Barla Lahikası 68. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("''(Sabri’nin fıkrasıdır.)'' '''Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!''' Bilhassa dest ü dâmen-i mübareklerinizi bûs edip her ân ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyrulan enva-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak mefharetle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-i âcizanem sual buyrulu..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
     
    (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
     
    (Aynı kullanıcının aradaki diğer 2 değişikliği gösterilmiyor)
    1. satır: 1. satır:
    <languages/>
    <translate>
    <!--T:1-->
    ''(Sabri’nin fıkrasıdır.)''
    ''(Sabri’nin fıkrasıdır.)''


    <!--T:2-->
    '''Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!'''
    '''Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!'''


    <!--T:3-->
    Bilhassa dest ü dâmen-i mübareklerinizi bûs edip her ân ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyrulan enva-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak mefharetle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-i âcizanem sual buyruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilu-
    Bilhassa dest ü dâmen-i mübareklerinizi bûs edip her ân ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyrulan enva-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak mefharetle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-i âcizanem sual buyruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilu-


    <!--T:4-->
    mum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciz-nüma kerametlerini ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (asm) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatin diğer bir muarrifi olan:
    mum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciz-nüma kerametlerini ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (asm) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatin diğer bir muarrifi olan:


    <!--T:5-->
    ''Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim''
    ''Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim''


    <!--T:6-->
    ''Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.'' (Hâşiye<ref>Hâşiye: Latîf bir tevafuktur ki: Hulusi-i Sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdığı zamanda, ya aynı zamanda veyahut az sonra, Hulusi Bey bir ay uzak bir yerde, aynı beyti bana yazmıştır. Bu iki zatın hem hizmet-i Kur’an’da hem bana karşı münasebetlerindeki tevafukları, alâmet-i muvaffakiyettir.<br>
    ''Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.'' (Hâşiye<ref>Hâşiye: Latîf bir tevafuktur ki: Hulusi-i Sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdığı zamanda, ya aynı zamanda veyahut az sonra, Hulusi Bey bir ay uzak bir yerde, aynı beyti bana yazmıştır. Bu iki zatın hem hizmet-i Kur’an’da hem bana karşı münasebetlerindeki tevafukları, alâmet-i muvaffakiyettir.<br>


    <!--T:7-->
    Said </ref>)
    Said </ref>)


    <!--T:8-->
    Şu iki mısra-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitaplarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nadir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki:
    Şu iki mısra-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitaplarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nadir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki:


    <!--T:9-->
    Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ ve selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye (*<ref>* Gül demektir. </ref>) tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevk edecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranidir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.
    Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ ve selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye (*<ref>* Gül demektir. </ref>) tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevk edecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranidir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.


    <!--T:10-->
    Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arz edeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı ah-i lieb ve üm’den daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikat-perverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddi ve hâlis, kardeşlikte takip ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh. muhtelif beldelerden seçilip bir safta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.
    Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arz edeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı ah-i lieb ve üm’den daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikat-perverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddi ve hâlis, kardeşlikte takip ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh. muhtelif beldelerden seçilip bir safta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.


    <!--T:11-->
    '''Sabri'''
    '''Sabri'''
    <!--T:12-->
    ------
    <center> [[Barla Lahikası 67. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 69. Mektup]] </center>
    ------
    </translate>

    15.33, 19 Kasım 2023 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Sabri’nin fıkrasıdır.)

    Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!

    Bilhassa dest ü dâmen-i mübareklerinizi bûs edip her ân ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı üstadanelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyrulan enva-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i meserretle alarak mefharetle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-i âcizanem sual buyruluyor. “Neam sadakte, Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!” kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilu-

    mum bahr-i muhit-i Nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu mu’ciz-nüma kerametlerini ancak ve ancak mir’at-ı Muhammediye (asm) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatin diğer bir muarrifi olan:

    Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim

    Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim. (Hâşiye[1])

    Şu iki mısra-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur’aniyeyi ve i’caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitaplarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nadir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki:

    Ey benî-Âdem, şu sisli asırda dalaleti ref’ ve selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye (*[2]) tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevk edecek, pek çok keramat ve i’cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranidir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

    Müsaade-i fâzılaneleriyle bir maruzatım daha var. Fakat bu cihette, şahsımı istisna ederek meramımı arz edeceğim. Bendeniz Nurların müştak müşterilerinde daha doğrusu yanık talebelerinde, bir tevafuk-u fevkalâde görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle hüküm-ferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun tarz-ı telakkisi bir ve yekdiğerine karşı ah-i lieb ve üm’den daha kavî bir rabıta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikat-perverlikte, âdeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddi ve hâlis, kardeşlikte takip ettikleri hatt u hareket bir ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullab-ı nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görüyorum. Zira İstanbul’dan, İzmir’den, Aydın’dan, Kütahya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den ilh. muhtelif beldelerden seçilip bir safta mukayyed bulunan talebelerin aynı hâssaları haiz olmaları, câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri.

    Sabri


    Barla Lahikası 67. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 69. Mektup

    1. Hâşiye: Latîf bir tevafuktur ki: Hulusi-i Sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdığı zamanda, ya aynı zamanda veyahut az sonra, Hulusi Bey bir ay uzak bir yerde, aynı beyti bana yazmıştır. Bu iki zatın hem hizmet-i Kur’an’da hem bana karşı münasebetlerindeki tevafukları, alâmet-i muvaffakiyettir.
      Said
    2. * Gül demektir.