İkinci Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("[Part of a letter written in response to a gift from his above-mentioned, well-known student. (*<ref>*This refers to Hulûsi Yahyagil, “the first student of the Risale-i Nur.” He was from Elazığ in eastern Turkey and was then serving as a captain in the army stationed at Eğridir. He first visited Bediuzzaman in the spring of 1929. In Bediuzzaman’s Words, “his zeal and seriousness were the most important reason for the last of The Words (Sözle..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    ("The Old Said never accepted favours. He preferred death to becoming obliged to people. He never broke that rule of his despite suffering great hardship and difficulty. This wretched brother of yours inherited this characteristic from the Old Said, and it is not asceticism or artificial self-sufficiency; there are four or five important reasons for it:" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    5. satır: 5. satır:
    [Part of a letter written in response to a gift from his above-mentioned, well-known student. (*<ref>*This refers to Hulûsi Yahyagil, “the first student of the Risale-i Nur.” He was from Elazığ in eastern Turkey and was then serving as a captain in the army stationed at Eğridir. He first visited Bediuzzaman in the spring of 1929. In Bediuzzaman’s Words, “his zeal and seriousness were the most important reason for the last of The Words (Sözler) and Letters (Mektûbat) being written. See, Barla Lahikası, 21. Also, Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, i (1st ed.), 33-55. (Tr.)</ref>)]
    [Part of a letter written in response to a gift from his above-mentioned, well-known student. (*<ref>*This refers to Hulûsi Yahyagil, “the first student of the Risale-i Nur.” He was from Elazığ in eastern Turkey and was then serving as a captain in the army stationed at Eğridir. He first visited Bediuzzaman in the spring of 1929. In Bediuzzaman’s Words, “his zeal and seriousness were the most important reason for the last of The Words (Sözler) and Letters (Mektûbat) being written. See, Barla Lahikası, 21. Also, Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, i (1st ed.), 33-55. (Tr.)</ref>)]


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    '''Thirdly:'''You sent me a present and want to break an extremely important rule of mine! Just this time I am not going to say: “I don’t accept presents from you in the same way  that I don’t accept them from Abdülmecid (*<ref>*Abdülmecid (‘Abd al-Majid) was Bediuzzaman’s younger brother. A teacher of the religious sciences, then a Mufti, he translated parts of the Risale-i Nur into Arabic, and Isharat al-I‘jaz and al- Mathnawi al-‘Arabi al-Nuri (Mesnevî-i Nuriye) from Arabic into Turkish. He died in 1967. (Tr.)</ref>)
    '''Sâlisen:''' Bana bir hediye gönderdin. Gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünkü sen, onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan herkesin hediyesi reddedilse seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:
    and Abdurrahman, (*<ref>*. Abdurrahman was the son of Bediuzzaman’s elder brother, Abdullah. He was born in Nurs in 1903. Bediuzzaman called him his spiritual son, student, and assistant. He joined his uncle in Istanbul
    </div>
    following First World War, and published a short biography of him at that time. He died in 1928. (Tr.)</ref>)my brother and nephew,” because since you are more advanced than them and closer in spirit, I can’t refuse them even if I refuse everyone else’s. But apropos of this, I shall tell you the reason for my rule. It is like this:


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    The Old Said never accepted favours. He preferred death to becoming obliged to people. He never broke that rule of his despite suffering great hardship and difficulty. This wretched brother of yours inherited this characteristic from the Old Said, and it is not asceticism or artificial self-sufficiency; there are four or five important reasons for it:
    Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu bîçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise tezehhüd ve sun’î bir istiğna değil belki dört beş ciddi esbaba istinad eder.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">

    13.47, 14 Ekim 2024 tarihindeki hâli

    Diğer diller:

    In His Name, be He Glorified! And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)

    [Part of a letter written in response to a gift from his above-mentioned, well-known student. (*[1])]

    Thirdly:You sent me a present and want to break an extremely important rule of mine! Just this time I am not going to say: “I don’t accept presents from you in the same way that I don’t accept them from Abdülmecid (*[2])

    and Abdurrahman, (*[3])my brother and nephew,” because since you are more advanced than them and closer in spirit, I can’t refuse them even if I refuse everyone else’s. But apropos of this, I shall tell you the reason for my rule. It is like this:
    

    The Old Said never accepted favours. He preferred death to becoming obliged to people. He never broke that rule of his despite suffering great hardship and difficulty. This wretched brother of yours inherited this characteristic from the Old Said, and it is not asceticism or artificial self-sufficiency; there are four or five important reasons for it:

    Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar. “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar.” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır.

    İkincisi: Neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler: اِن۟ اَج۟رِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ ۝ اِن۟ اَج۟رِىَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yâsin’de اِتَّبِعُوا مَن۟ لَا يَس۟ئَلُكُم۟ اَج۟رًا وَهُم۟ مُه۟تَدُونَ cümlesi, meselemiz hakkında çok manidardır.

    Üçüncüsü: Birinci Söz’de beyan edildiği gibi Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakiki’ye ait şükrü, senayı zâhirî esbaba verir, hata eder.

    Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zülcelal’e yüz binler şükrediyorum ki küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiyye-i ömrümü de o kaide ile geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

    Beşincisi: Bir iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’î kanaatim oldu ki halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor belki dokunduruluyor, yedirilmiyor. Bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek, gayrın malını almamaya manen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.

    Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor, o da hoşuma gitmiyor.

    Hem tasannu ve temelluktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en a’lâ baklavasını yemek, en murassa libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.

    Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en mühimmi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.”

    İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir bîçareyi, salih veya veli tasavvur ederek sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer hâşâ ben kendimi salih bilsem o alâmet-i gururdur, salahatin ademine delildir. Eğer kendimi salih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.

    Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî

    1. *This refers to Hulûsi Yahyagil, “the first student of the Risale-i Nur.” He was from Elazığ in eastern Turkey and was then serving as a captain in the army stationed at Eğridir. He first visited Bediuzzaman in the spring of 1929. In Bediuzzaman’s Words, “his zeal and seriousness were the most important reason for the last of The Words (Sözler) and Letters (Mektûbat) being written. See, Barla Lahikası, 21. Also, Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, i (1st ed.), 33-55. (Tr.)
    2. *Abdülmecid (‘Abd al-Majid) was Bediuzzaman’s younger brother. A teacher of the religious sciences, then a Mufti, he translated parts of the Risale-i Nur into Arabic, and Isharat al-I‘jaz and al- Mathnawi al-‘Arabi al-Nuri (Mesnevî-i Nuriye) from Arabic into Turkish. He died in 1967. (Tr.)
    3. *. Abdurrahman was the son of Bediuzzaman’s elder brother, Abdullah. He was born in Nurs in 1903. Bediuzzaman called him his spiritual son, student, and assistant. He joined his uncle in Istanbul following First World War, and published a short biography of him at that time. He died in 1928. (Tr.)