Barla Lahikası 249. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Değişiklik özeti yok
    (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
     
    1. satır: 1. satır:
    <languages/>
    <languages/>
    <translate>
    <translate>
    <!--T:1-->
    ''(Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.)''
    ''(Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.)''


    <!--T:2-->
    بِاس۟مِهٖ
    بِاس۟مِهٖ


    <!--T:3-->
    وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ
    وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ


    <!--T:4-->
    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ


    <!--T:5-->
    '''Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım!'''
    '''Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım!'''


    <!--T:6-->
    Kur’an-ı Hakîm’in baş hâşiyelerinde, âyât-ı Kur’aniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla, envar-ı Kur’aniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:
    Kur’an-ı Hakîm’in baş hâşiyelerinde, âyât-ı Kur’aniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla, envar-ı Kur’aniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:


    <!--T:7-->
    '''Birinci Esas:''' Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.
    '''Birinci Esas:''' Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.


    <!--T:8-->
    Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i Kur’aniye, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye (asm) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur’an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.
    Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i Kur’aniye, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye (asm) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur’an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.


    <!--T:9-->
    Bütün enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’an’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen, fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile zaman-ı Âdem’den tâ kıyamete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslâm’ın sırrını neşreden hakikat-i Kur’aniye küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor, demektir.
    Bütün enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’an’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen, fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile zaman-ı Âdem’den tâ kıyamete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslâm’ın sırrını neşreden hakikat-i Kur’aniye küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor, demektir.


    <!--T:10-->
    '''İkinci Esas:''' Malûmdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle gece gündüzler ve medar-ı senevîsi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve Şemsü’ş-şümus’un dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı arz ve semavat’ın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki:
    '''İkinci Esas:''' Malûmdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle gece gündüzler ve medar-ı senevîsi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve Şemsü’ş-şümus’un dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı arz ve semavat’ın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki:


    <!--T:11-->
    Furkan-ı Hakîm’de ثُمَّ يَع۟رُجُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُٓ اَل۟فَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ۝ تَع۟رُجُ ال۟مَلٰٓئِكَةُ وَ الرُّوحُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُ خَم۟سٖينَ اَل۟فَ سَنَةٍ gibi âyetler ispat ediyor. Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında gurûb ve tulû mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre tâ “Rabbü’ş-Şi’ra” tabiriyle Kur’an’da namı ilan edilen ve şemsimizden büyük “Şi’ra” namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden tâ Şemsü’ş-şümus’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.
    Furkan-ı Hakîm’de ثُمَّ يَع۟رُجُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُٓ اَل۟فَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ۝ تَع۟رُجُ ال۟مَلٰٓئِكَةُ وَ الرُّوحُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُ خَم۟سٖينَ اَل۟فَ سَنَةٍ gibi âyetler ispat ediyor. Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında gurûb ve tulû mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre tâ “Rabbü’ş-Şi’ra” tabiriyle Kur’an’da namı ilan edilen ve şemsimizden büyük “Şi’ra” namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden tâ Şemsü’ş-şümus’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.


    <!--T:12-->
    İşte semavat ve arzın Rabb’i, o Şemsü’ş-şümus ve Şi’ra’nın Hâlık’ı hitap ettiği vakit, o semavat ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.
    İşte semavat ve arzın Rabb’i, o Şemsü’ş-şümus ve Şi’ra’nın Hâlık’ı hitap ettiği vakit, o semavat ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.


    <!--T:13-->
    Madem eyyamın lisan-ı şer’îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nev-i beşerin yedi bin sene değil belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-u Kur’an hüküm-ferma olduğuna münafî olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyamın hakikati o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.
    Madem eyyamın lisan-ı şer’îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nev-i beşerin yedi bin sene değil belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-u Kur’an hüküm-ferma olduğuna münafî olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyamın hakikati o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.


    <!--T:14-->
    '''Üçüncü Esas:''' لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:
    '''Üçüncü Esas:''' لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:


    <!--T:15-->
    Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyam ile olduğu gibi; zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-şümus’un hareket-i mihveriyesi ile hasıl olan eyyam iledir.
    Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyam ile olduğu gibi; zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-şümus’un hareket-i mihveriyesi ile hasıl olan eyyam iledir.


    <!--T:16-->
    Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziye ile olsa küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-şümus’a tabi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü –Şemsü’ş-şümus’un işarat-ı Kur’aniye ile her bir günü elli bin sene olmasıyla– yedi bin sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar sene yaşarlar. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu hesap Şamlı Hâfız, Kuleönü’nden Mustafa ve arkadaşı Hâfız Mustafa’nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yapılmıştır. (Sene 360 gün hesabına göredir, kusur varsa bakılmamak gerektir.) </ref>) Demek eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’aniyede bunlar dâhil olabilirler.
    Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziye ile olsa küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-şümus’a tabi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü –Şemsü’ş-şümus’un işarat-ı Kur’aniye ile her bir günü elli bin sene olmasıyla– yedi bin sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar sene yaşarlar. (Hâşiye<ref>'''Hâşiye:''' Bu hesap Şamlı Hâfız, Kuleönü’nden Mustafa ve arkadaşı Hâfız Mustafa’nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yapılmıştır. (Sene 360 gün hesabına göredir, kusur varsa bakılmamak gerektir.) </ref>) Demek eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’aniyede bunlar dâhil olabilirler.


    <!--T:17-->
    Evet semavat ve arzın Hâlık’ı, semavat ve arza bakan bir kelâmıyla, semavat ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel, âhir meyvesi olan bir zata hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’an’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve ayn-ı belâgattır.
    Evet semavat ve arzın Hâlık’ı, semavat ve arza bakan bir kelâmıyla, semavat ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel, âhir meyvesi olan bir zata hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’an’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve ayn-ı belâgattır.


    <!--T:18-->
    وَ ال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ وَ اللّٰهُ اَع۟لَمُ بِاَس۟رَارِ كِتَابِهٖ
    وَ ال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ وَ اللّٰهُ اَع۟لَمُ بِاَس۟رَارِ كِتَابِهٖ


    <!--T:19-->
    رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا
    رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا


    <!--T:20-->
    '''Said Nursî'''
    '''Said Nursî'''




    <!--T:21-->
    ------
    ------
    <center> [[Barla Lahikası 248. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 250. Mektup]] </center>
    <center> [[Barla Lahikası 248. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 250. Mektup]] </center>
    ------
    ------
    </translate>
    </translate>

    21.10, 21 Kasım 2023 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

    Diğer diller:
    • Türkçe

    (Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.)

    بِاس۟مِهٖ

    وَ اِن۟ مِن۟ شَى۟ءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَم۟دِهٖ

    اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

    Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım!

    Kur’an-ı Hakîm’in baş hâşiyelerinde, âyât-ı Kur’aniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla, envar-ı Kur’aniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

    Birinci Esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

    Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i Kur’aniye, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye (asm) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur’an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

    Bütün enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’an’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen, fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile zaman-ı Âdem’den tâ kıyamete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslâm’ın sırrını neşreden hakikat-i Kur’aniye küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor, demektir.

    İkinci Esas: Malûmdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle gece gündüzler ve medar-ı senevîsi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve Şemsü’ş-şümus’un dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı arz ve semavat’ın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki:

    Furkan-ı Hakîm’de ثُمَّ يَع۟رُجُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُٓ اَل۟فَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ۝ تَع۟رُجُ ال۟مَلٰٓئِكَةُ وَ الرُّوحُ اِلَي۟هِ فٖى يَو۟مٍ كَانَ مِق۟دَارُهُ خَم۟سٖينَ اَل۟فَ سَنَةٍ gibi âyetler ispat ediyor. Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında gurûb ve tulû mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre tâ “Rabbü’ş-Şi’ra” tabiriyle Kur’an’da namı ilan edilen ve şemsimizden büyük “Şi’ra” namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden tâ Şemsü’ş-şümus’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.

    İşte semavat ve arzın Rabb’i, o Şemsü’ş-şümus ve Şi’ra’nın Hâlık’ı hitap ettiği vakit, o semavat ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

    Madem eyyamın lisan-ı şer’îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nev-i beşerin yedi bin sene değil belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-u Kur’an hüküm-ferma olduğuna münafî olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyamın hakikati o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

    Üçüncü Esas: لَا يَع۟لَمُ ال۟غَي۟بَ اِلَّا اللّٰهُ Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

    Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyam ile olduğu gibi; zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-şümus’un hareket-i mihveriyesi ile hasıl olan eyyam iledir.

    Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziye ile olsa küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’ş-şümus’a tabi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü –Şemsü’ş-şümus’un işarat-ı Kur’aniye ile her bir günü elli bin sene olmasıyla– yedi bin sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar sene yaşarlar. (Hâşiye[1]) Demek eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’aniyede bunlar dâhil olabilirler.

    Evet semavat ve arzın Hâlık’ı, semavat ve arza bakan bir kelâmıyla, semavat ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel, âhir meyvesi olan bir zata hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’an’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve ayn-ı belâgattır.

    وَ ال۟عِل۟مُ عِن۟دَ اللّٰهِ وَ اللّٰهُ اَع۟لَمُ بِاَس۟رَارِ كِتَابِهٖ

    رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذ۟نَٓا اِن۟ نَسٖينَٓا اَو۟ اَخ۟طَا۟نَا

    Said Nursî



    Barla Lahikası 248. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 250. Mektup

    1. Hâşiye: Bu hesap Şamlı Hâfız, Kuleönü’nden Mustafa ve arkadaşı Hâfız Mustafa’nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yapılmıştır. (Sene 360 gün hesabına göredir, kusur varsa bakılmamak gerektir.)