Kastamonu Lahikası 64. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark
("'''Aziz, sıddık ve sebatkâr kardeşlerim!''' Sizin faaliyetiniz ve sebatkârane çalışmanız, Risale-i Nur dairesinin zembereği hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razı olsun, bin âmin âmin! Size, Hizbü’l-Kur’anî’den evvel gönderilen Risale-i Nur’un Virdü’l-A’zam’ına ilhak etmek için bir parçayı yazdık, bir parçayı da Yirmi Dokuzuncu Lem’a’da yerini gösterdik. Benim husu..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu) |
Değişiklik özeti yok |
||
16. satır: | 16. satır: | ||
Demek elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke sefahetle tercih edenler, aks-i maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır. | Demek elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke sefahetle tercih edenler, aks-i maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır. | ||
------ | |||
<center> [[Kastamonu Lahikası 63. Mektup]] ⇐ | [[Kastamonu Lahikası]] | ⇒ [[Kastamonu Lahikası 65. Mektup]] </center> | |||
------ |
08.24, 27 Ekim 2023 tarihindeki hâli
Aziz, sıddık ve sebatkâr kardeşlerim!
Sizin faaliyetiniz ve sebatkârane çalışmanız, Risale-i Nur dairesinin zembereği hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razı olsun, bin âmin âmin!
Size, Hizbü’l-Kur’anî’den evvel gönderilen Risale-i Nur’un Virdü’l-A’zam’ına ilhak etmek için bir parçayı yazdık, bir parçayı da Yirmi Dokuzuncu Lem’a’da yerini gösterdik. Benim hususi tefekküratım o neviden olduğu cihetle bana ihtar edildi, ben de yazdım.
Sâniyen: Birkaç gün evvel size gönderdiğim son mektuptaki, hayat-ı dünyeviyenin hayat-ı diniyeye galebe etmesine dair ikinci meselesi münasebetiyle gayet ince ve kaleme alınmaz bir mana kalbe zâhir oldu. Yalnız gayet kısa o manaya bir işaret edeceğim. Şöyle ki:
Bu acib asrın hayat-perest ehl-i dalaleti aldatan, sarhoş eden; fânilerden surî aldıkları zevki gayet acı ve elîm olduğunu ve ehl-i imanın ve hidayetin aynı yerde ve o fâniyatta bâkiyane ve ulvi bir zevk bulunduğunu gördüm ve hissettim fakat ifade edemiyorum.
Risale-i Nur’un müteaddid yerinde nasıl ispat etmiş ki ehl-i dalalet için zaman-ı hazırdan maada her şey ma’dum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için mazi, müstakbel müştemilatıyla mevcuddur, nurludur. Aynen öyle de fâniyatta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yı mutlak karanlıklarında ma’dumdur, ehl-i hidayet için mevcuddur diye gördüm.
Çünkü eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzuladım. Neden bu mübarek vaziyetler mazide kalıp fâni olsun, düşünürken iman-ı billah nuru ihtar etti ki o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar.
Çünkü Cenab-ı Hakk’ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, daire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi nur-u imanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevka’z-zaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım. Ve dedim: “Madem Allah var, her şey var.” darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikati de ifade eder. Kimin için Allah varsa yani Allah’ı bilse her şey mevcuddur, kim Allah’ı bilmezse ona her şey ma’dumdur diye delâlet eder.
Demek elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke sefahetle tercih edenler, aks-i maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.