together or be compared?
Şu asırda maddiyyunluk fikri o derece istila etmiş ki maddiyatı her şeye merci biliyorlar. Böyle bir asırda has ehl-i iman, maddiyatı idam eder derecesinde ehemmiyetsiz gördüklerinden; vahdetü’l-vücud meşrebi ortaya atılsa belki maddiyyunlar sahip çıkacaklar “Biz de böyle diyoruz.” diyecekler. Halbuki dünyada meşarib içinde, maddiyyunların ve tabiat-perestlerin mesleğinden en uzak meşrep, vahdetü’l-vücud meşrebidir. Çünkü ehl-i vahdetü’l-vücud, o kadar vücud-u İlahîye kuvvet-i iman ile ehemmiyet veriyorlar ki kâinatı ve mevcudatı inkâr ediyorlar. Maddiyyunlar ise o kadar mevcudata ehemmiyet veriyorlar ki kâinat hesabına, Allah’ı inkâr ediyorlar. İşte bunlar nerede? Ötekiler nerede?
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Altıncı_Telvih"></span>
=== Altıncı Telvih ===
===Sixth Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This consists of three points.
'''Üç nokta'''dır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Nokta:"></span>
==== Birinci Nokta: ====
====First Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Among the ways of sainthood, the finest, straightest, richest, and most brilliant is following the practices (Sunna) of the Prophet (UWBP). That is, to think of the practices in one’s actions and deeds, and to follow and imitate them. In conduct and dealings with others, it is to think of the rulings of the Shari‘a and take them as one’s guide.
Velayet yolları içinde en güzeli en müstakimi en parlağı en zengini, sünnet-i seniyeye ittibadır. Yani a’mal ve harekâtında sünnet-i seniyeyi düşünüp ona tabi olmak ve taklit etmek ve muamelat ve ef’alinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
When followed in this way, daily conduct, dealings, and habitual acts become worship,  and  thinking  of  the  practices  and  Shari‘a  in  one’s  actions,  recalls  the injunctions of the Shari‘a. This causes a person to think of the Shari‘a’s owner. By thinking of him, it brings to mind Almighty God, and that induces a sort of sense of His presence. This may transform all the moments of the person’s life into worship in the divine presence. This  great highway is the highway of the Companions and the righteous of the first generations of Islam, who received the legacy of prophethood, the greater sainthood.
İşte bu ittiba ve iktida vasıtasıyla, âdi ahvali ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibadet şekline girmekle beraber; her bir ameli, sünneti ve şer’i o ittiba noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü şer’î veriyor. O tahattur ise sahib-i şeriatı düşündürüyor. O düşünmek ise Cenab-ı Hakk’ı hatıra getiriyor. O hatıra, bir nevi huzur veriyor. O halde mütemadiyen ömür dakikaları, huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. İşte bu cadde-i kübra, velayet-i kübra olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan sahabe ve selef-i salihînin caddesidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Nokta:"></span>
==== İkinci Nokta: ====
====Second Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Sincerity is the basis of the ways of sainthood and of the branches of the Sufi path, for through sincerity a person may be saved from implicitly associating partners with God. One who does not obtain sincerity cannot travel those ways. The most powerful force of those ways is love. Yes, love does not seek pretexts for its beloved and does not wish to see the beloved’s faults. It looks on frail signs of its beloved’s perfection as powerful proofs, and always takes the part of its beloved.
Velayet yollarının ve tarîkat şubelerinin en mühim esası, ihlastır. Çünkü ihlas ile hafî şirklerden halâs olur. İhlası kazanmayan, o yollarda gezemez. Ve o yolların en keskin kuvveti, muhabbettir. Evet muhabbet, mahbubunda bahaneler aramaz ve kusurlarını görmek istemez. Ve kemaline delâlet eden zayıf emareleri, kavî hüccetler hükmünde görür. Daima mahbubuna taraftardır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is because of this that those who are turned towards knowledge of God with the feet of love, do not give ear to doubts and objections; they are easily saved. Even a thousand satans can not negate a hint of their true beloved’s perfection. If they do not possess such love, they would struggle desperately in the face of their souls and Satan and the objections of the outside devils. They would have to have heroic fortitude and strength of belief and an attentive gaze in order to save themselves.
İşte bu sırra binaendir ki muhabbet ayağıyla marifetullaha teveccüh eden zatlar; şübehata ve itirazata kulak vermezler, ucuz kurtulurlar. Binler şeytan toplansa onların mahbub-u hakikisinin kemaline işaret eden bir emareyi, onların nazarında iptal edemez. Eğer muhabbet olmazsa o vakit kendi nefsi ve şeytanı ve haricî şeytanların ettikleri itirazat içinde çok çırpınacak. Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lâzımdır ki kendisini kurtarsın.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is because of this that in all the degrees of sainthood, the chief leaven and elixir is the love arising from knowledge of God. But love leads to an abyss, which is this: it jumps  from beseeching and self-effacement, which are the essence of worship, to complaint and  claims and to imbalanced actions. When regarding things other than God, a person ceases to see how they point to their Maker and starts to see them as signifying themselves alone, so while being the cure, love becomes poison. That is to say, although when loving things other than God, the person should fix his heart on them for God’s sake and in His name and because they are mirrors reflecting His names, sometimes he loves them for themselves and on account of their personal perfections and own beauty. He loves them with no thought for God and His Messenger (UWBP). Such love does not lead to love of God; it obscures it. Whereas if the person loves  those things as signifying their Maker, it leads to love of God; indeed, such love may be said to be its manifestation.
İşte bu sırra binaendir ki umum meratib-i velayette marifetullahtan gelen muhabbet, en mühim mâye ve iksirdir. Fakat muhabbetin bir vartası var ki ubudiyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten naza ve davaya atlar, mizansız hareket eder. Mâsiva-yı İlahiyeye teveccühü hengâmında, mana-yı harfîden mana-yı ismîye geçmesiyle tiryak iken zehir olur. Yani gayrullahı sevdiği vakit, Cenab-ı Hak hesabına ve onun namına, onun bir âyine-i esması olmak cihetiyle rabt-ı kalp etmek lâzımken; bazen o zatı, o zat hesabına, kendi kemalât-ı şahsiyesi ve cemal-i zatîsi namına düşünüp mana-yı ismiyle sever. Allah’ı ve peygamberi düşünmeden yine onları sevebilir. Bu muhabbet, muhabbetullaha vesile değil, perde oluyor. Mana-yı harfî ile olsa muhabbetullaha vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Nokta:"></span>
==== Üçüncü Nokta: ====
====Third Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This world is the realm of wisdom, the realm of service; it is not the realm of reward and recompense. The wage for deeds and acts of service here is given in the Intermediate Realm and the hereafter. Acts here produce fruits there. This being the truth of  the matter, the results of actions that look to the hereafter should not be sought in this  world. If they are given, they should be received not gratefully, but regretfully. For in Paradise, the more fruits are picked the more they grow. So it is hardly sensible to consume in this world in fleeting fashion the fruits of actions  that  pertain  to  the  hereafter, which  are lasting. It  is  like  exchanging  a permanent lamp for one that will last a minute and then flicker out.
Bu dünya dârü’l-hikmettir, dârü’l-hizmettir; dârü’l-ücret ve mükâfat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a’mal, berzahta ve âhirette meyve verir. Madem hakikat budur, a’mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunane değil, mahzunane kabul etmek lâzımdır. Çünkü cennetin meyveleri gibi kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla, bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ı akıl değildir. Bâki bir lambayı, bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lamba ile mübadele etmek gibidir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It  is  because of this that  the people of sainthood  look on service, difficulty, misfortune, and hardship as agreeable. They do not complain and lament, but say: “All praise be to God for all situations!”
İşte bu sırra binaen ehl-i velayet, hizmet ve meşakkat ve musibet ve külfeti hoş görüyorlar, nazlanmıyorlar, şekva etmiyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
When illuminations and wonders, unfoldings and lights  are  bestowed on them, they accept them as divine  favours, and try to conceal them. They do not become proud, but offer more thanks and worship. Many of them have wanted those  states  to be concealed or to cease, lest they spoil the sincerity of their actions.
اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ diyorlar. Keşif ve keramet, ezvak ve envar verildiği vakit, bir iltifat-ı İlahî nevinden kabul edip setrine çalışıyorlar. Fahre değil belki şükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çokları o ahvalin istitar ve inkıtaını istemişler, tâ ki amellerindeki ihlas zedelenmesin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the highest divine favour for an acceptable person is not to  make  him  realize the favour, so  that  he does not  give up beseeching and offering thanks, or become complacent and start complaining.
Evet, makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı İlahî, ihsanını ona ihsas etmemektir; tâ niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is because of this truth that if those who seek sainthood and follow the Sufi path do  so  for illuminations  and  wonders, which are some of the emanations of sainthood, and they are turned towards those and receive pleasure from them, they as though consume in transient fashion in this transient world the enduring fruits of the hereafter. This too opens up the way to loss of sincerity, the leaven of sainthood, and to sainthood eluding them.
İşte bu hakikate binaendir ki velayeti ve tarîkatı isteyenler; eğer velayetin bazı tereşşuhatı olan ezvak ve keramatı isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoşlansa; bâki, uhrevî meyveleri, fâni dünyada, fâni bir surette yemek kabîlinden olmakla beraber; velayetin mâyesi olan ihlası kaybedip velayetin kaçmasına meydan açar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Yedinci_Telvih"></span>
=== Yedinci Telvih ===
===Seventh Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This consists of four points.
'''Dört nükte'''dir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_Nükte:"></span>
==== Birinci Nükte: ====
====First Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Shari‘a is directly, without shadow or veil, the result of the  divine  address, through the  mystery of divine oneness  in respect  of absolute dominicalitY. The highest degrees of the Sufi path and of reality are like parts of the Shari‘a. Or they are always like its means, introduction, and servant. Their results are the incontrovertible matters of the Shari‘a.
Şeriat; doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında hitab-ı İlahînin neticesidir. Tarîkatın ve hakikatin en yüksek mertebeleri, şeriatın cüzleri hükmüne geçer. Yoksa daima vesile ve mukaddime ve hâdim hükmündedirler. Neticeleri, şeriatın muhkematıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is to say, the ways of the Sufi orders and of reality are like means, servants, and steps for reaching the truths of the Shari‘a, till at the highest level they are transformed into the meaning of reality and essence of the Sufi way, which are at the heart of the Shari‘a. So then they become parts of the Greater Shari‘a.
Yani hakaik-i şeriata yetişmek için tarîkat ve hakikat meslekleri, vesile ve hâdim ve basamaklar hükmündedir. Gitgide en yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mana-yı hakikat ve sırr-ı tarîkata inkılab ederler. O vakit, şeriat-ı kübranın cüzleri oluyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is not right to think of the Shari‘a as an outer shell and reality as its inner part and result and aim, as some Sufis do.
Yoksa bazı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi şeriatı zâhirî bir kışır, hakikati onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Yes, the Shari‘a unfolds according to the levels of men. It is wrong to suppose that what the mass of people imagine is the external aspect of the Shari‘a is its reality, and to give the names of reality and Sufi path to the degrees of the Shari‘a that are disclosed to the elite. The Shari‘a has degrees which look to all classes.
Evet şeriatın, tabakat-ı nâsa göre inkişafatı ayrı ayrıdır. Avam-ı nâsa göre zâhir-i şeriatı, hakikat-i şeriat zannedip havassa münkeşif olan şeriatın mertebesine “hakikat ve tarîkat” namı vermek yanlıştır. Şeriatın umum tabakata bakacak meratibi var.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is in consequence of this that the further the Sufis and those who seek reality advance, their longing for the truths of the Shari‘a increases, as does their captivation by them  and  their  following them. They  consider  the  most  minor  aspect  of  the Prophet’s (UWBP) practices to be their greatest aim, and strive to follow them and imitate them. For however higher divine revelation is than inspiration, the conduct of the Shari‘a, which is the fruit of  revelation, is higher to the same degree than the conduct of the Sufi path, the fruit of inspiration. Therefore, following the Prophet’s (UWBP) practices is the basis and principal element of the Sufi path.
İşte bu sırra binaendir ki ehl-i tarîkat ve ashab-ı hakikat ileri gittikçe hakaik-i şeriata karşı incizabları, iştiyakları, ittibaları ziyadeleşiyor. En küçük bir sünnet-i seniyeyi, en büyük bir maksat gibi telakki edip onun ittibaına çalışıyorlar, onu taklit ediyorlar. Çünkü vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise semere-i vahiy olan âdab-ı şer’iye, o derece semere-i ilham olan âdab-ı tarîkattan yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için tarîkatın en mühim esası, sünnet-i seniyeye ittiba etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_Nükte:"></span>
==== İkinci Nükte: ====
====Second Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Sufi path and way of reality should not exceed being means. If they are made the ultimate aim, the incontrovertible teachings and actions of the Shari‘a and  following the practices of the Prophet (UWBP) become merely a matter of form, while the  heart looks beyond them. That is to say, such a person thinks of his circle for the remembrance of God rather than the obligatory prayers; he is drawn more to his recitations and supplications than to his religious obligations; he is more concerned with avoiding offending against his order’s rules of behaviour than with avoiding grievous sins. Whereas the recitations of the Sufi path cannot be the equivalent  of  the  obligatory  acts  that  constitute  the  incontestible  matters  of  the Shari‘a; they cannot take their place.
Tarîkat ve hakikat, vesilelikten çıkmamak gerektir. Eğer maksud-u bizzat hükmüne geçseler o vakit şeriatın muhkematı ve ameliyatı ve sünnet-i seniyeye ittiba, resmî hükmünde kalır; kalp öteki tarafa müteveccih olur. Yani namazdan ziyade halka-i zikri düşünür; feraizden ziyade, evradına müncezib olur; kebairden kaçmaktan ziyade, âdab-ı tarîkatın muhalefetinden kaçar. Halbuki muhkemat-ı şeriat olan farzların bir tanesine, evrad-ı tarîkat mukabil gelemez; yerini dolduramaz.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The etiquette of the Sufi path and its invocations should be a solace and a way of obtaining true pleasure from the obligatory acts; they should  not  themselves  be  the  source. That  is, the  tekke  should  lead  a  person  to perform the five daily prayers assiduously in the mosque. If he performs them there hurriedly as a formality, thinking that he will find true pleasure and perfection in the tekke, he is drawing away from reality.
Âdab-ı tarîkat ve evrad-ı tasavvuf, o feraizin içindeki hakiki zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani tekyesi, camideki namazın zevkine ve ta’dil-i erkânına vesile olmalı; yoksa camideki namazı çabuk resmî kılıp hakiki zevkini ve kemalini tekyede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_Nükte:"></span>
==== Üçüncü Nükte: ====
====Third Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is sometimes asked: “Can there be any Sufi path outside the practices of the Prophet (UWBP) and matters of the Shari‘a?”
“Sünnet-i seniye ve ahkâm-ı şeriat haricinde tarîkat olabilir mi?” diye sual ediliyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The Answer:'''There are some such paths, and there are not. There are, because some of the highest saints were executed by the sword of the Shari‘a. And there are not, because the authoritative scholars among the saints have agreed on this rule of Sa‘di-i Shirazi:
'''Elcevap:''' Hem var hem yok. Vardır, çünkü bazı evliya-yı kâmilîn, şeriat kılıncıyla idam edilmişler. Hem yoktur, çünkü muhakkikîn-i evliya, Sa’dî-i Şirazî’nin bu düsturunda ittifak etmişler:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
“It is impossible, Sa‘di, to be victorious on the way of felicity, except by following the Chosen One.”
مُحَالَس۟ت۟ سَع۟دٖى بَرَاهِ صَفَا ظَفَر۟ بُر۟دَن۟ جُز۟ دَر۟ پَىِ مُص۟طَفٰى
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
That is, it is impossible for one outside the highway of God’s Messenger (Upon whom be blessings and peace), who does not follow him, to attain the true  lights of reality. The meaning of this is as follows:
Yani “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen muhaldir ki hakiki envar-ı hakikate vâsıl olabilsin.” Bu meselenin sırrı şudur ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
God’s Messenger (Peace  and  blessings  be upon  him)  was  the  Seal of the Prophets and the addressee of God in the name of all mankind; mankind, therefore, cannot advance outside his highway; it is essential to be under his banner.
Madem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Hâtemü’l-enbiya’dır ve umum nev-i beşer namına muhatab-ı İlahîdir; elbette nev-i beşer, onun caddesi haricinde gidemez ve bayrağı altında bulunmak zarurîdir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But since ecstatics and  those immersed in divine contemplation are not responsible for their opposition;  and  since  man  possesses  certain  subtle  faculties  that  are  not  held accountable,  and  when  such  faculties  dominate  a  person, he  cannot  be  held responsible for opposing the obligations  of the Shari‘a; and  since man possesses subtle  faculties  that  just  as  they  are  not  accountable, so  they are  not  under  the jurisdiction of the will and cannot be controlled by the mind, for they do not heed the heart or the mind; certainly, when those faculties dominate in a person, – but only at that time – he does not fall from the rank of sainthood by opposing the Shari‘a, he is held excused. On condition, however, that he does not deny or insult the truths of the Shari‘a and rules of belief, or display contempt towards them. Even if he does  not carry out the injunctions, he has to  acknowledge that they are right. But if he is overcome by that state and assumes a position, I seek refuge with God, which infers denial and giving the lie to those incontestible truths, it is the sign that he has deviated from the path!
Ve madem ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak, muhalefetlerinden mes’ul olamazlar. Ve madem insanda bazı letaif var ki teklif altına giremez; o latîfe hâkim olduğu vakit, tekâlif-i şer’iyeye muhalefetiyle mes’ul tutulmaz. Ve madem insanda bazı letaif var ki teklif altına girmediği gibi ihtiyar altına da girmez, hattâ aklın tedbiri altına da girmez; o latîfe, kalbi ve aklı dinlemez. Elbette o latîfe bir insanda hâkim olduğu zaman –fakat o zamana mahsus olarak– o zat, şeriata muhalefette velayet derecesinden sukut etmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla ki hakaik-i şeriata ve kavaid-i imaniyeye karşı bir inkâr, bir tezyif, bir istihfaf olmasın. Ahkâmı yapmasa da ahkâmı hak bilmek gerektir. Yoksa o hale mağlup olup neûzübillah, o hakaik-i muhkemeye karşı inkâr ve tekzibi işmam edecek bir vaziyet, alâmet-i sukuttur!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''There are two groups that follow the Sufi path outside the bounds of the Shari‘a.
'''Elhasıl:''' Daire-i şeriatın haricinde bulunan ehl-i tarîkat iki kısımdır:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''One group:'''As described above, these people are either overwhelmed by their mental state, immersion, or ecstasy or intoxication, or they are dominated by some of their subtle faculties that do not heed the injunctions of religion nor listen to the will; they therefore  transgress  the  bounds  of  the  Shari‘a.
'''Bir kısmı:''' –Sâbıkan geçtiği gibi– ya hale, istiğraka, cezbeye ve sekre mağlup olup veya teklifi dinlemeyen veya ihtiyarı işitmeyen latîfelerin mahkûmu olup daire-i şeriatın haricine çıkıyor. Fakat o çıkmak, ahkâm-ı şeriatı beğenmemekten veya istememekten değil; belki mecburiyetle ihtiyarsız terk ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But this is not due to  their disliking its rulings or  not wanting to  follow them; they are rather compelled to, involuntarily. Among this group  are people of sainthood some of whom have even been temporary saints of high rank. But  the authoritative scholars from among the saints have ruled that of these some have been not  only outside the bounds of the Shari‘a, but outside the bounds of Islam. But they are  considered to be people of sainthood  on  condition  they  have  not  denied  any of  the  injunctions  brought  by Muhammad (Peace and blessings be upon him). It is that they do not think of them, or cannot keep them in view, or are not aware of them. They cannot not accept them if they are aware of them.
Bu kısım ehl-i velayet var. Hem mühim veliler, bunların içinde muvakkaten bulunmuş. Hattâ bu neviden; değil yalnız daire-i şeriattan, belki daire-i İslâmiyet haricinde bulunduğunu bazı muhakkikîn-i evliya hükmetmişler. Fakat bir şartla: Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği ahkâmın hiçbirini tekzip etmemektir. Belki ya düşünmüyor veya müteveccih olamıyor veyahut bilemiyor ve bilmiyor. Bilse kabul etmese olmaz!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''As for the Second Group,'''they are carried away by the brilliant pleasures of the Sufi path and way of reality, and since they cannot attain to the pleasures of the truths of the Shari‘a, which are far more elevated, they suppose them to be dull formalities and are indifferent towards them. They gradually accept the idea that the Shari‘a is an external shell, and that the reality they have found is the essential goal. They say: “I have found it; it is enough for me,” and act in a way contrary to the injunctions of the Shari‘a. Any in this group who are in their  right minds are responsible; they stray from the path, indeed, become the playthings of Satan to an extent.
'''İkinci kısım ise:''' Tarîkat ve hakikatin parlak ezvaklarına kapılıp mezâkından çok yüksek olan hakaik-i şeriatın derece-i zevkine yetişemediği için zevksiz, resmî bir şey telakki edip ona karşı lâkayt kalır. Gitgide, şeriatı zâhirî bir kışır zanneder. Bulduğu hakikati, esas ve maksud telakki eder. “Ben onu buldum, o bana yeter.der, ahkâm-ı şeriata muhalif hareket eder. Bu kısımdan aklı başında olanlar mes’uldürler, sukut ediyorlar, belki kısmen şeytana maskara oluyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_Nükte:"></span>
==== Dördüncü Nükte: ====
====Fourth Point:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some persons who belong to the divisions of the people of misguidance and innovation are found acceptable by the Muslim community, while others,  just  like them and not apparently different, are rejected. I always used  to wonder about this.
Ehl-i dalalet ve bid’at fırkalarından bir kısım zatlar, ümmet nazarında makbul oluyorlar. Aynen onlar gibi zatlar var, zâhirî hiçbir fark yokken ümmet reddediyor. Bunda hayret ediyordum.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
For example, although someone like Zamakhshari was one of the most bigoted members of the Mu‘tazilite sect, the authoritative Sunni scholars did not pronounce him an unbeliever or misguided, despite his severe objections; they rather searched for a way to exonerate him. But then they held that Mu‘tazilite authorities like Abu ‘Ali Jubba’i, who was far less bigoted than Zamakhshari, should be rejected and refuted.
Mesela, Mutezile mezhebinde Zemahşerî gibi İtizal’de en mutaassıp bir fert olduğu halde, muhakkikîn-i Ehl-i Sünnet, onun o şedit itirazatına karşı onu tekfir ve tadlil etmiyorlar, belki bir râh-ı necat onun için arıyorlar. Zemahşerî’nin derece-i şiddetinden çok aşağı Ebu Ali Cübbaî gibi Mutezile imamlarını, merdud ve matrud sayıyorlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
I was curious about this for a long time. Then  through divine grace I understood that Zamakhshari’s objections about the Sunnis arose from his love of his way, which he looked on as right.That is to say, for example, in his view God could be truly declared free of all fault and defect by saying that animals create their own actions. It was out of love for declaring God free of all fault that he did not accept the Sunnis’ principles concerning the  creation  of  actions. Whereas  the  other  Mu‘tazilite  authorities  were  rejected because their inadequate intelligences could not aspire to the elevated principles of the Sunnis and they could not fit the Sunnis’ extensive laws within their own narrow ideas, and so denied them.
Çok zaman bu sır benim merakıma dokunuyordu. Sonra lütf-u İlahî ile anladım ki: Zemahşerî’nin Ehl-i Sünnet’e itirazatı, hak zannettiği mesleğindeki muhabbet-i haktan ileri geliyordu. Yani mesela, tenzih-i hakiki; onun nazarında, hayvanlar kendi ef’aline hâlık olmasıyla oluyor. Onun için Cenab-ı Hakk’ı tenzih muhabbetinden, Ehl-i Sünnet’in halk-ı ef’al meselesinde düsturunu kabul etmiyor. Merdud olan sair Mutezile imamları muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnet’in yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavanin-i Ehl-i Sünnet, onların dar fikirlerine yerleşmediğinden, inkâr ettiklerinden merduddurlar.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
In the same way that the Mu‘tazilites opposed the Sunnis in theology, so the opposition of some followers of the Sufi path outside the Prophet’s (UWBP) practices is of two kinds:
Aynen bu ilm-i kelâmdaki Ehl-i İtizal’in Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e muhalefeti olduğu gibi sünnet-i seniye haricindeki bir kısım ehl-i tarîkatın muhalefeti dahi iki cihetledir:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''The first:'''Like Zamakhshari, out of love for their way or state, they remain somewhat  indifferent towards the conduct of the Shari‘a, because through it they cannot obtain the same degree of pleasure.
'''Biri:''' Zemahşerî gibi; haline, meşrebine meftuniyet cihetinde daha derece-i zevkine yetişemediği âdab-ı şeriata karşı bir derece lâkayt kalır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''As for the other kind:'''God forbid! They think the conduct of the Shari‘a is unimportant relatively  to  the principles  of the Sufi path. For their narrow understandings cannot comprehend those broad  pleasures, and their short stations cannot attain to that elevated conduct.
'''Diğer kısmı ise:''' Hâşâ âdab-ı şeriata, desatir-i tarîkata nisbeten ehemmiyetsiz bakar. Çünkü dar havsalası, o geniş ezvakı ihata edemiyor ve kısa makamı, o yüksek âdaba yetişemiyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizinci_Telvih"></span>
=== Sekizinci Telvih ===
===Eighth Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This describes eight abysses.
'''Sekiz varta'''yı beyan eder:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birincisi:"></span>
==== Birincisi: ====
====The First:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some people who embark on spiritual journeying do not conform completely to the Prophet’s (UWBP) practices, and fall into the abyss of preferring sainthood  to prophethood.
Sünnet-i seniyeye tamam ittibaı riayet etmeyen bir kısım ehl-i sülûk; velayeti, nübüvvete tercih etmekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is proved in the Twenty-Fourth and Thirty-First Words how elevated is prophethood, and how dull sainthood is in relation to it.
Yirmi Dördüncü ve Otuz Birinci Sözlerde, nübüvvet ne kadar yüksek olduğu ve velayet ona nisbeten ne kadar sönük olduğu ispat edilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkincisi:"></span>
==== İkincisi: ====
====The Second:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of followers of the Sufi path fall into the abyss of preferring extremist  saints to the Prophet’s (UWBP) Companions and even of believing those saints to be  prophets.
Ehl-i tarîkatın müfrit bir kısmı evliyayı sahabeye tercih, hattâ enbiya derecesinde görmekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It  is proved  decisively in the Twelfth and Twenty-Seventh Words and in the Addendum on the Companions, that the Companions acquired such qualities  through  conversation with  the  Prophet  (UWBP)  that  cannot  be  attained through sainthood, and that the Companions cannot be surpassed, and that the saints can never reach the degree of the Companions.
On İkinci ve Yirmi Yedinci Sözlerde ve sahabeler hakkındaki zeylinde kat’î ispat edilmiştir ki sahabelerde öyle bir hâssa-i sohbet var ki velayet ile yetişilmez ve sahabelere tefevvuk edilmez ve enbiyaya hiçbir vakit evliya yetişmez.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncüsü:"></span>
==== Üçüncüsü: ====
====The Third:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of those who are excessively bigoted concerning the Sufi path oppose  the  practices  of the Prophet  (UWBP) and  give them  up  because of their preference for the customs, conduct, and recitations of the Sufi way, which they never give up. In this way, they become slack in practising the conduct of the Shari‘a, and fall into that abyss.
İfrat ile tarîkat taassubu taşıyanların bir kısmı, âdab ve evrad-ı tarîkatı sünnet-i seniyeye tercih etmekle sünnete muhalefet edip sünneti terk eder fakat virdini bırakmaz. O suretle âdab-ı şer’iyeye bir lâkaytlık vaziyeti gelir, vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As is proved in many of the Words, and as veracious authorities of the Sufi path like  Imam Ghazali and Imam-i Rabbani said: “The degree of acceptance gained by following  a  single  of  the  Prophet’s  (UWBP)  practices  cannot  be  won  through  a hundred personal practices and supererogatory acts of worship. And just as a single obligatory act is superior to a thousand acts taken from the Prophet’s practices, so a single of those practices is superior to a thousand practices of Sufism.”
Çok Sözlerde ispat edildiği gibi ve İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkikîn-i ehl-i tarîkat derler ki: “Bir tek sünnet-i seniyeye ittiba noktasında hasıl olan makbuliyet, yüz âdab ve nevafil-i hususiyeden gelemez. Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir sünnet-i seniye dahi bin âdab-ı tasavvufa müreccahtır.” demişler.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncüsü:"></span>
==== Dördüncüsü: ====
====The Fourth:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some  extremist  Sufis  suppose  inspiration  to  be  like  divine revelation and of similar kind to revelation, and fall into an abyss.
Müfrit bir kısım ehl-i tasavvuf; ilhamı vahiy gibi zanneder ve ilhamı vahiy nevinden telakki eder, vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It has been proved most  definitely  in  the  Twelfth  Word  and  in  the  Twenty-Fifth  Word  about  the miraculousness  of  the  Qur’an,  how  elevated,  universal,  and  sacred  is  divine revelation, and how insignificant and dull inspirations are in comparison.
Vahyin derecesi ne kadar yüksek ve küllî ve kudsî olduğu ve ilhamat ona nisbeten ne derece cüz’î ve sönük olduğu, On İkinci Söz’de ve i’caz-ı Kur’an’a dair Yirmi Beşinci Söz’de ve sair risalelerde gayet kat’î ispat edilmiştir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşincisi:"></span>
==== Beşincisi: ====
====The Fifth:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some Sufis who do not understand the essence of the Sufi path, in order to  strengthen the weak, encourage the slack, and to lighten the hardships and weariness arising from strenuous service, find the lights, illuminations, and wonders, which are not sought but  given, to be pleasurable, and they become captivated by them and  fall  into  the  abyss  of  preferring them  to  worship,  acts  of service,  and recitation of supplications.
Sırr-ı tarîkatı anlamayan bir kısım mutasavvıfe, zayıfları takviye etmek ve gevşekleri teşci etmek ve şiddet-i hizmetten gelen usanç ve meşakkati tahfif etmek için istenilmeyerek verilen ezvak ve envar ve keramatı hoş görüp meftun olur; ibadata, hidemata ve evrada tercih etmekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
It is mentioned briefly in the Third Point of the Sixth Allusion in the present treatise and proved decisively in others of the Words that this world is the realm of service and not the realm of  reward. People who  seek their recompense here, both transform enduring, perpetual fruits into a transitory, temporary form, and find permanence in this world pleasing, so they do not  yearn for the Intermediate Realm. Quite simply, they love the life of this world in one respect, since they find a sort of hereafter within it.
Şu risalenin Altıncı Telvih’inin Üçüncü Nokta’sında icmalen beyan olunduğu ve sair Sözlerde kat’iyen ispat edilmiştir ki: Bu dâr-ı dünya dârü’l-hizmettir, dârü’l-ücret değil! Burada ücretini isteyenler; bâki, daimî meyveleri, fâni ve muvakkat bir surete çevirmekle beraber, dünyadaki beka hoşuna geliyor, müştakane berzaha bakamıyor. Âdeta bir cihette dünya hayatını sever, çünkü içinde bir nevi âhireti bulur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Altıncısı:"></span>
==== Altıncısı: ====
====The Sixth:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of those who embark on spiritual journeying fall into an abyss by confusing the shades and shadows and partial samples of the stations of sainthood with its fundamental, universal stations.
Ehl-i hakikat olmayan bir kısım ehl-i sülûk, makamat-ı velayetin gölgelerini ve zıllerini ve cüz’î numunelerini, makamat-ı asliye-i külliye ile iltibas etmekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As is proved clearly in the Second Branch of the Twenty-Fourth Word and in others of the Words, the sun becomes numerous by means of mirrors and thousands of its similitudes possess light and heat like the sun itself, despite their paltriness in relation to the actual sun. In exactly the same way, the stations of the prophets and the great saints possess shades and shadows. Those who journey with the spirit enter these,  and see themselves as greater than those great saints, or even to have advanced further than the prophets, and so fall into an abyss.
Yirmi Dördüncü Söz’ün İkinci Dal’ında ve sair Sözlerde kat’iyen ispat edilmiştir ki: Nasıl güneş, âyineler vasıtasıyla taaddüd ediyor; binler misalî güneş, aynı güneş gibi ziya ve hararet sahibi olur. Fakat o misalî güneşler, hakiki güneşe nisbeten çok zayıftırlar. Aynen onun gibi makamat-ı enbiya ve eâzım-ı evliyanın makamatının bazı gölgeleri ve zılleri var. Ehl-i sülûk onlara girer; kendini, o evliya-yı azîmeden daha azîm görür; belki enbiyadan ileri geçtiğini zanneder, vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
However,  the  way  to  avoid  this  is  to  always  take  the  principles  of  belief  and fundamentals  of  the  Shari‘a  as  one’s  basis  and  guide,  and  to  look  on  one’s illuminations and visions as opposed to them.
Fakat bu geçmiş umum vartalardan zarar görmemek için usûl-ü imaniyeyi ve esasat-ı şeriatı daima rehber ve esas tutmak ve meşhudunu ve zevkini onlara karşı muhalefetinde ittiham etmekledir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Yedincisi:"></span>
==== Yedincisi: ====
====The Seventh:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of the people of illumination and ecstasy fall into an abyss in their  spiritual journeyings by preferring pride, complaint, ecstatic utterances, public regard, and  being referred to, to offering  thanks and supplication, beseeching Almighty God, and  self-sufficiency.
Bir kısım ehl-i zevk ve şevk, sülûkunda fahri, nazı, şatahatı, teveccüh-ü nâsı ve merciiyeti; şükre, niyaza, tazarruata ve nâstan istiğnaya tercih etmekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Whereas the highest degree  is Muhammadan worship,  which  is  termed  “belovedness.” The basis  and  essence  of worship  is to manifest the perfection of that reality b y supplicating and beseeching Almighty God, showing deep humility before Him, offering thanks, and through impotence and want, and by displaying self-sufficiency in the face of others. Some of the great saints have involuntarily  and  temporarily  become  proud  and  made  complaints  and  ecstatic utterances, but  they should  not be  followed  voluntarily on  such points; they are rightly-guided but not the guide; their way may not be taken!
Halbuki en yüksek mertebe ise ubudiyet-i Muhammediyedir ki “mahbubiyet” unvanıyla tabir edilir. Ubudiyetin ise sırr-ı esası; niyaz, şükür, tazarru, huşû, acz, fakr, halktan istiğna cihetiyle o hakikatin kemaline mazhar olur. Bazı evliya-yı azîme, fahir ve naz ve şatahata muvakkaten, ihtiyarsız girmişler fakat o noktada, ihtiyaren onlara iktida edilmez; hâdîdirler, mühdî değillerdir; arkalarından gidilmez!
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizinci_Varta:"></span>
==== Sekizinci Varta: ====
====The Eighth Abyss:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Some of those who journey spiritually are self-centred and precipitate and want to consume in this world the fruits of sainthood, which will be given in  the  hereafter; they fall into  an abyss by seeking them on  their  spiritual journeyings.
Hodgâm, aceleci bir kısım ehl-i sülûk; âhirette alınacak ve koparılacak velayet meyvelerini, dünyada yemesini ister ve sülûkunda onları istemekle vartaya düşer.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
But, as such verses as,“The life of this world is but goods and chattels”(3:185)proclaim, and as is proved decisively in many of the Words, a single fruit in the realm of eternity is superior to a thousand gardens in this fleeting world. For this reason, those blessed fruits should not be consumed here. If without being sought they are  given  to eat here, they should be thanked for, and deemed divine favours bestowed, not as reward, but for encouragement.
Halbuki وَمَا ال۟حَيٰوةُ الدُّن۟يَٓا اِلَّا مَتَاعُ ال۟غُرُورِ gibi âyetlerle ilan edildiği gibi çok Sözlerde kat’iyen ispat edilmiştir ki âlem-i bekada bir tek meyve, fâni dünyanın bin bahçesine müreccahtır. Onun için o mübarek meyveleri burada yememeli. Eğer istenilmeyerek yedirilse şükredilmeli, mükâfat için değil belki teşvik için bir ihsan-ı İlahî olarak telakki edilmeli.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dokuzuncu_Telvih"></span>
=== Dokuzuncu Telvih ===
===Ninth Allusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Here we shall describe briefly nine out of the truly numerous fruits and benefits of the Sufi path.
Tarîkatın pek çok semeratından ve faydalarından yalnız burada '''dokuz adedini''' icmalen beyan edeceğiz:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birincisi:"></span>
==== Birincisi: ====
====The First====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
is the unfolding and clarification, by means of the Sufi paths that are on the straight way, of the truths of faith, which are the keys, sources, and springs of the eternal treasuries of everlasting happiness; it is their manifestation at the degree of the vision of certainty.
İstikametli tarîkat vasıtasıyla, saadet-i ebediyedeki ebedî hazinelerin anahtarları ve menşeleri ve madenleri olan hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhu ve aynelyakîn derecesinde zuhurlarıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkincisi:"></span>
==== İkincisi: ====
====The Second:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Since the Sufi path is a means of working the heart, the mainspring of the human machine, and of causing it to stir the other subtle faculties into motion, it drives them to fulfil the purposes of their creation and thus makes a person into a true human being.
Makine-i insaniyenin merkezi ve zembereği olan kalbi, tarîkat vasıta olup işletmesiyle ve o işletmekle, sair letaif-i insaniyeyi harekete getirip, netice-i fıtratlarına sevk ederek hakiki insan olmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncüsü:"></span>
==== Üçüncüsü: ====
====The Third:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
On the journey to the Intermediate Realm and the hereafter, it is to join one of the lines of the Sufi orders, and become a member of its luminous caravan on the  road  to  eternity.  The  person  is  thus  saved  from  loneliness  and  finds  the friendship of the other  members in this world and in the Intermediate Realm; and relying on their consensus and accord in the face of the attacks of doubts and fears, and seeing each of their masters as a powerful support and proof, he repulses through them those doubts and instances of misguidance.
Âlem-i berzah ve âhiret seferinde, tarîkat silsilelerinden bir silsileye iltihak edip ve o kafile-i nuraniye ile ebedü’l-âbâd yolunda arkadaş olmak ve yalnızlık vahşetinden kurtulmak ve onlarla, dünyada ve berzahta manen ünsiyet etmek ve evham ve şübehatın hücumlarına karşı, onların icmaına ve ittifakına istinad edip her bir üstadını kavî bir senet ve kuvvetli bir bürhan derecesinde görüp onlarla o hatıra gelen dalalet ve şübehatı def’etmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncüsü:"></span>
==== Dördüncüsü: ====
====The Fourth====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
is to understand by means of the pure Sufi way the knowledge of God  to  be  found  in  belief  in  God, and  the  pleasure  of  love  of  God  within  the knowledge of God, and by so understanding, to be saved from the desolation of this world and man’s exile in the universe.
İmandaki marifetullah ve o marifetteki muhabbetullahın zevkini, safi tarîkat vasıtasıyla anlamak ve o anlamakla dünyanın vahşet-i mutlakasından ve insanın kâinattaki gurbet-i mutlakasından kurtulmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
We have proved in many of the Words that the happiness  of both worlds, and pain-free  pleasure, and intimacy untainted  by loneliness, and true delight, and untroubled happiness are all to be found in faith and the reality of Islam. As is explained in the Second Word, faith produces the seed of a Tuba-tree of Paradise. It is through the training and nurturing of the Sufi path that the seed grows and develops.
Çok Sözlerde ispat etmişiz ki saadet-i dâreyn ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakiki zevk ve ciddi saadet, iman ve İslâmiyet’in hakikatindedir. İkinci Söz’de beyan edildiği gibi iman, şecere-i tûba-i cennetin bir çekirdeğini taşıyor. İşte tarîkatın terbiyesiyle, o çekirdek neşv ü nema bulur, inkişaf eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Beşincisi:"></span>
==== Beşincisi: ====
====The Fifth====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
is to perceive through an awakening of the heart elicited by the Sufi path and  remembrance of God, the subtle truths contained in the obligations of the Shari‘a, and to appreciate them. Then the person obeys and performs his worship, not under compulsion, but with longing.
Tekâlif-i şer’iyedeki hakaik-i latîfeyi, tarîkattan ve zikr-i İlahîden gelen bir intibah-ı kalbî vasıtasıyla hissetmek, takdir etmek… O vakit taate, suhre gibi değil belki iştiyakla itaat edip ubudiyeti îfa eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Altıncısı:"></span>
==== Altıncısı: ====
====The Sixth====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
is to rise to the station of reliance on God and the rank of submission to Him and winning His pleasure, which are the means of obtaining true delight, real solace, painfree pleasure, and friendship untainted by loneliness.
Hakiki zevke ve ciddi teselliye ve kedersiz lezzete ve vahşetsiz ünsiyete, hakiki medar ve vasıta olan tevekkül makamını ve teslim rütbesini ve rıza derecesini kazanmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Yedincisi:"></span>
==== Yedincisi: ====
====The Seventh====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The Seventh is, through  sincerity, which  is  the  essential precondition for travelling the  Sufi  way  and its most  valuable result, to be delivered  from base qualities like implicitly associating partners with God, hypocrisy, and artificiality. It is also to be saved, through purifying the soul, which is like the surgical operation of the Sufi path, from the dangers of the evil-commanding soul and the perils of egotism.
Sülûk-u tarîkatın en mühim şartı, en ehemmiyetli neticesi olan ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden ve riya ve tasannu gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatın mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefis vasıtasıyla, nefs-i emmarenin ve enaniyetin tehlikelerinden kurtulmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Sekizincisi:"></span>
==== Sekizincisi: ====
====The Eighth:====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Through the regard, sense of the divine presence, and powerful intentions of the Sufi path, gained by recalling God with the heart and reflecting on Him  with  the mind, this is to transform customary actions into worship and make mundane dealings into actions benefiting the hereafter. Utilizing the capital of life, it is to make all its minutes into seeds that will produce the shoots of eternal happiness.
Tarîkatta, zikr-i kalbî ile ve tefekkür-ü aklî ile kazandığı teveccüh ve huzur ve kuvvetli niyetler vasıtasıyla, âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek ve muamelat-ı dünyeviyesini, a’mal-i uhreviye hükmüne getirip sermaye-i ömrünü hüsn-ü istimal etmek cihetiyle, ömrünün dakikalarını hayat-ı ebediyenin sümbüllerini verecek çekirdekler hükmüne getirmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dokuzuncusu:"></span>
==== Dokuzuncusu: ====
====The Ninth====
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
is to struggle to be a perfect human being through journeying with the heart  and  striving with the spirit and spiritual progress; that is to say, to be a true believer and  total Muslim; that is, to gain not superficial belief, but the reality of belief and the reality of  Islam; that is, to be directly the bondsman of the Glorious Creator  of  the  Universe, in  the  universe  and  in  one  respect  as  the  universe’s representative, and to be His addressee, and friend, and beloved, and to be a mirror to Him; and through showing man to be on the  best of patterns, it is to prove man’s superiority to the angels. It is to fly through the lofty stations with the Shari‘a’s wings of faith and works, and to behold eternal happiness in this world, and even to enter upon it.
Seyr ü sülûk-u kalbî ile ve mücahede-i ruhî ile ve terakkiyat-ı maneviye ile insan-ı kâmil olmak için çalışmak, yani hakiki mü’min ve tam bir Müslüman olmak, yani yalnız surî değil belki hakikat-i imanı ve hakikat-i İslâm’ı kazanmak, yani şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelal’ine abd olmak ve muhatap olmak ve dost olmak ve halil olmak ve âyine olmak ve ahsen-i takvimde olduğunu göstermekle, benî-Âdem’in melâikeye rüçhaniyetini ispat etmek ve şeriatın imanî ve amelî cenahlarıyla makamat-ı âliyede uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Glory be unto You! We have no knowledge save that which You have taught us; indeed, You are All-Knowing, All-Wise!(2:32)
سُب۟حَانَكَ لَا عِل۟مَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّم۟تَنَٓا اِنَّكَ اَن۟تَ ال۟عَلٖيمُ ال۟حَكٖيمُ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
O God! Grant blessings and peace to the Supreme Help in every age and the Sublime Spiritual Pole at all times, our master Muhammad, the magnificence of whose sainthood was manifested in his Ascension, as was the station of his being the beloved  of God, and under the shadow of whose Ascension are included all sainthoods, and to all his Family and Companions. Amen. And all praise be to God, the Sustainer of All the Worlds.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّم۟ عَلَى ال۟غَو۟ثِ ال۟اَك۟بَرِ فٖى كُلِّ ال۟عُصُورِ وَ ال۟قُط۟بِ ال۟اَع۟ظَمِ فٖى كُلِّ الدُّهُورِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ نِ الَّذٖى تَظَاهَرَت۟ حِش۟مَةُ وَلَايَتِهٖ وَ مَقَامُ مَح۟بُوبِيَّتِهٖ فٖى مِع۟رَاجِهٖ وَ اِن۟دَرَجَ كُلُّ ال۟وَلَايَاتِ فٖى ظِلِّ مِع۟رَاجِهٖ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَح۟بِهٖ اَج۟مَعٖينَ اٰمٖينَ وَ ال۟حَم۟دُ لِلّٰهِ رَبِّ ال۟عَالَمٖينَ
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Zeyl"></span>
== Zeyl ==
==Addendum==
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
[This short addendum has great importance;]
'''Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
it is beneficial for everyone.
'''Herkese menfaatlidir.'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The ways leading to Almighty God are truly numerous. While all true ways are taken from the Qur’an, some are shorter, safer, and more general than others. Of these ways taken from the Qur’an is that of impotence, poverty, compassion, and reflection, from which, with my defective understanding, I have benefited.
Cenab-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’an’dan alınmıştır. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kāsır fehmimle Kur’an’dan istifade ettiğim '''acz''' ve '''fakr''' ve '''şefkat''' ve '''tefekkür''' tarîkıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Like ecstatic love, impotence is a path which, by way of worship, leads to winning God’s love; but it is safer.
Evet, acz dahi aşk gibi belki daha eslem bir tarîktir ki ubudiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Poverty too leads to the divine name of All- Merciful.
Fakr dahi Rahman ismine îsal eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
And, like ecstatic love, compassion leads to the name of All- Compassionate, but it is a swifter and broader path.
Hem şefkat dahi aşk gibi belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also like ecstatic love, reflection leads to the name of All-Wise, but it is richer, broader, and more brilliant path.
Hem tefekkür dahi aşk gibi belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki Hakîm ismine îsal eder.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This path consists not of ten steps like the ten subtle faculties of some of the Sufi paths employing  silent  recollection, nor  of  seven  stages  like  the  seven  souls  of  those practising public recitation, but of four steps. It is reality (hakikat), rather than a Sufi way (tarikat). It is Shari‘a.However, let it not be misunderstood. It means to see one’s impotence, poverty and faults before Almighty God, not to fabricate them or display them to people.
Şu tarîk, hafî tarîkler misillü “Letaif-i Aşere” gibi on hatve değil ve tarîk-i cehriye gibi “Nüfus-u Seb’a” yedi mertebeye atılan adımlar değil belki '''dört hatve'''den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın, acz ve fakr ve kusurunu Cenab-ı Hakk’a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The method of this short path is to follow the practices of the Prophet (UWBP), perform the religious  obligations  and  give up  serious sins. It  is  especially to  perform  the prescribed  prayers  correctly  and  with  attention, and  following  them  to  say  the tesbihat.
Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhassa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The verse, “Therefore, do not justify yourselves,”(53:32) points to the first step.
Birinci hatveye فَلَا تُزَكُّٓوا اَن۟فُسَكُم۟ âyeti işaret ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The verse, “And be not like those who forget God, and He therefore makes them forget their own selves,”(59:19) points to the second step.
İkinci hatveye وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ âyeti işaret ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The verse, “Whatever good happens to you is from God, but whatever evil befalls you is from yourself,”(4:79) points to the third step.
Üçüncü hatveye مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ âyeti işaret ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The verse, “Everything will perish save His countenance,”(28:88) points to the fourth step.
Dördüncü hatveye كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ âyeti işaret ediyor.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
A brief explanation of these four steps is as follows:
'''Şu dört hatvenin kısa bir izahı şudur ki:'''
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Birinci_hatvede"></span>
=== Birinci hatvede ===
===First Step===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As the verse, “Therefore, do not justify yourselves” suggests, it is to not purify the soul. For on account of his nature and innate disposition, man loves himself. Indeed, he  loves  himself  before  anything  else,  and  only  himself.  He  sacrifices everything  other  than  himself  to  his  own  soul. He  praises  himself  in  a  manner befitting some object worthy of  worship. He absolves and exonerates himself from faults in the same way. As far as he  possibly can, he does not see faults as being appropriate for him, and does not accept them. He defends himself passionately as though worshipping himself. Even, using on himself the members and faculties given him as part of his nature in order to praise and glorify the True Object of Worship, he displays the meaning of the verse,“Who takes as his god his own desires.”(25:43; 45:23)He considers himself, he relies on himself, he fancies himself.
فَلَا تُزَكُّٓوا اَن۟فُسَكُم۟ âyeti işaret ettiği gibi: Tezkiye-i nefis etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki evvela ve bizzat yalnız zatını sever, başka her şeyi nefsine feda eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini medheder. Mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder. Hattâ fıtratında tevdi edilen ve Mabud-u Hakiki’nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı, kendi nefsine sarf ederek مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Thus, his purification and  cleansing at this stage, in this step, is to not purify himself; it is not to absolve himself.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="İkinci_hatvede"></span>
=== İkinci hatvede ===
===Second Step===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As the verse, “And be not like those who forget God, and He therefore makes them forget their own selves” teaches, man is oblivious of himself and not aware of himself. If he  thinks of death, it is in relation to others. If he sees transience and decline, he does not  attribute them to himself. His evil-commanding soul demands that when it comes to  inconvenience and service of others, he forgets himself, but when it comes to receiving his recompense, and to benefits and enjoyment, he thinks of himself and takes his own part fervently.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذٖينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَن۟سٰيهُم۟ اَن۟فُسَهُم۟ dersini verdiği gibi: Kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse başkasına verir. Fena ve zevali görse kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmarenin muktezasıdır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
His purification, cleansing, and training at this stage is the reverse of this. That is to say, when oblivious of himself, it is not to be oblivious. That is, to forget himself when it comes to pleasure, and ambition and greed, and to think of himself when it comes to death and service of others.
Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi şu halin aksidir. Yani nisyan-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Üçüncü_hatvede"></span>
=== Üçüncü hatvede ===
===Third Step===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As the verse, “Whatever good happens to you is from God, but whatever evil befalls  you  is  from  yourself”  teaches,  the  nature  of  the  evil-commanding  soul demands that it always considers goodness to be from itself and it becomes vain and conceited.  Thus,  at  this  step,  a  person  sees  only  faults,  defects,  impotence, and poverty in himself, and understands that all his good qualities and perfections are bounties bestowed on him by the All- Glorious  Creator.  He  gives  thanks  instead  of  being  conceited, and  offers  praise instead of boasting.
مَٓا اَصَابَكَ مِن۟ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَٓا اَصَابَكَ مِن۟ سَيِّئَةٍ فَمِن۟ نَف۟سِكَ dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahir ve ucbe girer. Bu hatvede nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahir yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
According to the meaning of the verse,Truly he succeeds who purifies it,(91:9)his purification at this stage is to know his perfection to lie in imperfection, his power in impotence, and his wealth in poverty.
Şu mertebede tezkiyesi قَد۟ اَف۟لَحَ مَن۟ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Dördüncü_hatvede"></span>
=== Dördüncü hatvede ===
===Fourth Step===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
As the verse, “Everything will perish save His countenance” teaches, the evil- commanding soul considers itself to be free and independent and to exist of itself. Because of this, man claims to possess a sort of dominicality. He harbours a hostile rebelliousness towards his True Object of Worship. Thus, through understanding the following fact, he is saved from this.
كُلُّ شَى۟ءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَج۟هَهُ dersini verdiği gibi: Nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rububiyet dava eder. Mabud’una karşı adâvetkârane bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The fact is this:According to the apparent meaning of things, which looks to each thing itself, everything  is  transitory, wanting, accidental, non-existent. But  according  to  the meaning that signifies something other than itself and in respect of each thing being a mirror to the All-Glorious Maker’s names and charged with various duties, each is a witness, it is witnessed, and it is existent.
Hakikat şudur ki: Her şey nefsinde mana-yı ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, ma’dumdur. Fakat mana-yı harfiyle ve Sâni’-i Zülcelal’in esmasına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibarıyla şahittir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The purification and cleansing of a person at this stage is as follows: In his existence he is non-existent, and in his non-existence he has existence. That is to say, if he values himself and attributes existence to himself, he is in the darkness of  non-existence  as  great  as  the  universe. That  is, if  he  relies  on  his  individual existence and is unmindful of the True Giver of Existence, he has an individual light of existence like that of a fire-fly and is submerged in an endless darkness of non- existence and separation. But if he gives up egotism and sees that he is a mirror of the manifestations of the True Giver of Existence, he  gains all beings and an infinite existence. For he who finds the Necessary Existent, the manifestation of whose names all beings manifest, finds everything.
Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakiki’den gaflet etse yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakiki’nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vâcibü’l-vücud’u bulan bir kalp, her şeyi bulur.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
<span id="Hâtime"></span>
=== Hâtime ===
===Conclusion===
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
The four steps in this way of impotence, poverty, compassion, and reflection have been  explained in the twenty-six Words so far written, which are concerned with knowledge of  reality, the reality of the Shari‘a, and the wisdom of the Qur’an. So here, we shall allude briefly to only one or two points, as follows:
Şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarîkındaki dört hatvenin izahatı; hakikatin ilmine, şeriatın hakikatine, Kur’an’ın hikmetine dair olan yirmi altı adet Sözlerde geçmiştir. Yalnız şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
This path is shorter, because it consists of four steps. When impotence causes a person to give up the soul, it turns him directly to the All-Powerful One of Glory. Whereas when a person on the way of ecstatic love, the swiftest way, gives up the soul, his  way  directs him to a temporary beloved. Only when he discovers the beloved’s impermanence does he turn to the True Beloved.
Evet, şu tarîk daha kısadır. Çünkü dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelal’e verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefisten elini çeker fakat maşuk-u mecazîye yapışır. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbub-u Hakiki’ye gider.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, this path is much safer, because the ravings and high-flown claims of the soul are  not present on it. For apart from impotence, poverty, and defect, the soul possesses nothing so that it oversteps its mark.
Hem şu tarîk daha eslemdir. Çünkü nefsin şatahat ve bâlâ-pervazane davaları bulunmaz. Çünkü acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulmuyor ki haddinden fazla geçsin.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
Also, this path is much broader and more universal. For in order to attain to a constant  awareness of God’s presence,  a person is  not  compelled  to  imagine the universe to be condemned to non-existence and to declare: “There is no existent but He,” like those who believe in the Unity of Existence, nor to suppose the universe to be condemned to  imprisonment in absolute oblivion and to say, “There is nothing witnessed but He,” like those who believe in the Unity of Witnessing. Rather, since the Qur’an has most explicitly pardoned the universe and released it from execution and  imprisonment, the  person  on  this  path  disregards  the  above,  and  dismissing beings from working on their own account and employing them on account of the All- Glorious Creator, and in the duty of manifesting the Most Beautiful Names and being mirrors to them, he considers them from the point of view of  signifying something other than themselves; and being saved from absolute heedlessness, he enters the divine presence  permanently; he finds a way leading to the Almighty God in everything.
Hem bu tarîk daha umumî ve cadde-i kübradır. Çünkü kâinatı ehl-i vahdetü’l-vücud gibi huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip لَا مَو۟جُودَ اِلَّا هُوَ hükmetmeye veyahut ehl-i vahdetü’ş-şuhud gibi huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip لَا مَش۟هُودَ اِلَّا هُوَ demeye mecbur olmuyor. Belki idamdan ve hapisten gayet zâhir olarak Kur’an affettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelal hesabına istihdam edip, esma-i hüsnasının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek mana-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; her şeyde Cenab-ı Hakk’a bir yol bulmaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
'''In Short:'''Dismissing beings from working on account of other beings, this way is to not look at them as signifying themselves.
'''Elhasıl,''' mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mana-yı ismiyle bakmamaktır.
</div>


<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
------
------
<center> [[Yirmi Sekizinci Mektup]] ⇐ | [[Mektubat]] | ⇒ [[Otuzuncu Mektup]] </center>
<center> [[Yirmi Sekizinci Mektup/en|TheTwenty-Eighth Letter]] ⇐ | [[Mektubat/en|The Letters]] | ⇒ [[Hakikat Çekirdekleri/en|Seeds of Reality]] </center>
------
------
</div>