Barla Lahikası 245. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark

    Risale-i Nur Tercümeleri sitesinden
    Değişiklik özeti yok
    (Bu sürüm çeviri için işaretlendi)
     
    1. satır: 1. satır:
    <languages/>
    <languages/>
    <translate>
    <translate>
    <!--T:1-->
    '''Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekizinci Mesele’sinin İkinci Nüktesi'''
    '''Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekizinci Mesele’sinin İkinci Nüktesi'''


    <!--T:2-->
    '''Eğer denilse:''' Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan belâgatların envaından en ileride olduğu gibi bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı İlahî sayıyorsunuz? Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.
    '''Eğer denilse:''' Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan belâgatların envaından en ileride olduğu gibi bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı İlahî sayıyorsunuz? Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.


    <!--T:3-->
    '''Elcevap:''' Kur’an-ı Hakîm اِنَّا نَح۟نُ نَزَّل۟نَا الذِّك۟رَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hâfızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için hıfzı çok işkâl edecek ve hâfızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur’an-ı Hakîm’de çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi...
    '''Elcevap:''' Kur’an-ı Hakîm اِنَّا نَح۟نُ نَزَّل۟نَا الذِّك۟رَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hâfızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için hıfzı çok işkâl edecek ve hâfızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur’an-ı Hakîm’de çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi...


    <!--T:4-->
    Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise bilmüşahede ve bi’l-itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remzeder ki yazılan hakikatler kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.
    Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise bilmüşahede ve bi’l-itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remzeder ki yazılan hakikatler kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.


    <!--T:5-->
    Amma sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih derler: Değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki zâhiren bir kasdı irae ediyor.
    Amma sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih derler: Değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki zâhiren bir kasdı irae ediyor.


    <!--T:6-->
    Mesela şimdi bakıyoruz, şu sahifede “yaş” lafzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki şüphe bırakmaz ki bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi baktığımız şu sahifede, yalnız altı “hüzün” kelimesi var. O altı hüzün, üç satırda öyle latîf iki kavisi teşkil etmiş ki neşeli bir hüznü görene verir.
    Mesela şimdi bakıyoruz, şu sahifede “yaş” lafzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki şüphe bırakmaz ki bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi baktığımız şu sahifede, yalnız altı “hüzün” kelimesi var. O altı hüzün, üç satırda öyle latîf iki kavisi teşkil etmiş ki neşeli bir hüznü görene verir.


    <!--T:7-->
    Hem işaret-i gaybiye olmak için başka hiçbir kitapta bulunmamak lâzım gelmez. Mesela nasıl ki belâgat-ı Kur’aniye derece-i i’caza vâsıl olduğu için bir mu’cize-i risalet olduğu halde; sair ehl-i belâgatın umum kitaplarında, derecatlarına göre belâgat vardır. Onlarda belâgat bulunması, i’caz-ı Kur’an’a münafî olamaz.
    Hem işaret-i gaybiye olmak için başka hiçbir kitapta bulunmamak lâzım gelmez. Mesela nasıl ki belâgat-ı Kur’aniye derece-i i’caza vâsıl olduğu için bir mu’cize-i risalet olduğu halde; sair ehl-i belâgatın umum kitaplarında, derecatlarına göre belâgat vardır. Onlarda belâgat bulunması, i’caz-ı Kur’an’a münafî olamaz.


    <!--T:8-->
    Öyle de i’caz-ı Kur’an’ın yüzer kısmından bir kısmının cilvesi, bir nevi ikram-ı İlahî nevinden, Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’de, hakaik-i Kur’aniyenin hüsn-ü intizamına işareten görünüp tecelli etmesine, sair kitaplarda tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye yetişmezler. Çünkü Sözler’deki o nevi tevafukat, o dereceye gelmiş ki dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki beşerin düşünüşü değil ve ihtiyarıyla da olmamıştır. Belki nakşî bir nevi Kur’an i’cazının gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ı İlahî suretinde temessül ediyor.
    Öyle de i’caz-ı Kur’an’ın yüzer kısmından bir kısmının cilvesi, bir nevi ikram-ı İlahî nevinden, Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’de, hakaik-i Kur’aniyenin hüsn-ü intizamına işareten görünüp tecelli etmesine, sair kitaplarda tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye yetişmezler. Çünkü Sözler’deki o nevi tevafukat, o dereceye gelmiş ki dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki beşerin düşünüşü değil ve ihtiyarıyla da olmamıştır. Belki nakşî bir nevi Kur’an i’cazının gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ı İlahî suretinde temessül ediyor.


    <!--T:9-->
    اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى
    اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى




    <!--T:10-->
    ------
    ------
    <center> [[Barla Lahikası 244. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 246. Mektup]] </center>
    <center> [[Barla Lahikası 244. Mektup]] ⇐ | [[Barla Lahikası]] | ⇒ [[Barla Lahikası 246. Mektup]] </center>
    ------
    ------
    </translate>
    </translate>

    21.06, 21 Kasım 2023 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

    Diğer diller:
    • Türkçe

    Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekizinci Mesele’sinin İkinci Nüktesi

    Eğer denilse: Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan belâgatların envaından en ileride olduğu gibi bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı İlahî sayıyorsunuz? Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesadüfat içinde çok bulunabilir.

    Elcevap: Kur’an-ı Hakîm اِنَّا نَح۟نُ نَزَّل۟نَا الذِّك۟رَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla, her zamanda bir milyondan fazla hâfızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için hıfzı çok işkâl edecek ve hâfızları çok azaltacak olan şu nevi tevafukat-ı müteşabihe, Kur’an-ı Hakîm’de çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-yı hal bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi...

    Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise bilmüşahede ve bi’l-itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remzeder ki yazılan hakikatler kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.

    Amma sair kitaplarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih derler: Değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki zâhiren bir kasdı irae ediyor.

    Mesela şimdi bakıyoruz, şu sahifede “yaş” lafzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki şüphe bırakmaz ki bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi baktığımız şu sahifede, yalnız altı “hüzün” kelimesi var. O altı hüzün, üç satırda öyle latîf iki kavisi teşkil etmiş ki neşeli bir hüznü görene verir.

    Hem işaret-i gaybiye olmak için başka hiçbir kitapta bulunmamak lâzım gelmez. Mesela nasıl ki belâgat-ı Kur’aniye derece-i i’caza vâsıl olduğu için bir mu’cize-i risalet olduğu halde; sair ehl-i belâgatın umum kitaplarında, derecatlarına göre belâgat vardır. Onlarda belâgat bulunması, i’caz-ı Kur’an’a münafî olamaz.

    Öyle de i’caz-ı Kur’an’ın yüzer kısmından bir kısmının cilvesi, bir nevi ikram-ı İlahî nevinden, Kur’an’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’de, hakaik-i Kur’aniyenin hüsn-ü intizamına işareten görünüp tecelli etmesine, sair kitaplarda tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye yetişmezler. Çünkü Sözler’deki o nevi tevafukat, o dereceye gelmiş ki dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki beşerin düşünüşü değil ve ihtiyarıyla da olmamıştır. Belki nakşî bir nevi Kur’an i’cazının gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ı İlahî suretinde temessül ediyor.

    اَل۟حَم۟دُ لِلّٰهِ هٰذَا مِن۟ فَض۟لِ رَبّٖى



    Barla Lahikası 244. Mektup ⇐ | Barla Lahikası | ⇒ Barla Lahikası 246. Mektup