Risale-i Nur ve Hariç Memleketler/de: Revizyonlar arasındaki fark
("Was aber die Muslim-Brüder betrifft, so treffen sie ihre Lehrer (murshid), ihre Vorsitzenden (reis) in den allgemeinen Zentren und besuchen diese, um Weisungen (emir) zu empfangen oder am Unterricht (ders) teilzunehmen. Und in den untergeordneten Zentren einer übergreifenden Organisation treffen sie sich mit ihren großen Meistern (Ustadh), ihren Leitern und deren Stellvertretern (vekil), um Unterricht (ders) zu nehmen und Anweisungen (emir) zu empfangen." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği |
("Auch durch die Zeitungen, die in den allgemeinen Zentren erscheinen, und durch Broschüren, die sie erhalten können, wenn sie ihr Entgeld dafür entrichten, bekommen sie ihren Unterricht (ders)." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) |
||
600. satır: | 600. satır: | ||
Was aber die Muslim-Brüder betrifft, so treffen sie ihre Lehrer (murshid), ihre Vorsitzenden (reis) in den allgemeinen Zentren und besuchen diese, um Weisungen (emir) zu empfangen oder am Unterricht (ders) teilzunehmen. Und in den untergeordneten Zentren einer übergreifenden Organisation treffen sie sich mit ihren großen Meistern (Ustadh), ihren Leitern und deren Stellvertretern (vekil), um Unterricht (ders) zu nehmen und Anweisungen (emir) zu empfangen. | Was aber die Muslim-Brüder betrifft, so treffen sie ihre Lehrer (murshid), ihre Vorsitzenden (reis) in den allgemeinen Zentren und besuchen diese, um Weisungen (emir) zu empfangen oder am Unterricht (ders) teilzunehmen. Und in den untergeordneten Zentren einer übergreifenden Organisation treffen sie sich mit ihren großen Meistern (Ustadh), ihren Leitern und deren Stellvertretern (vekil), um Unterricht (ders) zu nehmen und Anweisungen (emir) zu empfangen. | ||
Auch durch die Zeitungen, die in den allgemeinen Zentren erscheinen, und durch Broschüren, die sie erhalten können, wenn sie ihr Entgeld dafür entrichten, bekommen sie ihren Unterricht (ders). | |||
<div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> | <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr"> |
12.15, 28 Haziran 2024 tarihindeki hâli
Risale-i Nur’un hariç memleketlerdeki fütuhatına kısa bir bakış
Risale-i Nur, yirminci asrın ilim ve fen seviyesine uygun müsbet bir metotla akla ve kalbe hitap ederek ikna ve ispat yoluyla gittiği için yalnız Türkiye’de değil, hariç memleketlerde de hüsn-ü kabule mazhar olmuştur. Eserler, memleketimizde yeni yazı ile matbaalarda basılmadan evvel, başta Pakistan ve Irak olmak üzere diğer İslâm memleketlerinde Arapça, Urduca, İngilizce ve Hintçe tabedilerek bütün âlem-i İslâm’a tanıtılmış ve fevkalâde teveccühe mazhar olarak geniş bir okuyucu kitlesi bulmuştur.
Bediüzzaman kırk elli seneden beri, yalnız âlem-i İslâm’da değil, bütün dünyaca tanınmış mümtaz bir şahsiyettir. Kendisi, küçük yaşından beri ilim sahasında ilzam edilmemiş olduğundan gerek dâhilde ve gerekse hariçte nazarlar üzerine çevrilmiştir. Âlem-i İslâm’ın ilim merkezi olan Camiü’l-Ezher, onun mertebe-i ilmini ve yüksek zekâsını Üniversite Rektörü Şeyh Bahît gibi müdakkik âlimler vasıtasıyla idrak ederken, müsbet ilimlerdeki derin vukufu da bütün dünyaya yayılıyordu. Mısır matbuatında “Fatînü’l-asır” diye tavsif edilerek hakkında makaleler neşrediliyordu. Kendisi, bundan kırk beş elli sene önce Şam’da, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin kişilik muazzam bir cemaate Camiü’l-Emevî’de îrad ettiği mühim bir hutbede, âlem-i İslâm’ın geri kalış sebeplerini ve nasıl ilerleyebileceğini izah ederek âlem-i İslâm’ın ittifakının ne kadar zarurî olduğunu beyan etmişti.
Bu hutbesi bütün âlem-i İslâm’da hayranlıkla karşılanmış ve ilim meclislerinde ismi çok anılmaya başlanmıştır. Onun mücahede ve mücadelelerini işiten ve eserlerini okuyan binlerce kişi, ona karşı büyük bir alâka duymaya başlamışlardır. Camiü’l-Ezherin hamiyetli talebeleri bir hadîs-i şerifin medar-ı evham olmuş manasını Üstad Bediüzzaman’dan sormuşlar ve Üstad hasta olması dolayısıyla talebeleri, Risale-i Nur’dan o meseleye müteallik mevzuları ve Üstad tarafından daha evvel o hadîs dolayısıyla gelebilecek bir suale verilmiş kat’î bir cevabı bir araya getirerek göndermişler ve bu cevap gayet takdirle karşılanmıştır.
Pakistan Maarif Nâzır Vekili Ali Ekber Şah –şimdi Sind Üniversitesinde rektör– Türkiye’ye geldiği zaman Bediüzzaman’ı ziyaret etmiş ve memleketimizden ayrılırken Üstad ve eserleri hakkında gençliğe bir hitabede bulunmuş ve memleketine muvasalatında da beraberinde götürdüğü Nur Külliyatı’nın, resmen üniversitede okutturulması ve Urducaya tercümesi için teşebbüse geçmiştir. Pakistan’da münteşir Arapça ve İngilizce gazete ve mecmualarda Üstad ve eserleri okuyuculara tanıtılmış; Türkiye’deki İslâmî inkişaf, Risale-i Nur faaliyetinin bir semeresi olarak belirtilmiş, Üstad Bediüzzaman âlem-i İslâm’ın manevî lideri olarak zikredilmiş ve “Hazret-i Bediüzzaman Said Nursî” diye hakkında birçok makaleler yazılmıştır.
Bugün Risale-i Nur İslâm âlemince, İslâmiyet’e yöneltilen hücumları kıran bir sedd-i Kur’anî olarak bilinmekte ve kabul edilmektedir.
Risale-i Nur Avrupa, Amerika ve Afrika’da da hüsn-ü teveccühe mazhar olmuş; başta bahtiyar Almanya ve Finlandiya olmak üzere birçok memleketlerde okunmaya başlanmıştır.
Bu cümleden olmak üzere Almanya’da Berlin Teknik Üniversite mescidine Risale-i Nur Külliyatı konulmuş ve Şarkiyat Üniversitesi İlahiyat Bölümünde Risale-i Nur hakkında konferans tertip edilmiştir. Almanya’daki İslâmî fütuhatta, Risale-i Nur’un büyük rolü olmuştur.
Yunanistan’ın Gümülcine şehrinde Hâfız Ali Efendi tarafından açılan dershanede Risale-i Nur dersleri de okutturulmakta ve yüzlerce Risale-i Nur talebesi yetişmektedir.
Finlandiya’da İslâm Cemaati Reisi tarafından Risale-i Nur neşredilmekte ve bu sayede birçok Finli Müslüman olmaktadır.
Japonya ve Kore’de de Risale-i Nur’un birçok okuyucuları bulunmaktadır. Kore Harbi münasebetiyle Türkiye’den Kore’ye giden müteaddid Nur talebeleri tarafından bütün külliyat oraya götürülmüş, bu eserlerin bir kısmı Japon üniversitelerine ve bir kısmı da Kore kütüphanelerine hediye edilmiştir. Bu vesile ile Japonya’daki İslâm cemaati de Risale-i Nur’dan istifade etmeye başlamıştır.
Hindistan ve Endonezya’daki Müslümanlar da Risale-i Nur’dan mahrum kalmamışlardır. Hacca giden bir Nur talebesi tanıştığı bir Hintli âlime Risale-i Nur Külliyatı’nı hediye etmiş ve o âlim de eserleri Hintçeye tercüme edeceğini ve bunun kendisi için büyük bir vazife olduğuna inandığını söylemiştir.
Amerika’daki Washington Camii’ne bazı risaleler hediye edilmiş ve buradaki Müslümanların da bu eserlerden istifadeleri sağlanmıştır.
Irak’tan gönderilen Risale-i Nur eserleri münasebetiyle, Washington İslâm Kültür Merkezi Genel Sekreteri tarafından eserleri gönderen Nur talebesine bir teşekkür mektubu yazılmıştır.
Mezkûr beyanatımız Risale-i Nur’un hariç memleketlerdeki inkişafının malûmatımız çevresindeki birkaç numunesidir.
Yakında tabedilecek “Mu’cizeli Kur’an”da Hâfız Osman hattı aynen muhafaza edilmekle beraber Kur’an’ın lafzî mu’cizeleri gösterilmiştir. Bu Kur’an’ın âlem-i İslâm başta olmak üzere bütün dünyaca ne büyük bir alâka ile karşılanacağı şüphesizdir.
Bütün bunlar, Risale-i Nur’un dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri değil midir? Bütün beşeriyet, Kur’an’a ve dolayısıyla asrımızda onun manevî i’cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur’a muhtaçtır.
İşte bu kısımda, Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında hariç memleketlerde intişar eden makalelerin bir kısmını, Üstada ve talebelerine gelen mektuplardan bazılarını aşağıya dercediyoruz.
* * *
Sind Üniversitesinin kıymetli Dekanı Ali Ekber Şah’ın Ankara’daki bir Nur talebesine yazdığı mektup
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ
Aziz, sıddık kardeşim!
Çok zamandan beri size mektup yazmadığım için özür dilerim. İnşâallah bundan sonra sık sık yazacağım. Ve sizden de sık sık yazmanızı rica ederim. Muhabbetimde hiçbir azalma yok, belki bu muhabbet daha da artıyor.
Türkçe bilmiyorum lâkin sizin Risale-i Nur’u görüyorum ve çok beğeniyorum.
زَبَانِ يَارِ مَن۟ تُر۟كٖى وَ مَن۟ تُر۟كٖى نَمٖيدَانَم۟، چِه خُوش۟بُودَه اَگَر۟ بُودَه زَبَانَش۟ دَر۟ دَهَانَم۟
Bu ne kadar iyidir ki külliyatınızın adı da Nur’dur ve bu, Nur’un dâîsidir. Aramızda ruhanî rabıta var. Allah’tan, bu ruhanî taallukatlarını çok çok pâyidar etmesini dua ederim. Türkiye’de iken dostlarınızla da görüşmüştüm. Onların hallerini yazın ve hürmet ve selâmlarımı tebliğ ediniz, meşkûr olurum. Hazret-i Nur nasıldır? Onun hakkında yazın ve selâmlarımı ve huluslarımı, hizmetinde olduğumuzu arz ediniz. Sabir İhsanoğlu ile görüştüm ve şimdilik onunla beraber oturup Türkiye’ye ait ve sizler hakkında bahsetmekteyim. Bizler biraz daha çalışacağız ve din hizmetinde olacağız, Allah yardım etsin.
Mektuba son verirken sıhhat için dua eder, Cenab-ı Hak’tan Müslümanlara emniyet vermesini yalvarırım.
Din Kardeşiniz Seyyid Ali Ekber Şah
Sind Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Haydarabad - Batı Pakistan
* * *
Pakistan İslâm Talebe Cemiyeti tarafından gönderilen mektup
Pakistan İslâm Talebe Cemiyeti Reisinden Üstad Bediüzzaman Hazretlerine gelen bir mektup:
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Pakistan Talebe Cemiyeti yıllık kongresi Pakistan’ın payitahtı olan Karaçi’de hicrî 14-15-16 Rebiü’l-âhir 1377, miladî 8-9-10 Aralık 1957’de toplanacağını bildirmekle şerefyâb oluruz. İslâmiyet uğruna çalışan gençleri teşci etmek gayesiyle, bu kongre münasebetiyle mesajınızı göndermenizi rica ederiz.
Belki semahatlı Efendimiz, Pakistan’daki Müslüman Talebe Cemiyetinin İslâmiyet’i şiar edindiğini biliyorlar… Ve cihandaki müşkül meseleleri doğruca halledebilecek ancak İslâm dininin olduğuna da inanmaktadır.
Bu cemiyet, Pakistan’da en kuvvetli bir cemiyet, en sağlam bir içtimaî nizam olup on seneden beri cihanşümul İslâmiyet fikrini ve yüksek nizamlarını talebe önünde ve topluluklarında ispat etmeye çalışmaktadır.
Ayrıca müsaadelerinizi ve lâyık olduğu şekilde bizim sizde olan ümitlerimizi boşa çıkarmayacağınızdan eminiz. Çok teşekkürler ederiz. Selâmlar…
Din Kardeşiniz
İbsar Alim
Pakistan İslâm Talebe Cemiyeti Reisi
* * *
Risale-i Nur’un Pakistan’da neşriyatını yapan Karaçi Üniversitesi Tarih Bölümü Asistanı M. Sabir İhsanoğlu
Risale-i Nur’un Pakistan’da neşriyatını yaparak pek çok kimselerin bu eserlerden istifadesini sağlayan, Karaçi Üniversitesi Türk Tarih Bölümü asistanı ve dört büyük gazetenin muharriri M. Sabir’in bir mektubu
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Muhterem din kardeşlerimiz!
Kıymetli mektubunuzu aldım, çok çok teşekkürler.
Hazret-i Üstadımız Said Nursî’nin hal ve sıhhati nasıldır? Onu seven talebeler ve halk soruyor. Bana haber göndermenizi rica ederim.
Bu ay içerisinde Hindistan’da, İslâmiyet’in ve Türklerin hakiki düşmanı olan siyonist ve kızıl kâfirlere karşı dört makale neşrettim. Türk-Pakistan dostluğunun esas ve tarihi hakkında da Karaçi’de bir fıkra neşrettim, size de gönderdim. “İmam” adlı aylık bir gazetede “Rusya’da Mazlum Müslüman” başlıklı bir makale yazdım, bunu da gönderdim ve başka Urduca gazetelere de gönderdim. Maksadım, İslâmiyet’e hizmet, Türk edebiyatını tanıtmak ve Türk düşmanlarına karşı, yazmak ve çalışmaktır.
…
Burada mühim bir kitap neşretmek istiyorum, bunun için size yazıyorum. Bu hususta Halkçıları tanıttırıyorum ki bunlar, Türklere karşı çalışmışlar ve cumhuriyet adına bütün milleti aldatıp dindarları zindanlara atmışlardı. Karaçi’de neşredilen bu makaleleri bir kitap halinde tabetmek istiyorum. Bize ne kadar materyal verirseniz hepsi burada neşrolacak.
Bu mektubumdan sonra, size mühim bir mektup yazacağım ve bunda, niçin Üstadın İslâm dünyasının en büyük din şahsiyeti olduğu ve bunun gibi hiçbir adam, ne Endonezya, ne Hint-Pak Yarımadası, ne Arap ve ne de Afrika’da çıkmadığı gösterilecek.
Ey Nurcu dostlarım! Türk-Pakistan dostluğu için çalışınız, komünistlerden âgâh olunuz. İftihar ederiz ki Türkiye ile Pakistan, Bağdat Paktı muahedesinde şeriktir. Yolumuz İslâmîdir, ne Arapçılık ne İrancılık…
Geçen ay, Seyyid Ali Ekber Şah beni çağırdı. Bu zat 1950’de Üstadımızı görmüş, bana çok iyi malûmat verdi. O, makalelerle de Üstadı tanıtmış ve Yahudiler aleyhinde yazmıştır. Bu zat, Üstada selâmlar ve talebelere dualar ediyor ve diyor ki: “Ben iki adamın tesiri altında kaldım: Biri Mevlana, diğeri de Said Nursî.”
M. Sabir
* * *
M. Sabir’in diğer bir mektubu
…
Bir habere göre, Menderes Hükûmeti âlem-i İslâm’ın ve dünyanın büyük mütefekkiri olan Hazret-i Üstad Said Nursî’nin çok mühim İslâmî eserleri olan Risale-i Nur’un neşri için emir vermiş. Bu haberden, Pakistanlı din yolunda çalışan adamlar büyük bir sevinç içinde kalmıştır. Bu neşir münasebetiyle, Hazret-i Said Nursî’yi, talebelerini ve Türk din kardeşlerimizi ruh u canımızla tebrik eder, milleti zulüm ve istibdat ve dinsizlikten kurtaran başta Menderes olmak üzere bütün Demokratlara teşekkür ederim.
Bu hareketten dolayı, Türk milleti aleyhinde yapılan haricî propagandalar kırılacak ve âlem-i İslâm’ın, Türkiye’ye olan eski muhabbeti yeniden vücud bulacaktır. Ben bir Pakistanlı Müslüman, Türkiye’ye hiç gitmedim, Said Nursî’yi görmedim lâkin İstanbul Üniversitesi Nur talebelerinin neşrettikleri kitaplardan bazı parçaları mütalaa ederek hakiki, ruhanî bir lezzet hissettim. Ve şimdi, bu uzak diyarda bir Nur şakirdi oldum.
Ana dilim Urducada yazılmış bu gibi eserler yok. Ve Nursî gibi bir din kahramanı, Hindistan ve Pakistan’da yok. Bu bir hakikattir. Eğer bu eserler Urducaya tercüme edilirse büyük İslâmî hizmetler olacağını ümit ediyoruz. Filhakika, komünizme karşı neşriyat yoluyla mücadele çok zarurîdir. Ve Demokratlar tüzüklerinde buna yer vermiştir. İnşâallah bu gibi İslâmî faaliyetlerle, Türklere karşı çalışan komünistler, farmasonlar ve başkaları mahvolacak ve istikbalde Türkiye eski makamına terakki edecek, âmin!
M. Sabir
Er-Rabadlı Pakistan’da bir Nur şakirdi
Karaçi Nur talebeleri adına yazılan bir mektup
KARAÇİ NUR TALEBELERİ
PAKİSTAN
M. Sabir İhsanoğlu, M. A. (Prev)
Department of İslamic History and Culture University of Karachi İslamic Republic of Pakistan
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Muhterem Efendim!
Aziz ve büyük Üstadımız olan Hazret-i Bediüzzaman Said Nursî’nin mühim eserlerini aldım. Başka eserlerini görmemiştim. Siz bana ilk defa olarak gönderdiniz. İmtihanım çok yakın. Mayıstan sonra Hazret-i Üstad hakkında ve onun imanî ve Kur’anî hizmetlerine ait makaleler yazacağım inşâallah, sizlere burada neşrolunan nüshalardan da göndereceğim. Maddeten sizi tanımıyorsam da manen tanırım. Kur’an-ı Kerîm’e göre bütün Müslümanlar hakiki bir kardeş gibi. Ben size, sizin İslâmî birader ve bâhusus Türkiyeli Müslüman ve Nurcu olmanız haysiyetiyle yazıyorum. Ben bir Pakistanlıyım, Türkiyeli değilim. Ana dilim Türkçe değil fakat Nur talebesiyim. Bediüzzaman Said Nursî’yi en büyük din ve fikir adamı bilirim ve kendimi bir Nur talebesi ilan ederim. Said Nursî Hazretleri değil sizlerin, bütün İslâm gençliğinin üstadıdır. Maalesef memleketimizde Türkçe bilen yoktur, bunun için Üstadın hizmetlerine nâ-vâkıftırlar.
Pakistan’dan Risale-i Nur hakkında size malûmat veriyorum:
Üstad ve Türkiye hakkında malûmat çok azdır. İki yıldır biraz çalışıyorum. Pakistan, Buhara ve Birma gazetelerinde makaleler yazdım. Çok takdir edilip benden Türkler ve Risale-i Nur hakkında yazılar rica ettiler. Benim, evvela Üstad hakkında malûmatım yoktu. Bu meyanda Salih Özcan adlı bir gence, Türkiye’ye dair kitaplar göndermesi için yazdım, bana gönderdiler. Bunlardan birisi Serdengeçti idi. Bunda, Risale-i Nur hakkında bir makale gördüm. Okudum, istifade ettim ve Nur hakkında malûmat toplamaya başladım. Ben onun eserlerini okuyup yazmayı çok isterdim. O zamandan beri onun yazılarını okudum, düşündüm; o nedir? Bana malûm oldu ki: Ona karşı İslâm düşmanları dışarıda propaganda yapmışlar. Onun hakkında bugüne kadar on iki makale yazdım. Davet (Delhi), İstiklal (Rangoon), Tasnim (Lahore), Elmünir (Layelpur), Asia (Lahore), Müslim (Dakka), İnkılab (Karachi), Anjam ve Ceng (Karachi) ve diğer bazı gazetelerde yazmıştım.
Üstad hakkında yazılan bu makaleler, diğer dillere de tercüme edilmiştir. Bugün onu, binlerce belki milyonlarca müslim ve gayr-ı müslim biliyor; benden, onun hakkında malûmat istiyorlar. Her gazete onun hakkında yazmak istiyor. İnşâallah üç ay sonra bu konuda bütün enerjimle çalışacağım. Düşman-ı İslâm’dan korkmuyorum. Karaçi’de Üstadın kitaplarını ve başka Türkçe kitapları topladım ve bir küçük kütüphane tesis ettim. Türkiye’den gelen bütün kitaplar buradadır.
Bu yıl “Türk-Pakistan Talebeler Birliği” adlı bir cemiyet kurmak niyetindeyiz. Nur dostlarımızdan rica ederim ki Türk-Pakistan dostluğunun bağlarını müstahkem eylesinler, Urdu lisanı da okusunlar. Bu yarımadada yüz otuz milyon Müslüman’ın millî lisanı yalnız Urducadır. Bizler, burada Türkçe için çalışırız. Türkçe bilen, Sibirya’dan Arnavutluk’a kadar altmış milyon Müslüman ve Türkiye’deki yirmi beş milyon Türk’tür.
Nur talebesi kardeşlerime söylüyorum: “Nerede olursa olsun siyonizme karşı mücadele etsinler.” Komünizmin icadcıları yalnız Yahudilerdir. Bugüne kadar bu komünistler; İdil-Ural, Kafkasya, Almanya, Kırım, Azerbaycan, Garbî Türkistan ve komşumuz Doğu Türkistan’ı istila ettiler. Altmış milyon kardeşimizin hukuku pâyimal oldu. Hindistan dahi bir emperyalisttir. Nehru ve başka Hindular, İslâmiyet’in düşmanıdırlar. Maalesef Müslüman devletler bunu bilmiyorlar. Nehru, Keşmirli Müslümanları öldürtüyor.
Said Nursî’ye gidip Hintli Müslümanlar hakkında söyle ki kendi memleketinde buna karşı yazılsın.
Said Nursî Hazretlerine burada çok hürmet vardır. Onu severiz, onun sıhhat ve uzun hayatı için dua ederiz. İslâm dünyasında Said Nursî’nin eşi yoktur. Mısır’da bir Hasanü’l-Benna var idi (şehit edilmiştir). Yurdumuzda İkbal var idi (vefat etmiştir). Hâlen bir Mevdudî var. Başka büyük adamlar da vardır lâkin Üstadımız gibi yoktur. Üstad, İslâm dünyasının cevheridir. Onun hakkında malûmat azdır. Onun eserleri Farsça, İngilizce ve Urducaya tercüme edilmemiştir. Lâkin istikbalde olacaktır. (Hâşiye[1])
Üstadın kıymetli hayatı hapishanede geçmiştir. Halkçılar ona çok mezalim reva gördü. Elhamdülillah bunların devr-i istibdadı gitmiş, Demokratlar gelmiştir. Biz Pakistanlılar, bunun için Menderes Hükûmetinin hâmisiyiz. Eğer Demokratlar olmasaydı ne Türk-Pakistan dostluğu olurdu ne de Bağdat Paktı ve sizlerle taallukat-ı imaniye…
Kusura bakma, Üstadım Hazretlerine çok çok selâmlar ve hürmetlerimi söyle, Nur dostlarıma da selâm. Üstadın büyük ve iyi fotoğrafını gönder.
Yaşasın İslâm kardeşliği ve Türk-Pakistan dostluğu!
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
Ev Adresim: Pakistanlı Nur Şakirdi
Room No: 8 Er-Rabadlı University Hostel M. Sabir Mission Rd. 30.3.1957 Karachi
* * *
M. Sabir’in Türkiye’de İslâmî inkişaf münasebetiyle memnuniyetini izhar eden bir mektubu
بِاس۟مِهٖ سُب۟حَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَي۟كُم۟ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, muhterem kardeşlerimiz!
Dört adet mühim mektubunuzu, fotoğrafları ve Hazret-i Üstadın “Sözler” adlı eserini aldım. O kadar memnun oldum ki beyan edemem. Mektubunuzda okudum ki Türkiye’de Risale-i Nur ve İslâmiyet inkişaf ediyormuş; buna çok memnun oldum. Maalesef, eski hükûmet Üstada karşı muarız idi ve ona çok zulümler etti. Lâkin hakiki Müslüman olan bu Menderes, İslâmiyet’i baskıdan kurtardı. Var olsun. İnşâallah Türkiye, yakında eski yüksek makamını alacaktır.
Üstad ve Risale-i Nur’u neşredenler gibi mühim din adamları Türkiye’de vardır, hükûmetiniz niçin bunları İslâmî toplantıya göndermiyor. Salahiyetli adamlar Türkiye’de çoktur. Kanaatim şudur ki Üstad gibi âlim dünyada yoktur. Memleketimizden, Hazret-i Üstad gibi bir âlim çıkmadı. Maalesef ki kızıl Rusya ve kâfir Çin’den çok âlimler geliyorlar ve konferanslar vererek, gençleri yavaş yavaş fikren zehirlemektedirler. Eğer Türk milleti büyük Türk âlimleri gönderirse Pakistan’da ve bütün İslâm dünyasında büyük tesirleri olacaktır.
Biz Pakistanlılar Türkiye’yi İslâm dünyasının lideri olarak görmekteyiz. Türkiye, İslâm dünyasının garbî kalesidir. Türkiyesiz ittihad-ı İslâm mümkün değildir. Size, Üstada dair makalelerimi gönderdim. Üstada dair makalemi ve “Şarkî Türkistan’da Çin Emperyalizmi” adlı makalemi neşrettim.
Pakistan’da ne Türkçe okulu ne kütüphanesi ne çalışkan adamları ve sefaretinizde de Urduca bilen adam yoktur. Onlar, Pakistan’ın gençleriyle temasta değildirler; Urduca neşriyatları da yoktur. Eğer bazıları onları davet etseler iştirak etmiyorlar. Basın ateşeliğinizde dine dair malûmat ve kitap da yoktur.
Geçen günlerde, Lahor’da bir İslâmî müzakere oldu. Türkiye’den meşhur zatlar gelmedi. Ankara Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Dr. Rehber (Pakistanlıdır) İslâmiyet’in aleyhinde konuştu. Bütün İslâmî dünya onu lanetlediler… Lâkin avam, gazetelerde okuyup onu Türk bildiler ve çok hayret ettiler. Bu adam, dini ve Türkleri tahkir etti. Sebilürreşad’a yazıyorum.
Hazret-i Üstadın müstakil adresi nedir? Hazret-i Üstada bir adet Kur’an-ı Kerîm ve onun hakkında makaleler neşrolunan mecmuaları takdim etmek istiyorum. Hakkınızda çok makaleler yazdım. Onları toplayıp kitap şeklinde basacağım.
Her zaman Pakistan’ın mühim zatları, Hazret-i Üstada ve sıhhatine dair malûmat sormaktadırlar. Bizler, buradaki Nur talebeleriyle Hazret-i Üstadı buraya davet ederiz.
اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى
Kardeşiniz
M. Sabir
* * *
Pakistan’ın en büyük mecmuası “Students’ Voice”da İslâm Kongresi Reisi “Zafer Afaq Ansar”ın “İslâm’ın Büyük Rönesansı” adlı makalesinde Risale-i Nur’un muhterem ve muazzez müellifinden şöyle bahsediyor:
…
Bu hareketlerin asıl merkezini, Said Nursî’nin fazla miktarda talebesi bulunan üniversite ve kültür yerleri teşkil eder. Bu talebeler, Risale-i Nur talebeleri adını alır. Bu gençler, biz Kur’an’ı kendimize düstur seçtik. Bizim gayemiz: Zevki, Allah’ın yolunda aramak ve İslâmiyet’i bütün dünyaya yaymaktır.
Siyonizm, komünizm, Allahsızlık gibi İslâmiyet’e zıt olan cereyanlara karşı mücadele etmektir.
İslâmiyet’i, bütün Türk gençliğinin tam manasıyla benimsemesine çalışmaktır.
Türkiye’yi her türlü tehlikeye karşı müdafaa etmektir.
Irkî ve kavmî ayrılıkları bertaraf ederek İslâm birliğini meydana getirmektir.
Hazret-i Üstad Nursî tarafından yazılan ve 130 kitap ve risaleden ibaret olan Risale-i Nur Külliyatı bu talebeler tarafından yayılmaktadır.
* * *
Pakistan basınında Risale-i Nur ve Üstad Said Nursî Hazretleri hakkındaki neşriyattan örnekler
31 Ocak 1958 tarihli Students’ Voice (Talebelerin Sesi) gazetesi, Pakistan İslâm Talebe Cemiyeti tarafından on beş günde bir çıkarılan ve talebeleri –istikbalin büyüklerini– yüksek İslâmî esaslara göre hazırlamayı gaye edinmiş bir talebe cemiyetinin neşir organıdır. Bu gazetenin “Türk Gençliği Uyanıyor” başlıklı makalesinden:
Bütün İslâm memleketlerinde ittihad-ı İslâm için çalışan İslâmî teşkilatlar ta’dad edilip Türkiye’de de Nur talebeleri bu meyanda zikrediliyor ve en sonra ittihad-ı İslâm için çalışan ve Pakistan’ın en iyi dostları olan Nur talebelerini tanıdık. Nur talebelerinin Üstadı, seksen beş yaşında büyük bir âlim olan Üstad Said Nursî’dir. Hakikat-i İslâmiye için yaptığı mücadele, kendi ana vatanında –yani Türkiye’de– otuz sene işkenceli bir hayat ve sık sık hapiste yatmasına sebep oldu ve 1952’de serbest bırakıldı. Fakat bu ihtiyarın bakışları hâlâ ateşlidir. Otuz yıllık hapis ve işkenceler onu mağlup edemedi. Bu mücadelesiyle, birbirine çok sıkı bağlı olan Nur talebeleri kitlesini meydana getirdi. Üstad Said Nursî, Risale-i Nur eserleri vasıtasıyla Türk gençliğini İslâm ideolojisinin en büyük düşmanları olan siyonist ve komünistlerin hilekâr tuzaklarına düşmekten kurtarmıştır. Türkiye Başvekili Adnan Menderes Risale-i Nur Külliyatı’nın neşrine müsaade ettiği zaman, Türkiye’nin Pakistan elçisi sayın Salahaddin Rifat Erbil vasıtası ile bu büyük adama takdir ve tebriklerimizi bildirmiştik ve bu vesileyle, Üstad Said Nursî ve Nur talebelerini de selâmlamıştık ve bu mektubumuz Türkiye’de binlerle basılarak dağıtılmıştı. Bizim programımız Türkçeye çevrildi. Biz de birkaç önemli Risaleleri Urducaya çevirdik.
Pakistan İslâmî Talebe Cemiyetinin onuncu yıl dönümünde, Türkiye’deki İslâmî hareketi göstermek için Türklerin İslâm Edebiyatı sergisi de vardı. Bu sergide İlahiyat Fakültesi, Diyanet İşleri yayınları, bazı Türkçeye çevrilmiş İslâmî eserler ve on beş adet Risale-i Nur Külliyatı’ndan eserler vardı. Nur talebelerinin faaliyeti bu sergide harita ve fotoğraflarla ve grafikle izah edildi.
* * *
30 Nisan 1958 tarihli Students’ Voice gazetesi “İslâm Dünyasındaki Müsbet Uyanıklık” başlıklı makaleden
Her İslâm memleketinde, İslâmiyet’in hâkimiyeti için yapılan övülmeye lâyık şerefli mücadeleler anlatılıyor. Ve Türkiye’de yapılan mücadelelerin neticesi olarak hükûmet, din hürriyetini sıkan bağları gevşetmiştir. Mehmed Âkif, materyalist milliyetçiliği takbih eden ve halk arasında taze bir heyecan verecek olan “Safahat” isimli eseri yazdı.
Hazret-i Said Nursî yılmadan, hakikat-i İslâmiye için mücadele etmektedir. Kendisi, Türkiye’de en büyük cinayet telakki edilen Atatürk aleyhtarı olmakla itham ve aleyhinde neşriyat yapılmışsa da bu zulümler, halkı onun etrafında toplamıştır. Yüz otuz parça eserin sahibi olan Üstad, hapiste iken verilmiş olan zehirlerin tesiriyle ihtiyarlığını geçirmekte olup bu hal –seksen yaşını geçtiği halde– hakikat-i İslâmiye ve İslâmların saadeti için mücadelesine mani olamamıştır.
* * *
Pakistan’da, Arapça ve Urduca olarak muhtelif gazete ve mecmualarda intişar eden Risale-i Nur’dan Hutuvat-ı Sitte Risalesi’nin Essıddık mecmuasındaki Arapça tercümesi
Pakistan’da, Arapça ve Urduca olarak muhtelif gazete ve mecmualarda intişar eden Risale-i Nur’dan İktisat Risalesi’nin Essıddık mecmuasındaki Arapça tercümesi
Brief einer Persönlichkeit, die in Medina (Medine-i Munauvere) lebt, die Botschaft der Risale-i Nur (Nur'un haqiqati) sehr gut verstanden hat und auf diese Weise der Islamiyet dient.
Euer Exzellenz, hochverehrter und ehrwürdiger Meister, der die Brust weitet und die Herzen erfüllt!
(Gönüller fatihi pek muhterem ve mükerrem Ustadhimiz Hazretleri) Ich küsse Ihre gesegneten (mubarek) Hände und bringe zusammen mit all unseren lieben und treu ergebenen (sadaqatli) Schülern an der Schwelle des Erhabenen (barigah-i kibriya) meine Gebete dar, Sie mögen stets in Frieden, Sicherheit (selamet) und bei guter Gesundheit sein!
So wie Ihr Freispruch alle Nurdjus froh und fröhlich gestimmt hat und von den Muslimen nur als der größte Feiertag (bayram) bezeichnet werden kann, ist auch Ihr ergebener Diener von aller Welten (dunya) Freude und Zufriedenheit erfüllt! Und wie sollte ich denn auch nicht zufrieden sein: die gleichzeitige Freigabe all Ihrer Werke kann ja nur als ein Sieg des Geistes (ruh) über die Materie (maddiyat), des Lichtes (nur) über die Finsternis, des Glaubens (iman) über den Unglauben (kufr), der Wahrheit (haqq) über den Irrtum, der Einheit (tauhid) über die Abgötterei (shirk) und der Erkenntnis (irfan) über die Unkenntnis (djahil) betrachtet werden.
Die viele Jahre lang vor einer Kaskade aus Licht (nur) aufgetürmten Sperren, hoch wie die Berge, Gräben, tief wie Furcht erregende Abgründe und alle die bisher errichteten Dämme wurden nun endlich auf wunderbare Weise (mudjize) abgerissen, Gräben überwunden und alle Finsternis durch das Licht (nur) vertrieben.
"Vor dem Versuch, derartige göttliche Erscheinungen, wie sie aus so außergewöhnlich wunderbaren (mudjize) Ereignissen erwachsen, darstellen zu wollen, sträubt sich die Feder, beginnen die Gedanken (fikir) zu brodeln und verbrennen alle Ideen (ilham) zu nichts als Asche.", pflegt man so zu sagen. In der Tat nehme ich mich, als Ihr bescheidener Diener, jetzt angesichts eines so außergewöhnlichen Sieges in meinem ganzen Dasein (varlik) nur noch als in meiner ganzen Schwäche wahr. Denn meinen Sinnen (tefekkur) und meiner inneren Eingebung (ilham) öffnen sich neue Horizonte. Die Welt (djihan) lässt einen prächtigen Tempel des Lichtes (nur mabedi) erahnen. In meiner Umgebung tritt mit jedem Ding, an jedem Ort, in höchster Ekstase, versunken in einem Zustand (hal) tiefster Hingegebenheit in jedem Stäubchen das Geheimnis des Hochgepriesenen (sirr-i Subhani): وَ إِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ {"Und es gibt wahrlich kein Ding, das Ihn nicht lobt und preist."} in Erscheinung...
Daher weiß ich jetzt nicht, ob ich dieses glückselige Ereignis als einen ruhmreichen Sieg, eine großartige Eroberung, eine göttliche Errettung oder als ein weltumspannendes Fest beschreiben soll. Denn dieser göttliche Sieg, den der heilige Ruf (qudsi dava) erlangte, hat der Entschlossenheit der Kämpfer (mudjahid) in der islamischen Welt (dunya) und der ganzen Menschheit neue Kraft (quvvet), ihrer Seele (ruh) neues Leben und ihrem Glauben (iman) neuen Auftrieb und Begeisterung gegeben.
In der Tat waren viele Muslime, die in ihrer Entschlossenheit und ihrem Glauben (iman), ihrer Liebe (ashk), ihren Hoffnungen und Erwartungen noch nicht die Vollendung erlangt hatten, leider in einer bitteren Verzweiflung zurückgeblieben. Sie hatten sich die Bewahrheitung (tahaqquq) eines solchen Sieges selbst im Traum (hayal ve muhal) noch nicht vorstellen können. Doch durch die Verbreitung der Risale-i Nur, die alle ihre Fülle und das Licht aus dem ehrenwerten Qur'an erhält, der, um die Menschheit zu erleuchten und auf den rechten Weg zu leiten, wie eine göttliche Sonne von den lichtvollen Horizonten (ufuk) des gewaltigen Thrones herabgekommen ist, wurden Herzen, die an stille Seen denken lassen, Meeren gleich in Wallung gebracht und so zerbrachen die fürchterlichen Ketten, mit denen in Jahren der Grausamkeit und voll Trauer alle Hoffnungen und Erwartungen gebunden waren. Die Werke, die aus dieser Lichtquelle hervor sprudeln und ganz und gar in ihrer Fülle (feyz) und Weisheit (hikmet) sprühen, gleich wie sie dem urewigen (ezeli ve ebedi) Verlangen der Gefühle, der Gedanken und besonders all der Seelen (ruh), die in Flammen brennen {der brennende Schmerz, den alle Seelen empfinden, die sich nach Gott zurück sehnen, von dem sie sich getrennt fühlen (A.d.Ü.)} und dem Bedürfnis eines jeden Gewissens (nach Führung und Orientierung) Antwort geben, brachten sie Welle um Welle aus der sie erstickenden Finsternis heraus in die überaus sauberen, strahlenden und glänzenden Horizonte (ufuk) des Lichts (Nur).
Dieser heilige (qudsi) Sieg, der nach einem sich jahrelang stets fortsetzenden Schweigen, einer tiefen Gottvergessenheit (ghaflet), einer atemberaubenden Finsternis wie eine göttliche Sonne erstrahlt, verkündigt die gute Nachricht, dass eine im Elend lebende Menschheit auf ihrer Suche nach einem Weg zum Licht (nur) in naher Zukunft erwachen wird. Denn das Bedürfnis nach einem Glauben (din) ist nicht nur für Muslime, sondern für alle Menschen insgesamt ein urewiges (ezeli ve ebedi) Bedürfnis.
Heute leidet eine unglückselige Menschheit unter jenem beständig in ihren Herzen brennenden Schmerz und den Qualen, die daraus entstehen, dass sie der Gnade ihres Glaubens (din) beraubt sind. Es ist dies die fürchterliche Folge einer geradezu depressiven Melancholie, dass sie während des letzten Vierteljahrhunderts in zwei große Kriege mit hineingerissen wurden und zeigt jenen Wahnsinn, der jetzt auch noch an das Tor eines dritten pocht.
Und es ist in der Tat der Islam die einzige Kraft (quvvet), die alle Menschen zu Geschwistern machen und unter jener universellen Fahne versammeln kann, die unter dem Winde eines Handels und Wandels (refah) in einem glücklichen Leben (saadet), in innerer Ruhe und Sicherheit flattert, der aus den lichtdurchfluteten (nur) Horizonten (ufuk) eines ganz und überall grünenden Paradieses (djennet) herüberweht.Denn der Zustand der Menschheit heute ist noch genauso bedauernswert wie der Zustand der menschlichen Gesellschaft in vorislamischer Zeit. Daher kann der Islam, der die Menschheit damals vor dem ewigen Verderben gerettet hat, sie auch heute noch davor retten.
In der Tat ist die einzige heilende (mushfik) Hand, die diese tiefe Wunde (des ewigen Verderbens) verbinden kann, aus der die Herzen von Millionen, ja Milliarden Menschen seit Jahrhunderten bluten, der Islam. Auch wenn am Horizont (ufuk) von Zeit zu Zeit einmal einige Irrlichter auftauchen, gehört doch die Zukunft einem urewigen (ezeli ve ebedi) Stern, der all seine Lichtfülle (nur ve feyz) nicht von irgendeiner Sonne, sondern direkt vom Herrn der Welten (Rabbu-l'Alemin) empfängt. Dieser Stern wird solange bestehen bleiben, wie die Welt besteht und wird diejenigen, die ihn auslöschen wollen, stets wieder umwerfen und sie noch einmal wieder zu Boden schleudern.
Mein Meister, der mir so wertvoll ist wie ganze Welten (Djihankiymet Ustadhim)!
Eurer allseits bekannten Tugendhaftigkeit (fazilane) wurden in den letzten Tagen einige Bewegungen zur Erleuchtung und Rechtleitung (tenvir ve irshad) geboren, die dem Heiligen Ruf (muqaddes dava) hätten dienen sollen, doch konnte leider keine davon die wichtige Arbeit verrichten, wie sie das Gesamtwerk der Risale-i Nur versieht und den göttlichen Sieg, den sie erreicht hat, für sich gewinnen. Denn der Weg der Propheten, der Gottesfreunde (vali), der Gotteskenner (arif), der Reinen (salih) und insbesondere der heldenmütigen Märtyrer (shehid), die freiwillig ihr Leben dem göttlichen Geliebten zum Opfer brachten und deren Zahl nicht auf einige Millionen begrenzt werden kann, ist ein heiliger (muqaddes) Weg. Denn diejenigen, die auf diesem harten Weg voranschreiten möchten, müssen sich schreckliche Hindernisse, wie sie sich ständig vor ihnen auftun, stets vor Augen halten.
In der Tat müssen diejenigen, die auf diesem Weg voranschreiten wollen, mit einem Glauben (iman) ausgestattet sein, der so unerschütterlich ist wie der Ihrige, dazu noch mit einer hohen, göttlichen Erkenntnis (irfan) und besonders auch mit der wunderbaren (Befähigung zu) Aufrichtigkeit (ikhlas) und Verzicht. Denn die Art der Verkündigung (tebligh), der Erleuchtung (tenvir) und der Rechtleitung (irshad), welcher der Ruf der Risale-i Nur in diesem bedeutenden Tal folgt, ist durch einige ganz besondere Eigenschaften gekennzeichnet. Und schließlich bitte ich noch um Ihr Gebet, mir die ganz besondere Ehre zuteil werden zu lassen, diese tiefschürfenden Gedanken, die den Menschen in ihrem Gefühl, in ihren Gedanken, ihrer Seele (ruh) und in dem (Bedürfnis ihres) Gewissens (nach Führung und Orientierung) völlig neue Horizonte (ufuk) zu eröffnen vermag, in einem eigenen ausführlichen Werk unseren verehrten (uns im Glauben verbundenen) Herzensgefährten anbieten zu dürfen. Denn diese lichterfüllten Gedanken sind solchermaßen tiefschürfend und dergestalt von Bedeutung, dass sie in einem Brief und einem Artikel von so wenigen Seiten gar nicht zur Genüge zum Ausdruck gebracht werden können.
Die Jugend, deren klare und reine Herzen sie durch das Licht des Glaubens (iman) und des Qur'an erobert haben, ist das bedeutendste Unterpfand (varlik) und der wertvollste Juwel, der den glänzendsten Beweis Ihres ihnen von Gott geschenkten Sieges bildet. Diese Jugend mit ihren klaren und reinen Herzen, deren edle und in ihrem Bewusstsein (geschulten) Seelen (ruh) ich in fast allen Versen des Gedichtes "Stimmen aus dem Licht (Nurdan Sesler)" angesprochen habe, das ist doch eine Jugend, deren Herzen in Liebe (ashk) zur Wahrheit und Wirklichkeit (haqq ve haqiqat) entflammt sind.
Ich biete Ihnen dieses Gedicht an, das ich aus einer Inspiration heraus voller Ekstase (ilham) geschrieben habe, welche mir dieser letzte Sieg gab, den der Ruf (dava) der Risale-i Nur erworben hat. Um dessen Annahme erbitte und ersuche ich Sie hiermit.
Abermals und stets auf Neue küsse ich ihre Hände und erwarte Ihre hochgeschätzten Gebete (dua) Eure Exzellenenz, mein hochverehrter Meister (muhterem Ustadhim Hazretleri)
Von Ihren geistigen Kindern
Ali Ulvi
* * *
Risale-i Nur’dan Gençlik Rehberi’nin İstanbul Mahkemesinde beraeti münasebetiyle Bağdat’tan gelen tebrik telgrafı
Sebilürreşad Mecmuasına,
İstanbul
Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretlerinin beraet kararı, bizleri sonsuz bir sevinç içerisinde bıraktı. Bu sevincimize vesile olan bu âdil hükme istinaden, Türk mahkemesine ve fahrî avukatlarına teşekkürlerimizi, Üstad ve kardeşlerimize tebriklerimizi mecmuanız vasıtasıyla bildiririz.
Irak
Emced Zuhavî
* * *
Pakistan’daki Nur talebelerinin Üstad Said Nursî’den istedikleri mesaj münasebetiyle, Irak’taki bir Nur talebesinin gönderdiği mektup
Bundan birkaç gün evvel, Pakistan’da talebeler konferansı vardı. Hazret-i Üstad’dan bir mesaj istemişlerdi ve bunun tarihî bir tesiri olacaktı. Haber aldık ki Salih, Nur talebeleri namına bir mesaj göndermiş. Sizlere de yazmışlar ki acele Hazret-i Üstad’a bildirirsiniz.
Konferansta, Hazret-i Üstad ve Nurlar çok medhedilmiş. Komünistler tarafından itirazlar yapılmış. Fakat reis hepsini reddetmiş. Hazret-i Üstadın fotoğrafları teşhir edilmiş. Yakında Nur ve Nur’a ait uzun ve resimli bir yazı ile bir mecmua çıkaracaklarmış. Sonsuz selâm ve dualar.
Ahmed Ramazan
* * *
Der folgende Text stellt die Übersetzung eines arabischen Textes von Isa Abdulqadir dar, welcher Korrespondent der Zeitung "Eddifa" ist, die in Baghdad erscheint.
Die arabische Zeitung "Eddifa", die in Baghdad erscheint, schreibt über die Schüler der Risale-i Nur das Folgende:
Welche Beziehung besteht in der Türkei zwischen den Schülern der Risale-i Nur und der Gemeinschaft der Muslim-Brüder (Ikhvan-i Muslimin)? Was verbindet sie miteinander? Sind die Nurdjus in der Türkei und solche Gemeinschaften, wie in Ägypten und den Ländern der arabischen Welt, die Muslim-Brüder, die sich um die Einheit (ittihad) im Islam bemühen, eigenständige Gemeinschaften? Oder sind die einen aus den anderen hervorgegangen? Ich gebe selbst die Antwort darauf:
Die Gemeinschaft der Nurdjus und der Muslim-Brüder haben zwar, was ihre Ziele betrifft, den Dienst an den Qur'anischen Wahrheiten (haqaiq) und am Glauben (iman) und, soweit der Rahmen einer Einheit im Islam dies zulässt, auch ihren Dienst für die Glückseligkeit der Muslime in dieser wie in jener Welt (saadet-i dunyevi ve ukhrevi) im Blick, unterscheiden sich jedoch von den Nurdjus in fünf, sechs verschiedenen Punkten:
Der erste Unterschied: Die Nurdjus beschäftigen sich nicht mit der Politik, im Gegenteil: sie fliehen vor ihr. Zwingt man sie, zu politischen Fragen Stellung zu nehmen, so machen sie aus der Politik einen Hebel für die Religion (din), sodass sie denen, die ihre Glaubenslosigkeit als einen Hebel in der Politik gebrauchen, die Heiligkeit der Religion (dinin qudsiyeti) aufzeigen können. Irgendeine politische Organisation kennen sie überhaupt nicht.
Was aber die Muslim-Brüder betrifft, so beschäftigen sie sich zugunsten der Religion je nach den Umständen in den verschiedenen Ländern mit der Politik und schließen sich auch zu politischen Organisationen zusammen.
Der zweite Unterschied: Die Nurdjus versammeln sich nicht bei ihrem Meister (Ustadh) und werden auch nicht dazu gezwungen. Sie fühlen auch sich selbst gar nicht dazu gezwungen, sich bei ihrem Meister (Ustadh) zu versammeln. Auch halten sie es gar nicht für notwendig, sich zum Unterricht (ders) bei ihm zu versammeln. Für sie gilt das ganze große Land als ein einziges Lehrhaus (dershane). Sobald sie Bücher der Risale-i Nur in die Hand bekommen haben, erteilen diese ihnen anstelle des Meisters (Ustadh) den Unterricht (ders). Jede einzelne Abhandlung (risalah) gilt bei ihnen wie ein Said.
Insoweit es in ihrer Hand liegt, fertigen sie ohne Entlohnung Abschriften an. Und sie geben diese auch ohne eine Gegenleistung an die Bedürftigen weiter, damit sie sie vorlesen oder einer Vorlesung zuhören können. Auf diese Weise wird das ganze große Land zu einer einzigen Schule (medresse).
Was aber die Muslim-Brüder betrifft, so treffen sie ihre Lehrer (murshid), ihre Vorsitzenden (reis) in den allgemeinen Zentren und besuchen diese, um Weisungen (emir) zu empfangen oder am Unterricht (ders) teilzunehmen. Und in den untergeordneten Zentren einer übergreifenden Organisation treffen sie sich mit ihren großen Meistern (Ustadh), ihren Leitern und deren Stellvertretern (vekil), um Unterricht (ders) zu nehmen und Anweisungen (emir) zu empfangen.
Auch durch die Zeitungen, die in den allgemeinen Zentren erscheinen, und durch Broschüren, die sie erhalten können, wenn sie ihr Entgeld dafür entrichten, bekommen sie ihren Unterricht (ders).
Üçüncü Fark: Nur talebeleri, aynen âlî bir medresenin ve bir üniversite dârülfünununun talebeleri gibi ilmî muhabere vasıtasıyla ders alıyorlar. Büyük bir vilayet bir medrese hükmüne geçer. Birbirlerini görmedikleri, tanımadıkları ve uzak oldukları halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı âleme neşrediyorlar; onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.
Dördüncü Fark: Nur talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilâd-ı İslâmiyede intişar etmişler ve çoklukla vardırlar. Bu intişarlarında ayrı ayrı hükûmetlerde bulundukları halde hükûmetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki tecemmu edip toplansınlar ve çalışsınlar. Çünkü meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından hükûmetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye ve cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, bulundukları yerlerdeki hükûmetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtırlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor değiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumî merkezleri olan Mısır’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Ürdün’de, Sudan’da, Mağrib’de ve Bağdat’ta çok şubeler açmışlar.
Beşinci Fark: Nur talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi sekiz yaşındaki, camilerde Kur’an okumak için elifbayı ders almakta olan çocuklardan tut tâ seksen doksan yaşındaki ihtiyarlara varıncaya kadar kadın erkek hem bir köylü, hammal adamdan tut tâ büyük bir vekile kadar ve bir neferden büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var. Bütün Nurcuların bu çok taifelerinin umumen bütün maksatları, Kur’an-ı Mecid’in hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir. Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniye neşretmektir. Bundan başka bir şey ile iştigal ettikleri bilinmiyor. Yirmi sekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksat bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız, onlar gelsinler, bizi arasınlar, bulsunlar.” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakiki ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Gerçi onlar da Nurcular gibi ulûm-u İslâmiye ve marifet-i İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ve sevk ediyorlar fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.
Altıncı Fark: Hakiki ihlaslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi bir kısmı, a’zamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’aniyede hakiki bir ihlas ve fedakârlıkla ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalalete karşı mağlup olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlasa davet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rıza-yı İlahîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye âlet etmemek için bir cihette hayat-ı içtimaiye faydalarından çekiniyorlar.
Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Onlar da hakikaten maksat itibarıyla aynı mahiyette oldukları halde, mekân ve mevzu ve bazı esbab sebebiyle Nur talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. A’zamî fedakârlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.
İsa Abdülkadir
* * *
Bağdat’ta çıkan ehemmiyetli, siyasî bir ceride olan Eddifa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir diyor ki:
Nur talebelerinin mürşidi olan Bediüzzaman Nursî hakkında Eddifa gazetesini okuyanlar benden soruyorlar: “Türkiye’deki Nur talebelerinden ve Üstadları olan Said Nursî’den bize malûmat ver.” diyorlar. Ben de bunlar hakkında kısa bir cevap vereceğim. Çünkü Üstadın, Nur’un ve Nur talebelerinin Araplarda hakkı olduğu için Araplar onlardan ciddi bahsetsinler. Zira İslâmiyet’in madde-i esasiyesi olan Araplar, Risale-i Nur’dan ziyadesiyle fayda görmeye başlamışlar.
Bu Nur talebeleri Risale-i Nur’la hem Türkiye’de hem bilâd-ı Arap’ta komünistliğe karşı muhkem bir set tesis ediyorlar.
…
Bu yazı Demokratlar çıkmadan evvelki zamana bakar, onun için Nur talebelerinin adedi hakkında müddeiumumînin dediği gibi yalnız beş yüz bin değil belki şimdi Türkiye’de milyonları aşmış bulunuyor ve her gün de ziyadeleşiyor.
…
Risale-i Nur ise öyle geniş bir mikyas ile intişar ediyor ki değil yalnız Türkiye’de ve bilâd-ı İslâmiyede hattâ ecnebilerde de iştiyakla istenilir oluyor. Ve Nur’un talebelerinin şevklerini hiçbir şey kıramıyor. İşte Nur talebeleriyle Nur risaleleri ve onların bu büyük hizmet-i Kur’aniyeleri Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesidir ki mübarek âlem-i İslâm’daki hareket-i İslâmiye bu hükûmet-i demokrasiyeyi takdir ve tahsinle karşılıyor. Bütün Irak ahali-i Müslimesi ki Arap, Türk, Kürt, İran, bu İslâmî hizmeti ve kudsî mücahedeyi kemal-i ferah ile karşılıyorlar. Ve Türkiye’deki Türk kardeşlerimiz, Garp’ın yanlış tesiratlarına karşı bunlarla mukavemet gösteriyorlar kanaatindedirler.
İsa Abdülkadir
* * *
Gençlik Rehberi’nin beraeti münasebetiyle Camiü’l-Ezher Üniversitesi Türk talebelerinin tebrik mektubu
Mektup: Kahire’den 13/4/1952
Muhterem Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine,
Kalplerdeki imanı nurlandıran ve umumî nizamın direği, âhiret yolunun hakiki pusulası olan ve ilhamını Kur’an-ı Kerîm’den alan eserlerinizden Gençlik Rehberi adlı risaleniz suç teşkil ettiği iddiasıyla devam eden mahkemenizin beraet kararını ölçülmez sevinçlerimizle öğrendik. Siz mübarek Üstadımızı ve demokrat Türk adliyesinin âdil hâkimlerini candan tebrik ediyoruz.
Hayatını İslâmiyet’in sıhhati için vakfeden, Türk milletine hizmet etmeyi şeref addeden, asrımızda eşine tesadüf edilmeyen bir din mücahidi bulunan Üstadımız! Size, âlem-i İslâm ve insaniyet müteşekkirdir. Bizler, ufak bir zerresini ifade için hürmetlerimizi, teşekkürlerimizi bildiriyor, mübarek dualarınızı talep ediyoruz. Allah sizden ve sizi sevenlerden razı olsun.
Camiü’l-Ezher Üniversitesi Türk Talebeleri namına
Hacı Ali Kılınçalp
* * *
İranlı bir Nur talebesinin Üstad Bediüzzaman Hazretlerine bir mektubu
(Türkiye Cumhuriyeti’ne tabi Isparta’nın Barla nahiyesinde mukim pek muhterem, fazilet-meab Bediüzzaman Hazretlerine takdim olunur.)
Pek muhterem fazilet-meab Üstad-ı muhterem Bediüzzaman Hazretlerine!
Her şeyden evvel selâm ve hürmet-i mahsusamı takdim, sıhhat ve âfiyette devamınızı Cenab-ı Kādir-i Mutlak Hazretlerinden temenni ve niyaz eylerim. Lütfen ahval-i âcizanem istifsar buyrulursa lehü’l-hamd ve’l-minne, vücud-u fânim, bâki İran’da, Rızaiye vilayetine tabi Mergivar mahallinde Dize karyesinde imrar-ı hayat etmekte olduğumu arz eylerim.
Bu geçen kırk yıl zarfındaki inkılab-ı zaman dolayısıyla müstağrak olarak uzaklara düşmüş bulunmaklığım hasebiyle, sıhhat ve âfiyetinizden bîhaber kalmış, daima vücud-u muhtereminizi soruşturmak, birinci emel ve arzularımdan idi. Cenab-ı Hak Hazretlerine çok şükür, bugünlerde muhterem kardeşimiz Subay Tayyib İranlı vasıtasıyla sıhhat haberlerinizi aldığımdan son derece memnun ve mütehassis oldum. Kādir-i Zülcelal din-i mübin-i İslâm’ın hizmet ve saadeti için sizi pek çok zaman lütuf ve himayesinde masûn ve mahfuz buyursun, âmin!
Kıymettar telifatınızdan Nur’un İlk Kapısı, Asâ-yı Musa, Rehberü’ş-Şebab ve diğer kitaplarınızın birçoğu, muhterem kardeşimiz vasıtasıyla elime geçti ve son derece memnun oldum. İnşâallah, bunlardan behreyab oluruz. Bu ilk mektubum olmak dolayısıyla fazla tasdi’den içtinabla hâtime verir, sıhhat ve âfiyetinize mübeşşer, sıhhat ve vücud-u muhtereminizin devamını Hâlık-ı Mutlak’tan niyaz eylerim.
Lütufnamenizi alacağıma ümitvar, Hazretlerinden temenni ve niyaz eylerim efendim.
Merhum Seyyid Abdülkadirzade Muhibbiniz Seyyid Abdullah
* * *
Suriyeli küçük bir Nur talebesinin, Üstad Bediüzzaman Hazretlerine gönderdiği mektup
22 Şevval 1373
Fahrü’l-İslâm Üstaz-ı A’zam Bediüzzaman Hazretlerine!
Kemal-i ihtiramla hâk-i pây-i zat-ı âlîlerinize yüzümü ve gözümü sürerek öperim. Altı yaşındayım. Ramazan-ı şerifin yirmi altıncı gününde Kur’an-ı Kerîm’i hatmettim. Suriye’de en küçük bir Nur talebesiyim. Arkadaşlarımdan on bir talebe daha Kur’an-ı Kerîm’i hatmettiler. Hepimiz namaz kılıyoruz. Bu mektupla fotoğrafımı Urfa Nur talebeleri vasıtasıyla zat-ı meal-i sıfât-ı âlîlerinize gönderiyorum. Çok rica ederim, mübarek hatt-ı şerifinizle fotoğrafın arka tarafına bana bir iki cümle dua yazınız, tekrar fotoğrafımı iade buyurmanızı rica ederim. Pederim Abdülhâdi, hâk-i pây-i âlîlerinizden öper, dualarınızı talep eder.
Suriye Derbasiye nahiyesine tabi Âliye köyünde Nur talebelerinden
Hüseyin Abdülhâdi
* * *
Risale-i Nur, âlem-i İslâm’da olduğu gibi Avrupa’da da hüsn-ü kabule mazhar olmuştur. Risale-i Nur’un hüsn-ü kabule mazhariyetine numune olarak Finlandiya’daki “Tampereen İslâmilaisen seurakunnan İmamı” Habiburrahman Şâkir’in iki mektubunu dercediyoruz:
İmam Habibur-Rahman Shakir (Tampereen İslamilaisen seurakunnan imaami) Adress: Tampere, Finland Vellamonkatu 21
Pek muhterem kardeşim!
وَ عَلَي۟كُمُ السَّلَامُ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Hediye olarak gönderdiğiniz pek kıymetli eser, yani “El-Mesneviyyü’l-Arabî Min Risaleti’n-Nur” isimli kitabı aldım. Bu münasebetle cenabınıza teşekkürlerimi bildiriyorum. Allah-ı Kerîm, her dileğinizi atâ eylesin diye dua ediyorum.
Benim için bu kıymetli hediyeniz çok müfid olacak ve benim tebliğ işlerimde daha yardım edecektir, inşâallah. Size de daima ecir ve sevabı erişip duracağında, sadaka-i cariye kabîlinden olacağında elbette şüphe yoktur.
Kitabın müellifi Said Nursî Hazretlerini de bize tanıtmanızı rica ederim. Hürmet ve selâmlarımla…
Habiburrahman Şâkir
* * *
Risale-i Nur’un Avrupa’daki intişarı ve hüsn-ü kabule mazhariyetine numune olarak Finlandiya’daki Nur talebesi Habiburrahman Şâkir’den gelen diğer bir mektup
Vellamonkatu 21 12/2/1958
Çok muhterem kardeşlerim!
وَ عَلَي۟كُمُ السَّلَامُ وَ رَح۟مَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Göndermiş olduğunuz inayetnamenizi ve dört tane risale “İhlas”, “Zeylü’l-Hubab”, “Risale-i Nur hakkında müellifine gönderilen bir mektup”, “Risale-i Nur hakkında verilen konferans”ları aldım. Teşekkürlerimi takdim ederim efendim.
Evet büyük Üstad Said Nursî Hazretleri, zamanımızın büyük dâhîlerinden ve Allah’ın en büyük sevgili bendelerinden olduğunda aslâ şüphemiz yoktur. Belki bu zata on dördüncü asrın müceddidlerinden deyip itikad etsek bile, mübalağa etmiş olmayacağız. Hamdler olsun Allah Hazretlerine ki Türk milleti hazinelerinden zuhur etmiş bu cevheri, inkılab dalgalarında gark olup zayi olmasından zamanımıza kadar sakladı; asrımızı, bu zatın vücudu ile ziynetledi. Musa Peygamber’i Firavun’un eteğinde beslediği gibi; bu zat-ı mübareği de dinsiz zalimler meyanında cefalar içinde besledi. Geleceklerde de selâmetlik ile uzun seneler yaşamasını, bir Allah’tan temenni ederiz. Üstad Bediüzzaman hakkında bizim akidemiz budur.
Mümkün olursa bizim tarafımızdan huzurlarına arz-ı ihlasımızı, gaibane muhabbetimizi bildirseniz ve özünden bizim için hayır dualarını vekâleten rica etseniz diye ricada kalıyoruz. Hürmet ve selâmlar ile.
Muhlis dinî, millî kardeşiniz
Habiburrahman Şâkir
* * *
Sorbon Üniversitesi İslâm ve Roma mukayeseli hukuk kürsüsü profesörü ve Paris İslâm Kültür Merkezi fahrî başkanının Üstad Bediüzzaman Hazretlerine yazdığı mektup
21 Cemaziye’l-ahir 1377
İslâmbol
Allah yolunda mücahid muhterem Hazret-i Üstad!
Allah size uzun ömür ihsan eylesin. Göndermiş olduğunuz kıymetli hediyeniz olan kitabınızı ve selâmınızı alarak teşekkür ettim. Allah size selâmet versin. Kıymetli yüksek eserlerinizden istifadeye muvaffak kılsın.
Eskiden beri sizin yüksek vasıflarınızı ve büyük mücahedenizi işitirdim ve daima da işitmekteyim. Allah, birbirinden uzak olanları kavuşturucudur. Bizleri, sevgi ve rızasını kazanmakta muvaffak kılsın. Bu fakir ve zelil kul, yüksek ve aziz olan siz Kur’an hâdimine teşekkürlerini arz eder.
Dr. Muhammed Hamîdullah
* * *
Washington’daki İslâm Cemiyetinin ve İslâm Kültür Merkezinin genel sekreteri Dr. Muhammed Habilullah’tan, Irak’taki Nur talebesi Ahmed Ramazan’a gelen mektup
Washington İslâm Kültür Merkezine hediye etmek lütfunda bulunduğunuz Bediüzzaman Said Nursî’nin “Hutbetü’ş-Şamiye” ve “Risale-i Nur Mizanları” adlı kitaplara mukabil hâlis teşekkürlerimin kabulünü rica ederim.
Tekrar tekrar teşekkürlerimi arz eder, iyi ve saadetli günler dilerim.
İslâm Kültür Merkezi Genel Sekreteri El-Muhlis Dr. Muhammed Habilullah
Yunanistan’da Risale-i Nur neşriyatını yapan ve yüzlerce Nur talebesi yetiştiren bir zatın, Türkiye’deki Nurcu kardeşlerine yazdığı mektup
Din ve imana hâdim (hizmet edici), şirk ve küfrü hēdim (yıkıcı) pek aziz kardeşlerim!
(Abdullah, Hüsnü, Abdülkadir, Mehmed ve Süleyman Nurdaşlarım)
Evvela: Pek samimi ve hâlisane yazılan mektubunuzu alarak derecesiz memnun oldum. Muhlis beyanlarınız ve derûnî tebrikleriniz, hep coşkun dinî aşkınızdan ve has nura müstağrak ruhunuzdan doğma olduğundan, o Nur’un elektrizasyonuyla münevver kalpleri tehyic ve temevvüce düşürmemek mümkün değildir. Onun için selâm ve muhabbetlerinize mukabil selâm ve meveddetlerimiz bîpâyan olduğu gibi bu rabıta ve iştiyak ile de sizleri kucaklar ve İslâmî hasret ve saffetle gözlerinizden öperim.
Sâniyen: Gönderilmesine lütfettiğiniz Hutbe-i Şamiye, Şekva ve sair mahkeme kararı ile mektuplar melfufatını alarak fevka’l-had memnun oldum. Bunun cevabını vermek üzere iken Kerkük’ten Ahmed Ramazan kardeşimizden gönderilen Sözler mecmuasını aldım. Onun için de bînihaye tahassüslerle meşhun-u mesâr oldum. Ona da şimdi sizinle beraber teşekkür babında mektup yazıyorum. Bu memnuniyet ve teşekkürlere dahi cemaatimizin bütün efradı iştirak ederek hepinizi selâmlar ve aziz Nurdaşlarıyla kardaşlanırlar.
…
Gerek ben ve gerekse bütün ihvanımız Üstad Hazretlerine bağlılığı şöyle telakki ediyoruz: Âfak ve enfüsten müstedlel âyât-ı bînihayeyi en iyi tefsir edecek bir insan-ı kâmile her asır muhtaçtır. Asrımızda, şark ve garpta fâzıl ve muktedir çok ulema yok değildir fakat fâni menfaatlerden mütecerrid, sırf nur-u Bâki ile mütenevvir ve mütelezziz, gavs-ı ferîd makamında en ziyade bir mutemede ihtiyaç vardır. Bu evsaf-ı mebhuse ile Üstad-ı Kebir muttasıf olduğundan, zamanımızın kutbu mesabesindedir. Ona tebaiyet, tam uyulmaya lâyık bir mukteda-bih’e iktida manasındadır. Zamanın müceddidi, imam-ı kübrası fetrete uğradığına göre, böyle bir mürşid-i a’zama merbutiyet vâcib derecesine varmıştır. İşte bu sâika, bizi ve onları düşünmeye bile sevk etmeden Üstad-ı Kebir’e rabtediyor. Bunu yapan, onlardaki iman bağının, kendisinde mevcud bulunan nur-u aslînin, nur kaynağının merkez sıkletindeki cazibe kuvvetine incizab ve incilâbıdır. Bunlar, bu eserleri şimdi mütalaa ve müzakere etmekle, tahsilleri az zamanda bazısının derhal husuliye münkalib olmaktadır. Yani derhal, Nur mevzuunu idrak kabiliyetiyle mütefeyyiz oluyorlar.
هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى هٰذَا رَح۟مَةٌ مِن۟ رَبّٖى
Onun için fazıl ve rahmetine karşı ne kadar hamd ü sena edilse azdır.
…
Bu hizmette muvaffak olmak için sizin bin bir müşkülatla ikazkâr ve irşadkâr hareketleriniz gibi yıkılmaz ve sarsılmaz azim ve metanetler lâzımdır. İnşâallah her ufukta, her kuturda böyle çalışılması, İslâmiyet’in halâs-ı umumîsini mûcib ve müntic olacaktır.
Hâfız Ali
* * *
Risale-i Nur Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da ve Amerika’da da yayılmış ve birçok okuyucu kitlesi bulmuştur.
* * *
Türkiye’de neşrolan Risale-i Nur Külliyatı’ndan istifade ederek, Kur’an nuru ile nurlanan Avrupa’daki Nur talebelerinden bir grup hocalarıyla bir arada
* * *
- ↑ Hâşiye: Bu temenni tahakkuk etmiş ve kısa bir zaman sonra eserler tercümeye başlanmıştır.