Barla Lahikası 128. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark
("''(Sabri’nin fıkrasıdır.)'' '''Üstad-ı A’zam Efendim Hazretleri!''' Bu defa hoş ve latîf tevafukatıyla nurani yolculara dest-i manevîsini uzatarak ziyadar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişigüzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tamme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyas-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden Kitab-ı Semaviye-i Kur’aniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız.” diyerek bâlâsı zîrine, sağı s..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) |
(Bu sürüm çeviri için işaretlendi) |
||
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 2 değişikliği gösterilmiyor) | |||
1. satır: | 1. satır: | ||
<languages/> | |||
<translate> | |||
<!--T:1--> | |||
''(Sabri’nin fıkrasıdır.)'' | ''(Sabri’nin fıkrasıdır.)'' | ||
<!--T:2--> | |||
'''Üstad-ı A’zam Efendim Hazretleri!''' | '''Üstad-ı A’zam Efendim Hazretleri!''' | ||
<!--T:3--> | |||
Bu defa hoş ve latîf tevafukatıyla nurani yolculara dest-i manevîsini uzatarak ziyadar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişigüzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tamme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyas-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden Kitab-ı Semaviye-i Kur’aniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız.” diyerek bâlâsı zîrine, sağı soluna eyâdi-i maneviyesiyle musafaha ve mukabele edercesine, tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübin’in lemaat ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Söz’de dahi müşahede edildi. Bu Söz’ün manidar ve hikmettar tevafuk ve intizamları, sanki kemal-i hararetle yekdiğerine müştak ve mütehassir birkaç samimi ve ciddi kardeş ve arkadaşların vuslatları gibi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın her bir âyât ve kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları, yine semavatın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlatarak, şu letafetleri ile insaniyet tarifine tam dâhil olan zîşuuru mest ve hayran bırakıyor. | Bu defa hoş ve latîf tevafukatıyla nurani yolculara dest-i manevîsini uzatarak ziyadar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişigüzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tamme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyas-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden Kitab-ı Semaviye-i Kur’aniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız.” diyerek bâlâsı zîrine, sağı soluna eyâdi-i maneviyesiyle musafaha ve mukabele edercesine, tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübin’in lemaat ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Söz’de dahi müşahede edildi. Bu Söz’ün manidar ve hikmettar tevafuk ve intizamları, sanki kemal-i hararetle yekdiğerine müştak ve mütehassir birkaç samimi ve ciddi kardeş ve arkadaşların vuslatları gibi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın her bir âyât ve kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları, yine semavatın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlatarak, şu letafetleri ile insaniyet tarifine tam dâhil olan zîşuuru mest ve hayran bırakıyor. | ||
<!--T:4--> | |||
Şurası da şâyan-ı hayrettir ki: Şu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi, kâinatın hitam-ı ömrüne muallak ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur arasında dahi bu Söz’ün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur, diyorum. Cennet nehirleri demek olan Kur’anî nehirleri, enva-ı türlü âvâzıyla coşkun coşkun aksın, aksın ki zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette, son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şümus-u Kur’aniyenin süratle inkişaf ve tevessü ve nev-i beşerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve izae eylediği gibi şu asr-ı dalalet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun. | Şurası da şâyan-ı hayrettir ki: Şu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi, kâinatın hitam-ı ömrüne muallak ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur arasında dahi bu Söz’ün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur, diyorum. Cennet nehirleri demek olan Kur’anî nehirleri, enva-ı türlü âvâzıyla coşkun coşkun aksın, aksın ki zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette, son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şümus-u Kur’aniyenin süratle inkişaf ve tevessü ve nev-i beşerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve izae eylediği gibi şu asr-ı dalalet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun. | ||
<!--T:5--> | |||
Evet, altı yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören latîf ve nazirsiz bir gül-ü Muhammedî’yi (asm) koklayan ümmet-i Muhammed (asm) Sure-i Kevser’den “bihamdihî ve’l-minne” mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi bâki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalaletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takip eden iki sureyi lisan-ı hal ve kāl ile okuyarak zındıklara hitaben “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalalet ve sefahet gemilerinize binemeyiz ancak Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın nurani ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve اِذَا جَٓاءَ نَص۟رُ اللّٰهِ ... الخ ferman-ı mübinini tilavetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tövbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-İzzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salah ve felâh ve fevz-ü necat yollarını tuttular. | Evet, altı yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören latîf ve nazirsiz bir gül-ü Muhammedî’yi (asm) koklayan ümmet-i Muhammed (asm) Sure-i Kevser’den “bihamdihî ve’l-minne” mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi bâki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalaletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takip eden iki sureyi lisan-ı hal ve kāl ile okuyarak zındıklara hitaben “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalalet ve sefahet gemilerinize binemeyiz ancak Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın nurani ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve اِذَا جَٓاءَ نَص۟رُ اللّٰهِ ... الخ ferman-ı mübinini tilavetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tövbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-İzzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salah ve felâh ve fevz-ü necat yollarını tuttular. | ||
<!--T:6--> | |||
“Hemen Rabb’im, hakiki verese-i enbiyayı teksir, dünyevî ve uhrevî âmâl ve makasıdına muvaffak buyursun.” duasını tekrar ile beraber Onuncu Söz’ün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arîzacığımı takdime cüret eder, bilhassa dest ü dâmen-i muallâlarını öperim efendim. | “Hemen Rabb’im, hakiki verese-i enbiyayı teksir, dünyevî ve uhrevî âmâl ve makasıdına muvaffak buyursun.” duasını tekrar ile beraber Onuncu Söz’ün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arîzacığımı takdime cüret eder, bilhassa dest ü dâmen-i muallâlarını öperim efendim. | ||
<!--T:7--> | |||
'''Hâmiş:''' Harman ortasında Mevlevîvari dolaşan bu bîçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek, söylediğini tekrar söylemiş; geçtiği yere dönmüş, yine gelmiş ise de ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken hiç olmazsa karınca yürüyüşü takip edeyim, irtibat kesilmesin niyetiyle şu perişan cümleleri derc ve takdim ettim efendim. | '''Hâmiş:''' Harman ortasında Mevlevîvari dolaşan bu bîçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek, söylediğini tekrar söylemiş; geçtiği yere dönmüş, yine gelmiş ise de ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken hiç olmazsa karınca yürüyüşü takip edeyim, irtibat kesilmesin niyetiyle şu perişan cümleleri derc ve takdim ettim efendim. | ||
<!--T:8--> | |||
'''Muhammed Sabri''' | '''Muhammed Sabri''' | ||
<!--T:9--> | |||
(rahmetullahi aleyh) | (rahmetullahi aleyh) | ||
<!--T:10--> | |||
------ | |||
<center> [[Barla Lahikası 127. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 129. Mektup]] </center> | |||
------ | |||
</translate> |
13.16, 20 Kasım 2023 itibarı ile sayfanın şu anki hâli
(Sabri’nin fıkrasıdır.)
Üstad-ı A’zam Efendim Hazretleri!
Bu defa hoş ve latîf tevafukatıyla nurani yolculara dest-i manevîsini uzatarak ziyadar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişigüzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tamme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyas-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden Kitab-ı Semaviye-i Kur’aniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız.” diyerek bâlâsı zîrine, sağı soluna eyâdi-i maneviyesiyle musafaha ve mukabele edercesine, tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübin’in lemaat ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Söz’de dahi müşahede edildi. Bu Söz’ün manidar ve hikmettar tevafuk ve intizamları, sanki kemal-i hararetle yekdiğerine müştak ve mütehassir birkaç samimi ve ciddi kardeş ve arkadaşların vuslatları gibi Kur’an-ı Azîmüşşan’ın her bir âyât ve kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları, yine semavatın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlatarak, şu letafetleri ile insaniyet tarifine tam dâhil olan zîşuuru mest ve hayran bırakıyor.
Şurası da şâyan-ı hayrettir ki: Şu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi, kâinatın hitam-ı ömrüne muallak ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur arasında dahi bu Söz’ün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur, diyorum. Cennet nehirleri demek olan Kur’anî nehirleri, enva-ı türlü âvâzıyla coşkun coşkun aksın, aksın ki zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette, son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şümus-u Kur’aniyenin süratle inkişaf ve tevessü ve nev-i beşerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve izae eylediği gibi şu asr-ı dalalet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun.
Evet, altı yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören latîf ve nazirsiz bir gül-ü Muhammedî’yi (asm) koklayan ümmet-i Muhammed (asm) Sure-i Kevser’den “bihamdihî ve’l-minne” mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi bâki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalaletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takip eden iki sureyi lisan-ı hal ve kāl ile okuyarak zındıklara hitaben “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalalet ve sefahet gemilerinize binemeyiz ancak Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın nurani ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve اِذَا جَٓاءَ نَص۟رُ اللّٰهِ ... الخ ferman-ı mübinini tilavetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tövbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-İzzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salah ve felâh ve fevz-ü necat yollarını tuttular.
“Hemen Rabb’im, hakiki verese-i enbiyayı teksir, dünyevî ve uhrevî âmâl ve makasıdına muvaffak buyursun.” duasını tekrar ile beraber Onuncu Söz’ün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arîzacığımı takdime cüret eder, bilhassa dest ü dâmen-i muallâlarını öperim efendim.
Hâmiş: Harman ortasında Mevlevîvari dolaşan bu bîçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek, söylediğini tekrar söylemiş; geçtiği yere dönmüş, yine gelmiş ise de ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken hiç olmazsa karınca yürüyüşü takip edeyim, irtibat kesilmesin niyetiyle şu perişan cümleleri derc ve takdim ettim efendim.
Muhammed Sabri
(rahmetullahi aleyh)