Üçüncü Mektup/en: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    ("One night at the height of a hundred-storey building in my tree-house at the top of a cedar tree, I looked at the beautiful face of the heavens gilded with stars and saw an elevated light of miraculousness and brilliant secret of eloquence in the All-Wise Qur’an’s oath of, So verily I call to witness the planets * That recede, go forth, or hide.(81:15- 16)" içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    ("The planets emerge from the sphere of the sun, their commander, and entering that of the fixed stars, display fresh embroideries and instances of art in the skies. Sometimes they come shoulder to shoulder with another star like themselves and display a beautiful situation. At other times they enter among the small stars and assume the position of commander. Especially in this season after evening, Venus on the horizon, and before the..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu)
    11. satır: 11. satır:
    16)
    16)


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    This verse, which refers to the planets and their being concealed and spread abroad, displays  to the gaze of observers an elevated embroidery full of art and an exalted, instructive tapestry.
    Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına işaret eden şu âyet, gayet âlî bir nakş-ı sanat ve âlî bir levha-i ibret, nazar-ı temaşaya gösteriyor.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    The planets emerge from the sphere of the sun, their commander, and entering that of the fixed stars, display fresh embroideries and instances of art in the  skies. Sometimes  they  come  shoulder  to  shoulder  with  another  star  like themselves and display a beautiful  situation. At other times they enter among the small stars and assume the position of  commander. Especially in this season after evening, Venus  on  the  horizon, and  before  the  early  dawn  one  of  its  shining companions, display a truly graceful and lovely scene. Later, after carrying out their duties as inspectors and acting as shuttles in the tapestries of  art, they return, and entering the dazzling sphere of the sun, hide themselves.
    Evet şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek semada yeni yeni nakışları ve sanatları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Bazen küçük yıldızlar içine girip bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususuyla bu mevsimde, akşamdan sonra ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra vazife-i teftişiyelerini ve nakş-ı sanatta mekiklik hizmetini îfadan sonra yine dönüp sultanları olan güneşin şaşaalı dairesine girip gizleniyorlar.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    Now they demonstrate as brilliantly as the sun the majestic dominicality and glittering divine sovereignty of the One who spins this earth of ours and the planets described in the above verse with perfect order in space, each like a ship or aeroplane. See that majestic dominion  which has under its sway ships and aeroplanes a thousand times larger than the earth, and that travel thousands of times faster.
    Şimdi şu “Hunnes, Künnes” tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare suretinde kemal-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zat’ın haşmet-i rububiyetini ve şaşaa-i saltanat-ı uluhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar. Bak bir saltanatın haşmetine ki gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki bin defa küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kateden sürattedir.
    </div>


    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">
    <div lang="tr" dir="ltr" class="mw-content-ltr">

    14.07, 14 Ekim 2024 tarihindeki hâli

    Diğer diller:

    In His Name, be He glorified! And there is nothing but it glorifies Him with praise.(17:44)

    [Part of a letter sent to the well-known student of his. (*[1])]

    Fifthly: You wrote in one of your letters to me that you wanted to share my feelings here, so listen now to one thousandth of them.

    One night at the height of a hundred-storey building in my tree-house at the top of a cedar tree, I looked at the beautiful face of the heavens gilded with stars and saw an elevated light of miraculousness and brilliant secret of eloquence in the All-Wise Qur’an’s oath of, So verily I call to witness the planets * That recede, go forth, or hide.(81:15- 16)

    This verse, which refers to the planets and their being concealed and spread abroad, displays to the gaze of observers an elevated embroidery full of art and an exalted, instructive tapestry.

    The planets emerge from the sphere of the sun, their commander, and entering that of the fixed stars, display fresh embroideries and instances of art in the skies. Sometimes they come shoulder to shoulder with another star like themselves and display a beautiful situation. At other times they enter among the small stars and assume the position of commander. Especially in this season after evening, Venus on the horizon, and before the early dawn one of its shining companions, display a truly graceful and lovely scene. Later, after carrying out their duties as inspectors and acting as shuttles in the tapestries of art, they return, and entering the dazzling sphere of the sun, hide themselves.

    Now they demonstrate as brilliantly as the sun the majestic dominicality and glittering divine sovereignty of the One who spins this earth of ours and the planets described in the above verse with perfect order in space, each like a ship or aeroplane. See that majestic dominion which has under its sway ships and aeroplanes a thousand times larger than the earth, and that travel thousands of times faster.

    İşte böyle bir sultana ubudiyet ve imanla intisap etmek ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar âlî bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.

    Sonra kamere baktım. وَال۟قَمَرَ قَدَّر۟نَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَال۟عُر۟جُونِ ال۟قَدٖيمِ âyetinin gayet parlak bir nur-u i’cazı ifade ettiğini gördüm. Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri, o kadar hayret-feza, o derece hârikadır ki onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîr’e hiçbir şey ağır gelmez. “Onu öyle yapan, her şeyi yapabilir.” fikrini, temaşa eden her bir zîşuura ders verir.

    Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana سُب۟حَانَ مَن۟ تَحَيَّرَ فٖى صُن۟عِهِ ال۟عُقُولُ dedirtiyor. Hususan mayısın âhirinde olduğu gibi bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden o yeşil sema perdesi arkasında, hayale nurani büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte كَال۟عُر۟جُونِ ال۟قَدٖيمِ teşbihinin letafetini, belâgatını gör.

    Sonra هُوَ الَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ ال۟اَر۟ضَ ذَلُولًا فَام۟شُوا فٖى مَنَاكِبِهَا âyeti hatırıma geldi ki zemin musahhar bir sefine, bir merkûb olduğunu işaret ediyor. O işaretten kendimi feza-yı kâinatta süratle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir merkûbe binildiği zaman kıraatı sünnet olan سُب۟حَانَ الَّذٖى سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُق۟رِنٖينَ âyetini okudum.

    Hem gördüm ki küre-i arz şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı; bütün semavatı harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki ehl-i fikri mest ve hayran eder. “Fesübhanallah!” dedim; ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garib ve acib, âlî ve gâlî işler görülüyor. Bu noktadan iki nükte-i imaniye hatıra geldi:

    Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana sual etti. O şüpheli sualin esası şudur: Cennet ve cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi ehl-i cennet, lütf-u İlahî ile berk ve burak gibi uçarak haşirden geçerler, cennete giderler. Fakat ehl-i cehennem, sakîl cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?

    İşte hatıra gelen şudur: Nasıl ki mesela Amerika’da, bütün milletler umumî bir kongreye davet edilse her millet büyük gemisine biner, oraya gider. Öyle de bahr-i muhit-i kâinatta, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahate alışan küre-i arz; ahalisini alır, gider mahşer meydanına boşaltır.

    Hem her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delâletiyle, merkez-i arzda bulunan cehennem ateşinin hadîsçe beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve hadîsin rivayatına göre, dünyada ve berzahta büyük cehennemin bazı vazifelerini gören ateşini cehenneme döker; sonra emr-i İlahî ile daha güzel ve bâki bir surete tebeddül eder; âhiret âleminden bir menzil olur.

    Hatıra gelen ikinci nükte: Sâni’-i Kadîr, Fâtır-ı Hakîm, Vâhid-i Ehad kemal-i kudretini ve cemal-i hikmetini ve delil-i vahdetini göstermek için pek az bir şeyle çok işleri görmek; pek küçük bir şeyle, pek büyük vazifeleri gördürmeyi âdet etmiştir.

    Bazı Sözlerde demiştim ki: Eğer bütün eşya bir tek zata isnad edilse vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylık peyda eder. Eğer eşya müteaddid sâni’lere, esbablara isnad edilse; imtina derecesinde bir suubet, bir müşkülat ortaya düşer. Çünkü bir zabit gibi veya usta gibi bir tek zat, kesretli efrada ve kesretli taşlara bir fiil ile bir hareket ile ve suhuletle bir vaziyet verip bir netice hasıl eder ki eğer o vaziyeti alması ve o neticeyi istihsal etmesi, o ordudaki efrada ve o direksiz kubbedeki taşlara havale edilse; pek çok fiillerle, pek çok müşkülatla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir.

    İşte şu kâinattaki raks ü deveran, seyr ü cevelan ve temaşa-i tesbih-feşan ve fusul-i erbaa ve gece gündüzdeki seyeran gibi ef’al, eğer vahdete verilse bir tek zat bir tek emirle bir tek küreyi tahrik ile mevsimlerin değişmesindeki acayib-i sanatı ve gece gündüzün deveranındaki garaib-i hikmeti ve yıldızların ve şems ve kamerin surî hareketlerinde şirin temaşa levhalarını göstermek gibi o âlî vaziyetleri ve gâlî neticeleri istihsal eder. Çünkü umum mevcudat ordusu onundur. İstese arz gibi bir neferi, umum yıldızlara kumandan tayin eder; koca güneşi, ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lamba ve elvah-ı nukuş-u kudret olan fusul-i erbaayı da bir mekik ve sahaif-i kitabet-i hikmet olan gece gündüzü de bir yay yapar. Her bir gününe, ayrı bir şekilde bir kameri göstererek, evkatın hesabı için takvimcilik yaptırır. Ve yıldızların kendilerine, raksa gelen ve cezbeden raks eden melâikenin ellerinde süslü ve şirin, parlak nâzenin misbahlar suretini vermek gibi arza ait çok hikmetlerini gösterir.

    Eğer bu vaziyetler, umum mevcudata hükmü ve nizamı ve kanunu ve tedbiri müteveccih olan bir zattan istenilmezse o vakit umum güneşler, yıldızlar, hakiki hareket ile ve hadsiz bir süratle hadsiz bir mesafeyi her gün katetmeleri lâzım gelir.

    İşte vahdette nihayetsiz suhulet ve kesrette nihayetsiz suubet bulunduğundandır ki ehl-i sanat ve ticaret, kesrete bir vahdet verir, tâ suhulet ve kolaylık olsun, yani şirketler teşkil ederler.

    Elhasıl: Dalalet yolunda nihayetsiz müşkülat var, hidayet ve vahdet yolunda nihayetsiz suhulet var.

    اَل۟بَاقٖى هُوَ ال۟بَاقٖى

    Said Nursî

    1. *See, p. ?, fn. 1.