Kastamonu Lahikası 156. Mektup: Revizyonlar arasındaki fark
Değişiklik özeti yok |
Değişiklik özeti yok |
||
1. satır: | 1. satır: | ||
<languages/> | |||
<translate> | |||
'''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | '''Aziz, sıddık kardeşlerim!''' | ||
40. satır: | 42. satır: | ||
<center> [[Kastamonu Lahikası 155. Mektup]] ⇐ | [[Kastamonu Lahikası]] | ⇒ [[Kastamonu Lahikası 157. Mektup]] </center> | <center> [[Kastamonu Lahikası 155. Mektup]] ⇐ | [[Kastamonu Lahikası]] | ⇒ [[Kastamonu Lahikası 157. Mektup]] </center> | ||
------ | ------ | ||
</translate> |
22.19, 24 Kasım 2023 tarihindeki hâli
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu iki günde iki küçük hâdiseler, dört beş meseleleri tahattur ettirdi:
Birincisi: Salahaddin Ankara’dan yazıyor ki tarîkat aleyhinde tecavüze başlamışlar. Hem Ankara’da hem Şark’ta o meselede tevkifat varmış. Risale-i Nur şakirdleri her tarafta inayet-i Rabbaniye altında mahfuz kalıyorlar. Onların kuvvetli ihlası ve tesanüdleri ve ihtiyatları, o inayeti haklarında devam ettiriyor.
İkincisi: Bugünlerde herkes sıkıntıdan şekva ediyor. Âdeta manevî havanın bozukluğundan, maddî ve umumî bir sıkıntı hastalığını vermiş. Hattâ bana da bir gün sirayet etti. Bizim her derdimize ilaç olan Risale-i Nur ile meşgul olanlarda, o sıkıntı hastalığı ya yok veya pek azdır.
Üçüncüsü: Merhum Mehmed Zühdü’nün vefatı, Risale-i Nur’un hizmeti noktasında bizi çok müteessir etti. Fakat birden, geçen sene Hâfız Mehmed’in bütün müsadere edilen risalelerini, on gün zarfında köyündeki Risale-i Nur şakirdleri tarafından yazıp ona vermek, çok merdane taahhüdleri hatırıma geldi ve anladım ki arslanlar yatağı olan Isparta ve havalisi, Mehmed Zühdü’nün hizmetini muzaaf bir surette yapacaklar ve o boşluğu dolduracaklar.
Dördüncüsü: Lâhika’ya giren Ispartalı kardeşlerimizin mektuplarının bazılarında, Üstadları hakkında ifrat ile tavsifat gördüm. Kendime de baktım, o vasıflardan zekâtı da bana düşmüyor, benim hakkım değil. Dedim: “Acaba bu hakikat-perest kardeşlerim çok ikazatımla beraber, bu hüsn-ü zan ifratında hem devamlarında faydaları nedir?” Kalbe ihtar edildi ki:
“Onlar ve memleketleri Isparta havalisi, onların en büyük hüsn-ü zanları derecesinde hüsn-ü zanlarının yümnünü gördükleri için Beşkazalı Osman-ı Hâlidî ve Topal Şükrü gibi ehl-i velayete iktidaen, o nokta-i nazardan ifrat etmemişler, bir hakikat görmüşler. Fakat nasıl keşfiyat tevile ve rüyalar tabire muhtaçtır, hususi hükümler ta’mim edilse bir cihette hata görünür. Öyle de onlar, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin kendilerine ve memleketlerine ettiği faydayı, o şahs-ı manevînin mümessillerinden birisi olan Üstad dedikleri bu kardeşlerine verip o memleket hâdisesini umumî bir hâdise nazarıyla bakıp ta’mim ederek, müfritane bir hüsn-ü zan suretinde göründü.”
Beşincisi: Hatıra geldi ki “Risale-i Nur’un eczaları çoktur. Herkes muhtaç olduğu halde bütününü elde edemez.” Birden “Hüccetullahi’l-Bâliğa” mecmuası, hatıra cevap olarak geldi.
Evet, Risale-i Nur’dan kesretli mecmualar çıkar ki her biri küçük fakat kuvvetli Risale-i Nur olur. Her muhtacın eline geçebilir. Bu münasebetle Yirmi Beşinci Söz’ün zeyllerini düşündüm. Şimdi benim yanımda dört beş nüsha var, zeylsizdirler. Mübareklerin bu defa gönderdikleri nüshanın zeylinde Rumuzat-ı Semaniye fihristesinden noksan alınmış Sure-i اِذَا جَٓاءَ نَص۟رُ اللّٰهِ ve اِنَّٓا اَع۟طَي۟نَا daki on üç elif, parmak ile ve Fatiha’da on üç el ile işaretleri ve اِنَّٓا اَن۟زَل۟نَا işareti gibi ehemmiyetli parçalar yoktur.
Dünkü gün اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ âyetine dair Yirmi Dokuzuncu Mektup’un âhirinde, seyahat-i hayaliye ve seyr-i kalbî risaleciğini okudum. Ve Birinci Şuâ’da bu âyet, Risale-i Nur’a işaretini tahattur ettim. Dedim: Bu iki nükte-i Nuriye ve تَغ۟رُبُ ( الشَّم۟سُ ) فٖى عَي۟نٍ حَمِئَةٍ nükte ve hâşiyesiyle beraber Mu’cize-i Kur’aniye zeylleri içine girse münasip olur. Siz dahi münasip görseniz yazılsın. İ’caz-ı Kur’an nüktelerine ait mühim parça bulsanız ilâve edebilirsiniz.
Altıncısı: Seksen küsur sene manevî ve bâki bir ömrü kazandırmak sırrını taşıyan şuhur-u selâsenizi ve Leyle-i Regaibinizi bütün ruhumla tebrik ediyorum.
İki üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki içinde hem küllî zikir hem geniş fikir hem kesretli tehlil hem kuvvetli iman dersi hem gafletsiz huzur hem kudsî hikmet hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekellah dedim, hak verdim.
Bu mektuptaki beş altı meseleyi yazarken, Nur Fabrikası sahibi Hâfız Ali’nin mektubuyla, ihlasta ve çalışmakta ve ince düşünmekte mümtaz Hasan Âtıf’ın mektubunu aldık.
Hâfız Ali’nin mektubunda, Risale-i Nur şakirdlerinde sırr-ı ihlasın ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi ihlasın en yüksek seciyeleri Risale-i Nur şakirdlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.
Ezcümle: Hâfız Ali diyor ki: Hüsrev kardeşimiz kendi kalemiyle yazılan “Mu’cizatlı Kur’an”ı fotoğrafla tabına taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalâde ihlasına ve nefsin huzuzatından teberrisine kat’î delildir. Çünkü fotoğrafla tabedilse onun kendi hattı olduğu için binler Kur’an nüshalarını kendi eliyle yazmış gibi âlem-i İslâm’ın manevî nazarında ve uhrevî sevap cihetinde büyük ve masumane ve zararsız bir makamı terk edip ihlasın sırrı için hazzını unutarak, demir harflere taraftar olmuş. Ve gösterdiği yanlışlar düşmek sebebi ise demir harflerde üç defa tab’a girmek noktasında dahi o yanlışlar bulunabilir.
Elhasıl: Hâfız Ali’nin ihlasından gelen ifadesi ve Hüsrev’i fevkalâde ihlas noktasında takdir etmesi ve Hüsrev de gayet büyük ve bâki bir hissesini bırakıp benim eskiden beri tekrar ettiğim bir davam ki “Risale-i Nur’un hakiki şakirdleri hizmet-i imaniyeyi her şeyin fevkinde görür, kutbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder.” beni o davada bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeşlerimizi tebrik ediyoruz.
Kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubundan anladık ki hakikaten tam çalışıyor. Kendi tabiriyle, Risale-i Nur’un mücahidlerinin ve efelerinin kalem yadigârlarını bize hediye olarak irsal ettiğine mukabil deriz: Cenab-ı Hak ebeden onlardan razı olsun.
Ve daha çok manidar yazdığı cümleler içinde, bir parça ehl-i bid’aya şiddet gördüm. Zaman, zemin, Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım. O hâlis kardeşimiz, inşâallah oralarda kendi gibi çok hâlis şakirdleri yetiştirecek. Biz buradaki duamızda, Âtıf’la beraber oradaki bütün rüfekalarını teşrik ediyoruz. Ben bizzat onlarla muhabere etmek istiyorum fakat madem Isparta o vazifeyi daha mükemmel yapıyor. O vazifeyi onlara bırakıyorum.
Hâfız Ali’nin mektubunun âhirinde, Medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeşi Süleyman hakkında takdiratı, bizi mesrur eyledi. Zaten o Medrese-i Nuriye şakirdleri benim nazarımda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medresetü’z-Zehranın talebeleri suretinde düşünüyordum. Ve derdim: “Onlar, bunlar oldu veya bunlar, onların dümdarlarıdır.”